ANKARA KALESİ
CUMHURİYET‘İN TEMEL İLKELERİ DEĞİŞEMEZ
Türkiye Cumhuriyeti koskoca bir yüzyılı geride bırakarak yüzüncü yıldönümünü kutlamaya yöneldiği bugünkü aşamada, geçmişten gelen bir yüzyıllık birikimin çağ değişimi gerçekliği karşısında, topluca ele alınarak geleceğe yönelen bir doğrultuda Türk ulusunun yeni hedeflerinin ortaya konulması gerekmektedir. Yaklaşık olarak son dönemde yaşanan çeyrek yüzyıllık geçiş aşamasında Türk ulusunun cumhuriyet devleti hakkında bazı yalan yanlış değerlendirmeler yapılarak, çağ değişiminden yararlanmaya çalışan bir fırsatçı bakış açısıyla gerçekler çarpıtılmaya ve böylece ikinci yüzyılına doğru emin adımlarla yürümekte olan Türkiye Cumhuriyeti ulus devletine egemen güçler ,ile emperyalist devletler ve bazı güç merkezleri kendi çıkarları doğrultusunda yön vermeye çalışmakta ve yeni bir dünya düzeni kurulurken, kendi çıkarlarına uygun düşecek yeni bir yapılanma modelini oluşturmaya çalışmışlardır. Bu yüzden de Atatürk Cumhuriyetinin kuruluşundan ileri gelen devlet modeli ile cumhuriyetin temel ilkelerine karşı çıkarak, ülkeyi kurucu iradenin tercihlerinin ötesine doğru bir yerlere çekmeye çalışmışlardır. Özellikle Sovyetler Birliği gibi bir büyük siyasal yapılanmanın dağılmasından sonra yeni dünya düzeni arayışları küreselleşme hedefleri doğrultusunda desteklenerek, Türkiye Cumhuriyeti devletine yeni bir yön verilmek için yoğun çalışmalar yapılmış ve bu doğrultudaki girişimler aracılığı ile de açıktan cumhuriyet karşıtlığı ya da daha da ileri gidilerek, düşmanlıkları örgütlemek için çaba gösterilmiştir. Böylesine bir yöneliş nedeniyle, Türkiye Cumhuriyeti bugün hem Türk ulusunun hem de dünya kamuoyunun önünde siyasal bir mesele olarak yeniden tartışma konusu yapılmaktadır.
Merkezi
coğrafyanın tam ortalarında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti, üzerinde kurulu
bulunduğu topraklar ve arazi parçasının dünya karaları üzerindeki konumu ile
ele alındığında, bilimsel kitaplarda anlatılan biçimde bir jeopolitik
değerlendirme kendiliğinden devreye girmektedir. Beş kıta üzerine kurulmuş olan
dünya karaları yapılanması ve buna uygun bir biçimde gündeme gelen dünya
devletleri haritası üzerinde bugünkünden farklı
yeni çalışmalar yapıldığı görülmektedir. Çeşitli siyasal merkezlerin,
dinci grupların, tarikat cemaatlerinin, büyük
şirketlerin ve alt kimlikli yeni uluslaşma projelerinin devreye sokularak, yeni
ortaya çıkan güçler dengesi çizgisinde, eskisinden çok farklı bir yeni bölge
haritası ortaya çıkartmak isteyen emperyalizm ve Siyonizm ittifakının orta
dünyada var olan yirmi iki devletin sınırlarının değişeceğini, ABD dışişleri
bakanı aracılığı ile ve gene bu yönde açıklamalar yapan eski ABD genel kurmay
başkanının bu bölgede on civarında yeni devlet kurulacağını açıklarken, bu
topraklar üzerinde kurulu bulunan devlet düzenlerinin bozulacağı gibi bir yeni
yaklaşımı yavaş yavaş ön plana çıkarmaktadırlar. Dünya tarihi incelendiği
zaman her dönemde farklı devletler düzeni ile karşı karşıya kalındığı
görülmektedir. Devletleşme olgusunun yaygınlık kazanmasıyla birlikte ilkel
toplum aşaması sonrasında, önce din devletleri daha sonra imparatorluklar ve
yirminci yüzyılda da ulus devletler tarih sahnesine çıkmışlardır. Şimdi de
gelinen son aşamada tekelci şirketler küresel imparatorluk oluşturmak
amaçlı çabalar gösterirken, diğer yandan
orta boy devletlerin daha da büyüyerek bölgesel hegemonya düzenleri oluşturmaya
çalıştıkları görülmektedir. Nitekim, iki kutuplu dünya düzeninin yıkılmasından
sonra yaklaşık olarak çeyrek yüzyılda, yeryüzündeki düzeni değiştirebilme
hedefine yönelik sıcak girişimler, olaylar ve dış müdahaleler birbirini
izlemektedir. Böylesi bir aşamada dünyanın ortalarında kurulmuş olan Türk
devleti asıl hedef olarak ele alınarak, siyasal, ekonomik ve bilimsel saldırılara
konu yapılmaktadır. Bu nedenle de Türkiye Cumhuriyeti anayasasının temel
maddeleri üzerinden saldırganlık geliştirilirken, açıktan cumhuriyet düşmanlığı
yapılmaktadır. Türkiye’nin asıl gündeminde olmayan bir anayasa değişikliği
dışarıdan dayatılarak devlet değişikliği istenmektedir.
Bütün
ülkelerin tarihine bakıldığı zaman anayasa meselesinin aslında bir devlet
sorunu olarak öne çıktığı görülmektedir. Şimdiye kadar yaşanan siyasal
dönemlerde dünya hegemonya kavgası doğrultusunda dünya ülkelerinde ve bunların
ötesinde daha geniş bölgelerde yeni siyasal oluşumlar ya da devlet projelerinin
devreye girdiği görülmektedir. Devir değişmesiyle birlikte her dönemin öne
geçen büyük devletlerinin, uluslararası hegemonya peşinde koşarken hem kendi
bölgelerinde hem de dünyanın öbür kıtalarında kendi merkezli yeni bir emperyal
güçlenme projesini gerçekleştirmeye yöneldiklerinde, arazi üzerinde eskiden
kalan devlet modelleri ile uğraşmaya başladıkları görülmektedir. Bu gibi
devletleri zamanla ya içeriden ya da dışarıdan hazırlanan senaryolar aracılığı
ile tarih sahnesinden silmek için her yola başvurduklarını, tarih kitapları
bugünün insanlarına anlatarak, bu çizgide geçmişten gelen bütün devlet
yapılanmalarının tehlike içinde olduklarını günümüz kuşaklarına
açıklamaktadırlar. Dünya haritası
üzerinde yer alan her devlet geçmişten gelen bir siyasal yapılanma olarak
kazanılmış haklara sahip olmakta ve
değişim sürecinin gündeme getirdiği yeni emperyalistlere karşı
devletler, hem bağımsız varlıklarını hem de kazanılmış bütün haklarını
uluslararası hukuka uygun bir biçimde koruma doğrultusunda, her türlü güvenlik
önlemlerini almak durumundadırlar. Değişen dünya konjonktürü çerçevesinde her
siyasal dönemin güç merkezleri geliştirdikleri siyaset ya da doktrinler
üzerinden kendilerini merkeze alan ve kendi ulusal çıkarlarına öncelik tanıyan
çeşitli yolları deneyerek ve kendi merkezleri üzerinden diğer devletlere dönük
yaklaşım biçimleri ortaya koyarak, milli bir savunma sistemi geliştirme yoluna baş
vurabilmektedirler. Yeni dönemlerin gündeme getirdiği farklı koşullar ve
ortamlarda eski devletler ayakta kalabilmek üzere savunma amacıyla ulusal ve
ülkesel savunma yöntemlerine baş vururlarken, kendi devletlerinin yapısına,
kuruluş modeline ve sahip oldukları siyasal doktrinlere uygun düşecek yol ve
yöntemler bularak, yollarına devam edebilmenin arayışı içine
girebilmektedirler.
Normal
koşullarda her devlet kendi siyasal yapılanmasına, her millet de kendi
değerleri üzerinden sahip olduğu değerlere ve zenginliklere sonuna kadar sahip
çıkmaya ve onları daha da geliştirerek, devletlerarası rekabet düzeninde diğer
devletleri geride bırakarak, tüm yarışma konularında en ön planda yer
alabilmenin mücadelesini vermektedirler. Bu çizgide her devletin kuruluş modeli
ve bunun arkasındaki kurucu iradenin, devletlerin geleceği açısından fazlasıyla
rolü bulunmaktadır. Tarihsel dönemeç üzerinde ortaya çıkan özel durumlar,
kalıcı bir potansiyele dönüşebilmek üzere iç dinamikler aracılığı ile
evrilirler. Özellikle devrimler, reform dönemleri ya da geçiş aşamaları
sırasında ortaya çıkan durumlar çok karışık olabilir, birbiriyle çelişkili
gelişmeler gösterebilir ya da çeşitli alternatif gelişmeler karşısında kalıcı
olamayabilir. Bu yüzden her dönemin siyasal iktidarı, geleceğe yönelik değişim
rüzgarları karşısında daha dikkatli davranarak, o dönemin koşullarına uygun
ilke ve esasların bir araya getirilmesiyle oluşturulan sistematik bütünlüklü
bir politika aracılığı ile, her türlü saldırı ve yıpranmaya karşı kendini
korumaya ve bu arada da uygulama alanında gündeme gelen ya da kendilerinin
getirdikleri ilke ve esasları geliştirerek bütünsel bir model geliştirmeye ve o
modelin çatısı altında gelecek dönemlerde de var olabilme doğrultusunda
kurumlaşmaya önem vermektedirler. Böylesine bir modelleşme oluşumu ile daha
başlangıçta kendisini yeni bir model olarak öne çıkaran değişim programlarının
dışarıdan dayatılması gibi saldırılara karşı, öncelikli bir kurumlaşma programı
ile kendisini yenileyerek siyaset alanında
kurumlaşabilen yeni siyasal yapılanmalar, değişim rüzgarları ile dönüşüm
programlarına karşı direnebilme şansına sahip olabilecek derecede güçlendikleri
için zamanla toplumsal tabana yönelik
konsalidasyon programları ile kurumlaşma süreçlerinde daha hızlı hareket edebilmektedirler.
Gelmekte olan yeni siyasal dönemin iktidar sahiplerinin var olan kamu düzenini
bozmaya ya da değiştirerek dönüştürmeye yönelik girişimlerine karşı, kurumlaşan
siyasal devlet modellerinin sert direnişler göstererek ve zaman içinde değişen
koşullar doğrultusunda kendini yenileyerek ve modellerini gözden geçirip
güncelleştirerek yola devam edebildikleri görülmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti yirminci yüzyılın başlarında kurulmuş, birinci dünya savaşı sonrasında var olabilmek için bir ulusal kurtuluş savaşı vermiş ama daha sonraki aşamada ikinci dünya savaşı depreminde ayakta kalarak varlığını korumasını bilmiştir. Dünya değişirken, batının kapitalist dünyasına karşılık doğunun sosyalist dünyasını ortaya çıkaran uluslararası gelişmeler, daha sonraki aşamada sosyalist sistemin de dağılmasını gündeme getirirken, Türk devletinin çevresinde çok büyük gelişmeler meydana gelmiştir. İkinci kutup olarak ortaya çıkan Sovyetler Birliği gibi bir dev yapılanmanın çöküşü ile birlikte on beş devlet bağımsız olmuş ve Türkiye devletinin çevresindeki geçmişten gelen yapılanmalar tümüyle çökmüştür. Bunun üzerine büyük bir bölgesel federasyonun yıkılması sonrasında bu alanda var olan küçük ve orta boy devletler siyasal boşluğa doğru sürüklenmişlerdir. Bu aşamada Avrupa Birliği doğuya açılarak Hristiyan doğu devletlerini sınırları içine almaya çalışarak, Sovyetler Birliğinin yerine Avrupa Birliğinin geçmesine çalışmış ama yeni dönemde batı dünyasından gelerek bölgeye yerleşen İsrail ve onun büyük kurucusu olan Amerika Birleşik Devletleri, Rusya Federasyonu ile birlikte Avrupa Birliğine de karşı çıkarak merkezi coğrafya alanında hegemonya yarışına yeniden kalkışmışlardır. Eski Sovyet cumhuriyetleri Rusya ve Avrupa Birliği arasında paylaşılırken tam ortada kalan Türkiye sağdan ve soldan, ya da doğudan ve batıdan veya kuzeyden ve güneyden gelen çeşitli siyasal rüzgarların saldırısına uğramıştır. Merkezi coğrafyanın tam ortasındaki merkez ülke olarak Türkiye bütün yönlerden estirilen siyasal rüzgarlara karşı hedef haline getirilerek ve de parçalanarak çökertilme senaryosuna alet edilmek istenmiştir. Böylece, küreselleşme görünümünde yeni bir emperyalist saldırıya kalkışan batılı büyük devletlerin çekişmeleri, Türkiye’yi belirsiz bir geleceğe doğru sürüklerken, Türk devleti en büyük şansı olan kurucu önder Atatürk’ten Türk ulusuna siyasal miras olarak bırakılmış olan Türkiye Cumhuriyeti kendi devlet modeline sıkı sıkıya sarılarak ayakta kalabilmenin mücadelesini vermiştir. Her yönden estirilen yıkıcı ve dağıtıcı siyasal rüzgarlara karşı, Türkiye Cumhuriyeti kendi anayasasının başlangıç kısmında giriş hükümleri olarak konulmuş bulunan tam bağımsız, ulusal, laik ve üniter devlet modeli ile Türklerin çağdaş cumhuriyet düzeni korunarak tüm rüzgarlara karşı direnilmiştir.
Atatürk
ilkeleri adı verilen cumhuriyetin temel ilkeleri belirli bir sistematik
bütünlük içerisinde T.C. Anayasa’sının giriş bölümüne kurucu irade tarafından
yerleştirildiği için Türk devletinin eskisi gibi ve kuruluş modeli ile var
olarak yola devam etmesi sağlanmıştır. Küreselleşme dönemi ile birlikte güncel
alana getirilen cumhuriyetin temel ilkeleri bugün T.C. Anayasası ile hem
varlığını sürdürmekte hem de Türk devleti ile Türk milletinin büyük değişim
aşamasında çökertilmesini önlemektedir. Çeyrek yüzyıllık küreselleşme sürecinde
Türkiye Cumhuriyetinin tasfiye edilebilmesi için bütün yolları deneyen emperyalizm ve Siyonizm,
küresel şirketlerin çıkarları doğrultusunda yeni bir emperyalist düzen
oluşturabilmenin çabası içerisine girdikleri aşamada, Türk devletini merkezi
coğrafyanın tam ortasında büyük bir engel olarak görmüşler ve önce yıkıcı sonra
da yapıcı siyasetlerinde Türklüğün geçmişten gelen büyük siyasal ve tarihsel
birikimi görmezden gelinerek, Atatürk Cumhuriyetini ortadan kaldırabilecek iç
ve dış ittifaklara girmişlerdir. Kurucu önder Atatürk önce bir Türk vatanseveri
olarak sonra da bir askeri otorite olarak, iki cihan savaşı arasında Türklüğün
yüksek yapılanması olarak, bugün Kemalist Cumhuriyet adı verilen Atatürkçü
devlet modelini uygulama alanına getirmiştir. Türklerin tarihin dönemeç
noktasında kurdukları çağdaş cumhuriyet rejiminin herhangi bir devlet
olmadığını ve sahip olunan jeopolitik ortam ve dengelerde gerçekçi bir biçimde
kurularak bugünlere erişebilmesi açısından, bu devlet tarih, coğrafya ve
jeopolitik bilimlerinin ana ilkelerine uygun bir doğrultuda örgütlenmiştir. Son
dönemlerde ortaya çıkan ve yaşanmakta olan değişim süreçlerine karşı, Kemalist
Cumhuriyet tam bir savunma mekanizması oluşturarak yıkılmadan bugünlere kadar
gelmiştir. Şimdi gelinen yeni noktada bir devlet meselesi olarak, Anayasa
konusu ile Türk devleti tarihin derinliklerine gönderilmek istenmektedir ama tüm
saldırı ve çabalara rağmen ayakta kalarak bugünlere gelen Türk devleti, Atatürk
modeli ile yoluna devam edebilmektedir.
Yirmi birinci
yüzyılın ilk çeyreğinde dünya başka yönlere doğru savrulurken, Türkiye’ye de
yansıyan yeni dünya düzeni arayışları giderek siyasal alanda etkilerini
artırdıkça, Türkiye’nin Kuvayı Milliye hareketinden gelen devlet modeli ile
ilgili tartışmalar artmakta ve bu siyasal modele son vermek ya da uygulama
alanından kaldırmak üzere çeşitli siyasal girişimler ile Türk kamuoyu karşı karşıya
gelmektedir. Türklük ve Türkiye karşıtı kesimlerin emperyalizm, bölücülük, etnikçilik
ya da dincilik gibi bugünkü devlet modelini ortadan kaldırabilecek politikaları
her fırsatta gündeme getirmeleri yüzünden, Atatürk cumhuriyetinin önü kesilmeye
çalışılmaktadır. Cumhuriyetin ilk yılları ve kuruluş döneminde siyasal rejimin
temelleri atılırken, gelecekte ülkenin karşısına çıkabilecek her türlü olumsuz
durum ve gelişmeler dikkate alınarak ve devletin her türlü tehdide karşı
kendini koruyabileceği bir sistem geliştirilerek, devletin ve milletin
güvenliği temin edilebilecek bir model ile Anadolu yarımadası üzerinden, Türk
devletinin ve milletinin güvenlikleri sağlam bir düzene oturtulmaya
çalışılmıştır. Dünyanın tam ortasında yeni bir devlet kurulurken o dönemin iki
kutuplu dünya düzeni dikkate alınmış ve bu doğrultuda iki kutbun arasında
kalmak gibi bir dönem dikkate alınarak çağdaş cumhuriyetin temeli sağlam
atılmaya çalışılmıştır. Bir tarafta batı dünyası diğer tarafta doğu dünyasının
yeni sosyalist bloku yan yana gelirken, iki blok arasında kalarak kurulan
Türkiye Cumhuriyeti güney bölgesinde de yer alan Müslüman devletler ile
çevrelenmiştir. Böylece üç dünya arasında Atatürk bir merkezi devlet modeli
yaratarak, cumhuriyet ilkeleri üzerinden bu yapılanmayı güvence altına almaya
çaba göstermiştir. Böylece üç dünya düzeni ortasında bir merkezi devlet olarak
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu gerçekleştirilmiştir.
Cumhuriyetin
temel ilkeleri ile üç dünya arasında kurulan Türk devletinin merkezi bir devlet
modeli olmasını sağlayan Atatürk önderliğindeki kurucu kadro bir doğu ve batı
sentezi yoluna giderken, ülkenin güneyinde yer alan İslam dünyasını da dikkate
alarak laik devlet ile birlikte Müslüman milletin birlikte yaşayabileceği,
çağdaş bir siyasal sentezi Türk modeli cumhuriyet yapılanması aracılığı ile
uygulama alanına getirmeye çalışmıştır. Çağdaş Avrupa medeniyetini yaratan
Fransız devriminden gelen laiklik, milliyetçilik ve cumhuriyetçilik bir elmanın
yarısı olarak benimsenirken, elmanın diğer yarısında da Sovyet devriminden
gelen devletçilik, halkçılık ve devrimcilik ilkelerini kabul ederek, bir Orta
Asya geleneğine dayanan ayrı ayrı oklar olarak sistemin bütününe dahil edilmeye
çalışıldığı gözlemlenmiştir. Fransız devriminden gelen üç ok aracılığı ile batı
dünyasına yüzünü dönen yeni Türk devleti, Rus devriminden gelen üç ayrı ilkeyi
de dünya dengeleri çerçevesinde doğu blokuna yönelik bir yeni diyalog ya da
denge arayışı olarak benimsedi devletcilik, halkçılık ve devrimcilik ilkelerinin resmen benimsenmesine rağmen, bu
ilkeler doğrultusunda bir doğu örgütlenmesi olan Sovyetler Birliği’ne dahil
olacak bir arayış ya da buna benzer bir girişim
yirminci yüzyılın koşullarında Türkiye tarafından hiçbir zaman denenmemiştir. Türk devleti yirminci yüzyılda
çağdaş dünyaya açılışını batı bloku üzerinden gerçekleştirmiş ama dünyanın öbür
yarısını da dışlamamak için, Sovyet devriminin temel ilkeleri olarak
devletçilik, halkçılık ve devrimcilik kavramlarını altı ok sentezinin ikinci
yarısı olarak benimsemiştir. Bu aşamada dünyanın ortasında bir merkezi devlet sentezi
ile ortaya çıkan Türk devleti, aynı zamanda içinden geldiği İslam dünyasına da
yakın durarak çağdaş batı uygarlığının İslam dünyasına da taşınması için
gerçekçi çabalar göstermiştir. İşte bütün bu gelişmeler ve ortaya çıkan yeni
durumlar çizgisinde Atatürk’ün merkezi devlet modeli çağdaş bir cumhuriyet
yapılanması aracılığı ile orta dünyaya getirilmiştir. Doğu ve batı modelleri
orta dünyada merkezi ve siyasal yapılanmaya yönlendirilirken, aynı zamanda bir
de merkezi devlet modeli ortaya çıkarak uygulama alanında yer edinmiştir. Çeşitli
olayların birbirini izleyerek orta dünyaya yönelik yansımaları öne çıkarırken, Türk
devletinin modeli ve yönü belirginleşmeye başlamış ve sonraki yıllarda bir orta
dünya devleti olarak bütün bölgenin istikrarı ve güvenliği doğrultusunda, yeni
siyasal yapılanmaları merkezi alanda öne geçmiştir. Bu doğrultuda konu
bütünüyle ele alındığında, bu iki konu hukuken anlam kazanarak rejim açısından
vazgeçilmez bir öneme sahip olmuştur.
Bütün
devletlerin hukuki kimliğini temsil eden tüm anayasalarda devletlerin ve buna
bağlı hukuk düzenlerinin güvencesi olarak, bazı özel maddeler ya da bölümler
yer alabilmektedir. Dünya anayasaları bu açıdan incelendiği zaman, her devletin
kendi jeopolitik konumundan ileri gelen bazı özel durumların ya da özelliklerin
anayasa metinlerine geçirilerek ve bunlara hukuk açısından güvence sağlanarak,
devlet yapılarının zamanla aşınması ya da yozlaşması gibi olumsuz durumların
öncelikle önlenmesi için önlemler alınabilmektedir. Türk anayasa sisteminde bu
alanda iki ayrı düzenleme yapılmıştır. Öncelikle anayasanın başlangıç bölümünde
ifade edilen genel esaslar ile devletin şekli, cumhuriyetin nitelikleri, devletin
bütünlüğü ve merkezi yapılanması dile getirilmekte ve bir ulus devletin
vazgeçilemez özellikleri olarak resmi dil, bayrak, milli marş ve başkent açıkça
belirtilerek kurulmakta olan yeni devlet yapılanmasının temel taşları vurgulanmıştır.
Bu genel ilkeler, devlet kurucu iradenin yapmış olduğu sentezin uzantısı olarak
anayasanın başlangıç kısmında açıkça vurgulanmıştır. Anayasa açısından önemli olan devletin varlığını ve geleceğini
güvence altına almak olduğu için, devletin kuruluş modeli ile ilgili olan bütün
koşulların anayasa metni ile her türlü tecavüz ve saldırılara karşı korunması
gerektiğinden ya anayasanın başlangıç hükümleri ile ya da anayasanın ilgili
maddeleri aracılığı ile anayasal güvence
altına alınacak, yani bir anlamda hukuksal garanti altına alınacak olan devlet
ve siyasal rejimin temel ilkelerinin topluca korunması işi, böylece anayasa
metninde bu ilkelere yer verilerek resmi bir koruma düzeni altına alınmaktadır.
Anayasa metni ile resmen koruma sistemi devletlerin siyasal ve hukuki
rejimlerinin devamlılığının sağlanması açısından uygulamada zorunlu olmaktadır.
Dünyadaki
siyasal sistemler incelendiği zaman bütün devletlerde az çok birbirine benzeyen
koruma ve güvence altına alma yaklaşımlarının, fazlasıyla anayasa metinleri
üzerinden gündeme getirildikleri görülmektedir. Her devlet dünya sahnesine
çıkarken kendisini güven altına alacak siyasal ve hukuki önlemler ile birlikte
varlığını ilan etmektedir. Bu çizgide her devlet kendi hukuksal varlığı ile
birlikte bunun dayalı bulunduğu ilkeler ve özel durumları da kendi sistemi
içinde koruma altına alarak geleceğe doğru gidişini güvenceye alabilmektedir.
Bu açıdan her devletin dayandığı temel ilkeler ile birlikte özel durumları
yansıtan yasal düzenlemeler de anayasal düzen içinde ayrı yasalarla sistemin
bütünü içine dahil edilerek ve toplu bir koruma sistemi oluşturularak
saldırılara karşı daha güçlü savunma ya da koruma olanakları yaratılmaya
çalışılmaktadır. Anayasal güvence sistemleri ile hukuki koruma mekanizmaları
sistem içindeki koruma ya da kollama yasaları aracılığı ile devreye
sokulabilmektedir. Bu açıdan devlet modelinin ve buna dayanan anayasal ya da
yasal sistemlerin birbirlerini etkileyerek, ya da her açıdan tamamlayarak korunması
gereken bir bütünlük ortaya çıkarması hedeflenmektedir. Bu çerçevede devletler
arası rekabet ve çekişme döneminde her devlet birbirinin kuyusunu kazabilir ve
bu doğrultuda her türlü siyasal ya da hukuksal saldırılara kalkışarak bu gibi
amaçlar için resmen yıkıcılık yapabilmektedirler. Türkiye Cumhuriyeti devleti
bugün kurulu olduğu topraklar üzerinde varlığını sürdürürken, içinde bulunduğu
bölgenin yeniden yapılanmasını hedefleyen bir çok emperyalist ve Siyonist plan
ve projelerle mücadele ederek, ayakta kalabilmek için cumhuriyetin temel
ilkeleri olarak adlandırılan anayasal
sistem içinde, ilk dört madde ile özetlenen başlangıç ilkeleri ve gene
anayasanın bir başka maddesi ile güvence altına alınan, devrim yasaları
devletin ve hukuk kurumlarının bu gibi düzenlemeleri, bütünüyle ele alarak
koruması gerektiği açıkça kamuoyuna yansımaktadır. Anayasal koruma altındaki
devrim yasalarının yasal güvence altına alınmaları da tıpkı başlangıç hükümleri
ile ilgili düzenlemeye benzemektedir. Sırası ile ele alınırsa, Öğrenimin
birleştirilmesi yasası, Şapka kullanılması hakkındaki yasa, Tekke ve
zaviyelerin kapatılması ile ilgili yasa, Medeni nikah ile evlenilmesi
hakkındaki yasa, Uluslararası yazı, rakam, usul, saat ve takvim kullanılması
hakkındaki yasa, Türk harflerinin kabul ve uygulanması ile ilgili yasa, Lakap
ve ünvanların kaldırılması ile ilgili yasa, Bazı kisvelerin giyilemeyeceğine
dair yasa, topluca korunma altına alınmıştır.
İlk dört madde
olarak adlandırılan başlangıç hükümleri ile birlikte Devrim Yasalarının da aynı
anayasa metni içinde belirtilerek koruma altına alınması, Türkiye Cumhuriyeti
devlet modelinin korunması açısından, şimdiye kadar gerekli olan koruma ve
savunma mekanizmalarını işletmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin çağdaş uygarlık
düzeyine ulaşarak bugünkü dünya düzeninin önemli bir devleti düzeyine
gelebilmesi için hem anayasanın başlangıç maddesinde belirtilen temel ilkeler, hem
de ilgili maddenin içeriğinde gene anayasal güvence altına alınan devrim
yasalarının birlikte anayasa metni aracılığı ile korunması, cumhuriyet düşmanı
ya da karşıtı merkezlerin saldırılarını önlediği gibi, genel bir koruma düzeni
içerisinde de bu ilke ve yasaların beraberce cumhuriyetin daha da ileri
gidebilmesi doğrultusunda, gerekli olan ortam ve koşulların birlikte
sağlanmasına katkıda bulunmaktadır. Ülkede ulusal birliği ve beraberliği
tehlikeye sokabilecek herhangi bir durum ya da gelişmeye karşı devrim yasaları
anayasal güvence altında gündeme getirilerek, toplumda geçerli olan kamu
düzeninin muhafaza edilmesi için, gerekli olan önleyici önlemlerin alınabilmesi
mümkün olabilmektedir. Türkiye’de bir Ortaçağ kalıntısı olan padişahlık
düzenini kaldırarak yerine bir ulusal cumhuriyet düzeni kuran Kemalist devrim,
modern çağa geçişi sağlarken çağdaş hukukun ve siyasal gelişmelerin her türlü
yeniliklerinden yararlanmasını bilmiştir. Türkiye bu hali ile İslam ülkeleri
içinde en modern devlet haline gelirken, aynı zamanda da ilk kez bir cumhuriyet
devletinin İslam ülkeleri içinde kurulmasını gerçekleştiren ilk devlet
olmuştur. Dünya devletleri gelişme ve kalkınma yollarında yarışa kalkışırken,
Türkiye devleti cumhuriyetin temel ilkeleri ve Devrim Yasalarının kendisine
sağlamış olduğu hareket sahası içinde, fazlasıyla başarılı bir yön izleyerek
bugünlere gelebilmiştir. Türk anayasasının ilk dört maddesinde belirtilen
cumhuriyetin temel ilkelerinin hem değiştirilmesi hem de değiştirilmesinin teklif
dahi edilemeyeceğinin dördüncü madde de belirtilmesi, T.C. Anayasasının sert
bir anayasa olduğunu göstermekte ve devletin yapısını değiştirmek isteyen
siyasal kesimlere karşı anayasa da kesin bir durum ilan edilerek, herhangi bir
girişimde bulunmamaları gerektiği teklif dahi edilemez biçiminde katı bir önleyici
statüye kavuşturulmaktadır.
Dünya
anayasaları incelendiği zaman birçoğunda değiştirilemez maddeler bulunduğu ve
bu gibi düzenlemelere yer veren ülkelerin de jeopolitik konumları gereği
anayasal düzenlemelerle kendilerini sıkı sıkıya bağlı hissettikleri
görülebilmektedir. Bu konuda örnek aranırsa, ABD Anayasasının cumhuriyetçi
yönetim zorunluluğu getirdiği, Brezilya anayasasının federal yapı ve temel
haklarda değişikliğe izin vermediği, Fransız anayasasının ülkenin bölünmez
bütünlüğüne önem vererek cumhuriyet rejiminin hiçbir biçimde değiştirilemeyeceği,
Alman anayasasında insanların onur ve haysiyetine dokunulamayacağı ve
Almanya’nın sosyal bir federal devlet olduğu, Portekiz anayasasının ulusal
bağımsızlık ile devletin birliği ve laikliğin korunması gerektiğini, Yunanistan anayasasının kuvvetler ayrılığı ile
cumhuriyetin bağımsızlığını, Romanya anayasasının üniter yapı resmi dil ve
cumhuriyetin değişmeyeceği, Norveç anayasası ise anayasa ilkelerine aykırı yasa
çıkartılamayacağını, Kazakistan anayasasında üniter devlet ve cumhuriyet
rejiminin değiştirilemeyeceğini, Rusya anayasası insan hakları ve federasyon
devletinin korunması gerektiğini, Türkmenistan anayasası cumhuriyet rejiminin
değişemeyeceğini, Çin anayasasına göre sosyalist rejimin değişmeyeceğini, İran
anayasası resmi din ve mezhep uygulamasının korunacağını, Ermenistan anayasası
demokrasi ve serbest seçimlerin korunacağını, Tunus anayasası cumhuriyet
rejiminin değişmeyeceğini, Ruanda anayasasında üniter yapı demokrasi ve
cumhuriyetin korunacağını, Mali anayasası üniter devlet ile sekülarizm ve
cumhuriyetin korunacağını, Azerbaycan anayasası temel insan haklarına
dokunulamayacağını ve İtalyan anayasası ise cumhuriyet rejiminin
değiştirilemeyeceğini anayasal metinler içinde açıklayarak, ancak bu tür düzenlemelerle kendi
devletlerinin ayakta kalabileceğini, değiştirilemeyecek sert anayasalar
aracılığı ile dünya kamuoyuna yansıtmaktadırlar. İki yüzden fazla devletin
bulunduğu dünya haritasında yer alan devletlerin dörtte birinden fazlası yani
elliden fazla ülke devletleri korumak için değişmeyen sert anayasalar yaparak
ortaya çıkmışlardır.
Türkiye
anayasasının birinci maddesinde devletin bir cumhuriyet olduğu ilan
edilmektedir. İkinci maddede cumhuriyetin nitelikleri sayılırken toplumun
huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmektedir. Üçüncü
maddede Türkiye devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu ve
resmi dilinin Türkçe olduğu açıklanmaktadır. Bayrağı yasada belirtilen beyaz ay
yıldızlı al bayraktır. Milli marşı İstiklal marşıdır. Başkenti Ankara’dır. Dördüncü
maddede ise anayasanın bu üç maddesinin değiştirilemeyeceği ve bunun teklif
dahi edilemeyeceği açıkça belirtilerek ve Türk devletinin anayasası
sertleştirilerek, en üst düzeyde devlet ve cumhuriyet rejimi için katı bir
koruma sağlanmaktadır. Dünyanın birçok ülkesinde değişmeyecek kalıcı maddeler
içeren anayasalar aracılığı ile birçok devlet kendi kamu düzenini ve toplumsal
yapısını korumaya çalışırken, Türkiye’de bir sert anayasaya sahip olan devlet
olarak kritik yapısının gelecekte kendisi için siyasal çıkmazlar yaratmasına
izin vermeyerek, anayasal korumaya yasal metinlerde yer vermiştir. Türk devleti
açıktan laiklik, üniter yapı, ulus devlet, Türk düşmanlığı, cumhuriyet
karşıtlığı, devlet düşmanlığı, halk karşıtlığı gibi çeşitli yönlerden yapılan
saldırılar ile uğraşarak ve bunların önünü keserek bugünlere kadar
gelebilmiştir. Altı ok ile ifade edilen cumhuriyetin temel ilkeleri ile sekiz
yasadan meydana gelen devrim yasaları da cumhuriyet devriminin
tamamlayıcılarıdır. Yirminci yüzyılın başlarında ulus devletlere giden yol
Cumhuriyet devrimleri ile açılınca, ulus devletler ile cumhuriyet rejimleri
aynı dönemde beraberce gündeme getirilerek, Ortaçağ kalıntısı olarak görülen
imparatorluklardan uzaklaşılan ve ulusal cumhuriyetlere doğru yol alan yeni bir
döneme girilmiştir.
İçinde
bulunduğu koşullar nedeniyle, Türkiye Cumhuriyeti kurulurken kurucu kadro sert
anayasa anlayışı doğrultusunda hareket ederek, cumhuriyet rejimi ile ikinci
maddede birlikte yer alan cumhuriyetin nitelikleri de Türkiye Cumhuriyeti’nin
değiştirilmez ve de bu konuda teklif dahi yapılamaz biçimindeki, sert korumalı
bir anayasal düzenlemeye kavuşturulmuştur. Türkiye’de Atatürk döneminden bu
yana uygulama alanına getirilmiş olan anayasaların değişmez maddeleri aracılığı
ile sertleştirilmiş koruma düzenine kavuşturulması, devletin güvenliği ve
geleceği açısından çok yararlı olmuştur. Yıllarca emperyalist devletlerin
saldırıları ile uğraşmak ve kendini bunlara karşı korumak durumunda kalan Türk
devleti, bugün gelinen noktada sertleştirilmiş anayasa metinleri ile
geliştirilen hukuki korumanın sağladığı olanaklardan yararlanarak, bugüne kadar
bir güvenlik devleti olarak konumunu koruyabilmenin başarısını elde etmiştir. Türk
ulusu bugünkü tam bağımsız, ulusal, üniter, merkezi, laik bir sosyal hukuk
devleti modeline uzun süren bir ulusal kurtuluş savaşı sayesinde
erişebilmiştir. Türk ulusuna böylesine önemli bir kazanım sağlayan büyük önder
Atatürk’ün askerlikten gelen vatan savunması anlayışı, onu cumhuriyetin
ilkeleri ve modeli konusunda hassas bir önder konumuna getirmiştir. Dünyanın
ortasında gerçekleştirmiş olduğu milli bir senteze dayanan devlet modelinin, zamana
karşı dayanması ve her türlü saldırıya karşı kendini koruyarak yoluna devam
edebilmesi için, cumhuriyetin temel ilkeleri ve yasalarına bağlı kalınması gerekliliği
doğrultusunda yeni bir yön çizmiş ve Türk ulusuna böylesine büyük bir siyasal
birikimi siyasal bir miras olarak bırakmıştır. Cumhuriyet yüzüncü yılına
girerken, yeniden bir var olma ve yola devam etme sınavını vermek durumunda
kalmıştır. Her türlü zorluklara rağmen bütün engelleri aşarak yirmi birinci
yüzyıla gelen Türkiye Cumhuriyeti, önümüzdeki dönemde de cumhuriyetin değişmez
ilkeleri ile birlikte devrim yasalarını da koruyarak ve bunların değiştirilmesine
karşı koyarak mücadelesini sürdürecek ve hak ettiği onurlu bir var olma
düzenine kavuşacaktır. Türkiye’de Cumhuriyetin geleceği, temel ilkelerinin korunmasına
ve devlet yapılanmasının değişmemesine bağlıdır. Cumhuriyetin yeni kuşaklarına
bu doğrultuda önemli görevler düşmektedir. Türk ulusu önümüzdeki dönemde genç
kuşaklarıyla bütünleşerek bu doğrultuda geleceğin mücadelesini de kazanacak ve
temel ilkeler korunacaktır.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder