RUSYA
SICAK DENİZLERE İNİYOR
Jeopolitik
kitapları Kırım ile Kıbrıs arasında kalan orta alanı dünyanın merkezi
coğrafyası olarak ilan ederken, Rusya’nın konumu önem kazanmakta ve bu alanın
bütün kuzeyini kapsayan böylesine geniş
bir devletin merkezi alana girmesinin önlenmesi, dünya çapında bir batı
hegemonyasının korunabilmesi açısından
zorunlu olarak gösterilmektedir. Orta çağ sonrasında Atlantik ülkeleri
küresel doğrultuda dünya imparatorluklarına yönelmişler, beş büyük kıtanın her
yerine el koymuşlar, beş yüzyıl boyunca
dünya kıtalarını sömürgeleri üzerinden yönetmişler ama merkezi coğrafyaya bir türlü
girememişlerdir. Böylesine bir durumun ortaya çıkmasına merkezi alandaki Türk
gücü olarak yedi asırlık Osmanlı İmparatorluğunun direnişi yol açmıştır. Roma
ve Bizans İmparatorlukları sonrasında Selçuklu İmparatorluğu ile merkezi alana
gelen Türkler, daha sonra oluşturdukları Osmanlı İmparatorluğu ile merkezi
alandaki boşluğu doldurmuşlar, Devleti Aliye adı altında bir büyük devletin
çatısı altında yedi asır orta dünyaya egemen olarak, batılı emperyalistlerin ve haçlıların önünü sürekli olarak kapatmışlardır. İşte bu aşamada
doğup büyüyüp gelişen Rus devleti, Atlantik okyanusundan Büyük Okyanusa kadar
uzanan kuzey bölgesi topraklarında
yayılırken, kendisinde önceki dönemlerde bu bölgelerde var olan bütün
Türk imparatorluklarının yaşam alanlarını eline geçirerek, tam anlamıyla bütün kuzey yarı kürenin egemen gücü konumuna
gelmiştir. Dünyanın kuzeyindeki bütün alanlara yayılarak doğal genişleme alanlarını ele geçiren Rus
İmparatorluğu on dokuzuncu yüzyıldan sonra
güneye doğru gözlerini dikmiş ve Rusların kızıl elması olarak, Türkiye’nin
Antalya kentini gözüne kestirmiştir. Rusların dünya hegemonyası planlarına göre,
Antalya Rusların olduğu zaman, evrensel alanda mutlak bir Rus hegemonyası tesis
edilebilecektir.
İşte
Rusların bu jeopolitik bakış açıları yüzünden batılı ülkelerde yazılmış olan
bütün jeopolitik kitaplarında, devleşen
Rus ayısının kuzey bölgesine
hapsedilmesi ve kesinlikle güneye inmesine izin verilmemesi gibi doğal bir
tepki ortaya konulmuştur. On beşinci yüzyılın başlarında bugünkü Ukrayna’nın
başkenti olan Kiev kentinde ilk olarak kurulmuş olan küçük Rus prensliğinin, sonraki
yıllarda genişleyerek bütün kuzey yarı
küresini işgal etmesi batılı emperyal
ülkelerde, küresel yayılma ve hegemonyalarının devam ettirilebilmesi
açısından ciddi tehlikeler yarattığı için, Rusların güneye inmesinin önlenmesi
doğrultusunda büyük bir işbirliği yapılmıştır. Kiev prensliği batıya doğru
kaydırılırken, kuzey bölgesindeki yayılmasına ses çıkarılmamış ama, Kırım’ın
işgalinden sonra Rus Çarlığının Kafkasya ve Balkanlar üzerinden merkezi bölgeye
inme aşamasına gelindiği noktada, Osmanlı ordusu Rusların karşısına
çıkartılmıştır. Rusların önünün kesilebilmesi için, Kırım’da yeniden Osmanlı
yönetimi batıya bağlı olarak oluşturulmak istenmiş, İngiltere ve Fransa’nın
öncülüğünde batılı devletler Osmanlıları Ruslara karşı kışkırtarak bir büyük Kırım savaşını gündeme
getirmişlerdir. Batılı ülkelerden borç alarak Kırım savaşına sürüklenen Osmanlı
İmparatorluğu, hem hazırlıksız olarak
yakalandığı bu savaşı kaybetmiş, hem de altına girmiş olduğu borç yükünden
kurtulamayarak iflas etme gibi bir bitiş
senaryosuna sürüklenmiştir. Bizans sonrasında merkezi alandaki boşluğu dolduran
Osmanlı devleti on dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru, Rus genişlemesinin
kuzeyde durdurulabilmesi açısından
batılılar tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Kırım savaşını kazanarak
Karadeniz’in bu çok stratejik yarımadasını kendisine bağlayan Rus Çarlığı, daha
sonraki aşamalarda Kafkaslara ve Balkanlara girerek güney bölgesine doğru
açılım sürecini başlatmıştır.
Mutlak
dünya egemenliği açısından Antalya kentini kendi kızıl elması olarak ele
geçirilmesi gereken bir hedef olarak önüne koyan Rus yayılmacılığı, on dokuzuncu
yüzyılın son çeyreğinde Kafkasya ve Balkanlar bölgelerinde ilerlemeye başlamış
ve bu alanlar üzerinden Osmanlı devletinin merkezi bölgesi olan Anadolu
yarımadasını ele geçirme doğrultusunda ilerleyerek, Osmanlıların Kars, Ardahan ve Batum kentlerini ele geçirerek Van gölü
kıyılarına inmiştir. Kırım yarımadasını
ele geçirdikten sonra doğuda Kafkasya’ya, batıda Balkanlara doğru yürüyüşe geçen Rus orduları,
İstanbul kentinin yanı başındaki Yeşilköy’e kadar gelerek Osmanlının başkentini
ele geçirme aşamasına gelmişlerdir. Aynı dönemde Kafkaslar üzerinden Kars, Ardahan
ve Batum’u ele geçirerek Anadolu topraklarına ayak basan Rus orduları, merkezi
devlet olarak Osmanlı İmparatorluğunu
tarih sahnesinden silmeye yönelmiştir. Kuzey bölgesine hapsedilmekten bıkan
Ruslar, Kırım savaşı sonrasında
Balkanlar ve Kafkaslar’da özgürce yayılırken, İngiliz ve Fransızların
desteği ile toparlanmaya çalışan Osmanlılar, toparlanarak bağımsız devlet olma statüsünü sürdürmek
istemişler ama bu konuda yeterince etkin bir sonuç elde edemeyince, kuzey
bölgesinin devi olan Rusya’nın sıcak
denizlere doğru yürüyüşü devam etmiştir. Avrupa’nın ortasından Asya’nın
ortalarına kadar uzayıp giden bir
merkezi coğrafya üzerinde ipek yolu ile dünya ticaret yollarının güvenliğini sağlayamaya çalışan
Osmanlılar, Rusların büyük ilerlemesi karşısında sürüklendikleri savaşları sürekli olarak
yitirerek, merkezi alanda yeniden bir siyasal boşluğun doğmasına meydan
vermişlerdir. Ruslar doğu Avrupa’dan Avrupa kıtasına inerek bu küçük kıtayı
kendilerine bağlayabilmenin yollarını aramışlar ama her defasında Avrupalılar
bir araya gelerek bu kuzey bölgesinin devini Asya kıtasının boşluklarına doğru
iteklemişlerdir. Avrupa açısından doğudan gelen iki tehdit olarak, Ruslar ve
Osmanlılar birbirleriyle sürekli bir
savaş dönemine batılıların kışkırtmaları
ile sürüklenmişler ve böylece iki büyük
doğu devinin Avrupa kıtasından uzak kalmalarını sağlamışlardır. Ruslar ve
Osmanlıların üç yüz yıllık sürekli savaş dönemi sayesinde, Ruslar ve Osmanlılar
Avrupa kıtasını ele geçirememişlerdir. Avrupa ülkelerini bu iki doğulu deve karşı
birleştiren batı hegemonyası, Osmanlıların Viyana’yı ele geçirmesi ile,
Rusların Kuzey Avrupa bölgesini işgal
etmelerine izin vermemişdir. Bir anlamda
Avrupalılar kuzeyden ve doğudan gelen tehditleri karşı karşıya getirerek aradan
sıyrılmasını bilmişler, böylece Avrupa’yı Asyalıların yönetmesini önlemişlerdir.
Rus
ordularının Kafkas halklarını çiğneyerek Kars’a girdiği günün ertesinde Büyük Britanya İmparatorluğu Kıbrıs’a
girmiştir . Bugün hala Kıbrıs’ta varlığını koruyan bu askeri üsler Atlantik hegemonyasının merkezi
alandaki gücünün bir göstergesi olarak devam ettirilmektedir. Kıbrıs
üzerinden bütün Orta doğu bölgelerine sızan İngiltere ve o zamanki ortağı
Fransa, merkezi alanda Osmanlı İmparatorluğu sonrası için yeni bir siyasal
yapılanma hazırlamışlar ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında bunu uygulama
alanına koymuşlardır. Böylece, eski Osmanlı hinterlandında egemenlik
Osmanlı Türklerinden Atlantikçi
İngilizlerin eline geçmiştir. Batı hegemonyasının o dönemdeki temsilcisi olarak
İngilizler, kesinlikle Rusların güneye doğru
ilerleyişini ve sıcak denizlere inişini öncelikle önlemişlerdir. İkinci
aşamada ise, on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde ulusal birliğini sağlayan Alman
imparatorluğunun bir Germen gücü olarak doğuya doğru açılmalarına izin
verilmemiş ve Fransa-İngiltere işbirliği ile merkezi alanda hem Ruslar
üzerinden Slav hem de Almanlar üzerinden bir Germen hegemonyasının önü
kesilmiştir. Cihan savaşı bu doğrultuda yönlendirilmiş, savaş yıllarında hem
Rusya’nın içerden çökert ilmesi doğudan
Japonların kuzey bölgesine girmesiyle sağlanmış, hem de Balkanlar’da
Almanya’nın ilerlemesinin önünü kesecek savaşlar ile merkezi alanda bir
Germen asıllı bir Töton imparatorluğunun kurulmasına izin verilmemiştir.Osmanlı
yönetiminde Abdülhamit’in sağladığı istikrar
Ruslar’a ve Almanlar’a karşı kullanılmış, Osmanlı ülkeleri işgal
edilirken, buralarda batı Avrupa devletlerine bağlı yeni sömürge yönetimleri
oluşturularak, otorite boşluğu doğmasına giden yolun önü kesilmiştir.
İngilizler
Kıbrıs’tan Filistin’e geçerek bütün Arap yarımadasına yayılmışlar,
Fransızları’da yanlarında getirerek, Lübnan ile Suriye bölgelerinde onların da
kendilerine paralel yeni merkezi alan sömürgeleri oluşturmalarını
sağlamışlardır. İngilizler ve Fransızlar, Osmanlı’nın Orta Doğu topraklarını
ele geçirerek merkezi alanda yayılırken, Rusların önü Doğu Anadolu
topraklarında kesilmiş ve Rus ordularının, Kars, Batum ve Van üçgeninin ilerisine
doğru gitmesine izin verilmemiştir. Vladivostok
bölgesinden kuzey topraklarına giren Japon orduları Rus çarlığının büyük topraklarını ele
geçirince, Rus Çarlığı çökme aşamasına gelmiş ve Japon saldırıları yüzünden
kendini korumaya yönelen Rusya, Van gölü kıyılarından Akdeniz’e inme yollarını
kullanamamıştır. Rus orduları kuzey bölgesine
Japonların desteği ile hapsedilince, Sevr Antlaşması sonrasında
İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan orduları Anadolu yarımadasının
belirli bölgelerini işgal etmeye başlamışlar
ve böylece orta dünyada bir kuzey gücü olarak Rusya’nın egemen olmasına
izin verilmemiştir. Rusların en büyük
hayali olarak Antalya kenti sıcak Akdeniz sularının kıyısında soğuk kuzeyin
büyük gücü önünde ana hedef olarak bulunurken, Atlantik okyanusunun iki büyük
emperyal gücü olarak İngiltere ve Fransa bütün Orta Doğu’ya girerek, merkezdeki
Türk hegemonyasına son vermişler ve bu bölgede ikinci bir Asya insiyatifi
olarak Rus devletinin yayılmasının önünü
kesmişlerdir. On dokuzuncu yüzyılın
ikinci yarısında güneye doğru yolculuğa çıkan Rus orduları, sıcak
denizler üzerinde de tıpkı kuzey bölgelerinde olduğu gibi bir emperyal
hegemonya oluşturmaya yönelirken, batı dünyasının Avrupalı ülkeleri öne geçerek, çeşitli
siyasal manevralar aracılığı ile kendilerine bağımlı sömürgeler düzeni
oluşturmuşlardır. Rusların önü Yeşilköy de batılı ülkelerin araya girmesiyle
önlenmiş, başkent İstanbul’a Rus askerinin girmesine izin verilmemiş ama daha
sonraki aşamada, İngilizlerin Türklerin
payitaht merkezi olan İstanbul’da askeri bir işgal yönetimi kurmalarının
yolu açılmıştır. Asya kıtasından gelen iki büyük Asyalı güç olarak Türkler ile
Rusların küçük Asya adı verilen Anadolu yarımadası üzerinde birlikte bir düzen
kurmaları, batılı devletlerin ordularının işgali ile önlenmiştir.
Osmanlı
İmparatorluğunun Birinci Dünya savaşını bütünüyle kaybetmesinden sonra ortaya
çıkan merkezi alandaki otorite boşluğu,
savaş sonrasında toplanan Bakü Doğu
Halkları Kurultayı aracılığı ile giderilmeye çalışılmıştır. Tam bu aşamada, Atatürk’ün öncülüğünde Ankara hükümeti devreye
girerek, Misakı Milli sınırları içerisinde yeni bir devleti ulusal bir modele
dayanan bir biçimde kurarak, Türklerin tarih sahnesinden silinmelerini önlemiştir. Batılı emperyalistler, merkezi
imparatorluğu yıkarken, burada ikinci bir Asyalı yapılanmaya izin vermemişler,
batı blokunun kontrolu altında sömürge devletleri kurarak, bunlar üzerinden emperyal hegemonyalarını orta dünyaya taşımak istemişlerdir. Birinci
Dünya Savaşı sonrasında, Rusların güneye inerek sıcak deniz kıyılarında yeni
devlet düzeni kurmaları önlenince, batılı devletlerin askeri birliklerinin
Anadolu yarımadası üzerinde at koşturmasından bu kez Ruslar rahatsız
olmuşlardır. Çarlık rejiminin çöküşü sonrasında bir kaos ortamına
sürüklenen Rusya’da, Atlantikçiler bir
siyasal devrimin önünü açarak bu bölgede
yeni bir ideolojik imparatorluğun
oluşumuna giden yolu dolaylı yollardan desteklemişlerdir. İşçi sınıfının olmadığı bir kırsal toplumda
batıdan ithal edilen aydın kadrolarının öncülüğünde Bir Bolşevik rejimi
kurularak, yeni dönemde Kuzey bölgelerinin istikrara kavuşması sağlanmak
istenmiştir. Bu ideolojik imparatorluğun başına gelen Tatar asıllı Lenin, ikinci enternasyonelin
bir toplantısında, Anadolu’da yürütülen ulusal kurtuluş savaşının bir sosyalist
hareket olmadığını ama antiemperyalist
bir öze sahip olduğu için, batılı emperyalistlerin merkezi alanı işgal etmesine
karşı bir mücadele olduğunu belirleyerek, Sovyetler Birliği’nin bu antiemperyalist
ulusal kurtuluş savaşına destek
vermesini sağlamıştır. Rusya Müslümanlarının kendi aralarında topladıkları
maddi yardımın, Ankara hükümetinin eline geçmesini gerçekleştiren Sovyet yönetimi, batı
emperyalizminin Orta doğu’da yayılmasına
karşı Ankara hükümeti ile yakın işbirliği içine girmiştir. Bu aşamada bir çok
Rus temsilcisi Atatürk Türkiye’sine gelerek, bu sıcak deniz ülkesi ile yakınlık
kurma çabası içerisinde olmuşlardır. Bakü Kurultayından gelen işbirliği süreci,
batı emperyalizmine karşı devam ettirilmiş ama Atatürk’ün öldüğü gün, yeni
yönetim Atlantik güçleri ile gizli
ittifaklar imzalayarak, Rusların Bakü
kurultayı üzerinden Akdeniz’e inen bir
emperyalizme yönelmesinin önünü kesmiştir.
Birinci Dünya Savaşı ile Osmanlı’nın geri çekildiği Orta Doğu
topraklarına Rusların girmesi önlenmiş ama
ikinci dünya savaşı sonrasında
Amerika’nın bu bölgeye girmesi önlenememiş ve bu durumun sonucu olarak
da iki bin yıl aradan sonra üçüncü İsrail devleti bir Yahudi yapılanması olarak Arap ve İslam
dünyasının tam ortasında oluşturulmuştur. Osmanlı sonrasında, Sovyetler Birliği
ile batı dünyası arasında soğuk savaş dengeleri merkezi alanda kurulmuş ve
böylece Osmanlı yönetiminin yokluğu ile gündeme gelen otorite boşluğu alanı bir
güç ve şiddet dengesi ile doldurulmak istenmiştir. Rusların Kars’a girdiği gün
Kıbrıs’ı işgal eden İngiltere bu merkezi adadan hiçbir zaman çıkmamış ve daha
sonraki aşamada yanına Amerika Birleşik
Devletlerini de alarak İsrail’in kurulmasına giden yolu açmıştır. Kuruluş
yıllarında Sovyetler Birliği ile iyi geçinen
Atatürk Türkiye’si, ikinci dünya savaşına doğru dünya sürüklenirken, Hitler ve Mussolini’ye
karşı Balkan Paktını ve Sovyetler Birliği’nin sıcak denizlere inmesine karşı da,
en büyük komşu ülke olan İran ile bir araya gelerek Sadabat paktı adı altında
bir bölgesel işbirliği ve güvenlik
yapılanmasına yönelmiştir. İkinci Dünya savaşı çıkarsa Rusların sıcak denizlere
inme hedefi doğrultusunda Kars
üzerinden Doğu Anadolu ve Orta Doğu
bölgelerine ineceğini iyi bilen Atatürk, tarih boyunca uzun süreli Türk
hükümdarlıklarının yönettiği İran ile bir savunma işbirliğine girmeyi, bölge
dengeleri ve Türkiye’nin bağımsız yapısının korunabilmesi açısından gerekli
görmüştür. Orta boy bir ulus devlet olan Türkiye’nin tek başına Sovyetler
Birliği ya da batılı emperyal ülkelere karşı koyamayacağını iyi bilen Atatürk,
tarihten gelen Türk-İran işbirliği ile merkezi alanının işgallere karşı
korunabileceğini iyi biliyordu.
Sovyetler
Birliği dönemi, yirminci yüzyılda
batı Avrupa devletlerinin sömürge
imparatorluklarının sona erdirilmesinde etkili olmuştur. Atatürk’ün on yıl
önceki öngörüsü ile ikinci dünya savaşını okyanus ötesi güç ile Bolşevikler
kazanmış ve beş yüz yıllık sömürge imparatorluklarının merkezi olan Avrupa
kıtasının üstünlüğü dönemi sona ermiştir. Amerika ile Rusya arasına sıkışan
Avrupa ülkeleri kendilerini kurtarmaya çalışırken, Rusya merkezli Sovyet
İmparatorluğu Amerika Birleşik Devletleri ile bir dehşet dengesi oluşturmuş ve
bu doğrultuda bir barış içinde birlikte yaşama düzeni iki kutuplu dünya
yapılanması sayesinde kurulabilmiştir. Sovyetler Birliği gibi bir ideolojik
imparatorluğu ABD dengesi ile küresel alanda oluşturan Rusya, bu durumdan
yararlanarak güneye doğru yönelmiş ve birçok Asya –Afrika ülkelerinde sosyalist
devrimler yaptırarak, bu üçüncü dünya ülkelerini kendisine bağlayabilmenin
çabası içerisinde olmuştur. Tıpkı İngiltere ve Fransa gibi küresel alanda sömürge imparatorluğu
oluşturmaya yönelen Sovyet gücü Rusya merkezli yönetilirken, Rusların tarihsel
olarak gündemde tuttukları sıcak denizlere yayılma politikasına devam etmişlerdir. Balkanlar’da
Yugoslavya’nın kurulmasında ve Arnavutluğun sosyalist rejime yönelmesinde etkin
olan Rus gücü, daha sonraki aşamada bu
iki ülkenin, sosyalist sistemin güvenlik örgütü olan Varşova Paktından ayrılmasıyla gene sıcak
denizlerde var olma şansını elinden kaçırmıştır. Balkanlar’da ABD destekli bir
Nato yapılanmasında, Yunanistan ve Türkiye yerlerini alarak Sovyet
yayılmacılığına karşı bir set oluşturmuşlar ama Hindiçini yarımadası üzerinden sıcak
denizlere Sovyetler birliğinin açılması
gündeme gelince, İngiltere Çin’de Maoist
bir rejimin Sovyetler birliğine karşı bir çizgide örgütlenmesini sağlamış, ayrıca Amerika’da Vietnam adı verilen ülkede askeri bir işgale
yönelerek Asya kıtasının güneyindeki sıcak denizlere doğru Sovyet
yayılmacılığını önlemeye çalışmıştır. Bu bölgede başlayan Vietnam savaşı uzun sürmüş ve bütün dünya ülkelerinin emperyalizme
karşı bir araya gelmesine giden yolu
açmıştır. Bir Atlantik gücü olarak ABD, Rusya’nın Asya kıtası üzerinden sıcak
denizlere inmesini önlemiştir. Benzeri bir set çekme operasyonu Pakistan üzerinden de yapılarak, batı Asya
bölgesi de Rusların sıcak denizlere inmesi açısından kapatılmıştır.
Jeopolitik kitaplarında yer alan kenar kuşak teorisi
doğrultusunda hareket eden batı
emperyalizmi, karşıt blok olan Sovyetler Birliğini kuzey yarı küresine
hapsetmiş ve güneye doğru bütün iniş
yollarını kapatarak, ideolojik imparatorluğun sıcak denizlerde Rus hegemonyası
doğrultusunda yayılması süreci önlenmiştir. Ruslar bir büyük imparatorluğu
yönetirken her yönden sıcak denizlere inebilmenin yollarını aramışlar, tıpkı
Baltık denizindeki Petersburg kenti
kenarındaki deniz çıkışı gibi açılma
yollarını Akdeniz’de Basra körfezinde, Hint Okyanusunda ve Pasifik
bölgesinde yaratabilmenin çabası içinde
olmuşlardır. Bunu iyi bilen batının önde gelen emperyal devletleri de kıtaların
denizlere açılan bölgelerindeki kenar kuşak ülkelerini ellerinde tutarak ya da
Yugoslavya ile Arnavutluk örneğinde olduğu gibi Rusların önünü kıtaların kıyılarındaki kenar
ülkeleri kontrol altına alarak, Ruslar
ile sıcak denizler arasında yakın bağlantılar kurulmasını önlemişlerdir. Soğuk
savaş dengelerinde bir türlü sıcak denizlere inemeyen Rusya, dünya ticaret
yollarında öne geçememiş ve bu yüzden batılı ülkeler dünya ticaretini sürekli olarak ellerinde tutmuşlardır. Bu
yüzden de Rusya’nın ideolojik imparatorluğunu bir ekonomik çöküntüye uğratarak
yıkmışlardır. Sıcak denizlere inemediği için dünya ticaretinde geri kalan Rusya,
güçlü ordusu ile elinde tuttuğu kuzey ülkelerini bir türlü doyuramamış ve bu yüzden kapitalist sisteme alternatif
bir sosyalist ekonomik sistem
kuramadığı için, ekonomik yarışı
kaybederek çöküşe doğru geçmiştir. Bu
durumu yerinde gören batı bloku ekonomik çöküntü sonrasında, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği yapılanması
üzerinden insan hakları saldırılarına geçince, ideolojik imparatorluk çatırdamaya başlayarak kısa bir zaman dilimi
içinde çökmüştür. Böylesine bir çöküşün
kolayca elde edilmesinde, jeopolitik biliminin Rimland adı verilen kenar kuşak teorisinin uygulanmasıyla, Rusların kuzey yarıküresine hapsedilerek sıcak
denizlere inişinin önlenmesinin büyük bir
rolü olmuştur.
Sovyetler
Birliği çökünce Rusya gene eski sınırlarına geri dönmüştür. Federasyon çatısı
altında da çok büyük alanları kontrol altında tutan Rusya devleti, Moskova merkezli jeopolitik konumu
nedeniyle gene eskisi gibi bir büyük kuzey gücü olarak dünya haritasındaki
yerini korumaktadır. Ne var ki, soğuk
savaş sonrasında içine girilen küreselleşme döneminde tek kutuplu bir küresel
yapılanmayı, Amerika Birleşik Devletleri gerçekleştiremediği için çeyrek yüzyıllık bir süre sonrasında, Rusya tekrar dünyanın en büyük
güçleri arasında öne çıkarak, küresel bir aktör konumuna gelmiştir. Özellikle
küreselleşmenin batılı devletlerin emperyalizmi doğrultusunda gelişmesine karşı
çıkan doğulu güçler olarak Rusya, Çin, Hindistan
ve Brezilya bir araya gelerek BRİC ülkeleri
ittifakına yönelince, Rusya
Hindistan ve Çin ile bir araya gelerek
dünya ticaret yollarına açılma doğrultusunda
sıcak denizlere ulaşma şansını bir başka açıdan elde etmiştir. Daha
önceden Küba adası ile kurulan ilişkinin bir benzeri yeni dönemde Brezilya ve Venezuella üzerinden Güney Amerika kıtası
ile de kurulmuş ve böylece Rusya’nın sadece merkezi alandaki sıcak denizlere
inme hedefi, yön değiştirerek bütün kıtalar üzerinden sıcak denizlere erişme girişimine dönüşmüştür. Balkanlar ya da
Kafkaslar üzerinden Akdeniz’e istediği gibi inemeyen Rusya’nın Çin, Hindistan ve Brezilya ile oluşturduğu
küresel birliktelik çerçevesinde, öne
çıkmasını önleyen batılı emperyalistlere karşı, doğu ve güneyin en büyük
devletleri ile işbirliği yaparak sıcak
denizlerdeki ticaret yollarına erişme
şansını elde ettiği görülmektedir. Ayrıca,
batı emperyalizminin Asya kıtasını ele geçirmek üzere örgütlediği doğuya açılma girişimlerini karşı bir işbirliği örgütü olarak kurulmuş olan
Şangay İşbirliği Örgütü de yeni dönemde bir savunma mekanizmasına dönüşerek,
Rusya ve ortaklarının ekonomik açıdan
batılı emperyal güçlere karşı bir alternatif yapılanmaya yöneldiğini göstermektedir. BRİC ve Şangay Örgütleri gibi küresel ortaklıklara giren Rusya, aynı
zamanda komşusu olan eski Sovyet
Cumhuriyetleri ile de bir Avrasya
Birliği oluşumuna yönelerek
batının küresel üstünlüğünü önlemeye doğru adım attığı görülmektedir. Gene
bu doğrultuda kurulmuş olan Kollektif
Savunma Birliği oluşumu, Rusya’yı batılı rakiplerine karşı güçlendiren başka bir uluslar arası örgütlenme olarak devreye girmektedir. Böylece, bölgesel
yönlerden sıcak denizlere inemeyen Rusya’nın, daha geniş açılımlar ile alternatif
örgütlenmeler üzerinden küresel
rekabete yönelerek sıcak denizlerde etkili olmaya başladığı yeni bir
döneme girilmiştir.
Yeni bir yıla girerken, bazı büyük devletlerin ve
araştırma merkezlerinin yayınlamış oldukları raporlarda, Orta Doğu bölgesindeki
sıcak çatışmaların daha da yayılacağı, Irak ve Suriye’deki iç savaşlar benzeri
sıcak olayların Arabistan, Mısır, Libya, Lübnan, Sudan, Somali, Ürdün ve İran’da da ortaya çıkacağı, merkezi alanda yer
alan bütün İslam devletlerinin mezhep ve tarikat çekişmeleri aracılığı ile iç
savaşlara sürüklenerek parçalanma
noktasına gelecekleri açıkça dile
getirilmektedir. Daha da ileri gidilerek Afganistan savaşının Pakistan
üzerinden orta Asya bölgesine de yayılarak, bir Ön Asya ve Orta Asya savaş
alanı yaratılacağı geleceğe yönelen tahminler olarak öne sürülmektedir. Bu konular ile ilgili olarak kamuoyuna
açıklanan İsrail raporunda, bütün İslam devletlerinin terör kullanılarak
çökertileceği ifade edilirken, savaş
süreci içinde bütün merkezi coğrafya da Rusya’nın etkisinin çok artacağı öne
sürülmektedir. Beş yüz yıldır sıcak denizlere inemeyen Rusya’nın küresel
ittifaklara yöneldiği bir aşamada kenar kuşak teorisini geçersiz kılarak, büyük
ortaklıklara girmesiyle dengelerin
değiştiği ve Rusya’nın konjonktürel
olarak orta dünya da daha güçlü bir konuma geldiği görülmektedir. İsrail
devletinin kurulduğu günden bu yana bölgeyi bir savaş alanına dönüştürdüğü
dikkate alınırsa, Osmanlı İmparatorluğu
ve Sovyetler Birliği sonrasında merkezi alandaki otorite boşluğunun
doldurulamadığı göze çarpmaktadır.
Böylesine bir boşluğu doldurmak üzere
Atlantik emperyalizminin öne çıkardığı Yakın Doğu Konfederasyonu ya da
Büyük Orta Doğu Federasyonu ile Büyük İsrail
İmparatorluğunun kurulamadığı anlaşılmaktadır. Bu yüzden siyasal boşluk
devam ederken ya bölge devletlerinin bir araya gelmesiyle birlikte Atatürk’ün
öncülük yaptığı Sadabat Paktı
benzeri biçimde oluşturacakları bir
Merkezi Devletler Birliğinin kurulacağı ya
da bölgeye en yakın büyük güç olarak Rusya Federasyonunun çatışma alanlarına girerek el koyacağı yeni
bir döneme doğru gidilmektedir. Bu doğrultuda Rusya iki binli yılların
başlarında yakın çevre doktrinini ilan ederek, kendi çıkarlarının bulunduğu
komşu ülkeler üzerinde eskisi gibi etkili olacağını ve çıkarlarını
koruyacağını açıkça ilan etmiştir. Rusya
Avrasya Birliğinin oluşumunda öncülük
yaparken, Orta Asya ülkeleri ile birlikte Ön Asya ülkelerini de bunun içine
alabileceğini ve oluşturduğu Kollektif Savunma Birliği aracılığı ile sıcak çatışma alanlarına anında müdahale
edebileceğini ortaya koymuştur.
Yeni dönemde, kendisine karşı bir Arap Birliği
kurulmasını istemeyen İsrail, Amerikan ve Türk askerlerini kendi savunmasında
kullanamayınca ve Kuzey Irak üzerinden
kendine bağlı bir güçlü ordu oluşturamayınca, bölgede kendisine tehdit
edebilecek sıcak gelişmelere karşı Rusya’yı yeni kurtarıcı olarak ilan
etmektedir. Bu doğrultuda Rusya’nın Kırım’ı bir oldu bitti ile işgal etmesinde
İsrail lobilerinin Rusya’ya yardımcı bir çizgide hareket ettikleri görülmüştür.
İsrail: ABD, Avrupa, Çin ve İran ile yakın ilişkiler içerisine giren Rusya’nın
askeri gücünden yararlanabilmek için, dolaylı yollardan Rusya’nın Kırım’ı
işgaline destek vermiş ama bunun karşılığında Rusya’nın Kıbrıs’tan çıkmasını
istemiştir. İsrail kendi çıkarları
açısından karşı kıyı konumundaki Kıbrıs’ı kimseye bırakmak istememekte, Rumlara
karşı Türkleri, Hrıstıyanlara karşı Müslümanları kullanarak ada sorununu
çözümsüzlüğe terk ederken, Rusya’nın Güney Kıbrıs’taki varlığına da bir son
vererek, adayı gelecekte Büyük İsrail devletinin bir eyaleti konumuna
dönüştürmek istemektedir. Kıbrıs’a soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği
yapılanmasından yararlanarak girmiş olan Rusya, adanın güneyini bir sıcak deniz
merkezi olarak kullanmakta, Lefkoşe’de
beş bin Rus devleti görevlisi diplomat statüsünde görev yaparken, yüz
bin den fazla Rus işadamı da, bütün dünya ülkelerine yönelik dış ticaretlerini
bu sıcak deniz adası üzerinden yürütmektedirler. Kıbrıs adasına yerleşen Rusya, bu nedenle artık bir sıcak deniz
problemine sahip olan kuzey ülkesi olmak
durumundan çıkmıştır.
I958 de
General Kasım darbesi ile Irak’a yerleşen Rusya, daha sonra Suriye’ye
girerek Hafız Esat aracılığı ile bu ülkeye de yerleşerek Akdeniz kıyısında Taurus
askeri üssünü kurmuştur. Orta Doğu’ya ABD’nin gelmesi ve İsrail’in
kurulmasına tepki olarak Rusya Sovyetler
Birliği üzerinden merkezi alana ve sıcak deniz kıyılarına yerleşirken, karşı
kıyada yer alan Kıbrıs’a da Makarios sayesinde girmiş ve bu adada Akdeniz’in en
güçlü komünist partisi olarak Akel’i kurmuştur. Sosyalist sistemin dağılmasına
ve bütün komünist partilerin kapatılmasına rağmen, Akel yapılanması İngiliz
üslerine karşı bir denge unsuru olarak bu adada Rusya desteği ile korunmuştur.
Atlantik emperyalizminin İngiltere, ABD ve İsrail ortaklığı doğrultusunda
İngiliz üslerini kullanmasına karşılık, Rusya da Akel partisi aracılığı ile
Kıbrıs üzerindeki etkinliğini sürdürmekte
ve iki yüz bine yakın vatandaşını bu adanın güney kısmında tutmaktadır.
Ruslar’ın Kıbrıs’ta yüz bin kişilik ayrı
bir Rus kenti kurduğu bir yeni döneme girilmiştir. Rusya, batının bütün
engellemelerine rağmen, Suriye’deki askeri üssü ile Kıbrıs’taki kendine bağlı ekonomik ve siyasal
yapılanmasını korumuştur. Bugün için Rusya’nın Kıbrıs adası üzerinden Asya ve
Afrika ülkelerine açılarak sıcak denizler üzerinden dünya ticaretine girdiği
görülmektedir. Rusya ile İsrail ilişkileri, bölgedeki sıcak gelişmelere göre
yönlenirken, Rusya’nın Kıbrıs’tan çıkarılması için İsrail Kırım’ın Rusya ya
verilmesini desteklerken, bir
anlamda bölgedeki Arap ve Müslüman çoğunluğa karşı, Rusya ile yeni bir
işbirliğini de başlatmaktadır. Brzezisnki, son kitabında batı emperyalizmi ile
ters düşecek bir Rusya’nın Gürcistan, Ukrayna, Ermenistan ve Beyaz Rusya gibi
bölge devletlerini işgal ederek, federasyon çatısı içine alabileceğini
söylemektedir. Kafkasya’nın güneyinde yer alan Azerbaycan’da böylesine bir
tehdit ile karşı karşıyadır. 2015 yılı başlarken Doğu Anadolu olayları yeniden
gündeme getirilerek, Büyük Ermenistan’ın önü açılmaya çalışılırken, bugünkü
Kafkas Ermeni devletini kurmuş olan Rusya’nın ilgisi yeniden Anadolu üzerinden Orta Doğu bölgesine doğru
kaydırılmaya çalışılmaktadır.
Avrupa ülkeleri ile büyük bir enerji ortaklığına
girmiş olan Rusya, bu yoldan çok büyük zenginliklere sahip olurken, batı
ülkeleri ile ilişkilerini yumuşatmaya çalışmakta ama orta Doğu ‘da bir İsrail
yapılanmasının Hırıstıyan Avrupa ile karşı karşıya geldiği yeni aşamada, İsrail
lobileri Rusya’nın ilgisini ve ağırlığını Orta Doğu bölgesinde Araplara ve
Müslümanlara karşı kullanmaya çalışmaktadır. Kırım konusundaki işbirliği yarın
Kıbrıs adasında da devam ettirilirse, bölge ülkelerini alt etmekte gücü
yetersiz kalan İsrail Rusya’yı ve bu ülkenin büyük askeri gücünü bölgedeki
komşularına karşı kullanmaya kalkışabilecektir. Kırım – Kıbrıs pazarlığı
sonrasında benzeri bir pazarlık, Suriye üzerinde de gündeme gelebilir ve bu
ülke üzerinde İsrail’in istekleri doğrultusunda hareket etmeyen ABD ve
Fransa’ya karşı Rusya ‘nın ağırlığı, Siyonist lobiler tarafından dünya
dengeleri için kullanılabilir. Olayların geliştiği son yıllarda Rusya’nın geçen
dönemde girmiş olduğu Suriye ve Kıbrıs’tan çıkmaya pek de istekli olmadığı ve batının askeri
saldırılarına karşı bu bölgede tıpkı Çin
gibi İran ile beraber hareket etmeye çalıştığı göze çarpmaktadır. Bugüne kadar
İran ile ortak hareket eden Rusya’nın, gelecekte İsrail’in çıkarları
doğrultusunda bölge ülkelerine karşı kullanılması yeni bir dönemin başlangıcı olabileceği gibi,
merkezi coğrafyadaki siyasal gelişmelerin yönünü de değiştirecektir. Merkezi
alanda batı üstünlüğünün devam ettirilmesi konusunda, İsrail ile Avrupa
ülkelerinin ters düşmesi noktasında
Rusya bir kurtarıcı olarak Siyonist lobiler aracılığı ile devreye sokulabilecektir. Yeni dönemde
Rusya’nın Suriye’deki askeri üs benzeri yeni yapılanmaları, Akdeniz kıyısında
bulunan Mısır, Libya, Lübnan ya da Tunus, Cezayir gibi ülkelerde de kurması gündeme gelebilir. Eski Osmanlı ülkeleri
zaman içerisinde Rusya Federasyonunun yeni eyaletleri olarak ortaya çıkabilir. Böylesine bir
durumun gündeme gelmesi durumunda eskiden var olan Rus-Osmanlı çekişmesinin bir
benzeri Türkiye-Rusya arasında ortaya çıkabilir.
Artık sıcak denizlere inmiş olan Rusya’nın yeni
dönemde eskisi gibi bir kuzey ülkesi
olarak hareket etmesini beklemek mümkün değildir. Soğuk bölgelerden sıcak
denizlere inmiş olan bir Rusya artık eskisinden daha fazla bir uluslar arası
aktör olarak hareket edecek, kurucu olduğu Şangay Örgütü, BRİC yapılanması, Avrasya
Birliği ve Kollektif Savunma Örgütü
üzerinden , batı merkezli politikalara
karşı doğu merkezli politikaları
dünyanın gündemine taşıyabilecektir. Latin
Amerika ülkeleri ile sürdürülecek işbirliği beraberinde diğer Asya ve Afrika
ülkelerine de yeni açılımları gündeme getirecek
ve Rusya eskisine oranla daha fazla küresel alanda güçlü bir süper ülke
olarak siyasal gelişmeleri etkileyecek
ya da yönlendirecektir. Bu nedenle, Amerika Birleşik Devletleri de politika
değişikliğine giderek, merkezi alanda
Rusya ile yeni bir işbirliğine gitmeye çalışmaktadır. Soğuk savaş
döneminin alışkanlığı olan ABD-Rusya paslaşması ile sorunların daha kolay
çözüme kavuşması sağlanacak, ABD’nin en büyük rakibi olan Çin’e karşı Amerika,
Rusya ile işbirliğini Avrasya bölgesi ve
merkezi alanda daha geliştirerek sürdürecektir. Türkiye üzerinden kurulacak bir
tahterevalli de Rusya ile Amerika
merkezi alanda kendi siyasal oyunlarını oynayacaklar ve böylece
Avrupa’nın emperyal devletleri ile Çin’in yeni bir emperyalist güç olarak Orta Dünyaya girmelerine izin vermemeye
çalışacaklardır. Önümüzdeki dönemde ABD-Rusya işbirliği merkezi alanda
gelişirken, Avrupa ülkeleri de Çin ile işbirliği yaparak bu yeni ortaklığı
aşmaya çalışacaklardır. Kenar kuşak
çevirmelerini ya da kuzeye hapsedilme senaryolarını aşan bir Rusya Federasyonu yeni dönemde küresel etkinliğini artırırken,
sıcak denizlerde at oynatan bir küresel güç gibi hareket edebilecektir.
Osmanlı tarihi
incelendiği zaman, bu merkezi imparatorluğun
yedi asırlık hükümranlığının ilk yarısında Selçuklu İmparatorluğundan devralınan bir
misyon olarak Avrupa kıtasından gelen
Haçlılara karşı uzun süreli mücadele
yürütülmüştür. İmparatorluğun son üç yüz yılında ise, kuzeydeki tehlike olarak Rusya’nın sıcak denizlere
inmesine karşı, sistemli bir karşı koyuş örgütlenmeye çalışılmıştır. Bu
nedenle, Osmanlı ahalisi arasında bir
Moskof düşmanlığı sürekli olarak örgütlenmiş ve Rusya’dan kovulan Türkler ile
Müslümanların Osmanlı bölgelerine
gelerek yerleşmesiyle, Rusya’nın sıcak denizlere iniş harekatı önlenmeye
çalışılmıştır. Osmanlı tarihi ile ilgili bütün kitaplarda kuzeydeki tehlike
olarak ele alınan Rus Çarlığının güneye doğru genişlemesi ,Rusların sıcak denizlere inişi olarak
anlatılmaya çalışılmıştır . Karadeniz kıyılarını ele geçiren Rusların benzeri
bir girişimi Akdeniz kıyılarında da
gerçekleştirmeye çalışması yüzünden, Osmanlı İmparatorluğu son üç asırlık döneminde sürekli olarak Rus orduları ile savaşmak
zorunda kalmıştır. Ruslar Balkanlar ve Kafkaslar üzerinden sıcak denizlere
doğru ilerlerken, bu bölgedeki Türk imparatorluğu olan Osmanlı devleti önce çöküş ve sonra da yıkılış dönemlerini
yaşayarak dünya haritasından silinmiştir. Bir kuzey devleti olan Rusya’nın sıcak denizlere inerek orta dünyaya egemen olması , merkezi Türk
hegemonyasına son vereceği gibi, batılı
emperyal devletlerin de merkezi
alandaki etkinliklerini devre dışı bırakacaktır. Türkiye’nin
tam merkezinde yer aldığı Orta Dünya’da, hem ABD’nin hem de İsrail’in Rusya ile
yeni ortaklıklara ve işbirliklerine yönelmesi, öncelikle Türkiye’nin meselesi
olarak gündeme gelmektedir. Daha düne kadar Rusya’ya karşı Türkiye’nin
işbirliği yaptığı batılı müttefiklerin, yeni dönemde küresel çıkarları doğrultusunda hareket etmesiyle
birlikte, Türkiye içinde bulunduğu bölgede yalnızlığa terk edilmektedir. Bu
durumda, Türkiye’nin de yeni bölgesel ve küresel açılımlara girmesi gerektiği açıkça
ortaya çıkmaktadır. Küreselleşme
görünümünde küresel şirketlerin ulus
devletleri yıkma dönemi sona ererken
ve var olan devletler arasında
yeni bir ulusal rekabet aşaması gündeme gelirken, Türkiye cumhuriyeti de Selçuklu ve Osmanlı imparatorluklarından
miras kalan siyasal birikim ile, cumhuriyetin kurucu iradesinden
devralınan jeopolitik bilinci kullanarak, yeni dünya düzeninde kendine layık olan yeri bulacaktır. Yeni bir dünya düzeni
kurulurken, Türkiye Cumhuriyeti de kendisi için uygun bir yer bulmak zorundadır. Aksi takdirde, Rusların
sıcak denizlere inmesi operasyonu ile,
merkezi alandaki Türk devleti yapılanması sona erebilir. Büyük Avrupa, Büyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail gibi
projelerin yanı sıra, Rusların Avrasya
stratejileri de Avrasya kıtasında hem Türk dünyası
varlığına hem de Türkiye cumhuriyetine
karşı çok ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
Amerika ve Rusya
arasında kurulmak istenen
tahterevalli senaryosuna alet olmak
Türkiye’yi kurtarmaya yetmeyecektir.
İsrail siyonizminin İslam dünyasına karşı bir Hrıstıyan güç olarak
Rusya’yı Orta Doğu’ya getirmesi,
Amerikan askeri gücü yerine Rus askeri gücünü bölge ülkelerine karşı kullanmaya
çalışması da, merkezi alana kalıcı bir barış düzeni getiremeyecektir. Dünyanın
merkezi bölgesinde kalıcı bir barışın sağlanabilmesi, Türkiye Cumhuriyetinin
kurucusu Atatürk’ün gündeme getirdiği
gibi bölge devletleri arasında
oluşturulacak bir güvenlik ve işbirliği
dayanışmasının örgütlü bir yapılanmaya dönüştürülmesiyle sağlanabilecektir.
Türk devleti şimdiye kadar yurtta ve dünyada sulh ilkesi üzerine dış
politikasını yürütmeye çalışmıştır. Ne var ki, yeni ortaya çıkan koşullar bu
kez bir de bölgede barış ilkesini öne çıkarmaktadır. Amerikan ya da İngiliz
ordularının emperyal güçler olarak
bölgeye barış getiremediği dikkate alınırsa, yeni bir emperyal güç olarak,
sıcak denizlere inmiş olan Rusya’nın orduları da merkezi alana barışı getiremeyecektir. Bölge
barışı bütünüyle harita üzerinde yer alan devletler arasındaki işbirliği ve
dayanışmaya bağlı bulunmaktadır. Bölge
devletlerini bölerek barış sağlanamayacağı
yarım yüzyıldır ortaya çıkmıştır. Gerçek anlamda barış, bölge devletlerinin bir araya gelerek
merkezi bir güvenlik ve işbirliği örgütlenmesine gitmeleriyle elde
edilebilecektir. George amcanın, Sam
amcanın ya da Hans amcanın gerçekleştiremediği
merkezi barışı İvan amca da bir emperyalist olarak hiç bir zaman istendiği gibi
gerçekleştiremeyecektir. İvan amcanın, David amcanın Siyonist planlarına alet
olması barıştan daha çok bölgede yeni
tepkilere yol açarak çatışmaları
tırmandırabilecektir.
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder