20 Kasım 2023 Pazartesi

TARİHTE TÜRK – MACAR YAKINLIĞI - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

 ANKARA KALESİ

TARİHTE TÜRK – MACAR YAKINLIĞI

               TÜRKİYE  ve  Macaristan  bugünün dünya haritası üzerinde yer almakta olan iki ayrı devlettir Üzerinde kurulu bulundukları  toprakları uluslararası geçerli hukuk kurallarına dayanarak kendi ülkeleri olarak ilan eden bu iki ulus devlet, dünya karalarının orta alanlarında kurulmuş ve Birinci Dünya savaşı sonrasında çizilmiş olan yeryüzü haritalarında son derece önemli merkezi konumlara sahip bulunan Türkiye ve Macaristan, bugünün koşullarında yeni bir dünya düzeni oluşturma hazırlıkları devam edip giderken, var olan uluslararası sınırlar tartışılmaya başlandığı yeni aşamada Avrupa’da Macar devleti, Avrasya’da ise Türkiye Cumhuriyeti var olup olmama çizgilerinde önemli tartışmaların içinde yer almaktadırlar. İki ayrı kıtanın ortalarında yer alan bu iki ülke, barındırdıkları ulusal toplumları ile her devlet gibi kendi yoluna devam etmek istemekte ama dünya devletlerinin sınırları ile oynayarak eskisinden çok farklı yeni siyasal düzenler oluşturma peşinde koşmakta olan zengin ve güçlü toplum kesimleri, kendilerinin merkezinde ve başında olabileceği yeni devlet modelleri ortaya çıkarmaya hazırlanırken, eski devletlerin hedef alındığı aşamalar da sınırlarla oynayarak, eski sınırları  bir yana bırakırken, egemen güçlerin yeni çıkarları doğrultusunda planlanan yeni devlet yapılanmaları çizgisinde, eskisinden çok farklı bir görünümde yeni sınırlarla çevrilmiş yepyeni siyasal düzenler kısa zaman dilimi içinde kurulmaktadır. Yeni dünya düzenleri hazırlıkları tamamlanırken yeryüzünde yer alan büyük kıtaların hemen hemen hepsinde ortaya çıkan yeni dengeler çerçevesinde, eskisinden çok farklı yeni yapılanmalara doğru gidildiği anlaşılmakta ve bu nedenle harita üzerinde bulunan devletlerin jeopolitik yapılarında meydana gelen yeniliklerin jeo-stratejik değişim planları olarak egemen güçler tarafından dünya halklarına kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Böylesine değişken bir yapılanma içinde ortaya çıktıkları zaman çok farklı olan devlet yapılanmalarının, bugünün değişen koşullarında eskisi gibi kalamayacakları ve bu nedenle yeni dönemin esen rüzgarları çerçevesinde eskisinden çok farklı bir yeni düzenlemeler doğrultusunda gidip gelerek, yeni dönemin eskisinden çok farklı yapılanması içinde gelecekteki yerlerini belirlemeye çalıştıkları göze çarpmaktadır.

               Yeryüzü haritalarından yer alan bugünkü devletlerin durumları incelendiği zaman, hepsinin tarihin derinliklerinden gelen özelliklere sahip oldukları, devletlerinin bugünkü topraklarının yaşanan çeşitli olaylar ve gelişmeler sonucunda ülke vasfı kazandıkları görülebilmektedir. Devletlerin yapıları nüfus çoğunluğuna, üzerinde oturulan ülke topraklarının coğrafi koşullarına ve içinde bulunulan bölgenin farklı özellikleri dikkate alınmasıyla belirlenerek geleceğe dönük kalıcı bir siyasal model gündeme getirilmektedir. Tarihin dönüm noktasında var olan kavimlerin nüfus özelliklerine göre yeni dünya haritaları çizilirken, devletlerin ismi, modeli, ülkesi ve coğrafi bütünlükleri kuruluş sırasındaki kurucu önderliğin ya da güç merkezinin  sahip olduğu kimlikler üzerinden sahip olunan gücün ortaya çıkardığı bir egemenlik yapılanması öne çıkarak, yeni oluşmakta olan devletlerin iskeletini ve kendine has özelliklerini, uzun süren bir tarihsel süreç içinde bütün devletler nasıl ortaya çıkarıyorlarsa ,benzeri bir süreç içinde Macaristan ve Türkiye Cumhuriyetleri de, belirli aşamalardan geçerek, ulus devletler çağına girilirken kendi ulusal yapılarına sahip çıkan ve bu doğrultuda kimlik ile yapılanma özellikleri kazanan devletler olarak tarih sahnesine çıkmışlardır. Her iki ulus uluslaşma sürecinin bir sonucu olarak ortaya çıkarlarken, tarihsel bir gerçek olarak kendi ulus devletlerine sahip olmuşlardır.

                Bugünün dünyasında bir orta Avrupa devleti olarak var olan Macaristan daha önceleri başka devlet modellerinden geçerek bugünlere kadar gelmiştir. Uzun süren bir tarihsel kişilik içinden gelmenin getirdiği avantajlar ile Hazar devletinin içinden çıkan kollar üzerinden önceleri Hazar denizi kıyılarında  Macarlar kendi devletlerini kurmaya çalışmışlar ama bu bölgenin kavimler göçü ve benzeri göç dalgaları aracılığı sürekli bir biçimde sallanarak dünyanın ortalarında bir istikrarsızlık bölgesi haline dönüşmesi yüzünden, Volga kıyılarındaki Hazar devletinin dağılarak bir devlet için hiç istenmeyen bir  yıkılma sonucu ile karşılaştığı görülmektedir. Macarlar önceleri diğer Hazar kolları ile birlikte önceleri Avrasya alanında, daha sonraları da batıya doğru geliştirilen göç yollarından geçerek, doğudan batıya yönelen bir ülke değiştirme sürecini, uzun süreli bir göç hareketliliği içinde yaşamış Hazar devletinin doğu kıyılarında yer alan Volga ırmağının kıyılarından kalkıp gelip orta Avrupa bölgesinin merkezi ırmağı olan Tuna nehri kıyılarında durarak bu noktada geldikleri topraklara yerleşmişlerdir. Dünyada Asya dönemi geride kalırken, yeni başlamakta olan Avrupa dönemine uygun bir tutum olarak Macar orduları bütün Tuna nehri kıyılarını ele geçirerek, Avrupa ortalarından Adriyatik kıyılarında yer alan güney Avrupa topraklarına kadar bir büyük imparatorluk oluşturmak için çaba göstermişlerdir. Merkezdeki Buda ve Peşte şehirleri Budapeşte olarak birleşirken, Macar hegemonyası orta ve güney Avrupa topraklarının bir merkezi devlet kontrolü altında birleşmelerine giden yolu açmıştır. Roma İmparatorluğunun çöküşü sonrasında doğu Avrupa da ciddi bir siyasal boşluk gündeme gelince, Avrupa’nın kuzey kıyısındaki Tuna nehrinden başlayarak egemenlik düzeni kurabilmek amacıyla bölgeye yayılan Macar devleti ve orduları, Adriyatik denizine kadar inerek Roma imparatorluğu sonrasında bir doğu Avrupa İmparatorluğu kurabilmeye çaba göstermiştir. Hazar göçlerinin devam etmesi, Polonya, Romanya, Letonya, Estonya, Litvanya ve Bulgarya gibi devletlerin doğu Avrupa bölgesinde tarih sahnesine  çıkmasıyla birlikte, kurulmakta olan Macar krallığının toprakları bölünmüş ve diğer Hazar boylarının da tıpkı Macarlar gibi orta Asya steplerinden gelerek doğu Avrupa toprakları üzerine yerleşerek kendi devletlerini kurmak için çalışmaları sonucunda, bölgeye daha önce gelmiş olan Macarlar ile diğer Hazar kabile devletleri arasındaki çekişme ve çatışmalar uzun sürmüştür.

                Orta çağ döneminde Asya bölgesinden başlayan göçlerin daha sonraki aşamalarda Avrupa kıtasına doğru yayılması ve sürekli olarak bu tür göçler nedeniyle bir türlü istikrar sağlanamayan Hazar topraklarında daha sonraki aşamalarda Kiev bölgesinde tarih sahnesine çıkan Rus asıllı halklar kısa zamanda üreyerek eski Hazar topraklarında siyasal hegemonya kurmuşlardır. Hazar devletinin çöküşe geçmesiyle birlikte eski Hazar boyları başlattıkları göç hareketlerini doğu Avrupa bölgelerine yönelik olarak Bizans topraklarına doğru hareket etmeyi sürdürmüşlerdir. Bu tür göçlerin giderek artması yüzünden, Avrupa kıtasının kuzey bölgelerinde nüfus giderek artarken orta Avrupa bölgesine daha önce gelerek yerleşmiş olan Macarlar, merkezi Avrupa’da kurmuş oldukları devleti güneye ve eski Roma topraklarına doğru genişleterek yeni gelen göç dalgaları karşısında yıkılmamak üzere doğu Avrupa hegemonyasını daha da güçlendirerek bölgeye egemen olabilmenin çabası içinde hareket etmişlerdir. Hazar boyları Avrupa kıtasının kuzeyine ve doğusuna doğru yürürken, Macarlar ile orta Avrupa’ya gelen bazı Türk boyları da Balkan yarımadası üzerinden eski Osmanlı toprakları olarak kabul edilen doğu Avrupa bölgesinde yer alan Türk göçmenlerin doğu ve güney yönleri çizgilerinde genişlemeyi sürdürmüşlerdir. Hazar kökenli Macar boyları ile  orta Asya kökenli başka Türk toplulukları, Kafkasya üzerinden Anadolu ve bu merkezi yarımadayı çevreleyen merkezi alan toprakları da doğudan batıya doğru göçlerin devam etmesiyle birlikte, kuzey Avrupa’da Hazar kökenli topluluklar ile, doğu Avrupa’da da orta Asya kökenli Türk boylarının birbirini izleyerek yerleştikleri ve bu doğrultuda yeni ortaya çıkan halk topluluklarıyla birlikte ortak bir yeni siyasal yapılanmayı siyasal dayanışma içinde gerçekleştirerek, orta çağ sonrasında Avrupa kıtasının biçimlenmesinde Türkiye ve Macaristan yeni siyasal yapılanmalarla ortak bir çizgide yönlendirici olmuşlardır. Bugün kuzey Avrupa’da Hazar boyları üzerinden Macarlar, doğu Avrupa da ise Osmanlı uzantısı Türk topluluklar üzerinden de tarihin uluslaşma olgusu Türk boyları ile öne geçmiştir.

       Türklerin yoğun olarak yaşadıkları Orta ve Kuzey Asya bölgelerinden başlayan göçler aracılığı ile Macarlar Başkürdistan topraklarından harekete geçerek Rus ve Bizans topraklarını aşıp geçerek Hazar coğrafyasının iki sınır ırmağı olan Volga’dan Tuna nehri kıyılarına taşınmışlardır. Macarların tarih sahnesine çıkışlarında Roma ve Bizans imparatorluklarındaki gerilemenin çok büyük rolü olmuştur. Özellikle merkezi coğrafyanın kontrol altına alınmasında Macarların göçleri Balkan yarımadasına dönük olarak etkili olmuş ve daha sonraki aşamalarda Macarlar orta Avrupa’nın en önemli merkezine gelerek bir Asya toplumu hegemonyasını bu bölgelerde geçerli kılmışlardır. Tarihteki Türk devletleri Asya ve Avrupa toprakları üzerinde Türk asıllı kavimler tarafından oluşturulurken, Macarlar da Türk topraklarından çıkıp gelerek yeni bir merkezi coğrafya hegemonyasını bütün dünyaya karşı çıkartırken aslında Türklerin egemen oldukları bu topraklar üzerinde bu kez bir başka Türk kavmi olan Macarlar tarihsel süreç içinde öne çıkmışlardır .Macarlar Avrupa kıtasına gelirken deniz kenarı ya da okyanusa açılan bölgelerde yayılmamışlar ve bu nedenle de  denizci bir devlet olamamışlar, orta Avrupa bölgesinin önde gelen kara gücü olarak bütün kıtayı ele geçirebilmenin arayışları içinde  hareket etmişlerdir. Tuna nehrinin tam ortasında egemenlik ilan ederken, Macarlar doğu Avrupa’ya doğru açılarak bu bölge üzerinden Adriyatik kıyılarına ulaşmaya çalışmışlar ama daha sonraki gelişmeler doğrultusunda Osmanlı imparatorluğu ile karşı karşıya kalınca duraklayarak kuzeye doğru geri çekilmişlerdir .Kuzeye çekilen bir Avrupa devleti olarak Macarlar doğu bölgesindeki Türk toprakları  ile kuzey topraklarında uzanıp giden Rusya’nın çok geniş alanlara yayılmış olan ülkesi gerçeği ile yeniden karşı karşıya kalmışlardır. Zamanla orta Avrupa’da ortaya çıkan Bohemya, Bavyera ve Polonya gibi devletlerin tarih sahnesine çıkarak Macaristan devleti için bölgesel rakipler haline gelmeleri sonrasında Macaristan, yeni komşularıyla savaşarak ayakta kalabilmenin arayışı içine girmiştir.

                Avrupa’da giderek yayılan Hristiyanlık dini yeni dönemde İslamiyet ile karşı karşıya kalınca Roma imparatorluğu sonrasında Doğu Avrupa’da küçük Hristiyan devletlerin sayıları artarken ve Vatikan yeni bir Hristiyan imparatorluğu arayışı içine girerken, özellikle Musevi toplulukları hedef konumuna gelmişler ve bu doğrultuda da  Katolik kilisesinin organizasyonları aracılığı ile yeni saldırılar hazırlanırken, yeni ortaya çıkan Protestan tarikatının Macaristan’da yayılmasını önlemek üzere Osmanlı ordusunun Macaristan’a gönderilmesi gündeme gelmiştir. Böylesine bir aşamada Türk asıllı Osmanlı devletinin gene Hazar imparatorluğu kökenli bir Türk kavmi olan Macarların Katolik saldırılarına karşı korunması ve Müslüman Osmanlı ordusunun Protestanlığa yönelen Macar halkını koruyabilmek üzere Vatikan’ın Katolik ordularına karşı Müslüman güçlerinin desteği altına germesi gibi yeni bir durum ortaya çıkmıştır. Bugün halen Müslüman Bosna devleti ile Hristiyan Orta Avrupa bölgelerinin tam ortasında varlığını koruyan Bihaç isimli şehrin Osmanlı desteği ile Katolik Hristiyanlıktan uzaklaşan yapılanmasını göstermektedir. Bihaç şehri Osmanlı hegemonyasının ulaştığı sınırın tam ortasında yer alan ve Müslümanların en batı sınırını ifade eden yeni bir sınır olarak ortaya çıkmıştır. Macarların doğu Avrupa bölgesindeki ilerlemeleri durunca, bu kez yeni bir Türk devleti olarak Osmanlı imparatorluğunun öne çıktığı görülmektedir. Hunlar ve Avarlar gibi Türk asıllı büyük devletlerden sonra gündeme gelen yeni devletleşme süreçlerinde imparatorluklara geçilirken ve de Vatikan Avrupa’nın ortasında tam bir Katolik imparatorluğu oluştururken, tarih sahnesine bir Müslüman imparatorluğu olarak çıkmış olan Osmanlı devletinin Roma ve Bizans sonrasında onların egemenlik kurduğu topraklardaki otorite boşluğunu doldurmak üzere ele geçirmeye çalışmış ve temsilcisi olduğu İslam dinini Avrupa kıtasının tam ortasında yer alan Bihaç kentine kadar götürerek Hristiyanlığın Avrupa üzerinden Asya topraklarına yönelmesini önlemeye çalışmıştır. Balkanlar jeopolitik bir bölge olarak Avrupa ile Asya kıtaları arasında yer alan bir jeopolitik konuma sahip olurken, Macaristan Hristiyan dünyasının bir temsilcisi olarak ortada kalıyor ve mezhep savaşlarının sonucunda Müslüman Türkler, yeni ortaya çıkmış olan Protestanlığın koruyucusu olarak ve aynı zamanda dinler ve mezhepler arasındaki savaş sürecini önleyerek toplumsal barış ortamının dünyada yaratılmasına önemli ölçülerde katkı da bulunuyordu.

                Türkler ve Macarlar arasında barış amaçlı yakınlıkların kurulması, Avrupa topraklarında yüzlerce yıl Hristiyanlığın yayılması karşısında, Müslüman Türkler Osmanlı gücü üzerinden bir anlamda kurtarıcılık yaparak Vatikan’da bir Katolik imparatorluğunun oluşturulmasına karşı çıkmıştır. Osmanlı devletinin Macaristan’a sahip çıkmasıyla  birlikte Avrupa kıtasında bir Katolik imparatorluk oluşumu Protestanlık üzerinden engellenmiştir. Bir buçuk asırlık bir zaman dilimi içinde Osmanlı ordusu Macaristan’a güvenlik ortamı sağlamışlardır. Protestanlığın bir mezhep olarak Macaristan’da örgütlü bir konuma gelmesiyle birlikte Macaristan’da bir toplum barışı gerçekleştirilmiştir. Macar devletinin yöneticileri ve sorumluları geçmişten gelen tarihi bilgilere sahip oldukları için ülkedeki Osmanlı varlığı sorunsuz bir biçimde sona erdirilmiş ve Osmanlı orduları, Türk dünyasının bir parçası konumundaki Macaristan’a sahip çıkarak bu ülkeyi ve toplumu iç savaş ve çatışma ortamına sürüklenmekten kurtarmışlardır. Orta Asya dönemi sonrasında Türklerin batıya doğru göç etmeleri üzerine Macarlar ile Türkler bir arada olmuşlardır. Türkler ile Macarlar arasında zaman zaman yakınlık düzeyinde gündeme gelen iş birliği beraberlikleri bugünlere kadar sürüp gelmiş ve zaman içerisinde ortaya çıkan Macar ve Türk ulus devletleri, yeni bir yüzyıla doğru dünya yol alırken, daha fazla birlikte olma ve dünya siyaset sahnesini etkileyerek yönlendirebilme gibi şanslar, her iki devlet ve uluslar tarafından güncel fırsatlar olarak değerlendirilmiştir. Bugün gelinen noktada Macaristan Cumhuriyeti hem bir Avrupa ülkesi konumuna sahiptir hem de yeni kurulan Türk Devletleri Teşkilatı isimli devletler üstü bir bölgesel oluşumun içinde Türklükten gelen geçmişi ile birlikte öne çıkabilmekte ve gözlemci üye olarak yönetim kurulu toplantılarına katılabilmektedir. Buna eşit bir çizgide Türk devleti de Müslüman kimliğine rağmen tıpkı Macaristan’ın konumuna benzer bir biçimde Avrupa Birliği organlarında yer alarak Macaristan ile hem Avrupa hem de Asya kıtasal oluşumlarının çatısı altında iş birlikleri göze çarpmaktadır. Tarihin çeşitli dönemlerinde sürdürülen yakın ilişkiler geliştirme ve bu doğrultuda dayanışma ve yakınlıklar geliştirme açısından her iki devlet tarihten gelen siyasal bilinç ile önemli rolleri yerine getirebilmektedir.

                Bugün İspanya sınırları içinde yer alan Katalanya Cumhuriyetinin kurucu kadroları Roma ve Bizans imparatorluklarının çöküşü sonrasında, batıdan Anadolu’ya gelerek Osmanlı devletini kuran askeri birliklere karşı, İzmir bölgesinde Anadolu yarımadasının Hristiyanlık adına korunması için çaba göstermişlerdir. On üçüncü yüzyılda Orta Asya ve Hazar bölgesinden gelen Türklerin kavimler göçü aracılığı ile Hristiyan Katalanların dünyanın önde gelen merkezi yarımadası olarak Anadolu’yu ele geçirmeleri önlenmiş ve Selçukluların merkezi alana gelmeleriyle birlikte Avrupa ve Asya kıtalarındaki Türk egemenliği bölgelerindeki güç dengeleri korunabilmiştir. Orta Asya bölgesinden gelen Türk usulü ordu ve devlet kurma alışkanlıklarının Macar ulusu ve devleti tarafından iyi bilinerek uygulama alanına getirilmesiyle birlikte, Türkler ve Macarlar arasındaki yakınlık ilişkilerinin daha da artmasına giden yolu açmıştır. Sibirya ile Hazar bölgesi arasında kalan Ural-Altay bölgesinin doğal koşulları dikkate alınarak kurulan Türk tipi devlet ve ordu oluşumları çerçevesinde, Türkler ile Macarlar arasında önemli iş birlikleri gelişmiştir. Balkanlar bölgesinde Rumlar, Sırplar ve diğer Balkan ulusları Bizans sonrasında örgütlenirken, araya giren Tuna bölgesi Macar Krallığını yok etme çizgisinde birlik ve beraberlik halinde hareket etmişler ve böylece Avrupa’da kendi çizgisinde ilerlemeye çalışan Macar topluluğu, yeniden Türk dünyasına yüzü dönük bir duruma gelmiştir. Selçuklu, Osmanlı ve Karaman oğulları ile Hazar bölgesinin Türkleri Anadolu yarımadasına doğru göçler aracılığı ile gelirken Hazar dönemi göçleri aracılığı ile Karadeniz üzerinden kuzey yolları kullanılarak, Hazar Türklerinin göçebeleri önce Doğu Avrupa’ daha sonra da Orta ve Kuzey Avrupa bölgelerinde boy göstermişlerdir. Bugün Avrupa’nın ortasında ve kuzeyinde var olan Türk boyları arasında tarihten gelen dayanışma daha da yükselirken, Avrasya bölgesinin geleceğinde Ruslara karşı yeniden Türklerin ön planda yer alacağı bir Turancılık akımı dünya savaşları sonrasında giderek belirleyici olmaktadır. Geleneksel Türk kültürü ve geçmişin siyasal birikimi Türkler ile Macarların bir araya gelmesinde her geçen gün daha fazla ortak etkinlik ve çalışmalar giderek artmakta ve geleceği belirlemektedir.

                Osmanlı orduları Macaristan’ı koruma altına aldığı dönemde Osmanlı ve Macar devletlerini bir araya getirmek ya da daha ileriye giderek iki devleti ortak çatı altında birleştirmek gibi bir yakınlık projesi gündeme getirilerek uygulama alanına geçirilmeye çalışılmıştır. Bugünkü Rusya topraklarından başlayarak batı ve kuzey Avrupa’ya doğru yayılan Hazar göçleri sonucunda, önce Anadolu’ya Türkler gelmişler ve daha sonraları da bu göçlerin Karadeniz üzerinden sürdürülmesiyle de bugünkü Finlandiya ile birlikte Romanya, Bulgaristan, Macaristan ve Polonya gibi kuzey ve doğu Avrupa ülkeleri meydana gelmişlerdir. Bazı Macar bilim adamları Hunları Türklerin ataları olarak görmekte ve bu çizgide Hunlar ile Avarların hem Macarlara hem de Türklere atalık yaptıklarını öne sürebilmektedirler. Bugünkü Bulgaristan incelendiği zaman Ogur boylarının bu ülkede toplanarak Türk dünyasının güney kısmını gündeme getirdikleri ileri sürülmektedir. Onuncu yüzyıldan sonra Macar isminin Türkologların çalışmalarında inceleme konusu yapılmaları, Bulgaristan-Macaristan ve Finlandiya hattı üzerinden Türk çizgisinin kuzey kutbuna kadar gittiğini ortaya koymaktadır. Türklerin önünün kesilmesi amacıyla Çin seddinin yapıldığı esas alınırsa Sibirya, Ural-Altay, Hazar, Kırım ve doğu Avrupa hattı üzerinden çok ciddi bir Türk asıllı nüfus ile dünya kamuoyu karşı karşıya kalmıştır. Macaristan hem Başkürdistandan gelen nüfus yapısı ile hem de Selçuklu ve Osmanlı uzantılı Avrupa-Asya hattı üzerinden ve tarihten gelen Türklük bağlantısı aracılığı ile üç büyük kıta arasındaki Türklük koridorunun bir parçasıdır. Bu tür bir coğrafi konuma sahip olan Türkler ve Macarlar hem üç kıta arasındaki nüfus hareketlerinin hem de uluslararası alanda gündeme gelen bütün siyasal gelişmelerin doğrudan içinde olmak durumundadır. Böylesine bir hat üzerinde dünyanın siyasal gündemi biçimlenirken Türkler ve Macarların birlikte yer aldıkları merkezi coğrafya hattı üzerinden Çin seddinden Atlas okyanusuna kadar bir Türklük koridoru kendiliğinden dünyanın siyasal gündemine gelmektedir. Avrupa’dan Asya’ya ya da Asya’dan Avrupa’ya doğru bir ciddi bağlantı Türklük üzerinden insanlığın önünde yer almaktadır.

                Macarlar kavimler kapısından geçmiş olan bir kavimler karışımı bir topluluktur. Orta Asya’da Şaman dinine sahip olan Macarların daha sonraki aşamada din değiştirmeleri, öncelikle Hristiyan dinini benimseyerek hareket eden Macarlar Müslüman Türklerden uzaklaşmaya doğru toplumsal bir kayma süreci yaşamışlardır. Kumanlar, Peçenekler ve Polonezler gibi Türk boylarını içinde barındıran Macar ulusu, Türk dünyasının çeşitli bölgelerinden gelen bazı boyların ve toplulukların etkisi altında kalmamak için kendi içinde barındırdığı Türk boylarını ulusal bir karışım potasında eriterek  ortaya yeni bir Macar toplumu çıkartabilmek üzere yoğun çabalar göstermişlerdir. Türklüğün Avrupa’daki kalesi olan Macaristan’ın önümüzdeki dönemde daha da ileri giderek  Türk dünyasının Avrupa’daki temsilcisi konumuna gelebileceği şimdiden ortaya çıkmaktadır. Macarların Avrupa Birliği çatısı altında var olabilmeleri ve yaşayabilmeleri açısından Macaristan’a bütün Türk dünyasının yetki ve vekalet vermesi önemli bir adım olacaktır. Bu doğrultularda yapılmakta olan çalışmalar daha yeni bir dünya düzeni kurulamadığı için henüz sonuç noktasına erişememiştir. Batı dünyasının önde gelen büyük emperyalist devletlerinin ellerinde tarihin çeşitli dönemlerinden gelen siyasal ve sosyal bilgi birikiminin daha tam olarak ortaya konamayan içerikleri ve bugünkü siyasal alana uzanan boyutları daha kesin olarak ortaya konulamadığı için, gerek Macarların gerekse de diğer Türk devletleri ve topluluklarının var olan koşullarda  öncelikle kesin bir durum tespiti çalışmasına gerek olduğu için, böylesine bir gereksinmenin siyasal gelişmelerin ve koşulların dayatmaları doğrultusunda Türk Devletleri Teşkilatı tarafından acilen ve öncelikli olarak bilimsel raporlar aracılığı ile  dünya gündeminin önüne konulması gerekmektedir. Türk kimliğinin öncelikli bir biçimde ortaya konulmasıyla birlikte Türk dünyasının her köşesinden gelecek olan bilgi birikimlerinin ortak bir değerlendirmeye alınmasıyla birlikte ,geleceğe dönük adımların da bir an önce atılmaya başlamasıyla da şimdiye kadar kurulması mümkün olmayan Türk dünyasının öne geçmesi ağırlık kazanarak, geleceğin yeni dünya düzeninin önce dağınık bulunan Türk dünyasının yeni bir toplu örgütlenmeye gidiş ile birlikte yepyeni bir düzen çatısı altında bir büyük Türk birliği oluşturulması üzerine öncelikle eğilmeleri kısa zamanda sonuç verebilecek düzeyde örgütlenmelidir.

                Ulus devletler küresel emperyalizmin tekelci şirketleri aracılığı ile yıkılmaya başlandığı bir sırada Türk dünyasının önde gelen iki ulus devleti olarak Türkiye ve Macaristan’ın çok sıkı bir işbirliğine girerek, ulus devlet modeli ile ayakta kalmaları emperyalizmin önünün kesilebilmesi açısından zorunlu görünmektedir. Küresel şirketler büyük sermaye oyunlarına yönelirken, ulus devletler kendileriyle aynı durumda olan diğer devletlerle ya da uluslar üzerinden geçmişten gelen siyasal birikimleri kullanarak varlıklarını korumak ve de ayakta kalarak yola devam etmek üzere bir uzun yürüyüşe gereksinme duyacaklardır. İşte bu aşamada Macar toplumunun içinden küresel şirketlere yön gösteren akıl ya da fikir veren ulusalcı bilim ya da siyaset adamları çıkması gerekirken, George Soros gibi küreselci ya da Macar Yahudisi emperyalist iş adamları gibi figürler gündeme gelebilmektedir. Macaristan’dan çıkan bu gibi bu gibi halk düşmanı iş adamları Macarları tekelci şirketler aracılığı ile kapitalist sistemin çıkarları doğrultusunda yönlendirebilmektedirler. Amerika ve Avrupa gibi küresel anlamda batı emperyalizminin merkezi konumundaki yerler ve bölgeler, gelecek için daha büyük emperyal oyunlar hazırlayarak kendi başlarına yok oluşun bir tiyatrosunu hazırlamaktadırlar. Küresel şirketler koalisyonuna karşı çıkacak düzeyde güçlü bir devletler topluluğu yaratılabilirse o zaman küresel sermayenin emperyalist oyunları bozulabilecektir. Macaristan gibi orta boy bir devletin küreselcilerle yarışmasının mümkün olamayacağını geçmişte yaşanmış olan birçok siyasal oyun ortaya koymuştur. Her siyasal dönemin getirdiği yeni koşullar düzeyinde devletler yeni bir düzene geçmek için her türlü senaryo ve oyuna açık olarak hareket etmektedirler. Türk-Macar yakınlaşması ya da ortak hareket planları doğrultusunda hareket edilirse o zaman küresel şirketlerin emperyalizm oyunlarının önünü kesmek mümkün olabilecekti.

                Türkiye’de Yeni Osmanlıcılık çizgisinde yayın yapan SEBİLÜR REŞAT isimli bir siyasal dergi on yıl önce yayımlamış olduğu bir dergi aracılığı ile, Türkiye ile Macaristan cumhuriyetlerinin birleşmesini ve tek devlet olarak hareket etmesini istemiştir. Eski dünya düzeni çökerken ve yenisi için adımlar atılırken VOLGA ve TUNA nehirleri arasındaki Türk koridoru yeniden ön plana gelmektedir. Bu çizgide Yeni Osmanlıcı bir derginin Ural-Altay kökenli halklar olarak tanımladığı Türk ve Macar halklarının bir araya gelerek tek ve güçlü bir devletin çatısı altında, geleceğe doğru bir ortak plan ya da projelere dayalı olarak çalışmaları gerektiği dile getirilmektedir. Macar dilinde bulunan beş yüzden fazla Türkçe kelime kültürel açıdan iki ulusun daha kolay bütünleşebileceğini göstermektedir. Osmanlıcı Sebil Reşat isimli derginin ortaya koyduğu Türkiye ve Macaristan birleşmesi emperyalizme yönelmiş olan büyük devletlerin önünü kesmek için geliştirilmiş bir projedir. Türkiye ve Macaristan gibi orta boy devletlerin bir araya gelerek tek devlet gibi hareket etmeleri, bugünün dengesiz koşullarında giderek eşitsizliğin büyümesiyle birlikte acil zorunluluk haline gelmektedir. Çin, Hindistan ve Rusya gibi emperyalizme yönelen büyük devletler kendi hemcinslerini büyük bir çatının altında korurken, Türk ve Macar devletlerinin de bir araya gelerek bütün Türklerin tıpkı Çinliler, Ruslar ve Hintliler gibi bir ortak ulus devletin çatısı altında yaşayabildiklerini gösteren bir yeni devletleşme senaryosunu devreye sokmaktadır. Osmanlı 300 yıl Ruslarla savaştığı için son yüzyıldaki bütün savaşları kaybederek çöküş ve dağılma senaryolarına alet olmuştur. Türkiye ile Macaristan’ın birleşmesini isteyen Osmanlıcılar yedi yüzyıl dünyanın merkezindeki Osmanlı hinterlandını yöneterek, doğu ya da batılı emperyal güçlerin karşısında engel olabilecek bir birleşik güç merkezileşmesi yapabileceği görülmektedir. İki ulus devletin birleşmesiyle bir araya gelebilecek siyasal güç, iki ulus arasında bir Türk-Macar kardeşliği gibi dostluk yakınlaşmasını resmi devlet politikasına dönüştürerek, anti emperyalist çizgide bir tavır geliştirecek yeni bir siyasal insiyatife yön verilmesi gerekmektedir. Büyük Turan Birliği başlığı altında gündeme getirilebilecek bir büyük siyasal birliktelik çatısı altında Türk ve Macar yakınlaşmasıyla yeni bir kardeşlik ortamı yaratılabilecektir. Türk tarihi ve Türkoloji çalışmalarına öncülük eden Budapeşte Üniversitesi, Türkoloji ile birlikte Hungaroloji bilim dalına da önem vererek, bütün Türk devletleri ve topluluklarına örnek bir öncülük yapmaktadır. Bugünün koşullarında yeniden geliştirilecek bir tutum ile iki ulus devlet arasında kardeşlik yakınlaşması sağlanarak, Büyük Turan Birliği kurulmalıdır.

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

                                                           (Türk-Macar Dostluk Derneği Kurucu Başkanı)           

10 Ekim 2023 Salı

UKRAYNA‘DAN İSRAİL‘E GEÇİLEMEZ - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

 ANKARA KALESİ

UKRAYNA‘DAN İSRAİL‘E GEÇİLEMEZ  

                  Yirmi birinci yüzyılın başlangıçtaki yılları birbiri ardı sıra tamamlanırken, dünyanın birçok bölgesinde yeni yeni sıcak olaylar ortaya çıkmış ve birinci dünya savaşı öncesi yıllarda gündeme gelmiş olan birçok siyasal sorun, güncellik kazanarak uluslararası alanda daha hareketli bir dönemin başlamasına giden yolu açmışlardır. Yirminci yüzyılın ortalarına doğru dünya olayları ilerlerken bazı sorunlar çözümsüz kalmış ve bunlar soğuk savaş döneminin son yıllarında yeniden canlanarak ortaya çıkmışlardır. Üç bin yıllık din savaşlarının gerginliği olarak Hıristiyan ve Musevi dinleri Avrupa kıtası üzerinde çekişirken, sekizinci yüzyıla doğru ortaya çıkan üçüncü tek tanrılı din olarak Müslümanlık öne çıkarak, sonraki dönemlerde üç tek tanrılı din arasında büyük bir yarış ve rekabetin gün yüzüne çıkmasına neden olmuştur. Üç kıta arasında yer almakta olan yeryüzünün ortak tarihi bu yüzden üç büyük din arasındaki çekişmeler ile biçimlenirken, üç kıta üzerinde yeni büyük devletler kuran çeşitli insan toplulukları, bu topraklar üzerinde egemenlik düzenleri kurarak bugün yaşanmakta olan yirmi birinci asrın son yıllarına kadar gelmişlerdir. Antik çağlarda Yahudi topluluklarının büyük devletler kurarak merkezi bölgeye egemen olma çabaları, daha sonraki aşamada Mezopotamya ve Avrupa kıtası üzerinde biçimlenen Babil Krallığı ile Roma İmparatorluğu  gibi iki büyük imparatorluğun güç kazanması ile gerilerde kalmış ve peş peşe kurulan iki büyük Yahudi devleti Babil ve Roma krallıklarının  savaşarak kurdukları hegemonya düzenleri yüzünden, daha sonraki aşamalarda merkezi alandaki Yahudi topluluklarının göç etmelerine ve bu doğrultuda dünyanın her bölgesine dağılarak birbirinden uzak topraklarda farklı devletlerin kurulmasına elverişli ortamlar yaratılmıştır. Daha sonraki aşamalarda önce Hıristiyanların ve sonra da Müslüman topluluklarının merkezi coğrafyada at koşturmaya başlamaları üzerine, önce Roma ve Bizans gibi Hıristiyan imparatorluklar kurulmuş, İslamiyet’in yeni bir din olarak oluşumundan sonra da Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı gibi dört büyük Müslüman devlet oluşturularak merkezi alandaki otorite boşluğu alanları doldurulmuştur.

                Dünya tarihi ile beraber merkezi alanda da birbirini izleyen Hıristiyan ve Müslüman büyük devletlerin farklı bir çizgide ayrı dönemlerde gündeme gelmeleri sayesinde, dünya tarihinin ana gelişme çizgisinin orta dünya merkezli bir yapılanma sürecinde devamlılık kazandığı görülmektedir. Milattan önceki yıllarda Yahudiler bütün bölgeye egemen olarak kendilerinin merkezinde yer aldığı iki ayrı devleti birbirine komşu çizgide oluşturmuşlar ama daha sonra ki dönemlerde Babil ve Roma imparatorlukları bölgeye gelerek merkezi alana tam anlamıyla el koymuşlardır. Bunun üzerine iki Yahudi devleti yıkılmasıyla, bu devletlerin çatısı altında yaşamakta olan Yahudi toplulukları önce Orta Doğu, sonra Akdeniz ve Afrika daha sonraları da Hazar gölü çevresindeki yerlere sürülmüşler ve böylece dağıtılarak yaşamaya kendiliğinden mahkûm edilen bir topluluk olarak, her gittikleri yerde kendilerine yeni düzenler ve devletler kurmuşlardır. Anadolu yarımadası üzerinde İyonya, Finike ve Galatya gibi siyasal yapılar oluştururken, Afrika’da Kartaca, Tunus, Rodos, Girit ve Kıbrıs gibi küçük ada devletlerini örgütleyerek ayakta kalmaya çalışmışlardır. Dünyanın ortasında yer alan Akdeniz bölgesindeki devlet kurma ya da kurulan devletler içinde yer alarak kendilerini güvence altına alma girişimleri sürekli olarak devam ettirilerek, bir yaşam düzeni güvencesi her zaman için aranmış ve Hammurabi kanunları sayesinde Babil döneminden başlayarak insanlığı kurallar üzerinden kalıcı bir hukuk düzenine kavuşturma çabaları, birbiri ardı sıra sürüp gitmiş ve bugün gelinen yeni aşamada üç büyük dinin merkezi coğrafyada bir arada yaşaması ile yeni plan ve projeler gündeme gelmiş  ve bu yüzden Orta Doğu devletleri ile birlikte halkları da yeni bir orta dünya bölgesel düzeni çizgisinde devletlerini ve ülkelerini ellerinden kaçırmak noktasına getirilmişlerdir. Üç bin yıllık Avrupa’daki dinler kavgasının bugün gene eskisi gibi merkezi alana taşındığı bir girişim ile karşılaşılmıştır.

                Akdeniz üzerinden Avrupa kıtasına, Hazar gölü üzerinden ise Asya kıtasına dağılan Yahudi asıllı insan toplulukları zaman içerisinde hiç boş durmamışlar ve deniz kenarında kurulmuş olan liman kentleri üzerinden bütün dünya ülkelerine dağılarak, kıtasal alanları limanlar üzerinden denetim altına alan ve böylece kıyılar üzerinden dünya ticaretini ele geçiren Yahudi asıllı topluluklar, denizler ve okyanuslar üzerinden bütün dünya ülkelerini ticarete yönlendirerek  dünya ekonomisini ele geçirmişlerdir.  Bu doğrultuda merkezi coğrafyada dünya yüzüne çıkan Yahudi topluluklarının, kıtalar üzerinden yerküreyi birbirine bağlayarak ve ekonomiyi işbirliği alanı konumuna dönüştürerek ekonominin bayrağı olan para gücünü her zaman için ellerinde tutarak, yeryüzü haritası üzerinde gündeme gelen yeni devletlerin yapılanmalarını, her zaman için kontrol etmişler ve kendi denetimleri altında siyasal oluşumların gelişim çizgilerini yönlendirerek dünya düzenlerinin sürekli bir yenilenme çizgisinde modernleşmesinin önünü açmışlardır. Bu çerçeve de sürekli devrim gibi düşünceler ve siyasal ideolojiler geliştirilerek, değişen dünya koşullarına ayak uyduran ve yeni koşullar karşısında çevre koşulları ve yeni ortaya çıkan gerçekler çizgisinde bir uyumluluk ortamının yaratılmasında uzlaşmalar sağlanmış ve böylece yeni dünya düzenleri kurularak insanlığın gereksinmesi olan yeni atılımların gerçekleştirilmesi sağlanabilmiştir. Merkezi alan ile birlikte diğer kıtalar ve bölgeler üzerinde yeni devletler kurulması sağlanmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda dünya kıtalarının ve bölgelerinin tarihleri incelendiği zaman, hemen hemen hepsinin orta dünya merkezli gelişmelerin sonucu olan değişiklikler olarak siyasal gündeme girdikleri görülmektedir. Tarih öncesi dönemlerde başlayan bu gibi gelişmelerin sonraki dönemlerde ortaya çıkan yeni gelişmeleri kökten etkilediği anlaşılmaktadır. Bugünkü dünya haritasına bakıldığı zaman harita üzerindeki bütün devletlerin kendilerinden önceki siyasal yapılanmaların doğal sonucu oldukları ve bu nedenle de proto-tarih dönemlerinin bilgi birikimleri sayesinde, insanlığın bugün de yolunu çizmesi açısından kolaylaştırıcı destekler sağlanmaktadır.

                Orta dünyanın gündeme getirdiği Musevilik birikiminin aradan geçen yüzyıllara rağmen gene de varlığını koruması ve bu doğrultuda insanlığa yön gösterdiği bir siyasal gelişme, günümüzdeki yeni siyasal gelişmelere yol açmakta, ya da geçmişten gelen bazı sorunların yeni dönemde yenilenerek öne çıkmasına yol açmaktadır. Küreselleşme sürecinin sona erdiği aşamada, soğuk savaşın iki büyük patronu olan Amerika ve Rusya arasında eskisinden çok farklı yeni bazı ilişkiler gündeme gelirken, bazı beklenmedik gelişmeler ortaya çıkmakta ve eski Sovyetler Birliği isimli konfederasyonunun içindeki bir cumhuriyet olan Ukrayna ülkesi yeni dönemde farklı bir çizgiye doğru gelişmeler gösteriyordu. Sovyetler Birliği’nin en geniş ve büyük cumhuriyetlerinden birisi olan Ukrayna’nın yeni dönemde eskisinden farklı bir yapılanmaya gitmek istemesi üzerine Rusya Federasyonu, bu duruma karşı çıkarak tekrar eskisi gibi bu ülkenin kendisine bağlanmasını istemiş ve ABD ile bu doğrultuda yürütülen görüşmeler üzerinden Ukrayna devletinin bağımsızlığına karşı çıkarak aynı zaman bir Hıristiyan ağırlıklı nüfusa sahip olan bu ülkenin NATO ya da Avrupa Birliği gibi batı blokunun resmi bölgesel birliklerine katılmasına şiddetle karşı çıkmıştır. Küreselleşme sonrasında yeni bir dünya düzeni kurulurken, Rusya Ukrayna’nın üzerinde geçmişten gelen bir hakkı olduğunu ileri sürerek, bu büyük ülkenin Kırım ile birlikte olmasına kesin bir tavır ile karşı çıkmıştır. Rusya ve ABD iki kutuplu bir dünya kurmaya çalışırken ortaya Çin, Hindistan ve Brezilya gibi yeni büyük devletlerin çıkması üzerine, eski emperyal devletler olan İngiltere, Fransa ve İspanya’nın da girmesi üzerine, dünya çok kutuplu bir yapılanmaya doğru yönlendiriliyordu. Daha çok devletlerin sınırları ve konumları üzerine dayanarak çoklu bir düzen arayanlara karşı daha da gerilere gidilerek merkezi coğrafyanın Musevilik, Hıristiyanlık  ve Müslümanlık gibi üç büyük dinin egemen olduğu dönemlere benzer bir biçimde, bölgenin dinsel geçmişine uygun düşebilecek farklı bir harita hazırlanması ve dünyanın orta bölgelerinde  Müslüman ve Hıristiyan devletlerin yer almasına benzer bir biçimde ve aynı zamanda Musevi dinine mensup merkezi  bir devletin de kurulması gerektiği gündeme getirilerek, siyasal liderler ya da merkezler tarafından bu önemli konu siyasal  gündeme taşınmıştır.

                Yeni dünya düzeni için ABD ve Rusya görüşmeleri devam ederken, bütün dünya halkları bir sabah Rus ordusuna mensup olan askerlerin Ukrayna ülkesinin doğu sınırlarına yakın yerlerde üç ayrı bölgeyi işgal ederek bu toprakların eski Rus toprakları olduğu öne sürülerek hem bu ülkeyi parçalama hem de daha sonraki aşamada Avrupa kıtasıyla bir büyük kıtasal birliktelik içinde Vatikan devleti yönetiminde bir büyük Hıristiyanlık düzenine bağlanmak istenmiştir. Özellikle Polonya önderliğinde Finlandiya, Estonya, Letonya ve Litvanya, Danimarka ve İsveç ile bir Doğu Avrupa Birliği  ya da Baltık Federasyonu adı altında  yeni bir bölgesel birliğe yönelmesi gündeme getirilmiş ve Rusya egemenliğinde bir Ukrayna devleti düzenine geri dönüşe karşı çıkanlar olmuş ve geleceğe dönük bir biçimde daha farklı ve yeni bazı siyasal oluşumlar öne çıkarılarak, Ukrayna isimli sonradan olma bir yapma ve de yapay devletin yerine herkes kendi bakış açısı ve bulunduğu yere dayalı tartışma ve değerlendirmeler yapmaya başlayarak, farklı siyasal yaklaşımlar üzerinden eskisinden çok daha farklı yeni isimlere bağlı çok değişik siyasal düzenleri  öne çıkararak Avrupa kıtasının doğu bölgesinde Rusya ile tampon yapılanmalar oluşturulabilecek siyasal düzenlerin  kurulabileceği, yeni haritalar üzerinde konuşulmaya başlanmış ama her kafadan bir ses çıktığı için Ukrayna sorununun ilk aylarında üzerinde  anlaşılabilecek bir uzlaşma planı ya da hukuk düzeni sağlayacak bir uluslararası antlaşma taslağı ortaya çıkarılamamıştır. Rusya bugünkü uzlaşma aşamasından sonra eski bir emperyalist devlet olarak Kırım yarımadasını da içine alacak bir biçimde Hazar bölgesi ile birlikte Ukrayna devletinin üzerinde yer aldığı Doğu Avrupa topraklarını da Büyük Rusya Federasyonunun sınırları içerisine alarak, bu bölge ile ilgili diğer plan ve projeleri devre dışı bırakmaya çalışırken, Ukrayna Cumhuriyetinin devlet başkanı “ Büyük İsrail’i  biz kuracağız “ diyerek, yeni merkezi bölge  planlarının  Büyük İsrail İmparatorluğu olacağını açıkça dile getirmektedir. Böylece, Rusya-Avrupa hattı üzerinde Ukrayna bir sağa bir sola doğru gidip gelirken, Avrupa ve Amerika arasında sıkışıp kalarak, batısında Hıristiyan Avrupa ile doğusunda ise faşist Rusya arasında kontrol altına alınmak istenen Ukrayna, kendisine din merkezli yeni bir çıkış alternatifini gündeme getirerek, iki bin yıl sonra bir Yahudi devleti kurmuş olan İsrail devletini bir imparatorluğa dönüştürerek, merkezi alanda Siyonist planı öne çıkarmaktadır.

                İki bin yıl sonra İsrail üçüncü kez kurulurken emperyalist bir proje olan Büyük İsrail devletinin hedeflenmesi bugünkü konjonktürde yer alan bütün sıcak çekişme ve çatışmaların Armegeddon adı verilen üçüncü dünya savaşını insanlığın siyasal gündemine sokmaktadır. Filistin topraklarında kurulmuş olan ama bölgedeki büyük devletler ile emperyalist güçlerin giderek artan baskıları nedeniyle bir türlü gelişemeyen, Araplarla olan savaşlarını kaybeden komşu devletler üzerinde istediği otorite ve baskı düzenlerini kuramayan küçük İsrail’in  bir an önce Büyük İsrail’e dönüştürülmeye çalışılması, siyasal programlarında Armegeddon isimli üçüncü dünya savaşı bulunanlar açısından önem taşımaktadır .On sekizinci yüzyılda Hazar lobisinin Büyük Hazar Projesi, On dokuzuncu yüzyılın ortalarında  İngiltere’nin Yakın Doğu Konfederasyonu, Yirminci yüzyılın başlarında ise ABD’nin  Büyük Orta Doğu Projesine ek olarak, Siyonizm’in Büyük İsrail Projesi olarak dünya kamuoyunun dikkatlerine sunulmuştur. Böylece merkezi coğrafyada yer alan kutsal topraklar üzerinde dünyanın tam ortalarında Hıristiyanlarla birlikte Museviler de alternatif bir gelecek projesine sahip olurlarken, Müslümanların Atlantikçi ve batı merkezli emperyalistler gibi bir emperyal projeleri hiçbir zaman olmamıştır. Şimdi gelinen aşamada Atlantik merkezli Hıristiyan emperyalizmi, Musevi emperyalizm ile birlikte örgütlenirken Müslümanların bunlarla rekabet edebilecek bir emperyalist projeleri henüz gündeme getirilememiştir. Yüz yılı aşkın bir süre içinde batı merkezli emperyal projeler arasında başlatılan yarış devam ederken, Osmanlı devlet yapısını bir federasyona dönüştürmek gibi var olan devletlerin geleceğini güvence altına alacak Merkezi Devletler Birliği ya da İstanbul merkezli bir İslam İmparatorluğu plan ve projelerini uygulama alanına getirilmesine çalışılmış ama iki büyük dünya savaşı süreci içinde Müslümanların birliği sağlanamamış, Almanya, İngiltere, Fransa ,Rusya gibi emperyalistler dünya savaşı yaparlarken, merkezi alandaki Müslüman toplulukların birleşmeleri önlenmiş ve Türkiye’nin din değiştirme önerileriyle  Anadolu’da Büyük İsrail kurulmaya çalışılmıştır.

                Kuzey-Doğu Avrupa’da başlatılan ABD destekli Rusya’nın işgal girişimleri ile Ukrayna savaşı başlatılmış ve bir yılı aşkın bir zaman dilimi içerisinde dünyanın merkezi bölgesini bütünüyle tehdit eden bir üçüncü cihan savaşı ihtimalini öne çıkarmıştır. ABD Çin’i hedef olarak seçerken aynı zamanda Avrupa’nın eski emperyalist devletlerini de kontrol altında tutmak için, eski komünist Rusya’yı baskı altında tutmaya öncelik vermiş ve Rusya’yı soğuk savaş döneminde olduğu gibi tahterevallinin karşı bölümüne oturtarak oyunu kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirirken ve Çin ile birlikte Avrupalı emperyalistleri dışlarken Rusya’yı gene eskisi gibi karşı denge unsuru olarak kullanmaya dikkat etmiştir. Rusya yeni bir emperyalist devlet olarak öne sürülürken, eski Sovyet ülkeleri ile birlikte Ukrayna ve diğer Kuzey-Doğu devletleri Hıristiyan dünyasının üvey evlatları gibi sahipsiz ve desteksiz bırakılmıştır. Ukrayna yalnız bırakılarak teslim olmaya yönlendirilirken, devletin başına genç bir tiyatro oyuncusunu geçirmiş ve onun çabaları ve girişimleri ile dünya kamuoyunun ilgisini çekmeye öncelik vermiştir. Zelenski ismini taşıyan bu tiyatrocu konuşmalarında her türlü emperyalizme karşı çıkarken, Siyonizm’e karşı çıkmamış ve gazetecilerin fazla üzerine geldiği bir aşamada kendisinin etnik kimliği ile birlikte Büyük İsrail Projesine taraf olduklarını ve bu doğrultuda merkezi alan imparatorluğunun Siyonist plan çizgisinde gerçekleştirileceğini bir basın toplantısı aracılığı ile söylemiştir. Rusya’nın işgalinin ellinci gününde, Ukrayna’nın Büyük İsrail devletine dönüşeceğini ve bu amaçla mücadeleye devam ettiklerini açıkça dile getirmiştir. Donbass merkezli olarak Rus orduları Ukrayna’nın doğu bölgelerini işgal ederken, Zelenski Avrupa Birliğine ve üye ülkelere de karşı çıkarak, Ukrayna’nın hiçbir zaman liberalizme teslim olmuş bir Avrupa ülkesi olmayacağını açıkça dile getirmiştir. Bu noktada Avrupa ülkelerinden gelmekte olan yardımların kesilmesi olayı ile karşılaşılmıştır. Zelenski liberal Avrupa’ya karşı çıkarken, geleceğin İsviçre’si olmak gibi bir statü aramayacaklarını açıkça söylemiştir. ABD ile paslaşmayı ana politika haline getiren Rusya baskı ve saldırılarını artırırken, savaşın bölgeye ve dünya ülkelerine doğru yayılması doğrultusunda kamuoyunu yönlendirmiştir.

                Zelenski kendi kimliği ile birlikte direnen devletini dünyaya tanıtırken, Ukrayna devletinin kurulu bulunduğu eski toprakların zamanında düşmanlarla çevrilen bir bölge olduğunu ve burada yaşayan halkların tüm saldırı ve işgal girişimlerine karşı çıkarak, kendi bağımsızlıklarını elde ettiklerini ve bu çizgide kazanılmış olan haklarını sonuna kadar savunarak, ülke ve devletlerine sahip çıkacaklarını tüm konuşmalarında dile getirmişlerdir. Zelenski basın toplantılarında açıkça birçok savunmayı dile getirirken, onu destekleyen İsrail elçisi de Ukrayna’daki durumun İsrail’in durumuna çok benzediğini önümüzdeki dönemde halk kitlelerine dağıtılacak silahlarla Ukrayna ülkesi de tıpkı bugünkü İsrail gibi bir savaş alanına dönüşeceğini açıkça ifade etmiştir. Ukrayna’nın sonuna kadar direneceğini ve hiçbir biçimde barışa yanaşmayacağını resmen açıklayan cumhurbaşkanlığı temsilcisi savaşın uzun süreceğini ve bazı dönemlerde savaş dursa bile zaman zaman kısa aralıklarla savaşların devam edeceğini söyleyen İsrail elçisi, güvenlik sorunları ve kendi savunma girişimlerine Ukrayna halkının tıpkı İsrail halkı gibi uyması gerektiğini de söyleyerek savaşların savaş alanlarında kazanılması gerektiğini kesin olarak söylemiştir. Ukrayna’yı NATO’ya almak isteyen ABD kendi ülkesindeki Ukrayna lobisini bu ülkeye yardım edilmesi için harekete geçirmiştir. Rusya’nın Ukrayna’da uyguladığı saldırıları tam anlamıyla bir soykırım olarak açıklayan Amerikan yönetimi önümüzdeki dönemde Ukrayna sorununun çözüme kavuşturulması için harekete geçildiğini kamuoyuna duyurmuştur. Savaş isteyen çığırtkan merkezlerin dünya barışını tehdit etmelerine izin verilmeyeceğini söyleyen Ukrayna yönetimi ABD’nin Truva atları olarak isim takılan Baltık ülkelerinden doğru dürüst yardım gelmediğini de resmen açıklamıştır. ABD başkanı J.Biden Rusya’yı soykırım uygulayıcısı faşist bir devlet olarak suçlarken, NATO üyesi ülkelere de savaşa karşı ilgisiz kalınmaması gerektiğini belirtmiştir. ABD’de etkin olan Ukrayna ve Hazar lobilerinin devreye girmesiyle birlikte, Ukrayna halkının her türlü yiyecek, giyecek ve barınma gereksinmelerinin karşılandığı yardım organizasyonu giderek daha da güçlenmiş, Rus katliamının gerçek anlamda bir soykırıma dönüşmesi önlenmeye çalışılmıştır. Ukrayna’nın Büyük İsrail’e dönüştürülmesinde Amerikan ve Avrupa Yahudi lobilerinin de çok etkin destekleri olmuştur.

                Eski Sovyet hinterlandının sosyalist imparatorluk dağıldıktan sonraki durumuna bakıldığında burada çeşitli Hıristiyan devletlerin kurulmuş olduğu görülmektedir. Ukrayna’nın tam ortasında yer aldığı bugünkü özgürlük ortamında diğer devletler ile birlikte Ukrayna Cumhuriyeti de yer almakta ve geleceğin haritalarının yeniden gündeme geldiği bugünkü aşamada bu Hıristiyan devletin başkanı açıkça büyük İsrail planından söz etmekte ve böylesine bir Yahudi yapılanma üzerinden Doğu Avrupa’nın yeni yapılanmasında açıkça Büyük İsrail projesine başkanı olduğu Hıristiyan devleti kilitleyerek yüzünü dönmektedir. Hıristiyanlığın ikinci büyük din olarak ortaya çıktığı Milat yılları sonrasında Hıristiyanlık genişlerken ve yayılarak dünya kıtaları üzerinde yayılırken Orta Doğu bölgesinden kuzeydeki Hazar havzasına doğru önemli bir Yahudi nüfus göçü yaşanmıştır. Buralara doğru göçler genişlerken o bölgelerin geçmişten gelen halkları ile Yahudi toplulukları karşı karşıya gelmiş ve bu bölgelerde uzun süre çatışmalı ve savaşlı yıllar geçmiştir. Böylesine kavga dönemlerinde Hazar gölünün doğusunda yaşayan acem halkları Yahudi ve Musevi kökenli gruplara sahip çıkarak onları desteklemiş ve Hazar bölgesi üzerinden Yahudi ve Musevi kökenli halkların var olmalarını ve zaman içerisinde Hazar bölgesi ile bütünleşerek ayrı bir gruplanma süreci tırmandırmışlardır. Bu çerçevede iki bin yıllık süre içinde Yahudiler ve Museviler Doğu Avrupa üzerinden önce Avrupa ve sonra da Amerika ile Afrika kıtalarına göç etmişler ve bütün kıtalar üzerinde yeni yaşam düzenleri oluşturarak, bugünkü çağdaş dünyanın oluşum süreci içinde üzerlerine düşen misyonları yerine getirmeye çaba göstermişlerdir. Hazar bölgesini merkez yapan Yahudiler ve Museviler daha sonraki yıllarda önce Rusya ve Orta Asya topraklarına dağılmışlar, daha sonraki aşamada da Doğu Avrupa topraklarına dağılarak batıya yönelmişler ve İngiltere’ye kadar bütün Avrupa kıtasına dağıldıktan sonra Kristof Kolomb sonrasında da Amerika kıtasına ve bu kıta üzerinden de bütün denizlere ve okyanuslara dağılarak, yeryüzü haritası üzerinde barındıkları sahil şehirleri ve limanlar üzerinden hegemonya düzenlerini oluşturmuşlardır.

                Türkiye Cumhuriyeti  cumhurbaşkanlığı forsu üzerinde yer alan on altı yıldız Türklerin tarih boyunca kurdukları imparatorlukları simgesel olarak günümüze kadar taşıyarak bugünlere getirmesi dikkate alınırsa, Hazar denizi etrafında kurulan Hazar İmparatorluğunun tarih sahnesine çıkışında Şaman dinine inanan Türk boyları önemli roller almış ve tarih boyunca iki yüzden fazla devlet kurarak dünya tarihinde geniş yer alan Türkler, dağıldıkları coğrafyaları da Türk toprakları konumuna getirmişlerdir. Önce Acemlerin içinde kendilerine yer edinen Yahudi toplulukları daha sonraki aşamada, Türklerin arasına girerek Çin ve Avrupa kıtası arasında başlayan ve daha sonraki aşamada ortak ülke ya da ulus çatısı altında Museviler ile Türklerin önce Hazar, daha sonrasında ise Selçuklu ve Osmanlı imparatorlukları şemsiyesi altında yaşamlarını sürdürdükleri tarih kitaplarında yerini almıştır. Tarih boyunca merkezi alanda kurulan devletler incelendiğinde, Asya-Avrupa ve Afrika üçgeninde birçok Türk devletleri kurulmuştur. Dünya tarihi içinde Türkler her dönemde kurdukları yeni devletleri ile yaşamlarını sürdürürken, Yahudi ve Musevi asıllı insanlar da böylesine bir değişimin içinde yer alarak varlıklarını korumaya çalışmışlardır. Şaman dinine inanan orta Asya göçmeni Türklerin Hazar denizi kıyılarında kurdukları Hazar imparatorluğu, kuruluşu sırasında Volga ve Tuna nehirleri arasındaki geniş alanı kendisine ülke edinmiştir. Bugünkü Ukrayna’nın bulunduğu bölgede ilk olarak Ruslar Kiev kökenli bir devlet kurarken, Hazarlar Orta Asya’dan gelerek Göktürk imparatorluğunun devamı sayılacak bir çizgide yerleşerek Hazar bölgesinde yeni bir Türk devleti olarak imparatorluklarını kuruyorlardı. Hazarlar dördüncü yüzyılda kuruluyor ve onuncu yüzyılda dağılıyorlardı. Hazar devleti doğudan Arap ve Müslüman Abbasilerin saldırıları yüzünden sürekli olarak Araplar ile savaşıyorlardı. Beşinci yüzyılda bugünkü Ukrayna’nın başkenti olan Kiev’de ilk Rus Prensliğini kuran Ruslar, daha sonraki dönemlerde Hazarlar ile sürekli savaşarak Volga ve Tuna nehirleri arasında yer alan büyük Rusya devletini Moskova merkezli olarak kuruyorlardı. Hazar krallığı büyük bir alana hükmederken, sürekli olarak Kafkasya’da Arap Abbasiler ile Tuna nehri kıyılarında ise Rusya ile savaşmak zorunda kalıyorlardı. İki cephe de birden sürekli savaş yapmak Hazar devletini fazlasıyla yıpratırken aynı zamanda çöküşe sürüklüyordu.

                Üç kıta ortasında tıpkı Osmanlı ve Türkiye devletleri gibi merkezi bir konuma sahip olan Hazar krallığı onuncu yüzyılın sonlarına doğru savaşlarla çökerek tarih sahnesinden silinirken, Hazar Türklerinin içinden çıkan bazı Türk asıllı topluluklar, Hazar ordusunun komutanlarından Selçuk beyin önderliğinde güneye doğru yönelerek Orta Doğu bölgesine Türklerin yayılmasına yol açıyordu. Bölgedeki  nüfusun ve savaşların sayıca çok olması ya da sürekli olarak devletleri savaştırarak çöküşü gündeme getirmesi, Hazar devleti yerine kurulan Selçuklu devletinin de sürekli savaşarak çöküş senaryolarına aracı olması gibi istenmeyen bir duruma düşen Hazar devleti, din değişikliğine giderek Hıristiyanlar ve Müslümanların ortasında  farklı bir din ile ayakta kalınamayacağını görmüş ve bu durumda bölünme ve dağılma aşamasına gelme durumundan kurtulabilmek için Hıristiyanlığa ve İslam’a karşı üçüncü tek tanrılı din olarak Museviliği resmen devlet dini olarak kabul ettikleri görülmüştür. Devletin çöküşü ve toplumsal bölünme gibi olumsuz durumlardan kurtulabilmek için Hazar kralı ve imparatorluğun üst düzey yönetici kesimi, resmi bir devlet töreni ile Şamanlık dinini bırakarak Musevilik dinini benimsemişlerdir. Filistin bölgesinden bir Hahambaşı davet edilerek onun yönetimindeki bir resmi din töreni üzerinden Hazarlar Museviliği benimsemişler ve devletin çöküşünün önlenememesi gibi bir olumsuz durum karşısında, Hazarlar önce güneydeki Orta Doğu bölgesine ve  daha sonra Doğu Avrupa bölgesindeki ülkelere, üçüncü aşamada ise Avrupa ve İngiltere üzerinden bütün dünyaya dağılmışlar ve Avrupalı sömürge imparatorluklarının yeni insan toplulukları olarak bu örgütlenme içinde liman şehirlerini kullanarak, evrensel düzeyde bir deniz yapılanması imparatorluğunun oluşumuna yardımcı olmuşlardır. Bir anlamda Hazar devletinin dağılması bütün dünyanın her bölgesinde yerel ve genel siyasal yapılanmaların gündeme gelmesine yardımcı olmuştur. Çin ve Avrupa bölgeleri arasındaki ilk küresel ticareti yapan Hazarlar gittikleri bölgelere götürdükleri yenilikler ile uluslararası alanlar da Rönesans yapılanmalarının da önünü açmıştır.

Rus ve Arap saldırılarına karşı koyamayan Hazarlar aynı zamanda İslam ve Hıristiyanlık saldırısı karşısında dağılmamak için üçüncü bir tek tanrılı dini benimseme yoluna gitmiştir. Hazar halkının entelektüel kesiminin öncülüğünde göçler üzerinden hem bugünkü Rusya, Hazar ve Orta Doğu bölgelerinde Musevilik anlayışının yayılmasına yardımcı olmuşlar, hem de daha sonraki yıllarda Balkanlar ve Doğu Avrupa üzerinden Musevilik dininin tüm küresel alanlarda etkinlik otoritesi sağlanmasına destek sağlamışlardır. İşte böylesine bir dağılma ve gelişme süreçleri sayesinde Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık üzerinden Hazar imparatorluğu çevresinde kavgalar devam ederek bugünlere gelinmiştir. Hazar krallığının uzantısı olduğunu iddia eden Ukrayna cumhuriyeti günümüzde Hıristiyan Avrupa ile Müslüman Orta Doğu’ya karşı meydan okuyarak, dünyanın merkezi coğrafyasında yeni bir Yahudi devleti olarak Büyük İsrail projesini hedef göstermektedir. Zelenski’ye göre Hıristiyan ve Müslümanların dolu olduğu merkezi alanda Büyük İsrail’in kurulmasıyla birlikte üçüncü tek tanrılı din de olarak Musevilikte orta dünyada kurulacaktır. Ayrıca binlerce kilometre öte de güney bölgesinde kurulmuş olan bir İsrail devleti varken, yeni bir Büyük İsrail yapılanmasının gerçekçi olmayacağını ve savaşlara yol açacağını son dönemdeki gelişmeler ortaya koymaktadır. Ayrıca Küçük İsrail ile Ukrayna arasında yer alan Kırım yarımadasının da Siyonizm’in merkezi hedefleri arasında olduğunu siyasal olaylar göstermektedir. Büyük İsrail eğer küçük İsrail’i büyütmek için kuruluyorsa, o zaman Odessa’nın başkent olması ve Kırım’ın kuzey İsrail olarak Filistin’de kurulmuş olan güney İsrail ile bir araya gelmesi zorunluluğu vardır. Böylesine bir pozisyonda ise Avrupa ile Asya kıtalarını bir araya getiren kıtalar arası bir köprü konumundaki Anadolu yarımadası, köprü ve merkezi konumlarıyla Büyük İsrail devletinin ana karası gibi yeni bir jeopolitik konuma doğru getirilmektedir. Zelenski beş yüzyıl önceki Hazar imparatorluğunun konumundan ileri gelen tarihsel durumu işaret ederek, son aşamada Museviliği benimsemekte olan Hazar devletinin mirasını izleyen bir biçimde Ukrayna, toprakları üzerinde bir büyük İsrail devleti kurabilmenin çabası içine girmiştir. Merkezi bölgede Yahudi devleti yıkılırken, Müslüman ve Hıristiyan devletler ayakta kalarak bugünlere kadar gelmişlerdir. Var olan devletler bu yüzden bölge haritasında değişiklik istememektedirler.

                Birinci Dünya Savaşı sonrasında, yüz yıllık bir zaman dilimi çerçevesinde Orta Doğu haritası korunmuş ve bu doğrultudaki devletler düzeni ile bölgede kalıcı bir yapılanma hedeflenerek, batı emperyalizmi destekli bir siyasal düzen, bugün de bölge devletleri ve halkları tarafından savunulmakta ve bu doğrultuda bir koruyucu düzen yeni güvenlik antlaşmaları ile yürütülmeye çalışılmaktadır. Ne var ki aradan geçen bir yüzyıllık dönem içinde dünyada önemli değişiklikler gündeme gelmiş ve bunların dünya düzenine doğrudan etki yapan yansımaları sürekli olarak bölgelerde sıcak çatışmalara ve savaşlara neden olduğu için, merkezi coğrafyada bir güvenlik ortamı kalmamıştır. Birinci dünya savaşının çözüm üretmede yetersiz kalması yüzünden ikinci dünya savaşı çıkartılmış şimdi de yeni bir savaş senaryosu ile Armegeddon adı altında bir üçüncü dünya savaşı  çıkartılmaya çalışılmakta ve böylesine büyük bir emperyalist planın gerçekleşebilmesi için Filistin ya da Ukrayna gibi zayıf ve küçük devletler seçilerek ve bunların bulunduğu bölgelerde Siyonizm'in fenerini tutuşturarak çözümsüz kalan orta dünyayı, yeni dönemde daha istikrarlı ve güvenlikli bir yapılanmaya dönüştürecek biçimde yeni devletler düzeni öne çıkarılmaktadır. Bu doğrultuda çeşitli savaş senaryoları meydana konurken bunların yetersiz kaldığı aşamalarda deprem, seller ve su baskını, yangınlar ve diğerleri gibi doğal afet senaryolarının birlikte gündeme getirilerek savaşlarla birlikte afet senaryolarında kullanıldıkları son yıllardaki gelişmeler olarak dünya kamuoyunun dikkatlerini çekmektedir. Emperyalizm çok katlı gökdelenleri merkezi alan kentlerine kurarken aynı zamanda buraları temizleyerek var olan gecekondu konumundaki eski binalar depremlerle yıkılmakta, sel ve benzeri doğal afetlerden yararlanılarak eski düzenlerin yıkılması sağlanmakta ve daha sonra da savaşlarla yıkılmış olan ülke ve kentlerin yerine yeni büyük binalar ve devlet benzeri siyasal yapılanmalar planlara uygun bir biçimde yapılmaktadır.

                Kudüs Üniversitesi öğretim üyelerinden Yuval Noah Harari’nin kitapları bir İsrail projesi olarak Türkiye’de fazlasıyla okunmaktadır. Yahudi asıllı bu bilim adamı geleceğin büyük İsrail imparatorluğu ile ilgili çeşitli konuları anlatırken, fazlasıyla Anadolu yarımadasının üzerinde durarak anlatmakta, bir anlamda Türklerin ana yurdu konumundaki Anadolu Topraklarını Büyük İsrail devletinin ana merkezi toprakları olarak göstermektedir. Kuzeyinde Hazar kalıntısı bir Ukrayna Cumhuriyeti ile Kuzey İsrail ve Proto tarih dönemlerinden gelme Filistin de Büyük İsrail projeleri ile aynı bölgede karşı karşıya kalan Türkiye Cumhuriyeti, kuzey ve güneyden gelen Siyonist projelerin tam ortalarında kalmaktadır. Zelenski’nin istediği biçimde bir Büyük İsrail kurulurken, geçici bir proje olduğu ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin topraklarının Türklerin elinden alınacağı, Türklerin yeniden Orta Asya’ya doğru yönlendirilerek eskisi gibi dış dünyaya kapalı bir yaşama mahkûm edilecekleri yazılıp çizilmektedir. Anadolu’da Türk nüfus istemeyen emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerinin Odessa, Selanik ve Kudüs üçgeninde bir Büyük İsrail yapılanmasının, Anadolu yarımadasını kendi vatanı yapmış olan Türkler tarafından kabul edilmeyeceği tarihte yaşanan olaylar ve Kuvayı Milliyeci Türk milletinin siyasal direnişleri ile kanıtlanmıştır. Tarihten gelen gerçekleri antiemperyalistlerin bildiği kadar Türk milleti de bilmekte ve buradan gelen faktörler ışığı altında, bütün siyasal gelişmeler Türkiye’deki üniversiteler ve siyasal merkezler tarafından izlenerek ve incelenerek değerlendirilmektedir Büyük Orta Doğu ya da Büyük Yakındoğu gibi merkezi alana egemen olma projeleri benzeri bir çizgide Büyük İsrail projesi de bir emperyalist plandır. Onların böylesine büyük alan projeleri varsa Türkiye’nin de komşularıyla birlikte ortak bir merkezi savunmayı gündeme getirecek antiemperyalist bir çizgide, Merkezi Devletler Birliği projesi de karşıt bir savunma projesi olarak devrede olacaktır. Ukrayna’dan İsrail’e kadar uzanacak bir Büyük İsrail projesi doğrultusunda Misakı Milli sınırları içinde var olan ve bugünlerde yüzüncü yılını tamamlayan Türkiye Cumhuriyeti devleti ve tarihi bir gerçek olan Türk milleti sonsuza kadar yaşam mücadelesini sürdürecek ve kurucu önder Atatürk’ün dediği gibi Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır. Türklüğü yok etmeye çalışan Siyonistlere karşı Anadolu ülkesiyle kaynaşmış olan Türk milletinin yeniden Orta Asya çöllerine geri gönderilmeye çalışılmasına, Türk devleti ve ulusu sonuna kadar karşı çıkarak mücadele edecektir. Ukrayna’dan İsrail’e yönelenlerin merkezi alanın tam ortasında büyük bir Türkiye Cumhuriyeti olduğunu hiçbir zaman unutmamaları gerekmektedir.

 Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

19 Eylül 2023 Salı

BRiCS DUVARI EMPERYALİZME KARŞI - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

 ANKARA KALESİ

BRiCS DUVARI EMPERYALİZME KARŞI

                Son aylarda birbiri ardı sıra gündeme gelen uluslararası kongreler ve toplantılar sürüp giderken, bugünkü dünya siyaseti normal koşulların ötesinde gelişmeler göstermektedir. Ülkeler ve devletler arası ilişkiler geçmiş dönemlerdeki gelişmelerin devamı olarak sürüp giderken, dünyanın değişik kıtalarında birbiri ardı sıra öne çıkan toplantılar ve kongreler üzerinden dünya siyasetinin eskisinden farklı çizgilerde gelişmelerin yönlendirmesiyle birlikte, yeni dünya düzeni arayışlarının beklenmeyen ya da istenmeyen çizgilere doğru kaydırmalar gösterdiği görülmektedir. Yapılan toplantıların ev sahibi büyük ülkeleri öne çıkardığını ve toplantı merkezi ülkelerin komşu ülkelerle ya da belirli tasniflere göre biçimlendirilen bölge ülkelerinin katılımlarıyla, uluslararası alanda eskisinden çok farklı yeni arayışlara giriştikleri gözlemlenmektedir. Belirli kıtalar ya da bölgelerin dışına çıkan başka gruplaşmaların da yeni dönemde öne çıkarak evrensel düzeyde yeni ittifaklar üzerinden daha farklı yapılanmaları gündeme getirdiği anlaşılmaktadır. Bugün gelinen aşamada iki yüzü aşkın ulus devletin dünya haritası üzerinde yer alarak, diğer ülkeler ile karşılıklı ya da yakın mesafelerde duruş sergiledikleri ve son yıllarda bu çizgide ortaya çıkan yeni girişimler aracılığı ile dünya kamuoyuna yansıtılmaktadır. Bu tür gelişmeler sayesinde öne çıkan devletlerarası yeni ilişkiler hem bütün devletlerin içlerinde geliştirdikleri özel politikalarını, hem de komşu ülkeler üzerinden bölgesel ya da evrensel arayışlarına uygun bir çizgide eskisinden çok farklı yeni durumların ortaya çıkmasına da yardımcı olmaktadırlar. Dünya gündemi sürekli bu tür oluşumlara açık bir biçimde ilerleyip gelişirken, toplantı trafiği ya da büyük ülkelerin ağırlığını koyduğu kongreler üzerinden güçler dengesi öne çıkarılarak, bu duruma göre yeni yapılanmalara yardımcı olan oluşumların uluslararası arayışların yeni biçimlenmesinde son derece etkin oldukları görülmektedir.

                Balkanlar, Karadeniz, Kafkaslar, Afrika ve Orta Doğu bölgelerinin çeşitli ülkelerinde sıcak çatışmaların yükselişe geçtiği bir aşamada, 22-24 Ağustos 2023 tarihlerinde Güney Afrika’nın önde gelen Anglo-Amerikan kenti olan Johannesburg’da bir araya gelen BRİCS ülkeleri, yeni dönemin çeşitli sorunlarının ele alındığı bir yeni zirve toplantısı yapmışlardır. 15. Zirve toplantısını yapan BRİCS örgütü uluslararası alanda batı emperyalizminin karşıtı bir çizgide gelişmeler gösterirken, bugün gelinen noktada uluslararası ekonomik ve siyasal gelişmelere uygun bir biçimde hareket ederek, son yıllarda değişmiş olan uluslararası dengelerin yeniden kurulabilmesi için, son yıllarda önemli adımlar atmıştır. Batı emperyalizminin dışında kalan doğu ve güney ülkeleri içinde yer alan büyük devletlerin bu alanda öne geçerek bir an önce ortaya çıkan dengesizliklerin altında kalarak ezilip yok olmaya doğru sürüklenmelerini önleyebilecek girişimlerden birisi olarak ortaya çıkan BRİCS yapılanmasının, zaman içerisinde önemli adımlar atarak soğuk savaş sonrasında yok olup giden eski dengelere benzer paralel girişimlere kalkıştığı görülmektedir. Daha çok güney ve doğu bölgelerinde etkin olan bölgenin büyük devletlerinin öncülüğünde önce bir araya gelinerek batı emperyalizmine siyasal ve ekonomik açılardan alternatif arayışları, BRİCS örgütü aracılığı ile öne sürülerek yeniden eski dengelere uygun ve paralel girişimlerin gündeme gelmesi için fırsatlar yaratılmaya çalışılmıştır. Güney Afrika Birliği topraklarında tarihi bir zirve toplantısını başarıyla tamamlayan BRİCS örgütü içinde bulunulan bugünkü ekonomik ve siyasal sorunları ile boğuşan bu örgüt, aynı zamanda hem kendi örgütünün iç sorunlarıyla birlikte, batı emperyalizmine karşı yeni bir yapılanmaya yönelen gelişmekte olan ülkeler içinden kendisine üye olabilecek diğer orta boy ve büyük ülkeler içinden yeni aday ülkeleri seçerek batı dünyasının karşıtı bir yeni oluşumu uluslararası alana yansıtmıştır. Batı dünyasının önde gelen büyük ülkeleri arasında kurulmuş bulunan bugünkü kapitalist düzenin eskisi gibi işlememesi ve yeni dönemde büyük ve küçük ülkeler arasındaki gelir dağılımının eskisine oranla daha kötü bir çıkmaza sürüklenmesi çerçevesinde, BRİCS örgütü son toplantısını başarıyla bitirmeye çalışmıştır.

                BRİCS ve Afrika başlığı altında yapılan Johannesburg toplantısında 94 maddelik bir bildiri yayınlanarak ve üye devletler arasındaki ortaklık statüsünün değişen koşulları dikkate alınarak yeni bir yapılanmaya gidilmek istenmiştir. BRICS’in yeni üyelik ve ortaklık statüleri yeniden belirlenirken, aynı zamanda yeni dönemde birlikte hızlandırılmış büyüme ile birlikte sürdürülebilir kalkınma çabasının sonuç verebilmesi için çalışmalar yapılmıştır. Yeni BRİCS deklarasyonunun ara başlıkları olarak kapsayıcı çok taraflı örgütlülük, iş hayatında kadınların yeri, iklim krizi, barış ve kalkınma ortamlarının üye ülkeler arasında teşvik edilmesi, karşılıklı hızlandırılmış büyüme için ortaklık, insanlar arası değişim çalışmalarının derinleştirilmesi ve kurumsal gelişim başlıkları kullanılmıştır. Emperyalizmin ağır baskıları altında sömürgelikten kurtulamayan Afrika ülkelerinin muhtaç olduğu destek ve yardımların belirli bir program çerçevesinde, Asya ve Afrika ülkelerine sağlanması konularında BRİCS örgütü kendini yenileyerek, bu gibi ana sorunların üst düzeyde çözümler yaratması çabalarına eski zirvelere oranla daha fazla yer verilmiştir. ABD merkezli batı kapitalist sisteminin dolara dayanan yapılanması yüzünden bütün dünya ülkelerinin fazlasıyla rahatsız olması gibi istenmeyen bir durum ortaya çıktığı için, BRİCS zirvesindeki ana tartışma konularından birisi dünya ticaret sistemi içinde yeni para rejiminin nasıl yenilenmesi gerektiği tartışılmıştır. ABD hegemonyasının sağladığı dolarizasyon uygulamalarının yarattığı haksızlıklardan kurtulmak isteyen üye ülkeler alternatif bir para sistemi getirilmesi için yeni seçenek arayışlarına yönelmişlerdir. Dünya ülkeleri arasında giderek gelişmekte olan ticaret sisteminin, emperyalist sömürü uygulamalarından kurtulabilmesi için yerel ve ulusal para birimlerinin daha fazla kullanıldığı yeni bir adil düzenin oluşturulabilmesi çerçevesinde, teşkilata üye olan ve gelecekte üye olacak aday ülkeler arasında yeni yaklaşımlar geliştirilmeye çalışılmıştır. Tüm BRİCS üyeleri için ortak bir para biriminin oluşturulması ile birlikte Dolar, Euro ve Sterlin gibi batı kaynaklı para sistemlerinin sona erdirilmesi karara bağlanmıştır.

                Bütün Asya ve Afrika ülkelerinin temsilcilerinin katıldığı zirve toplantısında aday ülkeler arasından yeni üyeler seçilerek örgütün güçlenmesine öncelik verilmiştir. Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın katımlarıyla kurulmuş olan BRİCS örgütü altı yeni devletin örgüt üyeliğine kabul edilmesiyle, yeni dönemde daha güçlü bir biçimde batı emperyalizminin saldırı ve baskılarına karşı çıkarak, daha adil bir yeni dünya düzeni için mücadele etmeye devam edeceklerdir. Yirmiye yakın ülke örgüte tam üye olmak için başvuruda bulunmasına rağmen, genel kurul toplantılarında konu ele alınarak tartışılmış ve Arjantin, Mısır, Etiyopya, İran, Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri altı yeni üye olarak resmen ilan edilmişlerdir. Dünya konjonktüründe yeni ortaya çıkan gelişmelerin etkisi ile yeryüzünde bulunan ülkeler arasında bir jeopolitik ve stratejik değerlendirmeler yapan örgüt genel kurulu, Arjantin ile Güney Amerika’ya, Mısır ve Etiyopya ile Afrika kıtasına, Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri’nin üyeliklerine öncelik tanırken, örgüt yönetimi uluslararası alanda son aşamada gündeme gelen yeni jeopolitik gelişmeleri esas alarak bir değerlendirme yapmıştır. İnsan topluluklarını emperyalizmin kıskacından kurtaracak özgürlükçü bir yaklaşıma olan gereksinme giderek artarken, Hindistan, Çin, Rusya ve Brezilya gibi büyük ve kalabalık devletlerin dünyanın genel gidişi doğrultusundaki destek sağlayıcı çabalarını artırarak ve batılı kapitalist ülkelerin önlerini keserek denge sağlayıcı girişimlerde bulunmaları gerekmektedir. Batının dışında kalan dört büyük devletin öncülüğünde kurulmuş bulunan BRİCS örgütünün yeni dönemde Arjantin, Mısır, Arabistan ve Etiyopya gibi ikinci derece büyük devletlerin katılmasıyla birlikte, batı emperyalizminin önüne daha büyük bir duvar seddi çekilmiş bulunmaktadır. Emperyalizme karşı bir büyük dayanışma ile yaratılan bu örgütlenmenin beklenen küresel dengeleri oluşturabilmesi için yeni bir küresel düzenin yaratılması gerekmektedir. Bütün kararlarını oy birliği ile alan bu yeni örgütün verdiği kararların başarıyla uygulanabilmesi için, üye ülkeler arasında sıkı bir dayanışma kurulması beklenmektedir. Küresel saldırganlıklara karşı insanlık ölçülerine dayanan bir denge kurmak BRİCS örgütünün hedefidir. Üçüncü dünyanın bağlantısızlar hareketinin yansımaları bu örgütü etkileyerek yönlendirmiştir. Bu çerçevede bugün bu örgütün uluslararası alanda etkilerinin artırılması gerekmektedir.

                Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra soğuk savaş biterken bir de iki kutuplu dünyanın son aşamasına gelinmiş ve bu doğrultuda batı uygarlığının dayatmaları ile tek kutuplu bir dünyaya doğru gidiş ve yönelmeler batı merkezlerinde öne çıkan bir beklenti olarak değerlendirilmiştir. Ne var ki, sosyalist sistemin çöküşünden bu yana neredeyse yarım yüzyıllık bir zaman dilimi geçmesine rağmen emperyalistlerin peşinde koştukları insanlığı köleleştirecek boyunduruk düzeni halen kurulamamıştır Tek merkezli bir büyük dev yapılanma hedeflenirken yüz yıl önce hazırlanmış olan ABD merkezli tek kutuplu dünya düzeni kurulamamıştır. İki yüzden fazla devletin yeryüzü haritasında yer aldığı tek kutuplu bir alternatif küresel düzen tekelci şirketlerin bütün çabalarına rağmen ABD öncülüğünde bir küresel imparatorluk bir türlü bugünkü koşullar altında kurulamamıştır. Böylesine bir durum ortaya çıkınca bunun üzerine alternatif arayışlarda öne çıkmıştır. BRİCS böylesine bir arayışın ürünü olarak gündeme gelince, zengin ülkeler arasındaki dayanışma ya da ortaklıkların kurulması daha geniş boyutlarda tartışılmaya başlanmıştır. Alternatif arayışların daha da öne çıktığı bir aşamada dünya yeniden iki kutuplu bir düzene doğru kaymaya başlamıştır. G-20 başlığı altında bir araya gelen zengin ülkelere karşı, Afrika ve Asya’nın yoksul ülkelerinin dayanışma ve birlik oluşturma girişimleri giderek zaman içinde öne çıkmıştır. Batılı ülkelerin kendileri için oluşturdukları korumalı çıkar düzenine karşı insanlık yeniden iki kutuplu dünya düzeni kurma aşamasına gelmiş bulunmaktadır. BRİCS örgütünün en son olarak kurulduğu yeni aşamada zengin ülkelerin G-20 örgütüne karşı, yoksul ülkeler de kendi çıkarları doğrultusunda bir gelişmekte olan ülkeler gruplandırması gündeme gelirken, BRİCS çatısı altında bir araya gelerek kalıcı bir yeni Birleşmiş Milletler örgütlenmesine olan gereksinme giderek daha da artmaktadır. Yeni dönemde uluslararası örgütlenmeler açısından bir değerlendirme yapıldığı bu aşamada dünya zenginler ve yoksullar olarak ikiye bölünmekte ve böylece yeniden iki kutuplu bir dünya arayışı gündeme gelmektedir.

                BRİCS örgütü insanlığı iki kutuplu yeni bir küresel düzene doğru sürüklerken zenginler ile yoksulların kendi çıkarları doğrultusunda örgütlenerek mücadele yollarına başvuracakları anlaşılmaktadır. Tarihin her döneminde güçlüler-zayıflar ayırımı yapıldığı gibi bugün de  zenginler-yoksullar ayırımı yapılmakta ve bu doğrultuda dünya ülkeleri bir araya gelerek yeni bir kamplaşma modeline girerken, aslında bir anlamda yeni dünya düzeninin kendiliğinden gelişmekte olan alternatif modeli de ortaya çıkmaktadır .Belirli konular ya da ilkeler çizgisinde birliktelikler oluşurken, aynı bölge, havza ya da uzayıp giden toprakların komşuları düzeyinde yeni birliktelikler ya da örgütlenmeler bir biri ardı sıra öne çıkmaktadır. İki dünya savaşı sonrasında ortaya çıkan uluslararası birliktelikler de ya bölgeler ya da ilkelere dayalı küresel yapılanmaların birbiri ardı sıra öne çıktıkları görülebilmektedir Zengin ülkelerin yer kürenin batı ve kuzey bölgelerinde bir araya gelerek toplandıkları görülünce, zenginlerin merkezi olan dünyanın kuzey ve batı bölgelerinde, zengin ülkeler dayanışmaları ya da birliktelikleri kendiliğinden öne çıkmaktadır. Yer kürenin ekvator ya da diğer hatlar üzerinden bölümlenmesi de bu tür dayanışmaların içerisinde bölgesel gruplar olarak dünya sahnesine yeni katılımları öne çıkarabilmektedir. Batı ülkeleri batı bloku ya da kuzey ülkeleri bir kuzey birliği oluşumunu hedefleyerek dünya sahnesinde yeni dayanışma örgütlenmelerinin örneklerini verirlerken, zengin kuzey ülkelerine karşı güneyin yoksul ülkelerinin ya da gene gelişmiş batı ülkelerine karşı çizgide doğunun terk edilmiş yoksul ülkelerinin devreye girerek Şangay örgütü gibi bir batı karşıtı yapılanmayı yeni bir alternatif olarak öne çıkarabilmektedir. Çin’in önderliğinde Şangay örgütü kurularak harekete geçince, Hindistan-Rusya ve Brezilya gibi çok büyük devletlerin gelişmiş batı ve kuzey birlikteliğine karşı az gelişmiş ya da gelişmekte olan devletleri içine alan yeni bir birliktelik olarak  ya da  bir güney ve doğu  ülkeleri birliği olarak, BRİCS örgütünün dünyanın en geniş topraklarına sahip olan Brezilya, Rusya ve Hindistan’ın öncülük ettiği bir güney ve doğu birlikteliği görünümünde dünya haritası üzerinde meydana çıktığı açıkça görülmektedir. BRİCS örgütü bir anlamda kuzey ve batının küreselleşmesine denge arayışı çizgisinde, Brezilya öncülüğünde bir küresel güneyin ortaya çıkışıdır. Çin ve Hint birlikteliği Brezilya’nın katılmasıyla birlikte küresel güney doğuyu yaratmıştır.

                Yeni dünya düzeni yeryüzü haritaları üzerinde biçimlenirken, harita üzerindeki yönlerin belirlenmesiyle doğu-batı ve de kuzey-güney eksenleri üzerinde yeni bölgesel yapılanmalara doğru dünya ülkeleri adım atmaktadır. Yeryüzünün kuzeyinde ya da batısında olduğu gibi güneyinde ve doğusunda da aynı biçimde bölgesel yapılanmalar ortaya çıkmakta ve bu doğrultuda kuzeylilik ya da güneylilik gibi bölgesel tanımlamalar üzerinden insanlar harita üzerindeki jeopolitik tanımlamalara göre gruplanmaktadır. Kuzey kutbu ile güney kutbu arasında yer almakta olan yer küre olarak dünya yusyuvarlak bir top biçiminde günlük dönüş seyrini sürdürerek tamamlama peşinde sürüklenirken, kuzeye karşı güneyin, batıya karşı da doğunun öne geçerek tam anlamıyla bir küresel topun dönüş seyri devam etmektedir. Böylesine bir gelişme sonucunda kuzey ülkeleriyle doğu devletlerinin ya da batı ülkeleriyle güney devletlerinin bir araya gelerek yeni bölgesel ya da küresel birliktelikler ile beraber daha farklı uluslararası örgütlenmelere yönelebildikleri anlaşılmaktadır. İki dünya savaşı sonrasında yeni bir dünya düzeni kurulurken, yer kürenin yönlere ve bölgelere bakılarak yeniden bölümlendirilmesi ya da tanımlanması yeni dünya düzeni arayışları sürecinde gündeme gelirken, küresel ya da bölgesel birlikteliklerin BRİCS örneğinde olduğu gibi, kurucu ya da katılımcı ülkelerin isimlerinin baş harflerinin yan yana getirilmesiyle daha özgün bir isim yaratılabilmektedir. BRİCS örgütü önce Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çinin katılımlarıyla kurulmuş daha sonraki ikinci aşamada ise eski bir İngiliz sömürgesi olarak Güney Afrika Birliği, batı dünyasının temsilcisi olarak bu çok yönlü yapılanmaya üye olarak alınınca, güney Afrika’nın baş harfi olan “S”harfinin örgütün ismine eklenmesiyle birlikte  bu uluslararası kuruluşun adı  BRİCS olarak değiştirilmiştir . Şimdi gelinen yeni aşamada 6 adet büyük ve orta boy devlet güney bölgesinin içinden seçilerek, örgütün genel kuruluna tam üye statüsünde katılma hakkını elde etmişlerdir. Brezilya’yı yalnız bırakmamak için Arjantin, Afrika’yı temsilen Etiyopya, Arap dünyasının temsilcisi olarak Mısır ve BAE, Şii dünyasının temsilcisi olarak İran, örgüte yeni aşamada tam üye oldukları için BRİCS örgütü artık 11 üyeli bir uluslararası organizasyon olarak genişleyerek daha güçlü hareket etme şansını elde etmiştir. Ne var ki, örgütün ismi kuruluş aşamasında kurucu büyük devletlerin isimlerinin baş harflerinin birleştirilmesiyle elde edildiği dikkate alınırsa, o zaman yeni katılan üye devletlerin isimlerinin baş harflerine uygun ya yeni bir isim konacak ya da diğer çok uluslu örgüt isimlerine benzer yeni bir simgesel ad konulabilecektir.

                Büyük devletler dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya alışkın oldukları için farklı isimlere yönelerek uluslararası kuruluşları kendi damgaları altına almak isterler. Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler ise devlerin çekişmeleri altında kalmamak ve çatışmalarda ezilmemek için ülkelerin hasım ya da rakip yapılanmamalara girmemeye çalışmaktadırlar. Küçük ve orta boy ülkeler kendi çıkarları açısından her ülke ile özgürce ticari ya da siyasal ilişkilere girebilmek için çaba sarf ederlerken, büyük devletler kendilerini uluslararası ilişkilerin tam ortasına koyarak hareket ederler ve bu doğrultuda da uluslararası ilişkilerde hegemonyacı bir tavır izleyerek birbirleriyle rekabete kalkışabilirler. Büyüklerin hegemonyacı yaklaşımlarına karşılık, küçük ve orta boy devletlerin her zaman için denge arayıcı ve büyükler arasındaki sürtüşmeleri önleyici çizgide birliktelik veya ortak tavır ortaya koyabilirler. Bu tür çekişmelerde diğer devletler kendi çıkarları için arayışlarını sürdürür ve uluslararası alanın açık bölmelerinde yeni arayışlarına devam edebilirler. Bu gibi arayışlar ve girişimlerin sonuç vermediği aşamada, bazı büyük ülkeler hegemonyacı politikalarını öne çıkararak çeşitli devletleri iş birliği ve farklı ortaklıklar üzerinden kendilerine bağlayarak iki kutuplu ya da çok kutuplu dünya düzeni sürecinde giderek çatışmalar ya da savaşlara dönüşebilecek kamplaşmalar ve kopmaların önünü açabilir. Gelinen yeni noktalarda kutuplaşmalar ortaya çıkabilmekte ve böylesine oluşumların öne geçtiği aşamalarda ise, kutuplaşmaların sert bir biçimde kamplaşmalara dönüştükleri veya sıcak çatışmalara doğru kayma gösterdiği görülebilmektedir. Yeni dünya düzeni oluşturma aşamasında tek ya da iki kutuplu bir dünyadan çok kutuplu bir yapılanmaya doğru ortaya çıkan gelişmelerin barış yerine savaşlara yol açabileceği gündeme gelebilmektedir. BRİCS örgütü çok kutuplu dünyada iniş ve çıkışlarla uğraşırken bazan çeşitli yaklaşımların çatışması yaşanmaktadır.

                Bütün örgütler ya da kuruluşlar gibi BRİCS örgütü de genişlemeye doğru yönelince, son zirve toplantısında yeni üyelerin katılmalarıyla BRİCS örgütü çok renkli bir katılım modeline kaymıştır. Suudi Arabistan ile İran, Mısır ile BAE, Rusya ve Çin gibi tercihleri birbirinden çok farklı hatta birbirine karşı zıt çizgide olan ülkelerin çok kutuplu bir dünyanın öncüsü konumundaki BRİCS örgütünün içinde ne gibi gelişmelere yol açacağı şimdiden bir merak konusu olarak öne çıkmaktadır. Avrupa Birliği ya da batı ülkelerinin oluşturduğu birliktelikler devam ederken, Şangay Örgütü ya da BRİCS gibi uluslararası kuruluşların çatısı altında üye devletlerin farklı çatılar altında haklarını aramaya yönelmeleri, dünya ülkeleri arasında ciddi anlamda çelişki ve çatışmalara yol açabilecektir. Rusya’nın BRİCS örgütü içinde hegemonyasını taşıyarak öne çıkmasıyla birlikte Endonezya gibi bir gıda ve tarım ülkesinin BRİCS üyeliğine kabul edilmemesi gibi olumsuz bir durum ortaya çıkmıştır. İran ile Arabistan arasındaki gerginliklerin de bu örgütün çatısı altına taşınması Doğu-Batı ve de Kuzey-Güney eksenlerinde çok yönlü hareket ederek yeni dünya düzeninin öncüsü olmaya çalışan bir örgüt olarak BRİCS teşkilatını zor durumlara sürüklemektedir. Rusya’nın örgüt içinde gücü giderek artarken, Ukrayna savaşı nedeniyle yaşanan savaş olayları Çin, Hindistan, Brezilya gibi büyük ülkeler ile eski üçüncü dünyacı Arabistan, İran ve BAE gibi devletleri de rahatsız etmektedir. Çok kutuplu dünya düzeninin giderek gelişmesi ve yeni sıcak olayların böylesine çelişkili bir biçimde birbiri ardı sıra devreye girmesiyle birlikte kaotik bir ortam kendiliğinden gündeme gelerek, BRİCS örgütünü diğer uluslararası kuruluşlar gibi inişli çıkışlı bir istikrarsız ortama doğru sürüklemektedir. Böylesine bir durumda batılı bankaların kredi ve destek olanaklarından yararlanan gelişmekte olan ülkelerin batı dünyasına doğru yeni bir yöneliş aşamasına gelirken, gelişmekte olan ülkelerin Batılı banka ve kredi kuruluşlarının sağladığı yeni olanaklar çerçevesinde, eskisinden farklı bir çizgide girişimlerde bulunacağı şimdiden tahmin edilebilmektedir. Çok kutuplu dünya düzeni giderek yeni merkezlerin oluşumu ile zenginleşirken, ülkeler ve devletler hem eski hem de yeni ilişkileri ile uğraşarak istikrarsız bir duruma sürüklenmektedirler. Bu gibi karışık durumların devletlerarası karışıklıklara yol açması durumunda kaos oluşumları hızlı bir şekilde gelişerek uluslararası düzenleri ve ilişkileri bozabilmektedir.

                Birleşmiş milletlerin dünyayı yönetme görevini tam olarak yapamaması nedeniyle, yeni kuruluşların gündeme gelmesi kaçınılmaz bir sonuç olarak öne çıkmıştır. BRİCS konumunda bir küresel örgütün kurularak devreye girmesi, dünya ekonomisinin ve buna dayalı olarak da küresel sistemin sona ermesi gibi yeni bir tür değişimi gündeme getirmektedir. Özellikle ikinci dünya savaşı sonrasında ABD merkezli dolara dayalı dünya sisteminin kurulmuş olması, hem ABD’yi ve parası olan doların üstün konumda olmasını belirlemiştir. Eski dünya imparatorluğunun kurucusu olan İngiltere’yi yanına alan, eski ve yeni patronlar olarak hareket eden Britanya İmparatorluğu ile ABD ikilisi, tam anlamıyla egemen olma konumuna gelmeleriyle birlikte sterlin ve dolar birlikteliği Anglo -Sakson üstünlüğünü yerleştirmiş, Avrupa Birliğinin parası olarak Euro’nun ortaya çıkması ile birlikte Mark, Frank, Liret gibi ülke paraları sistem olarak geçersiz bir duruma getirilmiştir. Rusya, Çin, Hindistan ve Brezilya gibi büyük devletler kendi paraları aracılığı ile ticaret yapmaya kalkıştıkları noktalarda dünya ekonomisinde dolar ve sterlinin üstünlükleri sarsılmaya başlamış ve bundan yararlanan diğer BRİCS örgütü üyesi devletlerin kendi para birimleri üzerinden dünya ticaretinde yeni bir düzen kurulmaya çalışılmıştır. Bu aşamada büyük devletler ile BRİCS üyeleri arasında dolar ve sterlin düzenine karşı mücadele, giderek tırmanmış ve bu durumda büyük devletler kendi paralarına dayalı ticaretin geliştirilmesi için çalışırlarken BRİCS, Avrupa Birliği ya da Şangay örgütü gibi uluslararası ekonomik kuruluşlar üzerinden yeni bir dünya para sistemi oluşturulması için son yıllarda yoğun çalışmalar yapılmış ama bir türlü bu gibi girişimlerden sonuç alınamamıştır. Dünya para sistemi üzerinde en önemli çalışmaları BRİCS üyesi ülkeler yapmış, ABD bu alanda Çin’e karşı İngiltere ve Hindistan ile ortak hareket ederek yeni para sistemi konusundaki yeni düzen getirme işini engelleyerek, Dolar’a dayalı kendi sistemini bugüne kadar korumasını bilmiştir. Hindistan kökenli bir politikacının İngiltere başbakanı olması, gene Hint asıllı bir savcının da ABD başkan yardımcısı olması tesadüf değil bir Anglo-Sakson dayanışmasıdır.

                 Çin’e karşı Anglo-Sakson dayanışmasını öne çıkartan Büyük Britanya siyaseti ile ABD küresel ekonomik hegemonyasını korumayı başarırken, BRİCS örgütünün yeni para sistemi çalışmaları devam etmiştir. Doğunun büyük dev ülkeleri küresel sisteme yeni kutup merkezleri olarak girerken, Dolar hegemonyasına dayanan Amerikan emperyalizminin para sistemine karşı, bütün büyük devletler ve kuruluşlar seferber olarak, dünyanın yeni bir para sistemi üzerinden daha gelişmiş bir ekonomi düzenine kavuşabilmesi için yoğun çalışmalar yeni dönemde de devam etmiştir. ABD Rusya ile iş birliğine giderek para sistemini kurtarmaya çalışırken, Hindistan ile Rusya Avrupa Birliği ile Çin’e karşı ABD tarafından kullanılmıştır. Bu noktada ABD hem Britanya ile hem de Hindistan ile dayanışma içinde bir Anglo-Sakson birlikteliği uygulamaya geçerken, Rusya ile de uzaktan paslaşmayı kendi küresel hegemonyası açısından gerekli görerek, bu doğrultuda uygulamalara öncelik vermiştir. ABD hegemonyası geçmişin patronları olan Avrupa ülkelerine karşı Londra ve Yeni Delhi merkezli yeni açılımları gündeme getirirken, yeni farklı uygulamalar aracılığı ile Çin, Almanya, Fransa’nın eskiden olduğu gibi küresel bir hegemonya peşinde koşmalarını önleme doğrultusunda, İngiliz ve Hindistan destekleri ile, Anglo-Sakson dayanışması geçmişten gelen Breton-Woods antlaşmaları aracılığı yeni yüzyılın ilk dönemlerinde de kullanılmıştır. Son zirve toplantısının yapıldığı Güney Afrika cumhuriyetinin de eski bir İngiliz sömürgesi olması da Anglo-Sakson dayanışmasının geçmişten gelen bütün Britanya imparatorluğu üyesi ülkelerde geçerli olduğunu  açıkça ortaya koymaktadır .Birleşmiş Milletler örgütünde ABD’nin güçlü konumu yüzünden ,doğu bölgesinin dev ülkelerinin okyanus ötesi Atlantik emperyalizmine karşı uluslararası alanlarda güçlü bir alternatif yapılanmayı, bugünün özel koşullarında gündeme getiremedikleri görüldüğü için, ABD ve ortaklarına karşı alternatif ekonomik ve siyasal alternatiflerin dünya siyasal sistemine aktarılabilmesi açısından, yeni örgütler ile birlikte farklı  örgütlenmelere ihtiyaç duyulduğu artık kaçınılmaz bir biçimde önem kazanmıştır.

                Güney Afrika zirvesinde alınan kararların çok önemli olması nedeniyle bazı çelişkili konular öne çıkmış ama bunlar tam olarak önlenememiştir. Özellikle Şii İran ile Sünni Arabistan’ın aynı çatı altında bir araya gelmesi bugünün koşulları açısından çok anlamlıdır. Dünya çapında bir emperyalist kuşatma ile karşı karşıya kalınca mezhep ya da tarikat inançlarının anlamını yitirdiği ve ortak düşman konumundaki emperyalizme karşı var olabilme mücadelesi ile bağımsızlık savaşlarının önemi yeniden gündeme gelmektedir. ABD-ÇİN rekabetinde batılı ülkelerin oluşturduğu alternatif örgütlerin işe yaramadığı son yıllarda giderek kesinlik kazanınca, batı emperyalizmine karşı güney ve doğu bölgelerinin önde gelen büyük devletlerinin kurucu olduğu BRİCS zirveleri alternatif arayışlarının gerçeklik kazanabilmesi açısından yararlı ortamları siyasal gündeme getirmiştir. Johannesburg zirvesinde üyeliğe alınan önemli ülkelerin katılımı ile ABD ve Anglo-Sakson ittifakına karşı çıkışlar ve meydan okumaların önümüzdeki aylarda daha da tırmanarak artması, uluslararası alanda yeni bazı sarsıntılar ile dünya kamuoyunu rahatsız edici yönlendirmeleri öne çıkarabilir. ABD yanlısı ya da karşıtı çizgilerde kamplaşma içine sürüklenen devletler bu alanda gelişmekte olan savaş ve çatışma senaryolarına alet olarak emperyal planların gerçekleştirilmesi çizgisinde kullanılabileceğinden, uluslararası alanlarda etkinlikler ve girişimler sırasında çok yönlü değerlendirmelere yönelerek yeni koşullara uygun düşecek denge politikalarına öncelik ve ağırlık vermelidirler. Kamplaşma ya da kutuplaşmalar doğrultusunda taraf tutma konumuna sürüklenebilecek devletler, kendi çıkarları ve bağımsızlıklarının korunabilmesi açısından dikkatli hareket etmeli ve her türlü emperyalizme karşı çıkarak kendi varlıklarını sürdürme şansını sonuna kadar kullanabilmelidirler. Büyük balıkların küçük balıkları yutması gibi senaryoların uluslararası alanda uygulanması girişimlerine karşı çıkarak, işbirliğini BRİCS çatısı altında kurumlaştıracak yeni örgüt üyelerinin, Asya ve Afrika kıtalarında anti emperyalist bazı tepki ve hareketleri öne çıkararak, batı emperyalizminin izin vermediği doğu ve güney bölgelerinde yeni yapılanmalar oluşturarak, emperyalizme karşı BRİCS örgütlenmesi ile denge sağlayıcı ve uluslararası alanda tam anlamıyla dayanışma sağlayıcı açılımların, yeni dönemde  yerine getirilmesi dünya düzeni açısından acilen önem taşımaktadır.

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN