SAVAŞ VE BARIŞ ARASINDA TÜRKİYE
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra geçen
çeyrek yüzyıllık geçiş döneminin sonuna doğru gelinirken, bugünkü dünya yirmi
birinci yüzyılda kendi rotasında yol alarak yeni bir döneme doğru ilerlemektedir.
Yirminci yüzyılın birikimini taşıyan halklar ve yönetimler bu dönüşümün
gerçekleştiği aşamada bir yerlere savrulmamak ve sahip oldukları konumlarını
korumak amacıyla önlemler almalarına rağmen, gene de eskisinden çok farklı bir
yeni dünya düzenine doğru eskisinden çok farklı bir dönüşüm öne çıkmaya
başlamıştır. Yirminci yüzyılın ilk yarısında iki büyük dünya savaşı yaşamış
olan insanlık, yeniden üçüncü bir cihan
savaşının içine sürüklenmemek için her
açıdan gereken önlemleri almaya çalışırken, yüzyılın ikinci yarısı da soğuk
savaş adı verilen cephe ötesi bir çekişmeyi dünya gündeminin ortasına
oturtmuştur. Birinci dünya savaşı sonrasında kurulmuş bulunan sosyalist
sistemin yüzyılın sonlarına kadar ayakta kalması nedeniyle devletler arası
çatışma ve çekişmeler cephe ötesi bir dönüşüm içinde gelişerek, süper güçler
arasındaki gerginliğin yeni yüzyılın başlarına kadar gündemde kalmasını
sağlamıştır. İnsanlık tarihinin ilk dönemlerinden bu yana gelişmeler gösteren
savaş konjonktürlerinin küresel boyut kazanması üzerine iki büyük dünya savaşı
yaşamak durumunda kalan insanlık, sosyal ve ekonomik değişim süreçleri içinde
yirmi birinci yüzyıla girerken, gene büyük güçlerin çekişmeleri karşısında
kalarak soğuk savaştan sıcak savaşa doğru yeni bir yapılanma zorunluluğu ile
karşı karşıya kalmıştır.
Tarih
boyunca savaş ve barış oluşumları arasında yaşamını sürdürmeye çalışan insanlar
her geçen yıl barış ortamına daha fazla sahip olmaları gerekirken, bunun
tamamen tersi bir çizgide barış yerine savaş süreçleri ile karşı karşıya
kalınmasıyla, giderek süreklilik kazanan çekişme ve çatışma olgularının içinde kontrol
dışı olayların sürükleyip getirmesiyle bu döneme gelinmiştir. Siyaset
filozofları insanoğlunu hemcinslerinin kurdu olarak tanımlarken, asıl nedeninin
insanlar arasındaki çekişme ve çatışmaları yaratan kıskançlık ve çekememezlik gibi
olumsuz duyguların yer aldığı kötülük üreten bir yapıya sahip olmak gibi bir
olumsuz özelliğin olduğu anlaşılmaya başlamıştır. Yirmi yüzyıllık siyaset
birikimi birçok dersi beraberinde getirirken insanlık bir türlü savaş gibi
çatışma tehlikesinden kurtulamamış ve bu yüzden de barış ortamları kısa süreli olmuştur.
Ortaya çıkan her yeni dönemde insanlar arasındaki çekişmeler, yeni duruma göre
yönetimler oluşturmaya yöneldiği için rekabet ve çekişmelerin devam etmesine
giden yol açık kalmış ve bu nedenle de her savaş kendinden sonraki savaşların
öncüsü olmuştur.” İnsan insanın kurdudur “diyen filozoflar zamanla haklı
çıkarken, dünya tarihi savaşların yol açtığı felaketler dizisinden bir türlü
kurtulamamıştır. Her devrin kendi özelliklerine uygun bir biçimde öne çıkardığı
büyük güç merkezleri birbirlerini alt ederek, en üst düzeyde egemen olacak bir
konuma erişebilmenin kavgasını yaparken, yoktan yere savaşlar çıkararak diğer
rakip güç ve merkezlerin önünü kesmeye çalışmışlardır. İnsanlar böylesine
çıkmazlar içinde eskisinden farklı düzenlere doğru sürüklenirken, dünya
barışının kalıcılığı çizgisinde ciddi bir çözüm üreterek ortaya koyamamışlardır.
Genel olarak tek bir süper güç merkezi oluşarak öne geçince, dünya barışı o
gücün merkezinde yer aldığı farklı bir yapılanmaya doğru dönüşüm geçirmiştir. Bu
yüzden de savaşlar her zaman insanların kaderi olarak gündeme gelmiş ve
böylesine bir olumsuz süreç içinde kalıcı bir barış düzeni oluşturulamamıştır.
Savaşların meydana getirdiği yıkım ve kırımlardan kaçmak üzere insanlar her
zaman barış arayışı içinde olmuşlar ama insanoğlunun hegemonya tutkusundan bir
türlü uzaklaşamamışlardır. Bugün de benzeri durumlar ortaya çıktığı için
insanoğlu gene aynı tür çıkmazlar ile boğuşarak savaşları önlemeye çalışmakta
ama bir türlü kalıcı ve güvenli bir yol bulamamaktadır. Bugünün dünyasında da
geçmişin uzantısı olan olumsuz yapılar devam ettiği için barış çabaları geride
kalmaktadır
Türkiye
Cumhuriyeti diğer devletler ile birlikte bugünün çıkmazları ile dolu olan bir dönemece
gelmiştir. Geleceğin yeni dönüm noktası olabilecek büyük dönüşümün bu günkü
dönemecin dönülmesi sırasında meydana gelebileceği tahmin edilmekte ve bu
yüzden de her devlet ve toplum kendi kaderini belirleyecek böylesine bir dönemece
doğru yaklaşıldıkça panik benzeri gelişmeler öne çıkabilmektedir. Bu yüzden de
devletlerin ve milletlerin yanlış hareketleri ortaya çıkmaktadır. Önceden
soğukkanlı bir biçimde gelişmeler dikkate alınarak acil ve gerekli önlemler
alınacağına, gelecek korkusu içinde panikleyerek hareket edilmesinin birçok
ülkenin siyasal bunalımlara düştüğü, siyasal krizlerle boğuşmak zorunda kaldığı
ve bu yüzden de savaşlara dönüşebilecek kaos ortamlarının yaratılmasına neden
oldukları kolaylıkla görülebilmektedir. İnsan düzenlerinin en büyük
gerçeklerinden birisinin savaş olduğu ve bu gibi durumlara karşı çıkabilmek
üzere de barış çabalarının en büyük siyaset türleri olarak, toplumların önüne
çıktığı normal olarak birbirini izlemektedir. En küçük bir ihtilaf ya da
çekişmenin bazen büyük anlaşmazlıklara ya da savaşlara yol açtığı her dönemde
görüldüğü için güçlü yönetimler bu gibi gelişmelere karşı acil önlemler
alabilmektedir. Ana hedef barış düzeninin kurulması olunca, bu doğrultuda her
türlü özveri gösterilerek çatışma ve çekişmeleri durdurma ya da son vermenin
yolları aranmaktadır. Ulusal ya da uluslararası konjonktürdeki iniş ve çıkışlar
her zaman için belirsizlik ortamı yarattığı için, her devlet kendine bağlı
olarak oluşturduğu kamu düzeninin istikrarını koruma doğrultusunda kendi hukuk
devleti ölçülerine ve yasal düzenlerine göre önlemler alarak, barış düzenini
tehdit eden olumsuz gelişmelere yönelik adımlar atabilmektedir.
Konuya
bugünün dünyası açısından bakıldığında son gelinen noktada dünya barışının ne
durumda olduğu ve de gelecekte sıcak çatışmalar üzerinden savaş ya da benzeri
gelişmelerin öne çıkma ihtimalleri olduğu görülebilmektedir. Bu gibi durumlarda
bütün devletlerin kendilerine bağlı bir biçimde kurmuş olduğu araştırma
merkezleri ya da düşünce tankı adı verilen bilgi üretme kurumları, belirli
dönemler aralığında gelişmeleri izleyerek durum değerlendirmeleri yapmakta ve
elde edilen sonuçlara göre bunlar geleceğe yönelik olarak savaş ya da barış
durumlarının ortaya çıkabilme ya da ortadan kalkabilme yaklaşımları
çerçevesinde, istikrarı koruyucu tahmin raporlarını kamuoyuna
açıklayabilmektedirler. Bu gibi durumlarda dünyanın süper gücü konumundaki
Amerika Birleşik Devletlerindeki araştırma ve düşünce merkezlerinin yaptığı
çalışmalar, ABD yönetiminin nereye doğru gittiği ya da gideceği gibi
ihtimallerin belirlenmesinde etkili ve yönlendirici olduklarından her dünya
devleti bunları yakından izlemeye uğraşmakta ve bu gibi kuruluşların
toplantılarına özel temsilciler göndererek katılım sağlamaya çalışmaktadır.
Dünya konjonktürünün sürekli olarak izlenmesinde düşünce ve araştırma
kuruluşlarının devamlı izlenmesi, bütün devletlerin gelişmeleri öğrenmesine ve
ortaya çıkabilecek olumsuz durumlarda neler yapılması gerektiğini öncelikle
ortaya koyabilmektedir. Her devletin olduğu kadar kendini bilen aydınların da dünya
gelişmelerini izlerken ABD’den gelen rüzgarlara bakmaları gerekmektedir. Son
Amerikan başkanlık seçimlerine kadar bir anlamda dünya ülkeleri kilitlenerek
ABD’deki gelişmeleri izlemeye öncelik verirken, seçimleri kimin kazanacağı ve
de seçim sonrasında ABD’nin nasıl bir yol izleyeceği sürekli merak edilerek
hareket ediliyordu. Bu nedenle de bir anlamda bütün dünya Amerika’ya doğru
kilitlenmiş gibi bir durum vardı. Büyük emperyalist devletler kendi kontrollerini
devam ettirebilmek amacıyla, tarihin her döneminde savaş yolunu tercih ettiği
için bugünkü ABD’nin de savaş istemesi gibi bir durumun ortaya çıkmasından,
sömürgecilik oyuncağı olarak kullanılan küçük ve orta boy devletler çok fazla
ürküyorlardı. Yeni ABD başkanı Biden başkan seçildikten sonra üç ay kapalı
devre çalışmalar yapmış ve bu süre zarfında Amerikan devletinin ilgili
birimleri ile ortak çalışarak hem devletin durumunu hem de kamu kurumlarının
yaptıkları çalışmalar üzerinden yeni dönemin politikalarının belirlenmesi
işlerini tamamlayarak, siyaset arenasına hazırlıklı bir çıkış yapmıştır. Yeni
başkan, Amerika’nın yeniden geri döndüğünü ve gene eskisi gibi süper güç
politikalarını sürdürerek yeryüzü kıtaları üzerinde Amerikan hegemonyasının
devam edeceğini kamuoyuna göstermiştir.
Yeni ABD
başkanı kendi devletini toparladıktan sonra önce eski ortağı İngiltere’ye
giderek Atlantik ittifakındaki kurucu ortağı olan İngiltere ile bir araya
gelmiş ve daha sonra da Avrupa’ya geçerek Avrupa Birliği, G-7 ve Nato
zirvelerine katılmıştır. Daha sonraki aşamada da Almanya, Fransa, Rusya gibi
büyük devletler ile en üst düzeyde toplantılar yaptıktan sonra, eski bir Nato
üyesi ülke olarak Türkiye’nin başkanı ile de görüşmüştür. Batı ittifakının en
üst düzeydeki uluslararası örgütlerini yeni toplantılara yönlendirerek, ABD’nin
stratejisi doğrultusunda batı ittifakını yenilemeye çalışmıştır. Bu arada
ABD’nin arkasında duran üç büyük devlet olan İngiltere, Fransa ve Almanya
başkanlarını da toplantılar sonrası değerlendirmelere yönlendirmiştir. “Amerika
tekrar eskiye dönüyor.” sloganı ile batılı ortaklarına Birinci ve İkinci dünya
savaşları süreçlerini hatırlatarak eskisi gibi savaşacaklarını, ayrıca dünya hegemonyası
için gerekirse üçüncü dünya savaşına hazır olmaları gerektiğini açıkça dile
getirerek açıktan savaş çığırtkanlığı yapmıştır. Kırk yıllık bir senatör olarak
Amerikan devletinin bütün yönlerini iyi bilen ve her yerde temsil eden yaşlı
kurt konumuyla Joe Biden, ABD’yi İsrail lobilerinin ısrarlı yönlendirmeleri
doğrultusunda Büyük İsrail’in oluşumu doğrultusunda üçüncü dünya savaşını
yeniden güçlü Amerika için seferber etmeye çalışmıştır. Bu çizgide her şeyi
planlayan yeni başkan bu aşamada Almanya, Fransa ve İngiltere gibi dev
devletlerin itirazları ile karşılaşmıştır. İsrail yüzünden doğu devletleri ile
karşı karşıya kalmak istemeyen batılı büyük devletler giderek Siyonizmin etkisi altına giren
Biden’ın ısrarları karşısında mesafeli davranarak ABD’yi yeni bir dünya
savaşına götüren Büyük İsrail Projesine açıktan karşı çıkarak olumsuz bir tavır koymuşlardır . Batılı
dostlarından yüz bulamayan yeni ABD başkanı Avrupa gezisinden geri dönerken son
olarak Türkiye başkanı ile görüşmüş ve Üçüncü dünya savaşı peşinde koşan İsrail
lobilerinin ısrarları doğrultusunda, Türkiye’yi Afganistan savaşına sokacak
düzeyde bir Kabil hava alanı bekçiliği teklif etmiştir. Açıktan Türkiye’yi Çin,
Rusya İran ve Hindistan gibi emperyalist dev ülkelerin karşısına batının
sınırlarını koruyacak bekçi görevi ile iteklemek, her türlü dostluğun ve
müttefikliğin ötesinde resmen bir savaş oyunu biçiminde haksız olarak ülkemize
yönlendirilmiştir.
İkinci
dünya savaşı sonrasında Sovyet Sosyal emperyalizminin bütün dünyayı komünist
yayılma politikalarına karşı korumak üzere kurulmuş olan Nato ittifakına yetmiş
yıl önce üye olan Türkiye, savaşlara karşı kendini korumak için girdiği bu
örgütte yarım yüzyıl demirperde bekçiliği yapmak zorunda bırakılmış ve bu
doğrultuda Kore savaşında yüzlerce askerini şehit vermiştir. Şimdi de gene Nato
müttefiki batılı ülkelerin güvenliğinin sağlanması doğrultusunda ABD Türkiye’yi
Afganistan ve Pakistan üzerinden Orta Asya savaşına doğru yönlendirmekte ve bu
doğrultuda Türkiye’nin köprü olması sağlanarak, Orta Doğu savaşı Orta Asya
savaşına doğru dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Geçen asırda yarım yüzyıl
Demirperde karakolu olmaya zorlanan Türkiye’nin ,yeni dönemde Pekin-Londra hattı üzerinde devreye girmekte
olan Çin merkezli yeni ipek yolunu
kesmek ve bu hat üzerindeki bütün ulaşım merkezlerinin gene eskisi gibi batı
ittifakının kontrolü altında kalmasını isteyen ABD şirketlerinin, Afganistan ve
Pakistan gibi Müslüman ülkelerin bu bölgedeki
önemli konumlarından yararlanmak üzere, Türkiye’yi merkezi coğrafya
da görevli kılmak istemişlerdir Batılı
emperyalistler ulusal ve ekonomik çıkarlarının bekçiliğini gene eskisi gibi Türk
devletine yaptırabilmenin yollarını aramaya başlamışlar ve bu nedenle de Kabil
hava alanının bekçiliğini Çin’e karşı Türk devletinin omuzlarına yıkmak
istemektedirler. Yeni ABD başkanı Üçüncü dünya savaşı isteyenler adına Türkiye’yi
böylesine kritik bir misyon ile karşı karşıya getirirken, aslında yıllardır PKK
terörü ile savaştırılan Türk Silahlı Kuvvetlerini yeni dönemde dünyanın en
büyük terör örgütü olan Taliban ile de karşı karşıya getirerek, Kore’deki
Kunuri savaşında verilen yüzlerce şehit benzeri büyük bir felaket senaryosu, müttefikliğin
ötesinde Türkiye’nin karşısına çıkartılmaya çalışılmaktadır. ABD’nin yirmi
yıllık savaş döneminde yenemediği Talibanı Türkiye’nin karşısına çıkartmak,
Nato gibi bir savunma örgütünün Türkiye’yi savaş alanının tam ortasına
sürüklemesi anlamına gelmektedir. İsrail Siyonizminin peşine takılıp giden ABD
emperyalizminin son aşamada Türkiye’yi haritadan silecek ve İsrail’i Orta
Asya’ya taşıyacak bir büyük savaş planın içine sürüklendiği açıkça ortaya
çıkmaktadır.
Pentagon’un
savaş bütçesini sekiz yüz milyar dolar artırarak Amerikan devletinin karşısına
çıkan ve bu doğrultudaki savaş hazırlıklarını batı ittifakı üyelerine dayatan
yeni ABD başkanı, kendi yönetiminin yaptığı savaş hazırlıkları doğrultusunda
etki ve baskılarını artırarak kendi döneminde ABD’yi yeniden eskisi gibi askeri
ve ekonomik hegemonya gücü yapmaya çaba göstermektedir. Savaşlar aracılığı ile
dünya emperyalist düzeninin patronu konumuna gelmiş olan ABD’nin, gene eskisi
gibi bütün dünya ülkelerine yönelik emperyalist saldırıları sürdürmesi
durumunda bugünün ve yarının eskisi gibi en güçlü emperyal merkezi haline
gelmesi planlanmakta ama yeni büyük güçlerin ve devletlerin devreye girmesi
yüzünden, günümüzde çok kutuplu bir dünyaya doğru gidilirken, ABD’nin eski
hayaller peşinde koşarak tekrar en büyük süper güç olması mümkün
görünmemektedir. Gelecekte kanlı bir iç savaş ve uzun sürecek bir terör
döneminin gündeme geleceği Afganistan gibi bir bataklık çukuruna Türk askerinin
Kore’de olduğu gibi sürüklenmesi düşünülemez ve bu nedenle de Türkiye kendi
bölgesi olan Orta Doğu güvenliğinden vazgeçerek, Orta Asya güvenliği
doğrultusunda ikinci bir savaş bölgesinin tam ortasında batı emperyalizminin
taşeronluğuna yönlendirilmesi, Türk ulusu ve devleti tarafından kabul edilemez.
Ayrıca Nato üyesi olan batılı ülkeler ayak işlerini Türkiye’ye yaptırmaktan
vazgeçerek bir Nato üyesi olan Türkiye’nin de güvenliğini düşünmeye yönelmeleri
Nato’nun gerçek bir savunma ittifakı olup olmadığı meselesini de gündeme
getirmek açısından yararlı olacaktır. Yenemediği Taliban terör örgütünden
korkup kaçarak Afganistan sorununu çözemeyen ABD’nin, bu işi Türkiye’ye havale
etmesi tam bir çelişki olarak ortaya çıkarken, bütün Nato üyesi ülkelerin
Afganistan’dan çıkmaları da Türkiye’ye karşı bir ikinci sınıf devleti
uygulaması olarak öne çıkmaktadır. PKK terör örgütünü İsrail ile birlikte
destekleyerek Türkiye’yi bölecek yeni bir devlet yaratma projesi Türkiye’ye
karşı desteklenirken, merkez ülke konumundaki Türkiye’nin cephe ülkesine
dönüştürülmesini gündeme getirmektedir. Aklı başında her devletin merkezi
konumunu koruyarak hareket ettiği bir aşamada, Türkiye’nin İsrail ve ABD
yüzünden sahip olduğu merkezi konumunu kaybederek cephe ülkesi konumuna sürüklenmesi
düşünülemez.
ABD’nin
ağa babası olan İngiltere ya da Birleşik Krallık adı altında çalışmalarını
sürdüren Büyük Britanya imparatorluğu, bugün gelinen noktada Amerika Birleşik
Devletleri’ne güvenemediği için “Rekabetçi çağda küresel Britanya “adı altında
bir rapor hazırlayarak, İsrail’in ve ABD’nin yetersiz kaldığı küreselleşme
sürecinde, bugünkü dünya düzenini kuran emperyalist güç olarak kendi farklı
yaklaşımını dünya kamuoyuna duyurmuştur. Yirminci yüzyılın süper gücü olarak
öne çıkan ve çağdaş dünya düzenini Büyük
Britanya imparatorluğunun elinden alan İngiltere , Sovyetler Birliğinin otuz yıl önce çöküşünden sonra geçen zaman
dilimi içinde ABD’nin küresel emperyalizmin merkezi olmasını beklemiş ama bu
durum gerçekleşemeyince, bu nedenle kendisinin kurmuş olduğu batı merkezli
dünya düzenini korumak ve ABD’nin yetersiz kaldığı aşamalarda İsrail Siyonizmi
ile mücadele ederek dünyanın yeniden
dinlerin ve tarikatların egemen olduğu yeni bir ortaçağa sürüklenmesini önlemek
üzere İngiltere çağdaş uygarlık düzeninin kurucusu olarak devreye girmek
zorunda kalmıştır. Britanya İmparatorluğu için
bir eylem kılavuzu getiren yeni program aynı zamanda bütünlüklü bir
değerlendirmeyi de beraberinde getirmektedir. Rusya ve Çin’in büyük çaplı bir
silahlı çatışma ya da yeni bir dünya savaşına hazırlıklı olma sürecinde
kendisine asıl rakip olarak gören İngiltere hükümeti bu resmi raporunda bir
üçüncü dünya savaşı hazırlığı içinde olduğunu dünya kamuoyuna açıklamaktadır.
Devletin ve hükümetin bu amaçla yeniden yapılandırılmasını gündeme getiren
İngiltere devleti güvenlik, savunma, kalkınma ve dış politika bölümleri ile
gelecek için yol gösterici bir içerik taşımaktadır. Statükoyu savunmanın
yetersiz kaldığı bir aşamada İngiltere destekli ABD hegemonya döneminin sona
erdiği ve bu yüzden İngiltere’nin farklı bir dünyaya hazır olması gerektiğini, eğer
bu çizgide koşullar elverirse o zaman yeni bir dünya düzeni kurmak üzere
Britanya İmparatorluğunun ABD’yi arkada bırakarak kendi başına harekete geçmesi
gerektiği dile getirilmiştir. Jeopolitik kaymalar ve hızlı teknolojik değişim
sistem içinde rekabet gerginlikleri yaratmaktadır. Çok kutuplu dünyada küresel
ekonomik büyümeden bütün büyük devletler daha fazla pay almaktadır.
Ekonomi
ile birlikte devlet düzenleri de değişime uğrarken her devlet kara, deniz, hava
ve uzay alanlarından daha fazla yer kapma yarışına girdikleri için bölgesel
çatışmalar giderek artmaktadır. Büyük Britanya kendisi için en büyük rakibin
Rusya olduğunu, ulusal güvenlik için devletin yatırımlara doğrudan müdahale
etmesi gerektiği ve farklı bir sistemden gelen ülke olarak Çin’in aynı zamanda
yeni bir ideolojik rekabetin öncüsü de olabileceği dile getirilmektedir. Yüz
yıl önce bugünkü dünya düzeni kurulurken Rusya İngiltere’nin rakibi olarak öne
çıkıyordu. Ne var ki, İngiliz hükümeti yayınladığı yeni raporunda artık Avrupa
Birliğinin önde gelen rakip güç merkezi olarak öne çıktığını söylüyordu. Böylece
Çin, ABD ve Rusya’dan sonra Avrupa Birliği de rakip yeni güç merkezi konumuna
geliyordu. Küresel emperyalizme yönelen güç merkezlerinin önümüzdeki dönemde, dünyanın güney ve doğu bölgelerine
doğru bir genişleme çabası içinde olacakları ve bu nedenle de Birleşik Krallığın Hint-Pasifik bölgelerinde daha etkili olması
gerektiği ve bu doğrultuda Avrupa
ülkelerinin önünün kesilmesinin kesinlikle zorunlu olduğu açıkça dile getirilmektedir. İsrail’e
angaje olan ve Amerikan devletinin içinde Siyonist kadroların çalışmalarını
engelleyemeyen ABD, bu yarışta geride kalırken, bugünkü dünya düzeninin
kurucusu olan Britanya İmparatorluğu
kurmuş olduğu dünya düzenine sahip çıkarak, İsrail merkezli bir büyük
din yapılanması ile yeniden ortaçağa geri dönüşü önlemek istemektedir. Bir
anlamda emperyalist uyan borusu öttüren Birleşik Krallık, var olan devlet
düzeni içinde yeni bir kurumsal siyasal düzen kurmak amacıyla siyasal bir
reform önerisi getirmektedir. İkinci olarak da yeni devlet yapılanması için her
alanda farklı yasalar çıkartarak yurtiçi hazırlıkların tamamlanması ve yaygın
bir reform için de devletin merkezi
konumunu eskisinden daha güçlü bir konuma getirilmesi istenmektedir. Yeni
ülkelerin nükleer silahlara sahip olması dikkate alınarak, İngiltere’nin büyük
bir nükleer güç haline getirilmesi gerektiği belirtilmektedir. Ayrıca uluslararası
alanda artan rekabet dikkate alınarak, Britanya İmparatorluğu sınırları içinde
yer alan kolonilerin daha iyi korunabilmesi için küresel askeri varlık
genişletilerek güçlendirilmelidir. Gerek büyük ülkeler gerekse de uluslararası
kuruluşların müdahalelerinin artması nedeniyle, Britanya İmparatorluğunun
gerekli önlemleri alarak kendi kolonileri üzerinde kurmuş olduğu hegemonya
düzenini koruyacağı ve gerekirse bu amaçla savaşacağını İngiliz hükümeti yeni
raporu ile ortaya koyarak, yeni dönemde her türlü savaş için hazırlık içinde
olduğunu kamuoyunun önünde duyurmaktadır. Demokrasinin beşiği olduğu söylenen İngiltere,
yeni raporu ile hem totaliter rejimi hem de müdahaleci yönetimi ilke olarak kabul
etmekte ve her açıdan savaşlara hazır olmaya çalışmaktadır.
İki
okyanus arasına sıkışmış olan ABD her
açıdan özgür hareket ederek dünyanın doğu ve güney bölgelerine yönelik askeri
harekatlara hazırlanırken, İngiltere’nin de eski bir sömürgeci olarak
Hint-Pasifik bölgelerine doğru yeni hazırlıklara kalkışması, küresel bir dünya
savaşı tehlikesini her geçen gün daha da fazla artırmaktadır. İnsan nüfusunun
çok fazlalaştığını ve dünya nimetlerinin insanların gereksinmelerini tam olarak
karşılamadığını ifade eden küresel emperyalistler, üçüncü bir dünya savaşı
çıkartma yolunda dünya düzenini karıştırarak insanlığı yavaş yavaş böylesine
büyük bir savaşa doğru yönlendirecek her türlü komployu geliştirerek ortaya
atmaktadırlar. Böylece dünya ülkelerini kaotik bir ortama doğru sürükleyen
emperyalist güçler, çok kutuplu dünyada kutup merkezi konumuna gelen siyasal
güçleri küresel bir yarışa doğru sürüklerken, aynı zamanda savaşı da doğal
olarak gündeme getirmektedirler. Günümüzün süper gücü olarak öne çıkan Çin’in
hazırlıklarına da bakıldığı zaman
İngiltere ile birlikte ”Bir yol ve bir kuşak“ adı ile gündeme getirilen
Pekin -Londra hattı üzerinde yer alan elliden fazla devlet, yeni kutup merkezi
siyasal oluşumların çekişme alanı haline gelmekte ve bu yüzden de Balkanlar
,Orta Doğu, Orta Asya, Kuzey Afrika ve
okyanuslara yayılmış olan ada ülkeleri, yeni emperyalist kalkışmaların
ele geçirmeyi hedeflediği yerler olarak öne çıkmaktadır.Türkiye’nin son
dönemde Kıbrıs adası üzerinden gelişen bazı
siyasal çekişmelerde bu yeni
durumun yansımaları açıkça görülmektedir. Emperyalist rekabet düzeninde batılı
büyük devletler eskisi gibi öne çıkarken, Rusya, Hindistan ve Çin doğu
bölgesinin yeni emperyalist güçleri olarak hem rekabetlere hem de savaşlara
doğru adım atmaktadırlar.
Çin
devletini kurmuş olan Çin Komünist partisi günümüzde dünyanın doğu bölgesinden
çıkarak, bütün dünya ülkelerine yönelik yeni bir emperyalist imparatorluk
yaratmaya çalışırken, artık eskisi gibi sosyalist bir ülke olarak değil ama Şangay,
Hongkonk ve Tayvan gibi bölgelerin öncülüğünde yeni bir kapitalist yapılanma
olarak devreye girmektedir. Tarihin son dönemlerinde batılı emperyal güçlere
karşı doğu bölgesinde savaşlar yürüten Çin eski bir emperyalist güç olarak her
zaman için savaşmıştır. Son üç yüz
yılda Japonya ile yarış içinde olan Çin, İngiltere’nin Hindistan üzerinden
bölgeye gelerek bir sömürge imparatorluğu yapılanmasına yöneldiği aşamada, Çin
birkaç yüzyıl Afyon savaşlarına esir düşmüş ve uyuşturucu ile teslim alınan Çin
halkı uzun dönemler boyunca çalışamaz halde tutularak, bu büyük ülkenin büyük
bir devlet oluşturmasının önüne geçilmiştir. Hindistanı sömürge yapan İngiliz
emperyalizmi, Doğu Hindistan Şirketi kurarak bu şirketin aracılığı ile doğu
bölgesindeki uyuşturucu trafiğini yönlendirmiş ve Çin’i uyuşturucu işi
aracılığı ile Asya kıtasının içine hapsetmiştir. Yirminci yüzyıla kadar
Hindistan ve Çin üzerindeki İngiliz baskısı ve yönlendirmeleri ile bu yüzyıla kadar doğu bölgesindeki batı blokunun
hegemonyası ve sömürgeciliği devam etmiştir. Sovyetler Birliğinin dağılmasından
sonra ise Rusya ve Hindistan, Çin ile birlikte doğu bölgesinin yeni süper
devletleri olarak dünya sahnesindeki yerlerini almışlardır. Ne var ki bugün
gelinen yeni aşamada Rusya çok geniş olan ülkesinin dağılmaması için sınır
koruyuculuğu yaparken, Çin yeni yetiştirdiği ticaret ve ekonomi insanlarını
dünyanın bütün ülkelerine yerleştirerek küresel emperyalizmin yeni bir örneğini
doğulu bir emperyalist yapılanma olarak yayılarak örgütlenmektedir. Çin yeni
ipek yolu olarak ilan ettiği kuşak ülkelerde ticareti ele geçirmeye çalışırken,
bir anlamda batılı emperyalistlere karşı ekonomik savaş vermektedir. ABD ve
müttefiki olan Nato ülkeleri ise yeni ipek yolu olarak ilan edilen Asya ve
Avrupa ülkelerinde kendilerine yeni istasyonlar arama doğrultusunda işgal ve
saldırı amaçlı karışıklıklar yaratarak, dünyanın önümüzdeki dönemde barış
düzenine kavuşmasını önlemeye çalışmaktadırlar. Yeni ipek yolu üzerinde
başlatılmış olan kavga ve çekişmelerin önümüzdeki dönemde bir doğu ve batı
savaşına dönüşebileceği belirtilmektedir.
Pekin
merkezli Çin devleti sosyalist politikalar üreterek eskisi gibi bir Komünist
Çin hayalini canlı tutmaya çalışırken, Şangay merkezli yeni Çin’de kapitalist
bir merkez olarak Çin’in yeni bir ekonomik yapılanmaya yönelmesini
gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Ekonomisi kapitalist, devlet ve siyasal düzeni
sosyalist bir çizgide örgütlenen Çin’in, önümüzdeki dönemde böylesine çelişkili
bir durumu sürdürerek yoluna devam edip edemeyeceği tartışma konusu yapılırken,
Çin’li liderler hem liberal düzene yönelerek küreselleşmeye devam etmek
istemekte, hem de geçmişten bugüne yakın ilişki içinde bulunduğu Asya ve Afrika
ülkeleri daha da yakınlaşarak, evrensel bir sosyalist düzenin öncülüğünü
yapmaya çalışmaktadır. ABD, İngiltere ve Almanya gibi batılı emperyal ülkelerin
dünya çapında hegemonya arayışı içine girdikleri bir aşamada, Çin hiçbir ülke
ya da devlet üzerinde kesin olarak hegemonya arayışı içinde olmayacağını, Çin
halkının kaderinin dünya halkları ile birlikte çizildiğini bu yüzden sonuna
kadar Çin ‘in halklar arası diyalog ve dayanışma arayışı içinde olacağını tüm
uluslararası toplantılara katılırken dile getirmektedir. Eşitsiz gelişme
yaratan hegemonya girişimlerinin dünya ekonomisine zarar verdiği, bu yüzden de
eşit ilişkiler geliştirilerek dünya ekonomisinde halkçı bir yapılanmanın önünün
açıldığı görülmektedir. ABD’nin sömürmeye çalıştığı Asya ve Afrika ülkelerinin Çin
ile ilişkileri geliştirerek ortak ve adil bir kalkınma yoluna yönelmeleri uluslararası
kapitalist sistemin geleceği açısından ciddi bir alternatif arayışını gündeme
getirmiştir. ABD tipi emperyalizm dünya halklarını sömürmeye öncelik verirken,
yoksul ülke halklarının Çin ile dayanışma içine girmeleri küresel alanda var
olan çekişme ve çatışmaların ekonomi üzerinden daha sert ve acımasız bazı
olumsuz gelişmelere yol açmıştır. Günümüzün ulus devletleri kendi toplumu ile
kucaklaşarak ekonomik kalkınmasını hızlandırmaya çalışırken, Çin izlemiş olduğu
halkçı ekonomi politikaları aracılığı ile eşitsizliğe son vererek daha adil ve
eşitlikçi politikaları son zamanlarda devreye sokmuştur. Bir doğu ülkesi olarak
Çin her zaman için Asya ve Afrika ülkelerinin öncülüğünü yaparak, eşitlik
hedefi ile her zaman için batı saldırganlığına karşı denge sağlamaya
çalışmıştır.
ABD,
Çin ve İngiltere arasındaki küresel hegemonya çekişmesi sürüp giderken, batının
önde gelen eski emperyalistleri sahip oldukları Nato örgütlenmesinden
yararlanarak Çin’in önünü kesmek ve ipek yolu hattı üzerindeki yeni yerleşim
çabalarını önlemek için uğraştıklarını göstermektedir. Bu tür çekişmeler
eskiden olduğu gibi bugün de sıcak çatışmalara ve savaşlara neden olmaktadır.
Kurulduğundan bu yana yaklaşık yetmiş yıldır Nato çatısı altında bir üye ülke
olarak yer alan ülke olarak Türkiye soğuk savaş döneminde komünist bloka karşı
her türlü önlemi alırken, o dönemin
jeopolitik düzeninde bir sınır boyu ülkesi ya da sınır karakolu gibi hareket
ederek batının önde gelen demokrat ve özgürlükçü siyasal ortamının korunması
doğrultusunda, elinden gelen her türlü çabayı ve girişimi sonuçlandırmaya
çalışmıştır. Türkiye Nato ile birlikte yaşamaya çaba gösterirken Nato bu arada tüm
üye ülkelerin devlet yapılarının içine girerek, Gladio adıyla legal olmayan
yapılanmaları da gündeme getirerek bir savunma örgütü olmaktan çıkmış ve
Kosova’nın işgali sırasında saldırgan bir örgüt konumunda savunma ya da barış
için değil ama, Yugoslavya sonrasında Balkanlar’da ABD hegemonyası oluşturmak
için, yeni bir saldırı ve işgal girişimi olarak Kosova harekatını yapmıştır.
Ayrıca Çin ve Hindistan’ın önünü kesmek üzere Afganistan işgalini
gerçekleştirerek, yirmi yılı aşkın bir süre bu ülkede elli bini aşkın askeri
ile tam anlamıyla bir işgalci güç rolünü de oynamıştır. Bugün Türkiye’yi ve
Türk ordusunu Afganistan’da Nato bekçisi yapmak isteyen ABD, Türk silahlı
Kuvvetlerini İran’a ya da diğer Müslüman ülkelere karşı kullanamama durumunda, Türk
Silahlı Kuvvetlerinin üst düzey yöneticilerini çeşitli uydurma davalar icat
ederek ya da çeşitli senaryolarda birtakım dedikodulara alet ederek, askeri
kesimin önde gelen önemli komutanlarını haksız yere hapse attırmaktan
çekinmemiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin eski Milli Güvenlik kurulu genel
sekreteri ABD’nin Türkiye’yi komşuları ile savaştırma senaryolarına karşı
çıkarak, gerekirse Türkiye’nin İran ve Rusya ile bir araya gelerek batı emperyalizmine karşı
çıkarak bölge ülkeleri ile yeni bir barış ve dayanışma düzeni kurmaya
çalışılması gerektiğini bir bilimsel
toplantıda dile getirdiği için, Nato ve destekçileri tarafından hapse
attırılmış ama sonradan mahkemeler tamamlandığında Milli Güvenlik Kurulu genel sekreteri suçsuz
görülerek beraat etmiş ve bir siyasal komplo ile hapsedildiği ortaya çıkmıştır. Aynı genel sekreter geçen ay içinde bir
makale yazarak, Türkiye’nin Nato’da kalarak bağımsız olamayacağını ve Nato ile
Türkiye’nin yeni dönemin koşullarında karşı karşıya geldiği için her konunun savaşsız
toplantılar yapılarak bir sonuca bağlanması gerektiğini dile getirmiştir.
Orta
Doğu bölgesinde Irak ve Suriye’deki askeri gelişmeler çerçevesinde Nato hiçbir
zaman Türkiye’ye yardımcı olmamıştır. Türkiye binlerce insanını bu bölgedeki
çatışmalarda kaybederken Nato’nun ana sözleşmesindeki üye ülkenin korunması ile
ilgili hükümlerin devreye sokulmadığı her zaman görülmüştür. Türkiye’nin ana
vatan bütünlüğünü tehdit eden bölücü terör devam ederken bu gibi terör
örgütlerine batılı ülkelerden silah yardımları yapılmış ama Nato hiçbir zaman
Türkiye’ye sahip çıkan bir girişimde bulunmamıştır. Şimdi batı bloku bölücü
teröre karşı korumadığı Türkiye’den Afganistan misyonu ve Kabil hava alanı
bekçiliğini haksız yere beklemektedir. Zor günde Türkiye’ye sahip çıkmayanlar, Türkiye
Cumhuriyeti’ni Avrupa Birliğine tam üye yapmayanlar, yeni bir zor günde gene
Türkiye’yi dünyanın en güçlü terör örgütüne karşı araziye sürmektedirler. Batı
blokunun çıkarları doğrultusunda belki uluslararası hukuk böyle bir adım
atılması için engel değildir ama insanlık, adalet, hakkaniyet, barış, eşitlik
ve de en önemlisi vicdan gibi temel kavramlar, böylesine haksız bir girişime
karşı durmaktadır. Türkiye’nin artık Nato’ya girmek için yeni bir Kunuri
zaferine ihtiyacı yoktur. Kendisini bölmek için çaba gösteren batılı
emperyalistlerin korunması amacıyla yeni bir Afganistan macerasına ise,
Türkiye’nin hiçbir biçimde alet olmaması gerekmektedir. Bugün ülkemizi
yönetenlerin bir kez daha geçmişten gelen tarihi olayları, Türk milletinin
ulusal çıkarları çizgisinde değerlendirmesi ile hem ülke yararı hem de dünya
barışı için önemli katkılar sağlanacaktır. Yeni dönemde Türkiye savaş ve barış
arasında kalan bir duruma sürüklenmiştir. Bu durumda Atatürk’ün “Yurtta sulh ve
cihanda sulh“ vecizesi Türk ulusuna yön
göstermektedir.
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Her zaman olduğu gibi Sayın Hocamız yine doğru tespit ve değerlendirmelerle bizler aydınlatmaktadır. Değerli bilgi ve değerlendirmeler için Sayın Prof.Dr. Anıl ÇEÇEN Hocamıza
YanıtlaSilTeşekkür eder
Saygılarımı sunarım
Esat ERÇELİK
Emeklı Bankacı ve Araştırmacı