ANKARA KALESİ
ATATÜRK “KEŞKE İSRAİL AVUSTRALYA’DA KURULSAYDI“
Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucu Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’e bir gün yabancı
gazeteciler bir soru yönelterek, İsrail devletinin nerede kurulması gerektiğini
sordukları aşamada Türkiye’nin kurucu cumhurbaşkanı “Keşke İsrail Avustralya’da
kurulsaydı” diyerek gerçekçi bir cevap vermiştir. Yirminci yüzyılın başlarında
Türkiye Cumhuriyeti adı ile yeni bir devlet, merkezi coğrafya topraklarında
kurulurken aynı zaman dilimi içinde gene Orta Doğu toprakları üzerinde bir
başka yeni devlet İsrail yapılanması olarak gündeme getiriliyordu. Bütün dünya
ülkeleri merkezi coğrafya bölgesinde gündeme gelen yeni yapılanma hedefine
doğru kilitlenirken, imparatorluk devletleri savaş sürecinde bölünerek yeni
yüzyılın devlet modeli olan ulus devletlere dönüştü. Bu aşamada Osmanlı
İmparatorluğu dağılarak ortadan kalkarken bu büyük devletin kalıntıları içinde
canlanan bir Türklük duygusu, çok uluslu bir büyük devletten tek uluslu bir
ulus devlete doğru bir yapı değişikliğine yönelmek zorunda kalıyordu. Türk
devleti uluslararası bir çekişme ve çatışma aşamalarından geçerek kurulurken geçmişe
doğru bakıldığında beş yüz yıllık bir birikimin sonucu olarak, dünyanın tam
ortasında bir Musevi devleti kurulması konusu da yeniden gündeme geliyordu. Son
beş yüz yılın imparatorluk devleti olarak dünya politikasında ana yönlendirici
devlet olarak İngiltere, merkezi coğrafya üzerinde iki bin yıl önce kurulmuş
olan İsrail devletinin üçüncü kez kurulmasına izin vermezken, yıkılan bir
imparatorluğun içinden çıkan Türk halkının bağımsız bir ulus devlet çatısı
altında yaşama hedefi doğrultusunda öne çıkardığı ulusal kurtuluş savaşı, açıktan
bir Türk ulus devletinin kuruluşunu açıkça öne çıkarırken, diğer yandan
uluslararası diplomasi yöntemlerinin kullanılmasıyla, dolaylı ve gizli
yollardan İsrail devletinin kuruluşuna giden yol batı dünyasının içinde var
olan Siyonist lobilerin işbirliği halindeki ortak mücadelelerinin sonucunda
gerçekleştiriliyordu.
Türkiye
Cumhuriyeti birinci dünya savaşı sonrasında açıkça kurulurken, kökleri iki bin
yıl ötesine giden Musevi devleti olarak İsrail, ancak ikinci dünya savaşı
sonrasında ki bir dönemde kuruluyordu. Cihan savaşını kazanan İngiltere merkezi
coğrafya yönetimini elinde tutabilmek için İsrail devletinin kurulmasına karşı
çıkıyordu. Yirminci yüzyılın ortalarında ABD ve NATO’nun merkezi alana
gelmeleriyle birlikte bu bölgede yepyeni bir siyasal düzen oluşturulmaya
çalışılırken, iki bin yıl öncesinin İsrail devletinin üçüncü kez kurulması
gündeme geliyordu. ABD isimli dünya devletinin kurulmasını kendi çıkarları
doğrultusunda iyi kullanan bu yeni süper gücün potansiyelini kullanarak ve yeni
Siyonist örgütlenmenin önü açılarak, yola devam edilmek isteniyordu. İmparatorluklar
döneminin son yıllarında Yahudi devletinin dünya kıtaları üzerinde nerede ve
nasıl kurulacağı tartışma konusu yapılırken, Siyonistler Musevi lobilerini de
yanlarına çekerek, yirminci yüzyılın ulus devletler haritasını kamuoyuna açık
bir biçimde uygulamaya açık bir duruma getiriyorlardı. On altıncı yüzyılda
başlayan Siyonist devlet tartışmalarının zamanla dünya devletleri arasında
yayılmasıyla, İsrail devletinin kuruluşu ulus devlet olarak gerçekleşme
aşamasına geliyordu. İngiltere’de savaş dönemi başbakanı olarak birinci dünya
savaşının galip tarafını Churchill temsil ederken savaş sonrasındaki seçimleri
kazanamamış olmasını Musevi lobilerinin engellemeleri sayesinde başardıkları
görülmüştür. Ne var ki, Siyonist lobilerin Musevi merkezlerini harekete
geçirmeleri sonrasında büyük sömürge imparatorluklarının bazı yerlerinde bir
Yahudi devleti olarak İsrail’in kurulması plan ve programları gündeme
getirilmiştir. Merkezi alanda bir Siyonist devletin kurulmasını istemeyen batı
dünyasının önde gelen emperyalist devletleri, zamanla dünya haritalarının
Siyonizm’e uygun düşen bölgelerini Yahudi örgütlerine teklif ederek, beş büyük
kıta üzerinde bir İsrail devletinin kurulmasına giden yolda önemli çabalar
göstermişlerdir. Türkler imparatorluk sonrasında bir ulus devlete yönelirken,
Orta Doğu bölgesinde İsrail’den önce kendi düzenlerini gerçekçi bir bakış
açısıyla kurabilmişlerdir.
Eski
Osmanlı toprakları üzerinde Türkler kendi ulus devletlerini kurarken ikinci
dünya savaşı sonrasında da önceden gizli yürütülen Siyonist örgütlenmenin
kesinlik kazandığı görülmüştür. Batı dünyasının merkezi olan Avrupa kıtası
üzerinde Hristiyanlar ile Musevilerin çekişmeleri bir Yahudi devletinin
arayışını ve daha sonrada kuruluşunu öne çıkarmıştır. Böyle bir ortama
geçilmesiyle birlikte, İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya gibi büyük devletler
dünyanın çeşitli bölgelerinde Yahudi devletinin kuruluşunu önemsemişlerdir. Macaristan’ın
başkenti Budapeşte’de başlayan Siyonizm örgütlenmesinin bu devletin toprakları
ve kentleri içinde örgütlendikleri görülmüştür. Siyonizm Macaristan dönemini
tamamladıktan sonra yeni aşamada Avrupa kıtasının tam ortalarında yer alan ve
Almanya, Fransa ile birlikte İtalyan bölgelerinden oluşan bir yeni devleti İsviçre
Federasyonu olarak kurmuşlardır. Daha sonraki aşamalarda İsviçre devleti
büyüdükçe batı sermaye birikimi dünya ülkelerine yayılmış ve daha sonraları da
Orta Doğu bölgesine gelerek burada iki bin yıl öncekine benzeyen bir Yahudi
devletine giden yolu açmışlardır. Siyonizm böyle bir aşamaya gelirken İsviçre
bölgesindeki eyaletlerde öne çıkarak, Avrupa ülkelerindeki önde gelen
Musevileri İsviçre’nin Basel kentinde toplayarak geleceğin dünyasında bir
Siyonizm hegemonyası oluşturabilmek çizgisinde Siyonizm’in önemli konularını
görüşerek, kendileri için Büyük İsrail olarak nasıl ve nerede kurulabileceği
konularında geniş tartışmaları tamamlayarak, yirminci yüzyıla girerken 1898
yılında ilk Siyon toplantısını bu ülkede yaparak resmen harekete geçmişlerdir. Basel
kentinin yanı sıra bir de Siyon kentini kurarak büyüyen İsviçre bankalarının
patronu konumundaki zengin toplum kesimleri, Avrupa ortalarındaki Basel ve
Siyon örgütlenmelerini Türkiye üzerinden merkezi coğrafya alanlarına taşımaya
yönelmişlerdir. Macaristan’da başlayan İsviçre üzerinden küresel bir dünya
yapılanmasına yönelen Siyonist lobilerin dünyanın ortalarında bir Siyonist
devlet oluşturma planı olarak Büyük İsrail arayışına girmişlerdir.
Macaristan’dan hareket ederek İsviçre eyaletlerinde örgütlenerek öne çıkan
Siyonizm'in ana hedefi olan Büyük İsrail imparatorluğuna kavuşmak için iki büyük
dünya savaşı çıkartılmıştır.
İsviçre
bankalarını kullanarak dünyanın en büyük sermaye yapılanmasına yönelen
Siyonizm, geleneksel Musevi örgütlenmesini de kontrolü altına alarak eski
Osmanlı toprakları üzerinden merkezi bir imparatorluk oluşturabilmek için çok
yoğun bir yapılanmaya öncelik tanımışlardır. İlk Siyonist kongrenin 1898
yılında Basel kentinde toplanmasından sonra
batı Avrupa’da Yahudi karşıtlığı giderek tırmanırken, Orta Doğu
ülkelerine böylesine bir süreç içinde Yahudi toplulukları göçler yolu ile gelerek
ikinci dünya savaşı sonrasında tarihsel bir proje olan İsrail devletinin
kuruluşu resmen ilan edilmiş ve eksik kalan hukuksal yapılanmalar, Birleşmiş
Milletler örgütünün kurulması sonrasında bu büyük evrensel örgütün aldığı
kararlar aracılığı ile kuruluş ile ilgili diğer detay çalışmalar tamamlanmıştır.
Birinci kongresi İsviçre’nin Basel kentinde yapılan toplantılar aracılığı ile
tamamlanan Siyonizm birinci dünya savaşı sonrasında ikinci büyük kongresini
1925 yılında Avustralya’nın batı bölgesindeki bir şehirde Amerika Birleşik
Devletleri’nin destekleriyle tamamlayabilmiştir. Geçmişe dönük bir on bin
yıllık tarihi geçmişle öne çıkan İsrail devleti projesi, ikinci dünya savaşı
sonrasında uygulamaya konulmadan önce bütün dünya devletleri arasında çok yoğun
tartışmalara sahne olmuştur. İşte Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi olan
Atatürk’ün Siyonist projeleri yakından izleyerek tarih boyunca Türklerin
anayurdu olarak gördükleri Anadolu yarımadasını korumaya öncelik vermişlerdir.
Türklerin önderi Atatürk, İsrail devletinin Avustralya gibi bir dış kıtanın
içinde kurulmasını dile getirmesinin nedeni, daha önceleri kurulmuş olan iki
büyük İsrail devletinin Orta Doğu ve merkezi bölgede çok büyük çatışma ve
gerginliklere neden olduğunu bilerek Avustralya kıtasını üçüncü İsrail
devletinin kuruluşu için yeni bir adres olarak dile getirmiştir. Atatürk
Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken geçmişten gelen Osmanlı toprakları üzerinde bir
Türk devletine karşı çıkacak bir biçimde Yahudi imparatorluğu kurulmasına
olumlu bakmıyordu. Bu nedenle de Churchill gibi Atatürk’te merkezi alanda bir
İsrail devletinin kurulmasına karşı çıktı.
Yirminci yüzyılı geride bırakan
dünya bugünün dünyasında yeni bir İsrail devletine sahip bulunmakta ve tarihin
en eski dönemlerinden gelme bir siyasal birikim bugünün Siyonist devletinin
yeniden bir farklı döneme yönelmesiyle birlikte, yeni dönemin koşullarında üç
büyük dini yeni bir çekişme sürecine getirmiştir. Basel’de toplanan ilk
Siyonist kongre de elli yıl sonra bir Yahudi devletinin öncelikle kurulmasına
karar verilmiştir. Bu kararı izleyen ikinci aşamada ise dünyanın tam
ortalarında yer alacak bir Büyük İsrail imparatorluğunun da yüz yıl sonra
kurulması karar altına alınmıştır. İlk olarak Basel kentinin öncülük ettiği
Siyonist kongrelerin ikincisi 1925 yılında Avustralya’da yapılması, İngiltere’nin
olumsuz tavırları nedeniyle sorunun doğu bölgesine taşınması çizgisinde bir
etki yaratmıştır. O nedenle Atatürk İsrail devletinin kurulmasının bir üçüncü
dünya savaşı yaratmaması için, bu din devletinin dünyanın doğu bölgesinde
kurulmasını düşünerek dünya kamuoyunu yeni bir doğu bölgesi barışına
hazırlamaya çaba göstermiştir. Bu çerçevede Atatürk’ün bir lider olarak sahip
olduğu konumunun İsrail devleti
projesini dünyanın doğu bölgelerine taşınması açısından yeterli olması için
çalışılmıştır. Büyük İsrail projesinin Osmanlı devletinin Balkan’lar, Kafkaslar
ve Anadolu topraklarını içine aldığı için Atatürk Türk devletinin kurucu önderi
olarak emperyal İsrail’i Avustralya’nın geniş topraklarında kurulması
doğrultusunda bir yaklaşımı, barışçı bir çözüm olarak dile getirmiştir. Atatürk
tarihi ve coğrafyayı çok iyi bildiği için son derece stratejik kararlar alarak
Osmanlı devletinin yerine kurulmak istenen Büyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail
gibi Hristiyan ya da Musevi bir devletler birliği değil, bunların yerine
Türkiye’nin öncülüğünde ve merkezi konumunda Büyük Türkiye denebilecek bölgesel
bir alan yapılanmasını, Türklerin rehberliğinde dünyanın merkezi toprakları
üzerinde bağımsız bir devletleşmeye doğru örgütlemeye çaba göstermiştir.
Yirminci yüzyıla doğru siyasal
çekişmeler fazlasıyla hızlanmaya başladıkça, Siyonizmin yönlendiricisi olan
para babaları İsviçre ya da Macaristan gibi orta Avrupa ülkelerinden çıkarak
batılı sömürge imparatorluklarının dünya kıtaları üzerindeki sahil kentlerinde
yerleşmeye başlamışlardır. Bu aşamada Museviler kendi ulus devletlerini
kuramadıkları için sömürge imparatorluklarının dünyaya yayılan topraklarını
yeni yapılanmalar için kullanmaya başlamışlardır. Özellikle deniz kenarı
şehirlerin, orta çağ döneminde olduğu gibi devletleştirilmesi bugün gelinen
yeni aşamada imparatorluklardan ulus devletlere geçiş aşamasında Yahudiler
ekonomik düzen açısından dünyanın önde gelen büyük sahil kentlerini öne
çıkarınca, uluslaşma süreçleri durdurulmuş ve yeni dönemde sahil kentleri
üzerinden bir küresel süreç örgütlenerek
kara ülkeleri üzerinden kurulamayan küresel birliktelik arayışı öne çıkarılmış
ve İngilizce Pervane adı verilen örgütlerin sahil kentleri üzerinden
uluslararası bir dayanışma seferberliğine yönelmeleri ile de dünya kıtaları üzerindeki şehir yerleşimleri
küresel bir işbirliğine dönüştürülerek, yerleşik bir Yahudi nüfus yapılanması,
denizler üzerinden yeni bir düzene doğru
gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. On milyar insan nüfusu barındıran
dünya emperyal ülkelerinin önümüzdeki dönemde, Büyük İsrail ya da Büyük Orta
doğu gibi ya da Avrupa Birliği gibi sömürgeci imparatorluklar çatısı altında
toplanamaması deniz yollarının kullanılmasını gündeme getirmiştir. Kıtalar
üzerinden yeni dönemde yeni bir ipek yolu projesi öne çıkarılırken, Atlantik
emperyalizmi İngiltere ve Çin arasında çizilen yeni bir yol olarak “bir yol
–bir kuşak” adıyla yeni emperyalizm yoluna yönelerek, büyük devletlerin sınır
boyları üzerinden bütünleşme girişimleri uluslararası gelişmeleri geleceğe
doğru yönlendirmiştir. Yeryüzüne insanlığın yerleşimleri zamanla kıtaların
üzerini doldurmuş ve bu nedenle bir merkezi coğrafya sorunu diplomasinin önüne
gelmiştir. Siyonizm’in dünya devleti olma öyküsü bugünün siyasal sorunlarını
gererken, insanlık hem karalar hem de denizler üzerinden yeni bir dünya düzeni
kurabilmenin çabası içinde olmuştur. Avrupa tarihi içinde yer alan iki bin
yıllık bir zaman dilimi içinde bir Yahudi devleti Avrupa kıtası üzerinde
kurulamamış ama Balkan savaşları sonrasında doğu Avrupa üzerinden bir nüfus
kaydırması gerçekleştirilerek Doğu Akdeniz kıyılarında ve Orta Doğu toprakları
üzerinde kurulmuştur.
Dünya nüfusu arttıkça ve bu
doğrultuda nüfuslar çeşitli kara parçalarını yurt edinerek dünya topraklarına yerleşmeleriyle, Avrupa
kıtasında kurulamayan Yahudi devletinin hangi ülkede kurulmasının mümkün olabileceği tartışma konusu olmuş ve
kıtalar üzerine yayılmakta olan insan topluluklarının kontrolü amacıyla dünya sermayesini kontrol
eden, Siyonist lobilerin denetim altına alınabilmesini hedefleyen bir yeni
açılım yeni dönemde güçlenerek öne çıkınca batılı emperyalist imparatorluklar
kendi kontrolleri altındaki dünya topraklarının Siyonizm’e devredilerek küresel
bir dünya devletinin merkezi olabilecek Yahudi devletinin vatansızlıktan
kurtulmasını sağlayacak devlet projeleri, on dokuzuncu yüzyılın başlarından
itibaren teker teker ele alınarak değerlendirilmiştir. Dünya çapında bir
siyonist yapılanmanın merkezi olabilecek düzeyde gündeme getirilen Yahudi
devleti önerileri, emperyalist imparatorlukların girişimleriyle şu şekillerde
siyaset sahnesine yansımıştır.
1-DOĞU AFRİKA CUMHURİYETİ- Böylesine yeni bir devlet
yapılanması İngiltere’nin öncülüğünde, KENYA, UGANDA VE TANZANYA devletlerinin
birleşmesiyle meydana gelecek bir Doğu Afrika Federasyonu olarak gündeme
getirilmiştir. ABD’nin Afrika üzerinde etkisi artınca İngiltere eski konumunu
kaybederek Doğu Afrika Cumhuriyetinin kurulmasından vazgeçmiştir. Bunun yerine
Victoria gölü ile Klimanjora dağının içinde yer aldığı UGANDA Toprakları bir
Yahudi devleti olarak düşünülmüş ve İngiltere’nin önerileri doğrultusunda
Afrika’nın Filistin’i olabilecek bir devlet yapılanması öne çıkarılmış ama
yeterli destek ve ortak bir fikir birliği elde edilemeyince bu proje geçerli
olamamıştır. İngilizler Filistin’de bir Yahudi devleti istemedikleri için
Uganda planı doğrultusunda çalışmalarını sürdürerek, Yahudileri bir Afrika
ülkesinin çatısı altında toparlayabilmenin arayışı içinde olmuşlardır. İngiltere
Uganda planı üzerinde de destek sağlayamayınca, diğer kıtalar üzerindeki
sömürgelerinden Siyonistlere ülke teklifi yapmıştır.
2-MADAGASKAR PLANI- Dünyanın ikinci büyük sömürge
imparatorluğu olan Fransız hegemonyası altındaki topraklara bakıldığı zaman,
çok sayıda sömürgelere sahip olan Avrupa imparatorluklarından ikincisinin
Fransa olduğu görülmektedir .Bugünün haritasında dünyanın üçüncü büyük adası
olarak kabul edilen MADAGASKAR adasının sahip olduğu merkezi konumu üzerinden
bütünüyle bir Yahudi adası olması ve bu doğrultuda Atlas ve Pasifik okyanusları
arasında bir köprü görevi görmesi yüzünden bu büyük ada, Fransızlar Orta Doğu
bölgesini İngilizlere bırakmamak üzere
Fransız sömürge imparatorluğu aracılığı ile Siyonizm’in ana merkezi
yapılmak istenmiştir. Çin, Hindistan, İran ve Avustralya gibi büyük devlet
alanlarının bulunduğu bu bölgede, Fransızlar İngilizleri denetlemek üzere,
MADAGASKAR alternatifini yeni bir öneri olarak dünya kamuoyuna sunmuşlardır.
3- BİCOBİCAN –Sovyetler Birliği Avrupa ve batı ülkeleri
üzerinden kurularak Asya kıtasının
tepesine oturtulurken, dünya Yahudi lobileri harita üzerindeki yerleri gezip
görerek , geleceğin dünyasında kendilerine güvenli bir yer aramışlar ve batı
bölgelerinin daha fazla güvenlik sorunlarına sahip olması nedeniyle doğunun
önde gelen büyük devletlerinin topraklarından uygun bir yer seçerken, Kore ile
Moğolistan arasında kalan geniş
toprakların bir Yahudi yurduna dönüştürülerek, yeni dünya düzeni oluşumunda bazı
sorunların çözüme kavuşturulması
istenmiş ama böylesine bir yaklaşım batı ülkeleri nezdinde yeterli
destek görmemiştir. Ayrıca Sovyetler Birliği’nin kurulduğu ve çalışmalarını
sürdürdüğü eski dönemlerde Bicobican isimli toprak parçasının bir endüstri ve
üretim merkezi olarak Sovyetler Birliği devlet yapılanmasına olumlu katkılar
sağladığı görülmüştür. Sovyetler Birliğini bir diktatörlük rejimine dönüştüren
Stalin, ABD’nin İsrail projesine karşılık, doğu Asya bölgesi olan BİCOBİCAN ‘da
bir Musevi devleti kurulabilmesi için Sovyetler Birliğinin politikalarını
hazırlayarak geçerli kılmak istediği aşamada yaşamını kaybedince, bu proje de
geride kalmıştır. Sovyet rejimini kuran Bolşeviklerin içinde var olan Yahudi
kökenli üyelerin Stalin’i desteklemesine rağmen Bicobican bir doğu bölgesi
olarak dünya kamuoyunca desteklenemeyince geride kalmıştır.
4- KIRIM – Bugün Rusya Federasyonu sınırları içinde var
olmaya devam eden Kırım yarımadası geçmiş tarihine bakılırsa, bir Yahudi
devleti olduğu ve bu nedenle de Musevi asıllı nüfus gruplarına sahip olduğu
görülmektedir. Bu çerçevede Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının bir araya
geldiği Avrasya bölgesinde geçmişten kalan Musevi asıllı toplulukların Rus
imparatorluğu çökerken, Rusya ve Osmanlı topraklarını terk ederek Avrupa ve
Amerika kıtalarının bazı bölgelerine yerleştikleri ama daha sonraki dönemlerde
tekrar eski yerleşim yerlerine dönerek, kendi kontrolleri altında bir devlet
yapılanmasına yöneldikleri anlaşılmaktadır. Bu çerçevede Hazar, Kırım ve bazı
başka bölgelerde de geçmişin izleri doğrultusunda alt kimliklerin öne çıktığı
görülmektedir. Sosyalist bir siyasal yapılanmaya sahip olan Sovyetler Birliğine
bağlı bulunan birçok şehir ve bölgelerde Hazar İmparatorluğu döneminden kalma
yapılanmaların devam ettiği göze çarpmaktadır. Odesa, Kiev ve Kırım gibi
bölgelerde eski Hazar uzantısı topluluklar bulunmakta ve bunlar zamanla bu
bölgelerde eskisi gibi hegemonya kurma arayışı içine girerek, Osmanlı
devletinin çöküşüne neden olan Kırım savaşı gibi benzer bir yıkıcı savaşın
arayışı içine girdikleri anlaşılmaktadır.
5-AVUSTRALYA- Atatürk’ün İsrail’in gerçek anlamda
kurulabilmesi için en elverişli alternatif olarak Avustralya’yı seçtiği, bu
makalenin başlığında işaret edilen Avustralya kıtasını gelecekte en elverişli
seçenek olarak gündeme getirmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Avustralya’nın eski
bir İngiliz sömürgesi olarak Anglo-sakson dünyada yeri vardır, Yüz yıl önce on
milyon civarında nüfusu olan bu büyük ama tenha kıta bugünün koşullarında bir
İngiliz sömürgesi olmaktan çıkarak, ABD’nin Çin, Hindistan ve İran gibi büyük
devletlere karşı kullandığı karşı büyüklük görüşünün uygulayıcısı bir Pasifik NATO’su
devleti konumuna gelmiştir. ABD İngiltere ile Pasifik NATO’sunu kurarken,
Atlantikçilere karşı bir Pasifik ordusunun en büyük ortağı konumuna gelmiştir. ABD
Fransa ve Almanya ile yollarını ayırma noktasında İngiltere ve Avustralya ile
Pasifik dayanışması kurarak dünya güvenliği için bir beş göz adı ile bilinen yeni bir savunma
mekanizmasını geliştirmiştir. Ayrıca ABD son moda nükleer denizaltılarını da
Avustralya kıtasının altındaki deniz garajlarında saklayarak, üçüncü bir dünya
savaşı sırasında doğunun büyük güçlerine karşılık kullanmayı planladığı gibi çeşitli düşünceler
tartışma konusu haline getirilmektedir. Atatürk iki büyük dünya savaşının
cereyan ettiği merkezi coğrafya toprakları üzerindeki bir devletin kurucu önderi olarak, Siyonist çizgideki bir
Armegeddon savaşının Türkiye’yi tehdit etmesini önlemek üzere Siyonizm’in devleti olarak İsrail’in Avustralya’da
kurulmasını istemesi son derece doğal bir tavırdır. Ulusal bir Kurtuluş Savaşı
verilerek kurulmuş olan bir ulus devletin kurucu önderinin, savaş konusu
sorunları başka coğrafyalara taşıması yurtta ve dünyada barış ilkesine son
derece uygun düşmektedir.
6- GRAND İSLAND - 1820 yılında Musevi lobilerine herkes yurt
ararken, ABD’nin önde gelen gazetecilerinden olan Mordehay Noah isimli bir Yahudi,
bir şehir devleti kurabilmek üzere Niagara nehri üzerinde yer alan çok büyük
bir ada olarak GRAND İSLAND isimli adayı önce işgal etmiş ve daha sonra da
parasını ödeyerek satın almıştır Yahudi
asıllı bir ABD vatandaşının Osmanlı devletinin çöküşünden sonra ABD’ye gelen
Ermeniler için bir devlet kurarak, Wilson prensipleri doğrultusunda Ermenistan
adı verilen devleti doğu Anadolu’da değil ama Kuzey Amerika’da kurmaya
kalkıştığı görülmüştür. ABD’li bir Yahudi asıllı zenginin Ermeniler için
ARMANİA adını verdiği bir yeni devlet yapılanmasına yönelmesi, Osmanlı
devletinin içinden çıkan gayrimüslim azınlıkların Osmanlıya olduğu gibi Türkiye
Cumhuriyeti’ne de karşı ortak bir emperyalist mücadele yürüttükleri açıkça
belli olmuştur. Ermeni devletini Yahudiler için yaptırmaya çaba gösteren
Mordehay Noah, Yahudileri ARMANİA ismini verdiği küçük şehir devletinin çatısı
altında daha güçlü bir biçimde toplanarak mücadelelerini sürdürmesi gerektiğini
dile getirmiştir. Bu doğrultuda ABD eyaletleri içinde de Ermeni, Rum ya da
Yahudi kimliğine dayanan eski Osmanlı gayrimüslimlerinin ortak çaba ve
örgütlenmeleri zaman zaman ortaya çıkarak devam etmektedir.
7- ETİYOPYA – Eski adı Habeşistan olan bu orta Afrika
ülkesi, Yahudi ırkının tarih sahnesine çıktığı
ana ülkelerden birisi olduğu için bu ülkenin zenci Yahudileri Falaşalar
olarak Etiyopya’nın halkını oluşturmuş ve geçmişten gelen yaşam birikimlerinin
çağdaş anlamda bir ulus devlete dönüşebilmesi için uzun mücadeleler
verilmiştir. Önceleri İngiliz sömürgesi olan ama daha sonraki aşamada Mussolini’nin
yönetiminde bir İtalyan sömürgesine dönüştürülen Etiyopya Afrika kökenli Yahudi
nüfusun dünya sahnesine çıkmış olduğu en önemli Yahudi ağırlıklı bir devlettir.
İtalyan faşizminin öncüsü olan Mussolini başbakan olunca Etiyopya’yı işgal
etmiş ve bu ülkenin zenci nüfusları üzerinden ikinci dünya savaşındaki Yahudi
sorununu, bu ülke sınırları içinde kalarak çözmeyi düşünmüş ama ikinci dünya
savaşı çıkınca, Yahudi sorununa Etiyopya çözümü tamamlanamamıştır. Etiyopya
halen Afrika kıtasındaki en fazla nüfusa sahip olan bir devlettir. Kıtanın tam
ortasında bulunan konumu ile gelecekteki çözüm arayışlarında gene etkin bir
konuma sahip olabilecektir.
8-JAPON’LARIN ZEHİRLİ BALIK- FUGU PLANI- 1934 yılında ikinci
dünya savaşı sırasında Naziler ile Japonlar arasında diğer ülkelerden daha
yakın ilişkiler gelişmeye başlayınca Avrupa’da yaşayan Yahudilere Japonya’daki
adalardan birinin tahsis edilmesine karar verildi. Japonya’nın sahip olduğu
bilim ve teknolojik birikimden yararlanmak isteyen Japonlar ile Japonların
Zehirli Balıkçı Japon milliyetçileri bu iş birliğinden başarı ile çıkarak
ikinci dünya savaşında Japonya’nın zafer sağlayacağını öne sürüyorlardı. Japon
milliyetçileri Hitler ile dayanışma ittifakına girdikleri aşamada, 1941 yılında
ikinci cihan savaşında teslim olma aşamasına geliyordu. Projenin adının bir
Japon balığının adından alınmasının sebebi Fugu isimli balığın çok besleyici ve
lezzetli bir gıda olduğudur. Bu balık iyi pişirilirse zafer sağlar, kötü
pişirilirse de yiyenleri zehirleyen bir yapısının olduğu sonradan
anlaşılmıştır. İtalyanlar teslim olunca Japonlar da teslim olmuştur. Başarısız
bir iş birliği çökme ile birlikte dağılınca o zaman meşhur zehirli balık
projesi de iflas etmiştir.
9-TASMANYA PROJESİ, Tasmanya adası da tıpkı diğer
Avusturalya bölgeleri ya da adaları gibi geleceğin kıtası olarak açıklanan
Avustralya kıtası da etrafını çeviren büyük ve orta boy adalar içinde
Yahudilerin zaman içinde yerleşerek bir devlet kurabilmeleri, bir dönem için
yirminci yüzyılın başlarında mümkün olabilmiş ama böylesine bir yapılanmayı
Yahudiler adaya geldikten sonra tersine çevirdikleri görülmüştür. Avustralya
Musevileri kıtanın hemen yanında bulunan Tasmanya adasına geçerek bir bağımsız
Musevi adası yaratmaları beklenirken, bu durumun tersi bir gelişme ile Tasmanya
üzerinden Avustralya kıtasının tamamının etkilenmeye çalıştığı görüldüğünde,
İngilizlerin Tasmanya adası üzerindeki Musevi devleti yaratma projelerini devre
dışı bırakılmıştır.
10- DİĞER PROJELER –Son beş yüz yıllık dönem içinde dünya
ülkelerinin bir kısmında Yahudi nüfus için farklı düzenlemeler yapılmıştır.
Bazı adalar ya da yarımadalar dünya ticaretinden yararlanarak ekonomik alanda
zenginleşmeye başladıkları aşamada, Musevi lobileriyle ilişkiler kurularak daha
gelişmiş ekonomi doğrultusunda adımlar atılmış ama her yeni küçük devlet
projesi öne çıktığı zaman da bazı sosyal ve siyasal sorunlar çıkartılarak
meselelerin çözümü engellenmeye çalışılmıştır. Akdeniz’deki büyük adalar Kıbrıs,
Girit, Rodos, Sicilya, Sardunya ve Korsika gibi büyük adalar birkaç milyonluk
Yahudi devletlerine dönüştürülmek istenmiş ama Hristiyan ve Müslüman
devletlerin tepki göstermeleri ve karşı çıkmaları yüzünden merkezi deniz olan
Akdeniz’de Yahudi devletleri bir türlü kurulamamıştır. Ayrıca Latin Amerika
kıtasında bulunan bazı küçük devletler ile, bazı büyük devletlerin uygun
görülen bölgelerinde gene Siyonist lobilerin destekleriyle küçük Musevi
devletleri yaratılmak istenmiş ama uluslararası konjonktür bu tür sonradan olma
şehir devleti ya da eyalet devletlerinin Siyonist hegemonya yansıması olarak
kurulamamıştır. Ayrıca, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Ukrayna ve Makedonya gibi
doğu Avrupa ülkeleri bir araya gelerek bir Doğu Avrupa Birliği kurabilirler.
İsrail devleti birinci ve ikinci Siyonist
kongreler sonucunda bugün ilk Yahudi devletinin kurulduğu kutsal topraklar ya
da vaat edilen topraklar olarak, kutsal kitaplarda belirtilen yerler de
kurulmaya çalışılmaktadır. Ne var ki ,artık her şeyin bilindiği ve geçmişten
gelen tarih, coğrafya uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi dallarının
bugünlere taşımış olduğu bilgi birikimine artık herkesin ve her dünya
devletinin sahip bulunduğunu yaşanan olaylar ve bunlara bağlı olarak öne çıkan
gerekli bilgiler uluslararası alanlara dağıldığı gibi bugün gündemdeki
gelişmelerin anlatılması ya da açıklanmasında yeteri kadar bilimsel dayanak
noktaları meydana getirerek ,çıkmaz gibi görülen sorunların zamanla bir çözüm
yoluna doğru yönlendiği, özellikle son yıllarda
gündeme gelen siyasal gelişmeler üzerinden her türlü tartışmanın
ötesinde eskisinden daha barışçıl bir yeni dünya düzeni oluşumlarını gündeme
getirmektedirler. Bu makalede belirtilen konular da böylesine bir birikimin
içinden getirilerek, dünya barışını tehdit eden Siyonizm saldırganlığına karşı
oluşturulmakta olan bir insanlık barışının öncüsü olmak durumundadır. Tarih
boyunca yaşanan kötü olayların bugün de saldırgan Siyonizm akımları
çerçevesinde gündeme zorla getirildiği ve bu yüzden son üç aydaki saldırılar
üzerinden üç yüz bin Gazzelinin bombalı katliamlar aracılığı ile yok edilmeye
çalışıldığı görülmüştür. Ulus devletlerin ortaya çıktığı son üç yüz yılın
yarattığı bir sorun olarak gündeme gelen İsrail sorunu bir din devleti olmanın
ötesine giderek ulusallaşamadığı için bugün modern dünyanın önde gelen ulus
devletleri içinde yer alamamakta ama bir din devleti olarak şehirler üzerinden
yeni bir orta çağ zihniyetinin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Küresel
şirketler ile dinci tarikatlar iş birliği yaparak bütün dünyayı yeni bir Ortaçağ
dönemine doğru sürüklerken, uluslararası alanda şehir devletleri ile yerel
yönetim birliklerinin, ulus devletlere ve her türlü ulusal yapılanmalara karşı
çıkarak, Siyonizm hegemonyasına karşı çıktıkları açıkça görülmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder