ANKARA KALESİ
ANKARA KRİTERLERİ
ANKARA,
Türkiye Cumhuriyeti ulus devletinin başkenti olarak, devletin bütün kamu
kurumlarını ve devlet dairelerinin hepsini bir bütünlük içerisinde, kendi
bünyesinde barındıran önde gelen bir merkez yapılanmasına sahip bulunmaktadır. Ankara
bu kendine özgü durumu ile birlikte aynı zamanda dünyanın önde gelen merkezi
coğrafyasının da önde gelen bir başkenti olarak birçok özellikleri içinde
barındırmaktadır. Dünya haritası üzerinde yer alan bütün kentler ya da
başkentler kendi bulundukları coğrafyanın özelliklerini taşırken, Türk
devletinin başkenti olarak bulunduğu merkezi konumun kendisine kazandırdığı diğer
özellikleri ile de diğer kentlere oranla daha güçlü ve etkin bir yapılanmanın
tam ortasında yerini almıştır. Ankara’nın dünya haritası üzerindeki yeri, jeopolitik
biliminin insanlığa kazandırdığı stratejik konum açısından ele alındığı zaman, günümüzde
orta dünya adı verilerek açıklanmaya çalışılan merkezi coğrafyanın getirdiği
bütün bilgi birikimleriyle Ankara olgusunun içeriğinin belirlenebildiği bir
yeni durum önümüze çıkmaktadır. Ankara ile ilgili bir değerlendirme yapılırken
geçmişten gelen bütün tarih, coğrafya ve genel kültür kökenli bilgiler öne
çıkarak, Ankara kavramının içeriğinin belirlenmesinde fazlasıyla etkin
olabilmektedirler. Ankara hem bir şehir olarak hem de merkezi coğrafyanın tam
ortalarında yer alan bir bölge olarak geçmişin bilgi birikimini günümüze
taşırken, aynı zamanda zamanımızdaki Ankara kavramının anlamını ve içeriğini
bugünün kuşakları için belirleyebilmektedir. Bu nedenle, “ANKARA” denildiği
zaman durup düşünmek ve geçmişten gelen bilgi birikimi ile değerlendirmeler yapmak
gerekmektedir. Hem Ankara’nın yeni dönemdeki konumunu belirlemek, hem de bu
merkezi kentte yaşamakta olan beş milyonluk Türk asıllı nüfusun, Türkiye’nin
başkenti üzerinden yeni sahip olduğu konumunu, uluslararası alanda gündeme
gelen yeni konjonktürlerin yansımaları açısından bakılmasıyla, bugünkü dönemde
Ankara merkezli bakış açısının yeni durumunu belirlemek mümkün olabilecektir.
Yakup
Kadri, Ulusal kurtuluş günlerini anlattığı “Ankara” isimli kitabında, Kuvayı
Milliye’nin başkenti olarak Türkiye devletini anlatırken, cumhuriyetin
kurulmasından sonra yaşanan ulusal kurtuluş dönemiyle Ankara’nın merkezi
konumunu ve bu kent içerisine yerleşen Türkiye burjuvazisinin durumunu,
özelliklerini ve yaşadıklarını gelecek kuşaklara anlatarak, yeni kurulan Türk
devletinin merkezinde yaşayan Türklerin ciddi bir başkent bilincine sahip
olmaları gerektiğini açıklamaya çalışmıştır. Devleti çok büyük zorluklarla
boğuşarak kuran kurucu kadro, daha sonraki aşamalarda gene zorluklara karşı
yürütülen mücadele ile, cumhuriyet yönetimini oluşturma çabaları içerisinde
başkent Ankara kaynaklı olarak ortaya çıkan yeni durumları Türk halkının önünde
açıklığa kavuşturarak, Türk kamuoyunda ciddi bir cumhuriyet ve ulus devlet
bilinci yaratmaya çaba göstermiştir. Milli mücadele azim ve kararlılığına önem
veren kurucu kadro ulusal kurtuluş savaşı kazanıldıktan sonra, halka yönelen
devrimlerin yapılması ve bu arada yeni devlet kurulurken ortaya çıkan çıkar
ilişkileri ve bunlara dayanan para ilişkileri ile zayıf kalan insan
ilişkilerinin yansımalarını “Ankara” isimli kitabı aracılığı ile Türk ulusuna
aktarırken, Yakup Kadri’nin gerçekçi bir yazar olarak kuruluş dönemi sonrasında
Ankara kenti üzerinden yeni devletleşme sancılarını dile getirerek, Türk
halkının zaman içinde Türk ulusuna dönüşmesi sürecinde önemli açıklamalar yaparak,
Türkiye Cumhuriyetinin güçlü bir ulus devlete dönüşebilmesi için, fikri düzeyde önemli katkılar getirdiği
anlaşılmaktadır. Kuruluş dönemindeki Yakup Kadri’nin geliştirdiği düşünsel
önderliğin daha sonraki aşamalarda yeni cumhuriyet kuşakları içinden çıkan genç
kuşakların ulusal kurtuluşun sonraki dönem temsilcileri olmaları için elverişli
bir Kuvayı Milliye ortamı yaratılmıştır. Ulusal kurtuluş savaşının ilk
aşamasında Atatürk aracılığı ile başkent statüsü kazandırılan “Ankara”, Yakup
Kadri’nin öncülüğünde, daha sonraki aşamada ulusal kurtuluşun başkenti olunca, antiemperyalist
ve tam bağımsız devrimci bir Türk Cumhuriyeti’nin, ulus devlet çatısı altında
güçlü bir devlet olarak öne çıktığı görülmüştür.
Türklerin
yeni başkenti olarak seçilen Ankara kenti, Kuvayı Milliye mücadelesinin merkezi
olarak seçildiği için, devrim tarihinde ulusal kurtuluş devriminin ortaya
çıktığı coğrafi merkez olarak da bu yeni yapılanma içinde yer almış ve bu
durumu ile de dünya literatüründe Ankara bambaşka bir yapılanma içine girerek, diğer
kentlerden ayrılan bir Kuvayı Milliye başkenti çizgisinde yeni siyasal kimlik
kazanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti anayasasının üçüncü maddesinde Türkiye
Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olmasının belirlendiği bu
maddede, Türk bayrağı ve İstiklal marşı ile birlikte Başkent Ankara maddesi de
yer alarak, cumhuriyetin temel ilkeleri arasında Ankara ile devletin
bütünleşmesi sağlanmıştır. Cumhuriyetin temel ilkeleri doğrultusunda Ankara’nın
başkent olması hem değiştirilemez hem de değiştirilmesi teklif dahi edilemez
bir hukuksal statüye bağlıdır. Ankara’nın tam ortasında yer aldığı merkezi bölgenin
geleceği ile ilgili olarak birbirinden çok farklı emperyalist plan ve projeler
bulunduğu için, devletin kurucu gücü olan Kuvayı Milliye örgütünün ilan etmiş
olduğu çağdaş ulus devletin birliği ve bütünlüğünün her türlü emperyalist
saldırı ya da projelere karşı korunabilmesi ve
bağımsız yapılanması, ilan edilmiş olan Türk devletinin sonsuza
kadar devam edebilmesi için, öncelikle
anayasanın giriş kısmındaki temel ilkeler aracılığı ile devlete hukuksal bir güvenlik şemsiyesi getirmiştir. Cumhuriyet
rejimine dayanan ulus devletin korunmasıyla ile ilgili bütün önlemler,
anayasanın başlangıç hükümlerinde belirtilerek hukuk devletinin koruyuculuğu
ile güvence altına alınmıştır. Ankara’nın başkent oluşu ile ilgili koruma aynı
zamanda birinci kısmın genel esasları içinde yer alarak ve devletin temel amaç
ve görevleri açısından açıklanarak, bu düzenlemenin hiçbir biçimde
değiştirilmemesi gerektiği, gene anayasa bütünlüğünün Türk ulusuna ve Türk
devletine kazandırmış olduğu ayrıcalıklı bir üst düzey hukuk örgütlenmesi
olmuştur. Diğer ülkelerde olduğu gibi başkent olma ayrıcalığı tanınmış olan
Ankara kentinin, aslında bu doğrultuda bir “Ankara “ kanunu çıkartılarak
Londra, Roma, Paris ve Tokyo gibi büyük devlet başkentlerini koruyan benzeri
bir yasal düzenleme ile, her türlü tehdit, saldırı ve riske karşı korunması
gerekmektedir.
Cumhuriyeti temsil eden ana ilkelerin her yönü ile ele alınarak, anayasanın başlangıç hükümleri ya da genel esaslar kısmında var olan devlet statüsünün koruma altına alınması, Türk devletinin üzerinde kurulu bulunduğu Anadolu ve Trakya toprakları üzerindeki Türkiye hegemonyasını güvence altına almayı hedeflemiştir. Aslında kendi başkentlerini özel yasalarla koruma altına alan diğer büyük devletler de benzeri bir destek aradığı için böylesine düzenlemelere giderken, Türkiye’de anayasa içinde sorunun çözüme bağlanması yoluna gidilmek zorunluluğu doğmuştur. Bazı ülkelerde, ayrı kanun düzenlemeleri ile başkentleri bağlı olan diğer kentlere karşı bir koruma arayışı sürüp giderken, bu konudaki Türk formülü, yasaların üstünde bir statüde anayasal düzenleme olarak örgütlenmiştir. Türk anayasal sisteminde yer alan değişmezlik sistemi ile koruma yaklaşımları çerçevesinde, gene Türk anayasasında cumhuriyetin temel ilkeleri olarak ifade edilen bazı kurallar, temel prensipler olarak, Türk eğitim sistemi ve sosyal bilimler arasında yer almakta ve aynı zamanda Türk toplumunun devrimci çizgide yeniden yapılandırılmasında temel taşlar olarak hizmet etmektedirler. Türkiye Cumhuriyeti’nin ana yapısını belirleyen bu cumhuriyetçi ilkeler aynı zamanda devletin kurucu önderi Atatürk’ün de benimsediği temel kurallar kabul edilerek, Türk halkına önderlik yapan devlet kurucusu partinin de temel ilkeleri olarak, zaman içinde benimsenerek uygulama alanına aktarılmıştır. Başkent Ankara Kuvayı Milliye mücadelesinin merkezi olarak yeniden yapılanırken o dönemin koşullarında Atatürk bir sentez gerçekleştirerek dağınıklığı ortadan kaldırabilmenin yollarını aramıştır. Avrupa ve Asya kıtaları arasında kurulan merkezi devlet olarak Türkiye hem Avrupa düzeninin çıkış noktası olan Fransız devrimini hem de Asya’nın en büyük devlet yapılanması olarak öne çıkan Sovyetler Birliğini yaratan Rus devrimini de dikkate almaya çalışmıştır. Avrupa ve Asya kıtaları arasında Fransız ve Rus devrimlerinin yansıdığı merkezi bölge üzerinde kurulmuş olan Türk devletinin başkentinde Fransız devrimi ürünü olarak cumhuriyetçilik, milliyetçilik ve laiklik ilkelerinin ve dünya sosyalist sistemini kuran Sovyet Devrimi de Rusya üzerinden dikkate alındığı zaman, devletçilik, halkçılık ve devrimcilik ilkelerinin de Türkiye’de öne geçtiği anlaşılmaktadır.
İki
kıta arasında kurulan merkezi devletin başkenti olan Ankara, aynı zamanda bu
kıtalardaki siyasal sistemleri kuran Fransız ve Rus devrimlerinin de etkileri
ile karşı karşıya kalarak ve uzun süreli bir siyasal mücadeleyi kurtuluş savaşı
sonrasına kadar sürdürerek, bugüne kadar uzanan bir mücadelenin tam ortasında
yer almıştır. Bu açıdan diğer devletlerden farklı özellikleri ile harita
üzerinde yer alan Türkiye Cumhuriyeti, sonraki dönemlerde meydana gelen siyasal
gelişmelerden fazlasıyla etkilenmiştir. Türkiye yirmi birinci yüzyılda geleceğe
dönük mücadelelerini artırarak yeni dünya düzeni içinde kendine uygun bir
yer ararken, başkent Ankara hem yeni dünya düzencisi emperyalist devletlerin hedefi olmakta hem de
merkezi coğrafyadaki dinler, mezhepler, etnik kökenler, ulus devletler ve diğer
devletlerin plan ve programları ile karşı karşıya kalmakta ve bu yüzden de hem
bölünmek ve parçalanmak, hem de yeni ortaya çıkan emperyal devletlerin
hegemonya planları doğrultusunda geliştirilen sömürgecilik saldırılarının ana
hedefi konumuna doğru sürüklenmektedir.
Devletin kuruluşu bir asır geride kaldığı için geçmiş olan yüz yıllık zaman
dilimini ve bu süreçte gündeme gelen siyasal gelişmelerin ve de yeniliklerin de
hesaba katılarak de yeniden farklı değerlendirmelerin yapılması bir zorunluluk olarak
öne çıkmaktadır. Osmanlı devletinin bittiği aşamada bir ulus devlet kurmak
üzere ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti iki savaş arasında oluşturduğu kimliğini
koruyarak ve yirminci yüzyılın ikinci yarısına kadar varlığını koruyarak,
devletin devamlılığını sağlamış ama yirmi birinci yüzyıla doğru açılımların
gündeme geldiği noktada, Türkiye’nin önüne yeni yapılanmalar alternatifi
gündeme gelmiştir. Sosyalist sistem çökerken Avrupa ülkelerinin tıpkı Amerika
Birleşik Devletleri gibi bir kıtasal birliğe yönelerek Avrupa Birleşik
Devletleri, Avrupa Birliği oluşumuyla gündeme getirilmiştir. Türkiye’nin yanı başında
Sovyetler Birliği Rusya üzerinden dağılırken, bu kez bu duruma tamamen ters bir
süreçte Avrupa ülkelerinin ABD’ye karşı bir kıtasal birlik devleti arayışı ile
ortaya çıkması gibi iki ayrı oluşum, Türk devletini tehdit eden bir durum
yaratmışlardır. Türk devleti bir yandan Amerika Birleşik Devletleri ile
uğraşırken, yeni ortaya çıkan durumda benzeri bir mücadelenin Türkiye’nin yanı
başında kurulmuş olan Avrupa Birliği’ne karşı da yapılması gerektiği, son
siyasal gelişmelerle birlikte dünya gündemine girmiştir.
Yirminci
yüzyılın başlarında iki ayrı kutuplaşma sürecinin tam ortasında siyasal alana
bir devlet olarak katılan Türkiye Cumhuriyeti yüz yıllık bir geçmişi geride
bırakırken, doğu dünyasında Sovyetler Birliği ile, batı dünyasında ise Avrupa
Birliğinin kurucusu konumuna gelen Avrupalı büyük devletler ile uğraşmak
zorunda kalmıştır. Avrupa’nın önde gelen büyük devletleri bin yıllık bir geçmişe
doğru bakıldığında Roma ve Bizans gibi büyük imparatorluklar aracılığı ile
Avrupa’nın büyük güçlerinin her aşamada emperyalizme yöneldikleri ve bu
doğrultuda diğer dünya devletlerini yönlendirmeye çaba sarf ettikleri açıkça
ortaya çıkmıştır. On sekizinci yüzyılın sonlarına doğu Kuzey Amerika’daki
İngiliz sömürgelerinin bir araya gelerek birleşmeleri üzerine, yeni bir büyük
güç olarak ABD doğmuştur. Daha sonraki aşamada bu yeni büyük devlet dünyaya
yayılarak kendisinden önceki Britanya imparatorluğu düzenini ele geçirmiştir. Birinci
Dünya Savaşı sırasında İngiliz İmparatorluğu çökerken, bunun yerini yeni
kurulan Amerikan İmparatorluğu alarak, gene batı merkezli bir dünya düzenine
eskisi gibi devam edebilmenin çabaları içine girmişlerdir. Hegemonya
İngiltere’den Amerika’ya geçerken tam savaş anında bir de Rusya’da Sovyet
devrimi gerçekleşince, yirminci yüzyılın başlarında dünya üç merkezli yeni bir
siyasal yapılanmaya doğru yol almaya başlamıştır. İşte böylesine bir dönüşümün
gerçekleştiği dünya üzerinde üç büyük siyasal güç toparlanarak öne çıkarlarken,
eski Osmanlı hinterlandında boşta kalan eski Türk toprakları üzerinde bir milli
uyanış ile seferberlik gündeme gelerek, yeni bir ulus devlet oluşturmak üzere, Türk
ulusunun kendi ulus devletini kurarak tarih sahnesindeki yerini aldığı
görülmüştür. Böylesine bir tarihsel dönüşüm aşamasında boşta kalan Osmanlı
toprakları üzerine çok ciddi çekişmeler yaşanmış ve bu yüzden birinci dünya
savaşı çıkartılarak güçlü bir merkezi güç olan imparatorluk yerine bir ulus
devlet yapılanması geliştirilerek, emperyalistlerin orta dünyada saldırı ve
işgal hareketlerine yönelmelerinin önüne geçilmek istenmiştir. Bu aşamada Türkiye’nin
başkenti Ankara’ya önemli yeni misyonlar yüklenmiştir.
Yer
kürenin doğusunda ya da batısında ortaya çıkan büyük devletler ve
imparatorluklar uluslararası bir hegemonya yapılanmasını kendi kurdukları siyasal
egemenlik düzeni doğrultusunda yönlendirerek ve yeni dünya düzenleri arayışı
içine girerek, zaman içerisinde sahip oldukları siyasal gücün sağladığı
desteklerle bu tür hedeflere ulaşabilmenin yollarını aramaktadırlar. Türkiye
orta boy bir devlet olarak varlığını güvence altına alarak hareket etmelidir. Merkezi
bölgedeki konumunu koruyabilmek için Türkiye hem komşuları ile hem de bölge
devletleri ile yakınlaşma ve dayanışma girişimlerinde bulunmaktadır. Ancak bu
yollardan kendini koruyabilecek bir siyasal tavır geliştirebilecek Türk devleti,
kendisini çevreleyen yakın bölgeler konularında sürekli gözlem içinde bulunarak,
orta boy bir devlet olmaktan gelen eksikliklerini jeopolitik konumunu
kullanabilen bir büyük devlet gibi gerektiğinde ortaya koyabilmelidir. Bu tür
davranışlarıyla daha aktif bir konuma sahip olabilecek Türk devleti içinde
bulunduğu jeopolitik konumunu öne çıkararak, orta boy devletten daha büyük bir
devlet yapılanmasına doğru adım atmak durumunda kalmıştır. Dünyanın önde gelen
büyük devletlerinin kolaylıkla yöneldiği emperyalist politikalara karşı
merkezdeki Türkiye Cumhuriyeti, öncelikle kendini koruyacak ve geleceğe dönük
güvence altına alacak merkezi bir güç olarak her zaman için her türlü olumsuz
gelişmelere karşı uyanık olmak ve böylesine bir ulusal tavrın örgütleyicisi
olarak da komşuları ile, ya da partner devletler ile farklı ilişkilere giderek,
yeni dengeler arayışı içinde bulunmalıdır. Uluslararası kamuoyunun oluşumu
sırasında sorunların küresel ilişkilerin aracılığı ile gündeme getirilmesi ya
da dayanışma veya yardımlaşma hedefleri doğrultusunda öne çıkarılması, Türkiye
gibi orta boy devletlerin sahip olduğu büyük devlet benzeri tutumların daha
fazla öne çıkmasını ve zaman içinde devamlılık arz etmesini sağlayabilmektedir.
Dünyanın birçok bölgesinde görülebilen bu tür yapılanmaların gelip geçici
olmaması için süreklilik gösterebilecek jeopolitik adımların birbirini
izleyerek, ülke ve bölge boyu politikalarda ağırlıklarını her zaman için gösterebilmelidirler.
Türkiye dünya haritasında bulunduğu yeri iyi görerek ve böylesine bir yaklaşım sayesinde başkent Ankara merkezli politikalarını kurumlaştırabilmektedir. Yüz yıllık cumhuriyet tarihinin eleştirel bir bakış açısıyla ele alınmasıyla, Türk devletinin iç ve dış politikalarındaki değişikliklerin zaman geçtikçe yeni yönelmelerin süreklilik içinde öne çıkışlarının boyutlarını göstermektedir. Bir anlamda Ankara Kriterleri olarak topluca adlandırılabilecek ilke ve kurallar bütününde yer alan tutum ve davranışların başkent Ankara’nın adıyla belirlenmesi ve bunların bir paket olarak öne çıkarılması, Ankara Kriterleri kavramının Türk devleti ile milletinin ulusal çıkarlarına olumsuz yönelen her durumda, Türk tarafının hem Türkiye’nin ulusal çıkarlarına hem de başkent Ankara merkezli bir içe dönüş hareketi biçiminde Ankara Kriterlerini öne çıkararak, aktif bir dış politikaya yönelebilmesi mümkün olmaktadır. Ulusal dış politika yönü ülke koşulları dikkate alınarak belirlenirken, Ankara Kriterlerinin öncelikli bir biçimde ele alınarak, Türkiye’nin çıkarlarını koruyacak düzeyde bunlara dayanılması ve var olan sorunların çözüme bağlanması mümkün olabilecektir. Ülke ve devlet yönetimi ile ilgili olarak önceden hazırlanmış siyasal metinler ya da hukuk belgelerinin ortaya çıkarılabilmesi, geçmişten gelen bilgi birikiminin güncel sorunlara doğru yönlendirilmesi ile elde edilebilen olumlu katkılar, çözüm aşamasındaki sorunların çözüme kavuşturulmasında etkin bir biçimde kilit rol almaktadırlar. Kriter kavramının anlamı açısından konuya bakıldığında bir değerlendirme yapılması esastır. Geçmişten gelen bilgi ve değerler ile hareket edildiği zaman, var olan birikimin ana unsurlarının kullanılmasıyla birlikte çözüm için gerekli malzeme ile birlikte unsurların da ilke ve kurallar biçiminde ele alınması, bir zorunluluk olarak politika oluşturucuların önlerine çıktığı söylenebilir. Devletler hem kurumları ile hem de uzman kadrolarıyla sorunların çözümüne ya da yönlendirilmesine dönük adımlar atarlar. Bu gibi durumlarda sonuca kısa yoldan gidebilmek için devletlerin kurumsallığı doğrultusunda var olan tüm malzemenin ve uzmanlıkların devreye sokularak çözüm arayışlarının başlatılması gerekli olmaktadır. Ankara bir cumhuriyet devletinin başkenti olarak, Türk devletinin karşı karşıya kaldığı her türlü saldırıya karşı, sorunları çözmek üzere tarihin derinliklerinden gelen bilgi birikimine, sahiptir.
Son
aylarda Türk diplomasisi sürekli olarak batı kaynaklı sorunlarla işgal
edilirken, Baltık denizi kıyılarında NATO zirvesi düzenlenmiş ve bu vesile ile
Türkiye’nin batı ile ilişkileri yeniden masaya yatırılarak Türk tarafı
hırpalanmaya çalışılmıştır. Her zaman olduğu gibi batılı emperyal ülkeler
Türkiye’yi gene eskisi gibi insan hakları üzerinden eleştirmeye kalkışmışlar ve
bu alandaki eksiklikleri yüzünden, Türkiye’nin hiçbir zaman Avrupa Birliği’ne
üye olamayacağını ve bu doğrultuda Avrupa Birliğinin üyelik için ana ilkelerini
gündeme getiren Kopenhag kriterlerini, Türk tarafının bir yasal düzenleme ile
kabul etmesi gerektiği, gene Avrupa Birliği organlarında Türkiye’nin son durumu
tartışılırken, eskisi gibi dile getirilerek
Türk karşıtlığı çizgisi gene sonuna kadar izlenerek, Türkiye gene Avrupa
Birliği dışında bırakılarak ve gene bu
tutumun bir uzantısı olarak Türkiye’nin NATO’daki görevine dikkat çekilerek,
Avrupa Birliği nimetlerinden mahrum edilen Türkiye, bu durumun bir tersi
yansıma ile Türk Devleti’nin NATO üyesi olmaktan kaynaklanan görev ve
misyonları gene eski toplantılarda olduğu gibi tekrar edilerek, Türk tarafı
mahkum edilmeye çalışılmıştır. Avrupa medeniyetin merkezi olmak gibi bir iddia
ile kendisini uygarlığın merkezi olarak ilan ederken, Türkiye’yi çağdışı kalmış
doğu bölgesi ülkeleriyle birlikte uygar olmayan ülkeler kategorisi içinde
düşündüklerini açıkça ilan etmişlerdir. Avrupa kapısında yarım asır üyelik için
bekletilen Türkiye, devletiyle milletiyle ve siyasi ve askeri gücü ile; ABD, NATO,
İngiltere ve İsrail’in çıkarları için hem Afrika çöllerine hem de sıcak
çatışmaların bulunduğu savaş alanlarına, NATO’nun öncü güçleri olarak
kullanılmaya çalışılmıştır. ABD’nin küresel politikaları gereği Rusya ile
Ukrayna savaşı başlatılırken, İngiltere’nin baskılarıyla Kuzey Atlantik
örgütlenmesinin devamı bu kez Avustralya’nın katılmasıyla bir Pasifik savunması
AUKUS adıyla gündeme getirilirken, Türkiye’nin güvenliği ya da askeri
öncelikleri düşünülmemiş, Avrupa Birliğinden Türkiye gene çifte standartçılık
oyunları ile uzak tutulurken, Doğu Akdeniz, Balkanlar, Kıbrıs ve Ege adaları
ile Kuzey Suriye üzerindeki siyasi çekişmeler ile askeri çatışmalara Türkiye’nin
batı dünyasının çıkarları doğrultusunda yönlendirildiği görülmüştür. Türkiye
gene bir emperyalizm oyununa savaşa sürülerek kurban edilmeye çalışılmıştır.
ABD
hegemonyası için Rusya ile Avrupa karşı karşıya getirilirken, dünya kamuoyunu
oyalama çizgisinde bir Rusya-Ukrayna savaşının, Türkiye ile hiçbir biçimde
ilgisi olmamasına rağmen, Türkiye’yi de NATO üyesi bir ülke olarak savaş
cephesine yönlendirmek, Türkiye açısından çok büyük bir haksızlığa neden
olmaktadır. İtalya’nın Faşist kadın başbakanı Türkiye’nin Avrupa Birliği
üyeliğinin gündemde olmadığını açıkça dile getirirken, Avrupa parlamentosunun
Türkiye raportörü hazırladığı raporunda NATO ile Avrupa Birliğinin farklı
kurumlar olduğunu ileri sürerek, Türkiye’nin kendisine karşı uygulanan
haksızlığı dile getirmesine karşı çıkıyordu. Avrupacı kanat Brüksel’in yolunun
Kopenhag Kriterlerinden geçtiğini resmen açıklarken, açıkça Ankara’nın kendi
ulusal çıkarları için geliştirdiği kendi kriterlerine karşı tavır koyuyordu. Finlandiya’nın
NATO üyesi olmasından sonra Türkiye’nin de Avrupa Birliği üyeliğini Türk tarafı
gündeme getirdiği aşamada, Kopenhag kriterlerinin açıkça Türkiye’ye dayatılması
AB’nin dostça olmayan resmi yaklaşımını açıkça ortaya koyuyordu. Bu durumda
Türk hükümeti Ankara’daki Türk devletinin kendisi için uygun gördüğü çizgide,
Ankara Kriterleri’ni gündeme getirerek, yavaş yavaş terör saldırılarına karşı
çıkmayan ve bu tür saldırılara dolaylı olarak destek olan İsveç devletinin de NATO
üyeliğine karşı Türk tarafı gereken tepkiyi ortaya koyarak, bundan sonra
Türkiye Cumhuriyeti’nin iki yüzlü ve çifte standartlı batı emperyal
politikalarına karşı çıkacağı bütün dünyaya duyuruluyordu. Avrupa Birliği
Türkiye’ye karşı çifte standartlı tavır ve politikalarına devam etmeye
çalışırken, Türkiye batının emperyalist politikalarına karşı artık Ankara
Kriterleri ile cevap vereceğini açıkça kamuoyuna yansıtıyordu. ABD dünyayı
savaşa sürüklerken Rusya hareketi ile sarstığı dünya dengelerini yeniden
gündeme getirme noktasında, Avrupa Birliği örgütü ile ortak hareket ederek, çok
kutuplu dünya düzeninde yeni bir aşamaya doğru dünya konjonktürü çok
zorlanıyordu. Türkiye, Avrupa Birliğine karşı izlediği antiemperyalist
politikalara önümüzdeki dönemde devam ederek ve bütün savaşlara karşı çıkarak
yeni dünya dengelerinin barışçı bir çizgide oluşumuna öncelik veriyordu. Atatürk’ün
yurtta ve dünyada barış ilkesi Ankara Kriteri olarak devreye giriyordu.
Dünyanın
ortasında her konu ve alan ile çeşitli açılardan karşı karşıya gelen bir
konumda Türkiye’nin dünyada gelişen ve ortaya çıkan bütün alanlarda Türkiye
Cumhuriyeti, kurucu önder Atatürk’ten gelen ciddi bir dış politika birikimine
sahip bulunmaktadır. Birinci dünya savaşı sonrasında bir ulus devlet
olarak dünya sahnesine çıkan Türk
devleti yoluna devam ederken Ankara merkezli bir siyasal düzen kurularak
Türklerin, Türk ulusunun ve Türkiye Cumhuriyeti’nin hak ve özgürlüklerine sahip
çıkılmıştır. Tarihin her döneminde
birbirini izleyen olaylar ve siyasal gelişmelerin birbirlerini izleyerek
siyasal alana çıkmasıyla birlikte, merkezi coğrafyadaki oluşumlar da bu gibi
gelişmelerin yansımaları doğrultusunda
biçimlenerek, Türk devleti ile birlikte devletin başkenti olarak merkez
konumunda bir Ankara yapılanması zaman zaman siyasal alanda yönlendirici etkiler yaratmıştır
.Bugün Türkiye’nin her yanında şehir devletleri ya da küçük eyalet
yapılanmaları arayışları sürekli olarak tırmanırken, başkent Ankara ile
bütünleşen Türkiye Cumhuriyeti, Ankara kriterlerini bir savunma mekanizması olarak kullanarak, hem
ayakta kalmasını biliyor hem de cumhuriyetin ilelebet payidar kalması doğrultusunda
gerekli olan önlemleri alarak yoluna
devam etmesini biliyordu. Tarihin ilk dönemlerinden bu yana merkezi alanda var
olan Türk devlet geleneği, merkezi devletin güçlü bir yapılanmaya
kavuşturulmasıyla, varlığını güvence altına alarak yirmi birinci yüzyılda
devletin ayakta kalması güvence altına
alınıyordu. Dünya tarihinin önde gelen aktörleri olarak Türkler, her zaman hem
batı hem de doğu kürelerinde ortaya çıkarak merkezi alan üzerinden dünyadaki
gelişmelerin en etkin gücü olarak mücadelelerini sürdürüyorlardı. Böylesine
etkili bir konuma sahip olan Türk toplulukları her zaman için bir çıkış yolu
bularak, her dönemde bir Türk devleti çatısı altında bir araya gelerek dünyanın
değişik dönemlerinde Türk devletleri üzerinden Türk uygarlığının devamını
sağlıyorlardı.
Ankara Kriterleri tarihin her döneminde ortaya çıkan Türk devletlerinin kendi varlıklarını güvence altına aldıkları temel ilkeler ve kurallar bütünüdür. Hayatta her şeyi bilime ve bu alandaki gelişmelere dayandıran kurucu önder Atatürk ortaya koyduğu söylev ve demeçleriyle, kurucusu olduğu devletin gerçeklerini ortaya koymuştur. Bu açıdan O’nun miras olarak Türk gençliğine bıraktığı “Söylev “ isimli kitap ta Ankara Kriterlerinin temel dayanak noktalarından birisidir. Bir çağ değişimi sırasında var olan büyük devletlerin önünü kesen ve savaşları durdurarak bölgesel barış ortamını kuran Atatürk, gerisinde bıraktığı otuz ciltlik eseriyle Türk devleti ile birlikte Türk ulusuna da öncülük görevini, bilimsel birikim ile tamamlamasını bilmiştir. Hiçbir yabancı düşünür ya da bilim adamının etkisi altında kalmayan Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi yolunda ilerlerken gene kendi birikimini tamamlamasını savunmuştur. İki yüzden fazla devletin bulunduğu yeryüzü haritasında diğer devletler ve milletlerin yaşama haklarının güvence altına alınabilmesi ve dünyayı teslim alan neo-emperyalizm ile neo-koloniyalizm in sona ereceği ve yeni bir tür evrensel dayanışma aracılığı ile tüm insanlığın kazanılmış olan haklarının öne çıkacağı ve zaman içerisinde böylesine bir hakkaniyet ve adalet ile barış düzenlerinin gerçekleşeceği bir yeni dünya düşüncesinin geçerlilik kazanabilmesi için tüm ezilen ve esaret altında kalan toplulukların insan hakları düzenlemeleri doğrultusunda haklarına kavuşabilmeleri gerekmektedir. Ankara kriterleri her türlü haksızlığa karşı çıkmayı, evrensel barış ve adalet düzenlerinin kurulmasını sağlayarak ve mazlum ulusların her türlü hak ve özgürlüklerine kavuşabilmesi ve gelecekte daha adil bir yeni dünya düzenine Türkiye’nin ulaşabilmesi doğrultusunda Türk devleti ile Türk ulusunun üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirerek ve Ankara’nın ilkeli duruşu sayesinde daha adil bir dünya düzenine kavuşabilmesi çizgisinde, ulusalcı ve antiemperyalist kriterleri öne çıkararak, her türlü sömürü ve haksızlığın sona erdirilmesi hedeflenmelidir. Ankara Kriterleri bugüne kadar olduğu gibi öncelikle iç barışın sağlanması ve daha sonra da evrensel barışın garanti altına alınabilmesi açısından önem taşımaktadır. Uluslararası kuruluşların emperyal merkezlerin kontrolü altına sürüklenmesinin bir an önce önlenerek haksız düzenlerin ortadan kaldırılması ve uluslararası dayanışmalar aracılığı ile evrensel barış ve adalet düzeninin acilen kurulması gerekmektedir. Ankara’daki Atatürk Cumhuriyetinin Ankara Kriterleri aracılığı ile yeni bir dünya düzeni oluşumu için tıpkı Atatürk dönemindeki gibi mücadele etmesi zorunlu görünmektedir.