ÖZERKLİK, ULUSAL-ÜNİTER-MERKEZİ DEVLETİ ÇÖKERTİR
Tarihsel
bir dönemece sürüklenen Türkiye Cumhuriyeti, içinde bulunduğu en kritik
aşamada, Güneydoğu sorunu üzerinden bir özerklik tartışmasına sahne olmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu sonrası dönemde, kuzey Mezopotamya’da gündeme getirilen
bağımsız Kürdistan devletinin önünü açabilmek üzere, başta bölücü terör örgütü
olmak üzere bütün bölücü ve federasyoncu kesimler ağız birliği ile bir özerklik
şarkısı söylemeye başlamışlardır. Bir oldubitti yaratarak yeni bir ulus
devletin önünü açabilmek üzere Türk kamuoyuna bu söylemi kabul ettirmeye
yönelmişlerdir. Bu kavramın ne anlama geldiği, siyasal literatürde ne gibi bir yere sahip
olduğu, dünya ülkelerinde nasıl ele
alındığı, diğer devletlerin bu konuda nasıl
açılımlar yaptığı doğru dürüst ortaya konulmadan, Türk kamuoyunun bölücü terör
örgütünün söylemi doğrultusunda teslim alınmaya çalışılmasına alet olmayacak
kadar büyük bir siyasal birikime sahip bulunan Türkiye Cumhuriyeti, bu topraklarda bin yılı aşkın bir süredir
devam etmekte olan Türk hegemonyasının ve devletlerinin getirmiş olduğu
birikimden yararlanarak, konunun kamuoyundan gizlenmeye çalışılan yönlerini de
ele alarak tartışacak ve Türk halkının büyük katılımı ile ülkenin geleceği için
bir karar verecektir. O zaman önce özerlik kavramının ne anlama geldiği ve ne
gibi boyutlara sahip olduğunun açıklığa kavuşturulması gerekmekte ve bu konuda
siyasal manüplasyonlar doğrultusunda yaratılmak istenen kafa karışıklığı ve her
türlü spekülasyonun önlenmesi gerekmektedir.
Özerklik;
kavram olarak öz kökünden gelmekte ve bir benlik ile kendi olma halinin
çekirdek durumunu açıklamaktadır. Özü ile hareket etmek demek, işin esasını
dikkate almak ve öze öncelik vermek anlamına gelmektedir. Öz kavramından
türetilen özerklik ise öze dayalı ve özü esas alan bir durumu ifade etmekte ve
batı dillerinde kendi başına bağımsız hareket etme durumunu belirten otonomi
sözcüğü ile tanımlanmaktadır. Eski Türkçe de bu durumu ifade etmek için
kullanılan muhtariyet kavramı da bir anlamda durumun açıklığa
kavuşturulmasında yardımcı olmakta ve bir bağımsızlık durumunu dile
getirmektedir. Muhtar olmak kendi başına serbestçe hareket etmek ve karar
alarak yetkili davranma anlamına geldiği için, Türk idare yapılanmasının en
küçük birimi olan köylerde birimi temsil eden yönetici kişiye muhtar adı
verilmiştir. Muhtariyet ve otonomi sözlük açısından aynı anlama gelirken, Türk
dil devrimi sonrasında yabancı kökenli kavramlar yerine öz Türkçe karşılıklar
bulunurken otonominin karşılığı olarak özerklik sözcüğü öz kavramından
hareket edilerek, Türk dilinin yeni bir sözcük olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Köylerde muhtarın en küçük yerel idari birimin gereksinmelerini karşılama ve bu
doğrultuda kamu hizmetlerini yürütme işi nasıl muhtarlık kavramı ile tanımlanıyorsa,
muhtariyete sahip olan köylerde devletin çatısı altında günlük işlerin köy ve
beldenin gereksinmeleri doğrultusunda yürütülmesinde, kamu yönetiminin tepeden
tabana yönelen emir komuta zincirinin dışına çıkma durumu yerel özellikler
dikkate alınarak sadece işlerin yürütülmesiyle ilgili olarak tanınmıştır.
Muhtar üzerinden köylere tanınmış olan muhtariyetin aslında batılı anlamda
otonomi kavramı doğrultusunda bürokrasinin dışında kalan bir hareket serbestisini
ifade ettiğini bu aşamada dikkate almak gerekmektedir.
Eski
Türkçe muhtariyetin, Türkçe dil devrimi sonrasında özerklik kavramı ile ifade
edilmeye başlanmasından sonra özerlik kavramının daha fazla kullanılmaya
başladığı ve kamu yönetimi içerisinde bir serbest hareket etme alanını temsil
etmeye yöneldiği anlaşılmaktadır. Normal koşullarda, bir anayasal sistem
içerisindeki devlet örgütlenmesinde, her türlü örgütsel ilişki ya da kamu
kurumları arasındaki çalışmalarda, idari vesayet sistemi çerçevesinde bir alt
üst ilişkisinin genel bir geçerliliğe sahip bulunmaktadır. Son dönemlerde batı
merkezli ülkelerden kaynaklanan tutum değişikliği doğrultusunda, bazı kamu
kurumlarında da özerklik statüsünün devreye sokulduğu görülmektedir. Bu nedenle,
bir kamu kuruluşunun devletin merkezi iktidarının ya da yönetiminin
müdahalelerine uğramadan, kendi işlerini yönetebilmesini sağlayan yetki ve
kurumlar ile donatılmış olma durumu özerklik olarak ifade edilmeye başlanmıştır.
Kamu kurumlarının daha üst bir makama bağlı olmadan hareket edebilme statüsü, özerklik
olarak tanımlanırken, kendi kaynakları ile ayakta kalan ve kendi işlerini
yürütebilen kurumların mali özerkliği bulunduğu da öne sürülmüştür. Özerklik
idari olduğu kadar mali ya da hukuki boyutlara sahip olmakta ve belirli bir
serbestlik alanının ya da durumunu ifade ederken kullanılmaktadır. Bu durumda, kendi
kendini hiçbir üst ya da yabancı kurumun müdahalesi olmadan yönetebilen bir
kamu kurumunun ya da bölgenin veya ülkenin bulunduğu statüye hukuken özerklik
tanımı getirilmektedir. Özerk bir statüye sahip olan kurumlar, bölgeler ya da
ülkeler tamamen kendi inisiyatifleri doğrultusunda hareket edebilmekte ve hiçbir
dış müdahale olmadan kendi geleceklerini belirleyerek, gerekirse hiçbir kişi ya
da makama sormadan kendi kendilerini yönetebilme hakkı ve yetkisine sahip
olabilmektedirler. Özerklik durumu, eskilerin deyimi ile tam bir muhtariyeti
ifade etmekte ve gerekirse, kendi başına hareket ederek kendi geleceğini tam
bağımsız bir çizgide belirleyebilme yeteneğini de içermektedir. Özerklik
statüleri mutlak anlamda tam bağımsız olabileceği gibi, içinde bulunulan
durumlara göre değişen farklı yapılarda sınırlı ya da daraltılmış bir hareket
alanının da temsil edebilmektedir. Tam anlamıyla özerklik olabileceği gibi
yarım ya da kısıtlı özerklik hali durumları da hukuk belgeleriyle bir statü
olarak belirlenebilir.
Yasalar
ya da antlaşmalar aracılığı ile ortaya çıkarılmış olan özerk yapıların nasıl
yönetileceği ya da hangi alanlarda hareket serbestisine sahip olacağı, ülkeden
ülkeye değiştiği gibi var olan durumlara göre de farklılık göstermektedir. Bu
nedenle, kesin hatlarıyla belirlenmiş bir özerklik durumu ya da statüsü, daha
şimdiye kadar dünya devletleri ya da uluslararası kuruluşlar arasında gündeme
gelmemiştir. Bu nedenle dünyanın çeşitli ülkelerinde devletlerin ülke
koşullarına örgütlenmesi sırasında gerekli olan hareket serbestliğinin
sağlanabilmesi doğrultusunda özerklik statüleri ya kamu kurumları açısından
devlet bürokrasisi içerisinde, ya da ülke yönetimi açısından memleketin belirli
alanlarının özel yetkiler ile ya da farklı hukuki statülerde donatılmaları
çerçevesinde özerklik uygulamaları görülmektedir. Daha çok güçlü ve büyük
devletlerin çatısı altında gündeme gelen özerklik uygulamaları ya devlet
bürokrasisinin ağır işlemesine karşı bazı kamu kurumlarını daha aktif hale
getirmek için ya da merkezi devlete bağlı olan büyük toprakların geniş ülke
potansiyeli içerisinde daha farklı boyutlarda bir yönetime yönlendirilmeleri doğrultusunda
yeni uygulamaları denemek için ya da tamamen dış müdahaleler doğrultusunda ülke
topraklarının geleceğe dönük bir doğrultuda yeni devletlerin oluşturulması
amacıyla bölünebilmesini önceden sağlayacak elverişli bir ortamda yeni bir
yapılanmaya gidilmesi doğrultusunda özerklik uygulamalarının gündeme
getirildiği anlaşılmaktadır. Devlet merkezlerinin güç durumuna göre ülkeden
ülkeye değişen bu gibi durumlar için, kesin bir belirleme yapabilmenin son
derece zor olduğu bir dönüşüm döneminde özerklik durumları ya da statüleri ile
kesin bir belirleme yapabilmenin son derece zor olduğu açıktır. Bu nedenle hiç
kimse ya da kesimin kendi çıkarları doğrultusunda geliştirdiği yeni siyasal
yapılanma projelerini kamuoyuna saf özerklik projeleri olarak sunma hakkı
bulunmadığı gibi, her özerklik isteği ya da yaklaşımının çok farklı ve
konjonktürel nedenlere dayalı olduğu da dikkate alınmak durumundadır. Özerklik
adına proje geliştiren ya da açılım yapmak isteyen siyasal merkezlerin, son
derece kaypak ve değişken bir kavrama dayalı olarak kamuoyunu belirleyemeyeceklerini
de bilmeleri gerekmektedir.
Günümüzün
tartışmaları doğrultusunda özerklik kavramı, ya idari reform yapımı sırasında
kamu yönetiminin bazı kesimlerini merkezi idarenin yönetimi dışında
bırakabilmek için ya da büyük ve geniş ülkelere sahip olan devlet
yapılanmalarını küresel emperyalizmin istekleri doğrultusunda küçültebilmek
için belirli bölgeleri merkezi yönetimin kontrolü dışına çıkarabilmek amacıyla
gündeme getirilmektedir. Bölücü çevreler, çeyrek yüzyılı aşan bir zaman dilimi
içerisinde Kuzey Irak üzerinden hareket ederek, Türkiye’nin güneydoğusunu da
içine alacak düzeyde bir Büyük Kürdistan projesini hayata geçirebilmek palanını
devrede tutmaktadırlar. Bu palan doğrultusunda; küresel emperyalizmin
işbirlikçileri ile el ele vererek ve bu coğrafyada oluşturulmak istenen Büyük
Orta Doğu ya da Büyük İsrail projelerinin taşeronlarının desteğini de alarak, Türkiye
Cumhuriyeti ulus devletine zorla bir özerklik projesini dayatmaya
çalışmaktadırlar. Sanki ezilen halk kitlelerinin masum isteğiymiş gibi
kamuoyuna lanse edilen bu tür özerklik taleplerinin, doğrudan doğruya Türkiye
Cumhuriyeti’nin bölünmesi projesinin yeni bir adımıdır. Osmanlı İmparatorluğunu
yok eden Balkanizasyon projesinin özerklik görünümü altında Türkiye Cumhuriyeti’nin
tasfiyesinde de kullanılmak istendiği ve Anadolu üzerinden Anadolu ve Orta Doğu
ülkelerine getirilmek için çalışıldığı her geçen gün daha fazla ortaya çıkmaktadır.
Türk kamuoyu hala masum özerklik masallarıyla uyutulmaya çalışılmakta, daha
ileri bir demokrasiye geçiş için özerkliğin ön koşul olduğu, Türk ulusuna zorla
benimsetilmeye çalışılmaktadır. Güneydoğu üzerinden gündeme getirilen özerklik
taleplerinin, Türkiye’nin bütün bölgeleri için geçerli olacağı, aslında Misakı
Milli sınırlarının anlamını yitirdiği ve bu nedenle Lozan Antlaşmasının geride
kaldığı, yerine Sevr haritasının daha demokratik doğrultuda geçerli kılınması
gerektiği, destekleyici düşünceler olarak kamuoyuna yansıtılmaktadır. Bu
doğrultuda; bölücü, işbirlikçi ve mandacı çevrelerin sürekli olarak özerklik
şarkıları söyledikleri görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin geçmişten gelen
bin yıllık devlet geleneğini ve birikimini görmekten aciz kalan bu art niyetli
kesimlerin, gizli projelerini örtbas etmek için özerklik türkülerini söylemeye
devam etmeleri, bütün çabalara rağmen etkili olamamış ve istedikleri gibi
Misakı Milli sınırları içerisindeki üniter devlet yapısını parçalayamamışlardır.
Dünyanın
merkezi alanına hükmetmek isteyen Amerikan emperyalizmi, Büyük Orta Doğu
projesi görünümünde eski Osmanlı ülkelerini tamamen paramparça etmeye
yönelirken, iki bin yıllık bir rüyanın sonucunda kurulmuş olan İsrail devleti
de bölgede tutunabilmek için, Büyük İsrail projesi ile bölge devletlerini tıpkı
Amerikan eyaletleri gibi küçülterek, Kudüs merkezli Siyonist imparatorluğa
bağlayabilmenin çabası içine girmiştir. Osmanlı alanı bütünüyle hedef alınırken,
Osmanlı devletinin merkezi topraklarında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti baş
hedef olarak seçilmiştir. Ne var ki, soğuk savaş dönemi sırasında geliştirilmiş
olan müttefiklik ilişkileri doğrultusunda Türkiye içeriden örtülü işgal
metotları ile ele geçirildiği için demokrasi görünümlü siyasal senaryolar ile bölgesel
hegemonya ve federasyon projeleri Türkiye’ye savaş dışı yollarla zorla
benimsetilmeye çalışılmaktadır. Irak, Suriye, Libya ve İran gibi batı
sisteminin dışındaki ülkelere açık saldırı ve işgal yöntemleri ile bölücü
senaryolar getirilmeye çalışılırken Türkiye’de demokrasi açıkça bölücü ve
dağıtıcı senaryolar için uygulama alanına dönüştürülmektedir. Bu durumda
özerklik isteklerinin doğrudan Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal ve üniter
yapısına ters düştüğü ve özerkli üzerinden eyaletler oluşturmak ve sonraki
aşamada bölgesel bir federasyona yönelmek isteyen bölücü, işbirlikçi ve mandacı
çevrelerin özerklik talepleri ile federasyon kapısını açmaya çaba gösterdikleri
artık inkâr edilemeyecek bir doğrultuda belli olmuştur. Eyaletler üzerinden federasyona
yönelmek isteyenler son zamanlarda bir araya gelerek yeni bir anayasa üzerinden
özerklik yapılanmasını ve bölgesel otonom yönetim statüsünün tanınmasını amaçladıkları
görülmektedir. Türk devletinin ulusal ve üniter modeline açıkça aykırı düşen bu
tür talepler, Erzurum ve Sivas Kongreleri sırasında Anadolu halkının Misakı
Milli sınırları içerisinde birlikte ve beraberce ortak bir siyasal düzen
içerisinde yaşamak konusunda almış oldukları kararlara da ters düşmektedir.
Devletin kurucu iradesini temsil eden Erzurum ve Sivas Kongresi kararlarına doğrudan
ters düşen özerklik taleplerinin ve eyalet oluşturma projelerinin, Türk
devletini var eden ulusal kamu hukuku açısından kabul edilmesi hiçbir biçimde
mümkün değildir. Kendi devlet projeleri uğruna; Türkiye Cumhuriyeti Devletini
ortadan kaldırmak isteyenler ya da ulusal ve üniter devlet yapılanmasına karşı alt
kimliklere dayalı etnik eyaletler oluşturarak, çok uluslu bir federasyon
peşinde koşanlar, Türkiye Cumhuriyeti devletini var eden Erzurum ve Sivas
Kongreleri benzeri milli kongreler toplamadan ve Anadolu halkının, özerklik
istenen bölgelerinde oturan kesimlerinin halk oylamaları ile onayları alınmadan
hiçbir kişi ya da makam Türk devletinin Kuva-yı Milliye’den ve kurucu milli
iradeden gelen devlet modelini bozma hakkına sahip değildir.
Türkiye Cumhuriyeti’ni yok edecek kadar
tehlikeli özerklik isteklerinin masumiyet görünümünün en büyük dayanağı olan
Avrupa Birliği sürecinin ortaya koymuş olduğu Avrupa Yerel Yönetimler
Özerklik Şartının bütünüyle masaya yatırılarak, her maddesinin Türk Devletinin
ulusal üniter ve merkezi modeli açısından ele alınarak tartışılmasında, ulusal yarar
vardır. Bu tür tartışmalar yapılmadan ve özerklik ile ilgili her konu bütün
açıklığı ile ve dünyadaki değişik uygulamalarıyla siyasal gündeme getirilmeden,
var olan devlet modelinin değiştirilmesi Türkiye’nin yıkılmasına giden yolu
açabilecektir. Avrupa Birliği süreci ve Türkiye’nin tam üye olma hayalleri bu
doğrultuda Türkiye’de yeni bir Yugoslavya dağılma modelinin devreye
sokulabilmesi için kullanılmış ama çeyrek yüzyıllık bir zaman diliminde sonuç
alınamayınca, terör destekli bölücü hareket Türk devletine dış destekler
aracılığı ile özerklik statüsünün tanınması isteğini dayatmıştır. Avrupa
Birliği üzerinden, Türkiye’ye özerklik statüsü dayatılırken, Avrupa Yerel Yönetimler
Özerklik Şartı hukuki bir belge olarak öne çıkarılmakta ve böylece bölücü
özerklik projesine masum ve meşru bir görünüm kazandırılmak istenmektedir. Orta
Çağ döneminde olduğu gibi yeniden bütün Avrupa kıtasını beş yüz kent devletine
dönüştürme projesinin yasal belgesi olarak hazırlanmış olan bu Avrupa Yerel
Yönetimler Özerklik Şartının ana hedefi kentler ile başkentler arasındaki
bağları koparmak ve böylece, başkent merkezli ulus devletleri ortadan
kaldırarak, kentleri geleceğin küçük devletleri olarak dönüştürmek gibi bir
ütopik proje devreye sokulmak istenmektedir. Aydınlanma öncesinde Ortaçağ
dönemini kent devletleri ile geçiren Avrupa kıtasının, ulus devletleri geride
bırakarak bütünleşebilmesi için Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı kabul
edilmiş ve Avrupa Birliği üyesi olan bütün ulus devletlere birlik yönetimi ile
küreselci güçler tarafından dayatılmıştır. Küresel sermaye kendisinin
merkezinde yer alacağı bir evrensel imparatorluğu oluşturabilmek üzere ulus
devletlere savaş açarken, kentler üzerinden yerelleşme dönemini başlatmış ve
bütün kentlerin içinde bulundukları ulus devletlerden bağımsız olarak dışa
açılmaları sağlanmış ve böylece özerklik statüsü, başkentlerin by-pass
edilmesinde açıkça kullanılmaya çalışılmıştır. Ulus devletler ayakta kaldıkça
ve bunların başkentleri güçlü merkezi konumlarını korudukça, ulus devletlerarası
rekabet ve çekişmenin önlenemeyeceğini, kıtasal birlik ya da bölgesel
federasyonlara gidilemeyeceğini düşünen küreselci güçler, ulus devletler ile
bütün ulusal yapıları devre dışı bırakabilmek için kentleri bir çıkış noktası
olarak görmüşlerdir. Devletlerin merkezi yönetimlerinin tasfiyesi sırasında
yerel yönetimler, yerelleşme ve kentleşme ya da kentsel dönüşüm adı altında
yeni programları devreye sokarak geleceğin eyalet devletlerinin önünü açmaya ve
daha sonra da bu eyaletlerin bölgesel federasyonlar çatısı altında
birleştirileceği yeni bir yapılanma süreci ile küreselleşme sürecini
tamamlamayı düşünmüşlerdir. Ulus devletlerin geride bırakılabilmesi ve ulus
devletler döneminin bitirilmesi için, kentler üzerinden küçük bölgelerin
özerkliği istenmiş ve böylece eyalet devletçiklerin oluşturulması ile ulus
devletlerden federasyonlara geçişin sağlanabileceği düşünülmüştür. Avrupa’nın
ulus devletleri bu küresel zorlamaya karşı, tıpkı Kopenhag Kriterlerinde olduğu
gibi, yerel yönetimler özerklik şartını görünüşte imzalamışlar ama kendi
parlamentolarından geçirerek yasal bir statü tanımadıkları için, Avrupa Yerel
Yönetimler Özerklik Şartı başta Avrupa Birliği üyesi olan ulus devletler
tarafından uygulamaya geçirilmemiştir. Avrupalılar kendi uygulamadıkları bir
antlaşmayı, Yugoslavya gibi bir dağılma modelini Türkiye’de hayata geçirebilmek
için güneydoğu üzerinden Türk devletine zorla dayatarak açıkça çifte standart
uygulamışlardır. Emperyalizme hevesli ve alışkan olan Avrupa Devletlerinin, ABD
ve İsrail ile bir araya gelerek Türkiye’ye güneydoğu üzerinden yerel yönetimler
özerklik şartını dayatmaları tam bir samimiyetsizlik ve kötü niyet örneği
olarak, emperyalizmin ve Siyonizm’in kara tarihindeki yerini almıştır.
Kendileri için düşünmedikleri özerklik yolu ile dağılma projesini Türkiye gibi
kendilerinden saymadıkları ülkelere baskı ile uygulatmaya çalışmaları emperyalizmin
devam ettiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı incelendiğinde; yirmi civarında maddeden oluştuğu, 15 Ekim 1985 tarihinde imzaya açıldığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ise Avrupa Birliğine uyum paketleri çerçevesinde bu şartnameyi 21 Kasım 1988 tarihinde imzaladığı görülmektedir. Avrupa Konseyi üyesi olan devletlerin imzaladığı bu anlaşmanın ön sözünde yerel makamların demokratik rejimlerin temeli olduğu belirtilmiştir. Vatandaşların kamu işlerine katılmalarının hedeflendiğinin belirtildiği bu anlaşmanın girişinde katılma hakkının en üst düzeyde ancak yerel düzeyde mümkün olabileceği belirtilmiştir. Ayrıca ademi merkeziyetçi bir Avrupa’nın yaratılmasının hedeflendiği belirtilerek, kamu yönetiminde yetki kullanımında ve sorumlulukların yerine getirilmesi sırasında yerel otoritelere öncelik verileceği belirtilmiştir. Özerk yerel yönetimlerin var olan devletler tarafından tanınmalarının anayasa yolu ile olacağı ve bu doğrultuda yeni anayasal yapılanmalara gidileceği açıkça belirtilmiştir. Özerk yerel yönetimlere kamu işlerinin önemli bir bölümünün aktarılması gerektiği, yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda hareket edebilecekleri bir yeni yapılanmanın kurulması gerektiği açıkça maddelerde belirtilerek, merkezi yönetime bir alternatif olarak yerel yönetimlerin bir anlamda yerel devletlere dönüştürüleceği ortaya konulmuştur. Yerel yönetimlerin kendini yönetme hakkının serbest seçimler yolu ile oluşturulacak meclisler aracılığı ile kullanılacağı ve bir anlamda yerel yönetim meclislerinin merkezi parlamentoların yerine alarak yerel yasama organı gibi çalışabilecekleri gene maddelerde dile getirilmiştir. Vatandaşların yönetime doğrudan katılımlarının sağlanabilmesi için yerel meclislere öncelik tanınası ilke olarak kabul edilmiştir. Yerel yönetimlerin temel yetki ve sorumluluklarının anayasa ve yasalar ile belirlenmesi ve yerel yönetimlere belirle alanlarda yetkilerin aktarılmasıyla beraber özerklik alanının genişletilmesi de gene prensip olarak antlaşma hükümleri içinde yer almıştır. Yerel yönetimlere ayrıca yasal boşluk durumlarında da takdir hakkı tanınarak otonom hareket etme hakkı resmen tanınmıştır. Yerel yönetimlere tanınan yetkilerin kullanılması sırasında diğer kamu makamları ya da otoritelerinin karışma, müdahale ya da denetim gibi haklarının bulunmadığı açıkça belirtilerek yerel yönetimlerin özerkliği daha da mutlaklaştırılmak istenmiştir. Hiçbir biçimde yerel yönetimlere tanınmış olan yetkilerin sınırlanamayacağı ya da kullanılmasının önlenemeyeceği gene bir güvence şartı olarak bu antlaşmada yer almıştır. Tanınmış olan yetkilerin yerel koşullara uygun olarak kullanılması konusunda yerel yönetimlere takdir hakkı ayrıca verilmiştir. Merkezi yönetimin karar alma ve planlama yapma alanlarında yetki kullanması durumunda gene yerel yönetimlere öncelik alınmış yerel yönetimlerin görüş ve önerileri alınmadan planlama yapılamayacağı ifade edilmiştir. Yerel yönetimlerin sınırlarının o bölgedeki halka danışılmadan sınırlarının değiştirilemeyeceği gene ayrı bir madde olarak özerklik şartında yer almıştır.
Yerel yönetimlerin kendi iç örgütlenmesini serbestçe yapabilmesi, yerel gereksinmeler doğrultusunda örgütlenmelere gitmesi gene ayrı maddeler ile güvence altına alınmıştır. Yerel yönetimlerin en üst düzeyde örgütlenebilmesi için gerekli olan yetenekli ve başarılı personelin istihdam etme olanakları resmen tanınmış ve böylece; devletin genel personel rejimi dışında bir yapılanma yerel devletleşme olgusuna tanınmıştır. Yerel yönetimlerin gerekli gördüğü işleri ve projeleri yürütebilmesi için gerekli olan maddi kaynaklara sahip olabileceği gene bu antlaşma hükümleri doğrultusunda tanınmıştır. Anayasal çerçeve dışında ve yasal olmayan durumlarda yerel yönetimlerin baskı ya da denetim altına alınamayacakları şartnamede yer almıştır. Yerel yönetimlerin idari denetimleri gene ayrı bir madde ile denetimin amacı dışına çıkamayacağı biçiminde formüle edilerek, yerel yönetimin özerk yapısı korunmaya çalışılmıştır. İdari yönden yerel yönetimlere kendilerine benzer durumda olan diğer yerel yönetimler ile bir araya gelme ve üst birlikler ya da bölgesel birlikler oluşturma hakkı ve yetkisi gene bu şartname ile tanınarak, yerel yönetimlerin zaman içerisinde bölgesel eyalet devletlerine dönüşebilmesinin önü açık tutulmak istenmiştir. Her yerel yönetimin gücünü aşan projelerde kendi bölgesindeki komşu diğer yerel yönetimler ile iş birliği yapabileceği dile getirilmiş ve böylece yerel yönetimlerin gücünün yetmediği noktada yeniden merkezi yönetime yönelmesinin önü kesilmeye çalışılmıştır. Ayrıca yerel yönetimlere başka ülkelerin yerel yönetimleriyle ilişki kurma hakkı tanınarak, uluslararası hukuk açısından yerel yönetimlerin yerel devletler olarak hareket edebilmelerinin de önü açık tutulmaya çalışılmıştır. Böylece kentlerin ve özerk yerel yönetimlerin başkentleri aşarak ulus devletin sınırları dışına çıkması ve bunların yerel devletler konumunda dışa açılmalarıyla ulus devletleri aşındırabilmelerine de açıkça destek verilmiştir. Uluslararası birliklere üye olma ve bu tür projelere katılma hakkının yerel yönetimlere tanınması geleceğin eyalet ve kent devletleri oluşumunun önünü açmakta ve ulus devletlerin dağılmasına giden yolu açarak bunların tıpkı Yugoslavya örneğinde olduğu gibi zaman içerisinde dağılmalarını kolaylaştırmaktadır. Uluslararası kuruluşlar ile serbestçe ilişki kuracak yerel yönetimlerin özerkliği bu nedenle bir anlamda ulus devletlerin bağımsızlığı gibi otonom ve tam anlamıyla özerk bir yapılanmanın önünü açmaktadır.
Avrupa
Yerel Yönetimler Özerklik Şartının, ulus devletler açısından en tehlikeli bölümü;
yerel yönetimlere mali özerklik tanıyan ilgili maddesidir. Bu madde, yerel
yönetimlere tıpkı devletler gibi serbestçe kullanabilecekleri yeterli mali
kaynaklar sağlanmasını amir bir hüküm olarak gündeme getirmektedir. Yerel
yönetimlere mali kaynak yaratılabilmesi için bunlara tıpkı merkezi ulus
devletlerde olduğu gibi yerel vergi ve harç koyma yetkisi verilmekte, yerel
yönetimlere sağlanacak yerel kaynakların gereksinmeler doğrultusunda
kullanılabilmesi için esneklik tanınmaktadır. Zayıf kalan yerel yönetimlerin
korunması ve gereksinmelerinin karşılanabilmesi açısından esnek uygulamalar
yolu ile ek kaynaklar yaratılabileceği gene ilgili mali özerklik maddesinde
dile getirilmiştir. Merkezi yönetimin mali tahsislerde yerel yönetimlerin
isteklerine öncelik tanıyacağı da ayrı bir hüküm ile ifade edilmiştir. Yerel
makamlara sınırsız hibe ve tahsislerin yapılabileceği, bunların herhangi bir
koşula bağlanmayacağı, sermaye piyasasına yerel yönetimlerin girerek kendi
bölgelerine sermaye yatırımlarının aktarılabilmesi için çalışmalarının mümkün
olacağı da gene mali özerklik ile ilgili maddede açıkça ifade edilmiştir. Özerk
yerel yönetimlerin kendilerini koruma hakkı olduğu ve bu doğrultuda yargı yolu
ile her türlü dava yoluna giderek çıkarlarını koruyabileceği yasal koruma ile
ilgili ayrı bir maddede belirtilmiştir. Antlaşmanın son hükümlerinde bu
şartnamenin yürütülmesi ile ilgili olarak Avrupa Konseyi genel sekreterliğinin
yetkili olduğu, taraf olan devletlerin isteklerini bu makama iletebilecekleri, antlaşmanın
yürütülmesiyle ilgili olarak gene bu makamın yetkili olduğu belirtilmiştir.
Ayrıca üye devletleri tehdit eden bu antlaşma hükümlerine karşılık taraf olan
devletlerin antlaşmanın geçerli olacağı bölge ve toprak alanlarını belirleme
yetkisi bir tampon mekanizma olarak tanınmıştır. Bütün antlaşmalarda olduğu
gibi, şartnameye taraf olan devletlere bu antlaşmadan çekilme hakkı da
tanınmıştır. Özellikle Türkiye gibi Avrupa Birliğine üye olamayan ülkeler
açısından, Avrupa Birliği Özerklik Şartının bağlayıcılığı ciddi bir tartışma
konusudur. Bir hukuk devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit üye olarak
içene alınmadığı Avrupa Birliği sürecinde bu birliğin kıtasal oluşum antlaşması
olarak yerel yönetimler özerklik şartının Türkiye açısından geçerli olmadığı öne
sürülebilecektir. Avrupa kıtasının birliği için yapılan bir uluslararası
antlaşmaya Türkiye’nin birlik dışında bırakılmış bir ülke olarak bağlı kalması hukuken
sakınca yaratmakta ve Türk devletinin kurucu iradeden gelen, merkezi-ulusal-üniter
devlet modelini tehdit etmektedir.
Özerklik
statüsü ve uygulamaları açısından en yasal belge olarak ortaya konan Avrupa
Yerel Yönetimler Özerklik Şartının açıkça ulusal-üniter-merkezi devlet
yapılarının ortadan kaldırılmasını hedeflediği şimdiye kadarki uygulamalardan
anlaşıldığına göre; Avrupa Birliği dışında bırakılan Türkiye Cumhuriyeti
açısından bağlayıcılığı kalmamıştır. Türk Devleti isterse söz konusu
antlaşmanın ilgili son hükümlerinden yararlanarak bu özerklik şartına taraf
olma konumundan vazgeçebilir. Kuzey Irak bölgesindeki kukla devlet benzeri bir
yapılanmayı Türkiye’nin güneydoğusunda gündeme getirerek, Türkiye Cumhuriyeti’ni
yeniden Sevr Antlaşmasına mahkûm etmek isteyen emperyal ve işbirlikçi bölücü
çevrelerin, özerklik görünümlü eyalet devleti oluşturma planlarına Türk
devletinin olumlu bakması mümkün değildir. Her devlet gibi Türkiye Cumhuriyeti
devleti de ulusal-üniter-merkezi devlet modelini esas alarak kendi yapısını
koruyacaktır. Bu nedenle, Avrupa devletlerinin göstermelik olarak imzaladıkları
ama sıra kendilerine geldiği zaman kesinlikle uygulamadıkları Avrupa Yerel
Yönetimler Özerklik Şartının uygulamaya geçirilmesini, dost ve müttefik
görünümlü düşmanların Türkiye’den beklemeleri gerçeklere ters düşmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti, Yugoslavya gibi sonradan oluşturulan bir federasyon değil,
bin yıllık imparatorluk devlet yapılanmasından gelen merkezi-ulusal-üniter bir
devlet yapılanmasına dayanan güçlü bir devlettir. Avrupa Birliği hayalleri ve eşit
ve ortak üyelik vaatleriyle bir yerlere gidilemeyeceği yarım yüzyılı geçen bir
zaman dilimi içinde artık iyice belli olmuştur. Türkiye üzerinde baskı kuran
emperyalist güçler de Atatürk’ün çağdaş ulus devletini bölmek isteyen bölücüler
de artık bu gerçeği görerek merkezi bir ulusal ve üniter devlet olan Türkiye
Cumhuriyeti’nin etrafında kenetlenmeleri gerekmektedir. Yarım yüzyıldır
yıkamadıkları bu devletin merkezi coğrafyadaki en önemli güç merkezi olduğu artık
iyice ortaya çıkmıştır. Kimse bu gerçeği görmezden gelerek kendini aldatmasın
ve Türk devletinin de Yugoslavya benzeri özerklik masalları ile uyutularak
tasfiye edileceği umutlarına kapılmasın. Dünya devlerine karşı verilen bir
ulusal kurtuluş savaşı ile ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti gerekirse Türk
halkının vereceği yeni bir ulusal kurtuluş mücadelesi ile yoluna devam edebilecektir.
Özerklik kavramının bölünme, parçalanma ve dağılma anlamına geldiği artık
kesinleşmiştir. Bu durumda, Türkiye’nin ulus devletten eyalet devletçiklerine
kaydırma projesi olan özerklik oyununa gelmeyeceği açıktır. Özerklik olmaz ama toplumsal
gereksinmeler doğrultusunda, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve bazı
alanlarda yetkilerinin genişletilmesi, ulusal-üniter-merkezi yapıyı bozmayacak
düzeyde yeni yasal düzenlemeler yolu ile sağlanabilir. Yerel yönetimlerin
farklı bir statüde anayasada yer alması da ulusal-üniter-merkezi yapının
korunabilmesi açısından sakıncalar yaratabilir. Bu nedenle, yerel yönetimlerin
güçlendirilmesi ve ihtiyaç duyulan bazı alanlarda yetkilerinin genişletilmesi
yasal düzenlemeler çerçevesinde yapılmalıdır. Özerklik olmayacak ama yerel
yönetimlerin yetkilerinin artırılması yolu ile güçlendirilmesi ülkenin
gereksinmeleri doğrultusunda sağlanacaktır. Bu nedenle mandacı, işbirlikçi ve
bölücüler korosunun özerklik şarkılarına artık bir son vermeleri gerekmektedir.
HEY TAT
YanıtlaSilKONU BU DERECE Mİ AZ ÖNEMLİ MAALESEF PAYLAŞACAK TARTIŞABİLECEKKİŞİ SAYISI O DERECE AZ Kİ ADETA YOK
ESEF ETMEKTEN ÖEYE VARLIK GÖSTEREBİLMEK MÜMKÜN OLAMIYOR
"Kendi devlet projeleri uğruna; Türkiye Cumhuriyeti Devletini ortadan kaldırmak isteyenler ya da ulusal ve üniter devlet yapılanmasına karşı alt kimliklere dayalı etnik eyaletler oluşturarak, çok uluslu bir federasyon peşinde koşanlar, Türkiye Cumhuriyeti devletini var eden Erzurum ve Sivas Kongreleri benzeri milli kongreler toplamadan ve Anadolu halkının, özerklik istenen bölgelerinde oturan kesimlerinin halk oylamaları ile onayları alınmadan hiçbir kişi ya da makam Türk devletinin Kuva-yı Milliye’den ve kurucu milli iradeden gelen devlet modelini bozma hakkına sahip değildir."
YanıtlaSilAnıl Bilgem, coğrafyada bulunan halkları yıllardır, bu nokta için hazırlıyorlar. O yörenin oyuna sunulursa, kaybederiz. Tüm halkı taban hareketiyle ve gerçek milli eğitim rabıtalarıyla, eğitmeli ve hazır tutmalıyız, öyle değil mi?