İSRAİL VE KIBRIS
Kıbrıs Sorunu ile İsrail Yakından İlgili
İsrail ve Kıbrıs, Türk basınında
fazlasıyla yer alan iki ülke olarak, Türkiye'deki tartışmalarda sürekli olarak en
başta yer almışlardır. Ne var ki, ayrı ayrı fazlasıyla ele alınan bu iki ülkenin
beraberce düşünüldüğüne pek sık rastlanmamıştır. Sanki Kıbrıs ile İsrail
birbirinden çok uzak ve farklı konumda iki ülke gibi bir durum yaratılmıştır. Kıbrıs
ile ilgili konular incelenirken bu bölgede sanki İsrail yokmuş gibi hareket edilmiş,
İsrail ile ilgili durumlar ele alındığında ise, Kıbrıs çok uzaklarda imiş gibi
yorumlar yapılmıştır. Köşe yazarları sürekli olarak Kıbrıs’ı inceleyen yazılar
yazarlarken, hiç İsrail bağlantısı üzerinde durmamışlar, İsrail ile ilgili incelemelerde
ise, İsrail'in yeri ve konumu açısından Kıbrıs faktörü görmezden gelinmiştir.
Haritaya bakıldığı zaman, Kıbrıs ile İsrail'in aynı bölgede yer aldığı ve birbirine
çok yakın bir konumda bulundukları açıkça görülebilmektedir. Her nedense, bu jeopolitik
gerçek Türk kamuoyunun gözlerinden kaçırılmış ve İsrail ile Kıbrıs sorunlarının
ne kadar birbirlerine yakın bir konumda bulunduğu gizlenmek istenmiştir. Türk
basınını ekonomik olarak kontrol altında tutan Türkiye'deki İsrail lobisinin,
bu doğrultuda kendi çıkarları açısından başarılı bir çalışma gösterdikleri görülmektedir.
Yahudiler’in Ortadoğu'dan Roma
İmparatorluğu tarafından kovulmasından iki bin yıl sonra, yeni bir Yahudi
devleti olarak İsrail Ortadoğu'da kurulurken, aradan geçen iki bin yıllık
tarihin Ortadoğu'ya getirmiş olduğu siyasal coğrafya ile Siyonist lobiler karşı
karşıya kalmışlardır. Aradan geçen uzun süre zarfında bölgedeki nüfus yapısı
değişmiş, Roma İmparatorluğu tarihte kalırken, bunun üzerine bölgeden, Bizans
ve Osmanlı olmak üzere iki farklı imparatorluk daha geçmiştir. 20. yüzyılın
koşullarında, I. Dünya Savaşı’nın galibi olan İngiliz ve Fransız imparatorlukları,
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü üzerine, Ortadoğu'nun haritasını yeniden
çizmişlerdir. Bir İngiliz subayı ile Fransız subayı Kahire'de bir araya gelerek,
cetvel ile dünyanın merkezî bölgesinin haritasını çizmişler ve imparatorluklar
sonrası modern çağda bu bölge, iki emperyalist gücün çıkarları doğrultusunda biçimlenmiştir.
20. yüzyılın başlarında dünyanın egemenleri olan İngiltere ve Fransa'nın
çizmiş oldukları günümüz haritasını, II. Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş olan
İsrail ile günümüzün süper gücü olan Amerika Birleşik Devletleri kabul
etmemektedirler. Dünyayı geleceğe doğru yönlendiren İsrail ve Amerika ittifakı,
kendi çıkarlarına göre bir yeni plânı; Büyük Ortadoğu Plânı olarak
açıklanmıştır.
İsrail’in Güvenlik Sorunu ve Kıbrıs
Ortadoğu’nun Arap ve Müslüman
nüfus çoğunluğu karşısında dünyanın merkezinde bir Yahudi devleti kurulabilmesi,
normal koşullarda mümkün değildir. Böylesine bir sonuç alabilmek için
kesinlikle olağanüstü koşulların yaratılması gerekmektedir. Üç yüz yılı aşkın bir
süre Siyonist lobiler bu doğrultuda çalışmışlar ve ekonomik-siyasal güçlerine
dayanarak yarattıkları olağanüstü koşullarda, Arap ve Müslüman nüfus çoğunluğunun
ortasına bir küçük Yahudi devleti oturtabilmişlerdir. Yâni İsrail'i kuran Siyonist
hareketin yönetimi, tarihin getirdiği bilgi birikimine sahip olarak, bölge koşullarını
çok iyi değerlendirmişlerdir. Bilindiği üzere Filistin'de günümüzde var olan Yahudi
devleti, üçüncü kez kurulmuş bir devlettir. İlk kurulan İsrail devleti Mezopotamya
güçleri tarafından yıkılmış ve Yahudiler’in Babil sürgünü gündeme gelmiştir.
Daha sonraları kurulmuş olan ikinci Yahudi devleti ise, Roma İmparatorluğu
tarafından yıkılmış ve bunun sonucunda da Yahudiler; Akdeniz ve Avrupa
üzerinden dünyanın çeşitli bölgelerine yayılmışlardır. Filistin'de kurulmuş olan
Yahudi devletine yıkıcı tehdit önce Mezopotamya’dan, sonra da Kıbrıs üzerinden
Avrupa'dan gelmiştir. Bu bölgede üçüncü kez devlet kuran Siyonist hareket, Filistin'deki
devletin güvenliği için, hem doğudaki Mezopotamya bölgesine hem de Batı’dan
gelecek saldırı ya da tehditlere karşı ülkenin batısında yer alan büyük kara
parçası Kıbrıs'a dikkat etmek zorunda olduklarını iyi biliyorlardı. Nitekim bu
doğrultuda Irak'ta görev yapan Saddam yönetimi kullanılmış ve müdâhale gerekçesi
yaratılarak Amerikan ordusunun Mezopotamya'yı İsrail'in bölgesel egemenlik
çıkarları doğrultusunda işgal etmesi sağlanmıştır. Böylece Filistin'de üçüncü kez
kurulmuş olan Yahudi devleti, Bâbil döneminde olduğu gibi muhtemel bir
Mezopotamya gücünün saldırısına karşı güvence altına alınmıştır.
İsrail'in güvenliği sorunu sadece
ülkenin doğusunda yer alan Mezopotamya'nın ele geçirilmesi ile sağlanamaz. Aynı
zamanda ülkenin batısında yer alan Kıbrıs'ın da kontrol altına alınması
gerekmektedir. Ortadoğu bölgesine Avrupa kaynaklı olarak gelen bütün saldırı
hareketleri Kıbrıs'ı Doğu Akdeniz'de bir üs olarak kullandığı için, böylesine bir
büyük adanın batıdan ya da Avrupa'dan gelecek bir Ortadoğu hareketine karşı
kullanılması gerekmektedir. Bu doğrultuda İsrail kendisini, tarihteki ikinci Yahudi
devletini yıkan Romalılar’ın üs olarak kullandıkları, Kıbrıs adasını
kesinlikle denetim altında tutmak zorunda görmüştür. Avrupa'dan kalkarak Kudüs
ve civarını ele geçirmek isteyen on bir Haçlı Seferi sırasında da Kıbrıs bir Doğu
Akdeniz üssü olarak kullanılmıştır. Bölgenin günümüzdeki haritasını çizen
İngiltere'de 19. yüzyılın sonlarında Filistin'e girerken önce Kıbrıs'ı ele geçirmiş
ve daha sonra Kıbrıs üzerinden düzenlenen askerî hareket ile Ortadoğu
topraklarına İngiliz orduları ayak basmıştır. İngiltere'nin indiği yolu
Fransa'da takip etmiş ve Doğu Akdeniz üzerinden Lübnan'a girmiştir.
Siyasal tarihin ortaya koyduğu
gerçekler açısından İsrail ve Kıbrıs beraberce ele alınırsa, Kıbrıs adasının
İsrail'in karşı kıyısı olduğu görülmektedir. Jeopolitik gerçek bu doğrultuda olmasına
rağmen Türk basın ve siyaset çevrelerinin Kıbrıs ile İsrail arasındaki bu
bağlantıdan habersizmiş gibi hareket etmeleri, son derece düşündürücüdür. Çünkü
bilim kitaplarına göre; her kıyı ülkesinin güvenliği, karşı kıyıda yer alan
kara parçasının izlenmesinden geçer. Ada ülkeleri karşı kıyıda kendi çıkarlarına
göre siyasal yapılama yaparlar. İngiltere ve Japonya, birer ada ülkesi olarak, karşı
kıyıda büyük ülke olmasını engellemişlerdir. Kore'nin Çin'den kopmasında
Japonya etkin bir rol oynamıştır. Aynı şekilde Hollanda'nın Almanya'dan, Belçika'nın
Fransa'dan kopmasında da İngiltere son derece etkili olmuştur. Böylece iki ada ülkesi
karşı kıyılarında hiç bir biçimde kendilerinden büyük bir devletin yer almasına
izin vermemişlerdir. Kıyı ülkeleri bir anlamda, güçlü ada ülkelerinin etkisi ile,
küçük devletler biçiminde ortaya çıkabilmişlerdir. Ada ülkeleri kendi güvenlikleri
açısından kıyı ülkelerinin oluşumuyla yakından ilgilenirlerken, kıyı ülkeleri
de kendi güvenlikleri açısından karşı kıyıda yer alan ada ülkeleri ile yakından
ilgilenmişler ve hatta daha da ileri giderek, bu adaları kendi egemenlikleri
altına alarak, sınırları içine katmışlardır. Uluslararası hukuk açısından bunu
yapamayanlar ise, bu doğrultuda oluşumları kendi ulusal çıkarları için dolaylı
yollardan yönlendirmenin çabası içerisinde olmuşlardır.
İsrail, Ortadoğu'da en son
kurulan ülke olduğu için karşı kıyısındaki Kıbrıs adası üzerinde uluslararası
hukuka göre, doğrudan etkili olamamıştır. Bölgenin hukuk düzeni iki dünya savaşı
sonrasında ortaya çıktığı için ve bu bölgedeki eski devletlerin devletler
hukukundan gelen çeşitli hakları bulunduğundan, Kıbrıs adasının kendine özgü
bir hukukî statüsü olmuştur. Kıbrıs'ın eski bir Osmanlı toprağı olması, daha sonra
ada üzerinde İngiliz dominyonu kurulması, 20. yüzyılın ikinci yarısında adanın
bağımsız devlet olarak ilân edilmesi, adada Türkler ve Rumlar’dan oluşan iki
halk topluluğunun bulunması gibi durumlar; Kıbrıs'ın uluslararası hukuka göre durumunu
belirlemiştir. Bu nedenle, Kıbrıs üzerinde Osmanlı’nın devamı olan Türkiye Cumhuriyeti,
Rum nüfusun koruyucusu olan Yunanistan devleti ve adanın son egemen gücü olan Britanya
İmparatorluğu, uluslararası hukuka göre hak sahibi olmuşlardır. II. Dünya Savaşı
sonrasının süper gücü olan Amerika Birleşik Devletleri bile Kıbrıs adası ile herhangi
bir hukukî bağlantı içinde olmadığı için, adaya doğrudan müdahale edememiştir.
Akdeniz kıyılarında elli senedir dolaşan Amerikan 6. Filosu uluslararası hukuk yüzünden
adaya bir türlü girememiş ve Amerika Birleşik Devletleri de Kıbrıs üzerinde doğrudan
etkili olamamıştır.
İngiltere'nin koruyuculuğunda I.
Dünya Savaşı sonrasında Filistin’e yerleşen Yahudiler, daha sonra bağımsız devlet
kurmak isteyince İngiltere ile ihtilafa düşmüşlerdir. II. Dünya Savaşı
sonrasında, savaşın galibi olan Amerika Birleşik Devletleri’ni kullanan Siyonist
lobiler, Birleşmiş Milletler kararıyla Filistin toprakları üzerinde İsrail
devletinin üçüncü kez kurulmasını sağlamışlardır, İsrail devleti kurulur
kurulmaz hemen Ortadoğu bölgesinin her köşesi ile yakından ilgilenmeye başlamış
ve bu doğrultuda karşı kıyısı olan Kıbrıs'ı da yakın izlemeye almıştır. Üç
tarafı Müslüman kitleler ve Arap ulusunun çeşitli ülkeleri ile dolu olan Yahudi
devleti, Kıbrıs adasını dış dünyaya çıkış kapısı olarak görmüştür. Doğu
Akdeniz'de bir uçak gemisi konumunda olan Kıbrıs adası, İsrail'in karşı kıyısı
olarak, üç tarafı Müslümanlarla çevrili Filistin bölgesinden Yahudiler’in dış dünyaya
çıkış noktası kabul edilmiştir. Bu konumu nedeni ile Kıbrıs, İsrail için her
zaman âcil çıkış kapısı olarak görülmüştür. Kıbrıs'ı böyle gören İsrail, ada üzerindeki
siyasal gelişmeler ile yakından ilgili olmuş ve kendisinin aleyhine olabilecek
herhangi bir gelişmeye izin vermemeye çalışmıştır.
Adanın Kaderinde Etkili Olan Üç Yahudi
Kıbrıs ile Filistin bağlantısı her
zaman için tarihin çeşitli dönemlerinde gündeme gelmiş ve bu doğrultuda Yahudiler,
Kıbrıs adası üzerinde etkili olmak istemişlerdir. Dünya siyasî tarihinde üç önemli
Yahudi asıllı kişinin, Kıbrıs adasının siyasal konumu üzerinde yönlendirici
etkisi olduğu kabul edilmektedir. Haçlılar’ın, Romalılar’ın ve İngilizler’in
Kıbrıs üzerinden Filistin'e girdiklerini gören Yahudi lobilerinin yöneticileri,
yeniden İsrail'in kurulmasında ve Ortadoğu'da Yahudi egemenliğinin oluşturulmasında
Kıbrıs adasını bölgeye giriş kapısı olarak görmüşler ve bu doğrultuda adayı
kullanabilmenin yollarını aramışlardır. Orta Çağ’ın sonlarında İspanya’dan
kovulan Yahudiler Akdeniz'in batısından doğusuna gemilerle geçerek Osmanlı
ülkesine gelmiş ve yerleşmişlerdir. 16. yüzyılda Osmanlı ülkesine yerleşen Yahudiler,
Tevrat'ta belirtilen kutsal topraklara kavuşmaları aşamasında Kıbrıs’ı bir ara istasyon
olarak kullanılmak istemişler ve zengin Yahudiler’in önde gelen
temsilcilerinden olan Nassi, Osmanlı padişahını Kıbrıs'ın alınması konusunda
ikna etmiştir. Kıbrıs'ta Osmanlı koruması altında bir Yahudi krallığı kurmak isteyen
Nassi, bu amacını gerçekleştirmek üzere Osmanlı ordusunun Kıbrıs adasını
Venedikliler’den almasını sağlamıştır. Ada Osmanlı yönetimine geçtikten sonra,
epeyce bir Yahudi asıllı Osmanlı vatandaşı adaya yerleşmiştir ama imparatorluk
yönetimi, Kıbrıs üzerinde bir Yahudi krallığı kurulmasına izin vermemiştir.
Yahudiler kutsal toprakların karşısındaki bu adayı kendi ülkelerine çevirmek için
çeşitli girişimlerde bulunmaya devam etmişlerdir.
İngiliz ve Fransız İmparatorlukları’nın
sömürgecilik düzenini kullanarak aşırı zenginleşen Yahudi lobileri on yedinci
yüzyıldan sonra Siyonizm’in etkisi altına girince, bu kez Ortadoğu'ya yeni bir
göç dalgası ile yerleşmek istemişlerdir. 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı
İmparatorluğu “hasta adam” ilân edilmiş ve çöküş süreci gündeme gelmiştir. Osmanlı’nın
bu durumundan yararlanmak isteyen Siyonist lobiler, Osmanlı padişahı Abdülhamit'ten
imparatorluk toprağı olan Filistin'i bir Yahudi devleti kurmak üzere istemişlerdir.
Ne var ki, Abdülhamit bu öneriyi reddedince, ikinci kez padişahın kapısını
çalmışlar ve bu kez de bir Yahudi krallığı kurmak üzere Kıbrıs adasını
istemişlerdir. Osmanlı sarayı bu ikinci öneriyi de reddedince Yahudiler, İngiltere'yi
devreye sokarak İngiliz işgali altında Kıbrıs'a gelmişler ve Kıbrıs üzerinden
Filistin'e geçmişlerdir. Yahudiler’in Kıbrıs üzerinden bölgeye ikinci kez gelmeleri
sırasında Britanya İmparatorluğu’nun Yahudi asıllı Başbakanı Benjamin Disraelli'nin
çok büyük rolü olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü gören bu Yahudi asıllı
İngiliz Başbakan, bölgede dörtlü bir konfederasyonu İngiltere'nin egemenliği
altında oluşturmak isterken, bu plânın bir parçası olarak da Yahudiler’in
Filistin'de İsrail'i yeniden kurmalarını plânlıyordu. Osmanlı sonrası Ortadoğu
yapılanmasında böylece hem İsrail plânı devreye giriyor hem de İngiliz işgali altındaki
Kıbrıs üzerinden Yahudiler’in bölgeye girişleri plânlanıyordu. Kıbrıs üzerinde
İngiliz işgali hem adayı Osmanlı'dan koparıyor hem de ada üzerinden, İngiliz sömürge
yönetimi kontrolünde, Yahudiler’in batıdan gelerek müstakbel İsrail'e geçmeleri
sağlanıyordu.
Kıbrıs tarihi üzerinde Nassi ve
Disraelli'den sonra etkili olan üçüncü Yahudi, Henry Kissinger’dır. Kissinger, 20.
yüzyılın ikinci yarısında ada üzerinde etkili oluyordu. Disraelli plânı ile
Osmanlı adayı terk ederken İngiltere Kıbrıs'ı ele geçiriyordu. Kissinger sayesinde
ise, Amerika Birleşik Devletleri Kıbrıs’ta Türkiye üzerinden bir egemenlik sağlıyordu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı üzerine, imparatorluğun ana topraklarında
kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti, Kıbrıs üzerinde taraf olma hakkına sahip
değildi. Lozan Antlaşması sırasında Mîsak-ı millî sınırları içerisinde Kıbrıs ilân
edilmemişti. Çünkü Kıbrıs o zaman bir İngiliz dominyonu idi. Önceliği Mîsak-ı Millî
sınırlarına veren Türk devleti, Kıbrıs konusunu sonraya bırakmıştı. İsrail'in
kurulmasına kadar da Kıbrıs sorunu bir ulusal sorun olarak Türkiye'de görülmemişti.
İsrail'in kurulduğu ay Türkiye'de yayınlanmaya başlayan bir gazete, Türk kamuoyunu
İsrail'in çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çalışmış, 1952 yılından sonra "Kıbrıs
Türk’tür" kampanyasına girişmişti. Yâni İsrail'in 1948 yılında
kurulmasından dört yıl sonra Kıbrıs'ın Türk kamuoyuna bir ulusal sorun olarak
taşındığı görülmektedir.
Türkiye'deki Yahudi lobilerinin
temsilciliğini yapan bir büyük gazetenin Kıbrıs'ı bir ulusal sorun hâline getirdiği
yıl olan 1952'de Avrupa Konseyi kurulmuş ve bugünkü Avrupa Birliği’ne giden ilk
adımlar atılmıştır. Günümüzden elli yıl önce ortaya çıkan bu girişimin sonuçlarını
önceden iyi hesap eden Yahudi lobileri, birleşen Avrupa'nın bir gün Kıbrıs
adasını da sınırları içine alarak, Doğu Akdeniz'de Roma İmparatorluğu gibi
egemenlik arayışına gireceğini çok iyi biliyordu. İşte günümüzdeki Kıbrıs’ın
Avrupa Birliği’ne girme sürecini elli yıl önceden gören Siyonist lobiler, kendilerinin
denetimindeki bir gazete ile Kıbrıs'ın Türkiye'nin ulusal sorunu düzeyine getirilmesinde
önemli roller oynamışlar ve Türkiye'yi İngiltere'nin çekildiği Kıbrıs'a
yönlendirerek, ada üzerinde merkezî Avrupa kıtasının hâkimiyetinin önüne geçmek
istenmişlerdir. Kıbrıs mitingleri ile ada Türkiye'ye taşınırken, adada Osmanlı
döneminden kalan Türk nüfusa Türkiye'nin sahip çıkması sağlanmış ve adanın Türk
nüfusu üzerinden Türkiye, Kıbrıs sorununda taraf olmuştur Böylece ada Hıristiyan
Rumlar’a bırakılmamış ve Rumlar üzerinden Hıristiyan Avrupa'nın ada üzerinde egemen
olması da Türkiye sayesinde önlenmiştir. İsrail açısından bu sonuç, istediği
politikaları ada üzerinden yürütebilmesi için son derece elverişli bir ortam
yaratmıştır. Şüphesiz Türkiye’nin kendi stratejik gerekçeleriyle adaya mühadil
olması söz konusudur ama İsrail’in de yukarıda söylediğimiz endişelerle hareket
ettiği gözden ırak tutulamaz.
İsrail, bir Yahudi devleti olduğu
için, Kıbrıs üzerinde hiçbir zaman ne Hıristiyan ne de Müslüman bir devlet istememiştir.
Bu nedenle, geleneksel Yahudi politikasına uygun olarak Kıbrıs'da Hıristiyan Rumlarla
Müslüman Türkler’in karşı karşıya gelmesi gibi bir durum yaratılmış ve böylesine
bir çıkmaz günümüze kadar İsrail'in bölgeye egemen olabilmesi doğrultusunda
sürdürülmüştür. Adada Müslüman ya da Hıristiyan egemenliğinin tam olarak kurulmaması
İsrail'in işine yaramıştır. Adanın kuzey ve güney olarak ikiye bölünmesi, Müslümanlarla
Hıristiyanlar’ın sürekli çatışması, adaya müdahale etmek için İsrail'e elverişli
bir durum sağlamıştır. Ada üzerinde sürekli bir çözümsüzlük ortamının sürüp
gitmesi de, İsrail'in gelecekte kendi karşı kıyısı olan Kıbrıs'a egemen olabilmesi
için uygun bir süreci gündeme getirmiştir. Bu anlamda Rum ve Türk kesimlerinde anlaşmama
konusunda ısrar eden kesimler, çözümsüzlük politikasının sürekliliği için
yardımcı olmuşlardır denilebilir. Kıbrıs'ta çözümsüzlük giderek tırmanırken, adaya
Avrupa Birliği’nin müdahale ederek Kıbrıs'ı Birliğe dahil etmek istemesine de gene
İsrail lobileri karşı çıkmışlar. Türk tarafında Avrupa lobileri etkili olduğu
aşamada Rusya üzerinden Rum tarafında çözümsüzlüğü devam ettirecek bir tutumun gündeme
gelmesini sağlamışlardır. Annan Plânı ile çözüme kavuşturulmak istenen Kıbrıs,
Rum tarafının olumsuz tutumu nedeniyle gene çözümsüzlük sürecinde bırakılmış ve
Türk tarafı Avrupa Birliği’nin dışında kalmıştır. Bu sonuçun Türkiye Cumhuriyeti
ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti açısından etkileri şüphesiz farklı şekillerde
değerlendirilebilir ve değerlendirilmelidir ama İsrail açısından olaya
baktığımızda ada üzerindeki İsrail planları bu gelişmeler sonucunda yine bir
varlık zemini bulmuştur.
Soğuk savaşın döneminde Sovyetler
Birliği, 1958 darbesiyle, Bağdat üzerinden Irak'ta üstünlük sağlayınca, Irak üzerinden
Suriye'ye geçmiş ve bu ülkedeki Fransız üstünlüğünü devre dışı bırakmıştır.
Sovyetler Birliği daha sonra da Suriye üzerinden Kıbrıs'a geçerek, bu ada da
Akdeniz bölgesinin en güçlü komünist partisi olan Akel'in kuruluşunu sağlamıştır.
20. yüzyılın son çeyreğine doğru Rusya’nın, Akel partisi aracılığı ile bir
siyasal darbe yaparak Kıbrıs'ı Akdeniz'in Küba’sı yapma projesine Amerika
Birleşik Devletleri karşı çıkmış ve Rum tarafındaki militanları aracılığı ile komünist
darbeyi önleyen bir Amerikancı darbeyi gündeme getirmiştir. Kıbrıs üzerinden ABD
çıkarlarını güvence altına alan Batıcı Rum darbesi, adada Hıristiyan egemenliğini
artıracağı için, o aşamada Türkler’e yönelik fiilî saldırıların oluşturduğu Kıbrıs'a
bir Türk müdâhalesi haklı düşüncesi de İsrail lobileri tarafından desteklenmişlerdir.
Adaya müdâhale eden harekâtı yönlendiren Türk politikacısının eski hocası, ABD Dışişleri
Bakanı Henry Kissinger'in talimatı ile Akdeniz’deki Amerikan 6. Filosu Türk müdâhalesini
izlemiştir. Kıbrıs'a Türk müdâhalesi, adada bir komünist rejim projesini önlenirken
aynı zamanda Türkler’in asimile edilmesini, Kıbrıs’ın Rumlaşması’nı ve Yunanistan
üzerinden Avrupa'nın etkisi altına girmesini de önlemiştir. Böylesine bir sonuç
ABD ile beraber İsrail'in da işine gelmiş ve Türkiye'nin adada etkin olması
beraberinde Kıbrıs'ın geleceği için her iki ülkenin politika geliştirme şansının
da devam etmesine imkân tanımıştır. Ortaya çıkan yeni tabloda Kıbrıs ne Rumlar’a
ne Türkler’e yâr olmuştur.
Kıbrıs’a Yahudi Göçü Gündemde
Uluslararası kuruluşlarda son
derece etkin olan İsrail lobileri, Kıbrıs sorununda çözümsüzlük sürecinin devam
etmesini kolaylaştırıcı bir süreci sürekli olarak gündemde tutmuşlardır. Türk tarafında
Avrupa etkili olmaya başladığında; Amerika, Rusya ve İsrail üzerinden zaten
çokça tartışılan ve haklı gerekçeleri olan Avrupa karşıtı girişimler
desteklenmiş ve böylece bölgede Büyük Ortadoğu Projesi adı altında Büyük
İsrail Projesi devreye sokulana kadar ada üzerinde Türk, Rum, Hıristiyan, Müslüman,
Rus ve Avrupa egemenlikleri önlenmiştir. Büyük Ortadoğu Projesi adı altında
bütün Ortadoğu’ya ve çevresine egemen olmak isteyen Siyonizm açısından, Kıbrıs
üzerinde Yahudi egemenliği olmazsa olmaz bir koşuldur. Gelecekte bütün belgeye egemen
olabilmenin yolu karşı kıyıyı kontrol etmekten geçmektedir. Adadaki gelişmelere
önce dolaylı olarak müdâhale edilen İsrail’in ikinci aşamada adada doğrudan bir
egemenlik arayışına gireceği anlaşılmaktadır. İkiye bölünmüş Kıbrıs'ta her an için
çatışma çıkarılabilir ve adanın Rum nüfusunun Yunanistan'a, Türk nüfusunun ise Türkiye'ye
göçü özendirilebilir. Ada nüfusunun Kıbrıs'ı boşaltmasına gidecek olan süreç, adaya
yavaş yavaş Yahudi nüfusun yerleşmesini sağlanabilir. Önceleri küçük gruplarla
başlatılacak Kıbrıs'a Yahudi göçü süreci daha sonraları daha geniş kitlelerle
tırmandırılabilir.
Avrupa Birliği’ne Kıbrıs'ın bir
ada ülkesi olarak bütünüyle katılması için hazırlanmış olan Annan Plânı öncesi
ve sonrasında Kuzey Kıbrıs'ta çok büyük bir inşaat etkinliği göze çarpmıştır. Özellikle
adanın Türk tarafındaki kentler sanki yeniden inşa edilmiş ve Kıbrıs'ın gelecekteki
müstakbel yeni sakinleri için Batı standartlarına uygun bir ülke yaratılmıştır.
Çeyrek yüzyıl önce Türk ordusunun fethettiği Kuzey Kıbrıs aradan geçen süre içerisinde
yeniden inşa edilmiş, kentlerin altyapıları tamamlanmış ve otoyollarla
birbirine bağlanarak tam bir Batılı ülke konumunda Kuzey Kıbrıs düzenlenmiştir.
Adadaki Türk toprakları üzerinde, parselasyon çalışmaları ile beraber iki yüz bin
ev yapmak üzere izin alınmıştır. Referandum öncesi hızlanan arsa ve ev satışları
son dönemlerde daha da artmıştır. Türk yönetimi altında bulunan Kuzey Kıbrıs
bölgesindeki yeni yapılan binalar daha çok İngiliz ve Amerikan Yahudiler
tarafından satın alınırken, referandum sonrasında Kuzey Kıbrıs'ın Avrupa dışında
kalmasıyla beraber İsrail vatandaşı Yahudiler de adada gayrimenkul edinmek ve yerleşmek
üzere KKTC'ye gelmeye başlamışlardır. Ambargo nedeniyle durgun olan Kuzey Kıbrıs
ekonomisinde Türkler fakir sayılabilecek bir düzeyde kalırlarken, son zamanlarda
artan inşaat işlerinde yabancı firmalar devreye girmişler. Âdeta, İngiltere ve
Türkiye üzerinden yeni yapılaşma girişimleri desteklenerek, gelecekte İsrail'in
karşı kıyısında Yahudiler için yeni bir yerleşim bölgesi yaratılmaya
çalışılmaktadır.
Avrupa Birliği’nin dışında
bırakılan Kuzey Kıbrıs'ta önümüzdeki dönemde birkaç yüz bin Yahudi’nin
yerleştirilmesi gündemdedir. Böylece zaman içerisinde Kuzey Kıbrıs'ın Türk nüfusunun
Türkiye'ye geri dönmesi sağlanacak, para gücüne sahip olan zengin Yahudiler
Kuzey Kıbrıs'a yerleşerek yeni bir Yahudi bölgesini İsrail'in karşı kıyısında
yaratacaklardır. Gelecekte adanın tamamına sahip olmayı düşünen İsrail, karşı
kıyısında ikinci bir Yahudi devleti kuramaya çalışmaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nde kendisine bağlı firmalar aracılığı ile yeni yerleşim alanları
yaratmakta ve hızlı bir gayrimenkul satışı ile adanın kuzeyinde Yahudi nüfusu
artırmaktadır. Kısa zamanda önemli miktarda Yahudi’nin adaya yerleşmesiyle, İsrail'de
Kıbrıs üzerinde tıpkı Türkiye ve Yunanistan gibi taraf olabilecek ve böylece adanın
Avrupa ya da Hıristiyan egemenliği altına girmesine izin vermeyerek, Doğu
Akdeniz bölgesinde İsrail merkezli olarak kurulmuş olan Yahudi hegemonyasını
koruyabilecektir. İsrailli Yahudiler’in son yıllarda Türkiye'nin Antalya kentine
de gayrimenkul almak ve yerleşmek üzere ilgi göstermesi, İsrail merkezli gündeme
getirilen Doğu Akdeniz hegemonya düzeninin; İsrail, Kıbrıs ve Antalya arasında
kurulmakta olan bir egemenlik üçgenine dayandırılmak istendiğini de açıkça gözler
önüne sermektedir.
Adanın güneyinde yer alan Rum
kesiminde ise elli bin civarında Rus asıllı insanla beraber sayıları tam olarak
tahmin edilemeyen önemli bir miktarda Yahudi yaşamaktadır. Aslında Kıbrıs'ın
her iki kesiminde de Yahudiler ekonomiye egemen durumdadırlar. İsviçre gibi
Kıbrıs'ta banka sayısının fazla olmasında ve bu adada kıyı bankacılığının öne geçmesinde
Kıbrıs'ta var olan Yahudi ağırlığının rolü bulunmaktadır. Ortadoğu ve Uzak Doğu
kaçakçılığında ara istasyon olarak kullanılan Kıbrıs adasında önemli bir ölçüde
mafya ile yeraltı ilişkileri kotarılmaktadır. Kayıt dışı para ve sermaye kaçakçılığında
Kıbrıs bankaları birer üs olarak kullanılırken, bunların ABD ve İsviçre
merkezli olarak çalışan büyük Yahudi bankaları ile de yakın ilişkileri bulunmaktadır.
Daha önceleri Lübnan üzerinden yürütülen bu tür ilişkiler, Lübnan'ın, Ortadoğu'yu
yeniden yapılandırmak isteyen emperyalist ve Siyonist çevrelerin isteklerine uygun
olarak bir terör üssüne çevrilmesinden sonra, Kıbrıs adasına kaymıştır. Böylece
Kıbrıs siyasal çekişmelerin odağı olduğu kadar kara para ve yeraltı
ilişkilerinin de merkezi konumuna getirilmiştir. Dünya ekonomisini yönlendiren Yahudi
lobilerinin Kıbrıs'ın bu yeni konumunu İsrail'in çıkarlarını düşünerek
hazırladıkları ve Büyük İsrail Projesi doğrultusunda bir Büyük Ortadoğu
egemenliğine yönelik olarak geliştirdikleri anlaşılmaktadır.
Kıbrıs'a İsrail ve Yahudi
lobilerinin artan ilgisi, Türkiye'deki benzer kesimleri ve lobileri de harekete
geçirmiştir. Doğu Akdeniz üzerinden bütün Ortadoğu'yu kapsayacak biçimde oluşturulmaya
çalışılan Yahudi hegemonyasında, Türkiye Yahudileri ve Sabetaycıları da etkin olmak
istemişler ve bu kesimlerin içinden çıkan bazı temsilciler Kıbrıs sorununun önde
gelen izleyicisi, savunucusu ya da uzmanı olarak ortaya çıkmışlardır. Aynı
doğrultuda bir eğilimi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yönetiminde de izlemek
mümkündür ve adanın kuzey ve güneyinde yer alan Maronitler'i de benzer doğrultu
da hareket eden bir grup olarak görmek mümkündür. Maronitler Ortadoğu’nun eski
bir halk topluluğu olarak Yahudiler ve İsrail ile çok yakın ilişkiler kurmuşlar
ve giderek bölgede artan Yahudi hegemonyasından dolayı ekonomik olarak öne geçmişlerdir.
İsrail Ortadoğu'da Büyük İsrail'in kurulması amacı doğrultusunda Kürt Yahudileri’ni
kendi doğrultusunda yönlendirdiği gibi Maronitler’i de kendisine yakın tutarak,
bölgenin yeniden yapılanmasında Arap ve Müslüman çoğunluğa karşı Arap ve Müslüman
olmayan haklar koalisyonunda Maronitler’e önde gelen bir yer vermiştir. Türkiye'de
yaşayan Sebataycılar’ın eski Osmanlı bölgesi olan Ortadoğu ülkelerindeki
uzantılarını da İsrail gene Arap ve Müslüman olmayan halklar koalisyonu içerisinde
düşünmüş ve onların konumundan Kıbrıs üzerinde de yararlanmaya çalışmıştır. İsrail'i
Ortadoğu'da rahatlatacak kozmopolitizm böylece bölgede örgütlenmek istenmiştir.
Kıbrıs bu açıdan da İsrail merkezli Ortadoğu içerisinde görülmektedir.
Tahriklere Dikkat
Bölgesel gelişmeler içerisinde İsrail'in
Kıbrıs'a giderek artan ilgisi bu devletin kurulmasından tam on yıl sonra 1958
yılı itibarıyla diplomatik olarak öne çıkmıştır. İngilizler adadan çekilirken İsrailliler
adaya girmeye başlamışlardır. Ortadoğu'da İsrail'in yalnız kalmasını
önleyebilmek için Kıbrıs'ı da bir başka İsrail konumuna getirmek istemişlerdir.
Tek İsrail ile bütün Ortadoğu'ya egemen olamayacaklarını gören Siyonistler hem
Kürt Yahudiler aracılığıyla ikinci İsrail'i Kuzey Irak'ta kurma yoluna
gitmişler hem de Türkiye'deki Yahudi lobileri ve Maronitler üzerinden üçüncü İsrail'i
de Kıbrıs'ta kurabilmenin yollarını aramışlardır. İsrail dünyanın çeşitli ülkelerinde
etkinliklerini sürdüren Yahudi lobilerini Kıbrıs'ın bağımsız bir ülke olarak tanınabilmesi
için seferber etmiş ve bunların desteği ile ada üzerindeki etkinliğini giderek
artırmıştır. Kıbrıs'ın bağımsız devlet olması İsrail tarafından yakından izlenmiş
ve İsrail'in bölgedeki etkinliğinin artırılabilmesi için ada; Türkiye, Yunanistan
ve İngiltere gibi ada sorunu üzerinde taraf olan ülkelerden uzak tutulmaya çalışılmıştır.
Kıbrıs bağımsız devlet olunca İsrail ile yakın ilişkiler içinde olmuş, böylece bölgenin
Arap ve Müslüman ülkeleri tarafından boykot edilen İsrail karşı kıyısında
kendisini tanıyan ve normal ilişkiler içerisinde olan bir partner kazanmıştır. Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin Makarios'un cumhurbaşkanlığı döneminde bağlantısız bir
politika izlemesi de İsrail'in Doğu Akdeniz'de rahatlamasına yardımcı olmuştur.
Karşılıklı olarak açılan diplomatik temsilcilikler, iki ülkenin birbirlerine yaklaşmasına
ve daha sonra İsrail'in Kıbrıs üzerindeki etkisinin artmasına yardımcı olmuştur.
Giderek artan ticarî ve ekonomik ilişkiler, bölgede yeni dengeleri gündeme getirmiştir.
İsrail, Kıbrıs'ın bağımsızlığının ilânından bir yıl sonra resmen açtığı
elçilikle Kıbrıs'a girmiş ve o yıldan sonra da bu ada üzerindeki etkisini
diplomatik yollardan artırmıştır.
Dünya Yahudi lobilerinin en büyük
organizatörü Lord Rothschild, 20. yüzyılın başlarında Filistin'in Yahudiler için
çok küçük bir ülke olduğunu belirterek, Kıbrıs ile beraber bazı Arap
topraklarının da Filistin’e eklenerek daha geniş bir Yahudi yurdu yaratılması
düşüncesini savunmuştur. Bu doğrultuda, İngiliz Hükümeti’nin izni ile 20.
yüzyılın ilk yıllarında itibaren zaman zaman Yahudi aileleri Kıbrıs adasına yerleştirilmiştir.
İsrail'in Tevratsal sınırları içerisinde yer alan Kıbrıs'ın geleceği, Ortadoğu'daki
yeniden yapılanma ile yakından ilgili bulunmaktadır. Kıbrıs, İsrail’e hem bir
giriş kapısı hem de çıkış bölgesidir. Kıbrıs'tan zaman içinde Türkler’in
kaçırtılması, Hıristiyanlar’ın topraklarının para ile satın alınması yolu ile adanın
bütünüyle Yahudileştirilmesi, Siyonizm’in ana hedeflerinden biricidir. Yahudi
Kolonileştirme Birliği adını taşıyan uluslararası kuruluş, Kıbrıs nüfusunun
hızla Yahudileştirilmesi konusunda ciddî plânlar uygulamaktadır. ABD'deki Yahudi
lobileri bu tür uluslararası kuruluşlar aracılığı ile Kıbrıs sorununu yakından izlemişler
ve kendi çıkarları doğrultusunda sorunu yönlendirmeye çalışmışlardır.
Kıbrıs'ta uzun süre görev yapan
bir Türk diplomat Kıbrıs adasının sonunda ne Türkler’e ne de Rumlar’a kalmayacağını,
İsrail'in Büyük İsrail ya da Ortadoğu plânı çerçevesinde adaya sahip olacağını
iddia etmiştir. Çok şaşırtıcı bir iddia olarak öne sürülen bu düşünce bölgedeki
gelişmeler ile Kıbrıs ve İsrail'in özel durumları dikkate alınınca ve beraberce
değerlendirilince pek de yabana atılamayacak bir düşünce olarak görünmektedir.
Türkler’in ve Rumlar’ın birbirlerine karşı kışkırtılması ile yeniden sıcak çatışmalara
sürüklenecek Kıbrıs'a, Ortadoğu'da askerî birlik bulunduran Amerika Birleşik Devletleri’nin
müdahale edebileceği öne sürülmektedir. ABD'nin bir askerî işgali sonrasında ya
da NATO'nun Ortadoğu'ya taşınmasından sonra, NATO üzerinden Kıbrıs’ta oluşturulacak
Amerikan etkisinden yararlanılarak, Kıbrıs adasına önemli sayıda Yahudi göçü gündeme
getirilebilir. Türk kesimine yerleştirilecek bu yeni nüfus topluluklarıyla adanın
demografik yapısı değiştirilecek ve İsrail üzerinden kurulacak ekonomik
ilişkiler ile Yahudiler yeni dönemde Kıbrıs'a egemen olacaklardır. Büyük Ortadoğu
Projesi adı altında gündeme getirilen Siyonist plânın Kıbrıs adasına düşen
kısmı bu doğrultuda sonuçlanırsa, ABD askerinin desteği ve İsrail lobilerinin ekonomik
yönlendirmesi sonucunda Kıbrıs Ortadoğu'da yeni bir İsrail olarak ortaya çıkabilecektir.
Siyonizm’in Büyük İsrail Projesi çerçevesinde oluşturulacak “Üç İsrail”in üçüncüsü
İsrail'in karşı kıyısındaki Kıbrıs adası üzerinde kurulmuş olacaktır. Kürt Yahudileri’ne
kurdurulan Kürdistan ile beraber Ortadoğu'da üç tane Yahudi devleti kurulmuş olacak
ve böylece merkezî Yahudi devleti Kürdistan ile Doğu’ya karşı, Kıbrıs ile de Batı’ya
karşı kendisini koruyabilecek sınır ötesi yeni üsler elde etmiş olacaktır.
İsrail lobilerinin denetimi
altında yönlendirilen Türk medyasınca bilinçli olarak gizlenen İsrail ve Kıbrıs
ilişkisi, çeşitli kaynaklara bakıldığında tarihin ilk dönemlerinden bu yana sürüp
gelmektedir. Giderek bölgede etkisini artıran İsrail'in Kıbrıs'ı gelecekte rahat
bırakmayacağı ve kendisinin dışında bir inisiyatifin karşı kıyısında yer alan
bu ada üzerinde kurulmasına sıcak bakmayacağı açıktır. İsrail ve Kıbrıs arasında
bu kadar hayatî öneme sahip ilişkiler bulunduğuna göre; İngiltere, Yunanistan
ve Türkiye, Kıbrıs sorununda son derece dikkatli davranarak durumundadırlar.
Amerika Birleşik Devletleri ya da Avrupa Birliği Kıbrıs konusuna eğilirken, ada
üzerinde Doğu Akdeniz’de hegemonya kurmakta olan İsrail etkisini hesap etmek zorundadırlar.
Adayı gelecekte İsrail'in kontrolüne sürükleyebilecek her türlü komploya ya da
provokasyona karşı adada taraf olan kesimlerin daha dikkatli politika sürdürmelerinde,
bölge barışı açısından yarar bulunmaktadır. Kıbrıs'ın geleceği dünya konjonktürüne
kilitlenmişken, Türkiye'nin bütün bu durumları dikkatle izleyen bir politika takip
etmesi gerekmektedir.
Yararlanılan Kaynaklar
1 Zach Levy; İsrael's
entry into Cyprus, 1959-1963, MERİA - Middle Eeast Review of International
Affairs, Volume 7, No.3- September, 2003
2 Avrasya Dosyası, İsrail Özel Sayısı, İlkbahar, 1999,
Cilt:5, Sayı:1
3 Cevat Eroğlu; İsrail'in Beka Stratejisi ve Kürtler, Sayfa Yayınları,
İstanbul, 2003.
4 Hasan Yurtsever; İsrail ve Büyük Ortadoğu Projesi, Düşünce
Yayınları, İstanbul, 2004.
5 Yalçın Küçük; Tekeliyet, Cilt:I, İthaki Yayınları,
İstanbul, 2003.
6 Ufuk Ötesi; Aylık Dergi, Mayıs, 2004.
Prof. Dr. Anıl ÇECEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder