15 Aralık 2024 Pazar

İRADE-İ MİLLİYE’DEN HAKİMİYET-İ MİLLİYE’YE - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

 ANKARA KALESİ

İRADE-İ MİLLİYE’DEN 

HAKİMİYET-İ MİLLİYE’YE

             Bu makalenin başlığında yer alan İrade-İ Milliye’den, Hakimiyet-İ Milliye’ye geçiş olgusu, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş aşamasındaki büyük oluşumu ve sonraki değişimi ifade etmektedir. Yer yüzünde var olan ve değişik insan gruplarının bir araya gelerek oluşturduğu ve hukuk yapıları olarak öne çıkan ulus devletler ya da diğer devlet yapılanmalarının birer sosyal organizasyonları olarak gündeme gelmiştir. Binlerce ya da milyonlarca yıl olarak var olarak, dünya tarihi içindeki yerlerini elde eden büyük dünya devletleri, siyaset ve tarih alanlarındaki gelişmeler ve de yenilikler olarak öne çıktıktan sonra, siyaset dünyası ve tarihsel alanlarda beraberlerinde yenilikler ve değişimler getirerek, daha sonraki aşamalarda gündeme gelen siyaset ve tarih oluşumlarının önlerini açıyordu. Bu doğrultuda hareket ederek dünya tarihi içinde yer alan çeşitli dünya devletleri, tarihsel ve siyasal gelişmelerin önde gelen aktörleri olarak, insanlığın ortak yazgısında kazandıkları yeni roller üzerinden, insanlık için önde gelen vizyonlarla uğraşmışlar ve daha sonraki aşamalarda da kazandıkları yeni vizyonların her çağın koşullarının belirlenmesinde çeşitli rolleri üstlenerek, yeryüzü üzerinde insanlığın gerçek karakterinin belirlenmesinde, hareketli bir misyon üstlenerek, en ileri vizyonun gerçeklik kazanmasında etkin bir faktör olmuştur.

            Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti tarihin büyük dönüşümü aşamasında hem millet olarak hem de devlet olarak ikili bir büyük değişimin kahramanları görünümünde öne çıkarken bugüne kadar gelen 100 yıllık zaman dilimi biçimlenmeler açısından önemli etkiler yaratmış ve böylece yirmi birinci yüzyılın yeni kuşaklarına değişimin yönlerini belirleyerek, geleceğin dünyasında gündeme gelebilecek yeniliklerin öncüsü olmuştur. İçinde bulunduğumuz 2023 yılı cumhuriyetin yüzüncü yılını günümüze taşıyarak, tarihin başlangıçtan bugüne gelen sürekliliğinin yeni bir yansıması olmuştur. Türk devletinin kurucu iradesi Sivas kongresi çatısı altında ortaya çıkarken, 4-EYLÜL -1919 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesinin Anayasa kitaplarında anlatılan temel hukuk ve devlet ilkelerine uygun olarak gündeme getirildiği anlaşılmaktadır. Ülkenin batı, kuzey, güney bölgelerinde yeni devlet kuruluşu ile ilgili toplantılar yapıldıktan sonra, sıra doğu bölgesine gelmiş ve bu doğrultuda Erzurum ve Sivas kongreleri yapılarak dünyanın siyasal çekişmesinin ana aktörleri Misakı Milli sınırları adı verilen ülke topraklarının dış güçlere açılması gibi bir yeni durumu öne çıkarmıştır. Türk halkı böylesine bir siyasal süreç ile karşı karşıya getirilirken, dış güçlerin emperyalist saldırılarına karşı vatanın merkezi noktalarında iç cepheler ile ilgili hazırlıklar tamamlanmaya çalışılıyordu. Daha önceki aşamada  ülkenin her il ve ilçesinde hareketler ve toplantılar birbiri ardı sıra gerçekleştirilirken, bu toplantılar sonucunda elde edilen bilgiler ve detaylı görüşler ortak bir çatı altında bir araya toparlanarak, geleceğin ulusal  devletinin çekirdek yapılanmasını öne çıkaracak resmi organizasyonu, Kuvay-ı Milliye adı verilen ulusal kurtuluş savaşının ilk kongresi olarak, doğu Anadolu bölgesinin merkezi vilayeti olarak kabul edilen Sivas şehrinde yurdun dört bir yanından gelen  diğer kongrelerin temsilcileri ile  ortak  bir çatı altında toplanılıyordu. Yabancı emperyalist devletlerin saldırı ve işgal girişimleri karşısında Anadolu ve Rumeli halkı öne çıkarken, hem ulusal direnişin başlangıç tohumları atılıyor hem de geleceğe dönük bir siyasal çıkış güçlü bir biçimde gerçekleştirilerek, adım adım Türk istiklal ve istikbalinin temelleri atılıyordu. Sonsuza kadar yaşayacak Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri birbiri ardı sıra atılırken, Kuvay-ı Milliye hareketinin hem önde gelen yönetici kadroları hem de ulusal önderi olarak Mustafa Kemal Atatürk, liderlik sandalyesi üzerinden bütün Türkleri selamlayarak, geleceğin anti emperyalist savaşlarının ilk önderi olarak dünya haritasında fazlasıyla yer etmiş olan mazlum ulusları ve devletleri bu durumdan kurtarabilmek için büyük bir siyasal mücadeleye kalkışıyorlardı.

            Dünya yirmi birinci yüzyıla girerken, Türkiye Cumhuriyeti de yüzüncü yılını idrak ederek geleceğin dünyasında yer alan yolunu tamamlamaya çaba gösteriyordu. Başkent Ankara merkezli ulusal kurtuluş savaşı ülke merkezli bir ayağa kalkışı örgütlerken, yedi ayrı bölge olarak harita üzerinde yer alan Türk devletinin ana vatanının vazgeçilemeyecek parçaları olarak öne çıkıyordu. Her bölge bulunduğu konumunun gerektirdiği gibi ortak çizgi doğrultusunda hareket ederken, birbirinden farklı konumlarda bulunan büyük şehirler öne çıkarak yeni ulus devletin gereksinmeleri doğrultusunda çalışmalarını sürdürüyorlardı. Sahil kentleri ticarete yönelirken, merkezi konumda bulunan iç bölgelerdeki kentler tarım, endüstri ve savunma hizmetlerine daha fazla yerler ayırarak, her yönü ile kendine yeten bir ulus devletin ortaya çıkışını dünya halklarına göstermek istemişlerdir. Misakı Milli sınırları içinde bulunan Türk devletinin önceliği kendi gereksinmelerine vererek ayakta kalmaya çaba göstermesi, kısa zamanda toparlanma ve harekete geçme şanslarını beraberinde getirmiştir. Böylece vatan savunması aşamalarında ülkenin güneyi, doğusu, batısı ve sonunda merkezi toprakları savaş alanına dönüşürken, dünyanın en merkezi imparatorluğu olan Osmanlı İmparatorluğu parçalanarak ve bir çöküş senaryosunun tam ortalarına sürüklenerek, tam anlamıyla içinden çıkılmaz derecede yeni bir batma noktasına gelmiştir. Osmanlı devleti bir yandan emperyalizm ile savaşırken, diğer yandan da içerdeki gayri müslim toplulukların silahlı örgütlenmeleri yüzünden isyanlar ve terör gibi olumsuz anlamda düşmanın öne çıkarttığı kaos ve karışıklık yaratma girişimleri ile Türk devletinin kendisini yenilemesi çabasına izin verilmemiştir. Daha çok Osmanlı devleti sonrasında merkezi coğrafyanın, yeniden bütünleştirilmesini öne süren büyük bölge projeleri doğrultusunda, Osmanlı sonrası Orta Doğuyu yeniden kurmak amacıyla, Ermeni-Fransız desteği ile yeni bir Ortadoks devleti arayışı öne çıkarılmıştır. Amerikalıların ise Yahudi kimlikli Osmanlı vatandaşlarıyla, Büyük İsrail veya Büyük Orta Doğu planlarını gerçekleştirmek için harekete geçtikleri anlaşılmıştır. Rum asıllı vatandaşlar ile İngiliz asıllı kişilerin bir araya gelerek oluşturdukları birliktelik ile yeni Orta Doğu bölgesinin sınırları belirlenmeye çalışılmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti birinci dünya savaşı sonrasında kurulurken, bir yandan halk kitleleri uluslaşma sürecine dahil edilmeye çalışılmış, diğer yandan da geçmişten gelen şehirler bulundukları bölgelerde toplantı merkezleri ve siyasal dayanışma noktaları olarak ülke düzeyinde ve halk katmanları içinde örgütlü bir cumhuriyetçi hazırlığa girişilerek, gelecekte sonsuza kadar yaşayacak güçlü ve çağdaş bir cumhuriyet devletinin kuruluş aşamasında, Sivas kenti Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucu vilayeti olarak seçilmiş ve bu doğrultuda milli mücadelenin ilk adımları atılmıştır. Samsun’a çıkış sonrasında gündeme getirilen Erzurum ve Sivas kongreleri doğrultusunda çalışmalar sürdürülerek, bir ulus devletin temelleri atılmış ve çatı yapısı oluşturulmuştur. Ülkede var olan eski Osmanlı ahalisinden çağdaş anlamda bir modern  ulusal yapı yaratabilmenin sırrının, Erzurum ve Sivas Kongreleri sırasında alınan kararlar ve atılan adımlar olduğu görülmüştür .Kongreler sırasında halk temsilcilerinin inisiyatifleri öne çıkarak yol gösterici olunca, Sivas Kongresi delegelerinin katılımıyla yapılan toplantılarda önce bir Heyeti Temsiliye oluşumu, halk kitlelerinin geniş katılımlarıyla kurularak göreve getirilmiştir .Sivas Kongresi sonrasında Heyeti Temsiliye kurulu üyeleri Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlığında iç Anadolu bölgesini ziyaret ederek ve Hacıbektaş ilçesine uğrayarak alınan görüşler çizgisinde yeni bir anayasa hazırlamak ve devletin temeli olacak, Büyük Millet Meclisi’nin yeni başkent olarak öne çıkacak Ankara vilayetinin merkezi yapısında örgütlenerek devlet öncesi devletleşme döneminin hazırlıkları tamamlanmaya çalışılmıştır. Sivas Kongresi sırasında 14 Eylül I919 tarihinde, genel kurul yapısını halk kitleleriyle kaynaştırmak üzere İRADE-İ MİLLİYE gazetesi Atatürk’ün önderliğinde yayınlanarak Türk devletine, Türk ulusuna ve de Türklük dünyasına hizmet doğrultusunda, Türklerin kendi kaderlerine sahip çıktıklarını ve bu doğrultuda her türlü engel, saldırı ve işgal gibi askeri ya da siyasi baskılara boyun eğmek zorunda kalacaklarını dünya kamuoyuna açıkça duyurmuşlardır.

Osmanlı imparatorluğunun çöküşü ile birlikte ortaya çıkan Türk inisiyatifi, Türk ulusunun geleceğini güvence altına alabilmek için mücadele ederken, kongreler sonrasında toplantılar ve kararlar aşamasına geçilerek alınan kararlar yönünde, bütün Anadolu ve Trakya vilayetlerinden temsilciler davet edilmiş ve bunların katılımlarıyla da Türkiye Büyük Millet Meclisi ulus devletin çekirdek yapısını oluşturarak kendi içinden seçilecek olan yönetimler ve hükümetler aracılığı ile 23 NİSAN 1923 tarihinde açılış törenini bir ulusal bayram biçiminde kutlayarak, Osmanlı devleti sonrasındaki devletsizlik dönemine son vermişlerdir. Bu açıdan Sivas Kongresi Osmanlı devleti için devletsizlik durumunun sona erdirilmesi anlamında atılan çok önemli bir adımdır. Mudanya mütarekesi ile içine girilen ara dönem Sivas Kongresinde alınan kararlar ile sona erdirilmiştir. Tam bu noktada Türkiye’de yaşamakta olan Türk ulusunun bireylerinin katılımı ile yapılan milli kongre uluslaşma açısından son derece etkili olmuş ve böylesine bir aşamada Cumhuriyet’in bir ulus devlet olarak ilan edilmesi daha da kolaylaşmıştır. Milli mücadele döneminin en önde gelen hedefi bağımsız bir devlet olarak cumhuriyet rejiminin ilan edilmesi olduğu için, Sivas Kongresi aynı zamanda cumhuriyetin ilanına kadar uzanan bir siyasal yolun başlangıcı olarak devreye girmiştir. Sivas Belediyesinin cumhuriyetin 100. yıldönümünü kutlamak amacıyla yayınlanan milli mücadele döneminin İRADE-İ MİLLİYE GAZETESİ ‘nin100 yıl sonra yayınlanan eski nüshalarıyla, bugünün koşullarında kongre ve sonrası için genel bir bakış ve değerlendirme yapmak, Türkler için son derece öğretici olmaktadır. Milli mücadelenin tek resmi gazetesi olarak yayınlanan İRADE-İ MİLLİYE gazetesi, ulus devletin yaratıcısı ve göstergesi olarak Türk halkına ulus devletin yolunu göstermektedir. Daha sonraki aşamada ise Atatürk’ün kurmuş olduğu bu gazete çağdaş cumhuriyet yolunun aydınlatıcısı ve okulu olmuştur.

Gazetenin 14 EYLÜL 1919 tarihli birinci sayısı haftada iki sayı olarak yayınlanmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin milli emelleri ile halkın gereksinmelerini savunduğu bir ilke olarak ve gazetenin başlığının alt kısımlarında dile getirilerek savunulmuştur. Gazetenin birinci sayısının kapak yazısı olarak yayınlanan “MİLLİ HAREKATIN SEBEPLERİ BAŞLIKLI” makalenin içinde Türkiye’nin kalkıştığı milli hareketin sebepleri açıklanırken, birinci dünya savaşı sırasında Almanya ve Bulgaristan gibi devletler ile iş birliği tartışılmış. Arap ülkelerinin Osmanlı devletinin elinden alınması sert bir biçimde konuşulmuştur. Irak, Hicaz ve Yemen gibi Müslümanların yaşadığı ülkelerin elden çıkmasına karşı durulmuştur. Sivas Kongresi toplanırken, Osmanlı devleti hükümetinin tencereler içinde yüklü miktarlarda altın almasına da açıktan karşı çıkılmıştır. Yabancılara ve emperyalistlere hizmet eden işbirlikçi kadroların geçmişten gelen bütün kutsal değerlerin terkedilerek sadece Ermeni asıllı toplulukların göç meseleleriyle uğraşmalarına da karşı çıkılmıştır. Yüzbinlerce Ermeni asıllı insanların göçleri ile uğraşılırken Ermeni Patriğinin sözleri ön plana alınmıştır. Büyük savaşta yenilmiş olan Ermeni devleti geleceğin koşulları altında incelenirken, desteklenmeye çalışılmış ve aynı biçimde Rum asıllı Osmanlı vatandaşları özgür vatandaşlar olarak Yunanistan’a gönderilmişlerdir. İZMİR’in işgali Yunanlıları güçlü kılarken Türklerin durumlarının belirsizliğe bırakıldığı görülmektedir. Vatan hainliğine devam eden son başbakan olarak Damat Ferit Paşa Anadolu’daki milli coşkuyu görmezden gelerek Türk insanını Bolşeviklik ve İttihatçılık akımlarının içine sokmaya çalışması da normal olmayan bir tutum olarak görülüyordu. Doğu Anadolu toprakları üzerinde var olan Urfa, Maraş ve Adana vilayetlerinin bırakılması açıkça talep ediliyordu. Osmanlının çöküşü sonrasında ortaya çıkan boşluk ortamında Ermeni devletinin kurulması dikkate alınırken sonradan padişahın onayı da alınıyordu. Harput valisinin kendi bölgesinde yeni bir Kürt devleti kurmaya çalışırken, ülkeyi kurtarmak üzere kurulmuş bulunan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, padişah ve hükümet tarafından onaylanmasına rağmen, bir eşkiya çetesi olarak gösterilmeye çalışılmıştır. İrade-i Milliye gazetesi bu gibi yanlışları ve vatan hainliği konumuna sürüklenen siyasal kadroların, Türk kamuoyuna tanıtılmasına öncelik verileceği gene gazetenin birinci sayısında açıklanmıştır. Ayrıca Anadolu’daki örgütlenmenin padişah tarafından desteklenmesi de acilen istenmiştir.

Sivas Kongresinin ilk toplantısının yapıldığı başkanlık divanı başkanı olarak Mustafa Kemal yeni seçilen meclis üyelerine hitaben bir konuşma yaparak, toplantı öncesinde önemli bilgilendirmeli açıklamalar yaparak, yasama organını güçlendirmeye çaba göstermiştir. Milliyetler ilkesi çerçevesinde savaş sonrası antlaşmalar yapılarak batı Anadolu bölgesinde Yunanlılara önemli ölçülerde ayrıcalıklar sağlandı. Saltanat ve Hilafet isteyen emperyalistler, bu kurumları Türkler ve Türkçülüğün zararına kullanmışlardır. Ülkede hem hukuk devletinin korunması, hak ve hukuk düzenlerinin korunması için de yeni bir örgütlenmeye gerek olduğunu Atatürk açıkça söylemiştir. Milli cemiyetlerin devletçe desteklenmesi, Atatürk’e göre ulusal kurtuluş için gerekli olmaktadır.  Düşmanların saldırı ve işgallerine karşı çıkan toplum kesimleri, acilen vatan savunmasını güçlü bir biçimde yapmaları gerekmektedir. Milli cemiyetlerin milli vicdan ve milli cemiyetlerin hem koruyucusu hem de sesi olarak, ülkenin her köşesinde öne çıkmaları sayesinde daha kuvvetli bir devlet gücü ile sağlandığı aşamada vatan hainliği yaparak ülkeye zarar verenlerin önü kesilecek ve bunlara kesinlikle açıktan saldırı şansı tanınmayacaktır. Düşman devletlerin merkezi hükümete saldırması ve ülke topraklarını işgal etmesi, vatan üzerinde şiddetli bir uyanışa yol açmıştır. Ülkede yaşanan olumsuzluklar devleti ve milleti hızla yok olma çizgisine getirdiği için, itilaf devletleri bu vatanda kutsal değerler, kudret ve milli irade gibi unsurların tartışma konusu olmasından sonra, halk kitlelerinin vatandaşlara saygısı ve güvenliğinin kalmadığı anlaşılmıştır. Yönetimin zaafları ve milli hükümetin merkezi alanda güçsüzlükleri ile ilgili beceriksizlikleri karşısında millet varlığını kanıtlamak, hak ve özgürlüklerini de sonuna kadar savunmak zorunda kalınca, devletin aleyhine işlenen suçlar gibi vatandaşların hak ve özgürlüklerinin daha da güçlendirilerek, normal koşullarda bir savunma ve koruma düzeni oluşturmak üzere harekete geçilmesi gerekliliği uygun görülmüştür.

Ülke içinde var olan milli vicdanın bir tepki olarak öne çıkardığı sorunların aşılabilmesi için hak, hukuk, adalet ve sosyal barış arayışlarının öne çıkmaları sağlanmış ve bu doğrultuda devletin çatısı altında halk kitleleri için koruyucu şemsiyesinin kurulması gerektiği meclisteki tartışmalarda gündeme getirilmiştir. Emperyalizm karşısında çok zor durumlarla karşı karşıya kalan milletler kendi ruhsal durumlarının içinden çıkarılacak ve kendi örgütlenmeleriyle toplum içinde kurumsal bir yapılanma kazanacak derecede, ülkelerin ve toplumların önde gelen kutsallıklarına sahip çıkacak bir çıkış noktasına dikkat etmek gerekmektedir .Ortak milli değerler öne çıkarılırken milli değerleri korumak konusunda güçsüz ve beceriksiz bırakılan halk kitlelerinin sesini boğmak ya da boş bırakmak gibi beklenmedik olumsuz durumlara yönelen gelişmeleri ortaya koyuyordu. Atatürk’ün meclisi açış konuşması sırasında Türk ordusunun üzerine düşen sorumlulukların bilincine varılmış ve bu doğrultuda gerekli olan koruma ile savunma mekanizmaları devreye sokulmaya çaba gösterilmiştir. Atatürk, Erzurum ve Sivas kongreleri ile ilgili olarak meclise açıklamalar yaparken, kongrelere yönelen devlet oluşturma çabalarının nereye kadar yeterli nereden sonra yetersiz kaldıklarını da genel kurula açıklamak zorunda idi. Sivas Kongresi sırasında alınan kararlar doğrultusunda Heyeti Temsiliye içinde düzenlenen Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyetinin kurulmasına genel bir olumlu yaklaşım gündeme getiriliyordu. Ülke içinde bakanlar kurulunun milli emeller doğrultusunda çalışmalar yürütülürken, toplumların diğer yanlardan yara almaması ve böylece sağlanabilecek uyumluluk çizgisi içinde kalarak, çözümlerin öne çıkarılabileceği olayların izlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir. Kongreler sırasında gerek meclis üyeleri gerekse de Heyeti Temsiliye kurulu başkanı olarak Mustafa Kemal son Osmanlı padişahına mektuplar yazarak, taraflar arasında bir uzlaşma  köprüsü ortaya çıkabilmenin arayışları içinde olmuştur. Ne var ki, mektuplaşma ve karşılıklı hazırlıklar içinde yapılan çalışmalar daha sonraki aşamalarda eskisi gibi yürütülememiş ve bu noktadan sonra kurulmuş olan yeni devletin çatısı altında taraflar arasında görüşmeler ve çalışmalar, toplantı ve belgelerde yer aldığı gibi sürdürülmeye çalışılmıştır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti içinde bulunduğu merkezi bölgenin temsilcisi olarak, devletler arası düzende çağdaş gelişmelere paralel biçimde yer almış bir ulus devlettir.

Sivas Kongresi sırasında İrade-i Milliye ile başlayan Türkiye Cumhuriyeti serüveni, daha sonraki aşamalarda ulus devletin kurularak devreye girmesiyle birlikte HAKİMİYET’İ MİLLİYE olarak benimsenmiştir. İmparatorluk sonrasında çağdaş bir ulus devlet yaratmak hedefi ile öne çıkan Türk ulus devleti, daha sonraki aşamalarda hem uluslaşmanın hem de devletleşmenin etki, tepki ve katkılarıyla çağdaş gelişmeler doğrultusunda karşı karşıya gelerek, uluslararası gelişmeler çizgisinde dünya uygarlık ailesinin onurlu bir üyesi olarak öne çıkmak için, Atatürk’ün çağdaş devlet modeli ile yeni bir yolda yürümeye girişmek üzere öne çıkan bir alternatif düzen söz konusu olabilecektir. İrade-i Milliye çıkış noktası olarak gündeme gelirken, Hakimiyeti Milliye adı altında da yeni bir hedef noktası öne gelmektedir. İrade-i Milliye kavramı bugün uluslaşmanın anahtarı olarak düşünülürken, Hakimiyet-i Milliye de ulus devletin hem çekirdeği hem de hedef tahtası olarak gündemdeki yerini sağlamlaştırmaktadır. Kişisel iradeden başlayarak toplumsal iradeye geçişin köprüsü olarak da yeni Türkçedeki kullanılış biçimi olarak ulusal egemenlik kavramı sınırları içinde yer alabilir. Bir ulus devletin kurulması için nasıl ki o ulusun evlatlarından oluşan bir ulusçuluğa gereksinme varsa ve aynı çizgide kişisel iradenin daha geniş tabanlara yayılabilmesi çizgisinde, milli sınırlar içindeki ulusal egemenliğin ulus devletler için yeni duruma paralel bir biçimde devreye girmektedir. İrade-i Milliye’nin, yeni dönemde öne çıkışı bugünün uluslararası dünyasında ulusal egemenlik çizgisinde yeni bir içerik ve çerçeveye doğru gelişirken, İrade- milliye oluşumları yeni bir yapı değişikliğine doğru gelişmeler göstermekte ve bu açıdan siyasal rejimleri ciddi boyutlarda sarsmaktadır. Bu nedenle içinde bulunduğumuz yüz yılın etkileriyle hem bireysel iradenin hem de ulusal iradenin tartışılması bugün için eskisinden daha fazla önem kazanmıştır. Cumhuriyet rejimlerinde bireysel irade öne çıkarılırken, demokratik toplum yapılarında halk egemenliği esas olmaktadır.

Yirminci yüzyılın demokratik rejimlerine bakıldığı zaman halk kitleleri önem kazanmakta ve bu açıdan devlet bir halk örgütlenmesi olarak öne çıkmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Atatürk yeni rejimin içeriğini belirlerken, önce Türk kavramına dayalı ulus devleti kurmuş ve daha sonra da yirminci yüzyılın halklar çağı olduğunu görerek halkçılık kavramına dayanan bir cumhuriyet sistemi oluşturmuştur. Yeni devletin içeriğinin halkçı cumhuriyet olarak tanımına göre temel ilkelerin belirlenmesi ve ulus devlet ile halkçı cumhuriyet birlikteliği Türkiye’nin jeopolitik yapılanması ile de sentezci arayışa doğru geliştiği zaman Atatürk’ün devlet modeli gerçek boyutlarıyla ele alınabilmektedir. Böylesine çağdaş bir sentezci yaklaşım Türkiye’nin sentezi olarak ele alındığı zaman, anayasanın giriş kısmında yer alan altı temel ilkenin birlikte değerlendirilmesi yapılabilmektedir. Demokratik rejimler bireylerin hak ve özgürlüklerini güvence altına alırken milletin iradesi esas olarak ele alınmaktadır. Daha sonraki aşamada cumhuriyet devletlerinin çatısı altında bireylerin hak ve özgürlükleri siyasal rejimlerin ulusçu ve halkçı yaklaşımları aracılığı ile bir senteze yönlendirilebilmektedir. Devletlerin kuruluş aşamasında temel hak ve özgürlükler esas alınmaktadır. Devletlerin kuruluş dönemi sonrasında kurumlaşma açısından konuya yaklaşılması ise İrade-i Milliyeden Hakimiyeti -Milliye ilkesine doğru adım atmaktır. Halk kitlelerinin temsilcilerinin Sivas Kongresinde olduğu gibi kuruluşa katılmasıyla devlet aşamasının birinci aşaması tamamlanmakta, ama daha sonraki adımlar atılırken kişi hakları yerine toplumların hak ve özgürlükleri öne çıkmaktadır. Toplumların her yönü ile ele alınarak bir yönetim düzeni kurulabilmesi açısından toplumlara hâkim olunması gerekmektedir. Bu tür bir aşamada toplumların siyasal anlamda yapılandırılması için bir egemenlik düzeninin ulusal çizgide kurulması gerekmektedir. Bu nedenle normal olarak İrade-i Milliye çıkış noktasından yola çıkılarak Hakimiyet-i Milliye adı verilen hedef noktasına ulaşılacaktır. Millet kendi iradesini kullanmaya başladıktan sonra toplum içinde yaşayan herkes benzer bir biçimde davranarak, toplumsal bütünün tamamlanmasını sağlayacaktır. Böylece sağlanan tam katılım düzeyindeki ortak hareketler, ülke içinde ulus ve halk kitlelerinin kaynaşarak dayanışma içinde yaşamlarını sürdürmelerini sağlayacaktır. 

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder