ANKARA KALESİ
TARİHTE TÜRK – MACAR YAKINLIĞI
TÜRKİYE ve Macaristan bugünün dünya haritası üzerinde yer almakta olan iki ayrı devlettir Üzerinde kurulu bulundukları toprakları uluslararası geçerli hukuk kurallarına dayanarak kendi ülkeleri olarak ilan eden bu iki ulus devlet, dünya karalarının orta alanlarında kurulmuş ve Birinci Dünya savaşı sonrasında çizilmiş olan yeryüzü haritalarında son derece önemli merkezi konumlara sahip bulunan Türkiye ve Macaristan, bugünün koşullarında yeni bir dünya düzeni oluşturma hazırlıkları devam edip giderken, var olan uluslararası sınırlar tartışılmaya başlandığı yeni aşamada Avrupa’da Macar devleti, Avrasya’da ise Türkiye Cumhuriyeti var olup olmama çizgilerinde önemli tartışmaların içinde yer almaktadırlar. İki ayrı kıtanın ortalarında yer alan bu iki ülke, barındırdıkları ulusal toplumları ile her devlet gibi kendi yoluna devam etmek istemekte ama dünya devletlerinin sınırları ile oynayarak eskisinden çok farklı yeni siyasal düzenler oluşturma peşinde koşmakta olan zengin ve güçlü toplum kesimleri, kendilerinin merkezinde ve başında olabileceği yeni devlet modelleri ortaya çıkarmaya hazırlanırken, eski devletlerin hedef alındığı aşamalar da sınırlarla oynayarak, eski sınırları bir yana bırakırken, egemen güçlerin yeni çıkarları doğrultusunda planlanan yeni devlet yapılanmaları çizgisinde, eskisinden çok farklı bir görünümde yeni sınırlarla çevrilmiş yepyeni siyasal düzenler kısa zaman dilimi içinde kurulmaktadır. Yeni dünya düzenleri hazırlıkları tamamlanırken yeryüzünde yer alan büyük kıtaların hemen hemen hepsinde ortaya çıkan yeni dengeler çerçevesinde, eskisinden çok farklı yeni yapılanmalara doğru gidildiği anlaşılmakta ve bu nedenle harita üzerinde bulunan devletlerin jeopolitik yapılarında meydana gelen yeniliklerin jeo-stratejik değişim planları olarak egemen güçler tarafından dünya halklarına kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Böylesine değişken bir yapılanma içinde ortaya çıktıkları zaman çok farklı olan devlet yapılanmalarının, bugünün değişen koşullarında eskisi gibi kalamayacakları ve bu nedenle yeni dönemin esen rüzgarları çerçevesinde eskisinden çok farklı bir yeni düzenlemeler doğrultusunda gidip gelerek, yeni dönemin eskisinden çok farklı yapılanması içinde gelecekteki yerlerini belirlemeye çalıştıkları göze çarpmaktadır.
Yeryüzü
haritalarından yer alan bugünkü devletlerin durumları incelendiği zaman,
hepsinin tarihin derinliklerinden gelen özelliklere sahip oldukları,
devletlerinin bugünkü topraklarının yaşanan çeşitli olaylar ve gelişmeler
sonucunda ülke vasfı kazandıkları görülebilmektedir. Devletlerin yapıları nüfus
çoğunluğuna, üzerinde oturulan ülke topraklarının coğrafi koşullarına ve içinde
bulunulan bölgenin farklı özellikleri dikkate alınmasıyla belirlenerek geleceğe
dönük kalıcı bir siyasal model gündeme getirilmektedir. Tarihin dönüm
noktasında var olan kavimlerin nüfus özelliklerine göre yeni dünya haritaları
çizilirken, devletlerin ismi, modeli, ülkesi ve coğrafi bütünlükleri kuruluş
sırasındaki kurucu önderliğin ya da güç merkezinin sahip olduğu kimlikler üzerinden sahip olunan
gücün ortaya çıkardığı bir egemenlik yapılanması öne çıkarak, yeni oluşmakta
olan devletlerin iskeletini ve kendine
has özelliklerini, uzun süren bir tarihsel süreç içinde bütün devletler
nasıl ortaya çıkarıyorlarsa ,benzeri bir
süreç içinde Macaristan ve Türkiye Cumhuriyetleri de, belirli aşamalardan
geçerek, ulus devletler çağına girilirken kendi ulusal yapılarına sahip çıkan
ve bu doğrultuda kimlik ile yapılanma özellikleri kazanan devletler olarak
tarih sahnesine çıkmışlardır. Her iki ulus uluslaşma sürecinin bir sonucu
olarak ortaya çıkarlarken, tarihsel bir gerçek olarak kendi ulus devletlerine
sahip olmuşlardır.
Bugünün
dünyasında bir orta Avrupa devleti olarak var olan Macaristan daha önceleri
başka devlet modellerinden geçerek bugünlere kadar gelmiştir. Uzun süren bir
tarihsel kişilik içinden gelmenin getirdiği avantajlar ile Hazar devletinin
içinden çıkan kollar üzerinden önceleri Hazar denizi kıyılarında Macarlar kendi devletlerini kurmaya
çalışmışlar ama bu bölgenin kavimler göçü ve benzeri göç dalgaları aracılığı
sürekli bir biçimde sallanarak dünyanın ortalarında bir istikrarsızlık bölgesi
haline dönüşmesi yüzünden, Volga kıyılarındaki Hazar devletinin dağılarak bir devlet için hiç istenmeyen
bir yıkılma sonucu ile karşılaştığı
görülmektedir. Macarlar önceleri diğer Hazar kolları ile birlikte önceleri
Avrasya alanında, daha sonraları da batıya doğru geliştirilen göç yollarından
geçerek, doğudan batıya yönelen bir ülke değiştirme sürecini, uzun süreli bir
göç hareketliliği içinde yaşamış Hazar devletinin doğu kıyılarında yer alan
Volga ırmağının kıyılarından kalkıp gelip orta Avrupa bölgesinin merkezi ırmağı
olan Tuna nehri kıyılarında durarak bu noktada geldikleri topraklara
yerleşmişlerdir. Dünyada Asya dönemi geride kalırken, yeni başlamakta olan
Avrupa dönemine uygun bir tutum olarak Macar orduları bütün Tuna nehri
kıyılarını ele geçirerek, Avrupa ortalarından Adriyatik kıyılarında yer alan
güney Avrupa topraklarına kadar bir büyük imparatorluk oluşturmak için çaba
göstermişlerdir. Merkezdeki Buda ve Peşte şehirleri Budapeşte olarak
birleşirken, Macar hegemonyası orta ve güney Avrupa topraklarının bir merkezi
devlet kontrolü altında birleşmelerine giden yolu açmıştır. Roma
İmparatorluğunun çöküşü sonrasında doğu Avrupa da ciddi bir siyasal boşluk
gündeme gelince, Avrupa’nın kuzey kıyısındaki Tuna nehrinden başlayarak egemenlik
düzeni kurabilmek amacıyla bölgeye yayılan Macar devleti ve orduları, Adriyatik
denizine kadar inerek Roma imparatorluğu sonrasında bir doğu Avrupa
İmparatorluğu kurabilmeye çaba göstermiştir. Hazar göçlerinin devam etmesi,
Polonya, Romanya, Letonya, Estonya, Litvanya ve Bulgarya gibi devletlerin doğu Avrupa bölgesinde tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte, kurulmakta olan Macar
krallığının toprakları bölünmüş ve diğer Hazar boylarının da tıpkı Macarlar
gibi orta Asya steplerinden gelerek doğu Avrupa toprakları üzerine yerleşerek
kendi devletlerini kurmak için çalışmaları sonucunda, bölgeye daha önce gelmiş
olan Macarlar ile diğer Hazar kabile devletleri arasındaki çekişme ve
çatışmalar uzun sürmüştür.
Orta
çağ döneminde Asya bölgesinden başlayan göçlerin daha sonraki aşamalarda Avrupa
kıtasına doğru yayılması ve sürekli olarak bu tür göçler nedeniyle bir türlü
istikrar sağlanamayan Hazar topraklarında daha sonraki aşamalarda Kiev
bölgesinde tarih sahnesine çıkan Rus asıllı halklar kısa zamanda üreyerek eski
Hazar topraklarında siyasal hegemonya kurmuşlardır. Hazar devletinin çöküşe
geçmesiyle birlikte eski Hazar boyları başlattıkları göç hareketlerini doğu
Avrupa bölgelerine yönelik olarak Bizans topraklarına doğru hareket etmeyi
sürdürmüşlerdir. Bu tür göçlerin giderek artması yüzünden, Avrupa kıtasının
kuzey bölgelerinde nüfus giderek artarken orta Avrupa bölgesine daha önce
gelerek yerleşmiş olan Macarlar, merkezi Avrupa’da kurmuş oldukları devleti
güneye ve eski Roma topraklarına doğru genişleterek yeni gelen göç dalgaları
karşısında yıkılmamak üzere doğu Avrupa hegemonyasını daha da güçlendirerek
bölgeye egemen olabilmenin çabası içinde hareket etmişlerdir. Hazar boyları
Avrupa kıtasının kuzeyine ve doğusuna doğru yürürken, Macarlar ile orta
Avrupa’ya gelen bazı Türk boyları da Balkan yarımadası üzerinden eski Osmanlı
toprakları olarak kabul edilen doğu Avrupa bölgesinde yer alan Türk göçmenlerin
doğu ve güney yönleri çizgilerinde genişlemeyi sürdürmüşlerdir. Hazar kökenli
Macar boyları ile orta Asya kökenli
başka Türk toplulukları, Kafkasya üzerinden Anadolu ve bu merkezi yarımadayı çevreleyen
merkezi alan toprakları da doğudan batıya doğru göçlerin devam etmesiyle
birlikte, kuzey Avrupa’da Hazar kökenli topluluklar ile, doğu Avrupa’da da orta
Asya kökenli Türk boylarının birbirini izleyerek yerleştikleri ve bu doğrultuda
yeni ortaya çıkan halk topluluklarıyla birlikte ortak bir yeni siyasal
yapılanmayı siyasal dayanışma içinde gerçekleştirerek, orta çağ sonrasında
Avrupa kıtasının biçimlenmesinde Türkiye
ve Macaristan yeni siyasal yapılanmalarla ortak bir çizgide yönlendirici
olmuşlardır. Bugün kuzey Avrupa’da Hazar boyları üzerinden Macarlar, doğu
Avrupa da ise Osmanlı uzantısı Türk topluluklar üzerinden de tarihin uluslaşma olgusu
Türk boyları ile öne geçmiştir.
Türklerin yoğun
olarak yaşadıkları Orta ve Kuzey Asya bölgelerinden başlayan göçler aracılığı
ile Macarlar Başkürdistan topraklarından harekete geçerek Rus ve Bizans
topraklarını aşıp geçerek Hazar coğrafyasının iki sınır ırmağı olan Volga’dan
Tuna nehri kıyılarına taşınmışlardır. Macarların tarih sahnesine çıkışlarında
Roma ve Bizans imparatorluklarındaki gerilemenin çok büyük rolü olmuştur.
Özellikle merkezi coğrafyanın kontrol altına alınmasında Macarların göçleri
Balkan yarımadasına dönük olarak etkili olmuş ve daha sonraki aşamalarda
Macarlar orta Avrupa’nın en önemli merkezine gelerek bir Asya toplumu
hegemonyasını bu bölgelerde geçerli kılmışlardır. Tarihteki Türk devletleri
Asya ve Avrupa toprakları üzerinde Türk asıllı kavimler tarafından
oluşturulurken, Macarlar da Türk topraklarından çıkıp gelerek yeni bir merkezi
coğrafya hegemonyasını bütün dünyaya karşı çıkartırken aslında Türklerin egemen
oldukları bu topraklar üzerinde bu kez bir başka Türk kavmi olan Macarlar
tarihsel süreç içinde öne çıkmışlardır .Macarlar Avrupa kıtasına gelirken deniz
kenarı ya da okyanusa açılan bölgelerde yayılmamışlar ve bu nedenle de denizci bir devlet olamamışlar, orta Avrupa
bölgesinin önde gelen kara gücü olarak bütün kıtayı ele geçirebilmenin
arayışları içinde hareket etmişlerdir. Tuna
nehrinin tam ortasında egemenlik ilan ederken, Macarlar doğu Avrupa’ya doğru
açılarak bu bölge üzerinden Adriyatik kıyılarına ulaşmaya çalışmışlar ama daha
sonraki gelişmeler doğrultusunda Osmanlı imparatorluğu ile karşı karşıya
kalınca duraklayarak kuzeye doğru geri çekilmişlerdir .Kuzeye çekilen bir
Avrupa devleti olarak Macarlar doğu bölgesindeki Türk toprakları ile kuzey topraklarında uzanıp giden Rusya’nın
çok geniş alanlara yayılmış olan ülkesi gerçeği ile yeniden karşı karşıya
kalmışlardır. Zamanla orta Avrupa’da ortaya çıkan Bohemya, Bavyera ve Polonya
gibi devletlerin tarih sahnesine çıkarak Macaristan devleti için bölgesel
rakipler haline gelmeleri sonrasında Macaristan, yeni komşularıyla savaşarak
ayakta kalabilmenin arayışı içine girmiştir.
Avrupa’da
giderek yayılan Hristiyanlık dini yeni dönemde İslamiyet ile karşı karşıya
kalınca Roma imparatorluğu sonrasında Doğu Avrupa’da küçük Hristiyan
devletlerin sayıları artarken ve Vatikan
yeni bir Hristiyan imparatorluğu arayışı içine girerken, özellikle Musevi
toplulukları hedef konumuna gelmişler ve bu doğrultuda da Katolik kilisesinin organizasyonları
aracılığı ile yeni saldırılar
hazırlanırken, yeni ortaya çıkan Protestan tarikatının Macaristan’da yayılmasını önlemek üzere Osmanlı ordusunun Macaristan’a gönderilmesi
gündeme gelmiştir. Böylesine bir aşamada Türk asıllı Osmanlı devletinin gene
Hazar imparatorluğu kökenli bir Türk kavmi olan Macarların Katolik
saldırılarına karşı korunması ve Müslüman Osmanlı ordusunun Protestanlığa
yönelen Macar halkını koruyabilmek üzere Vatikan’ın Katolik ordularına karşı
Müslüman güçlerinin desteği altına germesi gibi yeni bir durum ortaya çıkmıştır.
Bugün halen Müslüman Bosna devleti ile Hristiyan Orta Avrupa bölgelerinin tam
ortasında varlığını koruyan Bihaç isimli şehrin Osmanlı desteği ile Katolik Hristiyanlıktan
uzaklaşan yapılanmasını göstermektedir. Bihaç şehri Osmanlı hegemonyasının
ulaştığı sınırın tam ortasında yer alan ve Müslümanların en batı sınırını ifade
eden yeni bir sınır olarak ortaya çıkmıştır. Macarların doğu Avrupa
bölgesindeki ilerlemeleri durunca, bu kez yeni bir Türk devleti olarak Osmanlı
imparatorluğunun öne çıktığı görülmektedir. Hunlar ve Avarlar gibi Türk asıllı
büyük devletlerden sonra gündeme gelen yeni devletleşme süreçlerinde imparatorluklara
geçilirken ve de Vatikan Avrupa’nın ortasında tam bir Katolik imparatorluğu
oluştururken, tarih sahnesine bir Müslüman imparatorluğu olarak çıkmış olan
Osmanlı devletinin Roma ve Bizans sonrasında onların egemenlik kurduğu
topraklardaki otorite boşluğunu doldurmak üzere ele geçirmeye çalışmış ve temsilcisi olduğu İslam dinini Avrupa
kıtasının tam ortasında yer alan Bihaç kentine kadar götürerek Hristiyanlığın
Avrupa üzerinden Asya topraklarına yönelmesini önlemeye çalışmıştır. Balkanlar
jeopolitik bir bölge olarak Avrupa ile Asya kıtaları arasında yer alan bir
jeopolitik konuma sahip olurken, Macaristan Hristiyan dünyasının bir temsilcisi
olarak ortada kalıyor ve mezhep savaşlarının sonucunda Müslüman Türkler, yeni
ortaya çıkmış olan Protestanlığın koruyucusu olarak ve aynı zamanda dinler ve
mezhepler arasındaki savaş sürecini önleyerek toplumsal barış ortamının dünyada
yaratılmasına önemli ölçülerde katkı da bulunuyordu.
Türkler
ve Macarlar arasında barış amaçlı yakınlıkların kurulması, Avrupa topraklarında
yüzlerce yıl Hristiyanlığın yayılması karşısında, Müslüman Türkler Osmanlı gücü
üzerinden bir anlamda kurtarıcılık yaparak Vatikan’da bir Katolik
imparatorluğunun oluşturulmasına karşı çıkmıştır. Osmanlı devletinin
Macaristan’a sahip çıkmasıyla birlikte Avrupa
kıtasında bir Katolik imparatorluk oluşumu Protestanlık üzerinden
engellenmiştir. Bir buçuk asırlık bir zaman dilimi içinde Osmanlı ordusu Macaristan’a
güvenlik ortamı sağlamışlardır. Protestanlığın bir mezhep olarak Macaristan’da
örgütlü bir konuma gelmesiyle birlikte Macaristan’da bir toplum barışı
gerçekleştirilmiştir. Macar devletinin yöneticileri ve sorumluları geçmişten
gelen tarihi bilgilere sahip oldukları için ülkedeki Osmanlı varlığı sorunsuz
bir biçimde sona erdirilmiş ve Osmanlı orduları, Türk dünyasının bir parçası
konumundaki Macaristan’a sahip çıkarak bu ülkeyi ve toplumu iç savaş ve çatışma
ortamına sürüklenmekten kurtarmışlardır. Orta Asya dönemi sonrasında Türklerin
batıya doğru göç etmeleri üzerine Macarlar ile Türkler bir arada olmuşlardır.
Türkler ile Macarlar arasında zaman zaman yakınlık düzeyinde gündeme gelen iş birliği
beraberlikleri bugünlere kadar sürüp gelmiş ve zaman içerisinde ortaya çıkan
Macar ve Türk ulus devletleri, yeni bir yüzyıla doğru dünya yol alırken, daha
fazla birlikte olma ve dünya siyaset sahnesini etkileyerek yönlendirebilme gibi
şanslar, her iki devlet ve uluslar tarafından güncel fırsatlar olarak
değerlendirilmiştir. Bugün gelinen noktada Macaristan Cumhuriyeti hem bir
Avrupa ülkesi konumuna sahiptir hem de yeni kurulan Türk Devletleri Teşkilatı
isimli devletler üstü bir bölgesel oluşumun içinde Türklükten gelen geçmişi ile
birlikte öne çıkabilmekte ve gözlemci üye olarak yönetim kurulu toplantılarına
katılabilmektedir. Buna eşit bir çizgide Türk devleti de Müslüman kimliğine
rağmen tıpkı Macaristan’ın konumuna benzer bir biçimde Avrupa Birliği
organlarında yer alarak Macaristan ile hem Avrupa hem de Asya kıtasal
oluşumlarının çatısı altında iş birlikleri göze çarpmaktadır. Tarihin çeşitli
dönemlerinde sürdürülen yakın ilişkiler geliştirme ve bu doğrultuda dayanışma
ve yakınlıklar geliştirme açısından her iki devlet tarihten gelen siyasal
bilinç ile önemli rolleri yerine getirebilmektedir.
Bugün
İspanya sınırları içinde yer alan Katalanya Cumhuriyetinin kurucu kadroları
Roma ve Bizans imparatorluklarının çöküşü sonrasında, batıdan Anadolu’ya
gelerek Osmanlı devletini kuran askeri birliklere karşı, İzmir bölgesinde
Anadolu yarımadasının Hristiyanlık adına korunması için çaba göstermişlerdir. On
üçüncü yüzyılda Orta Asya ve Hazar bölgesinden gelen Türklerin kavimler göçü
aracılığı ile Hristiyan Katalanların dünyanın önde gelen merkezi yarımadası
olarak Anadolu’yu ele geçirmeleri önlenmiş ve Selçukluların merkezi alana
gelmeleriyle birlikte Avrupa ve Asya kıtalarındaki Türk egemenliği
bölgelerindeki güç dengeleri korunabilmiştir. Orta Asya bölgesinden gelen Türk
usulü ordu ve devlet kurma alışkanlıklarının Macar ulusu ve devleti tarafından
iyi bilinerek uygulama alanına getirilmesiyle birlikte, Türkler ve Macarlar
arasındaki yakınlık ilişkilerinin daha da artmasına giden yolu açmıştır.
Sibirya ile Hazar bölgesi arasında kalan Ural-Altay bölgesinin doğal koşulları
dikkate alınarak kurulan Türk tipi devlet ve ordu oluşumları çerçevesinde, Türkler
ile Macarlar arasında önemli iş birlikleri gelişmiştir. Balkanlar bölgesinde Rumlar,
Sırplar ve diğer Balkan ulusları Bizans sonrasında örgütlenirken, araya giren
Tuna bölgesi Macar Krallığını yok etme çizgisinde birlik ve beraberlik halinde
hareket etmişler ve böylece Avrupa’da kendi çizgisinde ilerlemeye çalışan Macar
topluluğu, yeniden Türk dünyasına yüzü dönük bir duruma gelmiştir. Selçuklu,
Osmanlı ve Karaman oğulları ile Hazar bölgesinin Türkleri Anadolu yarımadasına
doğru göçler aracılığı ile gelirken Hazar dönemi göçleri aracılığı ile Karadeniz
üzerinden kuzey yolları kullanılarak, Hazar Türklerinin göçebeleri önce Doğu
Avrupa’ daha sonra da Orta ve Kuzey Avrupa bölgelerinde boy göstermişlerdir.
Bugün Avrupa’nın ortasında ve kuzeyinde var olan Türk boyları arasında tarihten
gelen dayanışma daha da yükselirken, Avrasya bölgesinin geleceğinde Ruslara
karşı yeniden Türklerin ön planda yer alacağı bir Turancılık akımı dünya
savaşları sonrasında giderek belirleyici olmaktadır. Geleneksel Türk kültürü ve
geçmişin siyasal birikimi Türkler ile Macarların bir araya gelmesinde her geçen
gün daha fazla ortak etkinlik ve çalışmalar giderek artmakta ve geleceği
belirlemektedir.
Osmanlı
orduları Macaristan’ı koruma altına aldığı dönemde Osmanlı ve Macar
devletlerini bir araya getirmek ya da daha ileriye giderek iki devleti ortak
çatı altında birleştirmek gibi bir yakınlık projesi gündeme getirilerek
uygulama alanına geçirilmeye çalışılmıştır. Bugünkü Rusya topraklarından
başlayarak batı ve kuzey Avrupa’ya doğru yayılan Hazar göçleri sonucunda, önce Anadolu’ya
Türkler gelmişler ve daha sonraları da bu göçlerin Karadeniz üzerinden
sürdürülmesiyle de bugünkü Finlandiya ile birlikte Romanya, Bulgaristan, Macaristan
ve Polonya gibi kuzey ve doğu Avrupa ülkeleri meydana gelmişlerdir. Bazı Macar
bilim adamları Hunları Türklerin ataları olarak görmekte ve bu çizgide Hunlar
ile Avarların hem Macarlara hem de Türklere atalık yaptıklarını öne
sürebilmektedirler. Bugünkü Bulgaristan incelendiği zaman Ogur boylarının bu
ülkede toplanarak Türk dünyasının güney kısmını gündeme getirdikleri ileri
sürülmektedir. Onuncu yüzyıldan sonra Macar isminin Türkologların
çalışmalarında inceleme konusu yapılmaları, Bulgaristan-Macaristan ve
Finlandiya hattı üzerinden Türk çizgisinin kuzey kutbuna kadar gittiğini ortaya
koymaktadır. Türklerin önünün kesilmesi amacıyla Çin seddinin yapıldığı esas
alınırsa Sibirya, Ural-Altay, Hazar, Kırım ve doğu Avrupa hattı üzerinden çok
ciddi bir Türk asıllı nüfus ile dünya kamuoyu karşı karşıya kalmıştır. Macaristan
hem Başkürdistandan gelen nüfus yapısı ile hem de Selçuklu ve Osmanlı uzantılı
Avrupa-Asya hattı üzerinden ve tarihten gelen Türklük bağlantısı aracılığı ile
üç büyük kıta arasındaki Türklük koridorunun bir parçasıdır. Bu tür bir coğrafi
konuma sahip olan Türkler ve Macarlar hem üç kıta arasındaki nüfus
hareketlerinin hem de uluslararası alanda gündeme gelen bütün siyasal
gelişmelerin doğrudan içinde olmak durumundadır. Böylesine bir hat üzerinde
dünyanın siyasal gündemi biçimlenirken Türkler ve Macarların birlikte yer
aldıkları merkezi coğrafya hattı üzerinden Çin seddinden Atlas okyanusuna kadar
bir Türklük koridoru kendiliğinden dünyanın siyasal gündemine gelmektedir. Avrupa’dan
Asya’ya ya da Asya’dan Avrupa’ya doğru bir ciddi bağlantı Türklük üzerinden insanlığın
önünde yer almaktadır.
Macarlar
kavimler kapısından geçmiş olan bir kavimler karışımı bir topluluktur. Orta
Asya’da Şaman dinine sahip olan Macarların daha sonraki aşamada din
değiştirmeleri, öncelikle Hristiyan dinini benimseyerek hareket eden Macarlar
Müslüman Türklerden uzaklaşmaya doğru toplumsal bir kayma süreci yaşamışlardır.
Kumanlar, Peçenekler ve Polonezler gibi Türk boylarını içinde barındıran Macar
ulusu, Türk dünyasının çeşitli bölgelerinden gelen bazı boyların ve
toplulukların etkisi altında kalmamak için kendi içinde barındırdığı Türk
boylarını ulusal bir karışım potasında eriterek
ortaya yeni bir Macar toplumu çıkartabilmek üzere yoğun çabalar
göstermişlerdir. Türklüğün Avrupa’daki kalesi olan Macaristan’ın önümüzdeki
dönemde daha da ileri giderek Türk
dünyasının Avrupa’daki temsilcisi konumuna gelebileceği şimdiden ortaya
çıkmaktadır. Macarların Avrupa Birliği çatısı altında var olabilmeleri ve
yaşayabilmeleri açısından Macaristan’a bütün Türk dünyasının yetki ve vekalet
vermesi önemli bir adım olacaktır. Bu doğrultularda yapılmakta olan çalışmalar daha
yeni bir dünya düzeni kurulamadığı için henüz sonuç noktasına erişememiştir.
Batı dünyasının önde gelen büyük emperyalist devletlerinin ellerinde tarihin
çeşitli dönemlerinden gelen siyasal ve sosyal bilgi birikiminin daha tam olarak
ortaya konamayan içerikleri ve bugünkü siyasal alana uzanan boyutları daha
kesin olarak ortaya konulamadığı için, gerek Macarların gerekse de diğer Türk
devletleri ve topluluklarının var olan koşullarda öncelikle kesin bir durum tespiti çalışmasına
gerek olduğu için, böylesine bir gereksinmenin siyasal gelişmelerin ve koşulların
dayatmaları doğrultusunda Türk Devletleri Teşkilatı tarafından acilen ve
öncelikli olarak bilimsel raporlar aracılığı ile dünya gündeminin önüne konulması
gerekmektedir. Türk kimliğinin öncelikli bir biçimde ortaya konulmasıyla
birlikte Türk dünyasının her köşesinden gelecek olan bilgi birikimlerinin ortak
bir değerlendirmeye alınmasıyla birlikte ,geleceğe dönük adımların da bir an
önce atılmaya başlamasıyla da şimdiye kadar kurulması mümkün olmayan Türk
dünyasının öne geçmesi ağırlık kazanarak, geleceğin yeni dünya düzeninin önce
dağınık bulunan Türk dünyasının yeni bir toplu örgütlenmeye gidiş ile birlikte
yepyeni bir düzen çatısı altında bir büyük Türk birliği oluşturulması üzerine
öncelikle eğilmeleri kısa zamanda sonuç verebilecek düzeyde örgütlenmelidir.
Ulus
devletler küresel emperyalizmin tekelci şirketleri aracılığı ile yıkılmaya
başlandığı bir sırada Türk dünyasının önde gelen iki ulus devleti olarak
Türkiye ve Macaristan’ın çok sıkı bir işbirliğine girerek, ulus devlet modeli
ile ayakta kalmaları emperyalizmin önünün kesilebilmesi açısından zorunlu
görünmektedir. Küresel şirketler büyük sermaye oyunlarına yönelirken, ulus
devletler kendileriyle aynı durumda olan diğer devletlerle ya da uluslar
üzerinden geçmişten gelen siyasal birikimleri kullanarak varlıklarını korumak
ve de ayakta kalarak yola devam etmek üzere bir uzun yürüyüşe gereksinme
duyacaklardır. İşte bu aşamada Macar toplumunun içinden küresel şirketlere yön
gösteren akıl ya da fikir veren ulusalcı bilim ya da siyaset adamları çıkması
gerekirken, George Soros gibi küreselci ya da Macar Yahudisi emperyalist iş
adamları gibi figürler gündeme gelebilmektedir. Macaristan’dan çıkan bu gibi bu
gibi halk düşmanı iş adamları Macarları tekelci şirketler aracılığı ile
kapitalist sistemin çıkarları doğrultusunda yönlendirebilmektedirler. Amerika
ve Avrupa gibi küresel anlamda batı emperyalizminin merkezi konumundaki yerler
ve bölgeler, gelecek için daha büyük emperyal oyunlar hazırlayarak kendi
başlarına yok oluşun bir tiyatrosunu hazırlamaktadırlar. Küresel şirketler
koalisyonuna karşı çıkacak düzeyde güçlü bir devletler topluluğu
yaratılabilirse o zaman küresel sermayenin emperyalist oyunları
bozulabilecektir. Macaristan gibi orta boy bir devletin küreselcilerle
yarışmasının mümkün olamayacağını geçmişte yaşanmış olan birçok siyasal oyun
ortaya koymuştur. Her siyasal dönemin getirdiği yeni koşullar düzeyinde
devletler yeni bir düzene geçmek için her türlü senaryo ve oyuna açık olarak
hareket etmektedirler. Türk-Macar yakınlaşması ya da ortak hareket planları
doğrultusunda hareket edilirse o zaman küresel şirketlerin emperyalizm
oyunlarının önünü kesmek mümkün olabilecekti.
Türkiye’de
Yeni Osmanlıcılık çizgisinde yayın yapan SEBİLÜR REŞAT isimli bir siyasal dergi
on yıl önce yayımlamış olduğu bir dergi aracılığı ile, Türkiye ile Macaristan
cumhuriyetlerinin birleşmesini ve tek devlet olarak hareket etmesini istemiştir.
Eski dünya düzeni çökerken ve yenisi için adımlar atılırken VOLGA ve TUNA nehirleri
arasındaki Türk koridoru yeniden ön plana gelmektedir. Bu çizgide Yeni
Osmanlıcı bir derginin Ural-Altay kökenli halklar olarak tanımladığı Türk ve
Macar halklarının bir araya gelerek tek ve güçlü bir devletin çatısı altında, geleceğe
doğru bir ortak plan ya da projelere dayalı olarak çalışmaları gerektiği dile
getirilmektedir. Macar dilinde bulunan beş yüzden fazla Türkçe kelime kültürel
açıdan iki ulusun daha kolay bütünleşebileceğini göstermektedir. Osmanlıcı
Sebil Reşat isimli derginin ortaya koyduğu Türkiye ve Macaristan birleşmesi
emperyalizme yönelmiş olan büyük devletlerin önünü kesmek için geliştirilmiş
bir projedir. Türkiye ve Macaristan gibi orta boy devletlerin bir araya gelerek
tek devlet gibi hareket etmeleri, bugünün dengesiz koşullarında giderek
eşitsizliğin büyümesiyle birlikte acil zorunluluk haline gelmektedir. Çin,
Hindistan ve Rusya gibi emperyalizme yönelen büyük devletler kendi
hemcinslerini büyük bir çatının altında korurken, Türk ve Macar devletlerinin
de bir araya gelerek bütün Türklerin tıpkı Çinliler, Ruslar ve Hintliler gibi
bir ortak ulus devletin çatısı altında yaşayabildiklerini gösteren bir yeni
devletleşme senaryosunu devreye sokmaktadır. Osmanlı 300 yıl Ruslarla savaştığı
için son yüzyıldaki bütün savaşları kaybederek çöküş ve dağılma senaryolarına
alet olmuştur. Türkiye ile Macaristan’ın birleşmesini isteyen Osmanlıcılar yedi
yüzyıl dünyanın merkezindeki Osmanlı hinterlandını yöneterek, doğu ya da batılı
emperyal güçlerin karşısında engel olabilecek bir birleşik güç merkezileşmesi
yapabileceği görülmektedir. İki ulus devletin birleşmesiyle bir araya
gelebilecek siyasal güç, iki ulus arasında bir Türk-Macar kardeşliği gibi
dostluk yakınlaşmasını resmi devlet politikasına dönüştürerek, anti emperyalist
çizgide bir tavır geliştirecek yeni bir siyasal insiyatife yön verilmesi
gerekmektedir. Büyük Turan Birliği başlığı altında gündeme getirilebilecek bir
büyük siyasal birliktelik çatısı altında Türk ve Macar yakınlaşmasıyla yeni bir
kardeşlik ortamı yaratılabilecektir. Türk tarihi ve Türkoloji çalışmalarına
öncülük eden Budapeşte Üniversitesi, Türkoloji ile birlikte Hungaroloji bilim
dalına da önem vererek, bütün Türk devletleri ve topluluklarına örnek bir
öncülük yapmaktadır. Bugünün koşullarında yeniden geliştirilecek bir tutum ile
iki ulus devlet arasında kardeşlik yakınlaşması sağlanarak, Büyük Turan Birliği
kurulmalıdır.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
(Türk-Macar Dostluk Derneği Kurucu Başkanı)