ŞARK CEPHESİNDE YENİ BİRŞEYLER VAR
“Garp cephesinde
yeni bir şey yok“ tanımlaması batı
edebiyatının önde gelen romanlarından birisinin adı olarak düşünce tarihinde
yerini almıştır. İkinci dünya savaşı sürecinde yazılmış olan bu roman bir cihan
savaşının yansıması olarak sanat dünyasında yerini alırken, ismi ile de dünya
kamuoyuna bir mesajı veriyordu. Savaşın sona erdiği aşamada yeni bir gelişmenin
olmadığı düşüncesini insanlığa bir mesaj olarak aktarırken, batı dünyasının
içine sürüklenmiş olduğu olumsuz durumu kamuoyuna yansıtan bir yaklaşımı dile
getiriyordu. Batı dünyası tarih içerisinde kendisini sürekli olarak merkeze
oturttuğu için, dünyanın merkezi olarak batı bölgesi seçiliyor ve bu durum
küresel yönetim düzeni içerisinde geleceğe yönelik olarak kurumlaştırılmaya
başlanıyordu. Herkesin kolunda yer alan saatlerin İngiltere’nin başkenti Londra
merkezli olarak ayarlanması ve ayarlama tam olarak yapılırken, bu kentin yanında
var olan bir klise olarak Greenwitch’in
bulunduğu yerin çıkış noktası olarak belirlenmesiyle de bu mesaj tüm
insanlığa veriliyordu. Merkezi yapılanma batı bölgesinde yapılınca Londra
dünyanın merkezi oluyordu. Bu çerçevede birinci dünya savaşı sırasında
İngiltere batı üzerinden dünyayı yönlendiriyordu. İkinci dünya savaşı sırasında
da Amerika’nın yanında yer alan İngiltere batı blokunun içindeki merkezi
konumunu koruyor ve batı bölgesinin korunması çizgisinde üzerine düşen sorumlulukları
yerine getiriyordu.
Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması nedeniyle
Balkanlar merkezli bir doğrultuda gündeme gelen dünya savaşlarında, nedenle Balkanların
batısı garp cephesi, doğusu ise şark cephesi olarak adlandırılıyordu.
İngiltere-Almanya çekişmesi beraberinde garp cephesini gündeme getirdiği gibi,
Almanya, İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı toprakları üzerinde işgal ve
saldırılar yaparak ve Osmanlı toprakları üzerinde güçlerini ortaya koyarak
yaptıkları savaşlar aracılığı ile, Balkanlar’ın doğusunda bir şark cephesi oluşumu
gündeme geliyordu. İşte bu nedenle Osmanlı İmparatorluğunun çökertilmesi girişimleri başlatılıyor ve batılı emperyalist
güçlerin Osmanlı hinterlandı üzerinde bir paylaşım savaşı kendiliğinden gündeme
getiriliyordu Osmanlı devleti bu aşamadan sonra batılıların gözünde normal
devlet olarak görülmekten uzaklaşıyordu. Artık batı merkezli dünya için bir
yeni doğu sorunu ortaya çıkıyor ve Osmanlı devleti sürekli olarak batı
tarafından bir şark meselesi olarak görülüyordu. Roman yazarının kitabına
koyduğu başlık gibi konuya bakıldığında, garp cephesinde yeni bir şey yokmuş
gibi bir görüntü verilmeye çalışılıyordu. Ama bugün Şark meselesinin doğduğu ve
yayıldığı Osmanlı hinterlandından geri kalan topraklarda gene eskisi gibi sıcak
olaylar tırmandırılırken, Şark cephesinde her gün yeni olaylar öne çıkmakta ve
böylece Şark meselesi yeniden dünya gündemine getirilirken, her zaman için Şark
cephesinde yeni bir şeyler olduğu da görülmektedir. Bugünün koşullarında batı
emperyalizmi üzerinden merkezi bölge ilan edilen garp cephesinde sıcak
çatışmalar görülmezken, Orta Doğu, Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’dan sonra şimdi
de Kafkasya cephesinde sıcak çatışmaların başlatılmasıyla, Şark meselesinin
yerini Şark Cephesi almıştır. Garp cephesinde yeni bir şey yokmuş gibi
gösterilirken, yeniden kaşınmakta olan Şark meselesi üzerinden yeni bir Şark
Cephesi üçüncü dünya savaşı için
insanlığın önüne çıkartılmaktadır. Irak, Suriye Libya ve Yemen savaşları eski Şark
meselesinin cepheleri olarak yeniden tarih sahnesindeki yerlerini alırlarken, son
olarak Ermenistan saldırısı üzerine Azerbaycan’ın kışkırtılmasıyla yeni Şark Cephelerinden
birisi de Kafkasya bölgesinde oluşturulmuştur. Çeşitli savaşların cereyan
ettiği Dağlık Karabağ bölgesi yeni dönem savaşların yeni cephesi olarak siyasal
gündemdeki yerini almıştır.
Osmanlı devletinin
yıkılışı ile ortaya çıkan şark meselesi ikinci dünya savaşı sırasında kesin bir
kalıcı çözüme kavuşturulamayınca, İsrail’in kuruluşu üzerine yeniden
başlatılmıştır. Kendini merkeze koyan batı emperyalizmi her zaman için Osmanlı
topraklarını Şark meselesi olarak görmeye devam etmiştir. Bu yüzden Hrıstıyan,
Avrupa tarafından dışlanan ve kurulması engellenen İsrail devletinin, Osmanlı
İmparatorluğunun Orta Doğu bölgesindeki toprakları üzerinde kurulması gündeme
gelmiştir. İkinci dünya savaşı sonrasında bir Yahudi devletinin İslam dünyasının
toprakları üzerinde ilan edilmesiyle birlikte, Şark meselesi yeniden canlanmış
ve merkezi coğrafyada silahlı çatışmalar ve savaşlar bugüne kadar devam edip
gelmiştir. Osmanlı devletinin yedi yüzyıl boyunca yönettiği toprakların dağılma
sonrasında gelecekte ne olacağı ve topraklar üzerinde ne
gibi devlet yapılanmalarının inşa edileceği konusu sürekli olarak büyük
devletler arasında tartışılmış ama bir türlü anlaşmaya varılamamıştır. Osmanlı sonrası dönem için İngilizler bir rapor
hazırlayarak Sevr projesi doğrultusunda Osmanlı hinterlandını kendine bağlamaya
yönelmiş ama Fransa, İtalya, Rusya ve ABD gibi büyük emperyalist devletlerin bu
girişime karşı koyması üzerine anlaşmazlık devam etmiş, Sovyetler Birliği gibi
bir ideolojik imparatorluk o dönemde devam ettiği için, soğuk savaş koşullarında
dünya savaşlarında olduğu gibi cephe savaşlarında sıcak çatışmalara
gidilmemiştir. Soğuk savaş barışı çerçevesinde bütün dünya ülkeleri savaşlardan
kaçınırken, sadece İsrail ve komşusu Arap ülkeleri arasında sıcak çatışmalar
sürdürülmüştür. Sovyetlerin dağılmasına kadar süren bu çatışmalı durum, küreselleşme
adı altında farklı bir döneme doğru ilerlerken , yeni bir dünya düzeni kurmak
üzere Amerikan ordusu üzerinde Arapların
yaşadığı Orta Doğu topraklarına gelerek, İsrail’in güvenliği anlayışı içinde
her tarafa işgal ve saldırı savaşları başlatmışlardır.
Cihan savaşları
sırasında Balkanların doğusu Garp cephesi olarak ilan edilirken, dünya
haritasının gereği Balkanların doğusunda yer alan Osmanlı devletinin toprakları
da Şark cephesi olarak ilan ediliyordu. Birinci dünya savaşı sırasında
dağılmakta olan Osmanlı devleti Galiçya, Balkanlar, Çanakkale, Suriye, Irak,
Filistin, Kafkasya ve Anadolu cephelerinde savaşa girmek zorunda kalıyordu. O
dönemin koşullarında Osmanlı, bir İmparatorluk olarak bütün bu ülkelerde egemen
olduğu için, devletin yıkılması aşamasında bütün bu cephelerde savaşarak ülkesini
korumaya çaba göstermiştir. O dönemin koşullarında bütün emperyalist ülkelerin
saldırarak devleti çökertmesi sürecinde, Osmanlı her cephede savaşarak hem
kendi düzenini hem de bölge egemenliğini korumak çabası içinde olmuştur.
Osmanlı devletinin katıldığı her savaş doğu cephesinde savunma girişimi olarak
gündeme geldiği için, bu alan tümüyle şark cephesi olmuştur. Avrupa’nın
doğusunda yer alan Osmanlı devleti barış döneminde şark meselesi , savaş
döneminde de şark cephesi olarak adlandırılmıştır .Osmanlı devlet olarak ayakta kaldığı sürece bir doğu
devleti olarak Avrupa ülkeleri ile ilişkilerini sürdürmeye çalışmış ama batı Avrupa ülkelerinin dünya kıtalarına yönelik sömürgecilik girişimleri merkezi alana
yönelince, Osmanlı devleti şark meselesi olarak ilan edilmiş ve bunun üzerine
askeri saldırıların Osmanlı topraklarına yöneldiği aşamada da şark meselesi
şark cephesine dönüşmüştür. Günümüzde
batının önde gelen emperyalistleri gene eskisi gibi gözlerine koydukları eski
Osmanlı ülkelerini ele geçirme girişimlerini sürdürürken ve Osmanlının savunmak
zorunda kaldığı cephelerde yeniden saldırı, işgal ve kışkırtmalar yolu ile
savaşları yaratırken, soğuk savaş öncesinde sıcak çatışma alanı olan yerlerde
yeni savaş senaryolarını sırasıyla ortaya çıkarmaktadırlar. Filistin savaşları
devam ederken, Körfez, Irak, Suriye, Yemen ve Libya gibi ülkelerde yarım kalan
emperyalist işgalleri tamamlamak üzere savaşları birbiri ardı sıra gündeme
getirmişlerdir. Bugünün şark cephesi savaşları bölge ülkelerinde devam ederken,
Ermenistan’ın Dağlık Karabağ üzerinden Azerbaycan’a saldırısı ile birlikte şark
cephesinde yeni bir cephe daha açılmıştır. ABD, Rusya ve Fransa’da güçlü olan
Ermeni lobilerinin desteği ile Kafkas cephesinde saldırı savaşı başlatılmıştır.
Kafkasların
İsrail’i olarak adlandırılan Ermenistan devleti, büyük bir Müslüman
imparatorluk olan Osmanlı İmparatorluğundan çıkmış olan üç gayrimüslim
devletten birisidir. Bölgede Osmanlı
düzeninin egemen olduğu dönemde Yunanlılar,
Ermeniler ve Yahudiler gayrimüslim vatandaşlar olarak yaşamlarını sürdürmüşler,
devletin çökertilmesi üzerine de İngiltere Yunanistan’ın, Fransa ve Rusya
Ermenistan’ın, ABD’de İsrail’in kurulması amacıyla büyük baskılar uygulayarak,
üç gayrimüslim toplumun bu bölgede batı
emperyalizmi ve Siyonizm ile işbirliği içinde olacak, ayrıca batının politikalarına taşeronluk yapacak
bağımsız devletlerinin kurulmasına giden
yolu açmışlardır. Tümüyle Müslüman halkların yaşadığı Orta Doğu bölgesinde üç
gayrimüslim devletin kurulması kolay olmamış, bunların kurulabilmesi için Osmanlı
tarihinin son dönemlerinde çok ciddi provakasyon girişimleri ile isyan ve
ayaklanmalar devreye sokularak, Osmanlı sonrasında bu bölgede sadece İslam
devletlerinin kurulmasının önüne geçilmiştir. İslam coğrafyasının tam
ortalarında bir Yahudi devleti kurulurken, batıda Yunanistan doğuda ise Ermenistan
iki Hrıstıyan devlet olarak orta dünyada çok dinli ve kültürlü bir yeni siyasal
yapılanma oluşturma doğrultusunda, siyasal coğrafya haritası üzerindeki
yerlerini almışlardır. Kafkasya’da Ermenistan’a ek olarak Gürcistan,
Balkanlarda ise Yunanistan’a ek olarak Bulgaristan Hrıstıyan komşu devletler
olarak bölgedeki siyasal oluşumlarda devreye sokulmuşlardır. Osmanlı sonrasında
bölgedeki batı etkisinin daha da yüksek olabilmesi açısından, Osmanlı
devletinin yerine kurulmuş olan Müslüman tabanlı Türk devleti bir gayrimüslim
üçgenine hapsedilmiştir. Batıda Yunanistan, doğuda Ermenistan ve güneyde de
İsrail’in kurulmasıyla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti merkezi alanda tam bir
gayrimüslim yapılanmasının kıskacı içine alınmıştır. Batı emperyalizminin
işbirlikçisi bir gayrimüslim üçgene hapsedilmiş olan Türkiye, günümüzde ikinci
kuşak Balkanizasyon girişimleriyle ile paramparça edilmeye çalışılmaktadır.
Osmanlı devletinin
yerini almış bulunan Türkiye Cumhuriyeti günümüzde Avrupa’ya karşı Balkan, Asya’ya
karşı Kafkaslar, Orta Doğu’ya karşı da Irak ve Suriye cephelerinde savaş
halindedir. İsrail yüzünden Orta Doğu’da savaşlar sürekli olduğu için Balkan ve
Kafkas cepheleri bugüne kadar biraz geride kalıyordu. Günümüzdeki gelişmeler
ile birlikte, Ermenistan askerlerinin Dağlık Karabağ’a saldırısı ile Tarihsel
Ermeni-Azeri savaşının yeni bir versiyonu, bugünün koşullarında batının desteği
ile devreye sokulmaktadır. Kafkasların İsrail’i olarak adlandırılan Ermenistan tıpkı
İsrail gibi büyüyebilmek için Kafkas cephesindeki komşularına karşı haksız
saldırı ve işgal girişimleri ile büyümeye çalışmaktadır. Bu doğrultuda Azerbaycan
devletini ve halkını hedef almaktadır. Bir Türk bölgesi olan tarihi Zengezur
bölgesini işgal altına almış olan küçük Ermenistan, Ermeni lobilerinin hayali
olan büyük Ermenistan devletini oluşturabilmek amacıyla hem Kafkasya’da hem de Doğu
Anadolu’da çeşitli senaryolar aracılığı ile büyüyerek güçlenebilmenin çabası
içindedir. Açıktan Türk köylerine saldıracak kadar gözü dönmüş bir Ermeni
ordusunun hak ettiği yanıtları Azeri ordusunun vereceği açıktır. Rusya, Fransa, İtalya, ABD ve İsrail
desteğine sahip bulunan Ermenistan devleti önümüzdeki dönemde boyundan büyük
işlere kalkışarak, batının önde gelen emperyal projelerinde yer alabilir ve bu
gibi girişimlerde öne geçerek, Türk-Ermeni çatışmalarının bölgede daha da
yaygınlık kazanmasına neden olabilir. Bugün Orta Asya ve Ön Asya Türklerinin
Kafkas bölgesindeki anti-türk yapılanma yüzünden bir araya gelememeleri, geleceğin
büyük Türk dünyası yapılanmasının önüne geçmektedir. Türk dünyasının şah damarı
anlamına gelecek bir biçimde önemli olan Kafkas geçidinde tümüyle bir Ermeni
hegemonyasını Türk devletlerinin kabul etmesi asla düşünülemez. Osmanlı
sonrasında Kafkasya’da Türkiye ve Azerbaycan adı altında iki ayrı Türk devleti
kurulması sonrasında bunların bir araya gelerek birleşmelerini önlemek üzere
harita üzerinden bir Ermeni bıçağı oluşturularak, geleceğin büyük
Ermenistan’ına giden yol açık tutulmaya çalışılmıştır. Böylece Kafkasya’nın
İsrail’i olarak tanınan Ermenistan’ın Türk dünyasını bölmesi hedeflenmiştir.
Yirminci yüzyılın
başlarında yeni bir dünya düzeni kurulurken, ideolojik bir devrim sayesinde
Rusya’da sosyalist bir sistem kurulunca, Asya’nın geri kalmış iki küçük ülkesi
olarak Ermenistan ve Azerbaycan böylesine bir bölgesel birlik içinde yer
almışlar ve ikisi de Demirperde gerisinde kaldığı için tarihten gelen
Ermeni-Azeri çekişmesi, soğuk savaş döneminde buz dolabına konulmuştur. Rus
devletinin sosyalist sistemi kaldırması üzerine eski sosyalist olan bu iki ülke
ulus devletler olarak yeni dönemde yerlerini almaya çalışmışlar ama bu gibi
girişimlerinde geçmişten gelen sorunlar ve haksızlıklar nedeniyle, Ermeni-Azeri
çatışmaları küreselleşmenin başlangıç döneminde de yeniden gündeme gelmiştir. Gelecekte
bir İsrail devleti kurmaya yönelik projeler doğrultusunda, Sovyetler Birliği
dönemindeki parçalı yapı yeni dönemde sürdürülmek istenince, Anadolu’yu
kucaklayan Türk devleti ile Azerbaycan Cumhuriyeti’nin birleşmesi önlenmiş ve
araya sokulan Ermeni bıçağı ile iki ülke ayrılarak geleceğe dönük sınır
değişimleri getiren projeler doğrultusunda iki devlet ve bir millet sloganı
altında yeni dönem dengeleri kurulmaya çalışılmıştır. Geleceğin Büyük
Ermenistan’ını kurmak üzere hem Türkiye ile birleşmek önlenmiş hem de bütün
doğu Anadolu Büyük Ermenistan için hazırlanırken, bu coğrafyada küçük bir
Azerbaycan ile Türkler idare edilmeye çalışılmıştır. Kafkasya haritasına
bakıldığı zaman böylesine bir çarpıklık ve haksızlık açıkça göze çarpmaktadır. Bölgedeki
kalabalık Türk ve Azeri nüfusa karşılık, çok küçük bir Ermeni topluluğunun var
olması nedeniyle Büyük Ermenistan bugüne kadar kurulamamış ama küçük Azerbaycan
devleti de hızla güçlenerek sahip olduğu büyüklüğün kendisine verilmesi
gerektiğini kamuoyu önünde dile getirmiştir.
Bölgedeki devlet
yapılanmaları açısından duruma bakılırsa en büyük haksızlığın Azerbaycan
devletinin ikiye bölünmesi nedeniyle, Kuzeyde küçük bir bağımsız Azeri
devletinin bulunmasının yanı sıra, bunun üç misli büyüklükte bir bölgenin güney
Azerbaycan adı altında İran devletinin çatısı altında bir eyalet devleti olarak
varlığını sürdürmekte olduğu haritada ortaya çıkmaktadır. Bağımsız Azerbaycan’ın
yoğun Azeri nüfusu bulunmasına rağmen
kuzeyde küçük bir devlet olarak bırakılması, Türkiye ile birleşmesinin
önlenmesi, ikiye bölünerek büyük parçanın İran devleti çatısı altında kalması,
Azerilerin kendi toprağı olan Dağlık Karabağ bölgesinin ayrı bir devlet olarak ilan edilmesi ve de
Rus desteği ile bugünkü küçük Ermenistan’ın, Azerbaycan topraklarının yüzde
yirmisini işgal etmesi gibi sorunlar bölgede eskiden beri var olan
haksızlıkların bugün de Azeriler için devam ettirildiğini ortaya koymaktadır. Bölgede Kafkasya
olgusunun devam etmesi yüzünden, kuzey bölgesinde karışık halk toplulukları da
varlıklarını göstermek ve daha büyük devletler çatısı altında dayanışma içinde
yola devam etmek istemelerine rağmen, haçlı-siyonist ittifakın bölgedeki Türk
ve Müslüman varlığını küçültmeye dönük girişimleri yüzünden, batı destekli bir
şımarık Ermenistan tıpkı Yunanistan ve İsrail gibi öne çıkarak bölgenin
geleceğinde kendi çıkarları doğrultusunda yeni yapılanmaları zorlamaktadır.
SSCB’nin dağılmasından sonra sıcak çatışmaların başlaması ve bugün de bu gibi
savaş senaryolarının devam etmesi, tarih ve coğrafya bilimlerinin iyi
incelemesi gereken konular olarak zamanımızdaki sıcak olayların çıkması için
elverişli zemin yaratmaktadır. Her ara ve geçiş döneminde sıcak çatışmalara
sahne olan güney Kafkasya bölgesinde tam anlamıyla bir doğu-batı çatışması yaşanmakta,
garp cephesindeki oluşumlar merkezi coğrafyayı etkilemeye başladığı aşamada, şark
cephesinde silahlar çekilmekte ve kanlı çatışmalar ile büyük devletler
arasındaki siyasal gerginlikler, bu bölgede yeni kanlı olaylara yol açarak
bölge insanlarının yitip gitmesine neden olmaktadır Gayrimüslim yapılanma Osmanlı sonrasında
bölgede kalan Türk ve Müslüman ahalinin ne olacağı sorununu öne çıkarmakta ve bu
nüfus Orta Asya’ya geri gönderildikten sonra, bölgede ya Büyük İsrail ya da
Yeni Bizans senaryoları devreye
sokularak merkezi coğrafya da tam anlamıyla bir gayrimüslim yapılanma yaratılmaya çalışılmaktadır .
Ermenistan-Yunanistan ve İsrail üçgeninin oluşturulmasının ana nedeni budur. Bu
yüzden Türkiye bazen Ermenistan ile bazen da Yunanistan ile çatışmalara
kışkırtılmaktadır.
Bugün ortaya çıkan
Kafkas cephesi çatışmalarının geçmiştekilere oranla biraz farklı olduğu dile
getirilmekte ve buna göre yeni dönemin koşullarının iyi anlaşılarak bir tavır alınması
sayesinde sorunun çözüme doğru çekilmesine çalışılmaktadır. Ne var ki, arka
planda kalan dünya dengelerinin değiştiği aşamada işin içine yeni dönemde
İsrail devletinin girdiği görülmektedir. İsrail tıpkı ABD ve İngiltere gibi
bölgede askeri üsler kurmakta, Eritre, Somali ve Güney Sudan’dan sonra Azerbaycan’da
en büyük üssünü açtığı bilinmektedir. Dünya dengeleri değiştiği için İsrail öne
çıkarak daha etkili bir lobi çalışmasına girerek, Rusya, İngiltere, ABD ve
Fransa gibi emperyal oyuncular gibi hareket etmeye başlamıştır. İsrail
dışişleri bakanlığı bir toplantı vesilesi ile en büyük dostları olarak Azerbaycan’ı
ilan etmişlerdir. İsrail’in aktif bir biçimde devreye girmesiyle bu ülkede
anayasa değişikliğine gidilmiş ve cumhurbaşkanının karısı günümüzde Azerbaycan
Cumhurbaşkanlığı yardımcısı konumuna getirilmiştir. Ermenistan eski lobiler aracılığı
ile bir şeyler yapamazken ve geride kalırken Azerbaycan yeni dönemde bir Asya
ülkesi görünümünden koparak bir Avrupa ülkesi konumuna gelmiştir. Yüksek petrol
ve doğalgaz gelirini yabancı petrol şirketleriyle paylaşan Azerbaycan, bunlar
üzerinde çok etkin olan İsrail’in araya girmesiyle birlikte Türkiye’ye karşı
mesafeli davranmaya başlamış, bu küçük ülkeye yakınlaşarak hem ekonomik hem de
askeri açıdan daha güçlü bir konuma gelmiştir. Eskisine oranla daha güçlü bir
Azerbaycan devleti öne çıkarken, Ermenistan’ın eskisi kadar batı dünyasından
destek alamadığı görülmektedir. Bu durum da Siyonist lobilerin ne kadar
başarılı çalıştıklarını bir kez daha kanıtlamaktadır.
Türkiye zaman
zaman Ermenistan ile bazen da Yunanistan ile sürekli olarak çatışmakta ama
diğer gayrimüslim ülke olarak İsrail ile bunlar kadar çatışmamaktadır. Türkiye
doğuda Ermenistan ile batıda Yunanistan ile eski Osmanlı hinterlandı üzerinden
sürekli olarak açıktan karşı karşıya gelmekte
ama Türkiye’nin alttan almasıyla İsrail ile hiçbir biçimde bu tür gerginlikler yaşanmamakta ama bugün Azerbaycan üzerinde güç kazanan İsrail,
Türkiye ile bu ülkenin arasına girerek gelecekte bir Türkiye-Azerbaycan birlikteliğine ya da İran’ın dağılması aşamasında Güney ve Kuzey Azerbaycan devletlerinin
birleşerek merkezi alanda çok güçlü bir
birleşik Azeri devleti kurulmasını
önleyeceği anlaşılmaktadır. Nüfus
oranları yüzde doksanlarda Türk asıllı olan Türkiye ve Azerbaycan devletlerinin
yakınlaşması ya da birleşmelerinin, İsrail ya da Yeni Bizans projeleri
içinde mümkün olamayacağı, zaten
Rusya’nın büyük devlet olma projesi içinde günümüz koşullarında ortaya çıkan
dış müdahaleler ile kalıcı bir Ermeni ve Azeri barışı
önlenirken , Kafkas bölgesinde en etkili çatışma süreci olarak Ermeni ve Azeri
savaşları emperyal güçlerin bölgeye
müdahale amaçlı girişimlerine de elverişli bir ortam yaratmaktadır . Orta Doğu,
Orta Asya, Balkanlar ve Kafkaslar gibi bölgeleri gelecekte bir araya getirecek
bir merkezi coğrafya planı doğrultusunda gelişmeler ABD, İsrail ve İngiltere gibi
emperyal devletler tarafından yönlendirilirken, bu bölgelerdeki bütün sıcak
çatışmalar proje sahibi emperyalistlerin öne geçmelerine yol açmaktadır. Bu
yüzden de değişen dünya konjonktürüne göre öne çıkan emperyal devletler yeryüzü
kıtaları üzerinde ortaya çıkan bütün sıcak sorunlara kendi çıkarları
doğrultusunda dışarıdan el koymaktadırlar. Küreselleşme sürecinde ortaya çıkan
bu durum küresel emperyalizmin ya da siyonizmin aldığı biçimlere göre
etkilenmektedir. Orta Doğu bölgesinin küçük devletinin Kafkaslar’da yaşanan
sıcak çatışmalarda çok etkili olarak devreye girmesinin ana nedeni dünya
çapında kurulmuş olan Siyonist örgütlenmedir. Kuzey Afrika ve Orta Doğu’dan
sonra Kafkas bölgesinde de Siyonist devletin askeri üs kurması, Rus denetimi
altında hareketsiz kalan Ermenistan’ı zayıflatmış, ABD ve batı bloku üzerinden
geliştirilen Siyonist örgütlenme sayesinde de Azerbaycan güçlenmiştir. Ne var
ki, bağımsız kuzey Azerbaycan’ın Türkiye ile ya da Güney Azerbaycan ile
birleşme yasağı devam etmekte, küresel gelişmelerin bölgeye yansıyan etkilerine
göre Azerbaycan’ın kaderinin de değişeceği ön görülmektedir.
Dağlık Karabağ
bölgesi civarındaki sıcak çatışmaların Azerbaycan açısından değerlendirmesi ile
Türkiye açısından ele alınması birbirinden çok farklı durumlar yaratmaktadır.
Türkiye ve Azerbaycan dünya haritasında bulundukları konumları itibarıyla
farklı jeopolitik konumlara sahip bulunmaktadırlar. Kuzey Azerbaycan Türk
dünyasının küçük bir ülkesi olmasına rağmen, Türkiye Türk dünyasının büyük
ülkelerinden birisidir. Bu çerçevede Dağlık Karabağ sorununa iki ülke kendi
konumları açısından farklı bakmak durumundadırlar Azerbaycan kendi çıkarları için İsrail’e
yakınlaşırken Türkiye’ye karşı mesafeli davranmaktadır. Özellikle Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nin Azerbaycan devleti tarafından tanınmaması iki ülke
arasında soğukluk meydana getirmiş ve yeni dönemde iki devletin kardeşlik
söylemleri yakınlaşması sürecinin durmasına neden olmuştur. Bu arada batılı
emperyalist ülkelerin Atatürk karşıtı bir çizgide Azerbaycan sorununu ele
almaları da Türk ulusunun milliyetçi kesimlerinde çeşitli tepkiler yaratmıştır.
I918 yılında ilk kurulan Azerbaycan cumhuriyetini Türkiye önce tanımış ve
normal ilişkiler ile karşılıklı elçilikler açılmıştır. Ne var ki, daha sonraki
aşamada Sovyetler Birliği’nin kurulması üzerine Azerbaycan bu birlik içinde yer
almıştır. Bu aşamadan sonra elçilikler karşılıklı olarak kapatılarak,
Türkiye-Azerbaycan karşılıklı ilişkileri soğuk savaş döneminde kesilmiştir.
Sovyet sisteminin dağılması üzerine bağımsızlığını yeniden kazanan Azerbaycan Cumhuriyeti’ni
gene ilk tanıyan devletlerden birisi olmuştur. Tarihsel süreç içinde yan yana
iki komşu ve soydaş olan Türkiye ve Azerbaycan devletleri aradan demirperdenin geçtiği
karşılıklı kamplarda yirminci yüzyılı yaşamışlardır. Demir perdenin kalktığı
bir aşamada Türk ve Azeri devletlerinin bir araya gelmeleri beklenirken, araya
yeni dönemin kutup başı ülkeleri girmiştir. Onların hazırladığı küresel planlar
doğrultusunda iki devletin bir araya gelmesi önlenmektedir.
Kafkasya’daki son
savaş durumu Türkiye açısından ele alınırsa Ermenistan Azerbaycan’dan daha çok
Türkiye için de bir tehdittir. Rusya’nın zorlaması ile kurulmuş küçük
Ermenistan’ın Hrıstıyan lobileri aracılığı ile Büyük Ermenistan projesini
gerçekleştirmeye yöneldiği açıktır. Kafkasya’da kurulu bulunan Ermenistan
devletini doğu Ermenistan olarak adlandıran lobiler, Doğu Anadolu bölgesini de
bütünüyle batı Ermenistan olarak ilan etmektedirler. Ermeni lobileri Akdeniz kıyısında yeni Ermeni devletini Lübnan
bölgesinde kurmaya çalışırken, Rusya kendi sınır dengelerini kurmak, Anadolu ve
Kafkas Türklüğünün birleşmesini önlemek, gelecekte bir büyük Avrasya projesinin
önünü kesmek üzere bugünkü Kafkasya Ermenistan’ının kurulmasını sağlamış ve
Ermeni bıçağı uygulaması ile de iki devletin birleşmesini önleyerek bu bölgede kendisine
karşı yeni bir otorite merkezi
ağırlığının oluşmasının önüne geçmiştir. Türk dünyasının Birinci Dünya savaşı
sırasında bölünmüş durumunu Rusya bütün Avrasya kıtasını kendi sınırları içine
alma doğrultusunda kullanmıştır. Yüzyılların Rus emperyalizmi batıdan gelen
emperyal rüzgarlara karşı kendi hegemonyasını korumaya çalışırken, Çukurova
bölgesinde yeniden kurulmaya çalışılan eski Klikya Ermenistan’ı projesi de kendiliğinden
ortadan kalkıyordu. Gelecekte Ermeni devletinin hangi bölgede kurulacağı
tartışmaları devam ederken, Kafkasya Ermenistan’ının genişletilmek istenmesi ve
bu doğrultuda Doğu Anadolu’da yeniden yapılanma girişimlerinin günümüz
koşullarında tekrar canlanması ve Suriye’den gelen beş milyon insan topluluğu
içinde tehcirle gönderilen bazı topluluklarında bulunduğunun kamuoyu önünde
açığa çıkmasıyla, Türk devletinin Kuvayı Milliye kazanımlarının iyice tehlike
altına girdiği söylenmektedir. Osmanlı yıkılırken göçler yolu ile dünya
ülkelerine dağılmış bulunan Ermenilerin yeni dönemde Yahudiler gibi geri
dönerek, merkezi coğrafyada yeniden devletlerini kuracakları çeşitli
kaynaklarda dile getirilmektedir. Hem savaş yolu ile hem de göçmen hareketleri
ile tekrar Doğu Anadolu topraklarına yayılma hedefi içinde olan Ermenistan’ın yarın
uygun bir zaman bulduğunda Anadolu’nun
doğu bölgelerinde referandum talebi ile gündeme geleceği ihtimali giderek artmaktadır.
Ermeni-Azeri
savaşlarında Türkiye her zaman için Azerbaycan’ın yanında olmak zorundadır. Emperyalist
devletler Lazistan, Ermenistan ve Kürdistan devletlerini kurdurarak Türkiye’yi
Kafkas bölgesinden uzaklaştırmanın arayışı içindedirler. Osmanlı devleti de
bölünmemek için Anadolu Ermenilerinin Suriye’ye taşınması ve müstakbel
Ermenistan’ın bugünkü Suriye topraklarında kurulması için tehcir yoluna
gidildiği görülmüştür. Bugün Yeni Osmanlı projesi öne çıkartılırken,
Osmanlıların uyguladığı tehcir planı ortadan kaldırılmak istenmektedir. Yeni
Sevr planları doğrultusunda bölgedeki devletler parçalanırken, Dağlık Karabağ’ın
Ermenistan’a bağlı bir mikro devlet haline getirilmek istenmesi birçok yönden
çelişkiler ile dolu bir plan olarak görünmektedir. Bu tür çeşitli
komplikasyonlar ile ilgili planların siyasal çözüm görünümünde uygulama alanına
geçirilmek istenmesi ne Azerbaycan ile birlikte hem Türkiye’nin hem de bütün
Türk dünyasının karış çıkması gerekmektedir. Yıllar sonra bir araya gelen Türk
devletlerinin oluşturdukları Türk Keneş’i aracılığı ile hem Azerbaycan’a açıkça
sahip çıkmaları hem de aralarındaki birliği güçlendirerek gelecekte bir Türk
Devletleri Birliği’ne giden yolu açmaları gerekmektedir. Orta Asya’da özgürce
yaşayan Türk asıllı toplulukların günümüzde aynı özgürlüğe Rus ve Çin
federasyonları çatısı altında sahip olamadıkları ve bu yüzden de çok büyük
baskılar altında kalarak ezildikleri, dünya kamuoyunu işgal eden ana
sorunlardan birisi olarak günümüzde devam edip gitmektedir. Azerbaycan’a
saldıranların Türkiye ve diğer Türk devletlerine saldırmış gibi konunun ele
alınarak değerlendirilmesi bölge barışı açısından önem taşımaktadır.
Nüfusunun yüzde
doksanı Türk olan Azerbaycan bütün Türklerin ortak vatanı olarak görülmelidir.
Avrupa Birliği bugün nasıl bir Hrıstıyan birliği olarak görülüyorsa, Türk
devletleri de bir Türk Birliği çatısı altında böylesine bir birlik olarak kabul
edilmelidir. Dolaylı olarak Türkiye’ye de yönelik bir saldırı olarak görülmesi
gereken Ermeni saldırısının öz vatanımıza yapılmış olan bir saldırı olarak kabul
edilmesiyle, Türkiye bütün olanaklarıyla Azerbaycan’ın yanında yer almalıdır. Azeri
devletine yapılan haksız saldırıya karşı Türkler ve Azeriler kardeşlik
dayanışması içinde bir vatan savunmasını ortaya koymalıdırlar. Türk milleti bu
aşamada Kafkasyadaki gelişmelerden bir zafer haberi beklemektedir. Eski bir
Türk toprağı olan Dağlık Karabağ’ın yeniden Türk toprağı olması gibi bir zafer
duyurusu, bütün Türk dünyasını ayağa kaldıracak önemli bir gelişme olacaktır.
Soğuk savaş sonrasında başlamış olan haksız Ermeni işgaline bu bölgede son
verilmesiyle Dağlık Karabağ’ın yeniden Türk dünyasına dönüşünün müjdesi Türk
devletlerinde dalgalanacaktır. Türkiye desteği ile Azerbaycan’ın caydırıcı gücü
artacak ve bunun sonunda da yeniden Kafkas bölgesinde Türklerin egemenliğine
giden yol açılacaktır. Kafkas bölgesinin bugünkü haritasına bakıldığı zaman, bölgenin
geleceği açısından son derece karışık ve içinden çıkılmaz bir durumun varlığı
görülmektedir. Bölgenin geleceği için haritanın barış amaçlı düzeltilmesi
gerekmektedir.
Bölge barışı
açısından Rus emperyalizmine karşı bütün bölge devletlerinin iş birliği
gerekebilir. Fransa, Rusya, Amerika, Çin ve İngiltere gibi büyük devletlerin
kendi çıkarları doğrultusunda bu bölgede karışıklık çıkarmalarına izin
verilmemelidir. Dünyanın en karışık yerlerinden birisi olan Kafkasya’nın
yeniden çıbanbaşı konumuna getirilmesine, her kesimin dünya barışı açısından
kesinlikle karşı çıkması zorunlu görünmektedir. Türkiye bu doğrultuda hem bölge
devletleri ile hem de büyük devletler ile siyasal diyaloglar oluşturarak,
Karabağ’da tutuşturulan ateşin bir üçüncü dünya savaşına giden yolun başlangıcı
olmasına karşı mücadele etmelidir. Bu doğrultuda kalıcı bir sonuç alabilmek
için kınama türü etkisiz tutumlardan kaçınılmalıdır. Ortak platformlar ve
yardım organizasyonları savaş konumundaki Azerbaycan’a daha fazla katkı
sağlayacaktır. Kafkasya’da barışın gerçekleşmesi, savaş ihtimalinin Orta Doğu
ve Akdeniz bölgelerinde önlenmesine yardımcı olacaktır. Şark meselesinin bir an
önce şark barışına dönüştürülmesi zorunlu görünmektedir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN