ANKARA KALESİ: Kanunlar önünde eşitlik yoksa; "İnsan Hakları, Adalet ve Hukuk" yok demektir... Prof. Dr. Anıl Çeçen
29 Kasım 2019 Cuma
21 Kasım 2019 Perşembe
ATATÜRKÇÜLÜK VE TÜRKÇÜLÜK - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
ATATÜRKÇÜLÜK VE TÜRKÇÜLÜK
Çağdaş
Türkiye Cumhuriyetini dünyanın önde gelen modern devletlerinden birisi konumuna
getiren siyasal birikime Türkler Atatürkçülük adını vermektedirler, çünkü Türk
ulusu Atatürk’ün önderliğinde bir ulusal kurtuluş savaşı vererek dünya uluslar ailesinin onurlu bir üyesi düzeyine gelebilmiş ve bu statüsü ile de
bugünün dünyasının en önemli devletlerinden birisi olabilmiştir. Türk
devletlerinin en son halkası olarak kurulmuş olan Türkiye cumhuriyeti yirminci
yüzyılın tüm siyasal gelişmeleri dikkate
alınarak kurulmuş ve böylesine bir büyük girişimin başarıyla sonuçlanması
üzerine yirmi birinci yüzyılda da yoluna devam edebilme şansını elde etmiştir.
Kurucu iradenin ortaya koyduğu devlet modeli
gene kurucu önder Atatürk’ün adı ile tanımlanarak, Atatürkçülük ulusal kurtuluş savaşından ileri gelen bir
siyasal ve sosyal birikim olarak Türkiye Cumhuriyetinin gelecek kuşaklarına
armağan edilmiştir. Dünyanın hiçbir ülkesinde bulunmayan ve tamamen Türkiye
Cumhuriyetinin tarih sahnesine çıkış süreci ile ilgili olan böylesine bir
birikimin yüz yıl sonra geçerliliğini
sürdürmesi ve bu yönü ile de Türk
devletinin siyasal yönlenişinde etkin olması, büyük Atatürk’ün ne derece
gerçekçi bir lider olduğunu ve onun Türk ulusuna armağan etmiş olduğu Atatürkçülük birikiminin Türkler açısından ne kadar büyük bir yaşamsal
öneme sahip olduğunu kanıtlamaktadır.
Türkiye bir anlamda kurucu önderden gelen insiyatif ile Ata-Türkiye olarak da görülebilir ve bu doğrultuda değerlendirmelere konu olabilir.
Atatürk’ün kurucu önderliğinde bir Türk devleti olarak tarih sahnesinde
yerini alırken geçmişten gelen büyük Türk birikiminden de olabildiğince
yararlanmıştır. Geriye dönük bir biçimde Türklerin on bin yıllık tarihleri ele
alındığında, tarihin her döneminde devlet kuran
bir topluluk olarak her dönemde
çeşitli siyasal oluşumlara Türk boyları öncülük etmişler , sahip oldukları güç
ile Asya ,Avrupa ve Afrika kıtalarının
çeşitli bölgelerinde Türklerin egemen olduğu çeşitli devletler kurmuşlardır .
Türk tarihi Anadolu yarımadasına sığdırılamayacak kadar köklü ve geniş olduğu için Çin’den Avrupa
kıtasının ortalarına ya da Rusya’dan
Orta doğu ve Kuzey Afrika’nın
çeşitli bölgelerine kadar geniş
bir coğrafyada her dönemde devlet
kurarak varlığını sürdürmeyi başaran Türk boyları bir anlamda dünya tarihinin ana aktörleri
olmuşlardır. Milattan önce on binli yıllarda başlayan bir tarih serüveni bugün
de devam etmekte ve başta Türkiye
cumhuriyeti olmak üzere diğer Türk
devletlerine ciddi anlamda yol göstermektedir. Anadolu ve Orta Doğu’daki Türk
egemenliği dönemi de genel Türk tarihinin bir parçası olarak görülmektedir.
Bugün Anadolu merkezli bir alanda bağımsız bir cumhuriyet olarak varlığını
sürdüren Türk devleti hem tarihin bir
uzantısı hem de Türk ulusunun siyasal varoluş mücadelesinin bir ürünüdür.
Ural-Altay dağları arasında yer alan
Orta Asya steplerinde tarih
sahnesine çıkmış olan Türkler,er dönemde seferler düzenleyerek Asya ve Avrupa
kıtalarının çeşitli bölgelerinde devletler kurmuşlar ve böylece yaygın bir alanda
Türklerin egemenliğini geçerli kılmışlardır . Bugün Anadolu üzerinde tam
bağımsız bir devlet olarak yoluna devam etme kavgası veren Türkiye Cumhuriyeti,
geçmişten gelen böylesine zengin bir birikimin sonucudur. İşte Atatürk zengin tarih bilgisi ile bu durumu belirlemiş
ve bu bilgi birikimini ulusal kurtuluş savaşı süreci içerisinde siyasal
birikime dönüştürerek, dünyanın tam ortasında Türklere bağımsız bir devlet kazandırmıştır. Atatürk’ün
arkasında var olan zengin Türklük birikimi, yeni kurulan devletin adının
Türkiye cumhuriyeti olarak belirlenmesine yol açmış ve bu çağdaş Türk devletini
kuran kurucu öndere de Atatürk adını kazandırmıştır. Bu açıdan, Atatürkçülüğün
arkasında Atatürk üzerinden tarihten
gelen Türkçülük birikiminin olduğu görülmektedir.
Atatürk
adı, Türklerin atası anlamında, Türk ulusu tarafından ulusal kurtuluş savaşının
önderi Mustafa Kemal’e, Türk ulusu adına
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından verilmiştir. Antiemperyalist
doğrultuda her türlü emperyal baskı ve
saldırıya karşı büyük bir özgüven ile direnen ve batının önde gelen emperyal
güçleri ile savaşarak Türk ulusuna bağımsız bir devlet kazandıran Mustafa Kemal kendisine olan büyük özgüvenin
sonucunda “Öz”adını soyadı olarak almağa
hazırlanırken, Türk ulusu kendisine olan şükranlarını Türkiye’nin kurucu babası Mustafa Kemal’e
Atatürk adını vererek sunmak istemiştir. Soyadı kanunu sırasında, Mustafa Kemal’e
verilen Atatürk adı sonraki dönemde, Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanının resmi adı olmuştur. Bu aşamadan sonra Türkler kadar bütün dünya Türkiye
Cumhuriyetinin kurucu önderine Atatürk adı ile bakmış ve böylece Türk siyaset
sahnesinde Atatürk adı kurumlaşarak yerleşmiştir. Atatürk sahip olduğu kimliği
ve gerçek kişiliği ile Türklerin gerçek anlamda atası olmuş, cumhuriyetin yeni
kuşaklarına babalık yaparak yeni
devletin ülkesi ve ulusu ile kaynaşmasına öncülük etmiştir. Türklerin atası olarak Atatürk
tarih sahnesine çıkarken, Türkçülük Atatürk’ü en büyük Türk önderi olarak dünya
sahnesindeki yerini almasına yardımcı olmuştur. Bu çerçevede Atatürk ile Türk dünyası ve Türkçülük akımı arasında
kopmaz bir siyasal bağlantı
bulunmaktadır. Tarihten gelen Türklük birikimi olmasaydı, bugün dünya
sahnesinde bir Türk ulusu olmayacağı gibi Türkiye cumhuriyeti gibi bir ulus
devlette kurulamazdı. Bu gerçek dikkate alınırsa, geçmişten gelen Türkçülük
birikimi sayesinde, Türk ulusu kendi ulus devletini Atatürk’ün önderliğinde
kurabilmiştir. Tarihsel süreklilik, Anadolu ve
Trakya coğrafyasında geçmişten
farklı bir tablonun ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur. Selçuklu ve Osmanlı
imparatorluğu dönemlerinde Türklerin orta Asya’dan gelerek Ön Asya bölgelerine
yerleşmeleri sırasında çok dinli ya da
çok uluslu geniş imparatorluk alanlarına hükmeden Türk hanedanları, ulus
devletler çağına girildiği aşamada, tarih sahnesinden çekilerek yerlerini Türk
ulusunun gerçek temsilcilerinin oluşturduğu bir ulusal egemenlik düzenine terk
etmişlerdir.
Atatürk’e
Türklerin babası anlamında bir ismin verilmesinin gerçek nedeni de, merkezi
alanda Türk ulusal egemenliğinin bir ulus devlete dönüştürülmesidir. Ulusal
kurtuluş savaşı sonrasında Türkiye
Cumhuriyeti bir ulus devlet olarak ilan edilirken, kurucu önder Atatürk Türk
tarihinin getirdiği siyasal birikimi çağdaş bir cumhuriyet yapılanmasına
dönüştürüyordu. Bu çerçevede ,Türk devletinin önemli bir siyasal sentez
girişimi olduğu görülmektedir. Normal koşullarda, bağımsız bir devlet çatısı
altında yaşama şansı elde eden bütün
Türk vatandaşlarının Türk dünyasının ve de Türk ulusunun bir parçası olduğu
kabul edilmesi gerekirken, dış baskılar sonucunda gündeme getirilen isyanlar ve
karşı çıkış hareketleri, Türkçülüğü bir
siyasal akım olarak gündeme taşımıştır.
Yedi yüzyıllık bir imparatorluğun dağılması sonrasında geri kalan ahalinin
merkez ülke Anadolu topraklarına gelerek dışa karşı direnişe geçmesiyle
sürdürülen ulusal kurtuluş savaşı, merkeze gelerek direnen çeşitli halk
topluluklarının Türk üst kimliği altında birleşerek orta boy güçlü bir devletin
koruması altına girişlerine yol açmıştır.
Eski Osmanlı ülkelerinden göç ederek gelen eski Osmanlı ahalisinin bir kısmı
Türkiye Cumhuriyeti devleti vatandaşı
olmalarına rağmen, Türklüğü kabul etmeyerek geçmişten gelen eski etnik ya da
dinsel kimliklerini korumak istemişlerdir. Toplam nüfus içerisinde beşte birlik
bir oran doğrultusunda yer alan bu
gruplar, sonraki aşamada ulus devlete geçerken problem olmuşlar, farklı devlet
modellerine angaje olarak emperyal devletlerin dış desteği ile Türk ulus
devleti yerine başka tür devlet oluşumlarına yönelmişlerdir. Ne var ki, o
dönemin koşullarında istediklerini elde edemeyenler, Türkiye cumhuriyeti
vatandaşı kalarak tutumlarını
sürdürmüşler, alt kimlikçi ya da emperyal devletler ile işbirlikçi veya
gayrimüslim yapılanmalar doğrultusunda oluşumlara kalkıştıklarında , Türk
kimliğine , Türklüğe ve Türkçülüğe karşıt bir çizgide yeni siyasal arayışların
öncüsü olmuşlardır. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra demokrasiye geçilmesiyle beraber, farklı
devlet modelleri gündeme getirilmeğe çalışılmış
ve bu yoldan Atatürk tarafından
Türkçülüğün birikimi kullanılarak kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti devletine
son verilmek istenmiştir.
Normal
koşullarda, Atatürk’ün büyük mücadeleler sonucunda kurmuş olduğu Türkiye
Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlanmış olan insanların Türklüğü
benimsemeleri ve Türkçü olmaları beklenir. Ne var ki, yaşanan siyasal süreç
içerisinde bu böyle olmamış, tamamen tersi gelişmeler ile karşılaşılmıştır.
Osmanlı İmparatorluğunun yıkılma noktasına geldiği ikinci meşrutiyet döneminde,
bir çok etnik, dinsel ve kültürel örgüt kurulmuş bunların bir kısmı dernek ya da vakıf statüsünde sosyal etkinlikler
sürdürmeğe çalışırken , bazı merkezlerde siyasal partiler oluşturarak , Osmanlı
sonrası dönem için merkezi coğrafya da kendi çıkarlarına uygun düşen farklı devlet modelleri peşinde koşmuşlardır.
Osmanlı gibi büyük bir Türk hanedanının yönetimindeki merkezi imparatorluğun
parçalanması üzerine, ulus devletler çağına girilirken, çeşitli topluluklar
kendi ulus devletlerini kurma yoluna yönelmişler ama hiç birisi Türkler kadar
geçmişten gelen büyük bir birikime sahip olamadıkları için istedikleri sonuca
ulaşamamışlardır. Osmanlı ahalisinin büyük çoğunluğunun Asya topraklarından
gelen Türkmen ve Yörük boylarından oluşması nedeniyle, imparatorluk sonrası
aşamada, merkezi otorite boşluğunu dolduracak ulusal insiyatif,Türkçülük
akımının getirmiş olduğu birikim
sayesinde elde edilebilmiştir . Osmanlı
Hanedanının, Hazar devletinin uzantısı olan
Türk boyu olan Oğuzlardan gelmesi , Hazar ve Selçuklu gibi iki büyük İmparatorluk
sonrasında Türklük meselelerinin sürekli olarak tartışılması, Osmanlı
devletinin bu tartışmaların ortasından çıkması ve merkezi coğrafyaya yedi asır
egemen olarak bir düzen ve güvenlik sağlaması dikkate alındığında Türklük ve Türkçülük birikimlerinin Osmanlı sonrasına taşındığı görülmektedir.
Türklük
on bin yılı aşkın bir birikimin ürünü
olmasına rağmen, Türkçülük Fransız
devrimi sonrasında eski Hazar coğrafyasında gündeme gelen milliyetçilik
cereyanlarının bir ürünüdür. Bu devrim sonrasında Fransa krallıktan cumhuriyete
geçerken aynı zamanda monarşiden ulus devlete de geçiş yapmıştır. Frank
krallığının eski ahalisi, devrim ile beraber bir ulusal irade oluşturarak
ve bunu bütün ülkede geçerli kılarak
hem Fransız ulusu haline gelmişler hem de bu vesile ile ulusal egemenlik
modelinin önünü açmışlardır. Fransa'da başlayan ulusculuk akımları kısa zamanda
bütün Avrupa kıtasına yayılınca, en köklü ulusal dönüşümlerden birisi Rusya’da yaşanmış ve bir hanedanın yönetiminde on beşinc i
yüzyıldan bu yana bir çeşit imparatorluk
olan Çarlık rejimi altında yaşamakta olan Rusya ahalisi hızla Rus
milliyetçiliğinin kontrolu altına girerek, ulus devlet yolunda ilerlemeğe
başlamıştır. Asyalı bir toplum olan Rusların katı savaşçı tutumları yüzünden
Rusya’da Yahudi yerleşim merkezlerinde toplu katliamlar gündeme gelmiş ve daha
sonraki aşamalarda Rus milliyetçiliği, Rusya’nın Müslüman ahalisi ve Rus
olmayan topluluklara yönelik katliam benzeri soykırım uygulamalarına
yönelerek bu büyük ülkede çok büyük iç
gerginlikler ve çatışmaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu aşamada hazar
döneminden geride kalan Tatar toplulukları harekete geçerek, Rusya
Müslümanlarını arkalarında toplamış ve Rus milliyetçiliğine karşı, Ural-Altay
bölgesiyle Kafkasya üzerinden Orta Asya steplerinde yaşamakta olan bütün Türk
ve Müslüman boyları ve diğer toplulukları içine alacak düzeyde kapsayıcı bir
Türkçülük akımı on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında başlatılmıştır. Fransız
devriminden yüz yıl sonra, Rusya topraklarında gündeme gelen Türkçülük akımı
bir anlamda Türk milliyetçiliği olarak hızla gelişmiş ve Türk boyları ile
Müslüman ahalinin yoğun yaşadığı bölgelerde Rus milliyetçiliğinin emperyal
baskılarına karşı denge sağlayıcı bir gelişme olarak öne çıkmıştır.Tarihin derinliklerinden gelen
Türklük boylar ve kavimler üzerinden varlığını sürdürürken, milliyetçilik
cereyanlarının hız kazanması üzerine bir de Türklüğe Türkçülük akımı da
eklenerek daha güçlü bir Türk yapılanmasının önü açılmıştır. Batı ülkelerinde
eğitim görmüş aydın Tatar bilim ve düşünce adamları, Avrupa tipi bir
milliyetçiliği Avrupa ülkelerinde tanıyınca, Türk ve Müslüman kesimleri
Yahudiler ile beraber yok etmek isteyen
Rus milliyetçiliğine karşı daha gelişmiş bir milliyetçilik türü olarak
Türkçülüğü geliştirmişlerdir.
Batı
Avrupa’dan gelen milliyetçilik rüzgarları bütün Avrupa kıtasını altüst ederken,
Fransa kaynaklı örgütlenmeler kıtanın doğu bölgelerine de yayılarak Doğu
Avrupa’da yer alan üç büyük imparatorluk olarak Osmanlı, Rus ve
Avusturya-Macaristan devletlerini etnik
kavgalara ve bölünmelere doğru sürüklüyordu. Avrupa devletleri zaman içinde
krallıklardan ulus devletlere geçerken,her devletin vatandaşı kendi ülkesinin
çıkarları doğrultusunda milliyetçiliğe yöneliyor ve bu doğrultuda ulusçuluk
akımları daha da hız kazanıyordu . Bu gelişmelerin sonucunda, etnik
milliyetçiliklerin güç kazanması ile Avusturya ve Macaristan İmparatorluğu ile
Osmanlı imparatorluğu Balkanlardaki üstünlüklerini yitiriyorlardı. Balkanizasyon
adı verilen etnik milliyetçilik iki büyük Doğu Avrupa imparatorluğunu yok
ederken, Rusya’ya da sıçrıyor ama güçlü Rus devleti bir yandan etkili bir Rus milliyetçiliğini
örgütleyerek ülkenin parçalanmasını önlüyor, diğer yandan da Rusya sınırları
içerisindeki etnik grupların ayaklanmağa yönelmemeleri için devlet gücüyle baskıcı bir halkçılık
uygulamasını ülke düzeyinde geçerli kılmağa çaba gösteriyordu. Narodnik
hareketi denilen halkçılık akımının
terörist metotlar kullanarak ülkede iç karışıklıklar yaratması , Rus olmayan
toplumlarda korku yaratarak, Balkanizasyon sürecinin Rusya sınırları içerisine
girmesini önlüyordu . Böylece Rusya hem
kopmaları önlüyor hem de bu yoldan ülke topraklarının büyüklüğünü koruma
şansını elde ediyordu. Osmanlı devletinin başaramadığı bu yöntemleri iyi
kullanan Ruslar, Osmanlı imparatorluğu yıkılırken, yirminci yüzyılda da büyük
devlet olma şansını koruyabiliyorlardı . Yahudi ve Müslüman katliamlarının
durdurulabilmesi için güçlü bir Türkçülük akımı örgütleniyor ve böylece Rusya
Müslümanları daha sonraki aşamada Rusya Türleri konumuna geliyordu.
Rusya’dan batı ülkelerine giderek eğitim alan
Tatar aydınlarının öncülüğünde başlayan yenilikçilik girişimleri daha sonraki
aşamada Cedit hareketi olarak örgütleniyordu. Kazan-Kırım-Kafkasya üçgeninde
hızla gelişen Cedit akımı çağdaşçı, laikçi
ve aydınlanmacı içeriği ile Rusya Müslümanlarını Türkçülük akımı çatısı altında
bir araya getirirken geleceğin Türk
dünyasının da önünü açıyordu. Hazar devletinin çöküşü sonrasında dünyaya
dağılan Türk boyları, Orta Doğu ve Avrupa topraklarında çeşitli devletler
kurmağa yönelirken, Türklük dünya hegemonya yarışında öne geçiyordu. Hazar
sonrasında Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları Türk hegemonyasını merkezi
coğrafyada geçerli kılıyordu. Ne var ki, iki büyük devletin tarih sahnesinden
çekilmesinden sonra Türk dünyası alt üst oluyor ve batılı emperyal güçler Avrasya bölgelerinde cirit atmağa
başlıyorlardı. Osmanlı son yüz yılında çöküş süreci hızlanırken, bir yandan da
toparlanma girişimleri birbiri ardı sıra devreye giriyordu. Rusya’dan batı
ülkelerine okumağa giden Türk aydınlarının
önce Cedit daha sonra da
Türkçülük akımlarını Rusya’da
gündeme getirmeleri gibi, İngiltere ve Fransa’ya okumağa giden Osmanlı
gençleri de önce Genç Osmanlı akımını
gündeme getiriyorlar, Osmanlı milliyetçiliği ile Osmanlı devletini
kurtaramayacaklarını anladıkları aşamada da Jön-Türk akımını başlatıyorlardı,
Böylece, batıdan esen milliyetçilik cereyanlarına karşı hem Rusya’da Türkçülük,
hem de Osmanlı topraklarında
Jön-Türkçülük akımları birbiri ardı sıra devreye girerek, imparatorluklar
sonrası yeni dönemin biçimlendirilmesi sürecinde etkili olmağa çalışıyorlardı. Rus
ve Osmanlı devletleri yıkılırken, Türkçülük akımları birer siyasal insiyatif
olarak hem Rusya hem de Osmanlı topraklarında
kendiliğinden devreye giriyorlardı. Ceditçi Tatarlar Rus devleti sonrasında yeni bir Hazar
devletini Kazan-kırım ve Kafkasya üçgeninde kurabilmek doğrultusunda çalışmalarını yürütürken, Avrupa’dan dönen
Jön-Türkler’de Osmanlı topraklarında
tutmayan Osmanlı milliyetçiliği yerine
Türkçülük akımını başlatıyorlardı.
ABD
destekli Japon ordusu I905 yılında
Rusları arkadan vurarak Rus Çarlığını çökertince, tatarların öncülüğünde Rusya Türkçülüğü harekete geçerek, Türkçülük akımını hızla örgütleyerek yeni bir Hazar
devleti kurmak için girişimlerde bulunuyorlardı. Kırım-Kafkas-Kazan üçgeninin
tam ortasında yer alan Oka nehri üzerinde gitmekte olan bir gemide, dünya
tarihinin ilk Türkçülük kongresi düzenleniyordu. Rus devletinin polis
rejiminden gizlenmek için, nehirde giden bir gemide ilk kongrelerini yapan
Rusya Türkçüleri daha sonraki üç
kongrelerini ülkenin çeşitli kentlerinde birbiri ardı sıra yaparak bir an önce
devletlerini ilan etmeğe çalışıyorlar ama bu hedef doğrultusunda başarılı
olamayınca Petersburg üzerinden ülkeyi terk etmek zorunda kalıyorlardı. Rus
polisi Rusya’nın bütünlüğü açısından tehlike olarak gördüğü Cedit hareketi öncüleri ile, Türkçülük
kongreleri düzenleyen yeni Hazarcıları sınır dışı ederek bunları Rusya’dan
kovuyordu. Rusya’dan kovulan önde gelen Türkçülerin bir kısmı Avrupa ülkelerine
dağılıyor bir kısmı da Osmanlı topraklarına gelerek eski bir Hazar hanedanı
olan bir Türk imparatorluğunun topraklarında Rusya’da kuramadıkları Türk
devletinin kuruluşu için çaba gösteriyorlardı Avrupa’ya dağılan Türkçüler İsviçre’yi merkez
seçerek bu ülkede eğitim ve tahsil çalışmalarını tamamlamağa çalışıyorlar ve bu
arada Rusya’daki Türkçülük kongrelerinin devamını tarafsız bir ülke olan İsviçre kentlerinden
birisinde yapmağa çalışıyorlardı. Rusya’dan Türkçüler kovulurken, Osmanlı devleti
gibi bir büyük Türk devleti dağılırken, Türklerin geleceği ile ilgili büyük bir
kongre toplamak için çaba sarf ediyorlardı.
Rusya’da
toplanan dört Türkçülük kongresi
sırasında, Kırım-Kazan-Kafkasya üçgeninde yeni bir Hazar devletinin ülkedeki bütün Türk asıllı toplulukları
kapsayacak biçimde kurulabilmesi
için karar alınıyordu. Geleceğin ulus
devletler çağında Türklerin de bir ulus devletleri olabilmesi için, Türk
boyları arasında dayanışmanın geliştirilmesi
ve Türk boylarının yeni bir devlet
çatısı altında toplanabilmesi için gerekli adımların atılması karara
bağlanıyordu. Ne var ki, Rus polisinin katı bir tutum izleyerek Türkçüleri Rusya sınırları dışına atması
üzerine, beşinci Türkçülük kongresi, tam Birinci Dünya Savaşı öncesinde
İsviçre’nin Cenevre kentinde yapılıyordu. Rusya’dan kovulan ve kaçan Türkçüler
ile, Osmanlı devletinden gelen Jön-Türklerin birlikte örgütlediği beşinci
Türkçülük kongresi sırasında alınan kararlar, Türk dünyasının geleceğe dönük
yapılanmasında önemli adımları gündeme
getiriyordu. Batılı ülkelerin desteklediği Balkanizasyon süreci sonucunda Türkler ve Yahudiler Avrupa
kıtasından atılırken, Yahudiler ile Türklerin ulus devletlerini nerede
kuracakları ciddi boyutlarda
tartışılıyordu. I898 yılında İsviçre’nin
Basel kentinde toplanan ilk Siyonist kongrede Yahudiler Filistin’i anavatanları
olarak ilan ederek yarım asır sonra o topraklarda dünyanın ilk Yahudi devletini
ilan ediyorlardı. Anadolu’dan ve Rusya’dan gelen Türkçüler’de bu toplantıdan on beş sene sonra İsviçre’nin
Cenevre kentinde beşinci Türkçülük
Kongresini düzenleyerek, Anadolu’yu Türklerin anavatanı ilan ediyorlar ve bu ülkede bağımsız bir Türk devletinin
kurulmasını karar altına alıyorlardı. Bu
toplantıda yer alan Yusuf Akçura, Hamdullah
Suphi Tanrıöver, Mahmut Esat Bozkurt ile
Yusuf Kemal Tengirşek gibi Türkçüler, sonraki aşamada bu kongrede
alınan kararları Osmanlı genel kurmayı
üzerinden Atatürk ve arkadaşlarına ulaştırıyorlardı . Böylece , Avrupa’dan
kovulan Türkler ,bu kıtanın yanı başında yer alan bir büyük yarımadayı
Türklerin ana vatanı ilan ederek ,bu ülkede ilk bağımsız Türk devletinin
kurulmasını karar altına alıyorlardı .Rusya’da
izin verilmeyen Türk devleti böylece Osmanlı devletinin merkez ülkesi
konumundaki Anadolu toprakları üzerinde kurulmak isteniyordu . Rusya’dan
kovulan Türkçüler İstanbul’a gelerek Türk Derneği, Türk Yurdu Cemiyeti ve Türk
Ocakları gibi ulusalcı ve Türkçü örgütleri kurarak, yıkılmakta olan Osmanlının
merkez alanında Türkçülüğü hızla örgütlüyorlar ve ayakta kalan eski Osmanlı
ahalisinin, Türkçülük bayrağı altında bir araya gelmesi için çalışıyorlardı Rusya’da
kurulamayan Hazar devleti ile, Kafkasya’da kurulamayan Kafkas devleti ve Makedonya’da
kurulamayan Balkan devletinin boşluklarını doldurmak üzere geleceğe yönelik bir
Türk devleti tüm bu bölgelerden göç
ederek merkeze gelen eski Osmanlı ahalisini kapsayacak bir biçimde, Anadolu
yarımadası üzerinde kuruluyordu. Avrupa’dan, Rusya’dan ve Kafkasya ile Orta
Asya’dan kovulan Türklerin; Türkçülerin öncülüğünde dünyanın merkezi bölgesinde
yeni bir Türk devleti kurmaları, Türklüğün tarih sahnesinden silinmesi çabasını
önlediği gibi,Türklere de geleceğe dönük
yeni bir ufuk açıyordu.
Anadolu topraklarında verilen ulusal kurtuluş
savaşı sırasında, hem Rusya’dan gelen Türkçüler hem de Avrupa’dan gelen
Jön-Türkler, batının emperyalist ordularına karşı sırt sırta savaşmışlar,
emperyalizmin merkeze egemen olmasını önledikten sonra, yeni Türk devletinin
kuruluşunda önemli roller almışlardır. Kuvay-ı
Milliye’nin öncü kadrosunda, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yönetiminde ve
daha sonra oluşturulan bakanlıklar ile kamu kurumlarının çoğunda Hem Hazar
bölgesinden gelen Türkçüler hem de Avrupa’dan gelen Jön-Türkler önde gelen
görevleri üstlenmişler ve çok kısa bir sürede çağdaş bir cumhuriyet devletinin
ortaya çıkışında etkili olmuşlardır. Macaristan’dan
gelen Türkologlar ile işbirliği yapılarak dünyanın tam ortasında çağdaş bir
Türk devleti geçmişin birikimleri üzerine inşa edilmiştir. Türk asıllı olan
Macarların Avrupa kıtasının ortalarında
8.ve 10. Yüzyıllar arasında bir Türk imparatorluğu kurması gerçeği dikkate
alınarak Budapeşte merkezli Türkoloji biliminden fazlasıyla yararlanılmış ve bu
kaynaklardan sağlanan desteklerle, yeni Türk devletinin başkenti Ankara’da ilk
yüksek öğrenim kurumu olarak Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi oluşturulmuştur. Yeni
kurulan devletin hukuk düzenine
kavuşabilmesi için ikinci olarak Ankara Hukuk Fakültesi, gene önde gelen
Türkçülerin önderliğinde açılarak cumhuriyetin
hukukçularını yetiştirmiştir. Böylece Atatürk’ün kurucu önder olarak, oluşturduğu
Türkiye cumhuriyeti siyasal yapılanmasının arkasında ciddi bir Türkçü birikimin
yer alması sağlanmıştır. Rusya’da çıkan Türkçülük ile Avrupa’da gelişen
Jön-Türkçülük anavatan Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, Atatürk’ün
yanı başında yerlerini alıyorlar ve sahip oldukları bütün siyasal birikimi bu
yeni Türk devletinin gerçeklik kazanması için seferber ediyorlardı. Kurucu
önder Atatürk’ün liderliğinde Türkçülük
ve Atatürkçülük akımları bir araya gelerek birbirlerini tamamlıyorlardı.
Atatürk
daha ulusal kurtuluş savaşı yıllarından başlayarak, Anadolu’yu adım adım
gezerken, nerede bir Türk Ocağı şubesi varsa orada resmi bir ziyaret yaparak
çeşitli konuşmalar yapmıştır. Kurtuluş savaşı günlükleri incelendiğinde Atatürk’ün
Türk Ocakları örgütlenmesini esas alarak Anadolu ve Rumeli kentlerini teker
teker dolaştığı göze çarpmaktadır. Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye
Cumhuriyetine giden yolda Türk Ocakları önemli bir merkez ve köprü konumu
sağlamış, imparatorluğun kaybı sonrasında çağdaş bir ulus devlete geçişin
gerçekleştirilmesinde kurucu önder Atatürk ve kadrosuna önemli katkılar
sağlamıştır. Emperylal devletlere karşı güçlü ve büyük bir merkezi devletin
oluşturulmasında, Sovyet devrimi sonrasında Sovyetler Birliğinin merkezi
coğrafyaya girişinin önlenmesinde Türkiye Cumhuriyeti güçlü bir tampon devlet
olarak ortaya çıkmış ve bölge için barış ile güvenlik üreterek savaşların sona
ermesini sağlamıştır. Adriyatik’ten Çin seddine, Finlandiya’dan Kore’ye kadar çok geniş bir alana yayılan Türk dünyasının tam
ortasında bağımsız bir Türk devletinin kurulmasında Avrupa, Rusya ve Asya
bölgelerinden gelen Türkçülük akımı ve birikiminin son derece önemli etkileri
olmuştur. Tarihi ve coğrafyayı iyi bilen Türkçüler ile birlikte hareket eden
Atatürk, merkez ülkede bağımsız Türk devletinin kurarken Türkçülük birikimini
en üst düzeyde değerlendirmesini bilerek hareket etmiştir. Türkçülük
kongrelerini düzenleyen Türkçü önderlerin Atatürk’ün hükümetlerinde bakan
ya da danışman olarak yer alması bu durumu göstermektedir. Yusuf
Akçura hem milletvekili hem de Tarih
Kurumu kurucu başkanı olarak, Atatürk’ün yanında yer
almıştır. Mahmut Esat Bozkurt, Yusuf
Kemal Tengirşek, Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi Türkçü liderler de hem milletvekili hem de bakan olarak gene Atatürk’ün
en yakın çalışma arkadaşları olmuştur. Bir anlamda Atatürk’ü yaratan ve onun
üzerinden Atatürkçülüğü, Türk ulusunu ve cumhuriyetini var eden siyasal birikim
haline dönüştüren, tarihten gelen Türkçülük akımı olmuştur. Türkçülük birikimi
Türk devletini yaratmış ve Atatürk bu siyasal birikimin kurucu önderi olarak
tarih sahnesine çıkmıştır. Böylesine iç içe geçmiş bir birliktelik, Türkçülük
ve Atatürkçülük akımlarını yan yana getirmektedir.
Cumhuriyetin
kuruluş yıllarında iç içe geçmiş olan Türkçülük ve Atatürkçülük akımları, daha
sonraki aşamada içine girilen soğuk savaş koşullarında birbirinden ayrılmak
zorunda kalmıştır. Rusya’da sosyalist bir rejimin kurulması üzerine, Türkçülük
akımı Rusya karşıtı emperyal devletlerin etkisi altına girmiş ve geçmişten
gelen Rus düşmanlığı üzerinden bir Sovyet ve sosyalizm karşıtlığına dönüşmüştür.
Atatürkçülük ise, daha çok Jön-Türklerin ve Balkan göçmenlerinin etkisiyle ,
laik devlet bekçiliğine dönüşerek Müslüman millet tabanından uzaklaşmış ve
zaman içerisinde bir devlet ve millet
karşıtlığı çelişkisine sürüklenmiştir. Aynı devlet ve milletin ulusal çıkarları
doğrultusunda kuruluş aşamasında yan yana olan Atatürkçülük ve Türkçülük
akımlarının soğuk savaş koşullarında birbirinden uzaklaşmasıyla Türkiye çok şey
kaybetmiş, antiemperyalist çizgide olması gereken Türkçülük akımı
anti-sosyalist bir çizgiye kaymış , Atatürk’ün temel ilkeler olarak belirlediği
altı ok anlayışından Türkçülük
uzaklaşarak daha milletçi bir yaklaşım ile Müslüman tabanın içinden sağ uca
doğru kayma eğilimleri göstermiştir . Atatürkçülük ise, laik kadrolar aracılığı
ile Müslüman kitlelerin uzağına taşınmış, devletçi bir sosyalizmin etkisi
altına girerken askeri rejimler
üzerinden darbeciliğin simgesi konumuna sürüklenmiştir. Türkiye’yi birlikte
yaratan Türkçülük ve Atatürkçülüğün dış
müdahaleler ve emperyal politikalar yüzünden karşı karşıya geldiği durumlar
olmuş, Türkçü kadrolar bazen laiklik ilkesi ile ters düşmüş, Atatürkçü
yönetimler ise Müslüman milletin hassasiyetlerinin dışında hareket ederek toplum içinde gerginliklerin yaratılmasına
sebep olmuşlardır. Ülke iç savaş amaçlı terör oyunlarına sürüklenirken Türkçü
ve Atatürkçü kadrolar karşı siyasal kamplara itilmişler ve iç
çatışmalarda birbirleriyle mücadele etmek gibi çok büyük yanlışlara
sürüklenmişlerdir. Türk devletini yaratan iki ana akımın karşı karşıya
getirilmesiyle, Türk devletinin önce zayıflatılması sağlanmış sonra da bölünme
süreci dıştan kumandalı bir biçimde hızlandırılmıştır.
Tarih
sahnesine çıkış süreçlerinin ortaya koyduğu gibi, Atatürkçülük ve Türkçülük
akımları ilk aşamada emperyalizme karşı
Türklerin, Türk boylarının ve sonunda Türk ulusunun kendini koruması ve savunması doğrultusunda gündeme
gelmiş olan iki ana siyasal akımdır. Emperyalizmin eskisinden daha güçlü bir
biçimde bir anlamda süper emperyalizm
olarak dünya uluslarının üzerine küreselleşme maskesi altında saldırdığı yeni
dönemde, Atatürkçülük ve Türkçülük akımlarının artık cumhuriyetin kuruluş
yıllarında olduğu gibi birlikte ve beraber hareket etmesi gerekmektedir. Solda
Atatürkçülük sağda Türkçülük ile Türkiye Cumhuriyetinin bir yerlere gidemeyeceği aksine, güç kaybederek dağılmaya
doğru sürükleneceği son yıllardaki gelişmeler ile doğrulanmıştır. Türk
toplumunun sağ kanadının liberal politikalar ile, sol kanadının ise sosyal
demokrat görünümlü neo-liberal politikalar ile teslim alınmasının önüne, ancak
eskisi gibi bir Türkçü ve Atatürkçü birlikteliği ile geçilebilecektir. Türkiye
Cumhuriyetinin ilelebet payidar kalabilmesi için , artık Türkçüler Atatürkçü, Atatürkçüler
de Türkçü bakış açısını anlamak ve bir ulusal dayanışma içerisinde her türlü
emperyal dış müdahaleye karşı ortak
hareket ederek ciddi anlamda bir vatan
savunması yapmak zorundadırlar. Türkiye
cumhuriyetinin ayakta kalabilmesi, bütün Türk dünyası için bir bağımsızlık
güvencesi olacaktır.
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Etiketler:
Asya,
Atatürk,
ATATÜRKÇÜLÜK VE TÜRKÇÜLÜK - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN,
Avrupa,
Balkanizasyon,
Fransa,
Hazar,
Prof. Dr. Anıl Çeçen,
Rusya,
Selçuklu,
Türkiye Cumhuriyeti
4 Kasım 2019 Pazartesi
CUMHURİYETÇİLİK - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
CUMHURİYETÇİLİK
“Cumhuriyetçilik” sözcüğü,
cumhuriyetçilik akımından türemiştir. Genel olarak; cumhuriyet rejiminden yana
olmak, cumhuriyetçi bir devlet düzeni ya da siyasal yönetimin kurulabilmesi
için çalışmak, Cumhuriyet yönetimini kurmak ya da korumak için çaba göstermek, bu
doğrultuda etkinlikler sürdürmek, cumhuriyeti savunan düşünceleri taşımak ve
savunmak anlamı taşımaktadır. Bir ülkede cumhuriyet yönetiminin kurulabilmesi ya
da kurulmuş olan cumhuriyet düzeninin korunabilmesi doğrultusunda, geliştirilen
siyasal anlayışlar ya da izlenen politikalar da yine “cumhuriyetçilik”
kavramının içerisinde yer almaktadır. Başlıca sözlük ve ansiklopedilerde; cumhuriyetçilik
ile ilgili maddelere bakıldığında bu tür açıklamaların yer aldığı görülmektedir.
Bu doğrultuda cumhuriyetçilik akımları ya da anlayışları, tanımlanmaya çalışılmıştır.(1)
Cumhuriyetçilik
kavramının ne olduğunu ve ne gibi anlamlara geldiğini tam olarak kavrayabilmek
için, bu kavramın içinden çıktığı ve temelini oluşturan cumhuriyet kavramının
da her yönü ile açıklanması gerekmektedir. Arapça halk anlamına gelen “cumhur”
kökünden türetilmiş olan cumhuriyet kavramı, kısaca başında seçimle gelen bir
cumhurbaşkanının bulunduğu siyasal yönetim ya da devlet modelini ifade eden bir
anlama gelmektedir. Halkın devleti yöneten cumhurbaşkanını serbest seçimler
yolu ile işbaşına getirdiği ve devleti yönetme yetkisini geçici bir süre için bu
başkana devrettiği yönetim biçimine gelişmiş Batı ülkelerinde cumhuriyet adı
verilmektedir. Saltanat ya da monarşi adı verilen her türlü krallık rejimlerine
karşı bir demokratik alternatif olarak öne çıkan cumhuriyet yönetimleri, zaman
içerisinde gelişmeler göstererek çağdaş dönemin en ileri siyasal rejimleri
konumuna gelmişlerdir. Batı dillerinde, Latince kökenden gelen Respublica kavramı doğrultusunda, halka
ait olan kamusal alanının ve bu alanda yer alan her türlü kamu malının, halkın
kendi içinden seçtiği bir halk temsilcisinin yönetimine bırakılması anlamında, cumhuriyet
bir toplumun kendi kararları ile ve kendi içinden seçtiği temsilcileri
aracılığı, kamunun ortak yararı için kendi kendini yönetmesine verilen ortak bir addır.
Kamusal bir örgütlenme olan devletin, halk kitlelerinin yararına gene halkın
kendi içinden seçerek devletin başına getirdiği cumhurbaşkanı aracılığı ile yönetilmesine
kısaca cumhuriyet adı verilmektedir. (2)
Cumhuriyetçilik,
eski Yunan döneminden başlayarak hem bir akım, hem de bir düşünce tarzı olarak
önemli gelişmeler göstermiştir. Cumhuriyetçilik, insan toplumlarının yerleşik
düzene geçmeleriyle birlikte başlamış ve bu toplumların kendi kendini yönetmeleri
ideali doğrultusunda gelişmeler göstermiştir. Halk kitlelerini kaba kuvvetin,
kişisel gücün ya da belirli çıkar çevreleriyle toplumun egemen kesimlerinin ya
da emperyalist dış güçlerin saldırı, baskı ve tasallutlarından kurtarılması
doğrultusunda hem bir siyasal akım hem de bir düşünce biçimi olarak tarihin her
döneminde önemli aşamalardan geçerek günümüze kadar gelmiştir. Cumhur adı
verilen halk topluluklarının yaşadığı her ülke ya da bölgede, cumhurun kendi
kendisini yönetmesi arzu ve isteği öne çıkmıştır. Ancak kaba gücü ya da benzeri
yönlendirici güçleri eline geçirenlerin hegemonyaları, bu tür yönelişlerin önünü
kesmiştir. Cumhuriyetçi düşünce ve yönetimler sayesinde halk kitleleri bu gibi durumlardan
kurtularak kendi özgür geleceklerini belirleyecek gerçek anlamda halk
temsilcilerini yönetime getirebilmiştir. Böylece; modern çağların en gelişmiş
devlet modeli olarak cumhuriyet devletlerine insanlık sahip olabilmiştir.
Cumhuriyetçiliğin
ilk ana ilkesi yurttaşlıktır. Cumhuriyetçi akımlar, ancak bir ülke ya da
bölgede yaşamakta olan insan toplulukları ya da halk kitlelerinin o yerde
yerleşik bir düzen kurmalarıyla oluşacak siyasal örgütlenme düzeninde, o
ülkenin vatandaşı konumundaki yurttaşlar tarafından savunulabilmektedir. Bir
ülkede yaşayan özgür yurttaşların serbestçe hareket edebilmeleri ya da
yaşayabilmeleri doğrultusunda aradıkları siyasal düzenin cumhuriyet olması istenmiş
ve bütün yurttaşların sahip oldukları hak ve özgürlükleri en üst düzeyde uygulama
alanına aktarabilecek düzeyde bir siyasal rejimi gerçekleştirebilmek
doğrultusunda cumhuriyetçilik akımı zamanla öne çıkmıştır. Bir ülkede yaşayan bütün
insanları vatandaş tanımlaması altında, cumhurun eşit ve özgür temsilcileri
olarak ele alan ve hepsinin bir araya gelmesinden oluşan ortak kamu gücünü devletin
yönetiminde etkin kılmak isteyen siyasal akımlar, genel olarak cumhuriyetçi
siyasetlerin içinden çıkmışlardır. Bir ülkede yaşamakta olan halk topluluğu
içinde var olan her insanın eşit ve özgür bir biçimde devlet ve toplum
yönetimine katılma hakkının tanınmasıyla birlikte, cumhuriyet rejimine giden
gelişmelerin yolu açılmıştır. Bu doğrultuda halk kitleleri kendi ülkelerini
seçilmiş temsilcileri aracılığı ile yönetebilme hedefi doğrultusunda
cumhuriyetçilik akımlarını örgütleyebilmektedirler. İnsan toplumları içerisinde
yurttaşlık kavramının ortaya çıkarak gelişmeler göstermesi, cumhuriyetçilik
akımları açısından elverişli ortam yaratmıştır. Halk kitlelerinin zamanla daha
fazla bilinçlenmesi ve içinde yaşadığı ülkenin kaderi ne daha fazla sahip
çıkmasıyla beraber, yurttaşlık kavramının cumhuriyetçi yurttaşlığa dönüştüğü ve
belirli bir aşamadan sonra da yurttaşlığın cumhuriyetçilik olarak geliştiği
görülmüştür. Artan nüfus ve yeryüzüne dağılan halk kitleleri oluşumu,
toplumculuğu öne çıkarırken, yurttaşlık anlayışının da bireycilikten
uzaklaşarak sosyal bir içerik kazanmaya başladığı görülmüş ve bu aşamadan sonra
toplumsal bilince sahip bir yurttaşlık anlayışı cumhuriyetçilik olarak gelişme
göstermiştir. Cumhuriyetçi yurttaşlık beraberinde toplumsal tabana dayanma ilkesini
de getirerek, halk kitlelerinin daha fazla devlet yönetiminde etkin olmasını
sağlamıştır. Siyasal toplumsallaşma aktif yurttaşlık için elverişli koşulları
hazırlarken, sosyal yaşamda etkisini artıran yurttaşların ülke ve devlet
sorunları ile daha yakından ilgilenmelerini ve dolayısıyla cumhuriyetçi bir
çizgide yaşamlarını yönlendirmelerini sağlamıştır. (3)
Batılı
düşünürlerin çoğunluğunun ortaya koyduğu üzere, cumhuriyetin en önemli özelliği
olan erdemlilik ilkesi, aktif yurttaşlığın gelişmesiyle beraber toplumsal
gerçeklik alanında etkinliğini artırmıştır. Bir ülkede yaşayan halk
topluluğunun ortak yararına yönelen, ülkenin ulusal çıkarlarını en üst düzeyde
erişilmesi gereken hedefler olarak belirleyen aktif yurttaşlar bu doğrultudaki
çabalarını cumhuriyetçi hareketler ya da siyasal akımlar içerisinde geliştirebilmişlerdir.
Cumhuriyet devletlerinin doğrudan halk yönetimleri olabilmeleri de, aktif
yurttaşlık anlayışı ve de uygulamaları doğrultusunda geliştirilen siyasal
katılımın en üst düzeylere gelmesiyle mümkün olabilmiştir. Bir toplum ya da
ülke için en ön planda önem taşıyan ortak yarara ulaşılması, cumhuriyetçiliğin bu
doğrultudaki ana hedefidir. Bireyci yaklaşımlarından uzaklaşan ve kişisel
çıkarlarını arka plana alan ama bunun tamamen tersi bir doğrultuda ülkenin ortak
yararlarına, devletin varlığının korunması ve toplumun gereksinmelerinin
karşılanması doğrultusunda ulusal çıkarlara öncelik tanıyan aktif yurttaşlık
anlayışı, gelişmiş ülkelerdeki cumhuriyetçilik anlayışının önde gelen özünü ve içeriğini
belirlemektedir. Kamusal çıkarlar doğrultusunda her türlü kişisel çıkar ve
arzudan arınmak anlamında kamusal erdemlilik anlayışı, bütün Avrupa’yı
cumhuriyetçi bir döneme sürükleyen Fransız devriminin hazırlayıcısı toplumsal
bir oluşumun önünü açmıştır. Aktif yurttaşların bireysel özverileri cumhuriyetçi
akımların özünü oluşturmuş ve zamanla bu tür yaklaşımlar cumhuriyetçiliğin daha
da bilinçli bir düzeyde gelişim sağlamasına katkı sağlamışlardır.
Erdem
kavramının kamu yararına bir doğrultuda gelişmesi, cumhuriyetçi akımları
güçlendirerek cumhuriyet rejimleri açısından bir toplumsal güvence sağlarken,
bu durumun tamamen tersi noktalarda erdemliliğin zayıflaması ya da ortadan
kalkması aşamalarında cumhuriyet devletlerinin hızla çöküntüye sürüklendiği görülmüştür.
Erdemlilik anlayışının kamusal alana dönük geliştiğinde toplumun bütünün
düşünen bir ortak yararı gerçekleştirmek cumhuriyetçilik açısından daha kolay olabilmekte,
aksi durumda ise tamamen tersi bir doğrultuda cumhuriyet rejimleri hızla
tehlikeli dönemeçlere doğru sürüklenmektedirler. Cumhuriyetçi yurttaşlık anlayışı,
insan bilinçliliğinin ve varlığının bir biçimi olarak ülke yönetiminde
erdemlilik ilkesi doğrultusunda ahlak düzeyinin gerçekleşmesi için elverişli
bir ortam sağlar. Cumhuriyet rejimleri, gelecekte süreklilik kazanabilmek ve
her türlü tehditlere karşı kendisini koruyabilmek için, bir cumhuriyet rejimi
için gerekli düzeydeki bilinçliliği sağlayacak eğitim, öğretim ve kültüre önem
vermek zorundadırlar. Ülke ve dünya sorunları üzerine vatandaşları eğiterek
bilinçlendirecek bir eğitim düzeni cumhuriyet rejimleri açısından olmazsa olmaz
bir koşuldur. Cumhuriyet devletleri kendi çatıları altında böylesine bir
cumhuriyetçi eğitim ve kültür düzeni kurarlarken, aynı zamanda geleceğin
cumhuriyetçi kuşaklarının yetişmelerine de yardımcı olarak, cumhuriyetçilik
akımının sürüp gitmesini sağlarlar. Her türlü dini inanç ve öğretinin ötesinde,
bilimi esas alan laik bir devlet düzeni olarak, cumhuriyet rejimleri insanları
aktif ve sorumlu bir vatandaşlık anlayışına kavuşturan cumhuriyetçi eğitim düzenleriyle,
yeniden ortaçağın karanlık dönemlerine geri dönmeyi önleyerek, geleceğe doğru kendi
yollarında emin adımlar atabilmektedirler.
Cumhuriyetçilik seçimle gelen geçici
yönetimleri işbaşına getirmek olduğu için, hak ve özgürlüklerin en üst düzeyde
gerçekleştirilebileceği bir özgürlük düzenini savunmak cumhuriyetçiliğin ana
ilkelerinden birisidir. Siyasal alan hak ve özgürlüklerin devlet güvencesi
altında tanınmasıyla ortaya çıkarken, bu doğrultuda hareketler ve eylemlerde deneyler
olarak devreye girmektedir. Bu çerçevede cumhuriyet rejimleri halk toplulukları
ve yurttaşlar açısından birer özgürlük düzeni olarak gerçeklik kazanmaktadır.
Otoriter ya da baskıcı rejimler ile krallıklar veya imparatorluklar ile
karşılaştırıldığında cumhuriyet rejimleri bir anlamda özgürlüklerin güvencesi
olarak belirmektedir. Her türlü anlamıyla özgürlüklerin en üst düzeyde
gerçekleşebildiği rejimler olarak cumhuriyet devletlerinin kurulabilmesi ya da
kurulmuş olan cumhuriyet düzenlerinin korunabilmesi için cumhuriyetçi akımlar
devreye girerken, yurttaşlar en üst düzeyde sahip oldukları hak ve
özgürlüklerini kullanabilmektedirler. Temel hakların tanınması doğrultusunda özgürlüklerin
yürürlüğe girmesiyle beraber, hak ve özgürlüklere her türlü müdahale ya da
sınırlamaların önlenmesi çizgisinde devlet güvenceleri devreye girebilmektedir.
Hukuk açısından pozitif ve negatif özgürlüklerin tam anlamıyla tanınabilmesi ve
uygulamada geçerlilik kazanabilmesi, ancak cumhuriyet rejimleri ile mümkün olabildiğinden,
cumhuriyetçilik akımları sonuna kadar özgürlükçülüğü ana bir ilke olarak
benimsemektedirler. Cumhuriyetçilik akımı bir siyasal örgütlenmeye kavuşarak,
siyasal parti görünümünde ortaya çıkarken, hem kendi özgürlüğünü hem de diğer
siyasal akımların hak ve özgürlüklerini eşit bir çizgide kabul etmek
durumundadır. Cumhuriyetçi özgürlük anlayışı, siyasal anlamda bir özgürlük olarak
anlaşıldığında, cumhuriyetçilik böylesine bir hak ve özgürlükler düzeni arayışı
ve mücadelesinin adı olmaktadır. Cumhuriyetçi anlamda siyasal özgürlük düzeni,
kendi kendini yönetme, kendi geleceğine sahip çıkma ve her türlü dış baskıdan uzak
olarak tam anlamıyla bağımsız bir yaşam düzenine sahip olabilme anlamına gelmektedir.
Böylesine bir siyasal yapılanma için, pozitif hak ve özgürlükler kadar negatif
hak ve özgürlüklerin de devrede olması zorunludur.(4)
Cumhuriyetçi özgürlük anlayışı, pozitif
ve negatif anlamda hak ve özgürlüklerin bütünüyle gerçekleştirilmesini
savunurken, bunlara ek olarak bir de üçüncü planda her türlü baskıyı ve
hegemonyayı ortadan kaldırma anlamında da eylemsel bir özgürlük ortamını
da savunmaktadır. Bazı batılı düşünürlerin tahakkümsüzlük ortamı olarak
tanımladıkları böylesine geniş açılı bir özgürlükçülük, cumhuriyet rejimleriyle
gündeme gelirken, cumhuriyetçi akımların ana hedefi haline gelmiştir. Tarih
boyunca, kralların, imparatorların ya da sömürgeci emperyalist devletlerin
baskı ve zulmü altında ezilen dünya ülkeleri ve halk kitleleri, böylesine bir
baskı kıskacından kurtulabilmek üzere, üzerlerindeki hegemonyacı baskı
düzeninden kurtulabilmeyi amaçlamışlardır. Bir özgürlük düzeni olarak
cumhuriyet rejimlerini ilân etme aşamasına geldiklerinde, cumhuriyet
devletlerini bir anlamda tahakkümsüzlük düzeni olarak gerçekleştirmeye
çalışmışlardır. Herkesin ortak alanı olan kamusal alanda bir halk yönetimi
biçimi olarak cumhuriyetçilik gerçeklik kazanırken, halk kitleleri ya da toplum
üzerinde bir çıkar düzeni kurmuş olan bütün eski tahakkümden kurtulabilmek,
cumhurun başlıca hedefi olarak devreye girmiş ve cumhuriyetçiliğin de esas
özünü oluşturmuştur. Cumhuriyet ilân edilen bütün ülkelerin geçmişlerine
bakıldığında ya dış ya da iç güçlerin getirmiş olduğu bir tahakküm düzeninde
kurtulma çabasının öne geçtiği görülmektedir. Bu yüzden, cumhuriyetçi özgürlük anlayışının
pozitif ve negatif özgürlüklerden sonra üçüncü bir kavrayış biçimi olarak her
türlü baskı, otorite ve zulümden kurtuluşun adı olarak tahakkümsüzlük anlamında
bir başka tür özgürlükçü yaklaşımı öne çıkardığı gözlemlenmektedir. Kölelik
düzeninin ortadan kaldırılmasından sonra insanlar arasında gündeme gelen her
türlü efendi-köle ilişkisini ortadan kaldırmaya yönelik bir tahakkümsüzlük
anlayışı, cumhuriyetçilik akımları ile beraber yeryüzünde geniş yankılar bulmuştur.
Bu doğrultuda hareket eden cumhuriyetçiler, zincirleri kırarak kölelik
düzenlerinden kurtulmuşlar ve daha sonra da cumhuriyet ilan ederek temel hak ve
özgürlüklerini devlet ve hukuk güvencesi altına alabilmişlerdir. Temel hak ve
özgürlüklerine güvenlik ortamında sahip olabilen halk kitleleri, her türlü
müdahale ve tahakküm den kurtularak gerçek anlamda özgürlükler ortamına
cumhuriyet rejimleri sayesinde erişebilmişlerdir.
Cumhuriyetçi akımlar devlet düzenlerini
her türlü müdahale ve tahakkümden kurtararak gerçek anlamda bir özgürlük
düzenini kendi ülkelerine getirirler. Bir hukuk devleti çatısı altında yasalar
ve düzenlemeler ile insanların yaşamları belirli siyasal yapıya kavuşturulurken,
hak ve özgürlüklerin her türlü müdahale ya da baskının ötesinde kişiler
tarafından kullanabilmeleri hedeflenmektedir. Ortaya çıkan beklenmeyen durumlar
ya da önlenemeyen baskı, iç ve dış müdahaleler ile bazı güç merkezlerinin
sosyal ve siyasal yaşam üzerine açık ya da dolaylı yollardan getirdiği yeni
tahakküm girişimleri karşısında, gene cumhuriyetçilerin ısrarlı karşı çıkışları
ile denge sağlanabilmekte ve özgürlükçü düzenin geleceği kurtarılmaya
çalışılabilmektedir. Geçici ya da kalıcı türden tahakküm girişimlerine karşı
cumhuriyetçi güçlerin dikkatli olması ve cumhuriyetin uyanık bekçileri olarak
halkın kazanılmış haklarından meydana gelen özgürlükler düzenine sonuna kadar sahip
çıkma doğrultusunda mücadele vermeleri gerekmektedir. Bu da ancak aktif
yurttaşlık ve katılımcı siyaset ile mümkün olabilmektedir. Toplum içindeki köşe
başlarını tutmuş olan ekonomik ve siyasal güç merkezlerinin geçmişten gelen hegemonyalarını
yeni dönemlerde ya da değişen koşullarda farklı tarzda tahakküm girişimleri ile
sürdürmeye çalışmaları, hak ve özgürlüklerin uyanık bekçileri olarak
cumhuriyetçilerin tepkisi çekmekte ve bu nedenle de cumhuriyetçi akımlar ile anti
cumhuriyetçi güç merkezleri arasında siyasal çekişmeler sürüp gitmektedir. Az
ya da çok, iç ya da dış her türlü tahakküm girişimine karşı cumhuriyetçilerin kazanılmış
hak ve özgürlükler doğrultusunda siyasal mücadele vermeleri kaçınılmaz olarak
gündeme gelmektedir.
Cumhuriyetçi
akımlar her türlü müdahale ya da baskı girişimlerine karşı çıkarlarken, itiraz
edebilirlik gücünü ve hakkını yasal zeminlerde ellerinde tutabilmek durumundadırlar.
Cumhuriyetçiler her şeye karşı çıkan olumsuz bir çizgi yerine, ülke ve toplumun
kazanılmış hakları ve ulusal çıkarları doğrultusundaki gelişmelere de olumlu
bakarak ortak yaşamın gereklerini yerine getirmek durumundadırlar. Değişen
koşullar yeni kazançlar ve olumlu gelişmeler gündeme getirebiliyorsa, bu gibi
değişimlere olumlu bakmak ya da ortak rıza göstermek, cumhuriyet devleti çatısı
altında yaşamakta olan toplumların hakkıdır. Cumhuriyetçilik bu durumu dikkate alarak
hareket ettiği zaman, kazanılmış haklara ya da toplum ve devlet düzeninin
tehdit eden olumsuz gelişmelere karşı çıkmak ve itiraz etmek durumundadır. Yeni
ortaya çıkan gelişmelerin gündeme getirdiği güç merkezleri ya da sahipleri,
kendi çıkarları doğrultusunda yeni baskı ve müdahale girişimlerini gündeme
getirdikleri zaman cumhuriyetçi akımların uyanık bekçiliği ya da itiraz hakları
kendiliğinden devreye girerek eskiye dönüşe izin vermeyeceklerdir.
Cumhuriyetçiler sahip oldukları toplumsal statülerin ve kazanılmış hakların,
her türlü tehdit ve müdahaleye karşı korunabilmesi ya da sürdürülebilmesi için yeni
siyasetler geliştirmek ya da yeni siyasal çıkış yolları bulmak zorundadırlar.
Halk kitlelerinin bütününü arkasına almak durumunda olan cumhuriyetçiler, geniş
kitle desteği ile güç merkezlerine karşı denge sağlayabileceği için, küçük ya
da bireysel çıkışlar ile cumhuriyetçi tepkilerin gündeme getirilmesi hiçbir
biçimde dengeleyici etki yaratamamakta ve sonunda halk destekli kitlesel
eylemler kendiliğinden gündeme gelmektedir. Kitleleri baskı altına alan zulüm
yapan baskı cenderelerinin kırılmasında cumhuriyetçi akımlar geniş yığınların desteği
ile sonuç alabilmişler ve böylece cumhuriyet düzenlerinin korunmasını
sağlayabilmişlerdir. Özgürlük ideali ile yola çıkan halk kitleleri, bir halk
yönetimi olarak oluşturdukları cumhuriyet rejimlerine ancak kitlesel destekler
sayesinde sahip çıkabilmişler ve her türlü müdahale ile baskıya da zulüm
girişimlerine karşı çıkabilmişlerdir.
Cumhuriyetçi akımlar, cumhuriyetçi bir
hedef doğrultusunda çalışmalarını sürdürerek, cumhuriyetçi bir sonuca varmak
için uğraşırlar. Temel hak ve özgürlüklerin herkese eşit ve güvenli bir biçimde
sağlanması, cumhuriyetçi hareketlerin her zaman ana ilkelerinden birisi
olmuştur. Cumhuriyetçilik, cumhuriyet devleti kurmak kadar bu siyasal düzeninin
zaman dilimi içerisinde en ileri yaşam düzeni seviyesine getirilmesini hedeflemektedir.
Toplum içerisindeki genel geçerli bir cumhuriyetçi düşünce tarzına sahip
olunması gene cumhuriyetçi akımların önde gelen misyonlarından birisi olarak
öne çıkmaktadır. Cumhuriyet rejiminin güçlendirilmesi, cumhuriyet düzeninin
dünyadaki gelişmelere paralel bir doğrultuda yenilenmesi ile mümkün olacağı
için, cumhuriyetçilik akımları bu doğrultularda etkinliklerini
sürdürmektedirler. Cumhuriyetin daha kapsayıcı olması, her türlü yeniliğe açık bir
tutum gerektirdiği için çağdaş dünyanın önde gelen yeni cumhuriyetçi
akımlarında bu doğrultuda yeni örnekler görülebilmektedir. Cumhuriyet
rejimlerinin yakından izlenmesi ve denetlenmesi, gene halk kitlelerinin görevi
olduğu için cumhuriyetçi akımların bu doğrultularda da etkinlikler gösterdiği
görülmektedir. Cumhuriyetçilik cumhuriyet rejiminin ana ilkeleri doğrultusunda
gelişen bir akım olduğu için, cumhuriyet devletlerinin geleceği bir anlamda
cumhuriyetçilik akımının güçlü olup olmamasına bağlı bulunmaktadır. Devlet yapılarının
içerisinde gündeme gelebilecek cumhuriyetçi çizgiden sapma eğilimlerine karşı,
toplum içerisindeki cumhuriyetçi güçlerin kendiliğinden devreye girerek rejime
güçlü bir sahip çıkmayla sivil cumhuriyet denetimlerinin yapılabildiği çeşitli
örnekleriyle görülebilmektedir. Halkın yönetimi anlamında bir halkçı devlet
yapılanmasının adı olan cumhuriyet modellerinin varlıklarını sürdürebilmesi,
her türlü dış tehdide ve içeriden yozlaşma ya da sapma eğilimlerine karşı,
cumhuriyetçi güçlerin uyanık seferberlikleriyle mümkün olabilmektedir. Rejimin
içinden ortaya çıkabilecek sapma merkezli yozlaşma eğilimlerine ve muhtemel
düzenbazlıklara karşı çıkmaya yönelik yaptırımlar, cumhuriyetçi akımların tepki
göstermeleri ya da ana ilkeler doğrultusunda tavır almalarıyla dolaylı
yollardan devreye sokularak, cumhuriyetlerin yıkılması önlenebilmektedir. (5)
Cumhuriyetçilik akımının, bir başka açıdan ele
alınmasıyla birlikte bağımsızlık kavramının önem kazandığı görülmektedir. Bu
çerçevede, cumhuriyetçilik bir anlamda bağımlılık yokluğu olarak içerik
kazanmaktadır. İmparatorlukların dağılması, sömürgelerin uluslaşması ya da ulus
devletlerin birer bağımsız siyasal yapılanmalara dönüşmeleri sırasında
bağımlılık yokluğu durumunun açık bir göstergesi olarak tam bağımsızlığın
gündeme gelmesi, cumhuriyetçilik akımına yeni ve çağdaş bir anlam
kazandırmaktadır. Batı dillerinde bu durumun karşılığı olarak öne çıkan
yurtseverlik kavramı da, tam bağımsızlığı hedefleyen cumhuriyetçi akımların içeriğini
doldurmaktadır. Vatan aşkı ile yanıp tutuşan, kendi vatanındaki devleti bir
cumhuriyet olarak algılayan bütün cumhuriyetçi yurtseverler, ülkelerindeki
cumhuriyet devletinin diğer devletlerin yanında çok daha iyi bir durumda
olmasını idealize ederler ve bu doğrultuda bir uluslararası rekabet düzenin de geleceğe
yönelik kutsal bir mücadeleyi göze alarak her türlü özveride bulunmayı
karşılıksız olarak peşinen kabul ederler. Cumhuriyetçi yurtseverliğin, her türlü
baskı ve tahakküm ile ya da keyfi güçler yolu ile önü kesilmek istenen
demokratik toplumlar için toplumsal ve siyasal bir tedavi yöntemi olduğu genel
olarak benimsenmektedir. Cumhuriyetçi yurtseverlik, ancak özgür bir toplum
düzeninde var olabilirken, aynı zamanda bu hak ve özgürlükler düzeninin koruma
koşullarını da bir anlamda rejimin geleceği açısından yaptırıma bağlamaktadır.
Genel anlamda cumhuriyetçi yurtseverlik hiçbir biçimde siyaset öncesi
kavramlara başvurmaksızın özgür insanların oluşturduğu ileri bir siyasal
topluma olan bağlılık ve saygı ile açıklanabilmektedir. Ülke sevgisi, bilinçli
cumhuriyetçi toplumlarda yurtseverlik duygusunu bir anlamda cumhuriyet
rejiminin güvencesi konumuna getirebilmektedir. Bilinç sahibi kişilerin
kendilerini özgür kılan her ülkeyi vatanları olarak benimseyebilmeleri uygulamada
çok zor olmaktadır. Ne var ki, okumuş insanların sahip oldukları bilinç düzeyi
ile kendi ülkelerine olan bağlılıklarıyla cumhuriyetçi yurtseverlik aşamasına
geldikleri ve böylece cumhuriyetçilik akımının her geçen zaman dilimi
içerisinde güçlendiği anlaşılmaktadır. Baskı ve dış hegemonya altındaki
ülkelerde, ülkeleri özgür olmayan durumlarda cumhuriyetçi yurtseverlerin
yaşadıkları ülkelerini özgürleştirme misyonunu kutsal bir görev olarak
benimsedikleri ortaya çıkmaktadır. Siyasal bir düzen ve yaşam biçimi olarak bir
siyasal kültür yapılanmasını yansıtan cumhuriyetin, cumhuriyetçi yurtseverlik
sayesinde en üst düzeyde gelişmişlik aşamalarına gelebildiği
söylenebilmektedir. Bağımlılık yokluğu olarak özgürlük ve yurtseverlik çağdaş
anlamda cumhuriyetçiliğin ana esaslarıdır. (6)
Cumhuriyetçilik, aydınlanma çağı ile
beraber Rönesans ve Reform sonrasında batı ülkelerinde diğer siyasal akımlardan
ayrı olarak bağımsız bir çizgide gelişmeler göstermiştir. İmparatorlukların
dağılmasında, krallık devletlerinden ulus devletlere geçilmesinde, sömürgelerin
uluslaşmasında, çeşitli ülkelerde zaman içerisinde cumhuriyet devletlerinin
kurulmasında önde gelen görevler yerine getirmiştir. Bazı ülkelerde
cumhuriyetçi önderlerin öncülüğünde toplumsal hareketler olarak cumhuriyetçilik
örgütlenerek siyasal alanda etkinlik kazanmış, bazılarında da hızla
partileşerek siyasal parti konumunda siyaset sahnesindeki yerini almıştır.
Batının gelişmiş ülkelerinde görülen siyaset yelpazesi içerisinde cumhuriyetçi
akımların daha çok siyasal partiler olarak öne çıktıkları ve örgütlü bir
biçimde kendi ülkelerinin kaderlerinde etkili oldukları görülmektedir. Dünyanın
en büyük cumhuriyet devletlerinden birisi olan Amerika Birleşik Devletlerindeki
iki büyük siyasal partiden birisi cumhuriyetçi partidir. Başta Fransa olmak
üzere, bazı Avrupa ülkelerinde de cumhuriyetçi parti adını taşıyan çeşitlisi yasal
partiler siyaset sahnesinde cumhuriyetçi birikimin temsilciliğini
yapmaktadırlar. Her ülkede ortak kamusal alanda temel hak ve özgürlüklerin
korunması ve güvence altına alınması ile birlikte, bütün yurttaşların eşit bir
statüde ülke yönetimine en üst düzeyde katılabilmesi ve ülkelerinin tam
bağımsız bir konumda yollarına devam edebilmesi için; bu cumhuriyetçi partiler, yeni
tahakküm, hegemonya ve baskıcı düzen peşinde koşmakta olan siyasal ve ekonomik
güç merkezlerine karşı halk kitlelerinin ve insanlığın kazanımlarının
korunabilmesi doğrultusunda etkinliklerini sürdürmektedirler. Cumhuriyetçi
partiler her ülkede cumhuriyetçi siyasal birikimin başlıca temsilcileri olarak geleceğe
dönük çalışmalarını başarıyla sürdürmektedirler.
Bir devlet ve toplum yönetim biçimi
olarak cumhuriyet rejimlerinin kurucusu ve koruyucusu cumhuriyetçilik
akımlarıdır. Bir bağımsızlık, tahakkümsüzlük düzeni olarak cumhuriyet
devletlerinde insanların her yönden tam olarak özgür, eşit ve bağımsız
olabilmeleri cumhuriyetçi akımların siyasal etkinlikleri sayesinde sağlanabilmiştir(7).
İnsanların kardeşçe, dostça ve bir büyük dayanışma düzeni çatısı altında yaşamlarını
sürdürebilmeleri cumhuriyetçi akımların başarılı olmaları sayesinde
gerçekleştirilebilmiştir. Toplumları meydana getiren bütün sosyal kesimlerin bir
büyük uzlaşma çerçevesinde bir arada yaşayabilmeleri gibi son derece olumlu bir
sonuç, cumhuriyetçilik ve bu doğrultuda geliştirilen yurtseverlik sayesinde sağlanabilmiştir.
İnsanların ve değişik toplum kesimlerinin birbirlerini oldukları gibi kabul ederek,
bir büyük uzlaşı ortamında karşılıklı anlayış ve dayanışma ortamı içinde
varlıklarını sürdürebilmeleri, cumhuriyet rejimlerin ve cumhuriyetçi akımların getirdiği
ilkeler ve başarılı uygulamalar ile elde edilebilmiştir. Cumhuriyetçi özgürlük
ve yurtseverlik dengelerinin korunabilmesiyle de, elde edilmiş olan cumhuriyetin
kazanımları her türlü tehdide rağmen korunabilmekte ve sürdürülebilmektedir.
Gerçek anlamda cumhuriyet rejimlerinde, halkın temsilcileri serbest seçim yolu
ile en üst noktalara gelebilmeli ama süreleri dolduğunda da geldikleri yerlere
geri dönerek rejimin halkçı yönünü koruyabilmelidirler. (8)
KAYNAKÇA
I-Türkçe Büyük Sözlük, AnaBritanica ve
Büyük Larousse Ansiklopedileri.
2-Türk Hukuk Lügati,Türk Hukuk Kurumu,
Ankara I956, s.55.
3-
Cevat Okutan, Cumhuriyetçi Paradigma,
Paradigma yayınları, İstanbul, 2006,s.10-30
4-
Philip Petit, Cumhuriyetçilik, Ayrıntı
yayınları, İstanbul,I998,s.30 v.d.
5-
Philip Petit, a.g.e.s.275-300.
6-M.Viroli,
Vatan Aşkı ve Yurtseverlik Üzerine,
Ayrıntı yayınları İst.I997, s.I2 v.d.
7- Ahu
Tunçel, Cumhuriyetçi Özgürlük, Bilgi
Üniversitesi yayını,İstanbul, 2010,s.350-358.
8- Anıl
Çeçen, Atatürk ve Cumhuriyet, İmge
yayınları,Ankara I998, s.369-370
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)