DEMOKRASİ GÖRÜNÜMÜNDE
CUMHURİYET KARŞITLIĞI
Küreselleşme
süreci içinde demokrasi adı altında, yıllarca açıktan cumhuriyet
düşmanlığı diğer ulus devletler ile
birlikte Türkiye’de gündeme
getirilmiştir. Soğuk savaş döneminde batının önde gelen gelişmiş
devletlerinde ekonomik kalkınmanın
yüksek olması nedeniyle büyük ticari şirketler oluşurken, küresel şirketler ile
ulus devletler karşı karşıya gelmişler ve bu durumda da ekonomi üzerinden devletler sıkıştırılmaya başlanmıştır.
Yıllarca batı dünyasının içinden
çıkan uluslararası kuruluşların
öncülüğünde bir özelleştirme kampanyası bütün dünya ülkelerinde öne çıkarken, ulus devletler özelleştirme saldırılarına uğradığı için
kamusal ekonomi düzenleri çökertilmiş ve
devletler kendi ekonomilerini
yönetme hakkını kullanamamışlardır.
Özelleştirmeler yolu ile ülke
ekonomileri devletlerin yönetiminden çıkarılınca, piyasa ekonomisi üzerinden şirketler devletleri yönlendirmeye
başlamışlar ve zaman içerisinde ülke
yönetimi devletlerin elinden çıkarak, şirketlerin yönetim kurullarına geçmiş ve
siyasi kadrolar şirketlerin adamları ile oluşturulmuştur. Böylesine bir süreç
tüm dünya ülkelerinde yaşanırken
şirketler ile devletlerin karşı karşıya geldiği yeni bir dönem ortaya
çıkmıştır. Şirketlerin piyasa üzerinden hegemonya arayışı içine girmesi
yüzünden, devletler ciddi sıkıntılara sürüklenmiş ve ekonomik bunalımlar devlet
düzenlerini bozmuştur.
Normal
koşullarda her devlet yapılanmasının iki
boyutlu siyasal örgütlenme ile birlikte dünya sahnesine çıktığı görülmektedir. Bunlardan
bir tanesi bürokratik yapılanma ile bağlantılı olarak öne çıkan cumhuriyet rejimi ile birlikte buna paralel bir çizgide gelişmekte olan toplumların hak ve özgürlük ortamında var olabilmelerini
sağlayan demokratik yaşam düzenidir. Bu
doğrultuda cumhuriyet rejimi daha çok devletlerin yapılanması ile doğrudan
ilgili olarak öne çıkarken, demokrasiler de toplumların sivil bir yaşam biçimine sahip
olabildikleri özgürlükler ortamını
temsil etmektedirler. Aslında halk yönetimi anlamında birbirleriyle aynı anlama
sahip olan bu iki kavramın yakınlaşması ve bir arada varlıklarını sürdürmeleri, batı tipi bir demokratik
cumhuriyet uygulamalarını öne çıkarmıştır. Her ülkenin farklı durumlarına, özel koşullarına ve konumuna göre
değişen oranlarda demokratik sistemler ve de cumhuriyet rejimleri ortaya
çıkabilmektedir. Bazen ülke rejimlerinde demokrasiler öne çıkmakta ve bununla birlikte krallık rejimleri görülebilmekte ya da bu
durumun tamamen tersi olarak öne çıkan uygulamalarda, demokrasiler ile
mutlakıyet rejimleri birlikte var
olurken, hiç bir biçimde cumhuriyet
rejimlerinin varlığı öne çıkamamaktadır. Değişen oranlarda demokrasiler ile
cumhuriyetlerin bir arada var olabildiği rejimler görülebildiği gibi, bu
durumun tamamen tersi bir çizgide
cumhuriyet ve demokrasilere,
değişik ülkelerde ya da dönemlerde tek
başına ayrı ayrı uygulamalarda farklı biçimler çizgisinde rastlanabilmektedir.
İdeal
olan durumlarda demokrasiler ile cumhuriyetlere birlikte rastlandığı gibi,
ülkelerin değişen durumlarına, zamana ve zemine göre de birbirinden ayrı uygulamalar olarak, bu
siyasal rejim tiplerinin öne çıktıkları görülebilmektedir. Bu iki rejimin
birlikte olduğu yerlerde halk kitlelerinin daha fazla
yönetimlerde etkin olabildikleri görülebilmekte, ayrı ayrı ortaya çıktıkları
zamanlarda ise halk kitlelerinin ülke
yönetimlerine daha az ve sınırlı bir biçimde katılabildiği anlaşılmaktadır. Katılımın fazla olması halk
yönetimlerinin sınırlarının ve tabanının genişliği için istenirken, sınırlı
katılım durumlarında halk kitlelerinin
ülkedeki rejim içinde çok fazla söz
sahibi olamadıkları görülmektedir. Birbirinden farklı biçimlerde gerçekleşen
halk katılımlarının sınırlılık durumlarına göre rejimin biçimlenmesinde önde
gelen bir ağırlığa sahip olduğu, farklı ülkelerin rejimleri bir araya
getirilerek kıyaslama yapıldığı zaman
ortaya çıkmaktadır. Hem cumhuriyet hem de demokrasi batı kökenli
kavramlar olduğu için, bu iki kavram bazı benzerliklere sahip oldukları gibi
birbirlerinden ayrılan yönleri ile de bir etkileşim içindedirler. Bu doğrultuda
iki kavramın birlikte dile getirildiği noktalarda demokratik cumhuriyet ya da
cumhuriyetçi demokrasilerden söz edilebilmektedir. Batı kaynaklı siyasal teori
ve uygulamalar içinde her iki kavramın hem birlikte varlıkları hem de
birbirinden ayrılan bir doğrultuda
uzaklıkları söz konusu olabilmektedir.
Siyasal
yaşam süreci içinde bazen özgürlükler
bazen da otorite rejimleri ortaya çıkabilmekte, bu rejimler birbirlerini
etkileyebildikleri gibi bazen da
birbirlerini ortadan kaldırabilmektedirler. Bu gibi aşamalarda demokrasilerin
toplumsal tabanı ile cumhuriyetlerin bürokratik yapılanmalarının karşı karşıya
gelebildikleri görülmektedir. Özgürlüklere dayanan demokrasiler zamanla yıpranarak çökme ya da
dağılma noktasına gelebildikleri gibi, merkezi güce dayanan otoriter rejimler
de bu durumun tamamen tersi bir doğrultuda daha ileri düzeyde bir güçlenmeyi merkezde
oluşturarak otoriter rejimlerin en
katısı olan faşist bir yapılanmaya dönüşebilmektedir. Otoritelerin özgürlükler
ile dengelenmesi başarılamazsa o zaman faşizm çıkmazına saplanmak kaçınılmaz
bir duruma gelebilir. Benzeri bir biçimde özgürlüklerin de toplumları
yöneten otorite merkezlerinin varlığı
ile dengelenmesi zorunlu hale gelmektedir. Otorite ve özgürlükler dengesinin
ideal bir biçimde var olabilmesi
için hem devletin hem de toplumun
birbirine eşit ve paralel düzeyde örgütlenmiş olması gerekmektedir. Güçlü
devletler ile güçlü toplumlar bir arada olursa ve örgütlü yapılanmaları ile
eşit düzeyde etkinlilerini gösterebilirlerse o zaman birbirlerini olumlu düzeyde etkileyerek,
hukuk düzeni içerisinde haksız ve
dengesiz durumların ortaya çıkmasını önlemek üzere birlikte hareket edebilirler.
İdeal olan, bu çizgide demokrasinin
dayanmış olduğu toplumsal yapıların güçlü devletler tarafından
yönlendirilmesidir. Ne var ki, bu duruma paralel düzeyde etkin bir biçimde örgütlenmiş olan toplumsal
yapıların da, karşı güç merkezi olarak terazinin öbür kefesinde yerini alması
gerekmektedir. Bu açıdan konuya bakıldığı zaman, demokrasi ve cumhuriyet
kavramları arasındaki dengenin
kurulabilmesi için benzeri bir durumun öncelikle özgürlükler ve otorite arasında oluşturulması
zorunlu görünmektedir.
Güçlü
devletler ve toplumlar arasında ideal bir denge düzeni oluşturulabilmesi
için iyi ve kaliteli eğitim görmüş
toplum kesimlerinin aktif vatandaşlık çizgisinde hareket ederek ülkenin gidişi üzerine seslerini çıkarmaları
ya da haklarını arama doğrultusunda
itirazlarını yükselterek sosyal
mücadele yoluna gitmeleri sayesinde,
hukuk devletinin en alt düzeyde gerçekleşebilmesinin yolu açılabilmektedir. Var
olan devletlerin hukuk devletine dönüşebilmesi için devletin canavarlaşması
tehlikesine karşı, toplumsal mekanizmaların böylesine olumsuz durumları
engelleyecek türde ve en
üst düzeyde güçlü bir sosyal yapılanma
içinde olmalarında yarar vardır. Büyük
bir yapılanma ile ortaya çıkmış olan devlet yapılarının
dengelenmesi ya da denetlenmesi
doğrultusunda, sivil toplum insiyatiflerinin
otomatikman devreye girmeleri hak
ve özgürlüklerin her dönemde güvence
altında tutulabilmesinin en doğru yolu olarak öne çıkmaktadır. Toplumsal
yapıların demokratik yollardan belirlenen temsilcileri ile devlet örgütünün bürokratik birimlerini
yönlendiren yetkililer arasında kurulabilecek bir işbirliği arayışı,
demokrasilerin cumhuriyet rejimleri içinde güvenli bir biçimde yer
alabilmelerini sağladığı gibi, geleceğe
dönük olarak gelişmiş bir diyalog ortamının
kurulabilmesi için gerekli olan sağlam zeminin yaratılmasında da olumlu
sonuçlar verebilecektir. Toplum içinde var olan her kesimin temsilcilerinin
devlet bürokrasinin temsilcileri ile iyi ilişkiler içerisinde bulunmaları, hem demokrasiler hem de
cumhuriyetler açısından olumlu sonuçlar sağlayabilecektir.
İnsanlık
tarihi içinde devlet yapılanmaları belirli süreçler yaşandıktan sonra ortaya
çıkmışlardır. İlk çağlardan son çağlara kadar yaşanmış olan dönemlerde devlet yapılanmaları güçlenmiş ve toplum içindeki en güçlü yapılar haline
gelmiştir. Güçlenen devletler en üst
düzeyde otoriter bir yapıya dönüşürken, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin
çiğnenme aşamasına geldiği görülmektedir. Devletlerin hak ve özgürlükleri yutan
canavarlar düzeyine gelmemesi için bürokratik baskı ve saldırılara karşı
harekete geçebilecek sosyal
insiyatiflerin örgütlü bir konumda olması gerekmektedir. Canavarlaşan devleti
durdurabilmek için aynı düzeyde
güçlendirilmiş bir yapılanmaya sahip
etkili toplumların devreye girmeleri gerekmektedir. Örgütsüz toplumlar
aynı zamanda güçsüz bir durumda oldukları için devletlerin hak ve
özgürlükleri ihlal eden saldırılarına karşı
gerekli önlemleri alamadıkları
gibi aynı zamanda karşı çıkışları da yapamamaktadırlar. Pasif bırakılan geri kalmış toplumlar içinde, ne demokrasilerden ne de cumhuriyet
rejimlerinden söz edebilmek mümkün olamamaktadır. Canavarlaşan devlet
giderek hak ve özgürlükleri çiğneyen
adımlar atabilmekte ama zayıf kalmış
toplumlar da bu durumları seyretmekten
başka bir şey yapamamaktadırlar. Demokrasiler halkın tribünde seyirci olduğu
yapılar olmadığı gibi cumhuriyetler de
devlet ya da ordunun gücü kullanılarak halk kitlelerinin yönetildiği
siyasal yapılanmalar değildir. Bir çok toplumda devlet yapıları siyasal ve
ekonomik güce sahip olan merkezlerin
kontrolü altında tutulmaktadır. Geçmişten gelen bir çizgide devleti ele
geçiren zengin ve güçlü merkezler devleti kontrol altında tutarak bütün siyasal
alanı yönlendirmeye kalkışmaktadırlar. Böylesine olumsuz bir durum devletleri özel çıkar örgütlerine
dönüştürürken, yozlaşmış devletlerin toplumsal yapıları bozmasına da giden
yolları açmaktadır.
Ekonomik
güç beraberinde siyasal gücü meydana getirirken, zenginler sınıfının merkezinde
yer aldığı bir sermaye egemenliği
rejimine doğru yol alınmaktadır. Göstermelik bir halk yönetimi anlamında
gündeme getirilen demokrasilerde halk kitleleri
yeterince güçlenemeyince zengin
toplum kesimlerinin denetimindeki toplumsal mekanizmalar devreye sokularak,
devletin gidişine müdahale olanakları
araştırılarak bozulmuş olan dengelerin
yeniden tesisi yoluna gidilebilmektedir. Siyasal güç devleti kontrol edenlerin
elinde olduğu sürece ekonomik merkezler
siyaseti n finansını sağlamakta ve
böylece sistemlerin yürürlüğü güvence altına alınabilmektedir. Bu tür
gelişmelerin sonucunda bütün dünya küreselleşme adı altında yeni bir akımın
etkisi altında kalmıştır. İlk çağlarda dinler küresel bir düzen oluşturmak
üzere yola çıkarlarken son çağlarda dinlerin yerini alan ekonomik yapı küresel bir düzen oluşturmaya
yönelmiştir . Geçen yüzyıldan kalan soğuk savaş dönemi bitince, bütün ülkeler
dışa açılma adı altında ulusal devletin kontrolundaki milli ekonomilerini geride bırakarak dış ilişkiler üzerinden
küresel bir ekonomik düzene yönlendirilmişlerdir. Bütün dünya ülkelerine dışa
açılma görünümünde küreselleşme olgusu empoze edilmiş ve bu doğrultuda var olan
ulus devlet düzenlerinin gücünü kırmak üzere hak ve özgürlükler kullanılmaya
başlanmıştır. Özelleştirmeler yolu ile ekonomiler ulus devletlerin elinden
alınırken, devlet yapılarına karşı
ekonomik çevreler üzerinden saldırılar artmıştır. Devletlerin gücü
kırılırken piyasa ekonomisi
üzerinden şirketlerin gücü artırılmış
ve yeni dönemde dünya şirketler tarafından
yönetilir bir duruma getirilmiştir. Tekelci şirketler küresel örgütlere
dönüşürken, büyük sermaye kuruluşlarının patronları da dünyanın yeni efendileri konumuna gelerek,
dünya halklarını yönetir bir konuma gelmişlerdir. Halk egemenliğinin yerini
sermaye egemenliği alınca, demokrasilerin yerini de kapitokrasiler almıştır.
Devlet yönetimlerin halkın elinden alınarak sermaye egemenliğine dönüştürüldüğü
yeni aşamada, bir avuç aşırı zengin oluşturdukları küresel platformlar
üzerinden dünyayı yönetmeye başlamışlardır. Halk kitlelerine cennet oluşturma vaadi ile
öne çıkan aşırı zenginler bütün
dünyayı cehennem düzensizliğine mahkum ederlerken, tüm insanlığı eskisinden çok
daha kötü bir duruma sürüklemişlerdir. Devletler küçülürken şirketler büyümüş, halkın
yerini sermaye sahipleri almıştır. Sermaye sahiplerinin egemenliğinde
zenginlerin çıkarları ön plana geçince
cumhuriyet rejimleri halkın yönetimi
olmaktan çıkarak otoriter baskı yapılanmalarına dönüşmüştür.
Özgürlüğü
kısıtlamak isteyenler sürekli olarak
halk kitlelerine saldırırken ya da yığınları kontrol altına almaya
çalışırlarken, devletleri ele geçirerek kendi çıkarları doğrultusunda bu
mekanizmadan bir baskı unsuru olarak
yararlanmak istemişlerdir. Devletlerin
kendi kendilerini yönetebilmeleri,
her türlü dış baskı ve müdahalelere rağmen kendi toplumlarını da yönlendirme işini başarı ile
yürütebileceklerini göstermiştir. Kötü
yöneticilerin elinde bir oyuncak durumuna düşürülen kamu
kurumlarının görevini yapamaz hale gelerek yozlaşmaları, devlet ve toplum
arasındaki dengeleri bozduğu için
devletler üzerinden cumhuriyet rejimleri, toplumlar üzerinden de
demokrasiler fazlasıyla zarar görebilmektedir. Kamu kurumlarının
yozlaşmaya sürüklendiği ülkelerde toplumsal düzenleri korumak ya da
geliştirmek mümkün olamamakta ve bu duruma düşmüş olan devletler de ciddi bir
gerileme süreci yaşanmaktadır. Küreselleşmenin giderek arttığı son dönemlerde
devletlerin gücü kırıldığı için şirketler öne çıkarak ülkenin geleceğe doğru
yönlendirilmesinde sivil toplum
kuruluşlarından daha fazla etkili olmaya başlamışlardır. Sivil toplumculuğun
geride kaldığı, toplumsal kesimlerin gerektiği gibi örgütlenerek güçlü bir biçimde kamuoyu önüne
çıkamadığı geri kalmış ülkelerde,
şirketler öne geçerek yönlendirici
olmakta ve siyasi partiler ekonomik çıkmazlarını aşamadıkları için yeterince
etkili olamamaktadırlar. Bu gibi durumlarda
şirketleri ve onların partneri
olarak hareket eden dinsel cemaatları
yeni sivil toplum kuruluşları
gibi kamuoyuna yansıtmak, demokrasilerin çöküşü gibi cumhuriyetlerin de
yozlaşmasını gündeme getirmektedir. Küresel
şirketler tarikatlar ile birlikte sivil toplum kuruluşları görünümünde hareket
ederek devlet düşmanlığı yaparlarken,
bir halk yönetimi olmalarına rağmen cumhuriyet rejimleri demokrasi görünümlü eleştirel saldırılar karışışında ciddi
yaralar alarak günümüz koşullarında gerileme noktasına sürüklenmektedirler.
Yirminci
yüzyılın soğuk savaş döneminde cumhuriyet rejimleri güçlenerek geleceğe dönük
bir biçimde kurumlaşmaya çalışırlarken, demokrasiler de benzeri doğrultuda gelişmeye ve ileri demokrasi adı altında
çağdaş ve şeffaf bir toplum yapısına dönüşmek için uğraşırken, hak ve
özgürlüklerin emperyalist çevreler tarafından çok ileri düzeyde öne çıkarılması
ile var olan siyasal dengeler
bozulmuştur. Böylesine bir gerileme sonucunda siyasal partiler etkilerini
yitirirken, dini cemaatlar, tekelci ve küresel şirketler ile işbirliğine
giderek siyaseti her yönden
yönlendirebilmenin arayışı içinde olmuşlardır. Sivil toplumların zayıflatılması
ile şirket ve cemaat ortaklıklarının öne çıkışı siyasal düzenleri alt üst ederek, politika alanında
gelişmekte olan siyasal yaşam düzenlerini
içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Küresel şirketlerin yönlendirdiği
dini cemaatlar devletlerin içine girerek örgütlenme noktasına gelince, artık eskisi gibi bir halk devleti ya da ulus
devletten söz edebilmek şansı ortadan kaldırılmıştır. Şirketler ve cemaatlar
üzerinden toplumu yönlendirme şansı elde eden aşırı zengin merkezler, siyaseti ve medyayı finanse ederek devletleri
ele geçirmiş ama bunları yaparken şirket sahiplerinin kurduğu dernekler ile,
dini cemaatların vakıflarını birer sivil
toplum kuruluşu olarak ilan ederek, halk kitlelerinin egemen olduğu normal
sivil toplum kuruluşlarının etkisini
kırarak bunların ortadan kaldırılmasına giden yolu açmışlardır.
Devleti satın aldığı kadrolar ve medya aracılığı ile ele geçiren küresel sermaye
merkezleri, medya ve siyasetin finansmanını da dışarıdan gönderilen sıcak para
girişimleri ile sağlayarak, gidilen
yoldan geri dönüş olmaması doğrultusunda
muhalefetsiz yürütülen siyası
sürecin, istenen hedef olan kapitalist dünya devletine gitmesi için ellerinden
geleni yapmaya devam etmişlerdir. Dünyayı
cennete çevirme masalı ile halk kitlelerini kandıran küresel şirketlerin zenginler yönetimi, kendilerine buldukları yerli ortaklar
aracılığı ile sömürü düzenlerini geleceğe dönük bir biçimde geliştirirken ve cennet masalları ile uyutulan halk
kitleleri yeni yeni derin uykudan uyanırken, ulus
devletlerin çökertildiği ve cumhuriyet rejimlerinin dağıtıldığı bir yeni
dönemi demokrasi görünümü altında
sürdürmeye çalışarak, ayrıca resmen
yalancılık ve sahtekarlık yaparak halk kitlelerini derin bir uçuruma doğru itmişlerdir. Şimdi bu gibi oyunların hesabının
sorulma aşamasına gelindiği noktada, hesap sorulmasını önlemek üzere
bütün dünya devletleri terör üzerinden üçüncü cihan savaşına
sürüklenmektedir.
Cumhuriyetlerin devletler ile
ve demokrasilerin de toplumlarla
bütünleştiği bir aşamada, her
türlü devlet bozgunculuğu ve toplum karıştırıcılığı emperyalist devletlerin
gizli servisleri üzerinden siyasal
gündeme getirilirken ve demokrasi görünümünde bazı girişimler ile devletler çökertilirken,
cumhuriyet rejimlerinin de dağılmaya doğru yönlendirildikleri anlaşılmaktadır.
Toplumlar, şirketler ve cemaatlar kadar
devletlerin de bir sosyal gerçeklik olduğu hatırlanırsa, diğer
kurumların kendilerini koruma
doğrultusunda hareket etmesi gibi devletlerin de varlıklarını korumak ve kendi
çıkarları doğrultusunda kendilerini yenileyerek
ve varlıklarını geleceğe dönük bir biçimde geliştirerek yola devam etme
hakları bulunmaktadır. Burada cumhuriyet
devletlerinin demokratik rejimlerle
bütünleşmeye çalışırken, devlet için zararlı olabilecek ya da yıkıcı bir
etki yapabilecek düşünce ve eylemlerinde demokratlık görünümünde öne
çıkarılmasına dikkat edilmesi gerekmektedir. Emperyalizm ulus devletleri ele
geçirirken gizli servisleri üzerinden ulus devletlerin içine sızarken, demokrasiyi
kullanarak yıkıcı ve zararlı düşünce ve eylemleri demokratik tutum ve
davranışlar olarak sergilemesini ya da
var olan yapıları zorlayarak kabul ettirmeye çalışması kolay
kolay kabul edilebilecek
yanlışlar değildir. Özgürlükleri yok etme özgürlüğü olmadığı gibi,
devleti yöneten güçlerin de demokrasi görünümü altında ulus devleti ya da
cumhuriyet rejimini yıkma hakkı
bulunmamaktadır. Toplumsal alanda yaşanan demokratik süreç ile anayasal
düzene dayanan hukuk devletlerinin
birbirinden ayrı platformlarda ele alınması siyasal karışıklıkların önlenmesi açısından çok önemlidir.
Demokratik hukuk devletlerinde devletler kadar toplumsal yapılar da anayasa
ve yasaların koruması altındadır. Demokratik süreçlerin genişlemesiyle devlete
ait olan kamusal alanlarda bir ölçüde
küçülmeler olabilir. Var olan devletin ya da cumhuriyet rejiminin sınırları zorlanarak bazı görüşler doğrultusunda daha fazla demokrasiye açık olan bir
yapılanma gündeme getirildiğinde, demokrasi görünümünde bir devlet düşmanlığı
ya da rejim karşıtlığı gibi siyasal durumlar öne çıkabilir. Özgürlükler her
zaman için hak ve özgürlükler ortamının korunması doğrultusunda kullanılabilir. Hiçbir zaman hak ve
özgürlüklerin devleti yok etmek ya da özgürlükleri ortadan kaldırmak üzere
kullanılmalarına devletlerin izin vermemeleri ve bu doğrultuda
geliştirilen emperyalist
siyasal senaryolara alet
olmamaları, ülke güvenliği açısından önem taşımaktadır. Devletleri
yönetmek için işbaşına gelen siyasal
iktidarların yaptıkları yeni düzenlemelerde devletin ve rejimin geleceğini
düşünerek adım atma görevleri vardır. Hiçbir hükümet devleti yok etmek üzere
işbaşına gelemez ancak devleti büyütmek,
geliştirmek ve ulusal çıkarlar doğrultusunda
bürokratik yapılanmayı yenilemek üzere hükümetler yeni yapılanma girişimlerinde bulunabilirler. Bu gibi
işlemler sırasında devletin zarar görmesi ya da
zayıflaması gibi olumsuz durumlara, var olan siyasal yönetimlerin izin vermemesi gerekir. Demokratik hukuk
devletleri ile birlikte ulusal cumhuriyet rejimlerinin de birlikte ele alınması
demokrasi ile cumhuriyet kavramları arasında
var olabilecek çelişkilerin önlenmesi ya da ortadan kaldırılması veya iki kavramın birbirine karşı
kullanılması gibi bazı olumsuz gelişmelerin önünün kesilmesini sağlayacaktır.
Bir devlet biçimi olarak cumhuriyet kavramının
demokrasi adı altında geliştirilen masum görünümlü senaryolar ile zarar görmesini
önlemek gerekmektedir.
Küresel
emperyalizmin dünyayı getirmiş olduğu yeni aşamada demokrasi görünümü altında resmen cumhuriyet
düşmanlığı yapılmaktadır. Küreselleşme kavramını öne çıkararak emperyalizmin
gizlenmeye çalışıldığı bir komplocu yaklaşım
çerçevesinde kaos adı altında oluşturulan yeni cehenneme
dünya halkları sürüklenirken, hala ileri demokrasi adı altında ulus devlet ve
cumhuriyet rejimi düşmanlıkları yapılmaktadır. Uluslararası hukukun ortadan
kaldırıldığı ve şirketler hukukunun
uluslararası hukukun yerini alması gibi bir çarpık durumlarda şirket patronlarının kurduğu derneklerin
çatısı altında alınan kararların, sanki birer anayasa hükümü anlamını taşıyorlarmış gibi, giderek artan
dış baskılar ile empoze etme işlemleri, emperyalist bir süreçte
geliştirilerek dünya devletlerine karşı her türlü baskılar uygulanmaktadır. Ülkeye
demokrasiyi getiren devlet yapılanmalarının gene demokrasi kavramı
kullanılarak ortadan kaldırılmaya
çalışılması gibi, siyasal senaryoları büyük beceriklilik göstererek
uygulamasını başaran tekelci şirketlerin çıkarları, sermaye kontrolü altındaki siyasal yapılar ve medya aracılığı ile en üst düzeydeki emperyalist
istek ve hedefler doğrultusunda öne çıkarılmaktadır. Küresel emperyalizm bütün dünyayı ele geçirmek ve kendi çıkarları
doğrultusunda yönetmek üzere demokrasi
kavramını kullandığı ve ileri demokrasi adı altındaki yıkıcı girişimler ile de, ulus devletler ile cumhuriyet rejimlerini
ortadan kaldırmaya çalıştığı artık iyice görülebilmektedir. Yeni dünya düzeni
kurmak üzere yola çıkan küresel şirketler, eski dünya düzenini temsil eden ulus
devletleri açıkça karşılarına almakta ve bu doğrultuda demokrasi görünümlü
zayıflatıcı adımlar atılarak devletler
çökertilerek parçalanmaktadırlar. Devletler daha demokrat olma iddiası ile bir
yerlere doğru çekilirken aslında yok olma noktasına doğru gizli ve dolaylı adımlar atılmakta ve komplocu
senaryolar ile de cumhuriyet
rejimleri ortadan kaldırılmaya
çalışılmaktadır. Hedef şehir devletleri olduğu için uluslararası örgütlenmeler aracılığı ile ulus devletler ile birlikte
cumhuriyet rejimleri de ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.
Küresel
emperyalizm, demokratik hukuk devleti adı altında geliştirilmiş olan demokrasinin en geniş sınırlarını, var olan devletlerin ve
ulusal toplumların parçalanması doğrultusunda kullanarak yeni dünya düzenine giden yolu açmak
istemektedirler. Devlet sayısını iki yüzden iki bine çıkarmak isteyen tekelci
şirketler, insanları alt kimlikçiliğe doğru yönlendirirken bunu demokrasi adına
yapmakta ve demokratik şemsiye altında
alt kimlikçilik örgütlenmesi üzerinden,
ulus devletler parçalanmakta ve var olan kamu düzenleri çökertilerek, şirketlerin
önüne düzenleyici engel olarak çıkartılan ulus devletlerden kurtulmaktadırlar.
Türk devletine ve ulusal-üniter devlet yapısına karşı çıkan emperyalizm işbirlikçileri, hak ve
özgürlükleri alt kimlikçi bir çizgide anlayarak
ve tarikatları sivil toplum örgütü gibi göstererek, ülkenin bölünmesine
giden yolun önünü açmaktadırlar. Bölücü
politikaları benimseyen emperyal merkezler, bu doğrultuda ulus devletleri ele
geçirebilmek amacıyla demokrasi görünümünde cumhuriyet rejimlerine karşı
çıkan işbirlikçi ve taşeron grupları,
alt kimliklere dayalı hak ve kimlikler üzerinden devlet düşmanlığına
doğru yönlendirmektedirler. Ceza yasalarında var olan devlet düşmanlığı ile
ilgili yasa maddeleri gözlerden kaçırılırken, demokrasi görünümünde alt
kimlikleri hortlatan ve ulusal
yapıların parçalanmasına giden
doğrultuda devlet düşmanlığının adı
ileri demokrasiciliğe dönüştürülmektedir. Bu açıdan ulus devletler ile küresel
şirketler her yönden karşı karşıya
gelmişlerdir. Dünya halklarını karşısına almadan küresel anlamda emperyalizmi bütün dünyaya kabul ettirmek
isteyen küresel emperyalizm, karşısında engel olarak gördüğü ulus devletlerden
kurtulmak ya da ülkenin birliği ve
bütünlüğünü savunan cumhuriyet rejimlerini ortadan kaldırmak üzere, alt
kimlikçilik akımlarını toplum ile birlikte devletin içinde de destekleyerek
geliştirmeye çaba göstermektedirler. İnsan hakları görünümünde bölücülük,
sivil toplumculuk adına da devlet ve cumhuriyet düşmanlığı demokratlık görünümünde yürütülmektedir. Ulus devletleri ortadan kaldırmak ve
cumhuriyet rejimlerini geride bırakmak üzere geliştirilen bu yeni emperyalizm, alt kimlikler üzerinden
yerelcilik yaparak ulusal toplumların
yerel düzeylerde daha küçük devletçiklere parçalanmasını sağlamaya çalışmaktadırlar. İnsan hakları, özgürlük
ve yerelcilik adına gündeme getirilen
yeni politikalar demokrasi adına savunulurken dolaylı
yollardan ulus devlet ve cumhuriyet
karşıtlığı tırmandırılmaktadır. Amaç emperyalist hedeflere ulaşmak olunca, o
zaman var olan ulus devletlerin tasfiyesi amacıyla demokratik görünüm altında
bölücülük, yıkıcılık ve çağ dışı dinci
yapıları savunmak gerçeklere aykırı
biçimde haklı gösterilmeye
çalışılmaktadır. Bu yoldan insanlığı yeni bir orta çağa götürmek
isteyenler demokrasi görünümlü
cumhuriyet düşmanlığına devam etmektedirler.
İki yüz
ulus devleti ortadan kaldırmak devlet ve
toplumları parçalayarak daha küçük eyalet ve şehir devletleri yaratmak isteyen
emperyalist merkezler, ulus düşmanlığını
ve cumhuriyet karşıtlığını demokrasi perdesi altında gizlemeye
çalışırken var olan hukuk ve devlet
düzenlerini dağıtmaktan çekinmeyerek, bütün insanlığı ayağa kaldıracak bir
doğrultuda her türlü ulus ve cumhuriyet
düşmanlığını ileri demokrasi görünümünün
arkasına saklamaya çalışmaktadırlar. Dünyanın bu gün gelmiş olduğu yeni aşamada
kapitalist sistemin ve emperyalizmin ana hedefleri olarak
ulus devletlerin yıkımı ve cumhuriyet rejimlerinin tasfiyesi kesinlik
kazandığı için, bütün dünya halkları işbirliği yaparak ve uluslararası alanda
bir dünya halkları dayanışması örgütlenmesine giderek, kendilerini koruyan cumhuriyet rejimine ve
ulus devletlerine sahip çıkmak
zorundadırlar.Gelinen yeni aşamada dünya halkları daha üst düzeyde
örgütlenerek kapitalist
emperyalistlerin yıkım projelerine karşı
çıkmak durumundadırlar . Gökdelenleri dikmek için gecekonduları yıkmaktan
çekinmeyen küresel emperyalizm, bölgesel imparatorluklar ya da federasyon
projeleri için bugün harekete geçmekte
ve her türlü bölücülüğü birlikte gündeme getiren şehir devletleri tıpkı gecekondulara yapıldığı gibi ulus
devletleri ve cumhuriyet rejimleri göz göre göre yıkmaktan çekinmemektedir. Bütün
dünyayı belirli merkezlerden yönetmeyi düşünen para babaları, işbirlikçi
kadroları aracılığı ile ulus devlet yıkıcılığını sürdürürken her ülkede alt kimlikçi cereyanları destekleyerek şehir ve eyalet devletlerinin
önünü açmaktadır.
Demokrasi
adına cumhuriyetler ortadan kaldırılırken, insan hakları adına uluslar toptan
bir yok oluşa mahkum edilirken, insanlığın artık derin uykudan uyanarak
böylesine yok edici bir yıkıcılığa karşı çıkması gerekmektedir. Demokrasi ve
cumhuriyet gibi iki ayrı kavramın
birbirini yok etme doğrultusunda kullanılması gibi bir emperyalist oyuna
dur diyebilmek için, cumhuriyet ve demokrasi kavramlarının vatan olgusu ile birlikte ele alınarak
birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Beş kıtanın her yöresini adım adım
ele geçirerek küresel anlamda bir
hegemonya düzeni kurmak isteyenlere karşı, bütün dünya halkları önce kendi
ülkelerine sahip çıkarak ve daha sonra da uluslararası yeni bir yapılanmanın
çatısı altında bir araya gelerek, ortak bir dayanışma düzeni çerçevesinde mücadele etmelidirler. Küresel saldırılara
karşı çıkış ve direnişin de küresel çapta olması gerekmektedir. Demokrasi
kavramının arkasına sığınarak cumhuriyet
düşmanlığı yapmanın çıkar yol
olmadığı ve bu yoldan yeni bir dünya
düzeni kurulamayacağı, son yıllarda yaşanan olaylar ve siyasal gelişmeler aracılığı
ile kesinlik kazanmıştır. Kendi
çıkarları için insanlığı orta çağa sürüklemekten çekinmeyenlere karşı, modern
çağların getirdikleri ve kazanımlarını korumak ve savunmak üzere bir evrensel
demokrasinin temellerinin atılması
noktasına insanlık bugün gelmiş görünmektedir. Demokrasi kavramı ile
cumhuriyet düşmanlığı yapılmasını önleyebilmek için araya üçüncü bir kavram
olarak vatan sözcüğünün eklenmesi zorunluluk kazanmaktadır. Küresel
emperyalistler bütün dünyayı kendi vatanları ilan ederlerken, halkların
üzerinde yaşadıkları yurtlarını da ellerinden almaya çalışmaktadırlar.
İnsanları yurtsuz bırakacak bu yeni
gelişmeye karşı çıkabilmek için de vatan kavramının özünde yer aldığı bir cumhuriyetçi demokratlık çıkışı önem kazanmaktadır.
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Prof. Olduğu belirtilen bir insanın hak ihlali yaptığını düşünüyorum artık. Kardeşim ne kadar mail adresim varsa sizden gelen maille doluyor ve artık yazdığınızın doğru olduğu veya yanlış olduğu değil, mail adreslerimin hepsi mail bombardımanında olduğu için gelen maillerinizi okumadan siliyorum. Mail listenizden defalardır yazıyorum çıkarın diye ama siz inatla yazı gönderiyorsunuz. Bıktırmayın hocam. Bıktırdığınız zaman gönderdiğinizin de bir önemi kalmıyor
YanıtlaSil