TÜRKİYE TÜRKÇE İLE VAR OLMUŞTUR
Amerikan
seçimleri sonrasında, bu süper güç konumundaki büyük devletin ne yapacağı ve ne
gibi bir yeni program çıkaracağı beklenirken, yerli ve yabancı basın
organlarında sürekli olarak akıl yürütülmekte ve gelecek için çeşitli tahminler
öne sürülmeye çalışılmaktadır. Soğuk savaş sonrasında içine girilmiş olan
küreselleşme döneminin sonuna gelindiği ve batı dünyasından her türlü zorlamaya
karşı bu sürecin artık işlemediği ve bunun yerine nasıl bir program geleceği
tahmin edilmeye çaba gösterilirken, Türkiye Cumhuriyetini bu tür emperyal programlar çizgisinde kullanabilmenin
arayışları öne çıkmakta ve Türk devleti için batılı emperyalist merkezlerden gelen yeni
planlar doğrultusunda eskisinden çok farklı devlet ve toplum
modelleri birbiri ardı sıra öne sürülmektedir. Bu çizgide gündeme getirilen
plan ve programlar uygulanmaya yönelik bir biçimde devreye sokulurken, hepsinin
Türk, Türkiye ve Türkiye Cumhuriyeti gibi halen yürürlükte olan Anayasanın
içinde yer alan temel kavramlara karşı çıktıkları ve bunların yerine farklı
yaklaşımlar geliştirerek, kendi kafalarına ve çıkarlarına göre bir Anadolu ve
Trakya yapılanması peşinde koştukları görülmektedir. Türkiye Cumhuriyetinin bir
ulus devlet olarak kurulduğunu göremeyen ya da görmek istemeyen emperyal güçlerin Türkiye’de yaşayan taşeronları ,Anadolu
yarımadası üzerinde bir çok farklı etnik, dinsel ve kültürel topluluk
yaşadığını ama bunların içinde Türklerin
olmadığını, Türklerin bu coğrafyaya sonradan geldiklerini ve bu nedenle yarımada üzerindeki devletin
adının Türk olamayacağını önceleri dolaylı olarak dile getirmişler ama son
dönemdeki gelişmeler yeni bir ortam yaratınca, hem Türklüğe hem de Türkiye
Cumhuriyeti adını taşıyan Türk ulus devletine açıktan saldırmaya başlamışlardır.
Dünyanın
en gelişmiş modern dillerinden birisi olan Türkçe, bugünün Türk devletinin
resmi dili olarak, cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte kullanılmaya başlanmış ve
bugünün Türkiye’sinin ortaya çıkarılmasında temel dayanak noktası olmuştur.
Türklerin tarih sahnesine çıktıkları Ural-Altay bölgesinden gelen kavimlere ya
da insan topluluklarına bilim çevrelerinde Türk adı verilmiş ve bunlar Türk
dünyasının bir parçası olarak kabul edilerek, yerküre haritasında önemli bir
coğrafyayı kapsayan yerleşimi zamanla gerçekleştirmişlerdir. İlk olarak Kuzey
doğu Asya bölgesinde ortaya çıkan Türklük olgusu, daha sonraki süreçte hızla
Asya’nın çeşitli bölgelerine yayılarak ve bu büyük kıtanın hemen hemen her
bölgesinde birbirinden ayrı devletler kurarak, dünya tarihi içinde belirleyici
bir rol oynamışlardır. Bugünün Türkiye’sinin Anadolu yarımadası üzerinde
kurulmuş bulunmasının nedeni, Türk asıllı boyların Asya’dan gelerek Avrupa
kıtasına doğru yayıldığı dönemlerde, onların içinden çıkan ve merkezi
coğrafyada yaşamaya başlayan Ural-Altay kökenli toplulukların, yüzyıllar
boyunca merkezi alanda varlıklarını koruyarak bugüne kadar yaşamalarıdır. Asya’nın
ortalarında dünya sahnesine çıkmış olan Türk topluluklarının Ural-Altay
bölgesinde kullanılan dile sahip olmaları yüzünden, Türkçe adı verilen bu dilin
zamanla Türk kökenli kavimlerin ortak dili haline gelerek etkinliğini daha
artırdığı anlaşılmaktadır. Türk kavimleri milattan önce onuncu yüzyıldan
başlayarak tarihin sonraki dönemlerinde de üç büyük kıtanın her yerinde ortaya
çıkan devletleri kuran halk topluluklarının gene dil olarak Türkçeyi
kullandıkları ama yaşadıkları bölgelerin özelliklerine göre, Türkçe’nin çeşitli
diyaloglarını benimsedikleri anlaşılmaktadır. Böylelikle, Türklerin tarih
sahnesine çıkışı ile birlikte bir Ural-Altay dili olarak gelişen Türkçe, bütün
Türk asıllı toplulukların en belirgin özelliği olarak gündeme gelmiş ve zaman
içinde gelişmeler göstererek, harita üzerinde yer alan Türk devletlerinin de en
önde gelen kimlik belirleyici özelliği olmuştur.
Türklük
olgusunun tarih sahnesine çıkarak var olmasının Türkçe ile mümkün olduğu ve bu
dilin yüzyıllardır yaşayarak Türk toplulukları ile birlikte Türk devletlerinin
de resmi dili haline gelmesi sayesinde, bugünün dünyasında Türklük ve Türkiye
Cumhuriyeti’nin önde gelen bir önemi vardır. Bu açıdan Türkiye’nin Türkçe ile
var olduğu ve bu nedenle de Türklerin kurmuş olduğu Anadolu devletine Türkiye
adı verildiği anlaşılmaktadır. Türkçe Türk topluluklarının belirleyici bir
özelliği olarak bütün Türk dünyasında iletişim, konuşma ve yazışma gibi
işlevlerin yerine getirilmesi sırasında kullanılmakta olan ana dilin adıdır. Ana
dilden resmi dile doğru geçirilen gelişim süreci içerisinde, Türk dili Türkçe olarak eski ve
yeni Türk devletlerinin çatısı altında varlığını sürdürerek bugünkü konumuna
gelmiştir. Günümüz dünyasının haritasında yer alan yirmiden fazla Türk
devletleri ya da Türk kökenli diğer devletlere bakılırsa, Türkçe’nin tarihin
derinliğinden çıkarak bugünün dünyasında nasıl en gelişmiş ana dillerden birisi
haline geldiği görülmektedir. Bugünün çağdaş dünyasında modern ulusların sahip
oldukları yapılanmalar incelenirse, hepsinin belirli bir geçmişe sahip oldukları
ve bu çizgide ana dillerini kazandıkları görülebilmektedir. Dilbilimciler genel
olarak ana dili tanımlarken geliştirdikleri detaycı yaklaşıma göre, ana dil
karıncanın su içtiği dildir. İnsanın toprağa ve suya bağımlı olmasının
getirdiği bu duruma göre, ana dil de bu toprağın içinde yaşayan çalışkan
canlılar olarak karıncaların su içtiği ya da kullandığı dilin esasıdır. Buna
göre herkes doğduğu bölgenin kültürü ile bağlıdır, büyürken bu kültüre göre
biçimlenen insanın kullandığı dilde dünyaya geldiği coğrafyanın dili olarak
biçimlenmektedir. İnsan hangi dilde kendini ifade ediyorsa, yakın çevresine ve
sevdiklerine hangi dilde hitap ediyorsa o zaman o kişinin ana dili o dildir.
İnsanların
konuştukları, yazdıkları gibi düşünceleri de biçimlenirken ana dil olarak
seçilen ya da belirlenen dil yapılanması doğrultusunda kesinlik kazanmaktadır.
İnsan düşünen bir yaratık olarak diğer canlılardan ayrıldığı için düşünerek var
olur ya da düşünceleriyle birlikte aktif yaşam düzeni içinde yerini alabilir.
Düşünce eylemi insanların temel davranış biçimi olarak belirginlik kazandığı zaman
insanların insanca yaşayabilecekleri bir yaşam düzenine sahip oldukları kabul
edilebilir. Bir dilin anadil olarak belirlenebilmesi için ortak davranışların
bütününden meydana gelen bir kültürün ve insanların eğitim ve bilimsel
çalışmalar doğrultusunda kullandıkları dilin, gene o dil kullanılarak
yapılması gerekmektedir. Kavramlar, tanımlamalar, atasözleri ve benzeri edebi
ürünlerin hepsinin ana dilde ifade edilmeleri, ana dilden resmi dile geçiş
süreci içinde yerine getirilmeleri gereklidir. Resmi dilin özünü oluşturan ana
dil toplumsal gelişme süreci içinde genel olarak evde anneden öğrenilmektedir.
En küçük toplumsal birlik olarak öne çıkan aile topluluklarında ana ile
birlikte baba da yer alarak ana dilin ortaya çıkışında etkili olmaktadır. Ana
dilden hareket ederek toplum içinde ana dili kullanarak hareket eden bireylerin
günlük yaşam sırasında kullandıkları sözcükler ve bunların bütünleşmesinden
meydana gelen ortak dil kullanımı, zaman içerisinde tekrarlanarak pekişir ve
kullanıldığı ülkenin resmi dili haline de dönüşebilir. Günlük yaşam içinde çalışırken ve üretim
amaçlı faaliyetlerde bulunurken, gene ana dilden gelen günlük dil kullanılır ve
bu nedenle de zamanla ana dil ülkelerin resmi dili konumuna gelebilir. Toplumsal
yaşam düzeni içinde yapılan çalışmalar belirli bilim dalları ve araştırma
alanları gündeme getirirken edebiyat, tıp, hukuk, felsefe ve kültür gibi
değişik alanlar kendi kullandıkları dili geliştirerek ana dil merkezli yönelimi
kendi mesleklerinin diline de dönüştürebilirler. Ne var ki bu gibi özel
alanlaşma toplumsal yaşam açısından bölücü olmaya başladığında, bu kez resmi
dil bir tepkisel insiyatif olarak devreye girerek ana dil kullanımından meydana
gelen ortak lisanı korumaya ve geliştirmeye öncelik verirler. Böylece resmi
dilin her gün toplum üyeleri arasında kullanılmasıyla bir anlamda ülke içinde
ulusal bir var olma referandumu gerçekleştirilmekte ve bu doğrultuda tazelenen
uluslar ile ulus devletler varlıklarını koruyarak yaşamlarını sürdürmektedirler.
Türkçe
bugün hem Türklerin ana dilidir hem de Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi
dilidir. Böylesine bir ortak yapılanma Türkçe kullanımını fazlasıyla
yaygınlaştırarak dilin güçlenmesine yardımcı olmuştur. Dil güçlendikçe ulusal
kültür gelişmeye başlamış ve bunun kaynağında var olan ulusal dil olarak Türkçe,
Türkiye’nin bir bağımsız devlet olarak yapılanmasına önemli ölçüde katkı
sağlamıştır. Ana dili gibi resmi dilinde en önemli özelliği bir toplum içinde
birlikte yaşayan insanların aynı anda benzer düşünce ve duygularla ortak
hareket etmesidir. Bir ülkenin değişik bölgelerinden birbirinden farklı
dillerin kullanılması gündeme gelirse, o zaman ortak bir sorun ya da durum ile
karşı karşıya kalan bir toplumun ulusal vatandaşlarının benzeri duygu ve
düşüncelerle birlikte hareket etmesi mümkün olamıyor olabilir. Bu gibi
durumlarda ulusal toplum bütünlüğü zarar görebilir ya da bölünme veya parçalanmaya
doğru gelişen farklılıklar zamanla öne çıkarak toplum içinde birlik ve
bütünlüğü ortadan kaldırabilirler. Herkesin sahip olduğu kimliğin toplumsal
boyutunu oluşturan ana dil ya da resmi dil bu gibi olumsuz durumlarda birlikteliği
devam ettiren mekanizma olarak, ulusal dili ve devlet yapılanmasını
korumaktadır. Osmanlı sonrası Anadolu yarımadası için Sevr projesini gündeme
getiren İngiliz emperyalizmi Türkiye’nin kuzeyi, batısı, doğusu ve güneydoğusu
için ayrı ayrı dillerin geçerli olacağı küçük eyalet devletçikleri düşünmüş ve
bu doğrultuda ABD ile birlikte yabancı okullar açarak geçmişten gelen ülkesel
birliği ortadan kaldırabilmenin arayışı içinde olmuşlardır. Karadenizli ile
Güneydoğulunun birbirini anlamadığı bir Türkiye yaratmak ancak emperyalizmin
bölücülüğüne zemin hazırlar ama bir ulus devlet olan Türkiye’nin bütünlüğünü de
ortadan kaldırabilir. Benzeri bir durum bugün dört devletten parça alarak
oluşturulmak istenen bir yeni devlet oluşumunda da gündeme getirilmiş ama dört
bölge halkının farklı diller konuşmaları yüzünden, ulus devlet olarak oluşturulmak
istenen yeni manda devleti projesi bir türlü hayata geçirilememiştir. Konuşurken
ya da düşünürken aynı şeyleri hissetmeyen ya da ortak tutum ve davranışlar
içine girmeyen fertlerden oluşan toplum yapılarında uluslaşma olgusu ile
karşılaşılmaz çünkü herkesin alt kimlikleriyle birbirinden ayrı dil ve kültürü
taşımaları gibi durumlarda, uluslaşma olgusu tamamlanmadığından, ana dili ya da
devlet dili ortaklığı sağlanamaz.
Ulus
devletlerde ve ulusal toplumlarda birliktelik için ortak bir dilin varlığı
zorunludur. Aksi takdirde her gün bir referandum olarak benimsenen ve bu
doğrultuda ulusal toplumların devam etmesini sağlayan dil birliği düzeni
sürdürülemez bir noktaya gelebilir. Genel olarak hayata gelen her yeni kuşak
farklı dil oluşumları ile karşı karşıya gelebilir ya da geçmişten gelen bir
ortak dil olarak ana dili ya da devlet dili çizgisinde tek bir dil kullanarak
anlaşmaya yönelmektedirler. İdeal olan devlet düzenlerinde, ulusal toplum
birlikte hareket eder ve bunu da ortak devlet dili ile gerçekleştirmeye çaba
gösterirler. Bir ulus devlet çatısı altında birisi ağlarken ötekiler onu
anlamıyorlarsa ve ortak konuda anlaşamıyorlarsa o zaman ne ülkü ne de ülke
birliği kalmaz ve o devletin geleceğe dönük bir süreç içinde var olabilmesi
giderek zor bir aşamaya sürüklenir. Birçok başarısız ulus devlet düzeninde bu
duruma benzer birçok olumsuzluklar birbiri ardı sıra öne çıkabilmekte ve bu
yüzden de ulus devletlerin uluslaşarak ortaya çıkmış oldukları siyasal
konjonktür dünyayı başka noktalara doğru sürüklerken, ulus devletler ulusal
yapılarını ve kültürlerini koruyamadıkları için başka türlü siyasal
konjonktürlerin içinde bocalamaya başlarlar ve zaman içinde de bocalamadan yok
olmaya doğru eğilimler gösterebilirler. Başarılı ulus devletlerin ortak bir
ulusal kültür oluşturanlar olduğu son dönemdeki gelişmelerle açıkça
görülmektedir. Ortak ulusal kültürün de vazgeçilemeyecek düzeyde ana dil ya da
onun resmileşen türü olan devlet dili olduğu artık kesinlik kazanmıştır. Demokratik
rejimlerde her gün halkın önüne çıkarak konuşmalar yapan siyasetçilerin,
ülkenin birlik ve bütünlüğü için tek bayrak, tek devlet, tek vatan, tek millet
diye bağırdıkları çok fazlasıyla görülmektedir.
Her nedense ulus devletleri var
eden tek resmi dil konusu görmezden gelinmek gelinmektedir.
Dünyanın
orta yerinde üç kıtanın ortasında bir ulus devlet olarak öne çıkan Türk devletinin
ortaya çıkış sürecinde ve her türlü engele rağmen devam etmesinde etkileyici
ortak ana faktör olarak tek dil koşulunun devam etmesi gösterilebilir.
Türkiye’yi yoktan var eden ortak dil olgusunun zamanla ihmal edilmesi ve son dönemlerde yaşanan ulusal siyasal konjonktürde resmi dil konusu kamuoyunda geride bırakılırken, alt
kimlikler üzerinden yerel ve bölgesel dillerin öne sürülmesi ulusal bütünlük
açısından çok büyük handikapların
gündeme gelmesine yol açmakta ve bu doğrultuda ulus devletten vazgeçilerek, başka
devlet modellerine yönelenler vatan,
toplum ve de tarih gibi değişken
unsurları esas alarak bunları ısrarla tekrar etmektedirler. Dil kadar
birleştirici olmayan tarih ve toplum yapılarının tek tek sayılmaları ama tek
dil konusunun bu arada görmezden gelinmesi ya da bilinçli bir biçimde unutulması,
gelecekte farklı devlet modellerini emperyalist projeler ile dış güçlerin baskı
ve çıkarları doğrultusunda dışarıdan dayatanların amaçlarına hizmet etmektedir.
Bilim açısından farklı devlet modelleri olduğu için, ulusal kültür üzerinden
ulus devlet entegrasyonunu gündeme getiren tek dil koşulunun da ana dil ya da
devlet dili olarak var olan devlet modelinin korunabilmesi için her zaman
hatırlanması gerekmektedir. Kişisel kimliğin olduğu kadar toplumsal kimliğin de
özel yapılanmasının ana koşullarından birisi olarak, resmi dilin tek dil koşulu
çizgisinde her zaman için dile getirilmesi, ulus devletlerin savunulması
açısından vazgeçilmez bir konudur. Başka türlü devlet modellerine angaje
olanlar ya da emperyalizmin dışarıdan baskıcı zorlamalarına bu doğrultuda karşı
çıkmayarak pasif kalan toplum kesimleri, ulusu var eden ana dili unutunca Türk
devletinin varlığı tehlikeye girmektedir. Ulusal konularda duyarlılık
göstermeyenler, bu noktada dil konusunu tartışma konusu yaparak, gelecekte
ülkenin ulusal varlığını tehlikeye atmaktadırlar.
Ulus
devletleri ortadan kaldırmak için her yola başvuran emperyal devletler ve
küresel şirketler, ulus devletlerin kendi çatıları altında oluşturdukları
toplumsal birlikteliği ortadan kaldırmak üzere bir de komşu dil adı altında
yeni bir dil tanımlaması ve yapılanmasını tartışma alanına getirmektedirler. Bir
ülkede ulus devletler kurulmuşsa ve ülkede kabul edilen resmi dil çizgisinde
ulusal dil o ülkenin ulusal kültürünü bütünüyle oluşturuyorsa, var olan uyumluluğu
bozmak üzere araya bir de komşu dil kavramını sokarak ulus devlet karşıtlığı
provoke edilmektedir. Alt kimliklerin dayandığı farklı diller komşu dil olarak
masum bir görünüm içerisinde öne çıkarılabilmekte ve küresel emperyalizmin son
çeyrek asırda dayattığı çok kültürlü toplum yapılanması çizgisinde, komşu
dillere de ulus devletlerin resmi dilleri ile birlikte benzeri bir hukuksal
statü verilmeye çalışılmaktadır. Böylece ulus devletlerin üniter yapısı
bozularak küreselcilerin şehir ve eyalet devletlerinin önü açılmaya
çalışılmaktadır. Günümüzün Orta Doğusunda Türkiye’ye komşu ülke olan Irak anayasasında, devlet Arapların
ve Kürtlerin ortak siyasal örgütü olarak gösterildiği için, çok kültürlü bir
anayasa üzerinden Arapların çoğunlukta bulundukları ülkede ikinci bir dil,
komşu dil olarak anayasal düzen içinde benimsenmektedir. Ulus devletlerin dünya
haritası üzerinde sahip oldukları toprak parçaları komşu ülkelerin vatanı
olarak kabul edilirken, ulus devletin resmi dillerinden başka bölge halklarının
kullandığı alt kültür dilleri de çok kültürcülüğün bir uygulaması olarak komşu
diller tasnifi içinde öne çıkarılmaktadır. Komşu diller ya da alt kimlik
dillerinin çok kültürlülük ortamında, ulus devletlerin anayasal düzenlerinde ya
da hukuk sistemlerinde yer alması için dış
güçlerin baskıları ile karşı karşıya kalınmaktadır. Onların hazırladıkları
gelecek projeleri doğrultusunda ulus devletlerin tasfiyesi gündeme
getirildiğinden, resmi dilin dışındaki diğer dillere komşu diller tanımlaması ile
geçerli bir statü tanınarak emperyalist projelerin önü açılmaya çalışılmaktadır.
Ulus devletlerin komşusu olan ülkeler vardır ve bunlar ile ilişkiler komşuluk
esası üzerinden uluslararası alanda yürütülmektedir. Ne var ki, komşu ülkelerin
dilleri ile komşulukları karıştırılınca, ortaya hem bir uluslararası ilişkiler
kaosu hem de de bir ulusal toplum curcunası gibi karışık ortamlar
çıkabilmektedir.
Ulusal
diller ile komşu ve alt diller arasındaki çekişme, ulus devletlerin tarih
sahnesine çıkışı ile başlamış ve iki asır boyunca devam ederek bugünlere
gelmiştir. Dün ulus devletler kurarak imparatorlukları parçalamaya çalışan
emperyal güçler, bugün de ulus devletleri parçalayabilme doğrultusunda şehir ve
eyalet devletleri oluşturmaya öncelik vermektedirler. İmparatorluklar ile dünya
kıtalarına yayılan emperyalizm, sonraki aşamada imparatorlukları kontrol
altında tutabilmek üzere bunları ulus devletlere bölerek parçalama siyaseti
izlemiştir. Böylece daha küçük devletler olarak ulus devletleri öne çıkaran
emperyalistler imparatorlukların büyüklüğü ve gücünden kurtulmuşlardır. Devletlerin
vergi uygulamalarını istemeyen, her devletin kendi ulusal çıkarları
doğrultusunda oluşturduğu resmi hukuk düzeniyle getirdiği kısıtlamaları
ya da hukuk sınırlamalarını kabul etmek istemeyen uluslararası tekelci
şirketler, kendi denetimleri altında bir küresel dünya düzeni oluşturulabilmesi
için ulus devletlerin içinden şehir ve eyalet devletleri çıkarmaya öncelik
vermekte ve bu doğrultuda ulusal
toplumun birliğini ve bütünlüğünü parçalamaya doğru yöneldikleri aşamada alt ve komşu dilleri gündeme getirerek,
bunlarında içinde yer alacağı yeni bir çok kültürlü toplumsal düzen kurma
çabası içine girmektedirler. Her kafadan bir sesin çıkacağı, toplumsal yaşamın
her aşamasında birbirinden farklı dillerin kullanılacağı, sokakta yürürken,
parkta otururken, resmi kurumlarda vatandaşlığın gereği olan kamu hizmetlerinden
yararlanırken başka başka dillerin kullanılmasıyla oluşturulmak istenen sosyal
kaos ortamıyla emperyalizm ulus devletleri parçalayarak bunları ortadan
kaldırabilmenin uğraşı içerisine girmiştir. Ulus devletleri var eden ulusal
dilin ülke ve toplum bütünlüğü içinde genel geçerliliğinin kaldırılmasına
yönelik girişimler, alt kategoride komşu dillerin resmen tanınmasını gündeme
getirdiği aşamada yeni dünya düzeninin küresel boyutu ile karşı karşıya
kalınmaktadır.
Yeryüzünde beş kıtaya dağılmış olan insan
toplulukları içinde yapılan bilimsel çalışmalara göre, beş bin den fazla kültür
grubu bulunmaktadır. İki yüz civarındaki ulus devletlerin sınırlarının yetersiz
kaldığı beş bin ayrı kültür alanının gelecekte ulus devletlerin ötesinde kendi
kendilerini yönetecekleri bir kamu düzenine yönlendirilmesi noktasında alt
kültürler ve komşu diller gündeme getirilerek, geleceğin dünyasında geçerli
olması istenen beş bin şehir devleti ya da eyalet oluşumu gibi gelişmelerin önü
açılmaya çalışılmaktadır. Böylece çağdaş dünyanın yarattığı ve modern ulus
devletlerin yavaş yavaş ortadan kaldırılacağı yeni bir döneme doğru insanlık
hızla sürüklenmek istenmektedir. Böylesine bir yaklaşım insanları modern bir
ulusal kimlikten çıkarmakta ve gelecekte alt kimlikli küçük küçük toplulukların
birbirini yiyeceği ya da sürekli çekişerek her şeyi yok edeceği bir toplumsal
kaosu adım adım getirerek, bütün dünya ülkelerini var olma ya da yok olma
süreci ile karşı karşıya getireceği tehlikeli bir ortama doğru yönlendirmektedir.
Dil konusu böylesine olumsuz bir süreç içinde eskisinden çok daha fazla siyasal
bir anlam kazanmış ve devletlerin ortaya çıkışı ile birlikte ortadan
kaldırılışı aşamasında da ana etken unsur olarak yeni bir konum kazanmıştır. Küresel
şirketlerin yanı sıra uluslararası kuruluşların da aynı doğrultuda
yönlendirilmeye başlanmasıyla birlikte bugünün dünyasında ulus devletlere karşı
çıkan bir olumsuz ortam yaratılmıştır. Geçen yüzyılda el üstünde tutulan ulus
devletler düzeni, kötülenmeye başlanmış ve bunlar faşist örgütlenmeler olarak
lanetlenirken, ulus devletleri var eden ulusal dilleri kullanmak da faşist
olmakla bire bir gösterilmek istenmiştir. Ulus devletler kötülenirken alt
kültürler ve kimlikler parlatılarak insan hakları ve de çağdaş uygarlık
gerekçeli çıkışlar aracılığıyla ortaya daha küçük devletçikler çıkartmak üzere
bölücü ve kaos hedefli siyasetler sürekli olarak devletlerin gündeminde canlı
tutulmaktadır. Dünyayı binlerce yıl kendi istedikleri çizgide yöneten zengin ve
güçlü aileler, egemenliklerini uluslar ile paylaşmak istemedikleri için, alt
kültürleri alt dillerle kışkırtarak ve komşu kültür ve dillere yol açarak kendi
küresel egemenliklerini sürdürmenin yollarını aramaktadırlar.
Batı
blokunun emperyalist büyük devletleri içinde yer alan İngiltere, Fransa ve Almanya
gibi devletler de birer ulus devlet olarak ulusal resmi dil ile birlikte alt
grupların kullandığı komşu dilleri sorunu ile de karşı karşıya kalmaktadırlar. Orta
çağ döneminde üç yüz civarında şehir devletine sahip olan Avrupa kıtası bugün
gelinen aşamada otuz ulus devlet üzerinden birleşerek ABD gibi kıtasal bir
federasyona dönüşemeyince, küresel şirketlerin dünya hegemonyası ulus devletler
ile paylaşılma noktasına geldiği için, Avrupa Birliğinin uluslararası
yapılanması üzerinden alt kültürler ve diller, Avrupa Birliği sürecinde yerel
yönetimler, yerel kültürler ve diller ile bölgesel devletler ve diller olarak
gündeme getirilmişlerdir. Bu doğrultuda İngiltere’den İskoçya, Galler ve Kuzey
İrlanda Fransa’dan Korsika adası, Bask bölgesi, İspanya’dan Katalanya, Anduluzya,
Almanya’dan Bavyera, İtalya’dan Padanya ve Sicilya, Yunanistan’dan Girit, Ege
Adaları ve Güney Makedonya gibi bölgelerin ulus devletlerden ayrılarak, alt
kimlik ve kültür ile Avrupa Birliği içinde yer almak istedikleri görülmektedir.
Avrupa Birliği bir uluslararası kuruluş olarak bu tür ayrılıkçı oluşumlara
karşı, bölge devletleri ile alt kültür ve diller başlıkları altında oluşturduğu
kuralları ve hukuk siyasetlerini kararlı bir biçimde uygulayarak sorunları
çözmeye çalışmış ama komşu dil olarak ifade edilen alt diller içinden çıktığı
bölgelerde ana dilde eğitim ve çalışma hakları çizgisinde ele alındıkları zaman,
var olan kamu düzeninin bir parçası konumuna da gelebilmişlerdir. Avrupa gibi
uygarlığın beşiği olan ve son derece gelişmiş devlet yapılarına sahip olan bir
kıtada, çağdaş dünyanın en gelişmiş devlet modeli olarak ortaya çıkan modern ulus devlet yapılanmasının önlenmesi ve ayrıca
insan hakları düzeyinde ele alınan alt kimlik kültürü ve dillerinin desteklenir
bir düzeye gelmesiyle, Avrupa uygarlığının insanlık alemine kazandırmış olduğu
ulus devletler modelinin, giderek tehdit altına girmesini ve belirli bir zaman
süreci içinde ortadan kalkarak alt kültürler ile komşu dillerin yeni bir ortaçağ düzenini, çağdaş
uygarlığa aykırı bir biçimde geriye giderek ortaya çıkarmasına zemin
hazırlamaktadır.
Fransa,
çağdaş ulus devlet modelinin öncüsü olan bir ülke olarak eski bir kültür bakanı
Touban’ın adıyla 1994 yılında çıkarmış olduğu yasal düzenleme ile resmi ulusal
dil olan Fransızca’nın yerel ve alt kültür dillerine karşı korunması
doğrultusunda ayrı bir kamu düzeni örgütlemesi yapmıştır. Bu yasaya göre
Fransızca, Fransız ulusunun ana dili olarak bütün resmi işlemlerde resmi dil
olarak kullanılacaktır. Devletin düzenlediği bütün resmi işlemlerde resmi dil
olarak Fransızca kullanılmaktadır. Bütün eğitim kurumlarında, tüm devlet
daireleri, kamu kurumları ve mahkemelerde yalnızca resmi dil olarak Fransız
ulusunun ana dili kaynağından gelen Fransızca kullanılacaktır. Resmi dilin
yanında yerel ve bölgesel diller ilgili yörelerin halkları tarafından bir
kültür zenginliği olarak kullanılabilecektir. Alt kültür dillerinin komşu dil
olarak resmiyet kazanması ya da kamu kurumlarında resmi işlemler sırasında
resmi dil gibi kullanılması söz konusu olmayacaktır. Fransa bu düzenlemeyi
yaparak Avrupa Birliği çatısı altında kalmayı tercih etmiş bir ulus devlet
olarak kendi devlet modeline sahip çıkmıştır. Ne var ki, böylesine bir
düzenleme yaparak birliğini ve bütünlüğünü güvence altına alamayan İngiltere
Avrupa Birliğinden çekilerek, alt kültürler ya da komşu diller üzerinden
bölünme tehlikesinden uzaklaşmıştır. Fransa devletçi bir tutum ile ulus devlet
modeline sahip çıkarken, günümüzdeki dünya devleti yapılanmasının öncüsü olan
İngiltere daha demokratik davranarak böylesine bir yasal düzenleme ile kendi
halkına ulus devlet yapılanması dayatmamış ama bölünüp parçalanmamak üzere de
Avrupa Birliği üyeliğinden çekilmek zorunda
kalmıştır. Demokratik tutumlar
ülkeyi bölünmeye doğru sürüklediği zaman ulusal düzen ve çıkarlardan yana
yaklaşımlar öne geçmekte ve ulus devletler ulusal yapılarını koruyabilmek üzere,
bu doğrultuda merkezi yapıyı güçlendirecek adımları tıpkı İngiltere gibi atmak
zorunda kalmaktadırlar. Ulus devletler düzenli bir gelecek için ulusal
yapılarını ve aynı zamanda ulusal dillerini de koruyarak geleceğe dönük
konservatif politikalar izleyebilmektedirler.
Türkiye
Cumhuriyeti Türkçe ile var olmuş bir devlettir. Türk dilinin yüzyıllar önceden
çıkarak bugünlere kadar geliş sürecinde, Türkçe dil olarak hem Asya’nın hem de
Avrupa kıtasının çeşitli bölgelerinde konuşulmuştur. Osmanlıca ya da Çağatayca
gibi farklı dönemlerde ortaya çıkan Türkçe’nin farklı kullanımları dönemsel
koşullar doğrultusunda gündeme gelmiş ama Göktürklerden gelen bir doğru çizgi
üzerinde Türk dili Türk toplulukları ile birlikte var olmuştur. Tarihin ortaya
çıkardığı değişim yönünde Türkçe’nin çeşitli evrelerden geçtiği görülmektedir.
Geçmişten bugüne gelen çizgi doğrultusunda Türkçe gelişmeler gösterirken aynı
zamanda Türk kültürünün oluşumu da zenginleşerek devam etmiştir. Yirminci
yüzyılın başlarında modern bir cumhuriyet devleti olarak kurulan Türkiye’nin, devletin
çekirdeği konumunda bir Türk Dil Kurumu kurarak dil alanında önemli bir devrim
yapmasıyla kısa zamanda Türkiye Cumhuriyeti çağdaş uluslar ailesi içinde yerini
almıştır. Dil alanında köklü bir adım atılmasıyla birlikte, imparatorluk
döneminden geride kalan Osmanlı ahalisinin yetiştirilmesi hızlandırılmıştır.
Vatandaşların tek bir ulusal dil çatısı altında bir araya gelerek birbirlerini
anlamalarına öncelik verilmiş ve Türk Dil Kurumunun açılmasıyla birlikte genç
Türk halkının gerçekleri görebilmesi için elverişli ortam aranmıştır. Alfabe
eğitimi ile cumhuriyetin genç kuşaklarına eğitim bilinçlenmesi verilirken,
Türkçe’nin yaratmış olduğu ortak ortam düzeyinde yeni Türk devletinin Türk
vatandaşları modern bilimin verilerine göre eğitilmeye çalışılmıştır. Dil
biliminin gereklerine uymaya çaba gösteren yeni Türk Cumhuriyeti dil devrimi
gibi devrimci bir atılımla, Osmanlı ahalisinin Türk vatandaşı olmasına giden
yolu açmıştır.
Kısaca,
Türkiye Türkçe ile var olmuştur. Çağdaş bir ulus devlet yaratacak düzeyde
gerekli olan birikimin Türkçe sayesinde elde edildiğini söylemek, Osmanlı
devletinden Türk devletine geçişin özetidir. Osmanlı devleti bitince Türkçe
bilen Türkler bir araya gelerek Türklük üzerinden bir gelecek inşasına
girişmişler ve Türkçe’nin getirdiği ortak birikimin içinden yeni Türk devleti
çıkabilmiştir. Türkçe Türk ulusu ile birlikte Türk devletinin kuruluşunun
gerçekleştirilmesinde önemli bir temel dayanak sağlarken, Türkçe üzerinden yapılan
dil devrimi aynı zamanda siyasal ve kültürel devrimin diğer kolları ile de bir
araya gelerek, bugünkü Türk devletinin kısa zaman içinde Türk dünyasının önde
gelen temsilcisi olmasına olanak sağlamıştır. Yerel ve bölgesel gelişmeler
kendi kültürünü ve dilini beraberinde getirirken, ulusal toplumlar ile ulus
devletler de boş durmayarak, hızla ilerleyen zaman dilimi içinde kendilerini
yenileyerek kendilerini ayakta tutabilecek düzeyde yenilenerek bugünlere
gelmiştir. Devletin resmi kurumlarında ulusal yapının getirdiği düzenlilik
içinde eğitim ve diğer işler Türkçe ile yürütülürken, alt kültür dalında ya da
komşu bölgelerde kullanılan komşu dilleri ile ilgili eğitim çalışmalarına
çağdaş demokrasilerin getirdiği doğrultuda özel sektör kuruluşlarında devam
edilebilmektedir. Türkçe ile var olma şansını elde eden Türkiye’nin gelecekte
varlığını sürdürebilmesi ve zaman içinde giderek yok olmaması için gene Türkçe
ile yola devam etmesi gerekmektedir. Resmi alanda yer verilemeyen alt kültür dilleri
ikinci planda ele alınarak özel sektör kuruluşları bu çizgide yönlendirilebilir.
Avrupa ülkelerinde görüldüğü gibi ulus devletlerin kurulması sırasında temel
dayanak noktası olan ana dilin gene resmi planda kullanılmasıyla, ulus
devletlerin ortadan kalkmaları önlenebilir. İmparatorlukların dağılma
aşamasında ortaya çıkan Balkanizasyon süreci alt grupları ayrılmaya doğru sürüklerken,
alt kültürler ve komşu dillerin temel dayanak noktası yapılmaya çalışıldığı
görülmektedir. Avrupa’nın büyük ulus devletleri bu gibi olumsuz gelişmelere
karşı kendilerini nasıl koruyarak savundularsa, Türkiye Cumhuriyeti de bir
büyük ulus devlet olarak Avrupalı komşularının izlediği yoldan giderek, ulusal
diline sahip çıkacak ve bu dilin resmi alandaki geçerliliği ile gelecekteki
varlığını sürdürmesini bilecektir. Türkiye Türkçe ile var olmuştur ve var
olmaya devam edecektir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Eyvallah...
YanıtlaSil