19 MAYIS‘LARDA BİR ŞEYLER YAPMAK
Türkiye Cumhuriyet’i ismini taşıyan merkezi
devletin tarih sahnesine çıkmasını sağlayan bir ulusal kurtuluş savaşı olarak
Kuvayı Milliye hareketi, tam yüz yıl önce Anadolu yarımadasının kuzey bölgesinin
ortalarında yer alan Samsun şehrine, Türkiye’nin kurucu önderi Mustafa Kemal’in
ayak basması ile başlamıştır. Bu noktada başlayan kurtuluş süreci, tam bir asırlık
zaman dilimini geride bırakarak bu yıl içinde yüz birinci yıldönümüne
erişmiştir. Kuvayı Milliye günlerinde Anadolu’nun her karışında hareket eden ve
düşman birliklerine karşı koyarak tarihin en zor dönemeçlerinin tam ortasında bir
kurtuluş mücadelesini başarıyla sonuçlandıran Türk ulusu, Birinci Dünya Savaşı
sonrasında içine girilen ulus devletler çağında, her türlü emperyalist baskıya
rağmen kendi ulus devletini kurmuştur. Türkler çağdaş bir cumhuriyet devleti
statüsü ile şu an bir büyük siyasal gerçeklik olarak dünya haritasının tam
ortalarında her türlü engele rağmen bugün varlığını sürdürebiliyorsa, Türk
ulusu böylesine bir mutluluk verici eseri kurucu önder Mustafa Kemal’in
Samsun’da ilk adımı atarak başlattığı var olma mücadelesine borçludur. Türk
ulusu bu sayede haritadan silinmekten kurtulmuş, Türk devleti de bu zaferin
doğal bir sonucu olarak merkezi coğrafyanın önde gelen güçlü bir ülkesi
olmuştur. Böylece dünyanın ortalarında daha önce tesis edilen Türk egemenliği, yeni
dönemde daha da güçlenerek Türkiye Cumhuriyeti modeli ile bugüne kadar yoluna devam
etmiştir.
Ulusal kurtuluş
savaşı, aslında batının emperyalist devletlerinin askeri birliklerinin Misakı
Milli sınırlarına girerek Türk şehirlerini istila ve işgal etmeye başladığı an başlamıştır.
Vatan sathından toplu bir milli direniş olarak örgütlenen Kuvayı Milliye
hareketinin ilk çıkışları, işgal ordularına karşı ülkenin çeşitli bölgelerinde
yapılmıştır. Libya, Suriye ve Irak gibi eski Osmanlı eyaletlerindeki direniş
savaşları sonuç vermeyince çatışmalar ana ülke olan Anadolu topraklarına
sıçramıştır. İşte Türklerin anavatanını elinden alma mücadelesi kritik bir aşamaya
geldiği noktada, kurucu önder yanında bir grup Kuvayı Milliyeci ile Samsun
topraklarına ayağını basmıştır. Bu adım kendiliğinden bir tepki olarak değil
ama dünya savaşı sonrasında başlayan işgal girişimlerine karşı, Osmanlı genel
kurmayının başlattığı çalışmalar sonucunda yapılan hazırlıkların bir sonucudur.
Cephe savaşları nedeniyle Libya ve Suriye eyaletlerinde savaşan Mustafa Kemal, cephelerin geride
kaldığı ve merkezi bir savaşın gündeme geldiği bir aşamada İstanbul’a gelmiştir.
İmparatorluğun başkentinde altı aylık bir süre kalmış ve bu zaman zarfında ulusal
kurtuluş savaşının hazırlıklarını, plan ve programlarını tamamladıktan sonra, ana
ülke olan Anadolu’nun kurtuluşu amacıyla Samsun’a bir çıkış planı hazırlanarak devreye
sokulmuştur. Doğu, batı ve güney
cephelerinde işgal birliklerine karşı savaşlar devam ettiği için o sıralar en sakin
bölge olarak Kuzey Anadolu seçilmiş ve Karadeniz bölgesinin ortalarında yer
alan Samsun kenti ne çıkış o dönemin jeopolitik koşullarına uygun bir biçimde kararlaştırılarak
uygulanmıştır. Bir ara daha doğuda yer alan Trabzon’a çıkış düşünülmüş ama Doğu
Karadeniz’deki Pontus isyanları ve yapılanması yüzünden ve bölgenin karışık
olması dikkate alınarak orta Karadeniz’in merkezi olan Samsun tercih edilmiştir.
Rotanın Trabzon’dan Samsun’a çevrilmesi üzerine Samsunlular civar illerden
gelenlerin katılımları ile Atalarını geniş törenlerle karşılayarak gereken konukseverliği
göstermiş ve Ata’larını bağırlarına basmışlardır. Yarımadanın doğusu, batısı ve
güneyi işgal girişimleri ile uğraşırken, milli direniş için o dönemde en uygun
yer olan orta Karadeniz’den başlayarak Kuvayı Milliye hareketinin bütün ülkeye
yayılması sağlanmıştır.
Mustafa Kemal
Samsun’a hareket etmeden altı ay kadar İstanbul’da kaldığı zaman içinde Osmanlı
Genel Kurmayı ile yakın çalışmalar içinde bulunmuştur. Bitmiş olan
imparatorluktan geride kalan tek resmi makam olarak ülkenin ve ulusun kurtuluşu
ile ilgili planların bu merkezde yapılması sırasında Mustafa Kemal’de çalışmalara ortak olmuştur.
Bu arada ulusal kurtuluş savaşının önderliği için bütün Osmanlı generalleri tek
tek ele alınarak incelenmiş ama karara varılmasında zorlanılmıştır. Samsun’a
çıkış hareketine önderlik yapacak generalin işin başında belirlenmesi için o
sırada görevde olan on iki general karşılaştırılarak değerlendirmeler yapılmış ve sonunda Çanakkale
Savaşındaki başarıları ile Türk halkının sevgi
ve saygı gösterdiği bir komutan
olarak, ulusal kurtuluş savaşının liderliğine oybirliği ile Mustafa Kemal seçilmiştir .Genel
kurmayın bu kararına ordunun hiçbir kademesinden tepki gelmemiş ve o dönemin
koşullarında devleti temsil eden Genel kurmayın kararına herkes uyarak
ve Mustafa Kemal’in arkasında
toplanarak onun liderliğinde bir kurtuluş savaşı başlatılmıştır. Mustafa Kemal’e
karşı olan generaller bile bu savaş döneminde sorun çıkarmamak üzere verilmiş
olan bu karara uyum sağlayarak kurtuluş savaşı cephelerinde kendilerine verilen
bütün görevleri yerine getirmişlerdir.
Osmanlı Genel
kurmayında çalışmalar tamamlandıktan sonra Mustafa Kemal arkadaşları ile
birlikte buradan ayrılırken, Cevat Çobanlı paşa yanına gelerek “Bir şey mi
yapacaksın Kemal?” diye sormuş bu soruya cevap veren Mustafa Kemal Evet
paşam, bir şeyler yapacağım“ diyerek kalkmakta
olan gemiye yetişmek üzere orayı hızla terk etmiştir. Ulusal kurtuluş
planlarının bitmesinden hemen sonra 15 Mayıs günü Bandırma Vapuru ile yola
çıkan yirmiden fazla Kuvayı Milliyeci, dört günlük bir seyahattan sonra Samsun’a
gelerek Anadolu hareketini başlatmışlardır. Genel Kurmay’daki çalışmaların sona
ermesinden sonra padişahı da bir devlet başkanı olarak ziyaret eden Mustafa
Kemal, uzun sürecek bir kurtuluş mücadelesine devlet ve toplumun geniş desteği
ile kalkışıyordu. Osmanlı devletinin teslim olması sonrasında ülkenin her
yerinde isyanlar ve karışıklıklar birbirini izlerken, ülke tam anlamıyla devletsizlik
ortamına sürükleniyordu. Türk ulusunun dünyanın önde gelen büyük
imparatorluklarından birisini elinden kaçırması üzerine, bunun yerini alacak yeni
bir Türk devleti kurulması misyonu, bu aşamada vatanı kurtaracak kahramanlarını
bekliyordu. Mustafa Kemal’in bu işin başlangıcında lider olarak seçilmesi ve
Osmanlı Genel Kurmayının da geride kalan devlet gücünü bu iş için seferber
etmesi ile birlikte, Karadeniz çıkışı
devreye sokuluyor ve ulusal kurtuluş planı da bu aşamada uygulanmaya başlanarak
ilk adım Samsun’da karaya çıkış olarak atılıyordu. Ulusal kurtuluş yolunda bir
şeyler yapmak için yola çıkan Atatürk ve arkadaşları beş yıllık bir ulusal
kurtuluş savaşı sonrasında tam bağımsız bir cumhuriyet devletini kuruyorlardı.
Atatürk’ün Amasya
tamiminde yazdığı gibi, vatan işgal altında, devlet bitmiş ama milletin azmi ve
kararlılığının ülkeyi kurtaracağı inancı herkesin kafasından silinmediği için bu
çizgide Kuvayı Milliye mücadelesi gündeme getirilerek uygulanıyordu. Milli
mücadeleye kalkışılmasını önlemek üzere harekete geçenleri korkutan emperyalist
çevreler, Atatürk ve arkadaşlarını Samsun’a götürecek Bandırma gemisinin de
Karadeniz’in azgın sularında batırılacağı ve hepsinin öldürüleceği gibi olumsuz
konuları kulislerde yayarak, devlet ve toplumun kendisini kurtarmak üzere
desteklediği ulusal kurtuluş hareketinin önünü kesmeye çalışıyorlardı. Rauf Orbay gibi üst düzey askeri komutanların
bu doğrultuda yanlış bilgiler alarak bunları öne çıkarmaları üzerine tereddüdler
uyanınca, Mustafa Kemal çıkmış olduğu yoldan geri dönmeyerek ve zaman
kaybetmeden hemen Bandırma vapuruna binerek Karadeniz’in rüzgarlarına doğru
açılıyorlardı. Yolda İngiliz gemilerinin kontrolü ile karşılaşmalarına rağmen
yola devam ederek 19 Mayıs günü orta Karadeniz’in merkezinde toprağa ayak
basıyorlardı. O gün törenlerle karşılanan Atatürk ve arkadaşları Samsun ve
civar illerden gelen halk kitleleri ile bir araya gelerek görüşmelere
başlıyorlardı. Samsun’un bu uğurlu günü civar iller ve ilçeler tarafından gelen
vatandaşlarca da paylaşılırken, Samsun’a gelmiş olan öncü kadro elemanları bölge halkı ile bütünleşerek onların desteği ile
halkın beklediği milli mücadeleye giriyorlardı. Karadeniz bölgesinde var olan
siyasal bilincin diğer bölgelere oranla biraz daha fazla olmasından da
yararlanan öncü kadro, Samsun’dan sonra Havza ilçesine uğruyor ve Amasya iline
gelince burada iki haftalık bir süre kalarak ve
telgraf tellerinden yararlanarak
bütün ülkenin önde gelen kentleri ile haberleşiyorlardı. Samsun’dan Havza’ya
geçerken arabanın bozulması üzerine yürüyüşe geçen kadro Mustafa Kemal’in
önderliğinde ”Dağ başını duman almış”
marşını okuyarak gidecekleri ilçeye
doğru hareketlerini kesintisiz sürdürüyorlardı.
Mustafa Kemal’in
Osmanlı devletinin son yönetimi tarafından Doğu Karadeniz bölgesine Pontus
isyanlarını izlemek ve önlemek üzere gönderilmesi işi olmasa da Atatürk’ün daha
önceleri yaptığı hazırlıklar doğrultusunda gene de ulusal kurtuluş hareketini
başlatmak üzere Anadolu halkının içine doğru gideceği önceden
kararlaştırılmıştı. Ne var ki,Osmanlı Genel Kurmayının yaptığı çalışmaların
ciddiyetini görünce , bunun üzerine kendi hazırlıklarını Genel Kurmayın
hazırlıkları ile birleştirerek daha güçlü bir ulusal çıkışın hazırlıklarının tamamlanmasına destek veriyordu. Atatürk
Birinci Dünya savaşı sonrasında barış düzeninin erken kurulamayacağını görerek
hazırlıklarını bu durumu dikkate alacak bir biçimde genişletiyor ve Amasya
merkezli bir yeni yapılanmayı Telgraf telleri aracılığı ile hızla örgütlemeye çalışıyordu.
Bu arada devleti kurtarmak üzere İngilizler ile anlaşılmasını savunan bir
mandacı oluşum Kuvayı Milliye’nin önünü kesmek için öne çıkıyordu. Ülkeyi işgal
etmiş olan İngiliz emperyalizmine teslim olmayı bir türlü benimsemeyen Mustafa
Kemal, İngiliz mandacılığı ile savaşmak üzere batılı emperyalistlerin iş birliğine
karşı kendi halkının gücüne güvenerek ortaya çıkıyordu. O aşamada Osmanlı Genel
Kurmayının desteğini almak Atatürk’ü bir İngiliz saldırısından koruyordu. Başlatılan
milli direniş hareketi Karadeniz’de
isyan etmiş Rum çetelerinin ortadan kaldırılması için örgütleniyordu. Amasya’da
yapılan çalışmaları daha sonraki aşamada gündeme gelen Erzurum ve Sivas
Kongrelerinin hazırlıklarının da tamamlanmasını sağlıyordu Kendisini
İstanbul’dan uzaklaştırmak isteyen
komutanların bu tutumundan yararlanan Mustafa Kemal, çökmüş Osmanlı’nın merkezinde
kalmaktansa Anadolu’ya geçerek halkın içinde ulusal kurtuluş mücadelesini
yönlendirmeyi daha doğru bir adım olarak görüyordu.
İngilizlerin
geldikleri gibi gitmeleri için ulusal kurtuluşçular ellerinden gelen her yolu
deniyor ve bu doğrultuda Anadolu’da yayılan İngiliz işgallerine karşı ülkenin
doğusunda, batısında ve güneyinde geniş alanda savunma cepheleri
oluşturuyorlardı. Başkent İstanbul’un doğu Anadolu’ya uzak kalması yüzünden, ulusal
kurtuluş hareketinin belirli merkezde örgütlendikten sonra ülkenin merkezi
bölgesine taşınması gerekiyordu. Bu doğrultuda Anadolu’ya kuzey bölgesinin
ortalarından girildikten sonra ülkenin içlerine doğru hareketin kadrosu
ilerliyordu. Misakı Milli sınırları içinde bütün Anadolu’yu birleştirebilmek
için öncelikle Kuzeyden ilerleyerek ülkenin doğu bölgesine gelinmesi
gerekiyordu. Önce Sivas ve daha sonra da Erzurum bu doğrultuda yeni merkezler
olarak belirlenmişti. Amasya ‘daki
hazırlıklar tamamlandıktan sonra önce Sivas’a gelinerek Erzurum kongresinin
çalışmaları yapılıyor ve daha sonra Erzurum Kongresi sırasında Kuzey ve Doğu
Anadolu bölge temsilcilerinin bir araya gelmeleri sağlanıyordu. Doğu Anadolu da
bu hedef gerçekleştirildikten sonra Sivas’ta daha büyük bir kongre düzenlenerek
ve Anadolu’nun bütün bölgelerinden seçilen temsilciler bir araya getirilerek, ülkenin
Sevr haritası doğrultusunda bölgelere ayrılarak bir federasyon modeli devlet
oluşturulmasına açıktan karşı çıkılıyordu. Ayrıca bu doğrultuda her türlü manda
ve himayenin red edilmesiyle ilgili kararlı tutum, kongrelere egemen olduktan
sonra, emperyalist devletlerin baskı ve yönlendirmeleri sonuçsuz kalıyordu. Mustafa Kemal bir yandan geride kalan ordu
birlikleri ile milli cepheleri oluşturmaya çalışırken, diğer yandan da devletsizlik
ortamında Millet Meclisinin yokluğunu gidermek üzere kongreler aracılığı ile
ulusal örgütlenme yapıyordu.
Emperyalist
devletlerin güdümündeki işbirlikçi basın, teslim olmuş İstanbul’da yayınlarına devam
ederken, tam bir mütareke basını görünümünde teslimiyetçi bir çizgi izleyerek
Türk halkını teslim olmaya doğru zorluyordu. Satılık mütareke basınına karşı
halkta birikmiş olan tepkileri yerinde gören Mustafa Kemal, önce Sivas Kongresi
sırasında İradei Milliye, daha sonrada yeni başkent Ankara’ya gelerek
Hakimiyeti Milliye isimli gazeteleri çıkararak Mütareke basınına karşı Kuvayı
Milliye basınını örgütlemeye çalışıyordu. Her türlü yalan ve sahtekarlıklarla
dolu bir yayın etkinliği yürüten mütareke
basını, teslimiyetçiliğin bayrağını dalgalandırırken, Kuvayı Milliye basını Türk
bayrağı altında ulusal bir direnişi ülke düzeyinde örgütlüyordu. Daha sonraki
aşamada Atatürk Başkent Ankara’da düzenli olarak Ulus gazetesini yayınlayarak
ulusal toplumun yaratılması, ulus devletin kurulması ve ulusal kurtuluşun
zafere ulaşması hedefinde milli bir basın oluşturuyordu.
Komutanına
söylediği gibi, bir şeyler yapmak üzere ulusal kurtuluş yoluna çıkan Mustafa
Kemal, bu çizgide emin adımlarla yürüyerek ülkenin bağımsızlığı için savaş
veriyordu. Ayrıca, eski devletin teslim olması yüzünden ortaya çıkan
devletsizlik durumunun ortadan kaldırılabilmesi için düzenlediği kongreler
aracılığı ile milleti örgütlemek ve bu yapıya dayanarak daha sonra ulusal
kurtuluş savaşını kurulacak milli meclis aracılığı yürüterek yeni devletin
kuruluşuna geçmek istiyordu. Ülke çapında kongreler birbirini izleyerek devam
ederken, Sivas Kongresinde ülkesel bütünlük sağlandıktan sonra Ankara’da yeni
devletin kuruluşunun ana çekirdeğini oluşturacak, Millet Meclisi öncelikli
olarak kuruluyordu. Bin yıllık Türk hegemonyasının geçerli olduğu topraklar
üzerinde çağdaş bir Türk devletinin kuruluşunun ilk sayfaları tamamlanıyordu.
Atatürk’ün uzun yürüyüşü sırasında Türk halkının geniş desteğini alarak kurmuş
olduğu Millet Meclisi önemli bir dönemeç noktası idi. Eski başkent İstanbul’un
teslim olması sonrasında önemli bir kararsızlık dönemi geçtikten sonra ülkeyi
dolaşarak ve halk kitlelerinin desteğini arkasına alarak yeni merkez de Türkiye Cumhuriyeti devletini kuran Atatürk, Türk
tarihini kararsızlıktan kurtararak bugünkü istikrarlı yapısına kavuşmasını
sağlayan ulusal önderdir. Halkçılığı bir ana ilke olarak benimsemiş olan kurucu
önder halk kitlelerinin desteğini almadan hiçbir önemli adım atmamıştır.
Böylesine geniş bir desteği elde edebilmek için işgal altındaki mütareke
İstanbul’unu erken terk eden Mustafa Kemal, cephe savaşlarını teker teker
kazandıktan sonra yeni başkentin tam ortasında devletin çekirdeğini oluşturacak
Büyük Millet Meclisini 23 Nisan I923 Cuma günü büyük törenlerle açıyordu.
İstanbul’daki
çalışmaları ve temasları sırasında bir an önce Anadolu’ya geçilmesiyle birlikte
oluşacak Kuvayı Milliye yapılanması ile ülkenin her yerine girmiş olan işgal
güçlerinin Milli sınırların dışına çıkarılacağını kurtuluşun önderi olarak her
fırsatta dile getiriyordu. Karadeniz’deki Rum köylerinin Türk güçleri
tarafından rahatsız edilmesi gerekçe gösterilerek, bölgeye bir devlet görevlisi
gönderilirken, Mustafa Kemal bu durumdan yararlanarak eline geçen Anadolu’ya gitme
fırsatını değerlendiriyordu. Atatürk’ü Anadolu’ya gönderenler gayrimüslimlerin
durumunu düzeltmeye öncelik verirlerken, Mustafa Kemal de yok edilmek istenen
Türk halkının içine girerek bu ulusun bağımsızlığını elde etmeye çaba
gösteriyordu. Türk ulusunun yok olmasını önlemeyi namus ve vicdan borcu olarak
gören kurucu önder, karşı çıkarak savaştığı emperyalizmi kapitalist sistemin
maddiyatçı yapılanması olarak tanımlarken, bir toplumu millet yapan manevi
unsurları da göz önüne alıyordu. Enver Paşa Alman gemisiyle, Vahdettin ise İngiliz
gemisiyle İstanbul’dan kaçarken, Atatürk bir Türk gemisi olan Bandırma Vapuru
ile Anadolu’nun ortalarına giderek kurtuluş için ülkesi ve milletiyle
bütünleşme mücadelesine giriyordu. Anadolu
halkı ile bütünleşme yolunda halkın gerçek temsilcisi olabilme doğrultusunda
ordudaki görevlerinden istifa ederek, ulusal kongrelerde, Türk halkının gerçek
temsilcileri ile bir araya geliyordu. Başkentlerde oturarak ülkenin
kurtarılamayacağını iyi bilen ulusal kurtuluş öncüleri, halkla bütünleşerek
yeni devlete giden yolu zamanla açıyorlardı.
I9 Mayıs bir ulus
devlete giden siyasal yolun başlangıcıdır. Bu çerçevede bugünkü Türk kimliğinin Kuvayı Milliye
mücadelesi sonrasında, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ile birlikte öne çıktığı görülmektedir. Bugün çok
tartışılan ulus devlet, ulusal toplum ve ulusal kimlik oluşumlarının ilk
noktası, bir ulusal kurtuluş mücadelesi vermek üzere Samsun’da atılan ilk
adımdır. Tarih boyunca birçok devlet kurmuş olan Türkler, yirminci yüzyılın
başlarında çağdaş anlamıyla ilk kez bir ulus devlet kurma şansını elde
ediyorlardı. Ulus devletlerin tarih sahnesine çıktığı Avrupa kıtasının yanında
modern bir ulus devleti çağdaş cumhuriyet kriterlerine uygun bir biçimde kurma görevi
ile karşı karşıya kalan Türk ulusu, tarih boyunca iki yüzden fazla devlet ve de
on altı adet imparatorluk kuruyordu. Çağlar
değiştikçe Türklerin bir devletten ötekine geçiş yaptığı ve bu arada kurulmuş
olan Türk devletlerinin de kurucu önderin ya da etnik grubun ismi ile dile
getirildiği bir sürecin sonunda yirminci yüzyıla gelindiğinde artık kurucu
önderin adı ile değil ama ilk kez tarihin en eski uluslarından birisi olan Türk
ulusu adına bir modern ulus devlet kuruluyordu. Uluslaşma sürecinin bu değişim
noktasında Atatürk Timurlu, Selçuklu ve Osmanlı gibi kurucu hanedanların ya da
önderlerin adı ile değil ilk kez tarihsel bir varlık olan Türklük adına bir
ulusal cumhuriyet kuruyordu. Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları sonrasında yeni
bir Kemali İmparatorluğu kurulmayacaktı. Kurtuluş savaşı sonrasında öne çıkan bir biçimde önce Türk devleti
kurulacak ve bu siyasal yapılanma aynı dönemde hem uluslaşma hem de Cumhuriyetleşme
oluşumlarını birlikte yaşatarak, belirli ilkelerin eklektik bir yöntem aracılığı
ile kaynaştırılması üzerinden Kemalist bir devlet modeli kurulacaktı.
I9
Mayıs’ta Samsun’a çıkan Mustafa Kemal’in hocasına söylediği gibi bir şeyler
yapmak amacıyla yola çıkılıyor ama daha sonraları da yola çıkıldıktan sonra öne
çıkan sorunlar ve gündemler üzerinden çok şeyler yapılmak zorunda kalınıyordu. Tarih
boyunca dağınık bir biçimde var olmuş olan Türklük olgusu adım attıkça öne çıkıyor,
yepyeni bir Türk devleti kurulurken geçmişte içine düşülen hata ve çıkmazlara
yeniden sürüklenmemek için fazlasıyla dikkat edilmesi gerekiyordu. Tarihsel bir
olgu olan Türklük konusunun çözüme kavuşturulması için sadece bir devlet kurmak
yetmiyor, ülkeyi böylesine büyük bir uluslaşma oluşumuna getiren sosyal, kültürel
ve siyasal konuların da ele alınarak çözüme kavuşturulmaları gerekiyordu.
Türklük olgusu kişisel ve hanedan boyutlarının ötesinde bir bütün olarak ele
alındığında uluslaşmaya giden yolların ayrıntıları ortaya çıkıyordu. Bu gibi
çalışmaların yıllarca eksik ve hatalı bir biçimde ele alınmalarından sonra
gelinen yeni aşamada hem tarihin hem de kültürün bilimsel boyutları ile ele
alınmaları hem de yeni kurulan Türk ulus devleti oluşumuna paralel bir düzeyde incelenmeleri
gerekiyordu. Sadece bir devlet kurmak ile işler bitmiyor ,konu geniş çapta
sosyal ve siyasal boyutları ile ele alınarak incelenmeye başlandığında bilimsel
çalışmaların zorunluluğu gündeme geliyordu . İşte bu yüzden devletin kurucu
önderi Mustafa Kemal, kendisini Atatürk olmaya yönlendiren bilim ve kültür
çalışmalarını da yapmak zorunda kalıyordu. Ulusal kurtuluşun ilk aşamasında
Türklerin anavatanına ayak basarak bir süreç başlatılıyor ama daha sonra da bu
doğrultuda bilimsel çalışmalar yapmak üzere, Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil
kurumu birlikte kuruluyordu. Aynı dönemde Başkent Ankara’da Dil-Tarih-Coğrafya
Fakültesi de kurularak, Tarih ile birlikte, coğrafya ve kültürün birlikteliği
önemle dikkate alınıyordu. Türk devleti kurmak üzere yola çıkanlar Macarların
elinde kalmış olan Türkoloji biliminin temel derinliklerine girmek durumunda
kalıyorlardı. Türk milletini yaratan olgunun Türk dili olması nedeniyle bir
Türk Dil Kurumu, insanlığın uzun geçmişi içinde yer alan tarihsel geçmişin
ortaya çıkarılabilmesi için ayrı bir Tarih Kurumunun kurulması, yeni devletin
kurumlaşması idi.
Dünya tarihini
değiştiren, emperyalistlerin plan ve programlarını bütünüyle alt üst eden bir
girişim olarak dünya sahnesine çıkmış olan Türkiye Cumhuriyeti oluşumu, bir
yüzyıldan diğerine geçerken ortaya çıkmış olan devrimci sürecin bir sonucudur. Krallıklar
ile imparatorlukların devrinin bittiği bir aşamada Osmanlı İmparatorluğunun
eskisi gibi devam etme şansı yoktu. Nitekim bu doğrultudaki gelişmeler Avrupa
kıtasının geleceğini belirleyince benzeri gelişmeler Balkanlar üzerinden Orta
Doğu bölgesine de yansıyordu. İmparatorluklar dönemi geride kalırken, gündeme
gelen ulus devletler çağı Balkanlar’daki gelişmelerden sonra Anadolu
yarımadasının tam ortasında yer aldığı merkezi bölgede de bir Türk devletini yeni
bir ulus devlet olarak siyasal gündemin önüne çıkarıyordu. Asya’nın kuzeyinde
bir devrimci süreç yaşanırken, Anadolu’ya komşu olarak görünen Sovyetler
Birliğinin devrimci bir atılım ile kurulduğu anlaşılıyordu. Sosyalist sistemin
bir devrimci atılımla tarih sahnesine çıkması gibi bir oluşum komşu bölgeleri
etkilemeye başladığında, bu kez de Sovyetler Birliği ile Orta Doğu bölgeleri
arasında yer alan bölgede benzeri bir devrimci atılım gerçekleştirilerek Kemalist
rejim kuruluyordu. Karadeniz kıyılarında başlamış olan ulusal kurtuluş
hareketinin sonunda tüm bölgeyi kapsayan devrimci atılımların etkisi altına
girmesiyle birlikte, devlet kuruluşunun yanında devrimci kararlar alınarak ve
bu doğrultuda ödünsüz adımlar atılarak, Sovyet devriminin benzeri olmayan bir
başka devrimci atılım Atatürk’ün önderliğinde Türklerin anavatanı olan Anadolu
yarımadası üzerinde gerçekleştiriliyordu. O dönemde vatanları için bir şeyler
yapmak üzere yola çıkanların sonunda uluslararası konjonktüre uygun olarak bir
de devrim yapmak sorunu ile karşı karşıya kaldıkları görülmüştür. Kurtuluş
yolunda atılan adım arkasından yeni adımları getirince Kemalist devrim siyasal bir dönüşüm olarak
ortaya çıkıyordu.
Atatürk’ün deyişi
ile, yorulmamak üzere yola çıkanlar hiçbir zaman yorulmazlar. Bir hedefi olan
ve yaşamını bir ideale doğru yönlendiren insanlar hedefe ulaşana ve ideallerini
gerçekleştirene kadar bu mücadelelerini sürdürürler. Hedefe giden yolda
savaşçılar yolun sonuna kadar giderek amaçlarını elde etme doğrultusunda hem yapılması
gereken şeyleri yapacaklar hem de aynı zamanda yapılamayacakları da yapmak için
hazır olacaklardı. Her türlü olumsuz koşullara rağmen Kuvayı Milli
mücadelesinin kazanılması büyük bir zaferdir. Ulusal kurtuluş savaşının önderi ve
arkadaşları bağımsızlık için yola çıkarken ana amaçları doğrultusunda bir
şeyler yapmak üzere öne çıkıyorlar ve az zamanda çok işler yaparak, on yıllık
bir zaman dilimi içinde çağdaş bir cumhuriyet devletini merkezi coğrafyanın tam
ortasında kuruyorlardı. I9 Mayıs’ta karaya çıkanlar ülkenin orta yaş kuşağından
gelen temsilcilerdi. Ne var ki, Atatürk ülkenin geleceğinin gençlerde olduğunu
bildiği için cumhuriyeti hiç kimseye bırakmıyor sadece vatan için tertemiz
duygularla dolu olan Türk gençliğine emanet ediyordu. Olumsuz koşulların
aşılabilmesi ve dünyanın en büyük emperyalist devletlerine karşı başlatılan
ulusal kurtuluş savaşının kazanılabilmesi için gerçek anlamda gençliğin kuvveti
ve dinamizmine gereksinme vardı. Türk gençliği yaşamını sürdürürken geleceğe
yönelik beklentileri ve umudunu koruyarak ,Türk toplumunun geleceğe açılan
yolunda etkin bir biçimde öncülük
yapacak ve kurucu önder Atatürk’ün yolundan
giderek onun ve arkadaşlarının başlattıkları
işleri tamamlayacaklardı .Kurtuluş savaşı sırasında Atatürk’ün önderliğinde savaşa katılan Türk
gençliğinin daha sonraki dönemlerde de aynı doğrultuda hareket ederek ,Atatürk
ve Türk ulusu için canlarını feda ettikleri ve savaşın kazanılması için
ellerinden gelen her şeyi yaptıkları görülmüştür . Atatürk’ün Samsun’a çıkmış olduğu 19 Mayıs tarihini
sonraki yıllarda Gençlik ve Spor Bayramı yapmasının sebebi, Samsun’a çıkarken Türk
ulusu ve devletinin çıkarları için düşündüğü bir şeylerin yapılması
doğrultusunda, bugünün gençliğini sürekli bir hareketlilik içinde geleceğin her
türlü olumsuz gelişmelerine hazırlamak içindir. 19 Mayıs tarihi ile özdeşleşen
kurtuluş mücadelesi ve yeni devletin oluşturulmasında geleceğin gençliğinin
çıkış noktası gene Atatürk’ün yaptıkları olacaktır.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Bilgi ve görüşleriniz çok değerli. Sağ olun.
YanıtlaSil