25 Nisan 2024 Perşembe

SOVYET RUSYA’NIN OLUŞUMU - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

ANKARA KALESİ 

SOVYET RUSYA’NIN OLUŞUMU 

     Uluslararası alandaki son gelişmeler merkezi coğrafya da gerginliklere sebep olurken, Türkiye’de bir bölge ülkesi olarak sıcak çatışmalar ve savaşa yönelen önemli gelişmeler ile karşı karşıya gelmiştir. Bir kısmı sınırların içinde diğer kısmı ise ulusal sınır boylarının dışında kalan bu sıcak sorunların, zaman içinde ortaya çıkan yeni koşullardan etkilenerek, yeni sorunların ortaya çıkmasına neden olduğu görülmekte ve bu yönde ortaya çıkan durumları gerçekleştirerek dünya tarihinin belirli yönlere doğru gelişmeler gösterdiği anlaşılmaktadır. Tarih denen sürecin zaman içinde değişim geçirmesine yol açan yeni koşullar ve gelişmeler dünya tarihini belirlerken aslında insanlığın ve de insan topluluklarının da geleceğini belirlemektedir. İnsanlık tarihi genel olarak ele alındığında, bu tür durumlar ve sorunların değişen dönemlerle birlikte ortaya çıktığı görülmektedir. Dünya tarihi incelendiği zaman tarihsel olayların ve gelişmelerin birbirlerini izleyerek gündeme geldikleri ve bu doğrultuda büyük devletler ve güçler tarafından izlenip yönlendirilerek belirli hedeflerin seçildiği ya da bu yönlerde oluşturulan siyasal gelişmeler çizgisinde gerçekleşme aşamalarını geride bırakarak, insanlığın gelişiminde kalıcı adımların atılmasında, önde gelen bir etkinlikler sağladığı görülebilmektedir.

Rusya, bugünün dünya haritasında yer alan en büyük devletlerden birisi olarak her zaman insanlığın geleceğinde önde gelen bir yere sahip olmuştur. Bir başka açıdan insanlığın kaderini belirlemekte olan tarihsel süreçte, en önde gelen büyük devletlerden birisi olmuştur. Bu açıdan konu ele alındığında beşinci yüzyılda ortaya çıkmış bir Rus devletinin yirminci yüzyıla kadar geçirdiği değişim ve aşamaların birbiri ardı sıra geldiğini ve birbirine bağlılık çizgisindeki ilerlemelerin, bu büyük devlet ile birlikte sınırları içinde yaşayan halk kitleleri ile birlikte  yeni dünya düzenlerinin ortaya çıkış evrelerinde etkinlik sağladıkları görülmektedir. Bugünkü Rus devletinin üzerinde kurulu bulunduğu toprakların hem Avrupa hem de Asya ayakları bir arada bütün Rusya ülkesinin hem topraklarını hem de devlet örgütlenmesini kapsayan bir genişlik içinde uzanıp gittiği görülmektedir. Beş yüz yıllık bir geçmişten gelen büyük Rusya devleti, Rus halkının uzanıp giden zorlu yaşam mücadelelerinin sonucunda tarih sahnesindeki yerini almıştır. Onuncu yüzyıl yıllarında tarih sahnesine çıkan Rus halkları daha sonraki aşamalarda öne çıkarken, on beşinci yüzyılın başlarından itibaren, bugünkü Ukrayna devletinin başkenti olan Kiev isimli eski bir Türk devletinin çatısı altında bir araya gelerek, o dönemde etkin olan Hazar imparatorluğunun sınırları içinde toparlanmaya yönelmişlerdir. Beşinci yüzyıllarda tarih sahnesine çıkmış olan Rusların, onuncu yüzyıla doğru bir imparatorluk oluşturmaya yönelmelerinde, Hazar devletinin çöküşünün önemli boyutlarda rolü olmuştur. Onuncu yüzyıl döneminde Kiev’in başkent olarak kurulduğu Rus devletinin daha sonraki yıllarda bir dönem Asya’dan gelen Moğol ordularının yönetimi altına girdiği ama daha sonraki yıllarda bu büyük ordunun gerekli olan nüfus yapılanmasını kurarak kalıcı bir büyük devlet kuramaması yüzünden Moğollar ile Ruslar uzun süre savaşarak birbirlerinin güçlerini kırmışlardır. On ikinci yüz yıldan on beşinci yüzyıla kadar üç yüz yıllık bir dönemde Rus toplumu üzerinde egemen olan Moğolların daha sonraki aşamada geri çekilerek bir Asya tipi siyasal yapılanmaya yönelmeleri nedeniyle Moskova şehrini merkez ilan eden Ruslar, hızla kendi devletlerini kurarak dünyanın önde gelen büyük devletleri ile bir medeniyet yarışına girişmişlerdir. Moskova devleti hızla yükselirken ortaya çıkan yeni yapılanma döneminde Romanovların kalkınma çabalarına karşı ülke içinde karışıklıklar birbirini izlemiş ve bu yüzden Rus devleti içine kapanık bir dönem içinde gelişme ve ilerleme şanslarını yerinde kullanamamıştır. Böylesine bir süreç içinde aydın ve entellektüel kadroların yönetiminde Rusya yirminci yüzyıla gelmiştir. Batı ülkelerinde görülen kapitalist gelişmelere karşı devrimci ve sosyalist hareketler burada tepki olarak gelişmişlerdir.

Avrupa kıtasındaki sosyalist hareketlerin hızla yükselmesi çevreye dönük tepkilere yol açarken, Almanya merkezli bir dünya sosyalist hareketinin dünya çapında örgütlenmesi öne çıkmış ve bu doğrultuda dünya sosyalist birikimi Berlin merkezli bir siyasal yapılanma yerine Moskova merkezli bir başka oluşumun içine girmiştir. Amerikalıların destekleriyle güçlenen Japonya ordusu batılı ülkelerin Avrupa üzerinden geliştirdikleri saldırıların sonuç vermemesi üzerine, Rusya merkezini Asya toprakları üzerinden hedef olarak seçince, Rus Çarlığı iflas etmiş ve dünyanın en büyük toprakları üzerindeki Rus devleti, böylesine bir çöküntü olayının sonucunda yok olmuş ve Rusya ülkesi uzun süre yönetimsiz kalınca, Rusya’daki burjuva sınıfı ülkeyi kurtarmak üzere hiçbir girişimde bulunmamıştır. Bunun üzerine ABD’nin en önde gelen entellektüel potansiyelinin içinden öne çıkan sosyalist önderlerin öncülüğünde ciddi bir devrim çalışması yapılmıştır. Tam bu aşamada bir tarım ülkesi olan Rusya’daki insan potansiyelini devrimci bir çizgiye doğru sürükleyen Amerika kökenli Bolşevikler harekâtı, Avrupa kökenli sosyalist kadroların etkin olduğu bir yapılanma içine ülkeyi sosyalist bir devrime doğru sürüklerken, Bolşevik harekatının öncülüğünde bir sosyalist devrim Asya kıtasının geniş toprakları üzerinden örgütlenerek yeryüzüne çıkartılmıştır. Fransa’daki Jakobenlerin öncülüğünde nasıl bir devrim yapıldıysa, Rusya’daki Bolşevikler de sahip oldukları siyasal birikimi kullanarak, benzeri bir biçimde işçi sınıfı adına sosyalist bir devrimi gerçekleştirmiştir. Fransız devrimi burjuvaziye dayanırken Rusya’daki Bolşevik hareketi de işçi sınıfının var olmadığı bir ülkede alt tabakalar ve ara sınıflar üzerinden sosyalist bir devrim oluşumu gerçekleştirilmiştir. Rusya’da Ekim devrimi gerçekleştirildikten sonra, sıkı bir Sovyet rejimi Sovyetler Birliği adı altında örgütlenerek Rus halkı ile Rus devletini, yirminci yüzyılın başlarında yeni bir dünya düzeni arayışının merkezindeki büyük bir devlet ve bölgesel bir yapılanma olarak ortaya çıkarmıştır. 

Sovyetler Birliğinin kurucusu ve önderi olan Bolşevik kadro, Sovyet rejimini tam olarak oluşturduğu 1917 yılından 1989 yılına kadar ayakta kalabilmiş ama daha sonraki siyasal gelişmelerin ortaya çıkardığı cihan savaşları ve siyasal çekişmeler, batının kapitalist blokuna karşı kutup merkezi olarak çıkartılmaya çalışılan doğunun sosyalist bloku, ikinci kutup merkezi olarak inşa edilmiş ve batının emperyalist  dünyasının karşısında uluslararası alanda bir dünya dengesi amacıyla kurulmuş olan Sovyetler Birliği ,bu büyük siyasal yapılanmanın öncüsü konumundaki Rusya Federasyonunun bu siyasal birlikten çekilerek, sisteme bağlı on beş sosyalist cumhuriyetin serbest bırakılmasıyla birlikte sona ermiştir. İşçi sınıfının olmadığı bir ülke olan Rusya’daki zoraki sosyalist sistem batı dünyasının ekonomik ve teknik alanlardaki büyük gelişmeleri karşısında dışlanarak önü kesilmeye çalışılmış ve bu nedenle de bu rejim hem içeriden hem de dışarıdan zorlanarak yıkılmaya çalışılmıştır. Sovyet Rusya yapılanması batının dışındaki kıtalarda, var olan tüm üçüncü dünya ülkelerini kapsayacak derecede ileri bir model olarak, üç çeyrek yüzyıllık bir birikimi uluslararası alanda bir alternatif model olarak öne çıkarabilmiştir. Dünyanın en geniş toprakları üzerinde inşa edilmeye çalışılan emekçilerin imparatorluğu tam olarak gerçekleştirilemeyince, emperyalist batı bloku devreye girerek küresel bir sürecin gerçekleştirilmesinde önde gelen bir rol oynamışlardır. Batı dünyası sürekli olarak ekonomik ve teknik alanlarda güçlü yenilikler oluşturarak rekorlar kurarken, emek imparatorluğu çok gerilerde kalmış ve bu nedenle de Rusya devletinin öncülüğü ile oluşturulmaya çalışılan dengeler kurulamayınca, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, kurucusu olan Rusya devleti aracılığı ile ortadan kaldırılarak ve iki kutuplu dünyanın karşı kutbu tasfiye edilerek, ABD’nin öncülüğünde tek merkezli bir dünya düzeni sosyalizmi dışlayarak ve kapitalist düzeni esas alarak kurulmaya çalışılmıştır. Bir yüzyıla yaklaşan sosyalist sistem deneyinin başarısız kalması yüzünden Rus devleti kısa bir zaman içinde sosyalist sistemi tasfiye etmiş ve batı dünyasının öncülüğündeki kapitalist sistem dünya ekonomisinin ana yapılanması olarak belirlenmiştir.

I989 yılına gelindiği zaman dünyanın önemli ölçülerde değiştiği, iki kutuplu dünyada oluşturulan dengelerin artık eskisi gibi yürümediği ortaya çıkınca, büyük bir teknolojik dönüşümden geçen batı blokunun sosyalist doğu blokuna karşı her alanda üstünlük sağladığı ortaya çıkmış ve bu doğrultuda sosyalist doğu blokunun birlik ve bütünlüğünü sürdürme konusunda çok büyük zorluklar çektiği görülmüştür. Ekonomi üzerinden dünyaya açılan batının kapitalist bloku, uluslararası alandaki ekonomik ve ticari yapılanmalardan yararlanmaya devam etmiştir. Böylesine bir süreç içinde zenginleşen dünya ülkeleri içinde batı blokunda yer alan ülkeler daha da büyürken, sosyalist ideolojinin üretimi gerçekleştiremeyen boyutları içinde durgunluk almış başını gitmiş ve bu durumun sonucunda üretimi olmayan yapıların zaman içinde yoksulluk çemberi içinde iyice fakirlik çıkmazına sürüklendikleri aşamada, sosyalist doğu blokunun artık eskisi gibi devlet yardımları ile yürüyüp gitmediği bu nedenle de on beş sosyalist halk cumhuriyetinin giderek durgunluk ve yoksulluk üzerinden iyice çöküş ve göçüş noktalarına geldiği ortaya çıkmıştır. İnsanlığın geleceğinde sol ve sosyalist görüşler çerçevesinde paranın gücüne karşı insanlık değerlerinin korunabilmesi için çabalar gösterilmiş ve bu çizgide para ile ölçülemeyecek değerde birçok olumlu yaklaşım, sol ve sosyalist dünya görüşlerinin getirdiği gibi her türlü dengenin korunması ve gelecekte yeni bir dünya düzenine giden yolda sağ kanattaki demokratik açılımlara karşı sol kanattaki cumhuriyetçi açılımlar sol çizgideki plan ve programlarla doldurulmaya başlanmıştır. Ne var ki, bu gibi devletçi katkılar uzun süreli etkili olamamış ve batı blokunda yer alan kapitalist şirketler büyürken kamu düzenleri yeterince etkili olamamış ve bu yüzden özel sektör ve kamu sektörü eski dengeler içinde birbirine yakın bir büyüme gösterememiştir. Doğu bloku böylesine bir oluşum süreci içinde gerilemeye başlayınca çok hızlı bir çöküş aşamasına gelmiştir.

Avrupa içinde 19.yüzyılın teorik ve pratik sosyalizm denemeleri bu kıtanın içinde uluslararası alana uygun bir sosyalist düzen oluşturamayınca, bu birikimi temsil eden filozofların  Almanya’dan İngiltere’ye başta Karl Marks ve Frederic Engels isimli teorisyenler olmak üzere, göç ettikleri bütün kıtayı kapsayan sosyalist toplumsal birikimlerin de, çeşitli sol siyasal örgütler aracılığı ile Avrupa birikimini Rusya Çarlığı aracılığı ile Asya kıtasına ve geniş Rus topraklarına taşıdıkları anlaşılmaktadır. Avrupa’daki 19 yüzyılın birikimi olarak sosyalizm ve kadroları ile örgütleri, Bolşevikler aracılığı ile Berlin’den Moskova’ya taşınmıştır. Sovyetler Birliği çok uluslu bir federal devlet olarak kurulmuş ama aynı zamanda doğu dünyasının sosyalist birikimine sahip olan doğu tipi bir sosyalist demokrasi modelini gündeme getirmiştir. Bir anlamda sosyalist bir demokrasi içinde çok uluslu bir devlet kurulmuş ve böylece geleceğin çok kültürlü demokrasi modeline geçiş için bir her tarafı Sovyetlerle örülmüş olan şehir devletlerinden oluşan yeni bir konfederasyon modeline geçiş için küreselleşme dönemi öncesinde, çok uluslu, çok kültürlü ve çok merkezli bir toplum yapılanması ulus ötesi bir toplumsal oluşum içinde ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Çok uluslu bir toplum düzeni kurulurken aynı zamanda merkezin güçlülüğü savunulmuştur. Komünist bir partinin egemen bir statüsünün bulunduğu bu çok uluslu federasyon çatısı altında çağdaş hak ve özgürlüklerin en iyi düzeyde korunabilmesine çalışılırken aynı zaman süreci içinde merkezci bir Rus yönetiminin nasıl baskı ve zulme yöneldiği açıkça görülmüştür. Bir ortak pazar ya da piyasa oluşturamayan sosyalist sistem hem teorisyenlerin hem de sol ve sosyalist örgütlerin baskı ve ideolojik yönlendirmelerinden uzak duramayınca, çekişmeler kavgalara ya da birliğin içindeki devletlerin Macaristan, Çekoslavakya ya da Doğu Almanya ile Gürcistan’da olduğu gibi ülke ve devletlerde rejime karşı çıkışlar, isyanlar ve iç çatışmalar birbiri ardı sıra gündeme getirilmiştir. Doğu bloku kurulmuş olan sosyalist düzene zarar vermeme ilkesi doğrultusunda birlik korunarak savunulmuştur. Düşünce özgürlüğünü hedefleyen bir siyasal düzen, zaman içerisinde bunun tamamen tersi bir çizgide her türlü siyasal düşünce ve akımların yasaklandığı ya da baskı altında önlenmeye çalışıldığı bir çıkmaz sokak konumuna getirildiği bir çok sosyalist ülkede görülmüştür. Çokluluk ilkesinin hedef olarak seçildiği bir ortamda tek yönlülük çizgisinin gündeme gelmesi sistemi çökertmiştir.

Bolşeviklerin Petrograd çekişmelerinden zafer elde etmeleriyle başlayan sosyalist devrim sürecinde, ülke içindeki bütün iktidarların ve merkezlerin Sovyetlere devredilmesiyle sosyalist bir federasyon doğrultusunda adımlar atılmaya başlanmıştır. Lenin’in öncülüğünde toplanan ikinci Pan-Rusya kongresi savaşa bütün ülkeler ile haklarla demokratik bir barış düzeni kurmak için devlet topraklarına el koyan ve daha sonra da kamunun elinde tutulan toprakların bütün ülkede millileştirilmesini çeşitli kararlar alarak ülkede yeni bir kamu düzeni arayışı ortaya konmaya çalışılıyordu. Lenin’in öncülüğünde Halk Komiserleri Konseyi oluşturularak devrimin merkezi örgütlenmesi daha da güçlendirilmeye doğru yöneliyordu. Petersburg ve Moskova’dan sonra Boşevizmin çekirdek örgütlenmesi olarak Halk Konseyleri devreye girerek Sovyetler Birliğinin kurulması yönünde önemli adımlar atıyorlardı. 2 Kasım 1917 tarihinde yeni Sovyet iktidarı Rusya Halkları Manifestosu yayınlanarak, büyük sosyalist federasyona katılan bütün ülkelerin sahip oldukları hak ve özgürlükler, eşit egemenlik statüsü içerisinde SSCB isimli büyük devlet tarafından güvence altına alınıyordu. Ayrıca kendi kaderini tayin hakkı doğrultusunda birlikten gerektiği zaman ayrılma hakkı da self-determinizm hakkının güvence altına alınmasıyla resmen tanınmış oluyordu. Devrimden bir ay sonra Rusya ve Doğu bölgelerinin Müslüman halklarına hitap eden bir genelge ile de her halk topluluğunun özel inanç ve törelerine saygı gösterileceğine dair güvence verildi. Kendi kaderini belirleme hakkı, bütün Sovyet ulusuna değil ama birliğe katılmış olan bütün ulus devletlerinin ayrı proleteryalarına yönelik bir işlem halinde güvence altına alınıyordu. Sovyet rejimi emin adımlar atarak güçlenmeye başlayınca, Rus devleti kökenli ordu ve donanma kızıl bir yapılanmaya dönüştürülerek, Rus devletinin merkezi yerinden ülkenin bütün sınır boylarına doğru mutlak bir egemenlik düzeni içinde uzanıyordu. Birliğin kurulmasıyla birlikte Sovyet rejiminin kurulması tamamlanıyordu.

Rusların kuramadığı ulusal devletin yeni dönemde Rus asıllı olmayan Bolşevikler tarafından örgütlenmesi, Sovyet devriminin diğer halklara ve kuruluşa katılan yeni ulus devletlere yönelen yepyeni bir yapılanma olarak öne çıkıyordu. Bolşevizm adı verilen Rus devrimi kökenli sosyalizm hareketine bakıldığında otuz civarında Amerikalı ya da Musevi asıllı kadroların çekirdek yapılanmayı oluşturduğu göze çarpmaktadır. Sosyalist devrimi Almanya kökenli Avrupa topraklarından devralarak Rus kökenli Moskova topraklarına getiren Bolşevizm kadrosu Rus asıllı olmadığı için, Avrupa ve Amerika arasındaki çekişmelerde daha çok yeni dünyaya yakın bir tutum izlenmiş ve Rusya ile Avrupa arasındaki yakın bağlar ve komşuluk ilişkilerinin etkin olması önlenmeye çalışılmıştır. Rus devrimini takiben Almanya’da hemen bir devrim beklentisi uzun sürmüş ama beklentiler gerçekleşmeyince, devrimci Rusya batının önde gelen gelişmiş büyük devletleriyle değil ama Çin’in merkezinde yer aldığı Asya ülkelerine doğru yeni gerçekleştirilen açılımlar, kızıl ordu ile başlamış olan Sovyet emperyalizmini Rusya’ya komşu olan bütün Asya ve Avrupa ülkelerine doğru yönlendirmiştir. Birinci dünya savaşı sırasında cephe konumuna gelen Kafkasya, Hazar bölgesi ve Karadeniz limanlarında yeni Rus yönetimi Orta Asya’dan Orta Avrupa’ya kadar uzanan geniş alanda dünyanın en büyük kıtası üzerindeki merkezi konumunu daha da güçlendirerek daha sonraları demir perde adı ile anılacak olan daha güçlü bir sınır yapılanmasını, Sovyet rejimi yakın çevre alanı içinde yer alan ülkelerde örgütlenmesini tamamlayarak dış dünyaya bütünleşmiş bir görünüm ile dışa açılmak istediler. Bazı katılımcı ülkelerde ortaya çıkan karşı çıkışlar ya da siyasal tepkilerin isyanlara ya da çatışmalara dönüşmesi uzun süreli bir zaman takvimi içinde tamamlanmaya çalışıldı. Devrimci atılımlar gerçekleştirildikten sonra hem merkezin güçlendirilmesi hem de komşu ülkelerin de birliğe katılmalarının sağlanması zaman aldığı gibi, bazı karşı çıkışların da zaman zaman gündeme gelmesi yüzünden, ciddi anlamda zaman kaybedilmiştir. Avrupa ve Amerika gibi gelişmiş ülke yapılanması ve koşulların bulunmaması nedeniyle, Sovyet Rusya büyük alanlara açılan siyasal yapılanmaları tam zamanında gerçekleştiremediği için bu durumda iki kutuplu dünya üzerinde Rusya sosyalist doğu blokunun kurucusu olarak, Atlantik kutbunun kurucusu olan ABD karşısında zorlanarak daha geç bir plan içinde toparlanabilmiştir.

1917 yılında başlayan devrim 1918’e kadar merkezi Rusya’da, Ukrayna’da, Baltık ülkelerinde, Beyaz Rusya’da, Ural dağlarında, Kafkasya, Orta Asya, Kazakistan, Sibirya, Kırım ve Türkistan ile diğer Asya ülkelerinde birbiri ardı sıra Sosyalist devrimler yapılmıştır. Bu ülkelerde sosyalist halk cumhuriyetleri kuruluyordu. Bolşeviklere göre Rusya’da zafer kazanan devrim bütün Avrupa’da daha sonra da bütün dünya ülkelerinde proleterya diktatörlüğünü kuracak devrim zincirinin ilk halkasıydı. Sovyetler Birliği’nin yöneticileri Rus devriminin kazançlarını koruyarak hareket etmesi sayesinde, devrimci yürüyüş yola devam edebildi. Kızıl ordu ve partizanlar asındaki çekişmeler devam ederken sürüp giden olaylar 1920 ve 1921 yıllarında Kafkasya, Urallar, Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’da sürüp giderken bu ülkelerde sosyalist devrimler tamamlanarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği dünyanın beşte bir alanı kadar geniş topraklarda bir sosyalist doğu bloku kurulmaya çalışılıyordu. En son olarak Uzak Doğu Cumhuriyetinde devrimci girişimler tamamlanarak, tüm doğu bölgesini kapsayan bir büyük blok, batı bloku karşısında kuruluyordu. Sosyalist blok merkezi olarak eski Rusya toprakları üzerinde kurulurken, dünyanın kuzey bölgesinde birlik ve dayanışmayı sağlayarak, üç Baltık cumhuriyeti ve Polonya ile barış antlaşmaları imzalanıyordu. Kafkasya bölgesi ikiye ayrılarak kuzeydeki eski devlet tasfiye edilirken bölgenin güneyinde Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan devletleri kurularak yeni dönemde ortak devletleşme süreci tamamlanmaya çalışılıyordu. Ukrayna cumhuriyetinden sonra Beyaz Rusya da ayrı bir devlet olarak 1922 yılında sosyalist birliğe üye olarak katılırken, sosyalist devrimin ilk aşaması da bu aşamada tamamlanmış oluyordu. Çok geniş topraklara yayılarak örgütlenen SSCB dünyanın ikinci büyük bloku olarak siyasal alana çıkarak, iki kutuplu dünyanın tamamlayıcısı oluyordu.

Kuzey bölgesinin hemen hemen tüm devletlerinin yer aldığı üçüncü Sovyet kongresi 1918 yılında toplanarak ve Emekçi ve sömürülen halkların hakları manifestosunu kabul ederek devrimci düzen kurulmasını tamamlamaya çalışırken, 1920 yılına kadar devrimci kadrolara karşı suikastllar ve saldırılar karşıt güç merkezleri tarafından yapılarak bir anlamda karşı devrimci ataklar siyaset sahnesinde birbiri ardı sıra gündeme alınmaya çalışıldı. Beşinci Sovyetler Kongresi yapılırken 1918 yılında Sovyet Devletinin anayasası ilan ediliyordu. Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi Lenin’in önderliğinde devrimci atılımları adım adım tamamlamaya çalışken, devrimci devlet yapılanmasına katılan ülke ve devletlerin sosyalist oluşum sürecinin içinde yer alması çizgisinde önemli girişimler öne çıkarılıyordu. Kuruluş Sosyal Demokrat parti adı altında tamamlanırken 1919 yılında Rus Bolşevik partisi adı altında yola devam edilmek isteniyordu . Bu aşamada ülkede çok partili bir rejimin kurulması teklif edilirken, kurucu partinin merkezi yapısını güçlendirmek üzere parti yapılanması daha da büyütülerek hareket ediliyordu. Tek merkezli merkezileşmiş bir komunist parti yapılanması kongre üyelerinin tümü tarafından desteklenirken, 1920 yılında Komünist partinin ikinci “Demokratik Merkeziyetçilik“ adıyla ikinci bir resmi program kabul edildi. Sendikaların devrimci sürece girmesi ve bunlar aracılığı ile ülkede yayılan, işçi sınıfı muhalefetinin bir karşı devrime yönelmesi önlenmek isteniyordu. Sürekli devrim görüşünden yana olan Troçki, iş ve çalışma hayatının askeri bir disiplin düzenine bağlanması gerektiğini söyleyerek, devrimci partinin içindeki otoriter yönetimi açıkça eleştiriyordu. Parti içinde hiyerarşik bir otoriterliğe karşı çıkanlar ve ekonominin sendikalar aracılığı ile yönetilmesini isteyenler, yavaş yavaş siyasi muhalefet çizgisini daha üst aşamalara tırmandırıyorlardı. Komünist partinin üye sayısı yirmi bini geçince, merkezi yönetim üyeler arasında yeni bir tasnife yönelerek her üyeyi bulunduğu ikametgahının temsilcisi olarak kabul ediyordu. Parti içinde genel sekreterlik makamının kurulmasıyla birlikte bu göreve kendisini getiren Stalin, parti yönetimindeki siyasal boşluğu doldurarak devrimin güçlü yapılanmasını tamamlamaya öncelik verince, Sovyet Rusya’da tam anlamıyla bir merkezi otoriter yönetimin işbaşına gelmesi sağlanmış oldu. Lenin’in ölümünden sonra Troçki merkeze karşı muhalefete geçerek karşıt bir çizgi izlemeye başlayınca, parti yönetimini bütünüyle ele geçiren Stalin, Troçki’yi ülkeden kovarak resmi bir muhalefet oluşumunu önlüyordu.

I924 yılında Sovyet Rusya yeni bir anayasa çıkartırken, Sovyetler Birliği, Birlik Sovyeti ve Milletler Sovyeti adı altında iki başlı yeni bir statülü bir rejime getiriliyordu. Birinci dünya savaşı sonrasında Sosyalist Blok, dünya çapında yapılanmak üzere dışa açılırken var olan bütün devletler ile diplomatik ilişkilere girerek batı blokunun emperyalist saldırılarına karşı yeni bir karşı çıkışı yeryüzü bölgelerinde örgütlemeye çaba gösteriyordu. 1925 yılında batı devletleri ille Almanya arasında yeni bir yakınlaşma sürecine gidilirken, Sovyetler Birliği’nin oluşturduğu yeni sosyalist doğu blokuna karşı açıktan örgütlenme gündeme geliyordu. Sosyalizmin tek ülkede kurulması düşüncesi devrime katılan bütün ülkelerde gündeme gelirken, ağırlık elde eden bu düşünce doğrultusunda merkezi devlet yeni bir atılım programına doğru adım atıyordu. Ülke içinde yaşayan herkes birer Sovyet vatandaşı statüsüne kavuşarak eşitlik ve özgürlükler alanlarında birlikte olmanın yeni yapılanmasını örgütlediler. Cahil ve yoksul kitlelere eğitim ve tarım programları çerçevesinde yaklaşımlar sergilenirken, hükümet fonlarından sağlanan yardımlar ile bazı yoksul köylü birlikleri büyük devlet mülklerine el koyma ve bunları paylaşma işlemlerini sürdürerek, ihtiyaç duyulan bölgelerde köylü direnişleri ve hareketleri aracılığı ile kollektif komünler oluşturularak, halk kitlelerinin işsizlik ve açlık sorunlarına sahip çıkılmaya çalışıldı. Ülkedeki tarımsal üretimin zengin çiftçilerin eline geçmesi üzerine sosyalist rejimin kuralları dışına çıkarak bazı özel şirketleşme girişimleri gündeme getirilmiş ama buna sosyalist devlet izin vermeyerek, ülkedeki sosyalist beklentilerin öne geçmesi çizgisinde hareket etme kuralı korunmuştur. Kapitalist sistemdeki serbest piyasa hareketleri sosyalist rejimler de bulunmaması yüzünden, devlet tek iş veren olarak hareket etmeye başlamış ve halk kitlelerinin hem işsizlik hem de açlık sorunlarına açıktan çözüm bulunması için her türlü girişimler yoğun bir biçimde sürdürülerek sosyalist blokun insanlarına ikinci bir alternatif model getirilmeye çalışılmış ama bütün bu girişimler yetersiz bir çizgide kalmış ve tam anlamıyla bir çözüm üretilememiştir.

Rusya’da sosyalist rejim girişimleri önce şaşkınlık ile karşılanmış daha sonra da artan tepkiler yükselmeye başlayınca, 1918-1919 tarihleri arasında ülkenin her tarafında iç savaş tırmanmaya başlayınca bu durumu önleyebilmek için kentlerin ve savaşan orduların ihtiyacı olan ikmal ve desteklerin artırılmasına çalışılmış ama sonuç alınamamıştır. Gelecekte ticaretin yerini almak üzere ürün dağıtımın düzenlemesi getirilerek, erzak ve gıda eksikliklerinin karşılanması sağlanmaya çalışılmıştır. 16-50 yaşlar arasında olan her Sovyet vatandaşı için çalışma yükümü getirilirken, zengin vatandaşların elindeki mal ve mülk gibi zenginlik kaynaklarına tümüyle el konulmuştur. Zamanla herkes için beslenme ve kişisel ihtiyaç olan malların tamamını devlete teslim etmek gibi zorunluluk, bütün toplum için bir ana düzenleme kuralı olarak yönetim kararı ile benimsenmiştir. 1919 tarihindeki iç savaş ve karışıklıklar üzerine 1920 tarihi itibarıyla devlet beyaz ordulara ve yabancı müdahale birliklerine karşı çıkarken savaş komünizmi önlemleri alınmaya başlanmıştır. Bu doğrultuda önce işletmelerin millileştirilmesi ile işe başlanmış ve daha sonra da bankalar merkezi yönetime bağlanarak sosyalist devrime uygun düşmesi beklenen bir yeni bir devlet bankacılığına kalkışılmıştır. Bu ikili ekonomi kararı sonrasında bu kez ticaretin ve piyasanın tümüyle millileştirilmesiyle sorunlar çözülmeye çalışılırken, yapılan girişimler tam aksi yönde karaborsa ve kaçakçılık girişimlerini beslemeye başlamıştır. Özellikle bu gibi durumların ortadan kaldırılması için bütün ürünlere el koyma ve devletin kayıtları içinde tüm mal varlıklarının yeniden düzenlenmesi için devletin kontrolu altında bir genel kayıt sistemi kurulmuştur. 1920 yılında hastalıkların kitlelere yayılması yüzünden 1920 yılında 8 milyon kişi ölürken bu duruma tepki gösteren birçok toplum kesimi bir araya gelerek ayaklanmaya gitmeye çalışmışlardır. Zaman içinde işçi ve köylü isyanları birbirini izleyerek ortaya çıkınca sosyalist rejim artık sorunları çözemez bir konuma doğru sürüklenmiştir. Bu gibi olumsuzluklar üzerine batı ülkelerinden gelen bazı iktisatçıların katılımı ile, 1921 yılında yeni ekonomi politikası adı altında açlık ve işsizlik sorunlarına acil çözüm getirecek alternatif bir program devletin önde gelen kurulları tarafından benimsenerek desteklenmiştir. Lenin’den kalan yeni ekonomi politikası genişletilerek iç ticaret düzeni yeniden kurulmuş ve böylece çözüm getirilmek istenmiştir.

Sovyet rejiminin tek bir amacı vardı: kapitalist toplumun maddi ve manevi engellerinden kurtulmuş gerçek anlamda bir enternasyonel proleter devrimci olacak yeni bir insan modelini geliştirmek ana hedef seçilmişti. Ne var ki geleneksel ailenin yıkılmasının gündeme getirildiği bir siyasal oluşum yeni tip bir insana ulaşmak amacıyla aile birliği yıkılırken, dinsel önyargıları da ortadan kaldırmak üzere vicdan özgürlüğü haklarını yeniden düzenlemeye yönelirken, klişeler ile okulların birbirinden ayrılması amacıyla yeni bir kanun metni hazırlayarak bunu merkezi yönetimin ilgilerine sundular. Bolşevikler Ortadoks kiliseler ile iş birliği yaparak halk kitlelerinin vicdani gereksinmelerini karşılamaya çalışıyorlardı. Parti genel sekreteri parti yönetimini ele geçirince, din ve bu alanda çalışan tarikatlar üzerinde çok büyük baskılar uygulanarak, dinsizlik amacıyla öne çıkmış olan sosyalist rejimin yürüyebilmesi için alternatif modeller getirilmeye çalışılmış ama istendiği gibi bu konudaki boşluklar doldurulamamıştır. Rusya’da Hristiyanlık can çekişirken, Müslümanlık belli bir hoşgörü ortamından yararlanarak geçmişten gelen varlığını sürdürebilmiştir. Tanrıtanımazlık lehinde verilen mücadele, bilimsel maddeciliği ve Marksizm ile Leninizm’i yaygınlaştırmaya yönelik çok geniş bir halk eğitimi çabaları çerçevesi içinde yürütüyordu. Okuma yazma kampanyaları ile Rus halkı okur yazar bir toplum olmaya doğru yönlendiriliyordu. Yetişkin insanların hızla okur-yazar olması destekleniyordu. Böylece Rus toplumunun ve sosyalist halk kitlelerinin entellektüel bir çizgide batı standartlarına yakın bir seviyeye gelmesi sağlanmak isteniyordu. Ekonomik alanda sanayileşme batı dünyası ile rekabet çizgisinde gündeme getirilirken, ayrıca yeni ekonomik düzen kollektifleştirilerek Sovyet halkı yoksulluktan kurtarılmaya çalışılıyordu. Planlama ve sanayileşme ülke ekonomisini kollektifleştirmek hedefi ile kullanılırken 1930’lu yıllarda Sovyetler Birliği ekonomisi dünyanın üçüncü büyük ekonomisi olarak öne çıkıyordu.

Lenin ve Troçki’den kurtulan Stalin hızla otoriter rejime yönelerek bu ideolojik imparatorluğu dünyanın en güçlü devleti yapmaya hazırlanıyordu.1936 yılında kabul edilen anayasa ile Sovyetler Birliği biraz daha batılı devletlerin yapılanmasına yakınlaşma adımları atıyordu. 1940 lı yıllara doğru dünya giderken ortaya bir Hitler faktörü çıkıyor ve Nazizim dünya hegemonyası peşinde koşarken Stalin böylesine bir emperyalist saldırıyı önlemiş ve dünya tarihinin yön almasında birinci derecede rol almıştır. Uzun yıllar İngiltere ile rekabet eden Almanya yirminci yüzyılın ortalarında Rus orduları ile karşı karşıya kalmış ve bu aşamada ikinci bir cihan savaşı yaratılarak, Ruslar Almanya ile kapıştırılmış ve böylesine bir sonuç yıllarca uğraşılarak hazırlanırken, İngiltere’nin yerine Rusya Almanya ile kapıştırılmıştır. 1934 yılında Birleşmiş Milletlere üye yapılan Sovyetler Birliği, Almanya gibi dünyanın en güçlü ordusunu yenerek evrensel alanda en güçlü devlet olduğunu kanıtlamıştır. Stalin 1943 yılında komünist enternasyoneli feshederken açıktan diktatörlüğünü öne çıkarmıştır. İkinci dünya savaşı sırasında Almanya ile tüm cephelerde Rusya savaşırken, Sovyetler Birliği çatısı altında toplanmış olan sosyalist devletler birlikteliğinden fazlasıyla yararlanmıştır. Rusya’nın ekonomik gücünü temsil eden büyük fabrikaların doğu bölgelerindeki batı dünyasından uzakta kalan bölgelere taşınmaları konusunda hükümet aldığı kararları uygulamaya geçerek taşınma işini savaş öncesinde tamamlamıştır. Büyük Anayurt Savaşı adının verildiği ikinci dünya savaşına Rusya çok iyi hazırlanarak bu büyük savaşı kazanmıştır. Savaşı kazanan Rusya savaş sonrası yıllarda toparlanmaya öncelik veren Sovyet Rusya 20 milyon insanını cephelerde kaybederken beşinci kez bir beş yıllık planı devreye sokarak, ülkeyi savaş izlerinden temizleyecek bir kalkınma programını merkezi devletin yönetiminde uygulama alanına getirmiştir. Sovyet hükümetinin kararları ve politikalarına karşı çıkan Rus vatandaşları, sonraki yıllarda Orta Asya steplerine sürgüne gönderilerek sorunlar çözülmeye çalışılmıştır. Cihan savaşları sonrasında soğuk savaş yıllarında Sovyetler Birliği küresel barış arayışı içinde olmuş ve bu yoldan giderek bir yeni dünya düzeni arayışı içinde, üçüncü dünya ülkelerinin çoğuna SSCB üyesi olmayan devletler de da dahil olmak üzere, iki büyük dünya savaşıyla Rusya’nın önü kesilmiştir.

Batının emperyalist imparatorluğuna karşı çıkacak yeni bir sosyalist toplum projesini gündeme getiren Sovyet Rusya, iki büyük dünya savaşı ile karşı karşıya geldiği zaman tükenme noktasına gelmiş ve bu aşamadan sonra ciddi bir çöküş ve dağılma konjonktürü ile uğraşmak zorunda kalmıştır. Brejnev sert bir yönetim ile Sovyet Rusya’yı ikinci büyük kutup olarak muhafaza etmeye çaba gösterirken, Kruçev gibi bir Ukraynalı bir Sovyet önderi çıkarak Kırım’ı Yahudilere vererek, savaşlara giden yolların önlenmesini dünya kamuoyunun dikkatlerine sunmuştur. Yahudilere İsrail’e gitme hakkı tanıyan KRUÇEV, çeşitli yönlerden barıştan yana bir yol izleyerek Rus halkı içinde bir kaynaşma ve birliktelik girişimlerinin öncüsü olmuştur. Yeni bir dünya düzenine küreselleşme ile yönelen birçok ülke ve toplum yumuşama süreci içine girerken, Sovyetler Birliği de böylesine bir oluşuma olumlu bakarak yakın durmuş ama sonunda kaybeden tarafın içinde kalmıştır.1989 yılında Yeltsin Rusya Federasyonu’nun kurucusu olduğu Sovyetler Birliği başkanlığından çekilmesi üzerine, dünyanın ikinci büyük gücü olan sosyalist blok çökmüştür. Önce açıklık diyerek yola çıkan Gorbaçov GLASTNOST adı altında yaklaşım geliştirmiş ama bu tutum imparatorluğun içindeki siyasal ve sosyal bağları kaldırdığı noktada, Sovyet Rusya’nın çöküşü başlamıştır. Sovyet blokunun yıkıcısı olan GARBAÇOV yoluna devam ederken ikinci aşamada bir de PERESTROİKA politikasına yönelince, RUSYA bir türlü yeniden adım atılarak yapılanamamıştır. Yeniden yapılanma adı verilen ikinci adımın etkisiyle bu doğrultuda atılan adımlar aracılığı ile yeniden bir yapılanma gerçekleşememiş ama var olan büyük bir düzenin çökertilmesi sağlanabilmiştir. Bu nedenle Sovyet Rusya dağılmaktan kurtulamamış ve dünya ülkelerine çok olumsuz bir görünüm verdiği için, Garboçov Lenin’in kurduğu çok uluslu, çok dinli ve kültürlü bir imparatorluğun yıkıcısı olarak tarihteki yerini almıştır. Yanlış bir yaklaşım doğrultusunda ele alınan ikinci blok dönemi geride kalmıştır. Sovyet modeli ile yeniden örgütlenen Rusya, Sosyalist bir rejim altında yirminci yüzyılda dünya ülkelerine örnek olurken, çeyrek yüzyıl önce çöktüğü için bugün tarihi bir olay görünümünden başka bir mesaj vermemektedir. Doğu ve batı bloklarının tam ortasında ve arasında ayrı bir örnek olarak varlığını koruyan Türkiye’nin, küresel emperyalizmin doğu ve batı örnekleri karşısında merkezi örnek olarak varlığını geliştirmek gibi, bir misyona her zamankilerden daha fazla gereksinmesi bulunmaktadır. Garbaçov dönemi tam anlamıyla Sovyet sisteminin çöküşü olmuştur. Sovyetler Birliğinin dağılması bütün dünya ülkelerindeki sosyalist hareketlerin önünü keserek bunların zayıflamalarına neden olmuştur. Ayrıca ikinci bir kutup olarak batının emperyalist politikalarına karşı çıkış sağladığı için, dünya dengeleri açısından bugünkü dünya ülkelerini böylesine bir karşıt kutbun ortaya koyacağı dengelerden mahrum ederek siyasal alanda dengesizliklerin daha da artmasına yol açmıştır. Dünya iki kutuplu bir siyasal modelden çok kutuplu yeni bir yapılanmaya doğru yönelirken, tek kutuplu dünyanın önüne geçilmesi gerektiği konusunda, dünya devletleriyle küresel bir uzlaşmaya gereksinme duymaktadır. Önümüzdeki dönemde dünya yeni bir yapılanmaya doğru giderken yirminci yüzyılda yaşanmış olan Sovyetler Birliği deneyinden çıkan çok fazla ders bugünün kuşaklarına yön göstermektedir. Bugün küresel emperyalist şirketlerin yapmaya çalıştıklarını o dönemde şehir devleti konumundaki Sovyet yapılanmaları temsil ediyordu. Onlar da sosyalist bir ideolojinin öncülüğünde bir dünya devleti kurmaya yöneliyorlardı. Bugün de devletlerin yapamadığı dünya devleti modelini, küresel şirketler şehir devletleri üzerinden yaparak, dünya halklarını bir avuç zengin kişinin keyfine ve çıkarlarına doğru yönlendirmeye çalışmaktadırlar.

 Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

 

25 Mart 2024 Pazartesi

ATATÜRK “KEŞKE İSRAİL AVUSTRALYA’DA KURULSAYDI“ - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

 ANKARA KALESİ

ATATÜRK “KEŞKE İSRAİL AVUSTRALYA’DA KURULSAYDI“

          Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’e bir gün yabancı gazeteciler bir soru yönelterek, İsrail devletinin nerede kurulması gerektiğini sordukları aşamada Türkiye’nin kurucu cumhurbaşkanı “Keşke İsrail Avustralya’da kurulsaydı” diyerek gerçekçi bir cevap vermiştir. Yirminci yüzyılın başlarında Türkiye Cumhuriyeti adı ile yeni bir devlet, merkezi coğrafya topraklarında kurulurken aynı zaman dilimi içinde gene Orta Doğu toprakları üzerinde bir başka yeni devlet İsrail yapılanması olarak gündeme getiriliyordu. Bütün dünya ülkeleri merkezi coğrafya bölgesinde gündeme gelen yeni yapılanma hedefine doğru kilitlenirken, imparatorluk devletleri savaş sürecinde bölünerek yeni yüzyılın devlet modeli olan ulus devletlere dönüştü. Bu aşamada Osmanlı İmparatorluğu dağılarak ortadan kalkarken bu büyük devletin kalıntıları içinde canlanan bir Türklük duygusu, çok uluslu bir büyük devletten tek uluslu bir ulus devlete doğru bir yapı değişikliğine yönelmek zorunda kalıyordu. Türk devleti uluslararası bir çekişme ve çatışma aşamalarından geçerek kurulurken geçmişe doğru bakıldığında beş yüz yıllık bir birikimin sonucu olarak, dünyanın tam ortasında bir Musevi devleti kurulması konusu da yeniden gündeme geliyordu. Son beş yüz yılın imparatorluk devleti olarak dünya politikasında ana yönlendirici devlet olarak İngiltere, merkezi coğrafya üzerinde iki bin yıl önce kurulmuş olan İsrail devletinin üçüncü kez kurulmasına izin vermezken, yıkılan bir imparatorluğun içinden çıkan Türk halkının bağımsız bir ulus devlet çatısı altında yaşama hedefi doğrultusunda öne çıkardığı ulusal kurtuluş savaşı, açıktan bir Türk ulus devletinin kuruluşunu açıkça öne çıkarırken, diğer yandan uluslararası diplomasi yöntemlerinin kullanılmasıyla, dolaylı ve gizli yollardan İsrail devletinin kuruluşuna giden yol batı dünyasının içinde var olan Siyonist lobilerin işbirliği halindeki ortak mücadelelerinin sonucunda gerçekleştiriliyordu. 

            Türkiye Cumhuriyeti birinci dünya savaşı sonrasında açıkça kurulurken, kökleri iki bin yıl ötesine giden Musevi devleti olarak İsrail, ancak ikinci dünya savaşı sonrasında ki bir dönemde kuruluyordu. Cihan savaşını kazanan İngiltere merkezi coğrafya yönetimini elinde tutabilmek için İsrail devletinin kurulmasına karşı çıkıyordu. Yirminci yüzyılın ortalarında ABD ve NATO’nun merkezi alana gelmeleriyle birlikte bu bölgede yepyeni bir siyasal düzen oluşturulmaya çalışılırken, iki bin yıl öncesinin İsrail devletinin üçüncü kez kurulması gündeme geliyordu. ABD isimli dünya devletinin kurulmasını kendi çıkarları doğrultusunda iyi kullanan bu yeni süper gücün potansiyelini kullanarak ve yeni Siyonist örgütlenmenin önü açılarak, yola devam edilmek isteniyordu. İmparatorluklar döneminin son yıllarında Yahudi devletinin dünya kıtaları üzerinde nerede ve nasıl kurulacağı tartışma konusu yapılırken, Siyonistler Musevi lobilerini de yanlarına çekerek, yirminci yüzyılın ulus devletler haritasını kamuoyuna açık bir biçimde uygulamaya açık bir duruma getiriyorlardı. On altıncı yüzyılda başlayan Siyonist devlet tartışmalarının zamanla dünya devletleri arasında yayılmasıyla, İsrail devletinin kuruluşu ulus devlet olarak gerçekleşme aşamasına geliyordu. İngiltere’de savaş dönemi başbakanı olarak birinci dünya savaşının galip tarafını Churchill temsil ederken savaş sonrasındaki seçimleri kazanamamış olmasını Musevi lobilerinin engellemeleri sayesinde başardıkları görülmüştür. Ne var ki, Siyonist lobilerin Musevi merkezlerini harekete geçirmeleri sonrasında büyük sömürge imparatorluklarının bazı yerlerinde bir Yahudi devleti olarak İsrail’in kurulması plan ve programları gündeme getirilmiştir. Merkezi alanda bir Siyonist devletin kurulmasını istemeyen batı dünyasının önde gelen emperyalist devletleri, zamanla dünya haritalarının Siyonizm’e uygun düşen bölgelerini Yahudi örgütlerine teklif ederek, beş büyük kıta üzerinde bir İsrail devletinin kurulmasına giden yolda önemli çabalar göstermişlerdir. Türkler imparatorluk sonrasında bir ulus devlete yönelirken, Orta Doğu bölgesinde İsrail’den önce kendi düzenlerini gerçekçi bir bakış açısıyla kurabilmişlerdir.

            Eski Osmanlı toprakları üzerinde Türkler kendi ulus devletlerini kurarken ikinci dünya savaşı sonrasında da önceden gizli yürütülen Siyonist örgütlenmenin kesinlik kazandığı görülmüştür. Batı dünyasının merkezi olan Avrupa kıtası üzerinde Hristiyanlar ile Musevilerin çekişmeleri bir Yahudi devletinin arayışını ve daha sonrada kuruluşunu öne çıkarmıştır. Böyle bir ortama geçilmesiyle birlikte, İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya gibi büyük devletler dünyanın çeşitli bölgelerinde Yahudi devletinin kuruluşunu önemsemişlerdir. Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de başlayan Siyonizm örgütlenmesinin bu devletin toprakları ve kentleri içinde örgütlendikleri görülmüştür. Siyonizm Macaristan dönemini tamamladıktan sonra yeni aşamada Avrupa kıtasının tam ortalarında yer alan ve Almanya, Fransa ile birlikte İtalyan bölgelerinden oluşan bir yeni devleti İsviçre Federasyonu olarak kurmuşlardır. Daha sonraki aşamalarda İsviçre devleti büyüdükçe batı sermaye birikimi dünya ülkelerine yayılmış ve daha sonraları da Orta Doğu bölgesine gelerek burada iki bin yıl öncekine benzeyen bir Yahudi devletine giden yolu açmışlardır. Siyonizm böyle bir aşamaya gelirken İsviçre bölgesindeki eyaletlerde öne çıkarak, Avrupa ülkelerindeki önde gelen Musevileri İsviçre’nin Basel kentinde toplayarak geleceğin dünyasında bir Siyonizm hegemonyası oluşturabilmek çizgisinde Siyonizm’in önemli konularını görüşerek, kendileri için Büyük İsrail olarak nasıl ve nerede kurulabileceği konularında geniş tartışmaları tamamlayarak, yirminci yüzyıla girerken 1898 yılında ilk Siyon toplantısını bu ülkede yaparak resmen harekete geçmişlerdir. Basel kentinin yanı sıra bir de Siyon kentini kurarak büyüyen İsviçre bankalarının patronu konumundaki zengin toplum kesimleri, Avrupa ortalarındaki Basel ve Siyon örgütlenmelerini Türkiye üzerinden merkezi coğrafya alanlarına taşımaya yönelmişlerdir. Macaristan’da başlayan İsviçre üzerinden küresel bir dünya yapılanmasına yönelen Siyonist lobilerin dünyanın ortalarında bir Siyonist devlet oluşturma planı olarak Büyük İsrail arayışına girmişlerdir. Macaristan’dan hareket ederek İsviçre eyaletlerinde örgütlenerek öne çıkan Siyonizm'in ana hedefi olan Büyük İsrail imparatorluğuna kavuşmak için iki büyük dünya savaşı çıkartılmıştır.

            İsviçre bankalarını kullanarak dünyanın en büyük sermaye yapılanmasına yönelen Siyonizm, geleneksel Musevi örgütlenmesini de kontrolü altına alarak eski Osmanlı toprakları üzerinden merkezi bir imparatorluk oluşturabilmek için çok yoğun bir yapılanmaya öncelik tanımışlardır. İlk Siyonist kongrenin 1898 yılında Basel kentinde toplanmasından sonra  batı Avrupa’da Yahudi karşıtlığı giderek tırmanırken, Orta Doğu ülkelerine böylesine bir süreç içinde Yahudi toplulukları göçler yolu ile gelerek ikinci dünya savaşı sonrasında tarihsel bir proje olan İsrail devletinin kuruluşu resmen ilan edilmiş ve eksik kalan hukuksal yapılanmalar, Birleşmiş Milletler örgütünün kurulması sonrasında bu büyük evrensel örgütün aldığı kararlar aracılığı ile kuruluş ile ilgili diğer detay çalışmalar tamamlanmıştır. Birinci kongresi İsviçre’nin Basel kentinde yapılan toplantılar aracılığı ile tamamlanan Siyonizm birinci dünya savaşı sonrasında ikinci büyük kongresini 1925 yılında Avustralya’nın batı bölgesindeki bir şehirde Amerika Birleşik Devletleri’nin destekleriyle tamamlayabilmiştir. Geçmişe dönük bir on bin yıllık tarihi geçmişle öne çıkan İsrail devleti projesi, ikinci dünya savaşı sonrasında uygulamaya konulmadan önce bütün dünya devletleri arasında çok yoğun tartışmalara sahne olmuştur. İşte Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi olan Atatürk’ün Siyonist projeleri yakından izleyerek tarih boyunca Türklerin anayurdu olarak gördükleri Anadolu yarımadasını korumaya öncelik vermişlerdir. Türklerin önderi Atatürk, İsrail devletinin Avustralya gibi bir dış kıtanın içinde kurulmasını dile getirmesinin nedeni, daha önceleri kurulmuş olan iki büyük İsrail devletinin Orta Doğu ve merkezi bölgede çok büyük çatışma ve gerginliklere neden olduğunu bilerek Avustralya kıtasını üçüncü İsrail devletinin kuruluşu için yeni bir adres olarak dile getirmiştir. Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken geçmişten gelen Osmanlı toprakları üzerinde bir Türk devletine karşı çıkacak bir biçimde Yahudi imparatorluğu kurulmasına olumlu bakmıyordu. Bu nedenle de Churchill gibi Atatürk’te merkezi alanda bir İsrail devletinin kurulmasına karşı çıktı.

Yirminci yüzyılı geride bırakan dünya bugünün dünyasında yeni bir İsrail devletine sahip bulunmakta ve tarihin en eski dönemlerinden gelme bir siyasal birikim bugünün Siyonist devletinin yeniden bir farklı döneme yönelmesiyle birlikte, yeni dönemin koşullarında üç büyük dini yeni bir çekişme sürecine getirmiştir. Basel’de toplanan ilk Siyonist kongre de elli yıl sonra bir Yahudi devletinin öncelikle kurulmasına karar verilmiştir. Bu kararı izleyen ikinci aşamada ise dünyanın tam ortalarında yer alacak bir Büyük İsrail imparatorluğunun da yüz yıl sonra kurulması karar altına alınmıştır. İlk olarak Basel kentinin öncülük ettiği Siyonist kongrelerin ikincisi 1925 yılında Avustralya’da yapılması, İngiltere’nin olumsuz tavırları nedeniyle sorunun doğu bölgesine taşınması çizgisinde bir etki yaratmıştır. O nedenle Atatürk İsrail devletinin kurulmasının bir üçüncü dünya savaşı yaratmaması için, bu din devletinin dünyanın doğu bölgesinde kurulmasını düşünerek dünya kamuoyunu yeni bir doğu bölgesi barışına hazırlamaya çaba göstermiştir. Bu çerçevede Atatürk’ün bir lider olarak sahip olduğu   konumunun İsrail devleti projesini dünyanın doğu bölgelerine taşınması açısından yeterli olması için çalışılmıştır. Büyük İsrail projesinin Osmanlı devletinin Balkan’lar, Kafkaslar ve Anadolu topraklarını içine aldığı için Atatürk Türk devletinin kurucu önderi olarak emperyal İsrail’i Avustralya’nın geniş topraklarında kurulması doğrultusunda bir yaklaşımı, barışçı bir çözüm olarak dile getirmiştir. Atatürk tarihi ve coğrafyayı çok iyi bildiği için son derece stratejik kararlar alarak Osmanlı devletinin yerine kurulmak istenen Büyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail gibi Hristiyan ya da Musevi bir devletler birliği değil, bunların yerine Türkiye’nin öncülüğünde ve merkezi konumunda Büyük Türkiye denebilecek bölgesel bir alan yapılanmasını, Türklerin rehberliğinde dünyanın merkezi toprakları üzerinde bağımsız bir devletleşmeye doğru örgütlemeye çaba göstermiştir.

Yirminci yüzyıla doğru siyasal çekişmeler fazlasıyla hızlanmaya başladıkça, Siyonizmin yönlendiricisi olan para babaları İsviçre ya da Macaristan gibi orta Avrupa ülkelerinden çıkarak batılı sömürge imparatorluklarının dünya kıtaları üzerindeki sahil kentlerinde yerleşmeye başlamışlardır. Bu aşamada Museviler kendi ulus devletlerini kuramadıkları için sömürge imparatorluklarının dünyaya yayılan topraklarını yeni yapılanmalar için kullanmaya başlamışlardır. Özellikle deniz kenarı şehirlerin, orta çağ döneminde olduğu gibi devletleştirilmesi bugün gelinen yeni aşamada imparatorluklardan ulus devletlere geçiş aşamasında Yahudiler ekonomik düzen açısından dünyanın önde gelen büyük sahil kentlerini öne çıkarınca, uluslaşma süreçleri durdurulmuş ve yeni dönemde sahil kentleri üzerinden bir küresel süreç  örgütlenerek kara ülkeleri üzerinden kurulamayan küresel birliktelik arayışı öne çıkarılmış ve İngilizce Pervane adı verilen örgütlerin sahil kentleri üzerinden uluslararası bir dayanışma seferberliğine yönelmeleri ile de dünya kıtaları üzerindeki şehir yerleşimleri küresel bir işbirliğine dönüştürülerek, yerleşik bir Yahudi nüfus yapılanması, denizler üzerinden yeni bir düzene doğru  gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. On milyar insan nüfusu barındıran dünya emperyal ülkelerinin önümüzdeki dönemde, Büyük İsrail ya da Büyük Orta doğu gibi ya da Avrupa Birliği gibi sömürgeci imparatorluklar çatısı altında toplanamaması deniz yollarının kullanılmasını gündeme getirmiştir. Kıtalar üzerinden yeni dönemde yeni bir ipek yolu projesi öne çıkarılırken, Atlantik emperyalizmi İngiltere ve Çin arasında çizilen yeni bir yol olarak “bir yol –bir kuşak” adıyla yeni emperyalizm yoluna yönelerek, büyük devletlerin sınır boyları üzerinden bütünleşme girişimleri uluslararası gelişmeleri geleceğe doğru yönlendirmiştir. Yeryüzüne insanlığın yerleşimleri zamanla kıtaların üzerini doldurmuş ve bu nedenle bir merkezi coğrafya sorunu diplomasinin önüne gelmiştir. Siyonizm’in dünya devleti olma öyküsü bugünün siyasal sorunlarını gererken, insanlık hem karalar hem de denizler üzerinden yeni bir dünya düzeni kurabilmenin çabası içinde olmuştur. Avrupa tarihi içinde yer alan iki bin yıllık bir zaman dilimi içinde bir Yahudi devleti Avrupa kıtası üzerinde kurulamamış ama Balkan savaşları sonrasında doğu Avrupa üzerinden bir nüfus kaydırması gerçekleştirilerek Doğu Akdeniz kıyılarında ve Orta Doğu toprakları üzerinde kurulmuştur.

Dünya nüfusu arttıkça ve bu doğrultuda nüfuslar çeşitli kara parçalarını yurt edinerek dünya topraklarına yerleşmeleriyle, Avrupa kıtasında kurulamayan Yahudi devletinin hangi ülkede kurulmasının mümkün olabileceği tartışma konusu olmuş ve kıtalar üzerine yayılmakta olan insan topluluklarının kontrolü amacıyla dünya sermayesini kontrol eden, Siyonist lobilerin denetim altına alınabilmesini hedefleyen bir yeni açılım yeni dönemde güçlenerek öne çıkınca batılı emperyalist imparatorluklar kendi kontrolleri altındaki dünya topraklarının Siyonizm’e devredilerek küresel bir dünya devletinin merkezi olabilecek Yahudi devletinin vatansızlıktan kurtulmasını sağlayacak devlet projeleri, on dokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren teker teker ele alınarak değerlendirilmiştir. Dünya çapında bir siyonist yapılanmanın merkezi olabilecek düzeyde gündeme getirilen Yahudi devleti önerileri, emperyalist imparatorlukların girişimleriyle şu şekillerde siyaset sahnesine yansımıştır.

1-DOĞU AFRİKA CUMHURİYETİ- Böylesine yeni bir devlet yapılanması İngiltere’nin öncülüğünde, KENYA, UGANDA VE TANZANYA devletlerinin birleşmesiyle meydana gelecek bir Doğu Afrika Federasyonu olarak gündeme getirilmiştir. ABD’nin Afrika üzerinde etkisi artınca İngiltere eski konumunu kaybederek Doğu Afrika Cumhuriyetinin kurulmasından vazgeçmiştir. Bunun yerine Victoria gölü ile Klimanjora dağının içinde yer aldığı UGANDA Toprakları bir Yahudi devleti olarak düşünülmüş ve İngiltere’nin önerileri doğrultusunda Afrika’nın Filistin’i olabilecek bir devlet yapılanması öne çıkarılmış ama yeterli destek ve ortak bir fikir birliği elde edilemeyince bu proje geçerli olamamıştır. İngilizler Filistin’de bir Yahudi devleti istemedikleri için Uganda planı doğrultusunda çalışmalarını sürdürerek, Yahudileri bir Afrika ülkesinin çatısı altında toparlayabilmenin arayışı içinde olmuşlardır. İngiltere Uganda planı üzerinde de destek sağlayamayınca, diğer kıtalar üzerindeki sömürgelerinden Siyonistlere ülke teklifi yapmıştır.

2-MADAGASKAR PLANI- Dünyanın ikinci büyük sömürge imparatorluğu olan Fransız hegemonyası altındaki topraklara bakıldığı zaman, çok sayıda sömürgelere sahip olan Avrupa imparatorluklarından ikincisinin Fransa olduğu görülmektedir .Bugünün haritasında dünyanın üçüncü büyük adası olarak kabul edilen MADAGASKAR adasının sahip olduğu merkezi konumu üzerinden bütünüyle bir Yahudi adası olması ve bu doğrultuda Atlas ve Pasifik okyanusları arasında bir köprü görevi görmesi yüzünden bu büyük ada, Fransızlar Orta Doğu bölgesini İngilizlere bırakmamak üzere  Fransız sömürge imparatorluğu aracılığı ile Siyonizm’in ana merkezi yapılmak istenmiştir. Çin, Hindistan, İran ve Avustralya gibi büyük devlet alanlarının bulunduğu bu bölgede, Fransızlar İngilizleri denetlemek üzere, MADAGASKAR alternatifini yeni bir öneri olarak dünya kamuoyuna sunmuşlardır.

3- BİCOBİCAN –Sovyetler Birliği Avrupa ve batı ülkeleri üzerinden kurularak  Asya kıtasının tepesine oturtulurken, dünya Yahudi lobileri harita üzerindeki yerleri gezip görerek , geleceğin dünyasında kendilerine güvenli bir yer aramışlar ve batı bölgelerinin daha fazla güvenlik sorunlarına sahip olması nedeniyle doğunun önde gelen büyük devletlerinin topraklarından uygun bir yer seçerken, Kore ile Moğolistan arasında kalan  geniş toprakların bir Yahudi yurduna dönüştürülerek, yeni dünya düzeni oluşumunda bazı sorunların çözüme kavuşturulması  istenmiş ama böylesine bir yaklaşım batı ülkeleri nezdinde yeterli destek görmemiştir. Ayrıca Sovyetler Birliği’nin kurulduğu ve çalışmalarını sürdürdüğü eski dönemlerde Bicobican isimli toprak parçasının bir endüstri ve üretim merkezi olarak Sovyetler Birliği devlet yapılanmasına olumlu katkılar sağladığı görülmüştür. Sovyetler Birliğini bir diktatörlük rejimine dönüştüren Stalin, ABD’nin İsrail projesine karşılık, doğu Asya bölgesi olan BİCOBİCAN ‘da bir Musevi devleti kurulabilmesi için Sovyetler Birliğinin politikalarını hazırlayarak geçerli kılmak istediği aşamada yaşamını kaybedince, bu proje de geride kalmıştır. Sovyet rejimini kuran Bolşeviklerin içinde var olan Yahudi kökenli üyelerin Stalin’i desteklemesine rağmen Bicobican bir doğu bölgesi olarak dünya kamuoyunca desteklenemeyince geride kalmıştır.

4- KIRIM – Bugün Rusya Federasyonu sınırları içinde var olmaya devam eden Kırım yarımadası geçmiş tarihine bakılırsa, bir Yahudi devleti olduğu ve bu nedenle de Musevi asıllı nüfus gruplarına sahip olduğu görülmektedir. Bu çerçevede Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının bir araya geldiği Avrasya bölgesinde geçmişten kalan Musevi asıllı toplulukların Rus imparatorluğu çökerken, Rusya ve Osmanlı topraklarını terk ederek Avrupa ve Amerika kıtalarının bazı bölgelerine yerleştikleri ama daha sonraki dönemlerde tekrar eski yerleşim yerlerine dönerek, kendi kontrolleri altında bir devlet yapılanmasına yöneldikleri anlaşılmaktadır. Bu çerçevede Hazar, Kırım ve bazı başka bölgelerde de geçmişin izleri doğrultusunda alt kimliklerin öne çıktığı görülmektedir. Sosyalist bir siyasal yapılanmaya sahip olan Sovyetler Birliğine bağlı bulunan birçok şehir ve bölgelerde Hazar İmparatorluğu döneminden kalma yapılanmaların devam ettiği göze çarpmaktadır. Odesa, Kiev ve Kırım gibi bölgelerde eski Hazar uzantısı topluluklar bulunmakta ve bunlar zamanla bu bölgelerde eskisi gibi hegemonya kurma arayışı içine girerek, Osmanlı devletinin çöküşüne neden olan Kırım savaşı gibi benzer bir yıkıcı savaşın arayışı içine girdikleri anlaşılmaktadır.

5-AVUSTRALYA- Atatürk’ün İsrail’in gerçek anlamda kurulabilmesi için en elverişli alternatif olarak Avustralya’yı seçtiği, bu makalenin başlığında işaret edilen Avustralya kıtasını gelecekte en elverişli seçenek olarak gündeme getirmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Avustralya’nın eski bir İngiliz sömürgesi olarak Anglo-sakson dünyada yeri vardır, Yüz yıl önce on milyon civarında nüfusu olan bu büyük ama tenha kıta bugünün koşullarında bir İngiliz sömürgesi olmaktan çıkarak, ABD’nin Çin, Hindistan ve İran gibi büyük devletlere karşı kullandığı karşı büyüklük görüşünün uygulayıcısı bir Pasifik NATO’su devleti konumuna gelmiştir. ABD İngiltere ile Pasifik NATO’sunu kurarken, Atlantikçilere karşı bir Pasifik ordusunun en büyük ortağı konumuna gelmiştir. ABD Fransa ve Almanya ile yollarını ayırma noktasında İngiltere ve Avustralya ile Pasifik dayanışması kurarak dünya güvenliği için bir beş göz adı ile bilinen yeni bir savunma mekanizmasını geliştirmiştir. Ayrıca ABD son moda nükleer denizaltılarını da Avustralya kıtasının altındaki deniz garajlarında saklayarak, üçüncü bir dünya savaşı sırasında doğunun büyük güçlerine karşılık kullanmayı planladığı gibi çeşitli düşünceler tartışma konusu haline getirilmektedir. Atatürk iki büyük dünya savaşının cereyan ettiği merkezi coğrafya toprakları üzerindeki bir devletin  kurucu önderi olarak, Siyonist çizgideki bir Armegeddon savaşının Türkiye’yi tehdit etmesini önlemek üzere  Siyonizm’in devleti olarak İsrail’in Avustralya’da kurulmasını istemesi son derece doğal bir tavırdır. Ulusal bir Kurtuluş Savaşı verilerek kurulmuş olan bir ulus devletin kurucu önderinin, savaş konusu sorunları başka coğrafyalara taşıması yurtta ve dünyada barış ilkesine son derece uygun düşmektedir.

6- GRAND İSLAND - 1820 yılında Musevi lobilerine herkes yurt ararken, ABD’nin önde gelen gazetecilerinden olan Mordehay Noah isimli bir Yahudi, bir şehir devleti kurabilmek üzere Niagara nehri üzerinde yer alan çok büyük bir ada olarak GRAND İSLAND isimli adayı önce işgal etmiş ve daha sonra da parasını ödeyerek satın almıştır  Yahudi asıllı bir ABD vatandaşının Osmanlı devletinin çöküşünden sonra ABD’ye gelen Ermeniler için bir devlet kurarak, Wilson prensipleri doğrultusunda Ermenistan adı verilen devleti doğu Anadolu’da değil ama Kuzey Amerika’da kurmaya kalkıştığı görülmüştür. ABD’li bir Yahudi asıllı zenginin Ermeniler için ARMANİA adını verdiği bir yeni devlet yapılanmasına yönelmesi, Osmanlı devletinin içinden çıkan gayrimüslim azınlıkların Osmanlıya olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’ne de karşı ortak bir emperyalist mücadele yürüttükleri açıkça belli olmuştur. Ermeni devletini Yahudiler için yaptırmaya çaba gösteren Mordehay Noah, Yahudileri ARMANİA ismini verdiği küçük şehir devletinin çatısı altında daha güçlü bir biçimde toplanarak mücadelelerini sürdürmesi gerektiğini dile getirmiştir. Bu doğrultuda ABD eyaletleri içinde de Ermeni, Rum ya da Yahudi kimliğine dayanan eski Osmanlı gayrimüslimlerinin ortak çaba ve örgütlenmeleri zaman zaman ortaya çıkarak devam etmektedir.

7-  ETİYOPYA –  Eski adı Habeşistan olan bu orta Afrika ülkesi, Yahudi ırkının tarih sahnesine çıktığı  ana ülkelerden birisi olduğu için bu ülkenin zenci Yahudileri Falaşalar olarak Etiyopya’nın halkını oluşturmuş ve geçmişten gelen yaşam birikimlerinin çağdaş anlamda bir ulus devlete dönüşebilmesi için uzun mücadeleler verilmiştir. Önceleri İngiliz sömürgesi olan ama daha sonraki aşamada Mussolini’nin yönetiminde bir İtalyan sömürgesine dönüştürülen Etiyopya Afrika kökenli Yahudi nüfusun dünya sahnesine çıkmış olduğu en önemli Yahudi ağırlıklı bir devlettir. İtalyan faşizminin öncüsü olan Mussolini başbakan olunca Etiyopya’yı işgal etmiş ve bu ülkenin zenci nüfusları üzerinden ikinci dünya savaşındaki Yahudi sorununu, bu ülke sınırları içinde kalarak çözmeyi düşünmüş ama ikinci dünya savaşı çıkınca, Yahudi sorununa Etiyopya çözümü tamamlanamamıştır. Etiyopya halen Afrika kıtasındaki en fazla nüfusa sahip olan bir devlettir. Kıtanın tam ortasında bulunan konumu ile gelecekteki çözüm arayışlarında gene etkin bir konuma sahip olabilecektir.

8-JAPON’LARIN ZEHİRLİ BALIK- FUGU PLANI- 1934 yılında ikinci dünya savaşı sırasında Naziler ile Japonlar arasında diğer ülkelerden daha yakın ilişkiler gelişmeye başlayınca Avrupa’da yaşayan Yahudilere Japonya’daki adalardan birinin tahsis edilmesine karar verildi. Japonya’nın sahip olduğu bilim ve teknolojik birikimden yararlanmak isteyen Japonlar ile Japonların Zehirli Balıkçı Japon milliyetçileri bu iş birliğinden başarı ile çıkarak ikinci dünya savaşında Japonya’nın zafer sağlayacağını öne sürüyorlardı. Japon milliyetçileri Hitler ile dayanışma ittifakına girdikleri aşamada, 1941 yılında ikinci cihan savaşında teslim olma aşamasına geliyordu. Projenin adının bir Japon balığının adından alınmasının sebebi Fugu isimli balığın çok besleyici ve lezzetli bir gıda olduğudur. Bu balık iyi pişirilirse zafer sağlar, kötü pişirilirse de yiyenleri zehirleyen bir yapısının olduğu sonradan anlaşılmıştır. İtalyanlar teslim olunca Japonlar da teslim olmuştur. Başarısız bir iş birliği çökme ile birlikte dağılınca o zaman meşhur zehirli balık projesi de iflas etmiştir.

9-TASMANYA PROJESİ, Tasmanya adası da tıpkı diğer Avusturalya bölgeleri ya da adaları gibi geleceğin kıtası olarak açıklanan Avustralya kıtası da etrafını çeviren büyük ve orta boy adalar içinde Yahudilerin zaman içinde yerleşerek bir devlet kurabilmeleri, bir dönem için yirminci yüzyılın başlarında mümkün olabilmiş ama böylesine bir yapılanmayı Yahudiler adaya geldikten sonra tersine çevirdikleri görülmüştür. Avustralya Musevileri kıtanın hemen yanında bulunan Tasmanya adasına geçerek bir bağımsız Musevi adası yaratmaları beklenirken, bu durumun tersi bir gelişme ile Tasmanya üzerinden Avustralya kıtasının tamamının etkilenmeye çalıştığı görüldüğünde, İngilizlerin Tasmanya adası üzerindeki Musevi devleti yaratma projelerini devre dışı bırakılmıştır.

10- DİĞER PROJELER –Son beş yüz yıllık dönem içinde dünya ülkelerinin bir kısmında Yahudi nüfus için farklı düzenlemeler yapılmıştır. Bazı adalar ya da yarımadalar dünya ticaretinden yararlanarak ekonomik alanda zenginleşmeye başladıkları aşamada, Musevi lobileriyle ilişkiler kurularak daha gelişmiş ekonomi doğrultusunda adımlar atılmış ama her yeni küçük devlet projesi öne çıktığı zaman da bazı sosyal ve siyasal sorunlar çıkartılarak meselelerin çözümü engellenmeye çalışılmıştır. Akdeniz’deki büyük adalar Kıbrıs, Girit, Rodos, Sicilya, Sardunya ve Korsika gibi büyük adalar birkaç milyonluk Yahudi devletlerine dönüştürülmek istenmiş ama Hristiyan ve Müslüman devletlerin tepki göstermeleri ve karşı çıkmaları yüzünden merkezi deniz olan Akdeniz’de Yahudi devletleri bir türlü kurulamamıştır. Ayrıca Latin Amerika kıtasında bulunan bazı küçük devletler ile, bazı büyük devletlerin uygun görülen bölgelerinde gene Siyonist lobilerin destekleriyle küçük Musevi devletleri yaratılmak istenmiş ama uluslararası konjonktür bu tür sonradan olma şehir devleti ya da eyalet devletlerinin Siyonist hegemonya yansıması olarak kurulamamıştır. Ayrıca, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Ukrayna ve Makedonya gibi doğu Avrupa ülkeleri bir araya gelerek bir Doğu Avrupa Birliği kurabilirler.

İsrail devleti birinci ve ikinci Siyonist kongreler sonucunda bugün ilk Yahudi devletinin kurulduğu kutsal topraklar ya da vaat edilen topraklar olarak, kutsal kitaplarda belirtilen yerler de kurulmaya çalışılmaktadır. Ne var ki ,artık her şeyin bilindiği ve geçmişten gelen tarih, coğrafya uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi dallarının bugünlere taşımış olduğu bilgi birikimine artık herkesin ve her dünya devletinin sahip bulunduğunu yaşanan olaylar ve bunlara bağlı olarak öne çıkan gerekli bilgiler uluslararası alanlara dağıldığı gibi bugün gündemdeki gelişmelerin anlatılması ya da açıklanmasında yeteri kadar bilimsel dayanak noktaları meydana getirerek ,çıkmaz gibi görülen sorunların zamanla bir çözüm yoluna doğru yönlendiği, özellikle son yıllarda  gündeme gelen siyasal gelişmeler üzerinden her türlü tartışmanın ötesinde eskisinden daha barışçıl bir yeni dünya düzeni oluşumlarını gündeme getirmektedirler. Bu makalede belirtilen konular da böylesine bir birikimin içinden getirilerek, dünya barışını tehdit eden Siyonizm saldırganlığına karşı oluşturulmakta olan bir insanlık barışının öncüsü olmak durumundadır. Tarih boyunca yaşanan kötü olayların bugün de saldırgan Siyonizm akımları çerçevesinde gündeme zorla getirildiği ve bu yüzden son üç aydaki saldırılar üzerinden üç yüz bin Gazzelinin bombalı katliamlar aracılığı ile yok edilmeye çalışıldığı görülmüştür. Ulus devletlerin ortaya çıktığı son üç yüz yılın yarattığı bir sorun olarak gündeme gelen İsrail sorunu bir din devleti olmanın ötesine giderek ulusallaşamadığı için bugün modern dünyanın önde gelen ulus devletleri içinde yer alamamakta ama bir din devleti olarak şehirler üzerinden yeni bir orta çağ zihniyetinin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Küresel şirketler ile dinci tarikatlar iş birliği yaparak bütün dünyayı yeni bir Ortaçağ dönemine doğru sürüklerken, uluslararası alanda şehir devletleri ile yerel yönetim birliklerinin, ulus devletlere ve her türlü ulusal yapılanmalara karşı çıkarak, Siyonizm hegemonyasına karşı çıktıkları açıkça görülmektedir.

Bugünün dünyasında İsrail oluşumu dünyanın önde gelen bir numaralı sorunu olarak her yönden ve de oluşturmaya çalıştıkları yerel yönetim birimleri aracılığı ile de geri dönülmez bir biçimde dünyayı Siyonizm hegemonyasına paralel bir biçimde köklü bir değişime dünya zorlanırken, yirmi birinci yüzyılın birikimleri insanlığa yön göstererek, küresel ve bölgesel barış ortamlarının örgütlenebilmesi için öncülük yapmaktadırlar. Yüz yılların birikimi ile bir modern dünya yaratabilmek başarısını elde eden bugünün insanlığı her türlü savaş ve hegemonya dayatmalarına karşı çıkarken, evrensel bir barış düzeninin Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kuruluşların öncülüğünde insanlığın uzun süreli geleceği için gerekli olan bütün adımların atılmasıyla birlikte her türlü yardımın Gazze halkına getirilebilmesi  için, insanlık her türlü özveriyi gündeme taşıyabilmelidir. İsrail’in son Gazze saldırısı tam anlamıyla bir soykırımın öncüsü olmuştur. Anglo sakson emperyalizmi destekli kurulan çete devleti olarak İsrail bugün her kesim için ciddi bir çıkmaz ya da sorun olarak varlığını korumaktadır. Dünya ülkelerinin düzenli bir uluslararası sisteme sahip olmasını önleyen Atlantik hegemonyası hem insanlık için hem de şehir devletleri ya da yerel yönetimler üzerinden bütün dünya devletleri için ciddi bir çıkmaz olarak öne çıkarak on beşinci yüzyılda Britanya imparatorluğu üzerinden İngiliz krallığını kurarken, on sekizinci yüzyılda ise Amerika Birleşik Devletleri üzerinden bir dünya federasyonunun temelleri atılmıştır. Hristiyan Avrupa Birliğine karşı yeni bir Atlantik hegemonyası oluşturabilmek için, okyanus üzerinden var olan adalar üzerindeki şehirlerin ayrı devletler haline gelmesi ya da yerel yönetimlerin eskisinden çok farklı bir yeni birlikteliğe sürüklenmeleri sayesinde, Birleşik Krallık, Birleşik Devletler aşamasından sonra şimdi de İsrail’in önderliğinde Birleşik şehir devletleri ya da yerel yönetimler birlikleri yaratılarak, yeni bir küresel bir bölgesellik modeli ortaya çıkarılmaktadır. Birleşik krallık sonrasında birleşik devletler aşaması geride bırakılarak, Birleşik şehirler ve yerel yönetimler yapılanması Atlantik emperyalizmi ve İsrail Siyonizm’inin ortaklığında yeni bir dünya düzeni arayışları sırasında öne çıkarak etkin olmaktadır. 

 Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

10 Mart 2024 Pazar

KEMALİZM VE SOSYAL DEMOKRASİ - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

 ANKARA KALESİ 

KEMALİZM VE SOSYAL DEMOKRASİ

       Türkiye Cumhuriyeti yüzüncü yılını geride bıraktıktan sonra yirmi birinci yüzyılın yollarında geleceğin dünyasına doğru bir gelişme göstermektedir. Milyonlarca yıl öteden gelmekte olan insanlığın sosyal ve siyasal birikimi bugünün insan toplulukları ile birlikte, var olan iki yüz civarındaki ulus devletlere de yön göstermekte ve bu doğrultuda insanlık bugün gelmiş olduğu önemli geçiş noktasında, gelecek için daha güvenli ve gelişmiş bir yol haritası üzerinde ilerleyerek gelişme yolunda emin adımlar ile ana hedefe doğru ilerleme mücadelesine devam edilmektedir. İleri doğru yürüyüş sürdürülürken ara sıra durarak geriye doğru bakılması, geleceğe daha yakın bir tutumu öne çıkarmakta ve geçmişten geleceğe uzanan insanlığın gelişimi süreci, böylece bir süreklilik halinde gündeme gelerek evrim olgusunu insanlık açısından insanlığın ulaşabileceği en ileri noktaya doğru taşımaktadır. Bu açıdan yeryüzünün kurallarına bakıldığı zaman sürekli bir işleyiş içinde bulunan çok büyük bir motora benzeyen doğal bir düzenin, evrenin mimarları tarafından işin başında kurulduğu anlaşılmaktadır. Doğanın mimarları ile birlikte evrensel düzenin öncülerinin bir arada öne çıkarak geleceğe dönük bir yapılanma içinde olmaları, insanlık için bir büyük şansı gündeme getirmektedir. Evrenin saati işlemeye başladıktan sonra binlerce ve milyonlarca yıl boyunca bir ilerleme süreci tamamlanmıştır. İnsanlık için gelişme ve büyüme evreleri birbiri ardı sıra belirli aşamalarda doğal ortam ya da koşul değişikliklerini insanlığa dayatırken, diğer mekanizmaların da devreye girmesi ile dünya topunun dönmesi ve ilerlemesi ile ilgili farklı bazı geçici durumların, bazen beklenmedik bir biçimde ortaya çıktığı görülebilmektedir. İnsanlık günümüzde hem süreklilik arz eden evrimsel gelişim ile uğraşmakta, hem de bu sürecin sürekliliğini sağlayan diğer dinamiklerin yansımaları ile yarışarak yeni bir dünya düzenine giden yolları gündeme getirebilmektedir.

         Dünya da hızlı bir değişim süreci yaşandığı için her şey sürekli olarak değişmekte ama böylesine hızlı değişim süreçleri içinde değişmeyen ve gelecek için yön gösteren çeşitli durumlar ve kesişme noktaları da öne çıkarak yer kürenin biçimlenmesinde fazlasıyla etkili olabilmektedir. Her toplumun ya da milletin geçmişten gelen siyasal birikimlerinin yansıra, çok değişik faktörlerin aynı dönemde devreye girmeleriyle birlikte, bir çok beklenmedik gelişme gündeme gelebilmektedir. Türk siyasal alanına genel olarak bakıldığı zaman evrensel alanın içinden geçtiği bir değişim süreci içinde değişme ve buna bağlı olarak da dönüşüm olgusu bazen istikrarlı bir devamlılık ya da bazen da inişli çıkışlı bir süreçten geçerek uygulama alanında yepyeni bir oluşumun önünün açılması gibi gelişmeler öne çıkabilmiştir. Normal koşullarda beklenen değişim ve dönüşümler birbiri ardı sıra devreye girerken, bazen da beklenmedik iniş ve çıkışların değişim sürecine fazlasıyla etki yaptığı bütün dünyadaki var olan siyasal düzenlerde görülebilmektedir. Bu çerçevede Atatürk’ün cumhuriyeti ile birlikte başlayan devrim ya da değişim olgusu, geleceğin dünyasında insanlık için daha ileri bir yaşam düzeni kurmak açısından önem taşımaktadır. Yıkılan bir imparatorluğun küllerinden ortaya çıkarılan çağdaş Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde bulunulan hızlı değişim süreci içinde ciddi anlamda yapısal dönüşümlere uğrarken, geçmişten gelen oluşumların ya da süreçlerin var olan esas yapıları bile bazen bozduğu görülmüştür. Normal koşullarda var olan değişim süreçleri, her yerde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti devleti ya da siyasal düzeni üzerinde zamana uygun düşen bazı yenilikleri öne çıkarırken, gelmekte olan yeni yüzyılın önü açılmakta ve bu çizgide eskisinden çok daha farklı yepyeni bir oluşum Türk devleti üzerinde öne çıkmaktadır. Yıkılan bir imparatorluğun geride kalan toprakları üzerinde yaşamını sürdürmeye çaba gösteren Atatürk cumhuriyeti, tarihsel dönüşüm kuralları çizgisinde varlığı ile direnerek yok olmamış, aksine mücadele ederek geleceğe dönük bir biçimde kendisini güvence altına almıştır. Savaşlar yarattıkları sonuçlar ile bazı devletleri yıkarken, Osmanlı devleti de yıkılmış ama daha sonraki aşamada Türk milleti direnerek yeni cumhuriyet devleti ile yeniden var olabilmiştir. Osman bey ile başlayan imparatorluk devleti daha sonraki aşamada Atatürk ile temelleri atılan Türk ulus devleti aracılığı ile yoluna devam etmiştir. Birinci dünya savaşı ile birlikte uluslararası imparatorlukların sonu gelmiş ve cihan savaşı sırasında sürdürülen yoğun savaşlar sonrasında, imparatorluklardan ulus devletlere geçiş sağlanmıştır. Günümüz koşullarında dünya kıtaları üzerinde iki yüzden fazla ulus devlet kurulurken, dünya savaşı yarım kalmıştır. Ulus  devletler savaş sonrası koşullarda dünya sahnesine çıktıkları gibi  ayakta durmaya çalışırlarken, savaş sonrasında Asya kıtasının tam ortalarında bir din devleti olarak Musevilerin eski toprakları üzerinde yeni bir din devleti oluşturarak, yollarına devam etmeye çalıştıkları görülmüştür. Birinci cihan savaşı aracılığı ile  imparatorluklar ulus devletlere dönüşürken, bir de arkadan Siyonist bir din devletinin dünyanın tam ortalarında kurulması iki bin yıl öncesinde olduğu gibi, bir de din devletleri konusunu var olan siyasal savaş sürecine dahil etmiştir. Savaş yılları öncesinde Sovyet Rusya’da bir ideolojik imparatorluk kurulurken, bu büyük imparatorluk devletinin sağladığı geniş alan hegemonyasının, İslam dünyasının tam ortalarında farklı bir din devletinin kurulabilmesi açısından, elverişli bir ortam sağladığı görülmüş ve bu doğrultuda üç büyük kıtanın üzerindeki toprak parçaları yeniden düzenlenerek ulus devletlerin üç büyük kıta üzerinde daha dengeli bir siyasal yapılanmaya doğru yönlendirilmesi sağlanabilmiştir. Çağdaş ulus devletler sömürgelerin bağımsızlığı ve imparatorlukların alt kimlikçi eyaletlere bölünmesi aracılığı ile siyaset sahnesinde boylarını gösterirken, merkezi coğrafyanın tam ortalarında yer alan Atatürk’ün ulus devleti uluslaşma ve ulus devletler çağının en önde gelen siyasal organizasyonu olarak yeryüzü haritasının tam ortalarında yer alıyordu. İmparatorluk devleti modelinden bir ulus devlet yapılanmasına geçiş aşamasında, Atatürk’ün ulus devleti kurucu önderin sahip olduğu farklı özellikler üzerinden öne geçerek, yeni bir yapılanma süreci içinde uluslararası siyaset alanının yeniden dengelenmesi aşamasında önde gelen bir yapılanmaya doğru gelişiyordu. Kurucu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ortaya koyduğu ilke ve programlar doğrultusunda atılan adımlar aracılığı ile, yeni Türk devleti kendine özgü bir devlet modeline doğru gelişmeler gösterirken, Avrupa ve İslam dünyası karşılarında kurucu önder Atatürk’ün ortaya koyduğu bir Türk ulus devleti planı ile karşılaşıyordu.

                Dünyanın jeopolitik merkezinde kurulmuş olan Atatürk Cumhuriyeti hem merkezi bölgenin özelliklerine hem de kurucu önderin sahip olduğu jeopolitik bilgi birikiminin etkilerinde kalarak, çok özel birikimlere ve özelliklere sahip bir devlet örneği olarak dünya sahnesindeki yerini alıyordu. Bu tür bir yapılanma kurucu önderin kişiliği ve yönlendirmesi, var olan diğer ulus devlet modellerinden çok daha farklı bir yapılanma ile öne çıkarak, o dönemin koşullarında yeni bir siyasal kamu düzeni yapılanması olarak ortaya çıkıyordu. Atatürk yeni kurulmakta olan devletin hem her şeyi hem de uluslararası siyasal alana çıkış noktası olarak öne çıkıyordu. Yirminci asrın yılları içinde ulus devletlerin kurucu önderleri öne çıkarken, imparatorluklara ve emperyalizme karşı çıkmakta olan ulus devletlerin hemen hepsi, kendi ülkelerinin jeopolitik yapılarına uygun düşecek bir yeni yapılanma arayışına giriyorlardı. Büyük devletler arasındaki siyasal çekişmelerin savaş alanlarına taşınması sayesinde, kurucu önderlerin isimleri ulus devletler üzerinden siyasal modellere dönüştürülmeye çalışılırken Mustafa Kemal Atatürk’ün dünya siyaset sahnesindeki özel ve önemli konumu, Türkiye için yeni bir siyasal kimlik getirecek kadar etkili oluyordu. Atatürk’ün sahip olduğu siyasal model ve kimlik üzerinden Tük devleti modern bir ulus devlet olarak gündeme geliyordu. Devlet başkanlığı ile kurucu önderlik sıfatlarının aynı yöneticinin aracılığı ile kişisel bir otoritenin ellerinde birlikte ele alınması, yeni kurulan ulus devletin modelini de kurucu önderin ismi üzerinden tanımlamaya doğru çekmesi, ulus devletler çağının savaşlar ile dolu olan sahnelerinde kurucu kadronun kahramanlıklarını da gündeme getiriyordu. Mustafa Kemal’in ulus devleti Kemalist Cumhuriyet olarak adlandırılırken, sadece devletin yeni kurulduğu yer ya da bölge değil ama aynı zamanda kurucu önderin kimliği üzerinden geliştirilen kalıcı bir model adı da devlet kimliğinin açıklanmasında ya da yansıtılmasında öne çıkmakta ve Kemalist devlet ya da cumhuriyet adları birbirini tamamlayacak biçimde kuruculuğu ve de yeni siyasal yapılanmanın tanıtılmasında, önde gelen bir simgesellik olarak etkin oluyordu.

                Her devletin kurucu önderleri olduğu için bunlara özellikle büyük devletlerin başına geçmeleri gibi otorite ve yönetim birlikteliğinde, bunlara kurucu babalar adı verilerek, devlet yönetimine kurucuların adı üzerinden yeni bir kutsallık kazanımı kazandırılmaya çalışılmış ve daha çok batının önde gelen ulus devletlerinin kurucu babalar üzerinden zenginleştirilen prestijleri aracılığı ile, devletlerin merkezi konumlarının güçlendirilmesine çalışılmıştır. Ulusların simgesel bir yapılanmalar olması yüzünden zamanla ulus devletler zayıflayabilir ve çok fazla güçlü bir merkezi yapılanma olmaması yüzünden alt kimlikçi etnikçilik üzerinden ulusal toplumlarının parçalanma riskleri ile karşı karşıya getirilmeleri de dikkate değer toplumsal hareketlilik ya da karmaşa ortamlarının öne çıkarılmasında değişik sosyal sorunlar öne geçebilir. Kurucu önderlerin hayatta olduğu ya da yaşadıkları zaman boyutlarında devlet istikrarı daha da etkili olabilir. Var olan kurucu kadronun tabanının genişletilmesi ve üst düzeyde yeni üyeleri ile eski kurucu kadronun öne çıkması ve daha alt düzeydeki kadroların ya da grupların önde gelen girişimlere kalkışmalarıyla, devletin zayıflaması ya da iç çatışma ortamına sürüklenmeleriyle, ulus devletin istikrarlı yapılarının tehlikeye doğru kaymasına giden dağılma yollarına yardımcı olmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti devleti yapılanması çerçevesinde Türk milleti ile devletin kurucusu olarak Atatürk her zaman için birlikte olmuşlar ve ortak ulus devlet örgütlenirken, dış tehditlere karşı her zaman dayanışma içinde karşı çıkarak, devletin daha sağlam temellere oturtulabilmesi sağlanabilmiştir. Kurucuların içinde ya da yönetiminde bulunduğu bir siyasal yapılanmanın her zaman için daha güçlü bir devlet yönetimine giden yolları açık tutulmuştur. 

                Atatürk’ün bir kurucu önder olmanın ötesinde aynı zamanda bir asker olması her açıdan devlet düzeninin örgütlenmesinde önemli bir rol oynamıştır. İmparatorluğun dağılmasından sonra devlet bir ulusal kurtuluş savaşı verilerek kurulmuştur. Böylesine bir süreçte devletin kuruluşunu Türk Silahlı Kuvvetleri sağlamış ve daha sonraki aşamada cumhuriyet devletinin kuruluşu tamamlanınca ikinci aşamada yeni bir anayasal düzen ile birlikte çağdaş parlamenter sistem kurulmuştur. Türk halkının gerçek temsilcisi olarak Türkiye Cumhuriyeti halk kitlelerinin gerçek temsilcilerinin katılımı aracılığı ile çağdaş bir parlamenter sistem oluşturulmasına öncelik verilmiş ve kurucu kadronun devleti kurması süreci tamamlanmıştır. Atatürk bütün bu aşamaların tamamlanması çizgisinde kurucu önder olarak devlet ve toplum içinde yer alan gruplar ve kuruluşların hepsinin öncüsü olarak ve bunlar arasında her açıdan uyum sağlayarak, devletin her aşamasında kurucu önder tavrını her zaman için hazırda tutarak ve her türlü çekişme ile çatışmanın önlenmesinde, kuruculuğun genel egemenliği çerçevesinde koruyucu ve önleyici bir önemli rol oynamıştır. Asker ve devlet adamı kişiliklerinin kurucu önder üzerinde toplanması, her açıdan sosyal dayanışmayı güçlendirmiş ve bu doğrultuda devlet ile millet kaynaşmasının öne çıkmasıyla merkezi gücün daha üst düzeylerde örgütlenmesi açısından yarar sağlanmıştır. Atatürk bir asker olarak halk kitlelerinin içinden gelirken en zor koşullarda ulusal kurtuluş savaşının geri adım atmadan en üst hedefe doğru ilerlemesini sağlamıştır. Atatürk bir halk adamı olarak öne çıkarken, Türk ordusunun bütün kesimleri ile diyalog kurmasını sağlamıştır. Atatürk’ün öncülük ettiği bütün devrimci adımların arkasında Türk ulusunun fertlerinin yer alması ve büyük önder Atatürk’ün her türlü olumlu gelişmeye öncülük etmesi, Türk toplumunun bütün ulusal katmanlarının daha aktif bir çalışma düzeni içine girerek, ulusal önderin az zamanda çok işler yapılması projelerine giden yollarda, devlet ve millet iş birliği ve dayanışması karşıya çıkan tüm engellerin aşılmasında destek sağlayıcı önemli adımların atılmasında önemli rol oynamıştır. Bir halk adamı olarak hiçbir zaman halkın içinden çıkmayan ve her yaptığı iş de ya da attığı adımlarda, halka giderek halk kitlelerinin genel anlamda desteklerine başvuran Atatürk, her zaman için Türkiye Cumhuriyeti’ni sadece bir Türk devleti olarak değil, ama aynı zamanda bütün Türk dünyasının temsilini sağlayan Türkçü bir anlayışın her zaman için takipçisi olarak, geleceğin dünyasının yaratılmasında Türkçü bir bakış açısının ağırlıklı biçimde öne geçmesine özellikle dikkat etmiştir. Atatürk kendisini her zaman için en büyük Türk olarak görmüş ve Türk devletinin kurucu önderi olarak da her zaman Türklük ve Türk dünyası arasında gerekli olan bağlantıların tamamının oluşturulmasına dikkat etmiştir.

                 Atatürk her zaman için uluslararası gelişmeleri yakın izleyerek onlara ayak uydurmaya çalışmış gerçekçi bir ulusal önderdi. Hiçbir zaman hayal peşinde koşmamış ve Türk ulusunu ya da devletini ortadan kaldırabilecek ütopyaların peşinde giderek yanlış politikalara alet olmayan bir önderdi. Atatürk üç kıta ortasında yer alan Türkiye haritasının her yönü ile yakından ilgiliydi. Avrupa ülkelerini çok iyi tanıyan bir önder olarak aynı ağırlığı doğu dünyasının önde gelen ülkelerinin mazlum uluslara benzeyen konumlarını yakından izleyen bir yaklaşım çerçevesinde hareket ederek, kalıcı bir biçimde küresel bir dünya barışının arayışı içindeydi. Askeri bir meslekten geldiği için savaşların ne anlamlara geldiğini iyi biliyor ve bu nedenle sürekli olarak barıştan yana bir siyasal çizgiyi izleyerek merkezi alandaki bütün savaş senaryolarının önünü kesecek bir biçimde “Yurtta barış ve dünyada barış “ ilkeleri çizgisinde orta alandaki merkezi ülke olarak, Türkiye Cumhuriyetini önce bir barış adasına dönüştürmek ve daha sonra da dünyanın doğu yarıküresinde yer alan bütün mazlum ulusları arkasına çekecek bir çizgide uluslararası bir barış  platformunu, Milletler Cemiyeti ya da bunun gibi yeni ortaya çıkan uluslararası kuruluşları dayanak noktası yaparak, yeni bir dünya savaşının çıkmasını önleyecek derecede küresel bazı girişimlere kalkışıyordu. Bir büyük dünya savaşının kalıntılarının içinden çıkmış olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin öncelikle kurumsal yapılanma aşamasını tamamlayarak, üçüncü dünya ülkelerine örnek olacak bir düzeyde merkezi alanda güvenilir ve sağlam bir devletin dünya sahnesine çıkartılması gerekiyordu. Düveli Muazzama emperyalizmine karşı çıkarak direnen Anadolu insiyatifi, Türk devleti olarak hem bir barış ülkesi olmak hem de evrensel barış düzeni için öncü bir güç olarak Kuvayı Milliye mücadelesini sonuna kadar götürmek zorunda idi. Emperyalizme karşı var olma savaşını kazanmış olan Türk milletinin en önde gelen yükümlülüğü olarak böylesine bir atılım gerçekleştirilmeliydi. Türk ulusunun var olma mücadelesi bütün diğer mazlum uluslar içinde geçerli olacak ve böylece dünya savaşların alanı olmaktan çıkarak tümüyle bir barış adasına dönüştürülecekti.    

          Atatürk Avrupa benzeri bir ulus devletin yanı sıra aynı zamanda halkçı bir cumhuriyet rejimini tesis ederken, halktan yana bir tavır izleyerek halkçılığa dayanan bir kitlesel dayanışmanın arayışı içinde olmuştur. Yoksul halk kitlelerinin, iflas etmiş ve çökmüş devlet düzenlerinin hiçbir şey yapabilme şansları olmadığı için Atatürk hem Türk toplumunun bütün kesimlerini dikkate alarak adım atmış, hem de daha güçlü bir çizgide örgütlenerek savaş alanlarına gelen batı emperyalizminin ordularını dikkatle izlemiştir. Atatürk ulus devleti kurduktan sonra gerçek anlamda bir halkçılığa yönelerek doğunun mazlum uluslarını hedef alırken, batının önde gelen zengin devletlerinin dayanak noktası olan batı tipi bir sosyal demokrasi arayışı içinde olmamış ve de bu yönde bir tutum izleyerek Avrupa’nın zengin ülkelerinde var olan sosyal demokrasi anlayışına karşı çıkmıştır. Bu nedenle batılı zengin sınıfların kapitalist çıkarlarının korunmasına öncelik veren sosyal demokrasi anlayışını red ederek, halkçılık devrimi ile çağdaş bir ulus devlet kuran Atatürk, yoksul halk kitleleriyle yakınlaşarak gerçekçi anlamda ulusalcı sol politikaları öne çıkarmaya çalışmıştır. Asya kıtasının tam ortasında büyük bir sol sistem kuran Rus halkçılığı, Rusya’nın önde gelen devrimcilerin ve filozoflarının büyük çabaları ile dünyanın öbür kıtalarında da var olma ve yaşama mücadeleleri veren işsiz, güçsüz ve yoksul halk kitleleri ile yakın ilişkiler kurularak, batı emperyalizmine karşı çıkacak bir biçimde devrimci ve halkçı kitlesel çıkarlara bugünün koşullarında öncelik getiren yeni tür yaklaşımlara öncelik verilmiştir. Atatürk ülkesini batılı emperyalist ülkelerin işgal girişimlerinden kurtarmak üzere yola çıkan bir önder olarak ve sonuna kadar direnerek, az zamanda çok işler yaparak ülkesini tam bağımsız ve gerçekten demokratik bir statü ortamı içinde gerçek anlamda bir hukuk devletine kavuşturmuştur. Özgürlüğü kendi karakteri olarak gören Atatürk, hem Türk milletinin hem de insanlığın kazanılmış hak ve özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesi hedefi doğrultusunda gereğini yaparak, yirminci yüzyılın bir hak ve özgürlükler dönemine dönüşmesi amacıyla uluslararası alanda her türlü işbirliği ve dayanışma girişimlerinin örgütlenebilmesi için, önde gelen girişimlerin birbiri ardı sıra öne çıkartılması gene Atatürk’ün öncülük misyonları doğrultusunda öne geçmiş ve siyasal gündemlerin bu yolda  oluşturulması çizgilerinde, halkçılık özünü taşıyan yeni  politik açılımların gündeme gelmesi  de kaçınılmaz hale gelmiştir.

                Medeniyetin beşiği Avrupa kıtasının yanında bir ulus devlet kuran ve daha sonraki aşamada ise var olan sosyalist büyük konfederasyon yapılanmalarından yararlanarak hareket eden Atatürk, kurmuş olduğu ulus devletin eksik kalan yanlarını giderebilmek için halkçılık özüne dayanan bir halkçı rejimi halkçı cumhuriyet adı altında eski Osmanlı toprakları üzerinde kurabilmiştir. Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde gündeme gelen Avrupa’nın hukuka dayanan ulus devletleriyle birlikte aynı zaman dilimi içinde bir de halkçı cumhuriyetçiliğin devreye sokulması ile aynı dönemde burjuvazi ve işçi sınıfının siyasal eğilimlerini birlikte ele alarak değerlendiren, yeni bir sentez denemesi öne çıkarılmaya çaba gösterilmiştir. Atatürk toplumun bütününü oluşturan halk kitlelerinin çeşitli taleplerini karşılamaya çalışırken, toplum içinde zamanla meydana gelen sınıfsal yapılanmalar ve dengeleri de dikkate alan bir kurucu devlet iradesini temsil eden Atatürk kendi ülkesiyle birlikte aynı zamanda Türkiye’ye benzeyen diğer ülkeler açısından da bir model olabilecek yeni bir devlet yapılanmasını öne çıkarıyordu. Asya gibi her yönü ile büyük bir kıtanın üzerinde yaşamakta olan milyonlarca büyük nüfuslara sahip olan büyük devletler daha çok kitlesel sosyalizmde çıkışı ararlarken, bu açıdan Sovyetler Birliği gibi büyük alanlara yayılmış ve büyük devletlerin katkıları ile ayakta kalabilen yeni siyasal dengelerin gündeme getirilmesiyle, liberal kapitalist rejimlere karşı yeni yapıların oluşturulmasıyla birinci dünya savaşı sonrası koşullarda farklı siyasal rejimlere sahip bulunan devletler ve bölgeler arasında yeni siyasal gelişmeler sağlanarak, savaşların önlenmesi doğrultusunda geleceğe dönük adımların atılması öne çıkarılarak, barış ortamı arayışlarında yeni bir hızlanma yönelişine öncülük yapılmıştır.

                Ulusalcı devlet ve halkçı cumhuriyet rejimlerini bir bütünlük içerisinde öne çıkaran Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu Cumhurbaşkanı Atatürk, devletin kuruluşu aşamasında Kemalist rejim ve devlet modeli açısından tehdit ve tehlike geliştiren diğer siyasal gelişmeleri boykot edercesine sistemin dışında tutmaya çalışmıştır. Atatürk Sovyet Rusya ile iyi geçinerek araya mesafe koyarak Asya kıtası içinde bir barış ortamı yaratmaya çaba göstermiştir. Çağdaş batı tipi bir yeni devlet modeli geliştirilirken, Marksist-Leninist Rusya ile araya mesafe konulmuş, eski Osmanlı ülkesi olan Arap devletleri İslami rejimleri yüzünden ayrı bir kategori içinde ele alınarak değerlendirilmiştir. Bir tarafta sosyalist bir doğu dünyası ya da Asya kıtası oluşumları gündeme gelirken, bunlara karşı yeni bakış açıları ile yaklaşım içine girilmiştir. Atatürk, yeni bir siyasal sentez görünümü altında çağdaş bir ulus devlet ve halkçı bir cumhuriyeti aynı çatı altında örgütlerken, emperyalizm işbirlikçisi olan ve gericilik çizgisinde ülkeyi tehlikeli bir durumu yakınlaştıran ve kurulmuş bulunan devlet ve kamu düzenlerini tehdit eden siyasal çizgilerin dayandığı partileri de ya önünü keserek ya da bu partilerin açıldıktan sonra kapatılmalarını gündeme getirerek Kemalist rejim sisteminin ayakta kalması sağlanmıştır. Marksist-Leninist partiler batı tipi demokratik ulus devletini korumak için alınan kararlar ile kapatılmıştır. Rusya’daki Marksist-Leninist partinin kapatılması gibi, bir Rus Partisi olarak Sosyal Demokrasi Partisi, Rusya’daki aktif siyasal yapılanma dikkate alınarak kapatılmıştır. Lenin’in devrim yapan partisinin adı Marksist değil aksine Sosyal Demokrat parti idi. Sosyal Demokrasinin yumuşak görünümlü çizgisine rağmen, Rusya’da devrimi örgütleyen Rusya Sosyal Demokrasi Partisini dikkate alan Atatürk, benzeri bir hatalı durumun Türkiye’de gündeme gelmesini önlemek üzere, Türk Sosyal Demokrat Partisi’ni devlet kararı ile kapatmıştır. Marksizmin öncesinde hazırlıkçı yapılanması ile ve daha sonraki aşamada da kapitalist emperyalizmin liberal görünümlü işbirlikçiliğine yönelmesi ile sosyal demokrat partilerin Rusya’da olduğu gibi daha sonraları Türkiye’de de kapatılma aşamasına geldiği anlaşılmaktadır. Liberalizm ve Marksizm çizgilerinde gidip gelen Sosyal Demokrat Partiler zamanla bulundukları ülkelerde devlet açısından istikrarsızlık yarattıkları için kapatılmışlardır. Atatürk siyasal gelişmeleri dikkatli bir biçimde izleyerek ve inceleyerek Türk devletinin kuruluş döneminde Kemalist rejim açısından tehlikeli görülen Sosyal Demokrat Partinin kapatılma kararı alarak, batı ya da Rus emperyalizmlerinin bu tür partileri ülke aleyhine kullanılmalarını önlemiştir.

KAYNAKÇA, Dr. HASAN  İLERİ (Türkiye’de Sosyal Demokrasi -ANKARA  1911, GÜNDÜZ   Kitapevi Yayınları.

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN