KONTROL DIŞI DÜNYA
KONTROL DIŞI DÜNYA sosyalist sistemin dünya imparatorluğu olan Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği isimli çok büyük devletin yıkılması üzerine,
Amerika Birleşik Devletleri başkanlık danışmanı, Zbignew Brzezinsky
tarafından yazılmış olan kitabın adıdır. İki bin yılına on kala Rusya
Federasyonu sırtında büyük bir yük olan Sovyetler Birliği yapılanmasını ortadan
kaldırması üzerine, dünyanın en önde gelen stratejistlerinden birisi olarak
Brzezinsky bu tarihsel dönüşüme olan tepkisini bu kitap ile ortaya koymuş ve
bundan sonraki aşamada artık dünyanın kontrol altına alınmasının olanaksızlığını
gündeme getirmiştir. Dünya kamuoyu daha sosyalist sistemin dağılmasına ve
Sovyet blokunun ortadan kalkmasına alışamadan, ABD üzerinden geleceğe dönük bir
karamsarlık Polonya asıllı bu Yahudi bilim adamı tarafından ortaya atılmıştır.
Yıllarca komünizm korkusu altında yaşamak zorunda kalan dünya ülkeleri,
komünizm sonrasında özgür ve serbest bir ortam arayışı içine girerken,
Amerika’nın önde gelen bir siyasal bilimcisi, artık dünyanın kontrol
edilmesinin mümkün olamayacağını, soğuk savaş sonrası yeni dönemde geçmişte
buzdolabına konulmuş olan bütün sıcak çatışma konularının ve sorunların teker
teker insanlığın önüne geleceğini vurguluyordu. Soğuk savaşın sona
erdirilmesiyle beraber sıcak olaylar ve gelişmeler ile geçecek yeni bir sıcak
döneme dünyanın sürüklendiğini belirtiyordu. (1)
Brzezinsky’nin kitabı
tam yirmi yıl önce yayınlanmış ve sonradan adı küreselleşme dönemi olarak
konulmuş olan tarihsel zaman diliminde birbiri ardı sıra ortaya çıkan
gelişmeler bu kitabın yazarı olan bilim adamını doğrulamıştır. Sosyalist blokun
çöküşünden sonra geçen çeyrek yüzyıllık süre içinde gerçekten de dünya kontrol
edilemez bir duruma gelmiştir. Eskisi gibi ABD ve Rusya merkezli kutuplar
olmadığı için kutup başı olan dev ülkelerin istekleri doğrultusunda kutup
içinde yer alan ülkeler hareket etmemişler ve yeni dönemde her devlet dünya
haritası üzerindeki yerini bağımsız ve özgürce belirleyerek sahip olduğu
jeopolitik konumundan kendi çıkarları doğrultusunda yararlanmaya çalışmıştır.
Devletlerin üzerindeki blok baskısı kalkınca ve kutup merkezi büyük devletlerin
hegemonik emperyal yönlendirmeleri devre dışı bırakılınca, en küçüğünden
büyüklerine kadar bütün devletler geleceğe dönük olarak kendi bağımsız
geleceklerini aramaya başlamışlardır. Soğuk savaşın baskıcı yılları geride
kalınca, bütün devletler buzdolabına konulmuş olan eski meselelerini gündeme
getirmişler ve yeni dönemin koşullarında geçmişten gelen bu sorunları
kullanarak daha iyi ve güçlü bir konuma gelebilmenin arayışı içinde olmuşlardı.
Yirminci yüzyılın ilk yarısında iki büyük cihan savaşı yaşamış olan dünyanın
soğuk savaş yıllarına geçilmesiyle beraber daha sakin bir duruma geçtiği
görülmüştür. Ne var ki, bu sakinliğin var olan sorunların çözüme
kavuşturulmasından değil ama kutup merkezlerinin kendilerine bağımlı hale
getirdiği ülkelerin üzerinde kurmuş oldukları korku ve baskı düzeni ile
sağlandığı görülmüştür. İnsanlık tarihinin ortaya koyduğu bir gerçek olarak
korku ve baskı düzenlerinin geçiciliği zaman içerisinde tekrar ortaya çıkmış ve
insanlık yeniden zincirleri kırma doğrultusunda baskı ve korku uygulamalarını
geride bırakmak amacıyla özgürlükçü arayışlara girmiştir. Sovyet kutbu içinde Macaristan ve Çekoslovakya
bu yönde başı çekmişler, batı bloku içinde yer alan ülkelerin kapitalist
sisteme teslimiyeti öne çıkınca bunun üzerine üçüncü dünya ülkeleri, başta ABD
olmak üzere batılı ülkelerin emperyal saldırılarına karşı çıkarak bağımsızlık
arayışına doğru yönelmişlerdir. Vietnam Kamboçya ve çeşitli Asya ve Afrika
ülkeleri, batı ve doğu bloklarının saldırgan emperyalizmlerine karşı uzun
süreli ulusal kurtuluş savaşları vermek zorunda kalmışlardır.
İki büyük dünya
savaşı sonrasında iki büyük kutup bütün dünyayı kendi hegemonyası altına almaya
çaba göstermiş ama, karşı karşıya gelerek bir üçüncü dünya savaşı
çıkarmamışlardır. Avrupa merkezli dünya düzeni iki büyük savaş ile sona
erdirilirken, bir yanda okyanusun ötesinde yeni bir dev Atlantik gücü olarak
ABD merkez ülke konumuna gelmiş, bunun karşısında da Bolşeviklerin kurmuş
olduğu sosyalist blokun patronu olarak Rusya Federasyonu da büyük Avrasya gücü
olarak karşı tarafta dengeyi sağlamıştır. Yüz milyonun üzerinde bir insan kaybı
yirminci yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkınca insanlık sürekli barış peşinde
koşmuş ve geleceğe dönük olarak yeni bir uluslararası sistem oluşturularak
Milletler Cemiyeti çatısı altında bir araya gelinmesine çalışılmıştır. İkinci
büyük savaşın önlenememesi üzerine, bu savaş sonrasında bu kez de Birleşmiş
Milletler örgütlenmesi gündeme getirilmiştir. Üçüncü dünya savaşını önlemek
üzere oluşturulmuş olan bu uluslar arası örgütlenme sayesinde soğuk savaş
dönemine girilmiş ve bütün dünya ülkeleri Birleşmiş Milletlere üye yapılarak
öylesine küresel bir örgütlenmenin çatısı altında toplanmaya çalışılmıştır. Bir
yanda soğuk savaşın getirdiği barış ortamı devam ederken diğer yanda da Asya ve
Afrika ülkeleri batılı emperyalistlerden yakalarını kurtarabilme doğrultusunda
ulusal kurtuluş mücadelelerini sürdürüyorlardı. Soğuk savaşın getirdiği barış
ortamı eski savaşların geçtiği Avrupa ve Orta Doğu bölgelerinde görülüyor ama
Asya ve Afrika kıtalarının çeşitli bölgelerindeki sıcak savaşlar yüzünden soğuk
savaşın barış ortamı bu bölgelere ulaşamıyordu.
Avrupa
merkezli dünya döneminde batının önde gelen büyük devletleri, bu kıta üzerinde
örgütlenerek dünya kıtalarına açılıyor ve yeryüzü haritasındaki bütün toprak
parçalarını kendilerine bağlı sömürgeler olarak ele geçiriyorlar ve geleceğe
dönük bağımlı bir sömürge devleti yapılanmasında örgütlüyorlardı. On beşinci
yüzyılda okyanuslara açılma ile başlayan sömürgecilik dönemi yirminci yüzyıla
kadar devam ediyordu. Sömürgelerin uluslaşması ve giderek bağımsızlığa
yönelmesi yirminci yüzyılın ikinci yarısında hızlanınca, Birleşmiş Milletlere
üye olan ülke sayısı iki yüze yaklaşıyordu. İmparatorlukların çöküşü ile
başlayan dönemde ise, bu büyük yapıların içinden kopan küçük yapılar
devletleşerek kendi bağımsız düzenlerini kuruyorlardı. Endüstri devrimi batı
Avrupa devletlerini kısa zamanda sanayileştirince, sömürgelerin
bağımsızlıklarına kavuşması bir anlama sahip olamıyordu ,çünkü siyasal açıdan
verilen bağımsızlık ekonomik bağımlılık ile dengeleniyordu . Sanayi devletleri,
sömürge ülkeleri üzerinde eski hegemonyalarını ekonomi üzerinden sürdürürken,
siyasal bağımsızlığın kazanılması pek bir anlam ifade etmiyordu. Özgürlük
arayışı içinde bağımsızlık düşleri peşinde koşan dünya ülkelerinin, dışa açılma
ve büyük devletler ile ekonomik ilişkilere girme girişimleri ile yeniden bağımlılık
çemberi içine sürüklendikleri görülüyordu. Özgür dünya arayışı bir ütopya
olmanın ötesinde ağırlık kazanırken, devletler arası çekişmeler ve çatışmalar ağırlık
kazanıyordu. Yeni kurulan devletlerin bağımsızlıklarını kazanmalarıyla, siyasal
açıdan sömürgecilik sona eriyor ve böylece, Avrupa merkezli sömürge
imparatorluklarının dünyayı kontrol altına alma dönemleri bitiyordu. Ne var ki,
endüstri devrimi sayesinde birer sanayi merkezi haline gelmiş olan bu eski sömürgeci
devletler yeni dönemde ekonomi üzerinden gene eski işlevlerini sürdürmeye
çalıştıkları ve yeni dönemde kurulan ekonomik ilişkiler zamanla bağımlılık
ilişkilerine dönüştürülerek uluslararası alanın gene batılı devletlerin kontrolü altında olması
sağlanabiliyordu. Emperyalistler siyasal bağımlılığın bittiği yerde ekonomik
bağımlılığa devreye sokarak gene eskisi gibi dünyayı kontrol altında tutmaya
devam etmek istiyorlardı. Eski sömürge devletlerinden kendilerine yeni rakip
çıkmasını istemeyen batılı ülkeler hem kendi aralarında çekişiyorlar hem de
dünyanın diğer devletlerini kontrol altında tutabilmek için yakınlaşarak iş birliğini
sürdürüyorlardı.
Yaşanan zaman
dilimleri ve aradan geçen olaylar karşısında dünya halklarında bilinçlenme
meydana gelince, bu birikim bir süre sonra eski sömürge olan ülkelerde politik
bir uyanışın ortaya çıkmasına yol açıyordu. Her uyanış dayandığı bilinçlenme
ile var olan düzene karşı çıkarken, beraberinde yeni bir düzen arayışını da
gündeme getiriyordu. İnsanlar üzerinde geçmişten gelen kontrol mekanizmalarının
birçok ülkede rahatsızlık yarattığı, bu tür baskılardan kurtulmak isteyen
toplumların, emperyalizmin dayatmış olduğu boyunduruktan kurtulabilme
doğrultusunda bir çıkış aradıkları ve bu doğrultuda dayanışma içine girdikleri
aşamalarda daha rahat hareket edebilme ve daha özgür bir yaşam düzenine
kavuşabilme şansını elde edebildikleri görülmektedir. Sömürgeci batılı
devletler ile Asya-Afrika ülkeleri arasında sürüp giden bu çekişmelerin, yirminci
yüzyılda bir aşamaya geldiği ve bu doğrultuda bir dönüşümün eşiğine gelindiği
görülmektedir. Beş yüz yıllık sömürgeciliğe bir de yirminci yüzyılın soğuk
savaş yıllarının eklenmesiyle merkez ülkeler ile çevre ülkeler mücadelesi
dünyayı yavaş yavaş kontrol edilemez bir duruma getiriyordu. Sömürgelerin
uyanışı siyasal bağımsızlık ile geçiştirilmeye çalışılıyor, ekonomik bağımlılık
düzeni giderek pekiştirilirken soğuk savaşın baskı ortamından yararlanılarak uyanış
sürecinin kopmaya ya da daha bağımsız hareket etmeye doğru bir gidişi gündeme
getirmemesi için çaba sarf ediliyordu. Sömürgelerini elinde tutamayan batının
önde gelen ülkeleri, Birleşmiş Milletler örgütlenmesinden yararlanarak bu
ülkeler üzerinde eski etki ve baskılarını sürdürmeye yöneliyorlardı. Batı bloku
dünyanın bütün kıtaları üzerindeki hegemonya düzeninden ya da baskı sistemlerinden
vazgeçmiyor, değişen koşulları dikkate alarak ve yeni yöntemler uygulayarak
batılı ülkelerin çıkarları doğrultusunda eskisi gibi patron kalmaya
çalışıyorlardı. Beyazlar kendilerini üstün ırk olarak görüyorlar ve sarı ile
siyah ırklar üzerinde beyaz ırkın mutlak üstünlüğüne inanarak ve bu doğrultuda
sürekli bir hegemonya düzeni oluşturarak, tam anlamıyla bir ırkçılık örneği
veriyorlardı.
Çağdaş ve modern
olduğunu sürekli olarak söyleyen batılı ülkelerin, çıkarları söz konusu olduğu
zaman ırkçılık gibi geri kalmış ilkel bir yaklaşıma yönelmeleri, kapitalist
sistemin ne denli bir ilkel ve çıkarcı hesaplar üzerine kurulmuş bir çağ dışı
örgütlenme olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. İlk çağlardan bugüne uzanan
tarih çizgisi içinde insanlık dışı bir yaklaşım olarak öne geçen ırkçılığın
gelişmiş batı ülkelerinde fazlasıyla görülmesi ve yeryüzünde yaşayan bütün
halklar içerisinde sarı ya da siyah renge göre insanlar arasında ayırımcılık
yapan ve daha da ileri giderek beyaz insanların üstün ırk olduğu inancı ile
diğer ırklara karşı her türlü olumsuz uygulamayı haklı görebilen bir ırkçı
anlayış insanlığın yüz karası olarak batı uygarlığının boynunda asılı
bulunmaktadır. Kafalarının içinde ırkçı düşünceleri hala taşıyan ve bu gibi
olumsuz düşüncelerden bir türlü vazgeçmeyen
sömürgeci ülkelerin aklı ve mantığı, batının dışındaki ülkelerde
yaşamlarını sürdüren, bu ülkelerdeki devlet düzenlerinden yararlanarak ayakta
kalmaya çalışan milyarlarca insan, egemen
güçler ve patronların isteği
doğrultusunda bütün dünyanın kontrol altında tutulması çabası yüzünden hegemonyacı baskılardan kurtulamamakta
ve küresel emperyalizmin boyunduruğuna
teslim olmak durumunda kalmaktadırlar . Batılı ülkelerin azınlıkta kalan
nüfusları, bugünkü dünyanın milyarlara yaklaşan büyük nüfusları ortaya çıkan
yeni dev ülkelerine karşı, gene de
baskıcı hegemonya girişimleri ile bir kontrol sistemi geliştirilmeye
çalışılmaktadır. Az gelişmiş ülkelerin ve Asya-Afrika devletlerinin nüfusları
son derece hızla artarken, milyarlık nüfusları ile dev ülkeler dünya sahnesine
çıkarken ,geçmişten gelen eski devletlerin yeni dönemde de büyüklük taslamaları
ya da kaybettikleri imparatorluklarını
yeniden oluşturma derdine düşen eski sömürgecilerin milyarlık ülkeleri eskisi gibi kendilerine
bağımlı tutabilmeleri giderek zorlaşmakta ama gene de huylu huyundan
vazgeçmeyerek ,eskisi gibi hegemonya düzenlerini dünyayı kontrol altında tutma
görünümü altında sürdürmeye çalışmaktadırlar. Üstünlük duygusu her zaman
kontrol etme gereksinmesi yaratmakta, kendilerini üstün ırktan görenler ya da
eskisi gibi büyük ülke olma iddiasını devam ettirmek isteyenler yeni yeni
kontrol mekanizmaları yaratarak, kendilerine ters gelebilecek bazı gelişmeler
ile karşı karşıya kalmak istememektedirler.
Brzezinsky, batılı
ülkelerin dünya ülkelerini baştan çıkaracak derecede bolluk üreten bir ekonomi
ile etki altına alınmaya çalışıldığını ileri sürmekte ve bu yoldan ekonomik
ilişkiler aracılığı ile kontrol sisteminin yürütülmek istendiğini
açıklamaktadır. Yoksul ve geri ülkelerin ekonomik ilişkiler aracılığı ile
bolluk ekonomilerini ile karşı karşıya bırakılması, son derece etkileyici bir
sonuç vermiş ve birden ihtiyaç maddelerinin sınırsız üretimi sayesinde bolluk
düzeni ile karşı karşıya bırakılan dünya ülkelerinin gevşeyerek yeniden batı
emperyalizmine teslim olma noktasına geldiğini öne sürmektedir. Birden
beklenmedik bir biçimde çeşitli bolluklar ile karşı karşıya bırakılan dünya
halklarının başının döndüğü ve böylesine bir ruh durumu içinde emperyal
etkilerin daha rahat sürdürülebildiği görülmektedir. Daha önce hiç görmedikleri
ürünleri karşılarında görenler hızla gevşeyebilmekte ve yeniden gündeme
getirilen bir kontrol mekanizmasına bağımlı kalmayı kabul edebilmektedirler.
İnsanların çeşitli gereksinmelerinin ikna edici bir biçimde karşılanması ve
yüksek düzeyde bir bireysel tatmin sağlanması ile toplumların ya da devletlerin
yeniden tavlanabildiği ve bağımlılık ilişkilerinin sürdürülmesiyle de kontrole
devam edilebildiği özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısında birçok ülkede
görülebilmiştir. İnsanların yiyecek ve giyecek gereksinimlerinin ücretsiz
olarak karşılanması, çeşitli yardım programlarıyla bolluk görünümlerinin
yaratılması geçmişten gelen denetim mekanizmalarının yeni koşullarda da sürüp
gitmesine yardımcı olmuştur. Ekonomik ilişkilerin ürünü olan mal dağıtma ya da
gereksinim karşılama, halk kitlelerini ele geçirme, elde tutma ve ikna etme
açılarından fazlasıyla etkili olmuştur. Hediye dağıtma ve alma işlemleri yaygınlık
kazandıkça insanlar bağımlılık düzeninden şikayet etmemeye başlamışlar ve
böylece teslimiyetçi bir geleceğin önünü açmışlardır. Çeşitli armağanları ya da
gereksinme duyulan maddeleri sosyal organizasyonlar üzerinden kazanan, zaman
içinde emperyalist kontrol mekanizmalarına bağlı durumda olan kişiler kontrol
mekanizmalarının sürdürülmesinde piyon olarak kullanılabilmektedirler.
İki kutuplu dünya
düzeninin sosyalist sistemin çöküşü üzerine dağılmasıyla beraber, Amerika Birleşik
Devletleri’nin tek hegemonyacı güç olarak yola devam etmeye çalıştığı, bu durumda
da iki kutuplu dünyadan tek kutuplu dünya düzenine geçiş için dıştan baskı ve
zorlamaların birbirini izler bir biçimde ilgili mercilerle dayatıldığı
anlaşılmaktadır. ABD küresel bir güç haline geldikten sonra önemli bir
çelişkili durum ile karşı karşıya kalınmış ve Amerika her alanda devreye girerek
güçlü kontrol mekanizmaları oluşturmaya yönelmiştir. Büyük devletler arasındaki
geçmişten gelen çekişme ve çatışmaların daha da öne çıkmaları yüzünden, ABD
istediği gibi küresel bir hegemonya düzeni oluşturarak emperyal kontrol
mekanizmalarını sürdürebilmekte zorluk çekmektedir. Küresel üstünlük
oluşturarak bütün dünyayı denetim altına alabilme düşüncesi ABD merkezli batı
blokunda hızla yayılırken, batı sermayesinin güdümü altında yönlendirilen basın
ve medya organları hem özgürlükleri, hem de insan haklarını yeni dönemde
küreselleşmenin bir ürünü olarak gündeme getirerek kendisiyle büyük bir
çelişkiye düşmüş olduğu görülmektedir. Koyun postuna bürünmüş kurt misali,
emperyalizm yeni dönemde küresel kontrol mekanizmalarını geliştirirken, insan
hakları savunucusu gibi kendisini kamuoyuna yansıtmaktadır. ABD’nin sahip
olduğu otoriteyi ve gücü küresel anlamda kullanmasıyla denetim işlevleri
kendiliğinden gerçekleşme şansını yakalayabilecektir. O zaman da yeni dünya düzeni çerçevesinde
kontrolün ortadan kalkması değil ama aksine daha da güçlenerek devam etmesi söz
konusu olacaktır. ABD’nin küresel otoritesini evrensel düzeyde koruyabilmesi ve
sürdürebilmesi küresel kontrol açısından
gene de yeterli olabilecek ama bu büyük
ülkenin sahip olduğu otoriteyi elinden kaçırmasıyla beraber de kontrol dışı
dünya gerçeği ortaya çıkacaktır. Bu durumu dikkate alan ABD bir süper güç
olarak sonuna kadar dünyanın denetimini tekelinde tutabilmek için elinden gelen
her yolu denemektedir.
Küresel liderlik
yarışında rakiplerini geride bırakarak en büyük süper güç konumuna gelebilmeyi
başarmış olan ABD’nin soğuk savaş dönemi sonrasında da benzeri bir konumu daha
da güçlendirerek sürdürmeye eğilimli olduğu açıklık kazanmakta ve soğuk savaş
döneminde çokça kullanılan komünizm korkusu, yeni dönemde sahneden çekildiği
için bunun yerine geçerli olabilecek çeşitli korkular terör ve benzeri sıcak
çatışma yöntemleri ile dünya halklarının önüne çıkartılmaya çalışılmaktadır.
Ekonomik alanda ABD’nin başlıca rakipleri olan Almanya ve Japonya’nın daha
fazla etkin olamayacağı, ekonomik alanda ABD ile yarışma şansını yaratabilen bu
ülkelerin, ABD’nin sahip olduğu büyüklükleri elde etme şansları olmadığı için, bunlardan
küresel bir güç çıkmasının mümkün olmadığı görülmektedir. ABD sahip olduğu
büyüklükler ile ancak kendisiyle ülke, nüfus ve potansiyel büyüklükleriyle
rekabet edebilecek Çin, Rusya, Hindistan ve Brezilya ile önümüzdeki dönemde
çekişmek zorunda kalabilecektir. Bu dört dev ülke koşulların zorlamasıyla öne
geçebilecek gerekirse, ABD’nin karşısına çıkarak yeni bir süper güç olarak öne
çıkabilme şansına sahip durumdadırlar. ABD’nin yaptığı gibi geçmişten gelen
emperyal geleneğe bu ülkeler de sahip çıkarlarsa o zaman dünyanın kontrolünün
başka ellere geçmesi mümkün olabilecek ve hegemonya düzenin merkezi batıdan
doğuya taşınabilecektir. Batı hegemonyasının sona erme aşamasına geldiği bir
noktada doğulu büyük güçlerin devreye girmesiyle, eskisinden çok farklı bir
hegemonya düzeninin getireceği denetim mekanizmalarına dünya ülkeleri ilk kez
tanık olmak durumunda kalacaklardır. İki kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya
doğru yeryüzü zorlanırken, siyaset sahnesinde ön plana çıkmış olan doğunun dev
ülkeleri bugünün dünyasını hemen çok kutuplu bir yapılanmaya dönüştürmüşlerdir.
Brzezinsky’nin korktuğu
kontrol dışı dünya yapılanması, ABD merkezli batı dayatmasına karşı tepkilerin
Dünya Ticaret Örgütü çatısı altında bir araya gelmesiyle gerçeklik kazanmıştır.
Kısaca BRİCK ülkeleri adı verilen, batı karşıtı bloklaşma batının gündeme
getirmiş olduğu Dünya Ticaret Örgütü çatısı altında oluşturularak devreye
sokulmuştur. Sovyet blokunun karşıt cephe olarak tasfiye olmasından sonra
rakipsiz kalan batı blokunun ABD merkezli örgütlenerek küresel alana el koyması
gerçekleştirilmeye çalışılırken, Dünya Ticaret Örgütü çatısı altında dört büyük
dev ülkenin batı karşıtı bir çizgide bir araya gelerek BRİCK grubunu
oluşturmasıyla beraber, yeni karşıt blok bir anlamda doğu bloku olarak devreye
girmiştir. Böylesine yeni bir bloklaşmanın ortaya çıkmasıyla beraber hem batı
üstünlüğü tartışılmaya başlanmış hem de ABD merkezli bir küresel imparatorluğun
kurulamayacağı anlaşılmıştır. Küresel sermayenin bütün zorlamalarına rağmen,
bir türlü tek merkezli yeni dünya düzeni oluşturamayan Amerika Birleşik
Devletleri, böylesine bir çizgide ilerleyemezken, duraklama içine sürüklenmiş
ve daha sonraki aşamada da düşüşe geçerek kendi sorunlarıyla uğraşmaya başlamıştır.
İstediği ölçülerde yeryüzüne yayılarak bir küresel imparatorluk düzeni
kuramayan ABD bu yüzden karşılaştığı savaşlarda fazlasıyla kayıp vermiş ve
büyük borç bataklarına sürüklenmiştir. Süper güç olmasına rağmen giriştiği
haksız saldırı ve işgal savaşları nedeniyle ekonomik krizlerle boğuşmaya
başlayan ABD, bütün dünyayı eskisinden daha güçlü bir çizgide kontrol etmeye
yönelmişken, kendisinin bu yüzden düşme ve gerileme noktasına geldiği
anlaşılmıştır. Her büyük uygarlık gibi ABD’nin de doğup büyüdüğü, gücünün en
üst aşamasına geldiği ve bu aşamada durakladığı, daha fazla ileri gidemediği,
durakladığı için gerilemeye başladığı ve bu yüzden eski gücünü yitirdiği
anlaşılmaktadır. Osmanlı İmparatorluğunun Viyana kuşatmasından geri dönerek
düşüşe geçtiği gibi Amerikan İmparatorluğunun da Bağdat kuşatmasından geri
dönerek düşüş ve gerileme aşamasına sürüklenmiş olduğu öne çıkmaktadır.
Sovyetler
Birliğinin dağılmasından dünyanın merkezi coğrafyasında bir jeopolitik boşluk
alanı çıkmıştır. Rus emperyalizminin gerilemesiyle Orta Asya, Orta Doğu ve
Balkan bölgelerinde bir otorite boşluğu alanı ortaya çıkmıştır. Merkezi
coğrafyada tarihin ilk dönemlerinden gelen dinler kavgası , devletler çekişmesi
ve etnik kargaşaların yeniden gündeme gelmesiyle, ABD süper güç olarak bu bölgeye
gelmiş, bölge ülkelerine saldırarak merkezi alana el koymaya çalışmıştır. İlk
dönemlerden gelen devlet kurma hedefleri merkezi alanı sıcak bir çatışma
havzasına dönüştürmüştür. Sovyet bloku sonrasında yeniden Rus emperyalizminin
çevresindeki ülkeler üzerinde baskı ve hegemonya düzenleri oluşturmaya
çalışması, tek merkezli dünya planlarını devre dışı bırakmıştır. Ruslar Sovyet
imparatorluğunu elden kaçırdıktan sonra yeniden emperyal vizyon ile küresel
hegemonya oluşturmaya çalışmış, ne var ki bu alanda istediği adımları
atamayınca zamanla daha içe dönük bir
siyaset ile kendi kontrol düzenini
oluşturma çabası içinde olmuştur . Rusların geri çekildiği alanlarda yeni
örgütlenmeler ve turuncu devrimler aracılığı ile bu ülkeleri ele geçirmeye
çalışan ABD emperyalizmi, iki kutuplu kontrol düzeninden tek kutuplu kontrol
düzenine doğru bir yöneliş içine giriyordu. Soğuk savaş yıllarında Amerika’yı
Avrasya bölgesinin dışında tutarak başarılı olan Rus emperyalizmi yeni dönemde
ülkeler üzerinden geliştirilecek yeni bir Rus emperyalizmini yakın çevre
ülkeleri içinde örgütlemeye çalışmaktadır. Sovyetler Birliği’ne üye olan eski
sosyalist ülkeler üzerinde batılı emperyalistlerin egemen olmasını önlemek
üzere Rusya devreye girerek bu ülkeleri kendi elinin altında tutabilme
doğrultusunda epeyce sıcak çatışma ile uğraşmak zorunda kaldığı için, ABD
önderliğindeki batılı emperyalistler Avrasya bölgesinin çeşitli bölgelerinde
istikrar sağlayabilecek bir kontrol düzenini gerçekleştirme yolunda
zorlanmaktadırlar. Jeopolitik boşluk alanlarını ele geçirme doğrultusunda
yürütülecek hegemonya girişimlerinin karşı karşıya kalması, kontrol dışı
dünyanın önde gelen bölgelerinde gene gerginliklere ve sıcak çatışmalara yol
açacağı açıkça görülmektedir.
ABD emperyalizminin tek
merkezli bir küresel imparatorluk oluşturarak bütün dünyayı küresel bir kontrol
sistemi içine alma girişimleri, bütün dünyayı denetleme hayallerinin bugün de
devam ettiğini göstermektedir. Dünyada yeni dev ülkeler siyaset sahnesine çıkarken,
yeni oluşan ekonomik güç merkezleri dışa açılma ya da karşılıklı ilişkileri
geliştirme doğrultusunda gündeme getirilecek çatışma ortamlarında halk
kitlelerinin temsilcileri arkalarındaki toplulukların etkisiyle hareket
etmektedirler. Tam kontrol sağlamanın arayışı içinde olanların zamanla bunun
gerçekleşemeyecek bir hayal olmanın ötesine gitmediğini anlamalarıyla
yaşanabilecek düş kırıklıklarına hazır olmak gerekmektedir. Sıcak sorunlara
çözüm bulunamaması beraberinde ya çözümsüzlük ya da dış güçlerin istediği
çözümleri gündeme getirebilecektir. Tam kontrolün sağlanamadığı kritik
durumlarda nelerin olamayacağına bakarak nelerin olabileceği gibi gerçekçi alternatiflerin
üzerinde durmak hem çözüm hem de yarar getirebilecektir. Bölgesel sorunların
yaratabileceği gerginliklerin aşılması çabası gösterilirken, bazı denetim
mekanizmalarından vazgeçilmesi gündeme gelebilecek ya da bu gibi mekanizmalara
zarar verilerek, bir boşluğun ortaya çıkmasına yol açılabilecektir. Bütün
devletler yeni dönemde ayakta kalabilmek ve küresel erozyondan paçalarını
kurtarabilmek için siyasal konjonktürü kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya
çaba göstereceği açıktır. Önlenemeyen siyasal gelişmelerin ortaya çıkmasıyla
beraber eski dengeler ve koşullar hemen değişiklik gösterecek bunların bozmuş
olduğu ya da tehdit ettiği durumlar, dünyayı kontrol etme iddiasıyla öne çıkmış
olan plan ya da projelerde ciddi olarak ele alınmalıdır. Eskiden görülen Avrupa
–Amerika rekabetine bugünün büyük devletleri de katılırsa, o zaman çok oyunculu
bir denklem öne çıkacaktır. Çoklu dengeler içinde gene eskisi gibi güvenlikçi
ve denetimci girişimlerin kendi açılarından sonuç alması fazla mümkün
görünmemektedir. Böyle olunca da kontrol edilemeyen bir dünya olgusu ile karşı
karşıya gelinmekte ve kontrol dışılığın getirdiği riskler devreye
girebilecektir.
Kontrol dışı dünya
tanımlaması aslında fazlasıyla ağır bir hükmü başlık olarak ortaya atmıştır. Dünyanın
büyük güçler ve devletler tarafından denetim altında tutulması çok eski bir
kuraldır. Her büyük güç mutlak kontrol peşinde koşarken, diğer güçler de bu
kontrol mekanizması içinde kendi çaplarında yer alabilmek için mücadele
etmektedirler. Bu yüzden , dünya işlerinin yürütülmesinde böylesine bir çekişme
ve rekabetin olduğunu iyi görebilmek gerekmektedir . Uluslararası ilişkiler
düzeni büyük ve küçük devletler arasında oynanan büyük bir oyun olduğu için, bu
oyunu kendi çıkarları doğrultusunda kazanmak isteyen büyük güçler daha önceden
geliştirdikleri kontrol mekanizmaları ile mutlak bir sonuç peşinde koşarlar.
Devletlerin açık örgütlerinin yanı sıra gizli örgütleri, yer altı ve yer üstü
çalışan siyasal ve ekonomik güç merkezleri topluca bu büyük oyunun içinde yer alarak
sonuca varmaya çalışırlar. İşte böylesine bir oyunun oynandığı dünya üzerinde büyük
devletler ya da güçler sahip oldukları açık ve gizli potansiyellerin tamamını
kullanarak dünyayı bütünüyle ele geçirmeye çalışmaktadırlar. Bu arada kendisini
dünyanın jandarması ilan eden bazı devletler, askeri örgütler ya da girişimler
ortaya çıkmakta ve bunlar dayandıkları güç merkezleri adına güvenlik
ürettiklerini ileri sürerek, yeni dünya sürecini denetim altına almaya
çalışmaktadırlar. İki kutuplu dünyada kutupların askeri örgütleri ile bir denge
sağlanarak, yeryüzü güvenliği kontrol altında tutulabiliyordu. Şimdi ise bu
denge ortadan kalktığı için, güvenlik örgütü olduğunu ileri süren bazı askeri
örgütler açıktan saldırılara geçebilmekte, suçsuz ve masum insanların yaşadığı
üçüncü dünya ülkelerini işgal ederek, milyonlarca insanın kaybına ya da ülke
zenginliklerinin yağma edilmesine yol açarak insanlık açısından ciddi bir
güvensizlik ortamı yaratabilmektedirler. Özellikle son yıllarda görülen haksız
savaşlar ve haksız saldırı ve işgaller, emperyalistlerin dünyayı yeniden
kontrol altına alma girişimlerinin örnekleri olarak öne çıkmakta ama kontrol
peşinde koşanların ciddi anlamlarda suç işleyerek, insanlığın geleceğini
tehlikeye sürükledikleri anlaşılmaktadır. Dünyanın kontrol altına alınmasından
önce, dünyayı kurtardığını ileri süren emperyalistlerin saldırı ve
işgallerinden dünyayı kurtarmak gerekmektedir.
Dünyanın tam anlamıyla kontrol edilebilmesi ve her türlü tehditten uzak
güvenlikli bir ortama kavuşturulabilmesi için yeni bir uluslararası örgütlenme
modeline gereksinme bulunmaktadır. Birleşmiş Milletlerin yetersiz kaldığı,
başta ABD olmak üzere İsrail ve İngiltere gibi saldırgan ülkelerin bu uluslararası
kuruluşun kararlarını dinlemediği bir aşamada, dünyanın güvenlikli kontrolü
için yepyeni kuruluşlara gerek vardır. Hem Birleşmiş Milletler hem de var olan
askeri örgütler yerine, bütün devletlerin eşit olarak katılacağı bir uluslararası
örgütlenmeye gidilmesiyle, istenen sonuçlar alınabilecektir. İki kutuplu dünya
düzeninden daha fazla bir kontrol ancak, bütün devletlerin eşit olarak
katılacağı bir dünya platformu ile oluşturulabilecektir. Böylesine eşitlikçi
bir oluşumu büyük güçler engellemeyi bırakmaları gerekmektedir. Aksi takdirde
büyük güçler arasındaki çekişmelerin bir üçüncü dünya savaşı felaketini gündeme
getirmesini hiçbir güç önleyemeyecektir. Dünyayı hiçbir devlet ya da emperyal güç
kontrol etmemeli ama, bütün devletlerin eşit olarak yer aldığı yeni bir uluslararası
düzenin oluşturulmasıyla beraber dünyanın denetiminin kendiliğinden
sağlanabileceği eskisinden çok farklı bir yapılanmaya gidilebilmelidir. Bu
aşamada hiç kimsenin başkasının aklına ihtiyacı yoktur ve görünen köy kılavuz
istememektedir. Tehdit ve tehlike analizleri bütün açıklığı ile herkesin eşit
katıldığı ortamlarda yapılabilmeli ve buralardan çıkacak katılımcı kararlar ile
yeni güvenlik yapılanmasına daha fazla zaman yitirmeden gidilebilmelidir. Hiç
kimsenin dünyayı kontrol etme hakkı bulunmamaktadır ama insanlığın üzerinde
yaşadığı yeryüzünü kendi varlığı ve güvenliği açısından denetleme hakkı vardır.
Tüm insanlık da bu hakkın ortak sahibidir.
1-Zbignew Brzezinsky – Kontrol dışı dünya ,İş Bankası yayınları
,,İstanbul I994
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder