Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Yavru vatan “Milli Dava Kıbrıs”ta yeni bir döneme gelindi.
Şimdiye kadar, başta AB olmak üzere, ülkemizdeki uzantıları ve dahili bedhahlar
tarafından “kendi başına bir sorun” gibi gösterilen Kıbrıs’ın, aslında bu
konumda bulunmadığı ve doğal olarak
kendisini çevreleyen bölgeler ile içiçe bir çok ortak soruna taraf olduğu ve Rum
tarafının (palikarya) sürekli sorun ürettiği görülmektedir.
Nitekim, Orta Doğu Bölgesindeki gelişmeler kadar, Avrupa ve Akdeniz
bölgesinde gündeme gelen yeni siyasal koşullar, doğrudan doğruya bu bölgenin
tam ortasında yer alan, strajejik önem ve değeri iyice artan Kıbrıs’ı yakından
ilgilendirmekte; Doğu Akdeniz’de adeta bir
uçak gemisi gibi duran ada’nın yakın bölge sorunları ile eskisine oranla yeni
bir ortama doğru sürüklediği görülmektedir.
Yirminci yüz yılın ortalarından beri, zaten çok karışık bir
durumda olan Orta Doğu Bölgesinden uzak durarak, kendine özgü “ayrı bir çizgide
var olmaya çalışan Kıbrıs Adası” günümüzde Orta Doğu’nun sıcak çekişmelerinden “Doğu
Akdeniz” Proje Bölgesine doğru kaymakta; Akdenizin doğu kıyılarında yeni ortaya
çıkan petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynaklarının paylaşım kavgaları, Kıbrıs
adasının stratejik ve jeopolitik
konumunu değiştirmekte ve adanın Türkiye açısından önem ve değeri ile
vazgeçilmezliğini fazlasıyla
arttırmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük önder ATATÜRK, bir
demecinde “Kıbrıs’ın çok önemli bir ada
olduğunu; Türkiye ve Türkiye’nin
güvenliği açısından hayati önem taşıdığını” dile getirmiş ve ileride Kıbrıs’a
mutlaka sahip çıkılması gerektiğini açıkça dile getirmiştir. Nitekim, “emanet
ve vasiyet değeri taşıyan bu işaret” doğrultusunda hareket eden Türkiye
Cumhuriyeti hükümetleri, yeri geldikçe ve gerekli oldukça icap eden hassasiyeti
göstermiş ve olayların patlama noktasına geldiği kritik bir aşamada “barış
harekâtı” düzenlenerek, ada üzerinde
yaşayan ve elen-Yunan (palikarya) zulmüne maruz Türklere sahip çıkılmıştır.
Türk Ordusu, Türk Milleti ve devletinin ulusal çıkarları
doğrultusunda, Türkiye’nin Güney Bölgelerinin güvenliği için Barış Harekâtına
girişerek, öncelikle adanın kuzeyinde Türkler için güvenli bölge teşkilini sağlamıştır.
Türk tarafı bu bölgede önce Kuzey Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni kurmuş; Daha
sonra da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilân ederek, kurucu önderimiz
Atatürk’ün direktifleri doğrultusunda ‘haklı-yerinde ve doğru olarak’ hür,
hâkim ve hükümran bir devlet sıfatıyla hereket etmiş ve Anavatan Türkiye ile yakın
ilgi, istikrarlı ilişki ve sürdürülebilir politikalar oluşturarak bu günlere
gelmiştir.
Ancak, geçen ay içinde Avrupa Birliği’nden gelen yeni bir
tavırla, Türkiye’nin Kuzey Kıbrıstan çekilmesi istenmiş, sadece bu doğrultuda “Türklerin
Avrupa’ya Serbest Dolaşım” ile girebileceği, zorunlu bir şart biçiminde “çok
haksız, hukuk ve ahlâk dışı, küstah bir üslupla” ifade ve deklere edilmiştir.
Böylece (Türkiye söz konusu olunca, İnsan Hakları ve
Evrensel Hukuk normlarını kolaylıkla hiçe sayan) Avrupa Birliği’nin yönetimden
sorumlu (emperyal güdümlü) kişileri, Türkiye’nin AB üyeliğine ve Türk vatandaşlarının
serbest dolaşımına mukabil Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tasfiyesini
isteyecek kadar ileri giderek, açıktan Türkiye ve Türk düşmanlığı yapmışlardır.
Bu süreçte yıllardır Türkiye’ye karşı çifte standart uygulayan ve iki yüzlü
hareket eden Avrupa emperyalizmi, bu son tutumu ile hiç te iyi niyetli olmayan,
art niyetli, sinsi ve düşmanca çifte standart politikalarını sürdürmüştür.
Dahası: Orta Doğu’da din savaşları, üçüncü bir cihan harbine
doğru gelişirken, Doğu Akdeniz’de gündeme gelen enerji dalaşı; Kıbrıs adasını
eskisinden daha önemli bir konum ve çok hassas bir stratejik+jeostratejik konuma
getirmiştir. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri ve Kıbrıslı Türkler (Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti), bu yeni denge faktörlerini dikkate alarak “çok sıkı
bir işbirliği ve Milli Dava Kıbrıs bilinci içinde” ve daima birlikte hareket
etmek zorunda ve durumundadırlar.
Bu meyanda: KKTC ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türkler
adına kazanılmış mevcut, mümkün ve muhtemel bütün hakların istisnasız hepsine
sahip çıkmak ve hiç birisinde kesinlikle geri adım atmamak zorundadırlar. Türkiye Cumhuriyeti KKTC için ANAVATAN ve bir
garantör devlet sıfatıyla, hem eski hakları özenle korumak, hem de yeni ortaya
çıkan durumlar karşısında “tarihi, doğal, sosyal, siyasal ve kültürel geçmiş; mevcut egemenlik alanı ve
münhasır ekonomik saha hakları ve hukuku çerçevesinde” yepyeni hakların elde
edilmesi için “inançla, azim ve kararlılıkla” çaba göstermelidir.
Kuzey Kıbrıs’ta ki “uluslar
arası kabul görmüş sağlam antlaşmalara dayalı” Türk Cumhuriyetinin; Rumların, Hıristiyanların
ya da Avrupa Birliği’nin kuklası olmaması “Hürriyet, Hâkimiyet ve Tam
Bağımsızlığını Koruması ve istikrarla sürdürebilmesi için” gereken çabalar mutlaka
gösterilmelidir. Özellikle ada üzerinde, giderek sinsice egemen olmaya başlayan
İsrail siyonizminin gizli hesap ve menfur emellerine Türk tarafının alet
olmamasına çok dikkat edilmesi gerekir.
Ayrıca, Rus emperyalizminin tuzağına düşen Rum-Elen kesimin
içine sürüklendiği çıkmaz iyi izlenmeli, çok dikkatli olunmalı ve giderek artan
dış baskılara karşı (tıpkı Yunanistan ile Güney Kıbrıs Rum Kesimi arasında
olduğu gibi) KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ ile Türk Devleti arasında daha güçlü, kalıcı
ve sağlıklı bir işbirliği dayanışması ortaya konulabilmelidir.
Bu vesileyle ve netice olarak: Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 44.
Yıldönümünde Kıbrıs Türk Şehitlerini saygı, şükran ve tazimle anar,
gazilerimizi minnetle selâmlarız. Temennimiz odur ki: Emperyalizmin her türlü menfur
oyun ve kirli düzenlerine “cesaret,
azim, irade ve kararlılıkla karşı çıkılarak”, Doğu Akdeniz’de ki Türk
egemenliğinin kutsal simgesi olan “KKTC”nin güvenle yoluna devam edebilmesi çin
başta Türk Milleti olmak üzere, Türk Dünyası ve İslâm Âlemi gereken herşeyi
yapmalıdır. Yapmak zorundadır…
Son derece guzel ve sarih yazilmis bir yazi. Dr. Cecene cok tesekkurler.. Her zaman Kibris konusunda icinde oldugumuz tehlikeyi ve etrafimizi sarmis olan dost gozuken dusmanlari unutmadan hareket edelim. Eskiden bu tip yazilari fazla abartili bulurdum. Yillar suren dusmanligi -mesela insanlik disi embargo- gordukten sonra hic abartili bulmuyorum.
YanıtlaSil