12 Mart 2020 Perşembe

DEMOKRASİ GÖRÜNÜMÜNDE CUMHURİYET KARŞITLIĞI - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN


DEMOKRASİ  GÖRÜNÜMÜNDE CUMHURİYET KARŞITLIĞI

                Küreselleşme süreci içinde demokrasi adı altında, yıllarca açıktan cumhuriyet düşmanlığı  diğer ulus devletler ile birlikte Türkiye’de  gündeme getirilmiştir. Soğuk savaş döneminde batının önde gelen gelişmiş devletlerinde  ekonomik kalkınmanın yüksek olması nedeniyle büyük ticari şirketler oluşurken, küresel şirketler ile ulus devletler karşı karşıya gelmişler ve bu durumda da  ekonomi üzerinden  devletler sıkıştırılmaya başlanmıştır. Yıllarca  batı dünyasının içinden çıkan  uluslararası kuruluşların öncülüğünde bir özelleştirme kampanyası bütün dünya ülkelerinde  öne çıkarken, ulus devletler  özelleştirme saldırılarına uğradığı için kamusal ekonomi düzenleri çökertilmiş ve  devletler kendi  ekonomilerini yönetme hakkını  kullanamamışlardır. Özelleştirmeler yolu ile  ülke ekonomileri devletlerin yönetiminden çıkarılınca, piyasa ekonomisi üzerinden  şirketler devletleri yönlendirmeye başlamışlar ve zaman içerisinde  ülke yönetimi devletlerin elinden çıkarak, şirketlerin yönetim kurullarına geçmiş ve siyasi kadrolar şirketlerin adamları ile oluşturulmuştur. Böylesine bir süreç tüm dünya ülkelerinde yaşanırken  şirketler ile devletlerin karşı karşıya geldiği yeni bir dönem   ortaya çıkmıştır. Şirketlerin piyasa üzerinden hegemonya arayışı içine girmesi yüzünden, devletler ciddi sıkıntılara sürüklenmiş ve ekonomik bunalımlar devlet düzenlerini bozmuştur.

                Normal koşullarda  her devlet yapılanmasının iki boyutlu siyasal örgütlenme ile birlikte dünya sahnesine çıktığı görülmektedir. Bunlardan bir tanesi bürokratik yapılanma ile bağlantılı olarak öne çıkan  cumhuriyet rejimi ile   birlikte  buna paralel bir çizgide  gelişmekte olan toplumların  hak ve özgürlük ortamında var olabilmelerini sağlayan  demokratik yaşam düzenidir. Bu doğrultuda cumhuriyet rejimi daha çok devletlerin yapılanması ile doğrudan ilgili olarak öne çıkarken, demokrasiler de toplumların  sivil bir yaşam biçimine sahip olabildikleri  özgürlükler ortamını temsil etmektedirler. Aslında halk yönetimi anlamında birbirleriyle aynı anlama sahip olan bu iki kavramın yakınlaşması ve bir arada  varlıklarını sürdürmeleri, batı tipi bir demokratik cumhuriyet uygulamalarını öne çıkarmıştır. Her ülkenin farklı  durumlarına, özel koşullarına ve konumuna göre değişen oranlarda demokratik sistemler ve de cumhuriyet rejimleri ortaya çıkabilmektedir. Bazen ülke rejimlerinde demokrasiler öne çıkmakta ve  bununla birlikte  krallık rejimleri görülebilmekte ya da bu durumun tamamen tersi olarak öne çıkan uygulamalarda, demokrasiler ile mutlakıyet rejimleri  birlikte var olurken, hiç bir  biçimde cumhuriyet rejimlerinin varlığı öne çıkamamaktadır. Değişen oranlarda demokrasiler ile cumhuriyetlerin bir arada var olabildiği rejimler görülebildiği gibi, bu durumun tamamen  tersi bir  çizgide  cumhuriyet  ve demokrasilere, değişik ülkelerde ya da dönemlerde  tek başına ayrı ayrı uygulamalarda farklı biçimler çizgisinde  rastlanabilmektedir.
                İdeal olan durumlarda demokrasiler ile cumhuriyetlere birlikte rastlandığı gibi, ülkelerin değişen durumlarına, zamana ve zemine göre de  birbirinden ayrı uygulamalar olarak, bu siyasal rejim tiplerinin öne çıktıkları görülebilmektedir. Bu iki rejimin birlikte  olduğu  yerlerde halk kitlelerinin daha fazla yönetimlerde etkin olabildikleri görülebilmekte, ayrı ayrı ortaya çıktıkları zamanlarda ise  halk kitlelerinin ülke yönetimlerine daha az ve sınırlı bir biçimde katılabildiği  anlaşılmaktadır. Katılımın fazla olması halk yönetimlerinin sınırlarının ve tabanının genişliği için istenirken, sınırlı katılım durumlarında  halk kitlelerinin ülkedeki rejim içinde  çok fazla söz sahibi olamadıkları görülmektedir. Birbirinden farklı biçimlerde gerçekleşen halk katılımlarının sınırlılık durumlarına göre rejimin biçimlenmesinde önde gelen bir ağırlığa sahip olduğu, farklı ülkelerin rejimleri bir araya getirilerek kıyaslama yapıldığı zaman  ortaya çıkmaktadır. Hem cumhuriyet hem de demokrasi batı kökenli kavramlar olduğu için, bu iki kavram bazı benzerliklere sahip oldukları gibi birbirlerinden ayrılan yönleri ile de bir etkileşim içindedirler. Bu doğrultuda iki kavramın birlikte dile getirildiği noktalarda demokratik cumhuriyet ya da cumhuriyetçi demokrasilerden söz edilebilmektedir. Batı kaynaklı siyasal teori ve uygulamalar içinde her iki kavramın hem birlikte varlıkları hem de birbirinden ayrılan bir doğrultuda  uzaklıkları söz konusu olabilmektedir.
                Siyasal yaşam süreci içinde bazen özgürlükler  bazen da otorite rejimleri ortaya çıkabilmekte, bu rejimler birbirlerini etkileyebildikleri gibi  bazen da birbirlerini ortadan kaldırabilmektedirler. Bu gibi aşamalarda demokrasilerin toplumsal tabanı ile cumhuriyetlerin bürokratik yapılanmalarının karşı karşıya gelebildikleri görülmektedir. Özgürlüklere dayanan  demokrasiler zamanla yıpranarak çökme ya da dağılma noktasına gelebildikleri gibi, merkezi güce dayanan otoriter rejimler de bu durumun tamamen tersi bir doğrultuda  daha ileri düzeyde bir güçlenmeyi merkezde oluşturarak  otoriter rejimlerin en katısı olan faşist bir yapılanmaya dönüşebilmektedir. Otoritelerin özgürlükler ile dengelenmesi başarılamazsa o zaman faşizm çıkmazına saplanmak kaçınılmaz bir duruma gelebilir. Benzeri bir biçimde özgürlüklerin de toplumları yöneten  otorite merkezlerinin varlığı ile dengelenmesi zorunlu hale gelmektedir. Otorite ve özgürlükler dengesinin ideal bir biçimde  var olabilmesi için  hem devletin hem de toplumun birbirine eşit ve paralel düzeyde örgütlenmiş olması gerekmektedir. Güçlü devletler ile güçlü toplumlar bir arada olursa ve örgütlü yapılanmaları ile eşit düzeyde etkinlilerini gösterebilirlerse o zaman  birbirlerini olumlu düzeyde etkileyerek, hukuk düzeni içerisinde  haksız ve dengesiz durumların ortaya çıkmasını önlemek üzere birlikte hareket edebilirler. İdeal olan, bu çizgide  demokrasinin dayanmış olduğu toplumsal yapıların güçlü devletler tarafından yönlendirilmesidir. Ne var ki, bu duruma paralel düzeyde  etkin bir biçimde örgütlenmiş olan toplumsal yapıların da, karşı güç merkezi olarak terazinin öbür kefesinde yerini alması gerekmektedir. Bu açıdan konuya bakıldığı zaman, demokrasi ve cumhuriyet kavramları arasındaki  dengenin kurulabilmesi için benzeri bir durumun öncelikle  özgürlükler ve otorite arasında oluşturulması zorunlu görünmektedir.
                Güçlü devletler ve toplumlar arasında ideal bir denge düzeni oluşturulabilmesi için  iyi ve kaliteli eğitim görmüş toplum kesimlerinin aktif vatandaşlık çizgisinde hareket ederek  ülkenin gidişi üzerine seslerini çıkarmaları ya da haklarını arama doğrultusunda  itirazlarını yükselterek  sosyal mücadele yoluna gitmeleri  sayesinde, hukuk devletinin en alt düzeyde gerçekleşebilmesinin yolu açılabilmektedir. Var olan devletlerin hukuk devletine dönüşebilmesi için devletin canavarlaşması tehlikesine karşı, toplumsal mekanizmaların böylesine olumsuz durumları engelleyecek  türde  ve  en üst düzeyde güçlü bir  sosyal yapılanma içinde olmalarında yarar vardır. Büyük  bir yapılanma ile ortaya çıkmış olan devlet  yapılarının  dengelenmesi ya da  denetlenmesi doğrultusunda, sivil toplum insiyatiflerinin  otomatikman devreye girmeleri  hak ve özgürlüklerin  her dönemde güvence altında tutulabilmesinin en doğru yolu olarak öne çıkmaktadır. Toplumsal yapıların demokratik yollardan belirlenen temsilcileri ile  devlet örgütünün bürokratik birimlerini yönlendiren yetkililer arasında kurulabilecek bir işbirliği arayışı, demokrasilerin cumhuriyet rejimleri içinde güvenli bir biçimde yer alabilmelerini  sağladığı gibi, geleceğe dönük olarak gelişmiş bir diyalog ortamının  kurulabilmesi için gerekli olan sağlam zeminin yaratılmasında da olumlu sonuçlar verebilecektir. Toplum içinde var olan her kesimin temsilcilerinin devlet bürokrasinin temsilcileri ile iyi ilişkiler içerisinde  bulunmaları, hem demokrasiler hem de cumhuriyetler açısından olumlu sonuçlar sağlayabilecektir.
                İnsanlık tarihi içinde devlet yapılanmaları belirli süreçler yaşandıktan sonra ortaya çıkmışlardır. İlk çağlardan son çağlara kadar yaşanmış olan dönemlerde  devlet yapılanmaları güçlenmiş ve  toplum içindeki en güçlü yapılar haline gelmiştir. Güçlenen devletler  en üst düzeyde otoriter bir yapıya dönüşürken, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin çiğnenme aşamasına geldiği görülmektedir. Devletlerin hak ve özgürlükleri yutan canavarlar düzeyine gelmemesi için bürokratik baskı ve saldırılara karşı harekete geçebilecek  sosyal insiyatiflerin örgütlü bir konumda olması gerekmektedir. Canavarlaşan devleti durdurabilmek  için aynı düzeyde güçlendirilmiş bir yapılanmaya sahip  etkili toplumların devreye girmeleri gerekmektedir. Örgütsüz toplumlar aynı zamanda güçsüz bir  durumda  oldukları için devletlerin hak ve özgürlükleri ihlal eden saldırılarına karşı  gerekli  önlemleri alamadıkları gibi aynı  zamanda  karşı çıkışları  da yapamamaktadırlar. Pasif bırakılan  geri kalmış toplumlar içinde,  ne demokrasilerden ne de cumhuriyet rejimlerinden söz edebilmek mümkün olamamaktadır. Canavarlaşan devlet giderek  hak ve özgürlükleri çiğneyen adımlar  atabilmekte ama zayıf kalmış toplumlar da bu durumları  seyretmekten başka bir şey yapamamaktadırlar. Demokrasiler halkın tribünde seyirci olduğu yapılar olmadığı gibi cumhuriyetler de  devlet ya da ordunun gücü kullanılarak halk kitlelerinin yönetildiği siyasal yapılanmalar değildir. Bir çok toplumda devlet yapıları siyasal ve ekonomik güce sahip olan merkezlerin  kontrolü altında tutulmaktadır. Geçmişten gelen bir çizgide devleti ele geçiren zengin ve güçlü merkezler devleti kontrol altında tutarak bütün siyasal alanı yönlendirmeye kalkışmaktadırlar. Böylesine olumsuz  bir durum devletleri özel çıkar örgütlerine dönüştürürken, yozlaşmış devletlerin toplumsal yapıları bozmasına da giden yolları açmaktadır.
                Ekonomik güç beraberinde siyasal gücü meydana getirirken, zenginler sınıfının merkezinde yer aldığı bir  sermaye egemenliği rejimine doğru yol alınmaktadır. Göstermelik bir halk yönetimi anlamında gündeme getirilen demokrasilerde halk kitleleri  yeterince güçlenemeyince  zengin toplum kesimlerinin denetimindeki toplumsal mekanizmalar devreye sokularak, devletin gidişine müdahale  olanakları araştırılarak bozulmuş olan  dengelerin yeniden tesisi yoluna gidilebilmektedir. Siyasal güç devleti kontrol edenlerin elinde olduğu sürece  ekonomik merkezler siyaseti n finansını sağlamakta  ve böylece sistemlerin yürürlüğü güvence altına alınabilmektedir. Bu tür gelişmelerin sonucunda bütün dünya küreselleşme adı altında yeni bir akımın etkisi altında kalmıştır. İlk çağlarda dinler küresel bir düzen oluşturmak üzere yola çıkarlarken son çağlarda dinlerin yerini alan  ekonomik yapı küresel bir düzen oluşturmaya yönelmiştir . Geçen yüzyıldan kalan soğuk savaş dönemi bitince, bütün ülkeler dışa açılma adı altında ulusal devletin kontrolundaki  milli ekonomilerini  geride bırakarak dış ilişkiler üzerinden küresel bir ekonomik düzene yönlendirilmişlerdir. Bütün dünya ülkelerine dışa açılma görünümünde küreselleşme olgusu empoze edilmiş ve bu doğrultuda var olan ulus devlet düzenlerinin gücünü kırmak üzere hak ve özgürlükler kullanılmaya başlanmıştır. Özelleştirmeler yolu ile ekonomiler ulus devletlerin elinden alınırken,  devlet yapılarına karşı ekonomik çevreler üzerinden saldırılar artmıştır. Devletlerin gücü kırılırken  piyasa ekonomisi üzerinden  şirketlerin gücü artırılmış ve yeni dönemde dünya şirketler tarafından  yönetilir bir duruma getirilmiştir. Tekelci şirketler küresel örgütlere dönüşürken, büyük sermaye kuruluşlarının patronları  da dünyanın yeni efendileri konumuna gelerek, dünya halklarını yönetir bir konuma gelmişlerdir. Halk egemenliğinin yerini sermaye egemenliği alınca, demokrasilerin yerini de kapitokrasiler almıştır. Devlet yönetimlerin halkın elinden alınarak sermaye egemenliğine dönüştürüldüğü yeni aşamada, bir avuç aşırı zengin oluşturdukları küresel platformlar üzerinden dünyayı yönetmeye başlamışlardır. Halk  kitlelerine cennet oluşturma vaadi  ile  öne çıkan aşırı zenginler  bütün dünyayı cehennem düzensizliğine mahkum ederlerken, tüm insanlığı eskisinden çok daha kötü bir duruma sürüklemişlerdir. Devletler küçülürken şirketler büyümüş, halkın yerini sermaye sahipleri almıştır. Sermaye sahiplerinin egemenliğinde zenginlerin çıkarları ön plana  geçince cumhuriyet rejimleri halkın  yönetimi olmaktan çıkarak otoriter baskı yapılanmalarına dönüşmüştür.

                Özgürlüğü kısıtlamak isteyenler sürekli olarak  halk kitlelerine saldırırken ya da yığınları kontrol altına almaya çalışırlarken, devletleri ele geçirerek kendi çıkarları doğrultusunda bu mekanizmadan  bir baskı unsuru olarak yararlanmak istemişlerdir. Devletlerin  kendi kendilerini  yönetebilmeleri, her türlü dış baskı ve müdahalelere rağmen kendi  toplumlarını da yönlendirme işini başarı ile yürütebileceklerini  göstermiştir. Kötü yöneticilerin  elinde  bir oyuncak durumuna düşürülen kamu kurumlarının görevini yapamaz hale gelerek yozlaşmaları, devlet ve toplum arasındaki dengeleri bozduğu için  devletler üzerinden cumhuriyet rejimleri, toplumlar üzerinden de demokrasiler fazlasıyla zarar görebilmektedir. Kamu kurumlarının yozlaşmaya  sürüklendiği  ülkelerde toplumsal düzenleri korumak ya da geliştirmek mümkün olamamakta ve bu duruma düşmüş olan devletler de ciddi bir gerileme süreci yaşanmaktadır. Küreselleşmenin giderek arttığı son dönemlerde devletlerin gücü kırıldığı için şirketler öne çıkarak ülkenin geleceğe doğru yönlendirilmesinde  sivil toplum kuruluşlarından daha fazla etkili olmaya başlamışlardır. Sivil toplumculuğun geride kaldığı, toplumsal kesimlerin gerektiği gibi  örgütlenerek güçlü bir biçimde kamuoyu önüne çıkamadığı  geri kalmış ülkelerde, şirketler öne geçerek  yönlendirici olmakta ve siyasi partiler ekonomik çıkmazlarını aşamadıkları için yeterince etkili olamamaktadırlar. Bu gibi durumlarda  şirketleri   ve onların partneri olarak hareket eden dinsel cemaatları  yeni sivil toplum  kuruluşları gibi kamuoyuna yansıtmak, demokrasilerin çöküşü gibi cumhuriyetlerin de yozlaşmasını gündeme getirmektedir. Küresel  şirketler tarikatlar ile birlikte sivil toplum kuruluşları görünümünde hareket ederek  devlet düşmanlığı yaparlarken, bir halk yönetimi olmalarına rağmen  cumhuriyet rejimleri  demokrasi görünümlü  eleştirel saldırılar karışışında ciddi yaralar alarak  günümüz koşullarında gerileme  noktasına sürüklenmektedirler.
                Yirminci yüzyılın soğuk savaş döneminde cumhuriyet rejimleri güçlenerek geleceğe dönük bir biçimde kurumlaşmaya çalışırlarken, demokrasiler de benzeri doğrultuda  gelişmeye ve ileri demokrasi adı altında çağdaş ve şeffaf bir toplum yapısına dönüşmek için uğraşırken, hak ve özgürlüklerin emperyalist çevreler tarafından çok ileri düzeyde öne çıkarılması ile  var olan siyasal dengeler bozulmuştur. Böylesine bir gerileme sonucunda siyasal partiler etkilerini yitirirken, dini cemaatlar, tekelci ve küresel şirketler ile işbirliğine giderek  siyaseti her yönden yönlendirebilmenin arayışı içinde olmuşlardır. Sivil toplumların zayıflatılması ile şirket ve cemaat ortaklıklarının öne çıkışı siyasal  düzenleri alt üst ederek, politika alanında gelişmekte olan siyasal yaşam düzenlerini  içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Küresel şirketlerin yönlendirdiği dini cemaatlar devletlerin içine girerek örgütlenme noktasına gelince,  artık eskisi gibi bir halk devleti ya da ulus devletten söz edebilmek şansı ortadan kaldırılmıştır. Şirketler ve cemaatlar üzerinden toplumu yönlendirme şansı elde eden aşırı zengin merkezler,  siyaseti ve medyayı finanse ederek devletleri ele geçirmiş ama  bunları yaparken  şirket sahiplerinin kurduğu dernekler ile, dini cemaatların vakıflarını  birer sivil toplum kuruluşu olarak ilan ederek, halk kitlelerinin egemen olduğu normal sivil toplum kuruluşlarının etkisini  kırarak bunların ortadan kaldırılmasına giden yolu açmışlardır. Devleti  satın aldığı kadrolar ve medya  aracılığı ile ele geçiren küresel sermaye merkezleri, medya ve siyasetin finansmanını da dışarıdan gönderilen sıcak para girişimleri ile  sağlayarak, gidilen yoldan  geri dönüş olmaması doğrultusunda muhalefetsiz  yürütülen siyası sürecin,  istenen hedef olan kapitalist  dünya devletine gitmesi için ellerinden geleni  yapmaya devam etmişlerdir. Dünyayı cennete çevirme masalı ile halk kitlelerini kandıran  küresel şirketlerin  zenginler yönetimi,  kendilerine buldukları yerli ortaklar aracılığı ile sömürü düzenlerini geleceğe dönük bir biçimde  geliştirirken   ve cennet masalları ile uyutulan halk kitleleri   yeni yeni derin uykudan uyanırken, ulus devletlerin çökertildiği ve cumhuriyet rejimlerinin dağıtıldığı bir yeni dönemi  demokrasi görünümü altında sürdürmeye çalışarak,  ayrıca resmen yalancılık ve sahtekarlık yaparak halk kitlelerini  derin  bir uçuruma doğru  itmişlerdir. Şimdi bu gibi oyunların  hesabının  sorulma aşamasına gelindiği noktada, hesap sorulmasını önlemek üzere bütün dünya  devletleri  terör üzerinden üçüncü cihan savaşına sürüklenmektedir.
                Cumhuriyetlerin  devletler ile  ve demokrasilerin de toplumlarla  bütünleştiği  bir aşamada, her türlü devlet bozgunculuğu ve toplum karıştırıcılığı emperyalist devletlerin gizli servisleri üzerinden  siyasal gündeme getirilirken  ve  demokrasi görünümünde  bazı girişimler ile devletler çökertilirken, cumhuriyet rejimlerinin de dağılmaya doğru yönlendirildikleri anlaşılmaktadır. Toplumlar, şirketler ve cemaatlar kadar  devletlerin de bir sosyal  gerçeklik olduğu hatırlanırsa, diğer kurumların  kendilerini koruma doğrultusunda  hareket etmesi gibi  devletlerin de varlıklarını korumak ve kendi çıkarları doğrultusunda kendilerini yenileyerek  ve varlıklarını geleceğe dönük bir biçimde geliştirerek yola devam etme hakları bulunmaktadır. Burada  cumhuriyet devletlerinin demokratik rejimlerle  bütünleşmeye çalışırken, devlet için zararlı olabilecek ya da yıkıcı bir etki yapabilecek düşünce ve eylemlerinde demokratlık görünümünde öne çıkarılmasına dikkat edilmesi gerekmektedir. Emperyalizm ulus devletleri ele geçirirken gizli servisleri üzerinden ulus devletlerin içine sızarken, demokrasiyi kullanarak yıkıcı ve zararlı düşünce ve eylemleri demokratik tutum ve davranışlar olarak sergilemesini  ya da var olan yapıları zorlayarak kabul ettirmeye çalışması  kolay  kolay kabul edilebilecek  yanlışlar değildir. Özgürlükleri yok etme özgürlüğü olmadığı gibi, devleti yöneten güçlerin de demokrasi görünümü altında ulus devleti ya da cumhuriyet rejimini yıkma hakkı  bulunmamaktadır. Toplumsal alanda yaşanan demokratik süreç ile anayasal düzene dayanan  hukuk  devletlerinin  birbirinden ayrı platformlarda ele alınması  siyasal karışıklıkların  önlenmesi açısından çok önemlidir.
                Demokratik  hukuk devletlerinde  devletler kadar toplumsal yapılar da anayasa ve yasaların koruması altındadır. Demokratik süreçlerin genişlemesiyle devlete ait olan kamusal alanlarda  bir ölçüde küçülmeler olabilir. Var olan devletin ya da cumhuriyet rejiminin  sınırları zorlanarak  bazı görüşler doğrultusunda  daha fazla demokrasiye açık olan bir yapılanma gündeme getirildiğinde, demokrasi görünümünde bir devlet düşmanlığı ya da rejim karşıtlığı gibi siyasal durumlar öne çıkabilir. Özgürlükler her zaman için hak ve özgürlükler ortamının korunması doğrultusunda  kullanılabilir. Hiçbir zaman hak ve özgürlüklerin devleti yok etmek ya da özgürlükleri ortadan kaldırmak üzere kullanılmalarına devletlerin izin vermemeleri ve bu  doğrultuda  geliştirilen emperyalist  siyasal  senaryolara alet olmamaları, ülke güvenliği açısından önem taşımaktadır. Devletleri yönetmek  için işbaşına gelen siyasal iktidarların yaptıkları yeni düzenlemelerde devletin ve rejimin geleceğini düşünerek adım atma görevleri vardır. Hiçbir hükümet devleti yok etmek üzere işbaşına gelemez ancak devleti  büyütmek, geliştirmek ve ulusal çıkarlar doğrultusunda  bürokratik  yapılanmayı  yenilemek üzere hükümetler yeni yapılanma  girişimlerinde bulunabilirler. Bu gibi işlemler sırasında devletin zarar görmesi ya da  zayıflaması gibi olumsuz durumlara, var olan siyasal yönetimlerin  izin vermemesi gerekir. Demokratik hukuk devletleri ile birlikte ulusal cumhuriyet rejimlerinin de birlikte ele alınması demokrasi ile cumhuriyet kavramları arasında  var olabilecek çelişkilerin önlenmesi ya da ortadan kaldırılması  veya iki kavramın birbirine karşı kullanılması gibi  bazı olumsuz  gelişmelerin önünün kesilmesini sağlayacaktır. Bir devlet biçimi olarak cumhuriyet kavramının  demokrasi adı altında geliştirilen masum görünümlü senaryolar ile zarar görmesini önlemek gerekmektedir.
                Küresel emperyalizmin dünyayı getirmiş olduğu yeni aşamada  demokrasi görünümü altında resmen cumhuriyet düşmanlığı yapılmaktadır. Küreselleşme kavramını öne çıkararak emperyalizmin gizlenmeye çalışıldığı bir  komplocu yaklaşım çerçevesinde    kaos adı altında oluşturulan yeni cehenneme dünya halkları sürüklenirken, hala ileri demokrasi adı altında ulus devlet ve cumhuriyet rejimi düşmanlıkları yapılmaktadır. Uluslararası hukukun ortadan kaldırıldığı ve  şirketler hukukunun uluslararası hukukun yerini alması gibi  bir çarpık durumlarda   şirket patronlarının kurduğu derneklerin çatısı altında alınan kararların, sanki birer anayasa hükümü  anlamını taşıyorlarmış gibi, giderek artan dış baskılar ile empoze etme işlemleri, emperyalist  bir süreçte  geliştirilerek dünya devletlerine karşı  her türlü baskılar uygulanmaktadır. Ülkeye demokrasiyi getiren devlet yapılanmalarının gene demokrasi kavramı kullanılarak  ortadan kaldırılmaya çalışılması gibi, siyasal senaryoları büyük beceriklilik göstererek uygulamasını başaran tekelci şirketlerin   çıkarları, sermaye kontrolü altındaki  siyasal yapılar ve medya  aracılığı ile en üst düzeydeki emperyalist istek ve hedefler doğrultusunda öne çıkarılmaktadır. Küresel emperyalizm  bütün dünyayı ele geçirmek ve kendi çıkarları doğrultusunda yönetmek üzere  demokrasi kavramını kullandığı ve ileri demokrasi adı altındaki yıkıcı girişimler ile de,  ulus devletler ile cumhuriyet rejimlerini ortadan kaldırmaya çalıştığı artık iyice görülebilmektedir. Yeni dünya düzeni kurmak üzere yola çıkan küresel şirketler, eski dünya düzenini temsil eden ulus devletleri açıkça karşılarına almakta ve bu doğrultuda demokrasi görünümlü zayıflatıcı adımlar atılarak  devletler çökertilerek parçalanmaktadırlar. Devletler daha demokrat olma iddiası ile bir yerlere doğru çekilirken aslında yok olma noktasına doğru gizli  ve dolaylı adımlar atılmakta ve komplocu senaryolar ile de  cumhuriyet rejimleri  ortadan  kaldırılmaya  çalışılmaktadır. Hedef şehir devletleri olduğu için  uluslararası örgütlenmeler  aracılığı ile ulus devletler ile birlikte cumhuriyet rejimleri de ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.

                Küresel emperyalizm, demokratik hukuk devleti adı altında  geliştirilmiş olan demokrasinin  en geniş sınırlarını, var olan devletlerin ve ulusal toplumların parçalanması doğrultusunda kullanarak  yeni dünya düzenine giden yolu açmak istemektedirler. Devlet sayısını iki yüzden iki bine çıkarmak isteyen tekelci şirketler, insanları alt kimlikçiliğe doğru yönlendirirken bunu demokrasi adına yapmakta ve demokratik şemsiye altında  alt kimlikçilik örgütlenmesi üzerinden,  ulus devletler parçalanmakta ve var olan kamu düzenleri çökertilerek, şirketlerin önüne düzenleyici engel olarak çıkartılan ulus devletlerden kurtulmaktadırlar. Türk devletine ve ulusal-üniter devlet yapısına karşı çıkan  emperyalizm işbirlikçileri, hak ve özgürlükleri alt kimlikçi bir çizgide anlayarak  ve tarikatları sivil toplum örgütü gibi göstererek, ülkenin bölünmesine giden yolun önünü  açmaktadırlar. Bölücü politikaları benimseyen emperyal merkezler, bu doğrultuda ulus devletleri ele geçirebilmek amacıyla demokrasi görünümünde cumhuriyet rejimlerine karşı çıkan  işbirlikçi ve taşeron  grupları,  alt kimliklere dayalı hak ve kimlikler üzerinden devlet düşmanlığına doğru yönlendirmektedirler. Ceza yasalarında var olan devlet düşmanlığı ile ilgili yasa maddeleri gözlerden kaçırılırken, demokrasi görünümünde alt kimlikleri hortlatan ve  ulusal yapıların  parçalanmasına giden doğrultuda  devlet düşmanlığının adı ileri demokrasiciliğe dönüştürülmektedir. Bu açıdan ulus devletler ile küresel şirketler her yönden  karşı karşıya gelmişlerdir. Dünya halklarını karşısına almadan küresel  anlamda  emperyalizmi bütün dünyaya kabul ettirmek isteyen küresel emperyalizm, karşısında engel olarak gördüğü ulus devletlerden kurtulmak ya da  ülkenin birliği ve bütünlüğünü savunan cumhuriyet rejimlerini ortadan kaldırmak üzere, alt kimlikçilik akımlarını toplum ile birlikte devletin içinde de  destekleyerek  geliştirmeye çaba göstermektedirler. İnsan hakları görünümünde bölücülük, sivil toplumculuk adına da devlet ve cumhuriyet düşmanlığı  demokratlık görünümünde yürütülmektedir.  Ulus devletleri ortadan kaldırmak ve cumhuriyet rejimlerini geride bırakmak üzere geliştirilen bu  yeni emperyalizm, alt kimlikler üzerinden yerelcilik  yaparak ulusal toplumların yerel düzeylerde daha küçük devletçiklere parçalanmasını  sağlamaya çalışmaktadırlar. İnsan hakları, özgürlük ve yerelcilik adına gündeme getirilen  yeni  politikalar  demokrasi adına savunulurken dolaylı yollardan  ulus devlet ve cumhuriyet karşıtlığı tırmandırılmaktadır. Amaç emperyalist hedeflere ulaşmak olunca, o zaman var olan ulus devletlerin tasfiyesi amacıyla demokratik görünüm altında bölücülük, yıkıcılık ve  çağ dışı dinci yapıları savunmak  gerçeklere aykırı biçimde  haklı gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu yoldan insanlığı yeni bir orta çağa götürmek isteyenler  demokrasi görünümlü cumhuriyet düşmanlığına devam etmektedirler.
                İki yüz ulus devleti ortadan kaldırmak  devlet ve toplumları parçalayarak daha küçük eyalet ve şehir devletleri yaratmak isteyen emperyalist merkezler, ulus düşmanlığını  ve cumhuriyet karşıtlığını demokrasi perdesi altında gizlemeye çalışırken  var olan hukuk ve devlet düzenlerini dağıtmaktan çekinmeyerek, bütün insanlığı ayağa kaldıracak bir doğrultuda  her türlü ulus ve cumhuriyet düşmanlığını  ileri demokrasi görünümünün arkasına saklamaya çalışmaktadırlar. Dünyanın bu gün gelmiş olduğu yeni aşamada kapitalist sistemin ve emperyalizmin ana hedefleri  olarak  ulus devletlerin yıkımı ve cumhuriyet rejimlerinin tasfiyesi kesinlik kazandığı için, bütün dünya halkları işbirliği yaparak ve uluslararası alanda bir dünya halkları dayanışması örgütlenmesine giderek,  kendilerini koruyan cumhuriyet rejimine ve ulus devletlerine sahip çıkmak  zorundadırlar.Gelinen yeni aşamada dünya halkları daha üst düzeyde örgütlenerek  kapitalist emperyalistlerin  yıkım projelerine karşı çıkmak durumundadırlar . Gökdelenleri dikmek için gecekonduları yıkmaktan çekinmeyen küresel emperyalizm, bölgesel imparatorluklar ya da federasyon projeleri için  bugün harekete geçmekte ve her türlü bölücülüğü birlikte gündeme getiren şehir devletleri  tıpkı gecekondulara yapıldığı gibi ulus devletleri ve cumhuriyet rejimleri göz göre göre yıkmaktan çekinmemektedir. Bütün dünyayı belirli merkezlerden yönetmeyi düşünen para babaları, işbirlikçi kadroları aracılığı ile ulus devlet yıkıcılığını sürdürürken  her ülkede alt kimlikçi cereyanları  destekleyerek şehir ve eyalet devletlerinin önünü açmaktadır.
                Demokrasi adına cumhuriyetler ortadan kaldırılırken, insan hakları adına uluslar toptan bir yok oluşa mahkum edilirken, insanlığın artık derin uykudan uyanarak böylesine yok edici bir yıkıcılığa karşı çıkması gerekmektedir. Demokrasi ve cumhuriyet gibi iki ayrı kavramın  birbirini  yok etme doğrultusunda  kullanılması gibi bir emperyalist oyuna dur diyebilmek için, cumhuriyet ve demokrasi kavramlarının  vatan olgusu ile birlikte ele alınarak birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Beş kıtanın her yöresini adım adım ele geçirerek  küresel anlamda bir hegemonya düzeni kurmak isteyenlere karşı, bütün dünya halkları önce kendi ülkelerine sahip çıkarak ve daha sonra da uluslararası yeni bir yapılanmanın çatısı altında bir araya gelerek, ortak bir dayanışma düzeni çerçevesinde  mücadele etmelidirler. Küresel saldırılara karşı çıkış ve direnişin de küresel çapta olması gerekmektedir. Demokrasi kavramının  arkasına sığınarak cumhuriyet düşmanlığı yapmanın  çıkar yol olmadığı  ve bu yoldan yeni bir dünya düzeni kurulamayacağı, son yıllarda yaşanan olaylar ve siyasal gelişmeler aracılığı ile kesinlik kazanmıştır.  Kendi çıkarları için insanlığı orta çağa sürüklemekten çekinmeyenlere karşı, modern çağların getirdikleri ve kazanımlarını korumak ve savunmak üzere  bir evrensel  demokrasinin temellerinin atılması  noktasına insanlık bugün gelmiş görünmektedir. Demokrasi kavramı ile cumhuriyet düşmanlığı yapılmasını önleyebilmek için araya üçüncü bir kavram olarak vatan  sözcüğünün eklenmesi  zorunluluk kazanmaktadır. Küresel emperyalistler bütün dünyayı kendi vatanları ilan ederlerken, halkların üzerinde yaşadıkları yurtlarını da ellerinden almaya çalışmaktadırlar. İnsanları  yurtsuz bırakacak bu yeni gelişmeye karşı çıkabilmek için de vatan kavramının özünde yer aldığı bir cumhuriyetçi  demokratlık çıkışı önem kazanmaktadır.

 Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN

1 yorum:

  1. Prof. Olduğu belirtilen bir insanın hak ihlali yaptığını düşünüyorum artık. Kardeşim ne kadar mail adresim varsa sizden gelen maille doluyor ve artık yazdığınızın doğru olduğu veya yanlış olduğu değil, mail adreslerimin hepsi mail bombardımanında olduğu için gelen maillerinizi okumadan siliyorum. Mail listenizden defalardır yazıyorum çıkarın diye ama siz inatla yazı gönderiyorsunuz. Bıktırmayın hocam. Bıktırdığınız zaman gönderdiğinizin de bir önemi kalmıyor

    YanıtlaSil