12 Şubat 2020 Çarşamba

82.VİLAYET KIBRIS - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN


82.VİLAYET KIBRIS


        Kıbrıs sorunu bütün hızı ile devam etmekte ve her aşamada Türkiye Cumhuriyetinin önüne yeni yeni durumlar çıkmaktadır. Kıbrıs adasındaki tarihten gelen Türk varlığını bir türlü kabul edemeyen ve adanın geleceğine dönük projelerde Türkler olmadan başka başka planlar gündeme getiren batı dünyasının Kıbrıs üzerinden sürdürdüğü Türk karşıtı politikanın faturasını Kıbrıslı Türkler ödemekte ve her geçen gün daha ağır baskılarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Kuzey Kıbrıs’a sıkıştırılmış dört yüz bin Kıbrıslı Türk’ün doğrudan geleceğini ilgilendiren gelişmeler, adanın kuzey komşusu olan Türkiye Cumhuriyetini de bütün Türk dünyası ile beraber çok yakından ilgilendirmektedir. Bu nedenle Kıbrıs sorunun her geçen gün daha da tırmanarak bölgenin geleceğinde yeni gerginlik senaryolarına neden olabileceği şimdiden görülmektedir. Taraflar bu durumu iyi bildikleri için geleceğe dönük olarak yeni hazırlıklar yapmakta ve adanın alacağı biçimi kendi çıkarları doğrultusunda oluşturabilmenin adımlarını atmaktadırlar. Türkiye ve Türk kamuoyu bu durumu yakından izleyerek Kıbrıs sorunu ile Türk tarafının artık kesin bir çözüm modelini ortaya koymak durumundadır.

        Yaşayan canlı bir sorun konumundaki Kıbrıs adasında iki yeni gelişme geçen günlerde birbiri ardı sıra gündeme gelmiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde genel seçimler yapılmış ve siyasal iktidar değişmiştir.  Seçimler biter bitmez Avrupa’dan ters bir karar çıkmış ve Türklerin Kuzey Kıbrıs’taki varlıkları yeniden tehlikeli bir ortama sürüklenmiştir. Adadaki Türk varlığını bir türlü kabul etmek istemeyen  batı dünyası, Avrupa üzerinden her türlü karşıt girişimi  Türklere karşı gündeme getirmekte   ve bu yoldan  Kıbrıs’ı Türkler ve Müslümanlardan  temizlemeğe çalışmaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini yakından izleyen, bu devlet yapılanmasını ortadan kaldırmak için her yolu deneyen batı dünyası yıllar geçtikçe  daha kararlı bir tutum içinde hareket etmekte  ve bir an önce adadaki Türk varlığına son verebilmek için her yolu denemektedir. Türklerin içine nifak sokmak ve onların birliğini ve bütünlüğünü bozabilmek için,  kendi yandaşları ile Kuzey Kıbrıs Türk toplumu içinde ayrılık yaratmak doğrultusunda, her türlü politik girişimin planlı bir biçimde Avrupa Birliği üzerinden devreye sokulduğu görülmektedir.  Türklerin toparlanmasına fırsat vermeyecek derecede aktif bir saldırı ve karşıt propaganda kampanyaları birbirini izleyecek biçimde Türklere karşı devreye sokulmakta, Türk tarafının kendisini savunmasına ve kendi çıkarları doğrultusunda siyasal girişimlerde bulunmasına hiç bir biçimde fırsat verilmemektedir. Artık Türkiye Cumhuriyeti ve Kıbrıs Türkleri açısından bu duruma bir son vermenin zamanı gelmiştir. Türkler, Kıbrıs’a sürekli kanayan bir yara olarak bakmayı bir yana bırakmalı ve işi kesin bir çözüme bağlayabilmelidirler.
          Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde yapılan son genel seçimler birçok açıdan derslerle doludur. Adanın eski ulusalcı hükümetini yıllarca iktidarda tutmuş olan ana muhalefet partisi olumsuz koşullara rağmen büyük çoğunlukla tek başına iktidara gelebilmiştir. Beceriksiz eski iktidar partisinin seçimleri kaybedeceği uzun süre önceden belli olmasına rağmen, normal koşullarda seçimler sonucunda bir koalisyon beklenmekteydi. Ne var ki, her türlü oyalamadan bıkan, yalan ve sahte vaatlerle zaman yitirmekten usanan Kuzey Kıbrıs Türk halkı, ulusalcı partiye büyük çoğunlukla oy vererek bu tecrübeli örgütün Kuzey Kıbrıs’ın çıkarları doğrultusunda güçlü bir tek parti hükümeti kurmasına giden yolu açmıştır. Dünya tarihinde hiç bir ülkede görülmeyen bir çelişkiyi yaşamaya mahkûm edilen Kuzey Kıbrıs’ta, Türklerin ayrı devlet kurmasına karşı çıkan bir siyasetçi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin başına getirilmiştir. Kendi temsil ettiği devlet yapısına karşı olan bir cumhurbaşkanı ve onun partisi ile Avrupa’ya sürüklenen kuzey Kıbrıs, bu ana çelişki yüzünden uzun süredir bocalamaktan kurtulamamış ve bir biri ardı sıra birçok çelişkili duruma, devleti yönetmekte olan devlete karşıt iktidar yüzünden düşürülmüştür. Adanın üçte birini kaplayan toprak parçası üzerinde giderek yarım milyona yaklaşan bir Türk nüfusun hala barındığı bir siyasal yapıda, bir çözümsüzlük sürecinin devam etmesi, ya da buna paralel olarak batı emperyalizminin çıkarları doğrultusunda Türk varlığının tasfiyesinin istenmesi gibi son derece olumsuz durumlar birbiri ardı sıra ada Türklerine yaşatılınca, son seçimlerde halkın tepkisi sert olmuş ve beklenen bir koalisyon yerine Türk tarafının ulusal çıkarlarını koruyacak bir ulusalcı tek parti iktidarının önü açılmıştır.
       Kuzey Kıbrıs genel seçimlerinin sonuçlarından çıkarılacak çok önemli dersler bulunmaktadır. Bir kez artık daha fazla çözümsüzlüğe ya da Türk devletinin tasfiyesine Türk halkının seyirci kalmayacağı görülmektedir. Bu nedenle hem eski iktidar partisi azınlığa düşürülmüş hem de koalisyona giden yolun önü kapatılmıştır. Kurucu cumhurbaşkanının oğlu tarafından kurulan ve hangi çıkarlara hizmet ettiği belli olmayan parti bile, küçük azınlıkta bırakılarak iktidara ortak olmasına izin verilmemiştir. Ortada bir ana gövde olarak devleti kuran parti ve onun yirmi yıllık bir tecrübe birikimi vardır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, devleti kuran parti ve onun deneyimli lideri ile yönetici kadrosunun birikiminden yararlanarak önümüzdeki dönemin zorlu geçitlerinden geçebilecektir. Aradan geçen zaman dilimi içerisinde, Kuzey Kıbrıslılar kendilerini ulusal çıkarları doğrultusunda yönetebilecek yeni lider ve yönetici kadrolar yetiştiremediği için, geçmişken gelen tecrübe birikiminden yararlanarak devleti kuran partinin yönetiminde yollarına devam ederek, kendi bağımsız geleceklerini en kısa zamanda kuracaklardır. Yeni bir dünya düzeni kurulurken, Kıbrıs sorununun eskisi gibi batı emperyalizminin dayatmalarıyla değil ama bölge ve ülke gerçeklerinin ortaya çıkardığı tablonun verilerine dayanılarak gerçekçi çözümlerle barış düzenine kavuşturulabileceği anlaşılmaktadır.
      Kıbrıs’ın yakın geçmişinde bir büyük sahtekârlık Avrupa Birliği üzerinden sahnelenmiş, Türk tarafı Avrupa Birliğine tam üye olma masallarıyla, Avrupa’nın dışında bırakılmıştır. Türk tarafı batının büyük baskılarıyla Annan planına olumlu oy vererek Avrupa’ya giremezken, Rum tarafı bu plana karşı çıkarak Avrupa Birliğine tam üye olmuş ve bu aşamadan sonra da adanın tamamını Avrupa Birliği içinde bir birleşik Kıbrıs devleti adına temsil ediyormuş gibi gerçekçi olmayan sahte bir durum yaratılmıştır. Türkleri ve Kuzey Kıbrıs devletini hepten yok sayan bu tutum Avrupa Birliği içinde egemen olunca, Avrupa Birliği  Kuzey Kıbrıs devleti içinde kendi isteklerini temsil etmek üzere, eski Sovyetler Birliği yanlısı bir partiyi öne çıkararak iktidara gelmesini sağlamış ve böylece Türklerin ulusal çıkarları doğrultusunda Avrupa Birliği ile ilişkilerini ayarlayabileceği gerçekçi  bir Türk  hükümetinin adanın kuzeyinde kurulmasını önlemek istemiştir. Soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliğine yakın duran ve güneydeki komünist parti ile paralel bir biçimde sosyalist dünyanın çizgisinde politika yapan bir eski sol parti, yeni dönemde adında “Türk” sıfatı bulunmasına rağmen, Türklerin ulusal çıkarlarını göz ardı ederek bu kez de Sovyetler Birliği yerine Avrupa Birliği gibi bir uluslararası oluşumun çizgisindeki politikalar ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini yönetmeye kalkışmış ama bu çabalarında başarılı olamamıştır. Bir seçim dönemi iktidarda kalan bu parti Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini Avrupa emperyalizminin çıkarları doğrultusunda bitme noktasına getirmiştir. Son seçimlerde Kıbrıs Türk halkının büyük bir tepki göstererek devleti kuran eski ulusalcı partiyi tek başına iktidara getirmesinin ana nedeni budur. Bu tabloyu göremeyenler Kıbrıs sorununun hangi aşamaya geldiğini anlamaktan uzak kalacaklardır.

       Avrupa Birliği üzerinden büyük paraların aktarılması ve sivil toplum kuruluşlarının Türk toplumunun teslim alınmasında Truva atı gibi kullanılmasıyla geçen seçimlerde iktidara getirilen uluslararasıcı parti döneminde Türk devletinin tasfiyesi ile ilgili olarak her türlü hazırlık ve girişim gündeme getirilmiş ama ada üzerinde Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin varolan büyük etkisi nedeniyle tam olarak sonuç alınamamıştır. Beş yıllık dönem içinde gerçekler sırasıyla ortaya çıkınca, Kuzey Kıbrıs Türk halkı da haklı bir tepki göstererek, Avrupa yalanlarına ve batı emperyalizminin girişimlerine alet olan uluslararasını partiyi iktidardan düşürerek azınlık partisi konumuna indirmiştir. Şimdi artık yirmi yıla yakın bir iktidar deneyimi olan devlet kuran parti tek başına iktidara gelmektedir. Ada tarihinde çok önemli olaylar yaşanmış ve birçok gerçek suyun üstüne çıkmıştır. Devlet kuran partinin bu yeni iktidar döneminde artık gerçekçi ve kalıcı bir çözümün zamanı gelmiştir. Tarihten gelme İngiliz etkisine ek olarak son zamanlarda ada üzerinde artan İsrail ve Amerikan baskılarıyla beraber, güney Kıbrıs’ta çok etkin bir konumda olan Rusya ve Yunanistan’ın da ada ile ilgili girişimleri ve politikalarını da hesap ederek adanın geleceği açısından kalıcı bir çözümü gündeme getirmenin zamanı gelmiştir. Kuzey Kıbrıs’ın yeni ulusalcı iktidarı, adada kurulu bulunan Türk yönetiminin geleceğe dönük olarak varlığını koruyabilmesi için artık Türkiye Cumhuriyetine daha yakın bir politik duruşla hareket etmesi ve ada Türklerinin geleceğini Türkiye Cumhuriyeti ile beraber düşünmesi acilen zorunlu görünmektedir. Adadaki Türk varlığının daha fazla yıpratılmasına ya da tasfiye edilmesine, Avrupa emperyalizmi yüzünden izin verilemez. Amerika ve İsrail’in adanın geleceğinde daha fazla etkili olmak amacıyla Türkiye’yi Avrupa Birliği, Rusya ve Yunanistan’a karşı kullanmalarına da bu aşamadan sonra seyirci kalınamaz. Onların geleceğe dönük politikaları, Kıbrıs adasını sürekli olarak çözümsüzlüğe mahkûm ettiği için, Türk tarafının bu durumuna artık bir dur demesinin zamanı gelmiştir.
         Kıbrıs’ta kalıcı çözüme razı olacak ikinci taraf Güney Kıbrıs yönetimi olacaktır, çünkü Anan planına karşı çıkarak ada sorununun çözümünü Avrupa’da değil ama Kıbrıs’ta aramışlardır. Batıdan gelen dış baskılara güneydeki Rum kesimi karşı çıkabilmiş ama Türk tarafı direnememiştir. Yeni dönemde, Türk tarafı bütün emperyal batılı güçleri ve ülkeleri bir yana bırakarak adada kalıcı çözümü Rum kesimi ile anlaşarak sağlamalıdır. Rumlar emperyal güçlerin bir gün kendilerini de adadan tasfiye edeceklerini iyi bilmektedirler, bu yüzden Annan planının oylanmasından sonra, Türk tarafına Avrupa Birliğinin dışında bir araya gelerek kalıcı bir çözümü iki taraflı olarak geliştirilmesini önermişlerdir. Rumlar çözümsüzlüğün devamı durumunda yeni bir çatışma döneminin batılı emperyal güçler tarafından Türkler ve Rum kesimi arasında çıkartılabileceğini görebilmişlerdir. Ne var ki, batılı emperyalistlerin baskılarına karşı direnemeyen Türk tarafı, Rum kesiminin bu gerçekçi çözüm yaklaşımına olumlu yanıt verememiştir, çünkü eski Sovyetçi bir iktidar Türk tarafının başına getirilerek, Kuzey Kıbrıs Avrupa’nın denetimi altına alınmak istenmiştir. Kıbrıs’ta kalıcı bir çözüm bu aşamada gerçekleştirilemezse, gelecekte yeni bir çatışma ortamı Orta Doğu ülkelerine benzer biçimde adada yeniden gündeme getirilebilecektir.
      Kuzey Kıbrıs seçimlerinin ulusalcı partinin zaferi ile sonuçlanmasına karşı Avrupa Birliği tepkisi, İnsan Hakları mahkemesinin son verdiği Orams kararı gelmiştir. Bu karara göre, güney Kıbrıs’ta yaşamakta olan Rumların kuzeydeki topraklarının iade edilmesinin zorunluluğu yeniden gündeme getirilmekte ve böylece adanın kuzeyinde Türk varlığının tasfiyesine devam edilmek istenmektedir. Avrupa Birliği gibi bir medeniyet projesinin bile Avrupa emperyalizminin hizmetine hukuku sokması karşısında artık Türk tarafının kendi ulusal çıkarları doğrultusunda kalıcı bir çözüme yönelmesi gerekmektedir. Hukukun siyasete ve emperyalist çıkarlara alet edildiği bu aşamada herkes kendi çıkarına yöneldiğine göre, Türk tarafı da kendi ulusal ve bağımsız geleceğine yönelerek çıkarlarına en uygun bir doğrultuda çözümü gündeme getirecektir. Böylesine bir çözüme Rumlar kadar Türklerin de hakkı vardır ama hiç bir emperyalist gücün ya da devletin böyle bir hakkı yoktur. Adanın Türk ve Rum kesimleri bir araya gelerek Kıbrıs’a sürekli barış getirecek iki taraflı bir çözüm metninde anlaşmaya varabilmelidirler. İki devletli bir çözümde Türklerin bütün kazanılmış hakları güvence altına alınmalı, Türk ve Rum kesimleri arasındaki toprak takası en adil bir biçimde tamamlanarak her türlü toprak talebi devre dışı bırakılmalıdır. Böylesine iki taraflı bir yapılanma sağlanabilirse o zaman ada dışı güçlerin Kıbrıs’a emperyal amaçlar için müdahale etmeleri önlenebilecektir. Eğer böylesine bir kalıcı çözüm iki taraflı olarak gerçekleştirilemezse, o zaman Kuzey Kıbrıs Türkleri için Hatay modeli devreye girecektir. İkinci dünya savaşı öncesinde Hatay halkının bir referandum kararı ile anavatan Türkiye’ye katılması gibi, Kuzey Kıbrıs Türk halkı da bir halkoylaması sonucunda, Türklerin anavatanı olan Türkiye Cumhuriyetine katılma kararı alarak, merkezi Türk devletinin 82. vilayeti olma hakkını kazanacaktır. Türk tarafı açısından Kıbrıs’ın kesin kalıcı çözümü Hatay modeli birleşmedir. Yeni bir Hatay modeli ile Kıbrıs’ın anavatana katılması, Türkiye Cumhuriyetinin vilayet sayısını 82’ye çıkaracaktır. Annan planı gibi saçmalıklarla daha fazla zaman yitirmeden, bölge barışı için  yeni bir Hatay modeli uygulamasıyla Türkiye Cumhuriyetinin 82. vilayeti Kıbrıs’ın kuzeyinde ilan edilmelidir. Böylece Kıbrıs üzerinden Doğu Akdeniz’de sürdürülen hegemonya mücadelesinin sıcak bir çatışmaya dönüşmesi de önlenebilecektir.
      Not; daha fazla bilgi için KIBRIS ÇIKMAZI kitabımdaki değerlendirmelere bakılabilir.

Prof. DR. Anıl ÇEÇEN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder