KEMALİZM
VE ÇİN
Yepyeni bir döneme doğru giderken, başkent
Ankara’da yapılan bir sempozyum sırasında söz alan Çin Halk Cumhuriyeti’nin
Ankara büyükelçisi, yeni öğrendiği Kemalizm’i çok beğendiğini ve artık kendisini
bir Kemalist olarak tanıtmak istediğini açıkça söylemiştir. Basın mensuplarının
soruları üzerine bu açıklamaları yapan Çin Büyükelçisi, bir anlamda Türk
kamuoyuna temsilcisi olduğu dünyanın en büyük ülkelerinden birisi adına mesaj vermiştir.
Geleceğin süper gücü olacak Çin gibi bir büyük devletin elçisinin yeni bir yıla
girerken, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunun siyasal düşüncelerinden meydana
gelen Kemalizm’i çok beğendiğini söylemesi, basın mensupları önünde övmesi ve
kamuoyu üzerinden Türk ulusunun ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tarih
sahnesine çıkışını sağlayan kurucu siyaseti desteklediğini açıklamasının, bugünün
koşullarında özel bir yeri ve anlamı bulunmaktadır. Uluslararası konjonktürde
yaşanmakta olan büyük değişim süreci göz önüne getirilirse; Çin büyükelçisinin
Kemalizm’e sahip çıkar bir çizgide desteklemesi ve kendisini bir Kemalist
olarak ilân etmesinin ne anlama geldiği üzerinde durmak gerekmektedir.
İki ülke arasında on bin kilometreden daha fazla bir uzaklık bulunmasına
rağmen, Çin gibi bir büyük ülkenin tıpkı ABD gibi uzaklardan gelerek Türkiye
ile yakından ilgilenmeye başlaması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu düşünce
sistemi olan Kemalizm’e olumlu bir yaklaşım içerisine girmesi Türk ulusu
açısından ele alınarak değerlendirilmesi gereken bir durumdur. Özellikle,
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra batılı kapitalist ülkelerin sosyalizm
sonrasında bir Kemalizm yıkıcılığına soyunmaları ve bu doğrultuda Kemalist Türkiye’yi
yok etmek, ya da kendi çizgilerinde çıkarcı bir yeni düzen dönüşümüne zorlamak gibi
olumsuz bir durum, Türklerin aleyhine olarak hızla geliştirilmiştir. Avrupa ve
Amerika’nın bütün başkentlerinden yükselen bir ortak ses sürekli olarak Atatürk
ve Kemalizm karşıtlığını kamuoyu önünde tırmandırmıştır. Batının küresel
sermayesinin denetimi altına giren tüm basın ve yayın organlarında böylesine
bir antikemalist gidişin borazanlığını üstlenerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurucusunun aleyhinde ciddi bir yayın etkinliğini inatla bugüne kadar
sürdürmüşlerdir. Türkleri ve Atatürk’ün cumhuriyetini tarih sahnesinden ve
dünya haritasından silene kadar da bu karşıt yayıncılığın sürdürüleceği
anlaşılmaktadır. Hemen hemen her gün bir liberal ya da dinci yayın organında
Atatürk ile Kemalizm hakkında son derece olumsuz değerlendirmeler ve suçlamalar
içeren yazı ve programları günümüzde görmeye Türkler alıştıkları için, artık
kabak tadı veren böylesine bir karalama kampanyasını görmezden gelerek, bu tür
gazeteleri almamaya medya kanallarını da izlememeye başlamışlardır. Böylesine
bir ulusal refleks tepkisinin Türk halkının içinden ortaya çıkmasına rağmen
batılı emperyalistleri kendi gelecek projeleri doğrultusunda Atatürk ve
Kemalizm düşmanlığı stratejilerini sürdürmeye kararlı görünmektedirler.
Küreselleşmeyi ekonomik sömürü düzeni ile tüm ulus devletlere dayatmaya
devam eden ABD’nin bu yoldan geri dönmesi düşünülemeyeceği için, Türk ulus
devletinin kurucusu olan Atatürk’e karşı eskiden bu yana gelen ciddi bir Atatürk
ve Kemalizm karşıtlığı bugün de devam etmektedir. ABD bu karşıt politikasını
sürdürürken, yanı başında güçlü bir ulus devlet görmek istemeyen Avrupa Birliği
de gene aynı doğrultuda Atatürk ve Kemalizm karşıtlığında ABD ile yarışa
girişmekte ve sürekli olarak Atatürk ya da Kemalizm’i ortadan kaldırmaya dönük
kararlar almakta ya da uygulamalarını bu yönde ısrarlı bir biçimde
sürdürmektedir. Batı emperyalizminin merkez bölgeye armağanı olan İsrail
devleti ise, Büyük İsrail projesine yöneldiği bu aşamada Atatürk’ün ulusal ve
laik üniter devletini kendisi açısından önemli bir rakip görerek bunu tasfiye
etme doğrultusunda elindeki bütün olanaklarını seferber ettiği anlaşılmaktadır.
İki kutuplu dünyanın soğuk savaş günlerinde, Stalin’in toprak talepleri yüzünden
kendi güvenliğini batı sistemi içinde aramak zorunda kalan Türk devletinin,
yarım yüzyıl sonra bir batı sömürgesi konumuna gelmesi Türk ulusu açısından son
derece üzücü bir durumdur. Türk ulusu yıllarca bağımsız yaşamaya alışmış bir
toplum olarak bu durumu kabul etmemek için direnişe sürüklenirken, bir de
devletin kurucusu olan Atatürk’e ve onun düşünce sistemi olan Kemalizm’e karşı
bir batı düşmanlığı ile sürekli olarak mücadele etmek zorunda kalmıştır. Sovyetler
Birliği ve Yugoslavya Federasyonunun küreselleşmeye geçerken yıkılmasından
sonra batı emperyalizminin Atatürk Cumhuriyetini hedef alarak, dünyanın merkezi
coğrafyasında büyük bir özveri ile oluşturulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni de
ortadan kaldırmak istemesi üzerine, Türkiye ile batı sistemi arasına bir
güvensizlik ortamı girmiş ve bu olumsuz durum, mesafenin giderek açılmasıyla da
günümüze kadar çeşitli olayların birbirini izlemesiyle devam ederek gelmiştir.
Batı emperyalizminin liberal sistemi, sosyalist düzeni tasfiye ettikten sonra
Kemalizm’i de buna benzeterek ortadan kaldırmak istemesi ve ABD emperyalizminin
isteklerini gerçekleştirmek üzere siyasette öne çıkartılmış bir bayan
politikacı, okyanus ötesinden gelen baskıların sonucunda Atatürk Cumhuriyetini
ortadan kaldıran adımları atarken, cahillikle son sosyalist devleti de ortadan
kaldırdığını söyleyebilmiştir. Atatürk’ü iyi tanımayan, Kemalizm’i hiç bilmeyen
birisi boğazdaki yalısından siyasal liderliğe taşınırken antisosyalizm
alışkanlığı içinde bir de Kemalizm karşıtlığına soyunabilmiştir. Türkiye
açısından son derece üzüntü verici böylesine durumlara benzeyen birçok olumsuz
olay ya da gelişme, Atlantik Okyanusunun kıyılarından gönderilen politikacılar
yüzünden Türk siyasetinde son dönemlerde fazlasıyla etkili olmuştur. ABD ya da
Avrupa emperyalizmleri, sadece Atatürk ve Kemalizm karşıtlığının yeterli
olmadığı anlaşılınca, bu kez uluslararası burslar sistemi ile kendilerine
bağımlı Truva atı konumunda siyasetçileri yetiştirerek, bunların Türkiye’de
iktidara gelmelerini sağlamış ve bunları kendi politik projeleri doğrultusunda
taşeron olarak kullanarak. Atatürk’ü ve onun Kemalist sistemini zaman içerisinde
tasfiye edebilmenin yollarını aramıştır. Halen Türk siyasetinin, bilim ve medya
dünyasının içerisinde yer alan büyük bir sayıda Rockafeller, Fullbright ve
Eisonhower bursluları Atlantik inisiyatifi doğrultusunda esen rüzgârlara uygun
bir biçimde etkinliklerini ve çalışmalarını sürdürmektedirler. Atatürk ve
Kemalizm karşıtı batı politikalarında bu düşünce sapması gösteren mandacı ve
işbirlikçi okumuş kadroların gerçek Türk aydınlarının önünü keserek, medya ve
siyaset dünyasında dışarıdan gelen desteklerle etkinliklerini sürdürdükleri ve
bu doğrultuda Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk ile onun siyasal
düşüncesi olan Kemalizm’i silmek üzere her yolu denedikleri görülmektedir. Liberal
batı kapitalizmi, neoliberalizme kayarak yeni bir kapitalist dünya
imparatorluğu projesine yöneldiği aşamada, merkezi coğrafyadaki Kemalist devlet
modelini ve onun kurucusu Atatürk’ü açıktan hedefe oturtmak durumunda kalmıştır.
Liberal batı, kendi emperyalizmine karşı çıkan ve bir ulusal kurtuluş savaşı
veren Kemalist rejimi bir türlü kabul etmek istememiştir. Batı ülkelerinin
geçtiği aşamalardan geçemeyen Osmanlı imparatorluğu nedeniyle farklı bir
uluslararası konjonktürde gündeme gelen Kemalist rejim, batılıların hiçbir
zaman anlamak istemedikleri yeni bir siyasal yapılanma olarak emperyalizmin
karşısına dünyanın merkezinde dikilmiştir. Dünya kıtalarını kendi sömürgelerine
dönüştüren batılı emperyalistler benzer bir durumu Anadolu’da
gerçekleştiremeyince, bu kez Atatürk’e ve onun Kemalist cumhuriyetini açıkça
karşı olmuşlardır.
Kemalist Türkiye batının emperyalist ordularını ülkeden kovarak bağımsız
bir devlet yapısına kavuşunca bu kez, çağdaş uygarlığın batı dünyasında
bulunması nedeniyle batılı ülkelere açık bir politika uygulamaya başlamıştır.
Batı bloğu Türkiye gibi Müslüman bir halka sahip olan ülkeyi hiçbir zaman
kendisine yakın görmediği gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin de batılı bir devlet
olmasını anlayamamıştır. Kemalizm bir düşünce akımı olarak batılı bir ülkeden
değil ama batının dışındaki bir ülke olarak Türkiye’den ortaya çıkmış ve tarih
sahnesinde etkili olabilmiştir. Batılar kendilerinden çıkmayan hiçbir girişime
batılı gözü ile bakmamışlar ve batının dışından gelen tüm akımlara ya da
politikalara karşı dışlayıcı ya da yok edici bir tutumu ısrarlı bir biçimde
izlemişlerdir. Kemalizm, batının yanı başındaki bir ülkeyi batılı anlamda
çağdaş uygarlığın onurlu bir üyesi konumuna getirebilmek üzere yola çıkarken, batıdan
esen karşıt rüzgârlara karşı sürekli bir kendini koruma mücadelesi vermek
zorunda kalmıştır. Avrupa’nın yarısını beş yüz yıl yönetmiş olan Osmanlı
İmparatorluğu’nun halefi olan bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti her zaman
için komşusu olduğu Avrupa’ya yakın olmak için çaba göstermiş, Avrupa’ya kendini
kabul ettirebilmek için yarım yüzyıl bekleme odalarında direnerek siyasal
mücadele sürdüren Atatürk’ün devleti, Kemalist yapısı ile Avrupa’ya kabul
edileceğine aksine dışlanmış ve Avrupa ülkeleriyle beraber Birlik organlarından
da sürekli olarak Kemalist Türkiye’nin Avrupa Birliğine üye olamayacağı
açıklanmıştır. Kemalizm Türkiye’nin çağdaşlaşabilmesi için sürekli olarak Avrupa
kökenli batı uygarlığına erişebilmenin mücadelesi içinde olmuş ama Avrupa kıtası
sürekli olarak Türkiye’yi anlamazdan gelerek bu durumu görmek istememiştir.
Atatürk devrimleri Türkiye’nin batılı bir ülke olması için art arda yapılırken,
batılı ülkeler bu özverili çabayı küçümseyerek, Türkiye’nin Kemalist kimliğini
tasfiye edecek girişimleri desteklemişlerdir.
Kemalizm kısaca tanımlanmak istenirse, ilk kez batının dışında bir
ülkenin batılı bir ülke konumuna gelerek çağdaş uygarlık düzeyini yakalama
çabası olarak tanımlanabilir. Avrupa’nın yanı başındaki konumu ile Türkiye,
haritada Avrupa’ya çok yakın durmasına rağmen, batılı ülkelerin araya
koydukları mesafeler ve engeller yüzünden bir türlü Avrupa Birliği ile
bütünleşememiş ve artık kesin olarak Avrupa kıtasından dışlanmıştır. Böylesine
olumsuz bir aşamaya gelinmesinde sorumluluğu olan batılı ülkeler, Türkiye’yi
dışlayıcı tutumlarını daha da keskin bir biçimde sürdürerek Atatürk’ün
ülkesinin üzerine gelmişlerdir. Türkiye,
Avrupa’ya girememiştir ama Avrupa Türkiye’nin içine girerek her alanda at
koşturma hakkını elde etmiştir. Her gün yeni bir alışveriş merkezi açılırken
Türkiye biraz daha Avrupa pazarı olmakta ama Türk işçileri ya da vatandaşları
Avrupa ülkelerine giderek çalışma hakkını elde edememektedirler. Böylesine tek
yanlı bir tutumu yanı başındaki Türkiye’ye karşı kararlı bir biçimde uygulayan
Avrupa Mustafa Kemal’in ülkesini kararlı bir biçimde Kemalist rejimden
uzaklaştırmaya çaba gösteren bir politikayı sonuna kadar izlemekte kararlı görünmektedir.
Avrupa yönetim organlarından her gün Atatürk aleyhine çıkan karalar ya da
açıklamalar bu durumun en açık göstergesi olarak kamuoyuna sürekli olarak
yansımaktadır. Kemalizm Türkiye’yi Avrupa’ya taşımayı hedeflerken, Avrupa’nın
böylesine bir girişime karşı çıkması ve Türkiye’yi kıtanın dışında tutacak bir biçimde
Kemalizm’i ortadan kaldırmak istemesi Atatürk’ün Cumhuriyetini yeni bir dönemeç
noktasına getirmiştir.
ABD ya da İsrail açısından Türkiye’ye bakıldığı zaman tıpkı Avrupa’nın
tutumuna benzer bir yaklaşım öne çıkmaktadır. Avrupa Türkiye’yi doğu bölgesi,
Asya ve İslam dünyası ile arasında bir geçiş noktası ya da tampon ülke olacak doğrultuda
köprü olarak tutmaya çaba gösterirken, ABD’de Türkiye’yi Avrasya’ya giriş
kapısı ya da merkezi coğrafyaya dönük bir askeri üs olarak görmektedir. İsrail ise
İslam dünyasının ortasında bir Yahudi devleti olarak kurulurken, Türkiye’yi
şemsiye olarak kullanmış ama şimdi Büyük İsrail aşamasına geçerken tüm İslam
coğrafyasına egemen olabilecek bir model olan ılımlı İslam uygulamasına dönük
bir laboratuar ülke konumunda yeniden kullanabilmenin çabası içine girmektedir.
Böyle bir durumda, Türkiye’nin batılı müttefiklerinin hiç birisi Atatürk’ün Cumhuriyeti’nin
bir merkezi devlet olarak Kemalist yapılanmasını kabul etmemekte ve bu devlet
modelini ortadan kaldıracak girişimleri birbiri ardı sıra dıştan dayatarak
zorlamaktadır. Türkiye’nin batı uygarlığına yönelmesi için ortaya çıkmış olan
Kemalizm’in bizzat batı tarafından dışlanması, Türkiye Cumhuriyeti’ni yok olma
tehlikesi ile karşı karşıya getirmiştir. Eskiden güvendiği dağlara kar yağan
Türkiye dünyanın ortasında yalnız kalmış, yeni dönemin emperyalist
politikalarının hedefi olarak her geçen gün daha da ağırlaşan bir dönüşüme
zorlanırken, iç ve dış gerginlikler ile daha fazla karşılaşmıştır. Batıdan
gelen küresel demokrasi rüzgârları Türk cumhuriyetini tasfiye ederken, insan
hakları görünümündeki etnik ırkçılık da Türk ulusunun tarih sahnesinden
silinmesi gibi bir riski öne çıkarmıştır. Atatürk’ü bir türlü anlamak istemeyen
batılı emperyalistler onun Türk ulusuna bir miras olarak bıraktığı Kemalizm’i
ortadan kaldıracak her türlü girişimi demokrasi, insan hakları ya da
küreselleşme gibi karşı çıkılamayacak kavramlar üzerinden Türkiye’ye zorla
dayatmışlardır.
Çin,
Kemalizm’e Yaklaştıkça Güçlenecektir
Küresel sermayenin
güdümündeki medya üzerinden sürdürülen saldırılar nedeniyle bir türlü Kemalizm’i
batılılara kabul ettiremeyen Türkiye, yenidünya düzeninde yalnızlığa mahkûm
edilirken, batının dışında kalan ülkeler ile beraber aynı kaderi paylaşmaya
başlamıştır. Batı bloğunun dışında kalan doğu ve güney ülkeleri sürekli olarak
batının küresel emperyalizmi ile boğuşmak zorunda kaldıkları için, emperyalizme
karşı ilk kurtuluş savaşı vererek bağımsız bir devlet kurmuş olan Atatürk’ün ülkesini
yakından izlemeye ve anlamaya başlamışlardır. İşte Çin büyükelçisinin tam bu
aşamada Kemalizm’i çok beğendiğini söylemesi ve kendisini doğu bölgesinin en
büyük temsilcisi bir ülkenin temsilcisi olarak Kemalist ilân etmesinin anlamı
büyük olmaktadır. Yıllarca bir sömürge olarak batı emperyalizminin sömürdüğü
Çin’in yirmi birinci yüzyılda bir büyük ülke ve kutup merkezi olarak öne
çıkmasının arkasında batı emperyalizmine karşı bir direniş olduğu görülmektedir.
Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra geçen yirmi yıllık zaman dilimi
içerisinde dünyaya kendisini tek kutup merkezi olarak kabul ettiremeyen Amerika
Birleşik Devletleri’nin karşısına Çin Halk Cumhuriyeti, bir karşı güç ve yeni
bir süper devlet olarak ortaya çıkmaktadır. Batı emperyalizminin yüzlerce yıl
sömürdüğü Çin’in bugün dünyanın yeni en büyük ülkesi olarak öne çıkması,
küresel alanda bütün dengelerin bozduğu gibi daha farklı bir yenidünya düzenini
de gündeme getirmektedir. Atatürk’ün söylediği gibi, güneşin doğudan doğduğu
gibi, Çin mazlum ulusların içinden çıkarak, yeni dönemde eskiden batının
sömürgesi konumunda olan doğu dünyasının temsilcisi olarak uyanmakta ve giderek
büyüyen bir dev ülke olarak dünyanın kaderinde etkin olmaktadır. Yüzyıllarca
bütün dünya ülkelerini sömürge olarak kullanan batılıların artık eskisi gibi
emperyal politikalarına devam edemeyecekleri yeni bir döneme doğru
gidilmektedir. Çin bu aşamada giderek büyüyen ekonomisi ile ABD’ye meydan
okuyacak bir konuma gelmekte, bir doğulu ülke olarak da batılıların sömürgeci
emperyalizmine karşı çıkmaktadır. Beş yıl içerisinde dünyanın en büyük ekonomik
gücünün Çin olacağını bütün uluslararası kuruluşlar belirtmekte ve yenidünya
düzeni kurulurken, Çin’in bir numaralı ülke olarak öne çıkacağı bir yapılanma
yavaş yavaş dikkate alınmaktadır. Çin geleceğin büyük devi olarak hem batılı
emperyalistlere karşı çıkmakta hem de yeni bir dünya düzeninin Çin merkezli
oluşumu için bütün dünya ülkeleriyle çok yakın ekonomik ilişkilere girmektedir.
Ucuz Çin malları Türkiye ile beraber tüm dünya piyasalarını giderek işgal
etmekte ve bu yüzden ABD ekonomisi bile Çin’in izleyeceği politikalara bağımlı
hale gelmektedir.
Günümüzde iki ayrı Çin yapılanması Çin devletinin çatısı altında bir arada
yürütülmektedir. Bir tarafta eski sosyalist Çin devleti Pekin merkezli olarak
varlığını sürdürürken, diğer yandan da Şangay merkezli bir yeni kapitalist Çin
doğmaktadır. Tıpkı ABD’de olduğu gibi Washington’un yerini Pekin alırken, New
York’un yerini de Şangay almaktadır. Batılı kapitalist sisteme karşı Asya
ülkelerinin Çin’in öncülüğünde bir araya gelmesiyle oluşan Şangay örgütü her
geçen gün gelişmekte ve tüm Asya kıtasını kapsayacak bir doğrultuda etkili olmaktadır.
Hong-Kong gibi bir kapitalist devletin İngiltere tarafından Çin’e terk
edilmesiyle başlayan yeni dönemde Çin, eski sosyalist devlet modelini korurken,
diğer yandan da Şangay merkezli olarak sahil kentleri üzerinden deniz
taşımacılığı ile dünya piyasalarına açılmaktadır. Rusya ile ABD’ye karşı başlatılmış
olan yakın iş birliği giderek Şangay örgütü üzerinden bir büyük Asya birliğine
doğru gitmekte ve iki büyük süper gücün dayanışmasıyla Asya kıtasının denetimi
gene kıta güçleri üzerinde kalmaktadır. Bu nedenle kıtadan dışlanan ABD,
Afganistan savaşı üzerinden kıtadaki varlığını korumaya çalışmakta ve bu
aşamada Türkiye üzerinden Avrasya’nın Türk ülkelerini Çin, Rusya ve Hindistan
gibi Asyalı devlere karşı kullanmaya dönük politikaları zorlamaktadır.
Türkiye’nin ABD tarafından bir Truva atı olarak Türk ülkeleri üzerinden Avrasya
bölgesine bir Truva atı olarak sürülmek istenmesi, gelecekte Çin’in önünü
kesmek üzere bir Türk Birliğini Çin’in karşısına çıkarmaktadır. ABD bu durumu
bilinçli olarak hazırlarken, Türkiye’yi bir askeri güç olarak Avrasya bölgesine
sürerek, Afganistan üzerinden Çin’in önünü kesmeye çalışmaktadır. Bu aşamada,
yurtta ve dünyada barışı savunan bir Atatürk’ün antiemperyalist batı karşıtı savaşımının
Çin açısından anlamı öne geçmektedir. Yüzyıllarca bir emperyalist saldırganlığı
dünyanın merkezinde sürekli savaşarak sürdüren Osmanlı İmparatorluğuna karşı,
Atatürk Türkiye’si antiemperyalist bir kurtuluş savaşı vererek barışçı bir politikayı
merkezi coğrafyada batının saldırgan devletlerine karşı savunmuştur. Batı emperyalizmine karşı çıkmak ve buna karşı
savaşarak bağımsızlığını elde etmek, bu doğrultuda direnişi sürdürerek batılı
ülkelerin doğu bölgelerine gelmelerini önleme noktalarında Çin Halk Cumhuriyeti
ve Türkiye Cumhuriyeti benzer politikaları izlemişlerdir. Atatürk’ün tam bağımsız
bir ulus devlet kurabilmek için batının Hıristiyan emperyalistlerine karşı
verdiği ilk kurtuluş savaşı, tüm mazlum uluslar için olduğu kadar Çin için de
bir öncü savaş olarak tarihteki yerini almış ve Çin’in bağımsızlığa kavuşması
aşamasında bu büyük ülkeye yön göstermiştir. Çin Atatürk sonrası dönemde, Türk
devletinin kurucusunu örnek alarak hareket etmiş ve tarihin ilk antiemperyalist
savaşı olan Türk ulusal kurtuluşunu Çin okullarında derslerde yeni yetişen
kuşaklara bir örnek olay ve öncü savaş olarak öğretmiştir. Bugünün Çin’in de
orta öğretim kurumlarında okutulan tarih kitaplarında Atatürk ve Kemalizm ders olarak
öğretilmekte ve antiemperyalist Türk bağımsızlık savaşı ulusal tam
bağımsızlıkçı bir devlet yapılanması açısından tarihsel bir örnek olarak Çin’in
yeni kuşaklarına aktarılmaktadır. Sömürgelikten uzun bir mücadele ile kurtulan
Çin Halk Cumhuriyeti, doğu dünyasının en büyük gücü olarak dünya sahnesinde bir
numaralı süper güç konumuna gelirken, Atatürk ve Kemalizm Çin eğitiminde yer
almakta ve yol göstermektedir. Çinliler gelecekte bütün dünyaya yayılırken ve
Çin merkezli bir dünya düzeni için çalışırken, Atatürk’ten gelen
antiemperyalist tutumu bilinçli olarak izlemek durumunda olacaklardır. Batılı
güçleri devre dışı bırakacak bir Çin gücü, diğer doğulu ve güneyli mazlum uluslar
ve devletler ile bir araya gelerek dayanışmacı bir yeni tür küreselleşmeyi,
batının emperyal amaçlı dayattığı kapitalist küreselleşmeye karşı harekete
geçirecektir. Atatürk’ün dile getirdiği doğunun mazlum uluslarının batılı
emperyal saldırganlığa karşı bir araya gelmesi ve birlikte mücadele etmesi
düşüncesi böylece gerçekleşme yoluna girecektir.
Batının değerini bilemediği Kemalizm’e Çin’in sahip çıkması, bu doğrultuda
Çin büyükelçisinin Türkiye’yi anlamaya çalışması ve Atatürk’e hak vermesi,
günümüz Türkiye’si açısından son derece büyük bir önem taşımaktadır. Kemalist
kimliği ile batı tarafından dışlanan, Avrupa tarafından içine alınmayan, ABD
tarafından İslam dünyasını ele geçirmek için kullanılmak istenen ve İsrail
tarafından bir bölgesel yeni düzen oluşturulabilmesi için parçalanmaya
çalışılan Türkiye’yi içine sürüklenmiş olduğu yalnızlık ortamında Çin’in
anlamaya çalışması, büyükelçi tarafından Atatürk’ün büyüklüğünün
vurgulanmasıyla Kemalizm’in doğruluğu ve
haklılığının anlaşılarak desteklenmesi, ister
istemez Kemalist Türkiye’yi fazlasıyla
doğuya doğru yönlendirmekte ve Çin ile yakınlaştırmaktadır. Tam bu aşamada
batılı emperyalistlerin Uygur bölgesinde kışkırtmalar düzenleyerek Çin devleti
ile Uygur Türklerini karşı karşıya getirmesi gibi bir büyük provokasyon bile bu
durumu önleyememiştir. Batıdan dışlanan ve batı emperyalizminin çıkarları için
komşuları üzerinden bir doğu savaşına sürüklenmek istenen Türkiye’nin, Çin ile
karşı karşıya gelerek savaşmasının Türkiye kadar Türk dünyasının çıkarları
açısından doğru bir gelişme olmayacağını hem Türk hem de Çin kamuoyunun görmesi gerekmektedir. İsrail ve ABD’nin çıkarları doğrultusunda bir İran
savaşına sürüklenmek istenen Türkiye’nin İran’ın arkasında destek olan rusya ve
Çin ile de karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz bir durumdur. Bu nedenle, batıdan
dışlanan Türkiye Kemalist kimliği ile Çin ile yeni bir diyalog sürecine
girerken, kesinlikle her türlü savaş oyunu ve senaryolarından uzak durmak
zorundadır. Çin devleti, büyükelçisinin ağzından Türkiye’nin kurucusu olan
Atatürk’e karşı saygılı bir tavrı Türk kamuoyuna yansıtmış, Türkiye
Cumhuriyeti’nin Kemalist kimliğini de antiemperyalist ve barışçı bir tutumu
sergilediği için destekleyen bir yaklaşımı sergilemiştir.
Batı merkezli olarak dünyaya bakıldığında bir doğu devleti gibi görünen Türkiye’nin
Kemalist devlet modeli aslında Avrupa ya da batı tipi bir devlet olmanın
ötesinde daha çık Asya tipi bir devlet modeline benzemektedir. İkinci dünya
savaşı sonrasında gündeme gelen soğuk savaş yıllarında fazlasıyla tartışılan
Asya tipi üretim tarzı ve doğu devleti sorunu açısından Atatürk Cumhuriyeti ve Kemalist
devlet modeli fazlasıyla tartışıma konusu olmuş ve bu doğrultuda epeyce
eleştiri getirilmiştir. Ne var ki, Kemalist modeli ile bir türlü batı dünyası
içerisinde eşit koşullarda bir üye devlet olarak yer alamayan Türkiye Cumhuriyeti,
zaman içerisinde yavaş yavaş Asyalı köklerine doğru bir dönüşe geçmiştir. Dünya
haritalarında ve Atlaslarda, Asya minör olarak yer alan Anadolu yarımadası
aslında tarihsel kökleri açısından tam bir küçük Asya’dır. Avrupa Birliği
sürecinde ve soğuk savaş yıllarında İsrail ve ABD’nin çıkarları yüzünden açıkça
söylenemeyen bu durum günümüzde yaşanan olayların ortaya çıkardığı sonuçlar
açısından artık inkâr edilemez bir açıklığa kavuşmuştur. ABD ve İsrail ikilisi
Türkiye’yi Avrupa’ya kaptırmamak üzere İslam dünyasına yönelik bir hegemonya
planında ılımlı İslam yapılanmasıyla kullanmaya çalışırken, Türkiye’nin Asyalı
kökenini ve Türk devletleriyle yakınlaşmasını görmezden gelmeye çalışmıştır.
Beş yıllık bir zorlamadan sonra iflas eden ılımlı İslam projesinden sonra,
Türkiye hızla Asyalı kökenlerine doğru sürüklenmeye başlamış ve bu aşamadan
sonra da Sovyet hinterlandında yer alan Türk dünyası ile yakınlaşma girişimleri
en üst noktaya gelmiştir. Dünya konjonktüründeki bu yeni gelişme batılı
ülkelerde Türkiye’nin ekseninin kayması gibi gösterilmeye çalışılmış, ama
yüzyıldır Türkiye Cumhuriyeti’nin batı dünyasından ısrarlı bir biçimde
dışlanması üzerinde hiç durulmamıştır. Dünyanın jeopolitik merkezinde yer alan
Türkiye Cumhuriyeti’nin batıdan dışlanmasıyla kendisine doğu, güney ve kuzey
hatları üzerinde yeni müttefikler arayacağı gibi bir alternatifin görülmek istenmemesi,
böylesine bir şaşkınlık durumunun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Türk devleti
de tıpkı diğer devletler gibi sahip olduğu jeopolitik konumunu siyasal bir
bilinçle kullanarak, batıdan dışlanmasının alternatiflerini aramaya
yöneleceğinin önceden hesaplanması gerekmekteydi. Kemalist kimliği ile batıdan
dışlanan Türkiye, kimliğini koruyarak Asya bölgesindeki yeni yerini
alabilmektedir.
Liberal kapitalist yoldan bugünkü durumlarına gelen batılı ülkeler
açısından Kemalizm belki bir anlam ifade etmemektedir. Batılı ülkelerin
Kemalist olmaları mümkün değildir ama Türkiye gibi batı emperyalizmine karşı
savaşan diğer doğu ve güney devletlerinin Kemalist olmaları mümkündür. Bu
nedenle, Çin Kemalizm’i kendisine daha yakın görmekte ve büyükelçisinin ağzından
bu mesaj Türk kamuoyuna iletilmektedir. Batı ile savaşarak dünya sahnesine
çıkan Kemalist Türkiye’nin devlet modeli, Türk ülkeleri, İslam devletleri ve
diğer Asya ülkeleri açısından örnek alınacak bir devlet yapılanmasıdır.
Atatürk’ün zamanında yapmış olduğu girişimlerin benzeri var olma mücadelesini
tüm doğu ülkeleri batı emperyalizmine karşı yürütmektedir. Bir anlamda onlarda
tam bir Kemalist var olma mücadelesinin izleyicisi durumundadırlar. Mustafa
kemal Atatürk kurmuş olduğu çağdaş cumhuriyet ve halk egemenliği modeliyle ve
ulusal ve üniter devlet yapılanmasıyla doğunun bütün mazlum uluslarına olumlu
bir örnek oluşturarak önderlik yapmıştır. Nehru, Tito ve Sukarno gibi ulusal
önderler Atatürk’ün izinden giderek bağımsızlıkçı bir üçüncü dünya hareketini
dünya sahnesine taşımaya çalışmışlardır. Kemalizm batı emperyalizmine olduğu
kadar Sovyet yayılmacılığına da karşı çıkmış ve böylece üçüncü dünyacı bir doğu
hareketinin gündeme gelmesini sağlayan antiemperyalist bir yönelişin önünü
açmıştır. Sovyet sisteminin dağılmasından sonra öne çıkan Çin üçüncü dünyacı
doğu hareketinin öncüsü konumuna gelmiş ve bu çizginin ilk önderi olan Mustafa
Kemal Atatürk’ün çizgisinde batı hegemonyasına karşı tam bağımsızlığın
bayrağını taşımaya başlamıştır. Dünyanın en büyük ekonomik gücü konumuna
gelmekte olan Çin’in önderliğinde yeni bir dünya düzeni kurulurken, Atatürk’ten
miras kalan Kemalizm, bütün dünya halklarına ve ulus devletlerine barış
içerisinde eşitlikçi ve dayanışmacı bir alternatif yenidünya düzeninin yolunu
aydınlatmaktadır. Çin büyükelçisinin Kemalizm’e sahip çıkmasının arkasında böylesine
bir tarihsel neden yatmaktadır. Çinlilerin gördüğü bu gerçeği Türk ulusunun tüm
fertlerinin artık farkında olması gerekmektedir. Aksi takdirde, batılı emperyal
devletlerin siyasal oyunlarına alet olmaktan Türkiye bir türlü
kurtulamayacaktır. Atatürk’ün uyguladığı karma ekonomi modeli ile ABD’nin
tekelci şirketlere teslim olmuş kapitalist ekonomisini geride bırakan Çin
deneyinin başarısı, Kemalist çizgide bütün dünya ülkelerine yön göstermektedir.
Çin’in güçlenmesiyle ve dünya sahnesinde öne geçmesiyle, Kemalizm daha çok
konuşulmaya ve tartışılmaya başlanacak ve Atatürk’ün deneyimleri ile modeli tüm
doğu ve güney ülkeleri için yol gösterici olacaktır. Batının dışladığı Kemalizm’e
Çin’in öncülüğünde doğu ulusları ve devletleri sahip çıkacak ve böylece Türkiye
Cumhuriyeti de Kemalist modeli ile yirmi birinci yüzyılda yoluna daha kolay
devam edebilecektir. Atatürk’ün, yurtta
ve dünyada barış ilkesiyle Türkiye hem komşularıyla hem de Asya’nın doğulu ülkeleriyle
iş birliği içerisinde daha güvenlikli bir ortama sahip olabilecektir. Yeni
süper güç olarak Çin’in bu durumun farkına varması ve böylesine bir dayanışma
düzeni için harekete geçmesi dünya barışı açısından olumlu katkılar sağlayacaktır.
Yeni bir dünya düzenine geçilirken Çin’in önderliğinde bir doğu yapılanması
dünya dengelerinin kurulması açısından öne çıkmakta ve Türkiye’nin Kemalizm
uygulaması Çin ile birlikte tüm doğu ülkelerine yol göstermektedir. Çin’in yeni
süper güç olarak dünyayı yönlendirme şansını elde etmesi, Çin’in Türkiye’deki
Kemalizm deneyini dünya gündemine taşımasına giden yolu da açmaktadır.
Kemalizm’in antiemperyalist ve laik ulus devlet modeli, sömürgeci batı modeline
karşı Çin’in önderliğinde dünya ulusları için bir alternatif yol olarak öne
çıkacaktır.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Aklınıza yüreğinize kaleminize sağlık sayın hocam. Durumu çok güzel ifade etmiş ve yorumlamışsınızynen katılıyorum
YanıtlaSil