ANKARA KALESİ: Kanunlar önünde eşitlik yoksa; "İnsan Hakları, Adalet ve Hukuk" yok demektir... Prof. Dr. Anıl Çeçen
20 Temmuz 2018 Cuma
TÜRK DEVLETİNİN AKLI "Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN" Genel olarak bilinen fakat fazla kullanılmayan, ayrıca gizlice kullanılmağa çalışılan bir kavram olarak devlet aklı; her zaman için hem siyasal alanda hem devlet yönetiminde her zaman için fazlasıyla öneme sahiptir.
TÜRK DEVLETİNİN AKLI
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Son zamanlarda Türkiye'de en çok tartışılan kavramların önüne, devlet aklı kavramı geçti. Günlük dilde pek de kullanılmayan bu kavram, konuyu bilen hukukçuların ve siyasal bilimcilerin çok yakından bildikleri bir deyimdir. Genel olarak bilinen fakat fazla kullanılmayan, ayrıca gizlice kullanılmağa çalışılan bir kavram olarak devlet aklı; her zaman için hem siyasal alanda hem devlet yönetiminde her zaman için fazlasıyla öneme sahiptir. Özellikle devlet düzenlerinin çatırdadığı ya da çökmeğe başladığı aşamalarda gündeme gelir. Bezen de yeni devlet modellerinin kurulması uluslararası konjonktürde güç merkezleri tarafından gündeme getirilirse o zaman varolan devletin tasfiye edilmesi amacıyla kasıtlı olarak kullanılan bir kavram olarak devlet aklı gündeme getirilir.
Eski Türkçe dilinde daha çok “Hikmeti Hükümet” olarak ifade edilen bu kavram, Avrupa dillerinde daha çok devlet sebebi ya da devletin varolma nedeni biçiminde kullanılmaktadır. Bu yönü ile her devletin ortaya çıkış aşamasında devletin kuruluş gerekçesini oluşturmakta, devletlere bir varoluş gerekçesi yaratmaktadır. Orta Çağın sona ermesi ve dine dayanan toptum düzeninin geride kalması aşamasında, daha çok onbeşinci yüzyıldan sonra kullanılmaya başlanmış olan bir kavram olarak devlet aklı, çağdaşlığa geçiş süreci içinde, çağdaş devletlere yaşam kazandırmıştır. Makyavel'in “Hükümdar” isimli kitabı üzerine başlayan tartışmalarda, İtalyan düşünürü Botero tarafından ilk kez kullanılan devlet aklı kavramı, bir devletin kurulabilmesi, yaşayabilmesi, varlığını sürdürmesi, her türlü tehdit ya da tehlike ye karşı kendisini koruyabilmesi, daha iyi ve gelişmiş düzeyde hizmetlerini geliştirebilmesi ve diğer devletlerle arasında bulunan rekabet düzeninde daha güçlü bir konuma gelebilmesi için yapılması gereken bütün girişimleri ifade eder.
Her devletin kurucuları bir akıl kullanarak devletlerini tarih sahnesine çıkarırlar ki, buna kurucu devlet aklı denmektedir. Devleti kuran akıl daha sonra onu yaşatmasını, korumasını ve geliştirmesini de bilecektir. Dine dayalı toplum düzeni ile beraber feodaliteye dayanan siyasal yapıyı da geride bırakarak çağdaş devleti ortaya çıkaran akıl, işte bu kurucu devlet aklıdır. Devlet aklı bir ülkede ya da bir toplumun içinde güç merkezi oluşturmasını, oluşturulan güç merkezini siyasal anlamda örgütleyerek ortaya çağdaş bir devlet çıkarılmasını bilen bir akıl olacaktır. Devlet aklı; devlet kuracak gücü oluşturmak ve bu güç oluşumunu daha sonra kurumlaştırarak sürekli bir siyasal yapıya dönüştürmek anlamında da açıklanabilir. Bu açıdan devlet aklı çağdaş devletin ortaya çıkış noktası ve düşünsel temelidir.
Onbeşinci yüzyılda ortaya çıkan devlet aklı kavramı daha sonraki yüzyıllarda hızlı bir gelişme göstermiş ve onaltıncı yüzyıldan sonra ortaya çıkan çağdaş devletlerin kurucu düşüncesini oluşturmuştur. Güç merkezleri sahip oldukları potansiyeli bir iç egemenlik olarak ortaya çıkarmışlar ve daha sonraki aşamada da dış egemenliğe yönelerek, devletlerarası düzende yeni bir devlet yapılanması ile sahneye çıkılmasını başarmışlardır. Zaman içerisinde kurumsallaşan siyasal egemenlik düzenleri çağdaş devletlerin ilk örneklerini oluşturmuşlardır. Makyavel'in real politik koşullara dayanan gerçekçi ve fırsatçı düşünceleri, çağdaş devletlerin oluşum sürecinde yön gösterici olmuştur. Kendisi kullanmamasına rağmen, öne sürdüğü gerçekçi düşüncelerle, Makyavel bir anlamda devlet aklı kavramının öncüsü olarak kabul edilebilir.
Siyasal koşullarda meydana gelen zorlukların ya da engellerin aşılmasında devlet aklı kavramı her zaman için gündemde olmuş ve devletlerin yöneticileri tarafından kullanılmışlardır. İnsanlığın kazanımlarının bütün topluma mal edilmesin de insan karakterinden ortaya çıkan keyfiliklerin önlenmesinde, gelinmiş olunan aşamada varolan düzenlerin korunmasında ve her türlü tehdide karşı devletin savunulmasında devlet aklı her zaman için yön göstermiştir. Devletlerin var olabilmesi, ancak devlet aklının korunması ve kullanılmasıyla mümkün olabilmiştir.
Roma İmparatorluğu döneminde, devlet düzeninin korunmasında devlet aklı ile beraber bir de devlet sırrı kavramı kullanılmıştır. Romalı düşünür Tacitus, devletlerin kendilerini koruyabilmeleri için devlet aklını kullanarak önlemler almaları gerektiğini ve bunları yaparken de aynı zamanda devlet sırrı kavramından da yararlanılabileceğini açıkça öne sürmüştür. Devlet aklının dayandığı devlet sırları, devlet yapısının ve özelliklerinin korunmasıyla beraber, devlet kurucu iradeyi oluşturan gücün sağladığa egemenliğin de her türlü koşulda muhafaza edilmesini sağlayacak girişimleri kapsamaktadır. Devletin ve beraberinde kurulmuş olan kamu düzeninin bütün tehdit ve tehlikelere karşı korunması, devlet aklı ile beraber devlet sırrını da öne çıkarmıştır. Böylesine bir yaklaşım; devleti başlı başına bir amaç ya da hedef durumuna getirerek idealleştirmektedir. Devletçi düşünce bu biçimde ortaya çıkmış ve bir çok önemli düşünür tarafından toplumların yararına savunulmuştur. Toplumların değişkenliği, insanların keyfiliği ve zaafları karşısında devletçi düşünce istikrarlı bir devlet düzenini her zaman için savunmuş ve bunu devlet aklına bağlayarak geleceğe dönük kurumlaştırmak istemiştir. Devletin güçlü olduğu ülkelerde toplumsal değişimler ya da kişisel keyfilikler ya da insanların zaafları hiç bir zaman kamu düzenleri açısından tehdit oluşturmamış, devlet aklını kullanan kamu yönetimleri devlet düzeni sayesinde bu tür tehditlerden kamu düzenlerini kurtarmışlardır. Güçlü devletler, devlet aklını kullanarak bütün toplumu kucaklaşmışlar ve vatandaşlarını tehlikeli gelişmelerden uzak tutabilmişlerdir .
Onyedinci yüzyılda başlarındaki Westfalya Antlaşması ile Avrupa devletleri ulusal yapıya dönüştürülünce zaman içinde Batı’nın devlet modeli ulus devlet olmuştur. Bunun sonucunda devletlerin kullandıkları devlet aklı kavramı da ulus devlet aklına dönüşmüştür. Belirli bir gelişme süreci içinde devletlerin toplumları zaman içerisinde ulusallaşanca, uluslar da belirli kültürel birikim sonucunda, ulusal akla sahip olmuşlardır. Belirli bir devletin halkının uluslaşması ile bazı bölgelerdeki insan toplumlarının uluslaşma sürecini tamamladıktan sonra kendi ulus devletlerini kurmaları yeni bir dönemi beraberinde getirmiştir. Bu aşamadan sonra, devletleşen uluslar, ulus devlet aklı ile hareket etmeğe öncelik vermişlerdir. Ulus devletler, devlet aklını kullanırken, ya ulusların çıkarlarına göre davranmışlar ya da kendi toplumlarının uluslaşmasına öncelik vermişlerdir. Uluslaşma öncesi kurulan devletler toplumlarının uluslaşabilmesi için belirli programlar uygulamışlar, devlet öncesi uluslaşmayı tamamlayan toplumlar ise kendi ulus devletlerini kurmanın yollarını aramışlardır. Uluslaşan toplumlar kendi ulus devletlerini kurarken, ulusal yapının dışında kalan toplumlar ise kendi ülke ya da bölge devletlerini kurmaca çaba göstermişlerdir. Toplumları uluslaşamayan ülkelerde devletler, ulusal çıkarların ötesinde ülkesel ya da devletsel çıkarlara öncelik vererek hareket etmişlerdir. Çünkü devlet aklı, ulusun olmadığı yerlerde ya ülkesel ya da devletsel bakış açısını beraberinde getirmektedir.
Tarihsel süreç içinde dünyanın merkezi coğrafyasının tam ortasında bir ulus devlete sahip olan Türklerin elinden bu avantaj, günümüz koşullarında alınmak istenmektedir. Bu nedenle, Misak-ı Milli sınırları içinde bir ulus devlet olarak kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetini ortadan kaldırabilmek üzere, sistemli bir siyasal kampanya ve çökertme operasyonu emperyalist güçler ile yerli işbirlikçileri tarafından yürütülmektedir.
Türkiye, yarım yüzyıldır Avrupa Biriliği hayalleriyle oyalanırken, kafası Avrupa’nın giriş kapısına kıstırılmış, ama kuyruğu bu aşamada kopartılarak Orta Doğu’da kurulmakta olan yeni emperyalist düzene eklenmeye çalışılmıştır. Sekizyüzbin kilometre karelik bir büyük ülkede, yetmişbeş milyonluk nüfusu ile bir dev ülke konumunda olan Türkiye Cumhuriyetti, emperyalist plânlara kurban edilmek istenirken devletin ve ulusun, ulusal devlet aklını kullanması çeşitli girişimlerle önlenmiş, satılmış bir medya düzeni, küresel emperyalizmin ve uluslararası kapitalizmin çıkarları doğrultusunda kullanılarak, Türk ulusu ve kamuoyu, tam anlamıyla bir akıl tutulmasına sürüklenmiştir. Türkiye hiç bir zaman giremeyeceği Avrupa ile oyalanırken, Atlantik emperyalizmi ve İsrail Siyonizm Türkiye’yi kullanarak, kendi Orta Doğu Projelerini ve Büyük İsrail Plânlarını sistemli olarak yürütmüşlerdir. Bunu yaparken, toplumu ciddi bir akıl tutulmasına esir etmişler, kendi akıllarına göre yetiştirdikleri yerli işbirlikçileri, devlet ve siyasal düzende en önde yetkili konumlara getirerek, kendi çıkarlarına hizmet ettirmişlerdir.
Emperyalistler ve de Siyonistler, dünyanın merkezi coğrafyasını ele geçirirken, kendi devletlerinin aklı ile hareket etmişler ama Türk devletinin aklını kullanmasına izin vermemişlerdir. Onlar, kendi devletlerinin aklını kullanma hakkını korumuşlar ve bunu çıkarları doğrultusunda değerlendirmişler ama bu hakkı, Türk devletinden esirgemişlerdir. Kendi devletlerini büyüterek, dünyanın merkezine el koyma operasyonunda devlet aklını acımasız bir emperyalist düzen içinde kullanırlarken, Türk devletinin ya da ulusunun, kendini korumasına ya da savunmasına yarayacak ulusal devlet aklının, Türkiye'de kullanılmasını önlemek için her türlü sahtekârlığı denemişler ve uygulamaya koymuşlardır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, kendi yetiştirdikleri işbirlikçi politikacılarla Türkiye'yi yarım yüzyılda yarı sömürge konumuna getirmişlerdir. Okyanus ötesinden gelen politikacılar ya da iktisatçılar, Türkiye'yi Amerika Birleşik Dertleri’ne bağımlı kalacak işbirlikçi akıl ile hareket etmişler, hiç bir zaman Türk devletinin aklını Türk ulusunun ya da Türkiye’nin ulusal çıkarlara doğrultusunda kullanmamışlardır.
Amerika’da yetişmiş “prens”ler, Türk bankalarını ve kamu ekonomik kuruluşlarını batırarak, Amerikan emperyalizmine hizmet etmişler, Eisonhower, Fullbright ya da Rockafeller bursu ile Okyanus ötesinde yetiştirilen siyaset adamları da, ABD'nin talimatlarına uyarak Amerikan emperyalizminin işbirlikçisi aklını kullanmışlar, ama bir türlü en üst koltuklarında oturdukları Türk devletinin aklını, kullanmasına katkı vermemişlerdir. Bunun sonucuna da; Türkiye yarım yüzyılda tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi bir yarı sömürge ülke konumuna sürüklenmiştir.
Türkiye, bir ulus devlete giden yolda yirminci yüzyılın başlarında Ulusal Kurtuluş Savaşı verirken, yabancı sermayeye teslim olmuş olan İstanbul bir mütareke kenti olarak, Atatürk önderliğindeki ulusal kurtuluşa karşı çıkmıştır. Uluslararası sermayenin emperyalist düzenine teslim olan İstanbul, günümüzde yeniden bölgenin başkenti olabilmek amacıyla tam bir işbirlikçi konumuyla, yabancılarla kendi devletine karşı hareket etmektedir. Taşeron bir sermaye yapısıyla emperyalist efendilerine hizmet etmeyi kabul eden bu büyük kentin önde gelen yapısı; Türk devletinin ulusal çıkarlar doğrultusunda devlet aklını kullanmasını önleyebilmek üzere, kendi denetimindeki basın ve medya aracılığı ile sürekli olarak devlet ve ulus üzerinde baskı uygulamaktadır. İşbirlikçi sermaye akıllarını, ulusal akıl görünümünde Türk halkına ve devletine dayatmakta ve Dolar üzerinden ücrete bağladıkları satılık kalemlerle de bu teslimiyetin çığırtkanlığını yaptırmaktadırlar.
Kendi teslimiyetlerinin ve taşeronluklarının getirdiği işbirlikçi aklı, ulusal akılmış gibi öne çıkartarak, Türk ulusunun kendi aklını başına toplamasını önlemektedirler. Türk devletinin yetkilileri de bu duruma seyirci kalarak, devlet aklı ile gereken önlemleri almaktan uzak durmaktadırlar. Sivil bürokrasi kadar askeri bürokrasi de dış baskılarla pasif tutulmakta, bürokratik güçlerin ulusal çıkarlar doğrultusunda devlet aklını kullanmasına izin verilmemektedir.
Türk devletini bölmek ve kuzey Irak’taki emperyalistlerin kuklası küçük yapıyı, Türkiye'nin himayesine almak isteyen bölücü çevreler, Türkiye Cumhuriyetinin kendini koruma refleksi doğrultusunda devlet aklını kullanmasını önleyebilmek için, devlet aklı kıskacında hukuk devleti yaklaşımları geliştirmekteler ve sanki devlet aklını kullanmak hukuk devletini ortadan kaldırırmış gibi göstererek, kendi bölücülüklerini dolaylı yoldan uygulamaya geçirmek istemektedirler. Devlet aklının hukuk devleti anlayışı içinde de hukuka ve anayasal düzene uygun olarak kullanılabileceğini çok iyi bilmesi gereken bu çevreler, emperyalist ve Siyonist planlara hizmet etme doğrultusun da devlet aklını hukuk devleti anlayışı ile mahkûm ederlerken, kendileri demokrasi ve toplumsal barış görünümü altında, insan hakları gibi çok kutsal bir kavramı da istismar ederek bölücülüğün önünü açmağa çalışmaktadırlar.
Demokrasiyi cumhuriyet düşmanlığı için, insan haklarını bölücülük için ve küreselleşmeyi ulus devleti tasfiye etmek amacıyla kullanırlarken, emperyalizme ve bölücülüğe karşı Türk devletinin kendini koruma refleksi ile devlet aklı doğrultusunda kullanması yerli işbirlikçiler sayesinde önlenmektedir. Emperyalist akıl, ulus devletin kendi aklını kullanarak Türk devleti ve ulusunun çıkarlarını korumasına olanak tanımamakta ve böylece Türkiye Cumhuriyetinin dağılma sürecini hızlandırmaktadır.
Türk devletine çok görülen devlet aklını, bugün bütün devletler kullanmaktadırlar. Süper güç Amerika, dünya egemenliği için devlet aklı ile onbin kilometre öteden gelerek dünyanın merkezi alanına egemen olmağa çalışmaktadır. Siyonist güç merkezi İsrail küçük bir devlet olarak Orta Doğu'da ayakta kalamayacağı için, Büyük İsrail'i biran önce kurabilmek üzere Siyonist lobiler aracılığı ile Amerika'yı ve Türkiye'yi kendi çıkarları doğrultusunda devlet aklını kullanarak, yönlendirmeğe çalışmaktadır. Bu durumdan hem Amerikan devleti, hem de Türkiye Cumhuriyeti büyük zararlar görmektedir. Bush yönetimi Siyonizm teslim olarak, Amerikan halkına ve devletine büyük zararlar vermekte, saldırgan devlet konumuna sürüklenen Amerika’nın, süper güç olması ve dünya önderliği tartışmalı hale gelmektedir. Amerika, Büyük Orta Doğu projesi görünümünde Büyük İsrail plânına hizmet ederken, Avrupa ülkeleri de bir araya gelerek, Büyük Avrupa projesi doğrultusunda, Yeni Bizans plânını İstanbul merkezli olarak uygulama alanına aktarabilmenin çabası içindedirler. Mütareke İstanbul’u, Avrupa’ya teslim olurken, Kuvayı Milliye’nin başkenti Ankara bütün Anadolu ile beraber bu teslimiyetçi gidişe direnmektedir. Aradan geçen zaman içinde, bu plânların kesinlik kazanması çerçevesinde, Türk toplumu içinden de ciddi bir ulusal refleks ortaya çıkmakta ve bu da ulusal devlet aklının devletin yetkili organları tarafından kullanılması gereğini gündeme getirmektedir.
Artık, Türk devletinin yetkili makamları ve bu koltuklarda oturan yetkililer, Türk devletini ve ulusunu koruyacak devlet aklını kullanmak zorundadırlar. Anayasa ve yasalar çerçevelinde, devlet aklı kullanılarak, Türkiye Cumhuriyetinin ulusal çıkarları korunmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti; ulusal, üniter, laik, sosyal ve demokratik bir hukuk devleti olduğu içindir ki, Anayasa’da güvence altına alınmış olan bu ilkeler doğrultusunda, devletin yetkili makamları ve hükümet devlet aklını anayasa ve hukuka uygun olarak koruyarak, devletin ve ülkenin çıkarlarını korumak zorundadır. Avrupa Birliği süreci bittiğine göre, devletin çekirdek organı Milli Güvenlik Kurulu, yeniden eski merkezi güç konumuna getirilerek, asker ve sivil bürokrasinin eşit olarak temsil edileceği bir konuma getirilmeli ve Türk devletinin aklının, gerektiği bir yapıda kullanabilmesini önü açılmalıdır.
Türkiye hiç bir zaman girmeyeceği Avrupa Birliği yüzünden, devletin merkezi çekirdek organını yitirmiş ve bu yüzden devletin kamu kurumları tam bir dağınıklık içine sürüklenmiştir. Türkiye’nin, devlet aklını toparlayabilmesi için ilk atılacak adım; Milli Güvenlik Kurulunun yeniden eski konumuna kavuşturulması şarttır. Daha sonrada ikinci adım olarak da; yarı yarıya tasfiye edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni yeniden eski gücüne kavuşturacak bir “Milli Onarım Plânı”nın acilen devreye sokulması gerçekleştirilmelidir. Ulus devlet aklı, ulusal devletin yeniden eski gücüne kavuşturulmasını gerektirmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin ulus devlet ilkesine dayanan kararlarını faşistlikle suçlayacak kadar ileri giden, bölücülük ve emperyalist devlet aklı, artık karsısında hem ulusun hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin aklını görmelidir. Aksi takdirde, Türkiye Cumhuriyeti, “Anadolu Medeniyetleri Müzesi”ndeki tarihi yerin almağa adaydır. Tarih boyunca Anadolu’da kurulmuş olan devletler arasında yer alan Türkiye Cumhuriyet’i yüzüncü yıldönümüne ulaşamadan Anadolu Medenileri müzesine gönderilecektir.
Eğer diğer bütün devletlerde varolan devle aklı, biraz olsun Türkiye Cumhuriyeti’nde kaldıysa, bu yaklaşmakta olan son aşamanın önüne geçecek önlemler bir an önce alınmalıdır. Devlet aklının, kullanılması bölücülerin öne sürdüğü gibi, faşizm değildir. Her devlet bir siyasal organizma olarak nasıl kendini koruma doğrultusunda, devlet aklını kullanıyorsa, Türkiye Cumhuriyeti’nin de doğal olarak devlet aklını kullanmaya hakkı vardır/olmalıdır.
Ne var ki, Türk devletinin başına alt kimlikli ya da emperyalistlerle işbirlikçi kimliğe sahip politikacıların gelmesinin önlenmesi gerekmektedir. Bütün bu nedenlerden dolayı; içine girilmiş olan seçim yılında, Türk ulusunun ulusal kimliğe sahip çıkan bir milli hükümeti iş başına getirmesi ülkemiz için yaşamsal bir öneme sahiptir.
Seçimlerle işbaşına gelecek ve bir milli programla Türk devletini restore edecek bir milli onarım hükümetini, Türk ulusu, ulusal aklını kullanarak iktidara getirirse, yeni gelecek ulusal hükümet de ulusal devlet aklını kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni ilelebet payidar kalmasını sağlayacak acil önlemler alabilecektir. Ancak, bu aşamadan sonra Türkiye devletlerarası düzende, gene eskisi gibi rekabet edebilme şansını yakalayabilecektir. Türk devletinin geçici olmadığı, ancak devlet aklı ile ortaya konabilecek ve geleceğe dönük kalıcı bir kurumsallaşma geçekleştirilebilecektir.
***
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
ANIL BEYİN HER ZAMANKİ GÜZEL MAKALELERİNDEN BİRİ.BİR İKİ İLAVE YAPMAK İSTİYORUM.DEVLET DÜŞÜNMEK VE STRATEJİK KARARLAR VERMEK SONUÇLARI KONTROL ETMEK,YANLIŞLIK VARSA DÜZELTMEK ZORUNDADIR.BÜROKRASI DEVAMLILIĞI GEREKEN BIR HAFIZADIR.SIK DEĞİŞİM HAFIZADA SORUNLAR OLUŞTURACAKTIR.MÜŞTEREK ÇALIŞMA YAPMAYAN BİREYLER GEMİYİ YÖNETEMEZLER.
YanıtlaSil