ATATÜRKÇÜLÜK VE TÜRKÇÜLÜK
Çağdaş
Türkiye Cumhuriyetini dünyanın önde gelen modern devletlerinden birisi konumuna
getiren siyasal birikime Türkler Atatürkçülük adını vermektedirler, çünkü Türk
ulusu Atatürk’ün önderliğinde bir ulusal kurtuluş savaşı vererek dünya uluslar ailesinin onurlu bir üyesi düzeyine gelebilmiş ve bu statüsü ile de
bugünün dünyasının en önemli devletlerinden birisi olabilmiştir. Türk
devletlerinin en son halkası olarak kurulmuş olan Türkiye cumhuriyeti yirminci
yüzyılın tüm siyasal gelişmeleri dikkate
alınarak kurulmuş ve böylesine bir büyük girişimin başarıyla sonuçlanması
üzerine yirmi birinci yüzyılda da yoluna devam edebilme şansını elde etmiştir.
Kurucu iradenin ortaya koyduğu devlet modeli
gene kurucu önder Atatürk’ün adı ile tanımlanarak, Atatürkçülük ulusal kurtuluş savaşından ileri gelen bir
siyasal ve sosyal birikim olarak Türkiye Cumhuriyetinin gelecek kuşaklarına
armağan edilmiştir. Dünyanın hiçbir ülkesinde bulunmayan ve tamamen Türkiye
Cumhuriyetinin tarih sahnesine çıkış süreci ile ilgili olan böylesine bir
birikimin yüz yıl sonra geçerliliğini
sürdürmesi ve bu yönü ile de Türk
devletinin siyasal yönlenişinde etkin olması, büyük Atatürk’ün ne derece
gerçekçi bir lider olduğunu ve onun Türk ulusuna armağan etmiş olduğu Atatürkçülük birikiminin Türkler açısından ne kadar büyük bir yaşamsal
öneme sahip olduğunu kanıtlamaktadır.
Türkiye bir anlamda kurucu önderden gelen insiyatif ile Ata-Türkiye olarak da görülebilir ve bu doğrultuda değerlendirmelere konu olabilir.
Atatürk’ün kurucu önderliğinde bir Türk devleti olarak tarih sahnesinde
yerini alırken geçmişten gelen büyük Türk birikiminden de olabildiğince
yararlanmıştır. Geriye dönük bir biçimde Türklerin on bin yıllık tarihleri ele
alındığında, tarihin her döneminde devlet kuran
bir topluluk olarak her dönemde
çeşitli siyasal oluşumlara Türk boyları öncülük etmişler , sahip oldukları güç
ile Asya ,Avrupa ve Afrika kıtalarının
çeşitli bölgelerinde Türklerin egemen olduğu çeşitli devletler kurmuşlardır .
Türk tarihi Anadolu yarımadasına sığdırılamayacak kadar köklü ve geniş olduğu için Çin’den Avrupa
kıtasının ortalarına ya da Rusya’dan
Orta doğu ve Kuzey Afrika’nın
çeşitli bölgelerine kadar geniş
bir coğrafyada her dönemde devlet
kurarak varlığını sürdürmeyi başaran Türk boyları bir anlamda dünya tarihinin ana aktörleri
olmuşlardır. Milattan önce on binli yıllarda başlayan bir tarih serüveni bugün
de devam etmekte ve başta Türkiye
cumhuriyeti olmak üzere diğer Türk
devletlerine ciddi anlamda yol göstermektedir. Anadolu ve Orta Doğu’daki Türk
egemenliği dönemi de genel Türk tarihinin bir parçası olarak görülmektedir.
Bugün Anadolu merkezli bir alanda bağımsız bir cumhuriyet olarak varlığını
sürdüren Türk devleti hem tarihin bir
uzantısı hem de Türk ulusunun siyasal varoluş mücadelesinin bir ürünüdür.
Ural-Altay dağları arasında yer alan
Orta Asya steplerinde tarih
sahnesine çıkmış olan Türkler,er dönemde seferler düzenleyerek Asya ve Avrupa
kıtalarının çeşitli bölgelerinde devletler kurmuşlar ve böylece yaygın bir alanda
Türklerin egemenliğini geçerli kılmışlardır . Bugün Anadolu üzerinde tam
bağımsız bir devlet olarak yoluna devam etme kavgası veren Türkiye Cumhuriyeti,
geçmişten gelen böylesine zengin bir birikimin sonucudur. İşte Atatürk zengin tarih bilgisi ile bu durumu belirlemiş
ve bu bilgi birikimini ulusal kurtuluş savaşı süreci içerisinde siyasal
birikime dönüştürerek, dünyanın tam ortasında Türklere bağımsız bir devlet kazandırmıştır. Atatürk’ün
arkasında var olan zengin Türklük birikimi, yeni kurulan devletin adının
Türkiye cumhuriyeti olarak belirlenmesine yol açmış ve bu çağdaş Türk devletini
kuran kurucu öndere de Atatürk adını kazandırmıştır. Bu açıdan, Atatürkçülüğün
arkasında Atatürk üzerinden tarihten
gelen Türkçülük birikiminin olduğu görülmektedir.
Atatürk
adı, Türklerin atası anlamında, Türk ulusu tarafından ulusal kurtuluş savaşının
önderi Mustafa Kemal’e, Türk ulusu adına
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından verilmiştir. Antiemperyalist
doğrultuda her türlü emperyal baskı ve
saldırıya karşı büyük bir özgüven ile direnen ve batının önde gelen emperyal
güçleri ile savaşarak Türk ulusuna bağımsız bir devlet kazandıran Mustafa Kemal kendisine olan büyük özgüvenin
sonucunda “Öz”adını soyadı olarak almağa
hazırlanırken, Türk ulusu kendisine olan şükranlarını Türkiye’nin kurucu babası Mustafa Kemal’e
Atatürk adını vererek sunmak istemiştir. Soyadı kanunu sırasında, Mustafa Kemal’e
verilen Atatürk adı sonraki dönemde, Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanının resmi adı olmuştur. Bu aşamadan sonra Türkler kadar bütün dünya Türkiye
Cumhuriyetinin kurucu önderine Atatürk adı ile bakmış ve böylece Türk siyaset
sahnesinde Atatürk adı kurumlaşarak yerleşmiştir. Atatürk sahip olduğu kimliği
ve gerçek kişiliği ile Türklerin gerçek anlamda atası olmuş, cumhuriyetin yeni
kuşaklarına babalık yaparak yeni
devletin ülkesi ve ulusu ile kaynaşmasına öncülük etmiştir. Türklerin atası olarak Atatürk
tarih sahnesine çıkarken, Türkçülük Atatürk’ü en büyük Türk önderi olarak dünya
sahnesindeki yerini almasına yardımcı olmuştur. Bu çerçevede Atatürk ile Türk dünyası ve Türkçülük akımı arasında
kopmaz bir siyasal bağlantı
bulunmaktadır. Tarihten gelen Türklük birikimi olmasaydı, bugün dünya
sahnesinde bir Türk ulusu olmayacağı gibi Türkiye cumhuriyeti gibi bir ulus
devlette kurulamazdı. Bu gerçek dikkate alınırsa, geçmişten gelen Türkçülük
birikimi sayesinde, Türk ulusu kendi ulus devletini Atatürk’ün önderliğinde
kurabilmiştir. Tarihsel süreklilik, Anadolu ve
Trakya coğrafyasında geçmişten
farklı bir tablonun ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur. Selçuklu ve Osmanlı
imparatorluğu dönemlerinde Türklerin orta Asya’dan gelerek Ön Asya bölgelerine
yerleşmeleri sırasında çok dinli ya da
çok uluslu geniş imparatorluk alanlarına hükmeden Türk hanedanları, ulus
devletler çağına girildiği aşamada, tarih sahnesinden çekilerek yerlerini Türk
ulusunun gerçek temsilcilerinin oluşturduğu bir ulusal egemenlik düzenine terk
etmişlerdir.
Atatürk’e
Türklerin babası anlamında bir ismin verilmesinin gerçek nedeni de, merkezi
alanda Türk ulusal egemenliğinin bir ulus devlete dönüştürülmesidir. Ulusal
kurtuluş savaşı sonrasında Türkiye
Cumhuriyeti bir ulus devlet olarak ilan edilirken, kurucu önder Atatürk Türk
tarihinin getirdiği siyasal birikimi çağdaş bir cumhuriyet yapılanmasına
dönüştürüyordu. Bu çerçevede ,Türk devletinin önemli bir siyasal sentez
girişimi olduğu görülmektedir. Normal koşullarda, bağımsız bir devlet çatısı
altında yaşama şansı elde eden bütün
Türk vatandaşlarının Türk dünyasının ve de Türk ulusunun bir parçası olduğu
kabul edilmesi gerekirken, dış baskılar sonucunda gündeme getirilen isyanlar ve
karşı çıkış hareketleri, Türkçülüğü bir
siyasal akım olarak gündeme taşımıştır.
Yedi yüzyıllık bir imparatorluğun dağılması sonrasında geri kalan ahalinin
merkez ülke Anadolu topraklarına gelerek dışa karşı direnişe geçmesiyle
sürdürülen ulusal kurtuluş savaşı, merkeze gelerek direnen çeşitli halk
topluluklarının Türk üst kimliği altında birleşerek orta boy güçlü bir devletin
koruması altına girişlerine yol açmıştır.
Eski Osmanlı ülkelerinden göç ederek gelen eski Osmanlı ahalisinin bir kısmı
Türkiye Cumhuriyeti devleti vatandaşı
olmalarına rağmen, Türklüğü kabul etmeyerek geçmişten gelen eski etnik ya da
dinsel kimliklerini korumak istemişlerdir. Toplam nüfus içerisinde beşte birlik
bir oran doğrultusunda yer alan bu
gruplar, sonraki aşamada ulus devlete geçerken problem olmuşlar, farklı devlet
modellerine angaje olarak emperyal devletlerin dış desteği ile Türk ulus
devleti yerine başka tür devlet oluşumlarına yönelmişlerdir. Ne var ki, o
dönemin koşullarında istediklerini elde edemeyenler, Türkiye cumhuriyeti
vatandaşı kalarak tutumlarını
sürdürmüşler, alt kimlikçi ya da emperyal devletler ile işbirlikçi veya
gayrimüslim yapılanmalar doğrultusunda oluşumlara kalkıştıklarında , Türk
kimliğine , Türklüğe ve Türkçülüğe karşıt bir çizgide yeni siyasal arayışların
öncüsü olmuşlardır. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra demokrasiye geçilmesiyle beraber, farklı
devlet modelleri gündeme getirilmeğe çalışılmış
ve bu yoldan Atatürk tarafından
Türkçülüğün birikimi kullanılarak kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti devletine
son verilmek istenmiştir.
Normal
koşullarda, Atatürk’ün büyük mücadeleler sonucunda kurmuş olduğu Türkiye
Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlanmış olan insanların Türklüğü
benimsemeleri ve Türkçü olmaları beklenir. Ne var ki, yaşanan siyasal süreç
içerisinde bu böyle olmamış, tamamen tersi gelişmeler ile karşılaşılmıştır.
Osmanlı İmparatorluğunun yıkılma noktasına geldiği ikinci meşrutiyet döneminde,
bir çok etnik, dinsel ve kültürel örgüt kurulmuş bunların bir kısmı dernek ya da vakıf statüsünde sosyal etkinlikler
sürdürmeğe çalışırken , bazı merkezlerde siyasal partiler oluşturarak , Osmanlı
sonrası dönem için merkezi coğrafya da kendi çıkarlarına uygun düşen farklı devlet modelleri peşinde koşmuşlardır.
Osmanlı gibi büyük bir Türk hanedanının yönetimindeki merkezi imparatorluğun
parçalanması üzerine, ulus devletler çağına girilirken, çeşitli topluluklar
kendi ulus devletlerini kurma yoluna yönelmişler ama hiç birisi Türkler kadar
geçmişten gelen büyük bir birikime sahip olamadıkları için istedikleri sonuca
ulaşamamışlardır. Osmanlı ahalisinin büyük çoğunluğunun Asya topraklarından
gelen Türkmen ve Yörük boylarından oluşması nedeniyle, imparatorluk sonrası
aşamada, merkezi otorite boşluğunu dolduracak ulusal insiyatif,Türkçülük
akımının getirmiş olduğu birikim
sayesinde elde edilebilmiştir . Osmanlı
Hanedanının, Hazar devletinin uzantısı olan
Türk boyu olan Oğuzlardan gelmesi , Hazar ve Selçuklu gibi iki büyük İmparatorluk
sonrasında Türklük meselelerinin sürekli olarak tartışılması, Osmanlı
devletinin bu tartışmaların ortasından çıkması ve merkezi coğrafyaya yedi asır
egemen olarak bir düzen ve güvenlik sağlaması dikkate alındığında Türklük ve Türkçülük birikimlerinin Osmanlı sonrasına taşındığı görülmektedir.
Türklük
on bin yılı aşkın bir birikimin ürünü
olmasına rağmen, Türkçülük Fransız
devrimi sonrasında eski Hazar coğrafyasında gündeme gelen milliyetçilik
cereyanlarının bir ürünüdür. Bu devrim sonrasında Fransa krallıktan cumhuriyete
geçerken aynı zamanda monarşiden ulus devlete de geçiş yapmıştır. Frank
krallığının eski ahalisi, devrim ile beraber bir ulusal irade oluşturarak
ve bunu bütün ülkede geçerli kılarak
hem Fransız ulusu haline gelmişler hem de bu vesile ile ulusal egemenlik
modelinin önünü açmışlardır. Fransa'da başlayan ulusculuk akımları kısa zamanda
bütün Avrupa kıtasına yayılınca, en köklü ulusal dönüşümlerden birisi Rusya’da yaşanmış ve bir hanedanın yönetiminde on beşinc i
yüzyıldan bu yana bir çeşit imparatorluk
olan Çarlık rejimi altında yaşamakta olan Rusya ahalisi hızla Rus
milliyetçiliğinin kontrolu altına girerek, ulus devlet yolunda ilerlemeğe
başlamıştır. Asyalı bir toplum olan Rusların katı savaşçı tutumları yüzünden
Rusya’da Yahudi yerleşim merkezlerinde toplu katliamlar gündeme gelmiş ve daha
sonraki aşamalarda Rus milliyetçiliği, Rusya’nın Müslüman ahalisi ve Rus
olmayan topluluklara yönelik katliam benzeri soykırım uygulamalarına
yönelerek bu büyük ülkede çok büyük iç
gerginlikler ve çatışmaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu aşamada hazar
döneminden geride kalan Tatar toplulukları harekete geçerek, Rusya
Müslümanlarını arkalarında toplamış ve Rus milliyetçiliğine karşı, Ural-Altay
bölgesiyle Kafkasya üzerinden Orta Asya steplerinde yaşamakta olan bütün Türk
ve Müslüman boyları ve diğer toplulukları içine alacak düzeyde kapsayıcı bir
Türkçülük akımı on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında başlatılmıştır. Fransız
devriminden yüz yıl sonra, Rusya topraklarında gündeme gelen Türkçülük akımı
bir anlamda Türk milliyetçiliği olarak hızla gelişmiş ve Türk boyları ile
Müslüman ahalinin yoğun yaşadığı bölgelerde Rus milliyetçiliğinin emperyal
baskılarına karşı denge sağlayıcı bir gelişme olarak öne çıkmıştır.Tarihin derinliklerinden gelen
Türklük boylar ve kavimler üzerinden varlığını sürdürürken, milliyetçilik
cereyanlarının hız kazanması üzerine bir de Türklüğe Türkçülük akımı da
eklenerek daha güçlü bir Türk yapılanmasının önü açılmıştır. Batı ülkelerinde
eğitim görmüş aydın Tatar bilim ve düşünce adamları, Avrupa tipi bir
milliyetçiliği Avrupa ülkelerinde tanıyınca, Türk ve Müslüman kesimleri
Yahudiler ile beraber yok etmek isteyen
Rus milliyetçiliğine karşı daha gelişmiş bir milliyetçilik türü olarak
Türkçülüğü geliştirmişlerdir.
Batı
Avrupa’dan gelen milliyetçilik rüzgarları bütün Avrupa kıtasını altüst ederken,
Fransa kaynaklı örgütlenmeler kıtanın doğu bölgelerine de yayılarak Doğu
Avrupa’da yer alan üç büyük imparatorluk olarak Osmanlı, Rus ve
Avusturya-Macaristan devletlerini etnik
kavgalara ve bölünmelere doğru sürüklüyordu. Avrupa devletleri zaman içinde
krallıklardan ulus devletlere geçerken,her devletin vatandaşı kendi ülkesinin
çıkarları doğrultusunda milliyetçiliğe yöneliyor ve bu doğrultuda ulusçuluk
akımları daha da hız kazanıyordu . Bu gelişmelerin sonucunda, etnik
milliyetçiliklerin güç kazanması ile Avusturya ve Macaristan İmparatorluğu ile
Osmanlı imparatorluğu Balkanlardaki üstünlüklerini yitiriyorlardı. Balkanizasyon
adı verilen etnik milliyetçilik iki büyük Doğu Avrupa imparatorluğunu yok
ederken, Rusya’ya da sıçrıyor ama güçlü Rus devleti bir yandan etkili bir Rus milliyetçiliğini
örgütleyerek ülkenin parçalanmasını önlüyor, diğer yandan da Rusya sınırları
içerisindeki etnik grupların ayaklanmağa yönelmemeleri için devlet gücüyle baskıcı bir halkçılık
uygulamasını ülke düzeyinde geçerli kılmağa çaba gösteriyordu. Narodnik
hareketi denilen halkçılık akımının
terörist metotlar kullanarak ülkede iç karışıklıklar yaratması , Rus olmayan
toplumlarda korku yaratarak, Balkanizasyon sürecinin Rusya sınırları içerisine
girmesini önlüyordu . Böylece Rusya hem
kopmaları önlüyor hem de bu yoldan ülke topraklarının büyüklüğünü koruma
şansını elde ediyordu. Osmanlı devletinin başaramadığı bu yöntemleri iyi
kullanan Ruslar, Osmanlı imparatorluğu yıkılırken, yirminci yüzyılda da büyük
devlet olma şansını koruyabiliyorlardı . Yahudi ve Müslüman katliamlarının
durdurulabilmesi için güçlü bir Türkçülük akımı örgütleniyor ve böylece Rusya
Müslümanları daha sonraki aşamada Rusya Türleri konumuna geliyordu.
Rusya’dan batı ülkelerine giderek eğitim alan
Tatar aydınlarının öncülüğünde başlayan yenilikçilik girişimleri daha sonraki
aşamada Cedit hareketi olarak örgütleniyordu. Kazan-Kırım-Kafkasya üçgeninde
hızla gelişen Cedit akımı çağdaşçı, laikçi
ve aydınlanmacı içeriği ile Rusya Müslümanlarını Türkçülük akımı çatısı altında
bir araya getirirken geleceğin Türk
dünyasının da önünü açıyordu. Hazar devletinin çöküşü sonrasında dünyaya
dağılan Türk boyları, Orta Doğu ve Avrupa topraklarında çeşitli devletler
kurmağa yönelirken, Türklük dünya hegemonya yarışında öne geçiyordu. Hazar
sonrasında Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları Türk hegemonyasını merkezi
coğrafyada geçerli kılıyordu. Ne var ki, iki büyük devletin tarih sahnesinden
çekilmesinden sonra Türk dünyası alt üst oluyor ve batılı emperyal güçler Avrasya bölgelerinde cirit atmağa
başlıyorlardı. Osmanlı son yüz yılında çöküş süreci hızlanırken, bir yandan da
toparlanma girişimleri birbiri ardı sıra devreye giriyordu. Rusya’dan batı
ülkelerine okumağa giden Türk aydınlarının
önce Cedit daha sonra da
Türkçülük akımlarını Rusya’da
gündeme getirmeleri gibi, İngiltere ve Fransa’ya okumağa giden Osmanlı
gençleri de önce Genç Osmanlı akımını
gündeme getiriyorlar, Osmanlı milliyetçiliği ile Osmanlı devletini
kurtaramayacaklarını anladıkları aşamada da Jön-Türk akımını başlatıyorlardı,
Böylece, batıdan esen milliyetçilik cereyanlarına karşı hem Rusya’da Türkçülük,
hem de Osmanlı topraklarında
Jön-Türkçülük akımları birbiri ardı sıra devreye girerek, imparatorluklar
sonrası yeni dönemin biçimlendirilmesi sürecinde etkili olmağa çalışıyorlardı. Rus
ve Osmanlı devletleri yıkılırken, Türkçülük akımları birer siyasal insiyatif
olarak hem Rusya hem de Osmanlı topraklarında
kendiliğinden devreye giriyorlardı. Ceditçi Tatarlar Rus devleti sonrasında yeni bir Hazar
devletini Kazan-kırım ve Kafkasya üçgeninde kurabilmek doğrultusunda çalışmalarını yürütürken, Avrupa’dan dönen
Jön-Türkler’de Osmanlı topraklarında
tutmayan Osmanlı milliyetçiliği yerine
Türkçülük akımını başlatıyorlardı.
ABD
destekli Japon ordusu I905 yılında
Rusları arkadan vurarak Rus Çarlığını çökertince, tatarların öncülüğünde Rusya Türkçülüğü harekete geçerek, Türkçülük akımını hızla örgütleyerek yeni bir Hazar
devleti kurmak için girişimlerde bulunuyorlardı. Kırım-Kafkas-Kazan üçgeninin
tam ortasında yer alan Oka nehri üzerinde gitmekte olan bir gemide, dünya
tarihinin ilk Türkçülük kongresi düzenleniyordu. Rus devletinin polis
rejiminden gizlenmek için, nehirde giden bir gemide ilk kongrelerini yapan
Rusya Türkçüleri daha sonraki üç
kongrelerini ülkenin çeşitli kentlerinde birbiri ardı sıra yaparak bir an önce
devletlerini ilan etmeğe çalışıyorlar ama bu hedef doğrultusunda başarılı
olamayınca Petersburg üzerinden ülkeyi terk etmek zorunda kalıyorlardı. Rus
polisi Rusya’nın bütünlüğü açısından tehlike olarak gördüğü Cedit hareketi öncüleri ile, Türkçülük
kongreleri düzenleyen yeni Hazarcıları sınır dışı ederek bunları Rusya’dan
kovuyordu. Rusya’dan kovulan önde gelen Türkçülerin bir kısmı Avrupa ülkelerine
dağılıyor bir kısmı da Osmanlı topraklarına gelerek eski bir Hazar hanedanı
olan bir Türk imparatorluğunun topraklarında Rusya’da kuramadıkları Türk
devletinin kuruluşu için çaba gösteriyorlardı Avrupa’ya dağılan Türkçüler İsviçre’yi merkez
seçerek bu ülkede eğitim ve tahsil çalışmalarını tamamlamağa çalışıyorlar ve bu
arada Rusya’daki Türkçülük kongrelerinin devamını tarafsız bir ülke olan İsviçre kentlerinden
birisinde yapmağa çalışıyorlardı. Rusya’dan Türkçüler kovulurken, Osmanlı devleti
gibi bir büyük Türk devleti dağılırken, Türklerin geleceği ile ilgili büyük bir
kongre toplamak için çaba sarf ediyorlardı.
Rusya’da
toplanan dört Türkçülük kongresi
sırasında, Kırım-Kazan-Kafkasya üçgeninde yeni bir Hazar devletinin ülkedeki bütün Türk asıllı toplulukları
kapsayacak biçimde kurulabilmesi
için karar alınıyordu. Geleceğin ulus
devletler çağında Türklerin de bir ulus devletleri olabilmesi için, Türk
boyları arasında dayanışmanın geliştirilmesi
ve Türk boylarının yeni bir devlet
çatısı altında toplanabilmesi için gerekli adımların atılması karara
bağlanıyordu. Ne var ki, Rus polisinin katı bir tutum izleyerek Türkçüleri Rusya sınırları dışına atması
üzerine, beşinci Türkçülük kongresi, tam Birinci Dünya Savaşı öncesinde
İsviçre’nin Cenevre kentinde yapılıyordu. Rusya’dan kovulan ve kaçan Türkçüler
ile, Osmanlı devletinden gelen Jön-Türklerin birlikte örgütlediği beşinci
Türkçülük kongresi sırasında alınan kararlar, Türk dünyasının geleceğe dönük
yapılanmasında önemli adımları gündeme
getiriyordu. Batılı ülkelerin desteklediği Balkanizasyon süreci sonucunda Türkler ve Yahudiler Avrupa
kıtasından atılırken, Yahudiler ile Türklerin ulus devletlerini nerede
kuracakları ciddi boyutlarda
tartışılıyordu. I898 yılında İsviçre’nin
Basel kentinde toplanan ilk Siyonist kongrede Yahudiler Filistin’i anavatanları
olarak ilan ederek yarım asır sonra o topraklarda dünyanın ilk Yahudi devletini
ilan ediyorlardı. Anadolu’dan ve Rusya’dan gelen Türkçüler’de bu toplantıdan on beş sene sonra İsviçre’nin
Cenevre kentinde beşinci Türkçülük
Kongresini düzenleyerek, Anadolu’yu Türklerin anavatanı ilan ediyorlar ve bu ülkede bağımsız bir Türk devletinin
kurulmasını karar altına alıyorlardı. Bu
toplantıda yer alan Yusuf Akçura, Hamdullah
Suphi Tanrıöver, Mahmut Esat Bozkurt ile
Yusuf Kemal Tengirşek gibi Türkçüler, sonraki aşamada bu kongrede
alınan kararları Osmanlı genel kurmayı
üzerinden Atatürk ve arkadaşlarına ulaştırıyorlardı . Böylece , Avrupa’dan
kovulan Türkler ,bu kıtanın yanı başında yer alan bir büyük yarımadayı
Türklerin ana vatanı ilan ederek ,bu ülkede ilk bağımsız Türk devletinin
kurulmasını karar altına alıyorlardı .Rusya’da
izin verilmeyen Türk devleti böylece Osmanlı devletinin merkez ülkesi
konumundaki Anadolu toprakları üzerinde kurulmak isteniyordu . Rusya’dan
kovulan Türkçüler İstanbul’a gelerek Türk Derneği, Türk Yurdu Cemiyeti ve Türk
Ocakları gibi ulusalcı ve Türkçü örgütleri kurarak, yıkılmakta olan Osmanlının
merkez alanında Türkçülüğü hızla örgütlüyorlar ve ayakta kalan eski Osmanlı
ahalisinin, Türkçülük bayrağı altında bir araya gelmesi için çalışıyorlardı Rusya’da
kurulamayan Hazar devleti ile, Kafkasya’da kurulamayan Kafkas devleti ve Makedonya’da
kurulamayan Balkan devletinin boşluklarını doldurmak üzere geleceğe yönelik bir
Türk devleti tüm bu bölgelerden göç
ederek merkeze gelen eski Osmanlı ahalisini kapsayacak bir biçimde, Anadolu
yarımadası üzerinde kuruluyordu. Avrupa’dan, Rusya’dan ve Kafkasya ile Orta
Asya’dan kovulan Türklerin; Türkçülerin öncülüğünde dünyanın merkezi bölgesinde
yeni bir Türk devleti kurmaları, Türklüğün tarih sahnesinden silinmesi çabasını
önlediği gibi,Türklere de geleceğe dönük
yeni bir ufuk açıyordu.
Anadolu topraklarında verilen ulusal kurtuluş
savaşı sırasında, hem Rusya’dan gelen Türkçüler hem de Avrupa’dan gelen
Jön-Türkler, batının emperyalist ordularına karşı sırt sırta savaşmışlar,
emperyalizmin merkeze egemen olmasını önledikten sonra, yeni Türk devletinin
kuruluşunda önemli roller almışlardır. Kuvay-ı
Milliye’nin öncü kadrosunda, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yönetiminde ve
daha sonra oluşturulan bakanlıklar ile kamu kurumlarının çoğunda Hem Hazar
bölgesinden gelen Türkçüler hem de Avrupa’dan gelen Jön-Türkler önde gelen
görevleri üstlenmişler ve çok kısa bir sürede çağdaş bir cumhuriyet devletinin
ortaya çıkışında etkili olmuşlardır. Macaristan’dan
gelen Türkologlar ile işbirliği yapılarak dünyanın tam ortasında çağdaş bir
Türk devleti geçmişin birikimleri üzerine inşa edilmiştir. Türk asıllı olan
Macarların Avrupa kıtasının ortalarında
8.ve 10. Yüzyıllar arasında bir Türk imparatorluğu kurması gerçeği dikkate
alınarak Budapeşte merkezli Türkoloji biliminden fazlasıyla yararlanılmış ve bu
kaynaklardan sağlanan desteklerle, yeni Türk devletinin başkenti Ankara’da ilk
yüksek öğrenim kurumu olarak Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi oluşturulmuştur. Yeni
kurulan devletin hukuk düzenine
kavuşabilmesi için ikinci olarak Ankara Hukuk Fakültesi, gene önde gelen
Türkçülerin önderliğinde açılarak cumhuriyetin
hukukçularını yetiştirmiştir. Böylece Atatürk’ün kurucu önder olarak, oluşturduğu
Türkiye cumhuriyeti siyasal yapılanmasının arkasında ciddi bir Türkçü birikimin
yer alması sağlanmıştır. Rusya’da çıkan Türkçülük ile Avrupa’da gelişen
Jön-Türkçülük anavatan Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, Atatürk’ün
yanı başında yerlerini alıyorlar ve sahip oldukları bütün siyasal birikimi bu
yeni Türk devletinin gerçeklik kazanması için seferber ediyorlardı. Kurucu
önder Atatürk’ün liderliğinde Türkçülük
ve Atatürkçülük akımları bir araya gelerek birbirlerini tamamlıyorlardı.
Atatürk
daha ulusal kurtuluş savaşı yıllarından başlayarak, Anadolu’yu adım adım
gezerken, nerede bir Türk Ocağı şubesi varsa orada resmi bir ziyaret yaparak
çeşitli konuşmalar yapmıştır. Kurtuluş savaşı günlükleri incelendiğinde Atatürk’ün
Türk Ocakları örgütlenmesini esas alarak Anadolu ve Rumeli kentlerini teker
teker dolaştığı göze çarpmaktadır. Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye
Cumhuriyetine giden yolda Türk Ocakları önemli bir merkez ve köprü konumu
sağlamış, imparatorluğun kaybı sonrasında çağdaş bir ulus devlete geçişin
gerçekleştirilmesinde kurucu önder Atatürk ve kadrosuna önemli katkılar
sağlamıştır. Emperylal devletlere karşı güçlü ve büyük bir merkezi devletin
oluşturulmasında, Sovyet devrimi sonrasında Sovyetler Birliğinin merkezi
coğrafyaya girişinin önlenmesinde Türkiye Cumhuriyeti güçlü bir tampon devlet
olarak ortaya çıkmış ve bölge için barış ile güvenlik üreterek savaşların sona
ermesini sağlamıştır. Adriyatik’ten Çin seddine, Finlandiya’dan Kore’ye kadar çok geniş bir alana yayılan Türk dünyasının tam
ortasında bağımsız bir Türk devletinin kurulmasında Avrupa, Rusya ve Asya
bölgelerinden gelen Türkçülük akımı ve birikiminin son derece önemli etkileri
olmuştur. Tarihi ve coğrafyayı iyi bilen Türkçüler ile birlikte hareket eden
Atatürk, merkez ülkede bağımsız Türk devletinin kurarken Türkçülük birikimini
en üst düzeyde değerlendirmesini bilerek hareket etmiştir. Türkçülük
kongrelerini düzenleyen Türkçü önderlerin Atatürk’ün hükümetlerinde bakan
ya da danışman olarak yer alması bu durumu göstermektedir. Yusuf
Akçura hem milletvekili hem de Tarih
Kurumu kurucu başkanı olarak, Atatürk’ün yanında yer
almıştır. Mahmut Esat Bozkurt, Yusuf
Kemal Tengirşek, Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi Türkçü liderler de hem milletvekili hem de bakan olarak gene Atatürk’ün
en yakın çalışma arkadaşları olmuştur. Bir anlamda Atatürk’ü yaratan ve onun
üzerinden Atatürkçülüğü, Türk ulusunu ve cumhuriyetini var eden siyasal birikim
haline dönüştüren, tarihten gelen Türkçülük akımı olmuştur. Türkçülük birikimi
Türk devletini yaratmış ve Atatürk bu siyasal birikimin kurucu önderi olarak
tarih sahnesine çıkmıştır. Böylesine iç içe geçmiş bir birliktelik, Türkçülük
ve Atatürkçülük akımlarını yan yana getirmektedir.
Cumhuriyetin
kuruluş yıllarında iç içe geçmiş olan Türkçülük ve Atatürkçülük akımları, daha
sonraki aşamada içine girilen soğuk savaş koşullarında birbirinden ayrılmak
zorunda kalmıştır. Rusya’da sosyalist bir rejimin kurulması üzerine, Türkçülük
akımı Rusya karşıtı emperyal devletlerin etkisi altına girmiş ve geçmişten
gelen Rus düşmanlığı üzerinden bir Sovyet ve sosyalizm karşıtlığına dönüşmüştür.
Atatürkçülük ise, daha çok Jön-Türklerin ve Balkan göçmenlerinin etkisiyle ,
laik devlet bekçiliğine dönüşerek Müslüman millet tabanından uzaklaşmış ve
zaman içerisinde bir devlet ve millet
karşıtlığı çelişkisine sürüklenmiştir. Aynı devlet ve milletin ulusal çıkarları
doğrultusunda kuruluş aşamasında yan yana olan Atatürkçülük ve Türkçülük
akımlarının soğuk savaş koşullarında birbirinden uzaklaşmasıyla Türkiye çok şey
kaybetmiş, antiemperyalist çizgide olması gereken Türkçülük akımı
anti-sosyalist bir çizgiye kaymış , Atatürk’ün temel ilkeler olarak belirlediği
altı ok anlayışından Türkçülük
uzaklaşarak daha milletçi bir yaklaşım ile Müslüman tabanın içinden sağ uca
doğru kayma eğilimleri göstermiştir . Atatürkçülük ise, laik kadrolar aracılığı
ile Müslüman kitlelerin uzağına taşınmış, devletçi bir sosyalizmin etkisi
altına girerken askeri rejimler
üzerinden darbeciliğin simgesi konumuna sürüklenmiştir. Türkiye’yi birlikte
yaratan Türkçülük ve Atatürkçülüğün dış
müdahaleler ve emperyal politikalar yüzünden karşı karşıya geldiği durumlar
olmuş, Türkçü kadrolar bazen laiklik ilkesi ile ters düşmüş, Atatürkçü
yönetimler ise Müslüman milletin hassasiyetlerinin dışında hareket ederek toplum içinde gerginliklerin yaratılmasına
sebep olmuşlardır. Ülke iç savaş amaçlı terör oyunlarına sürüklenirken Türkçü
ve Atatürkçü kadrolar karşı siyasal kamplara itilmişler ve iç
çatışmalarda birbirleriyle mücadele etmek gibi çok büyük yanlışlara
sürüklenmişlerdir. Türk devletini yaratan iki ana akımın karşı karşıya
getirilmesiyle, Türk devletinin önce zayıflatılması sağlanmış sonra da bölünme
süreci dıştan kumandalı bir biçimde hızlandırılmıştır.
Tarih
sahnesine çıkış süreçlerinin ortaya koyduğu gibi, Atatürkçülük ve Türkçülük
akımları ilk aşamada emperyalizme karşı
Türklerin, Türk boylarının ve sonunda Türk ulusunun kendini koruması ve savunması doğrultusunda gündeme
gelmiş olan iki ana siyasal akımdır. Emperyalizmin eskisinden daha güçlü bir
biçimde bir anlamda süper emperyalizm
olarak dünya uluslarının üzerine küreselleşme maskesi altında saldırdığı yeni
dönemde, Atatürkçülük ve Türkçülük akımlarının artık cumhuriyetin kuruluş
yıllarında olduğu gibi birlikte ve beraber hareket etmesi gerekmektedir. Solda
Atatürkçülük sağda Türkçülük ile Türkiye Cumhuriyetinin bir yerlere gidemeyeceği aksine, güç kaybederek dağılmaya
doğru sürükleneceği son yıllardaki gelişmeler ile doğrulanmıştır. Türk
toplumunun sağ kanadının liberal politikalar ile, sol kanadının ise sosyal
demokrat görünümlü neo-liberal politikalar ile teslim alınmasının önüne, ancak
eskisi gibi bir Türkçü ve Atatürkçü birlikteliği ile geçilebilecektir. Türkiye
Cumhuriyetinin ilelebet payidar kalabilmesi için , artık Türkçüler Atatürkçü, Atatürkçüler
de Türkçü bakış açısını anlamak ve bir ulusal dayanışma içerisinde her türlü
emperyal dış müdahaleye karşı ortak
hareket ederek ciddi anlamda bir vatan
savunması yapmak zorundadırlar. Türkiye
cumhuriyetinin ayakta kalabilmesi, bütün Türk dünyası için bir bağımsızlık
güvencesi olacaktır.
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder