TÜRK KİM VE TÜRKLÜK NE?
Türklük ve Türk kavramları genel olarak birlikte kullanılmaktadır. Türklük bir milletin adı olarak tarih sahnesinde kendisini göstermiş ve bu milletin içinden çıkan kişiler de kendilerini Türk olarak isimlendirmişlerdir. Türklük bir olgu ya da oluşum olarak dünyanın gündemine gelirken, Türkler de bu milletin içinden çıkarak ve bu milletin yaşadığı ülkeler ile devletleri yöneten bir grup insan olarak görülebilir. Ne var ki, Türk toplulukları ile devletlerini yöneten Türkler zaman içerisinde aynı milletin içinden çıktıklarından dolayı, sosyolojik ve tarihsel olarak benzer özelliklere sahiptirler. Onların zaman içerisinde kazanmış oldukları ortak özellikler, Türk milletini tarih sahnesine çıkartırken aynı zamanda bugünün ulus devletlerine giden yolda, Türklerin de kendi ulus devletlerine sahip olarak tarihin belirlenmesinde önde gelen rollere sahip olacaklarını gösteriyordu. Etniklik olgusu ve her insan toplumunun bulunduğu ve yaşadığı bölgelerden gelen ayrı etnik özelliklerin yarattığı farklı yapılanmalar, beş büyük kıtanın değişik bölgelerinde yaşayan her insan topluluğunda özgün yansımalar yaptığı için, bugün beş binden fazla ayrı kültürel topluluk ile birlikte, iki yüzden fazla da ulus devlet tarih sahnesinde, siyasal ve sosyal serüvenlerine bugün de devam etmektedirler.
Belirli
özellikler üzerinden farklı karakterlere sahip bulunan insan toplulukları, zaman
içerisinde kişilik ve anlam kazanarak geleceğin ulusal toplumlarının oluşumunda
etkili roller oynamışlardır. Etnik yapılanmalar tarihsel süreçlere belirginlik
kazandırırken, o dönemin gerçeklik dünyasını yansıtıyordu. Ulus olgusu daha
sonraki aşamada ortaya çıkan yeni bir yapılanma olarak bugünün gereksinmelerini
karşılamaya yöneliyordu. Etnik yapılanmaların geride kaldığı bir süreç içinde, uluslar
günümüzde dünden gelen siyasal ve sosyal birikimi bugünün koşullarında
yaşatabilecek kurguyu temsil etmektedirler. İnsanların doğdukları ve de
yaşadıkları bölgelerin özelliklerini yansıtan etnisiteler, aradan geçen zaman
dilimleri boyunca uzun süre birlikte yaşamaktan ileri gelen toplumsallaşmaların
ortak ifade edildiği ulusların, yaşam süreçlerine dahil olmalarını
sağlamışlardır. İnsan nüfusunun giderek artması üzerine oluşan kalabalıklar yeni
yeni toplumlar yaratırken, beraberinde toplumların uluslaşmalarına da katkı
getiriyorlardı. Etnik grup kapsamına giren halkın aidiyet bilinci ise, bir süre
etnik kimlik kavramı ile karşılanmaya çalışılmıştır ama bir süre sonra
ulusların tarih sahnesine çıkışı üzerine artık kimlikler ulusallık çizgisi
üzerinden belirlenerek açıklanmaya başlanmıştır. İnsan toplumlarının sosyal
yapılarından etnik grupların doğduğu gibi yavaş yavaş belirginlik kazanan
ulusal özellikler de önce uluslaşma süreçlerini daha sonraki aşamada da ulus
devletlerin tarih sahnesine çıkışlarını hızlandırmıştır. Etnik topluluklar daha
geriden gelen ilkel toplumları ifade ederken, ulusal toplumlar ise uluslaşma
süreçlerinin tüm birikimlerini bünyelerinde bütünleştirerek tümüyle temsil
etmeye çaba göstermektedirler.
Ulusculuk
akımları zaman içerisinde dünyadaki ulusları yaratırken ve uluslar da
kendilerini toparlayarak yollarına devam ederlerken, ulusal toplumlar ve
ulusçuluk hareketleri birbirine karışarak yeni bir bütünlük oluşumunu
hızlandırmışlardır. Bu iki kavram hem birbirlerinin ortaya çıkışlarını
desteklemiş hem de geleceğin ulus devletine giden yolda birbirlerini
destekleyerek, yirminci yüzyılın güçlü ulus devletlerinin ortaya çıkmasında
birlikte etkin olmuşlardır. Bugünün modern ulus devletleri topluca ele
alındıkları zaman, günümüzün uygarlık düzenini temsil ettikleri açıkça
görülmektedir. Uluslar hem toplumlarına hem de devletlerine bir ulusal kimlik
kazandırırken, aynı toplumun içinden çıkan kişilere de ulusun bir parçası
olduğunu gösteren ulusal kimliklerini kazandırabilmektedirler. Uluslar
tarihsellik yapılanması ile kendi toplumlarının içinden gelen bir yenilenme ve
süreklilik eğilimi içinde oluşmaktadır. Bugünün dünyasında modernizmin simgesi
olan ulus devletlerin oluşumunda da uluslar önde gelen etkiler yaratarak
yönlendirme yapmaktadırlar.
Türkiye
Cumhuriyeti tarihten gelen bir ulus devlet olarak, tarihin çeşitli dönemlerinde
gündeme gelmiş olan Türkçülük akımlarının ortaya çıkardığı siyasal ve sosyal
birikimin günümüzdeki kalıcı yansımasıdır. Dünyanın tam ortasında varlığını sürdüren
bir devlet modeli olarak Türkiye Cumhuriyeti yaşadıkça geçmişten gelerek
geleceğe yönelen Türkler, tarih sahnesinin temel aktörleri olmaya devam
edeceklerdir. Milattan önceki eski çağlarda Çin devletinin komşusu olan
bölgelerde ilk olarak tarih sahnesine çıkmış olan Türk toplulukları, zaman
içerisinde devletleşerek o dönemin
büyük Çin devletine sınır komşusu olmuş ve halen uzaydan görülebilen büyük Çin
Seddi ile yüz yüze gelince, geri dönerek dünyanın doğu bölgelerinden göçler
yolu ile batı bölgelerine ve merkezi coğrafyaya yayılmışlardır. Bu nedenle, Türkler
birbirine yapışık bir ana kara görünümündeki üç büyük kıta olan, Asya, Afrika
ve Avrupa kıtalarında yayılarak geriye
dönük on bin yıllık yaşam sürecinin her dönemin de devletler kurarak, Türklüğün
ve Türk kimliğinin bugüne dönük hem koruyucusu hem de taşıyıcısı olmuşlardır. Yirminci
yüzyılın başlarında Anadolu yarımadası gibi bir merkezi ülkede açık kimliği ile
bir Türk devleti kurulurken, devletin kurucu önderi ve ona bağlı olarak hareket
eden bilim kurullarının araştırmaları ile hem insanlık tarihi hem de Türk
tarihi üzerinde önemli araştırmalar yapılmıştır. Bu aşamada Türk Tarih Kurumu ile
Türk Dil Kurumu oluşturularak, kurulmakta olan modern Türk devleti bilimsel
temeller üzerine oturtulmaya çalışılmıştır.
Modern
Türk devletinin kurucu önderi Atatürk, Türklerin tarihsel süreç içindeki
yerlerini araştırırken, Milattan önce on binli yıllara kadar giderek iz sürmüş
ve bugünün çağdaş Türk devleti ile Türk topluluklarının nerelerden geldiğini
belirlemeye çaba göstermiştir. Bugünkü Türk dünyasının geçmişi aranırken,
Asya-Avrupa ve Afrika üçgenindeki Türk devletleri teker teker incelenmiş,
bunların kökeninde var olan Mezopotamya dönemi ile, bu dönem öncesindeki Hun, Avar,
Göktürk ve Uygur dönemleri ele alınarak tartışılmış ve Mezopotamya öncesi
dönemde, Büyük Okyanus’ta var olan iki yüz bin yıllık Mu kıtası ilgili
uzmanlara araştırma yaptırılarak, tarihin ilk dönemleri ile Türk toplulukları
arasındaki bağlantılar belirlenmeye çalışılmıştır. Temelde bir Asya uygarlığı
olan Türklerin Sümerler ile etnik bağlantılara sahip oldukları ve Sümerlerin de
Mu kıtasının batışı üzerine, Asya kıtasına çıkan Uygurlar ile akraba oldukları tespit
edilmiştir. Daha sonraki dönemlerde üç kıta üzerinde tarih sahnesine çıkmış
olan Türk devletlerinin, hemen hemen hepsinin birbirleri ile sosyal ve siyasal
bağlantılar içinde bulundukları araştırmalar sonucunda tespit edilmiştir. Birinci
dünya savaşı sonrasında imparatorluklar sona ererken, yeni bir ulus devletin
temelleri sağlam zemine atılmaya çalışılmış ve bugünkü çağdaş Türkiye Cumhuriyeti
böylesine özenli ve titiz çalışmaların sonucunda dünya sahnesindeki kalıcı yerini
alabilmiştir. Tarih araştırmalarına göre Türklerin geldiği bölge Mu kıtasıdır
ve Mezopotamya bölgesi de Sümerler aracılığı ile Türklerin dünya sahnesine
çıktığı ülke olarak öne çıkmaktadır.
Türklerin
Orta Asya bölgesi ile bağlantıları araştırılınca, tarih kitaplarında Ergenekon
gibi çeşitli efsaneler, mitolojik olaylar ve senaryolar öne çıkmaktadır. Konuyu
bu noktadan ele alarak Türklerin yüzden fazla devlet kurduğu Türk dünyasının
fazlasıyla malzemeye boğulduğu ve esas kaynaklar olan Rus ve Çin arşivleri
incelemelere açılmadığı için, daha tam olarak birbirini tamamlayan kaynak ve çıkış
bağlantıları yeterli biçimde bütünleştirilememiştir. Hun, Avar, Göktürk, Uygur,
Hazar gibi büyük Türk imparatorluklarının incelenmesi sonrasında ortaya çıkan
bilimsel malzemelerin tam anlamıyla
incelemelere açılması ve bunların üzerinde tarih ve siyaset bilimleri açısından
tamamlayıcı açıklama ve değerlendirmelerin yapılmasıyla, Türk kimdir ve Türklük
nedir gibi asıl soruların bilimsel yanıtlarının verilebileceği anlaşılmaktadır.
Tarih öncesi dönemler, Proto-Türkler, Türklerin kurmuş oldukları devletler ve imparatorluklar
ve diğer devletlerin izlediği çizgiler birbirine bağlı bir biçimde incelendiği
aşamada, ancak netleşmiş ve kesinleşmiş bir Türk tarihinden söz edilebilmektedir.
İlk çağ dönemindeki Proto-Türkler ile bugünün çağdaş dünyasının Türklerini
birlikte ele alarak incelemek, son derece zor bir bilimsel çalışma olarak
geleceğin genç Türk bilim adamları ve araştırmacılarını beklemektedir. Türk
kimliği ve Türklük olgusu ancak bu aşamadan sonra belirginlik kazanabilecektir.
Türk
devletleri genel olarak kurucusu olan devlet adamının adı ile bütünleştiği için
Türklerin kurmuş olduğu devletlerde millet adı geçmez ama, Mete, Timur, Cengiz,
Selçuk, Osman gibi kurucu imparatorların adı, Türk kökenli halkların
devletlerinin resmi kimliği olarak benimsenmiştir. Aslında Atatürk’de bir
ulusal kurtuluş savaşı sonrasında kurmuş olduğu devletin kurucu başkanı olarak
Kemali İmparatorluğu adı altında yeni bir devlet kurabilirdi. Ne var ki,
yirminci yüzyılın bilimsel bilgi birikiminin çağdaş cumhuriyetçi bir çizgide
ulus devlet anlayışına dayandığı için, Atatürk’te kendi döneminin devlet adamı
olarak hareket etmiş, Türklerin tarihinde ilk olarak kendi adına değil ama Türk
ulusu adına bir ulus devlet kurmuştur. Böylece modern Türk devleti Kemali adı
ile değil Türk kimliği ile kurularak, çağdaş uluslar ailesinin önde gelen bir
üyesi olmuştur. Türk devletlerinde eskiden bu yana var olan kurucu önderin ismi
ile devlet kimliğinin bütünleştirilmesi geleneği, ilk kez modern Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile aşılırken, uygarlık tarihinin önde gelen büyük ulusu
olarak Türkler, bir kez daha olumlu adım atarak çağdaş uygarlığın verileri ile
Türk ulusunu ve dünyasını buluşturmuştur. Soğuk savaş döneminde Rus ve Çin
kaynakları kapalı tutulduğundan gerçeklere ulaşma konusunda genç araştırmacılar,
Çin ve Rusya gibi emperyalist devletlerin baskılarını aşarak sonuca
ulaşamamıştır Sovyetler Birliğinin dağılması ile başlayan küreselleşme
döneminde açık toplum ilkesi öne geçince, Türk araştırmacılar Pekin ve Moskova
yollarını arşınlamaya başlamışlardır. Ruslar ve Çinliler ile iç içe geçmiş bir
tarihin üçüncü Asya ulusu olan Türkler’in, gerçek kimliklerini ve tarihsel
varlıklarını ortaya çıkarabilme doğrultusunda geçmişten gelen bilimsel
kaynakları değerlendirerek, Türk kimliğinin ve de Türklük olgusunun bütün
yönleriyle açıklık kazanması doğrultusunda geleceğe dönük yeni bir açılımı
bugünün koşullarında tamamlamaları gerekmektedir.
Çağdaş Türklük araştırmaları yeni dönemin koşullarında hızla gelişirken, üç kıtadaki Türklük olgusunu tamamlayıcı bir biçimde Amerikan Kızılderililerinin Türklüğü, ya da Aztek ve Maya gibi eski uygarlıkların Türklük bağlantıları öne çıkarılarak, dördüncü kıta olan Amerikan topraklarında ki Türk varlığı öne çıkarılarak tartışılmaktadır. Avrupa’nın orta bölgelerindeki taş devrinden kalma Türk izlerinin belirlenmesi sırasında İran gibi bir ülke ile Turan bağlantılarının ağırlık kazandığı Asya kıtasına dönülerek, eski ve yeni çalışmalar arasında jeopolitik bağlantılar kurulmaya çalışılmaktadır. Türk halkları ya da Türk asıllı topluluklar konusu tarihin önde gelen sorunlarından birisi olmasına rağmen, aynı zamanda dünya coğrafyasının da öncelikli önem taşıyan konuları arasında yer almıştır. Türklük olgusu ele alınırken millet kavramı ulus ve halk kavramları ile birlikte incelenerek bütünsellik içinde bir Türk kimliği ortaya konmaya çalışılmış ama bilimsel çalışma alanının çok geniş olması yüzünden tarih ve coğrafya bilgilerinin tam olarak bilimsel bir tasnife kavuşturulması mümkün olamamıştır. Hun imparatorluğu döneminde gevşek bir düzen içinde kavimler birliği olarak hareket eden Türk devleti, daha sonraki aşamada devletin başına Mete hanın geçişiyle merkezi bir güç haline dönüşerek Türk varlığının geleceğinin korunmasına öncelik verilmiştir. İnsanlık tarihinin son beş bin yılında imparatorluklarla bugünlere gelen Türklük olgusu, kozmopolit ve heterojen toplum yapıları yüzünden, birlik ve bütünleşme açılarından fazlasıyla zorlanarak dağılma tehditleri ile boğuşmak zorunda kalmıştır. Bu tür bir tarihsel süreç içinde Türklerin birliği ve birliktelikleri hemen sağlanamamış ve kozmopolit toplum yapısı bu koşullarda denetim altına alınmaya çalışılmıştır. Türk tarihine bir imparatorluk oluşturarak katkı sağlayan Köktürkler, bir anlamda bugünkü Türk devletinin de tarihten gelen isim babaları olmuşlardır. Avar imparatorluğuna bağlı olan topluluklar içinde yer alan Köktürkler daha sonraki dönemde ayrılarak ve güçlenerek yeni bir imparatorluk yapılanması ile tarihteki yerlerini almışlardır. Türklüğün tarihsel olarak oluşumunda Köktürklerin bir devlet olarak etkileri olumlu destek sağlamıştır. Ural-Altay bölgelerinde bir araya gelen beş yüz aile aracılığı ile oluşturulan Köktürk imparatorluğu, bugüne kadar kurulmuş olan Türk devletlerinin çıkış noktası ve Türk kimliğinin dayanak noktası olarak önem kazanmıştır. Köktürk devleti Türklüğün devletleşmesi açısından önemli bir dönemeç yaratmıştır. Orta Asya bölgesinin Türklüğün ana vatanı haline gelmesi, bir anlamda Köktürk imparatorluğunun eseri olmuştur. Bu nedenle Türk tarihi Köktürk devleti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında yaşanan dönem olarak açıklanabilir.
Bugünkü
Türk devletinin adı olan Türklük, Köktürk devletinin bu kimliği benimsemesi ile
başlayan bir sürecin sonucudur. Türk tarihinin temel kaynaklarından birisi olan
Orhun Kitabelerinde Köktürk devletini kuranlar “TÜRÜK “olarak
adlandırılmaktadır. Türk asıllı bir Hazar boyu olan Macaristan’da ise Türklere
TÖRÖK adı verilmektedir. Hazar devleti döneminde ise Türklere TURUK ya da TURK adı
verilmekteydi ... Kök-Türk adı ise kitabelerde Kültigin ve Bilge Kagan ile
ilgili bölümlerde geçmektedir. Kök-Türk adı kitabenin bazı yerlerinde “idi
oksızlık”kavramı ile birlikte kullanılmakta ve bağımsızlığını kazanmış anlamına
gelmektedir. Siyasi anlamda hiçbir yere
bağlı olmayan, bağımsız bir siyasal otoritenin devletleşmesi olgusu burada
anlatılmaya çalışılmaktadır. İki kavramın birlikte kullanımı Köktürk devletinin
devlet organizasyonu ve bağımsız siyasal organizasyon ile tamamlanarak öne
çıkmasını anlatmaya çalışmaktadır. Bu çerçevede Köktürk kavramı bir boy ya da
kavim adı olmaktan çıkarak, siyasal bir organizasyon olan devletin adı olarak
geçerlilik kazanmaktadır. Nitekim Köktürk devleti daha sonraki aşamada kendi
hegemonyasını kurduğu alan ile kendi egemenliği altına aldığı tüm boy ve sosyal toplulukları gene
kendi çatısı altında birleştirerek, devletin birliği ve bütünlüğü ilkesini
uygulama alanına getirmiştir .Orhun Kitabelerinde devleti kuran esas
kitlenin Türkler olduğu,” Türk Bilge Kagan”ının Tanrı”dan kut aldığı ve kutsanmış topluluğun temsilcisi
olarak Gök-tengri tarafından tüm aile ve
hanedan üyelerine verilen kutsama
yetkisinin devletin başlangıç noktası olduğu belirtilmiştir. Türk töresinde
devlet kuran Türk hanedanı üyelerinin hepsine eşit ölçülerde tanınmış olan
siyasal güç ve yetkilerin, kavimlerin birleştirildiği devletin çatısı altında
tek ve bütün bir otoriteye dönüştürülerek, devletin özü çizgisinde Türklüğün devamlılığı
sağlanmıştır. Köktürk devletinin kuruluşu ile birlikte Türk adı devleti kuran
kabile ile birlikte bu devlete bağlı tüm unsurları tanımlayan ve birleştiren
siyasal bir projenin adı olmuştur. Bu nedenle, Köktürk adı tüm Turan bölgesinde
yaşayan Türk boyları ve kavimlerini kapsayacak bir devlet modeli olarak
kullanılmaktadır.
Türklüğün
tarihsel gelişim süreci devlet kuruculuğu ile paralel gelişmiştir. Türk
soyundan gelme ve kutlu olmak gibi bir özellik, bu yönde bir makam tarafından
kutsanarak hakan üzerindeki karizmatik iktidar gücünü teslim ediyordu. Türk
hakanlarının yaşam boyu iktidarda kalmaları mümkün değildi çünkü Tanrı kut
verdiği gibi hatalı ve yanlış durumlarda verdiği kutu geri alarak hakanın
görevden alınmasını sağlayabilirdi. Bu çizgide yaşam boyu hakanlık Türk
devletlerinde yasaktı. Böylece devlet
yönetiminde yozlaşma ya da gerilemenin önü kesiliyordu. Devleti kuran toplumsal
unsurların siyasal birimi olan budun, soyların ve kavimlerin birliği ile ortaya
çıkan siyasal birliğin adı olarak devreye giriyordu. Türkistan, Türkiye ya da
Turan bölgelerinde birlikte yaşayan Türk asıllı toplulukları tıpkı benzer bir
biçimde Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğu gibi, tek bir pota içinde eritilmesi
düşünülerek Türklük olgusu yaratılmıştır. Ortak bir bölgede yaşam ve kader
birliği, birlikte yaşama isteği ve gelecekte toplumsal bütünlük içinde var olma
iradesinin kurumsal bir yapılanmaya doğru kavuşturulması ile, Türklük bir
siyasal ve toplumsal oluşum sürecinde dünya haritası üzerindeki yerini
almıştır. Türk topluluklarının Türk devletlerine dönüşme sürecinde ana merkez
olarak görev yapan Kök-Türk devleti, bugüne kadar devam edip gelen Türk devlet
yapılanmasının ortaya çıktığı aşamadır. Budunların birleşmesinden meydana gelen
Kök-Türk devleti boy, kavim ve budun birliklerine dayanıyordu ama kan birliği tam
olarak aranmıyordu, ya da kan ve ırk birliği hiçbir zaman dayatılmıyordu. Akraba boyların birleşmesiyle oluşan budunlar
birliği farklı kan ve etnik gruplardan gelenleri dışlamamış aksine, hakanın
aracılığı ile bu gibi grupların da budunlar birliğinden oluşan toplumsal
bütünlük içinde, bir anlamda çok kültürlü yapılanmayı kabul ederek birlikte
yaşam arayışlarına girmişlerdir. Tarihi kitabelerde Kazak, Kırgız, Karluk, Türgiş,
Uygur ve benzeri budunlardan ayrı ayrı söz edilmiştir. Kök-Türk devletinin
kuruluşu ile Türk adı geleceğe yönelik bir çizgide ölümsüzleştirilmiştir. Kök-Türk
devleti ile Türk kimliği öne çıkmış ve Türk devletlerinin bugüne kadar ayakta
kalması sayesinde de Türklük yapılanması zaman içinde bir olgu haline gelerek, geleceğin
dünyasında Türklerin gene önde gelen bir yere sahip olmasını sağlamıştır. Yenisey
kitabelerinde rastlanan Oğuz Türkleri Kök-Türk devletinin kuzey bölgelerine
yerleşerek Türklüğün bir araya gelmesi ve bütünleşmesi için çaba
göstermişlerdir.
Eski
Türkler de toplumsal örgütlenme, hep bir bölgede birlikte yaşayan toplulukların
düşmana ve dışarıdan gelenlere, saldırı ya da işgal hareketlerine kalkışanlara
karşı, kendi güvenliklerini sağlamak amacıyla dayanışma ve iş birliği içine
girdikleri ve ortak düşmana karşı birlikte mücadele ettikleri, Yirminci
yüzyılın başlarında Türkiye’deki Kuvayı Milliye hareketi ile görülmüştür. Türklerin ulusal birliğini sağlama yolunda
Kök-Türk devleti yetersiz kalarak devre dışı kaldığı aşamada, Uygurlar doğu
Türkistan’da örgütlenerek Türk kimliği ve varlığının korunabilmesi
doğrultusunda bugüne kadar süren bir ulusal mücadele yürütmüşlerdir. Türk
devletlerinde, devlete düşen ilk işin yoksul halk tabanı içinde yaşam
mücadelesi veren budunlara sahip çıkarak, devleti ülkesi ve milletiyle bir
bütün haline getirmek olmuştur. Kavimler ve boylar birleşerek ortak yaşama
doğru yöneldikçe Türk devletleri ve boyları çağdaş medeniyet yolunda
uygarlaşmaya başlamışlardır. Bir aile soy ya da kavim adı olarak ilk kez öne
çıkan Türk kavramı, zamanla büyük bir milletin adı haline gelmiştir. Türk devletleri budunlar birliği olarak tarih
sahnesine çıktıkça, Türk kimliği ve varlığı güçlenerek bugüne kadar yoluna
devam etmiştir. Türklerde hiçbir zaman ırkçılık ya da etnik ayrımcılık
uygulamalarına izin verilmemiş, bunun tamamen aksine uygarlık yolunda
ilerlerken toplumu bir araya getiren asabiyet bağı olarak Türkçülük, daha da
yaygınlık kazanarak etkinlik alanını genişletmiştir. Boylar ve kavimler
birleşirken Türkleşmişler ve aynı zamanda Türkleşirken de uygarlaşmışlardır. Bugünün
koşullarında Turan, Türkistan ve Türkiye coğrafyalarında Türk toplulukları daha
özgür ve uygar bir yaşam mücadelesi vererek geleceğin barış ortamı için çaba
göstermektedirler. Yüzyıllar önce kazanılmış olan Türklük duygusunun yeni
dönemlerde de devam etmesiyle birlikte, Atatürk’ün isabetli bir biçimde dile
getirdiği, sonsuza kadar Türklüğün ve Türk devletlerinin yaşaması sorunu
aşılmaktadır. Türklük olgusu Türk kimliğinin ardından devletleşince, Türklük
siyasal bir yapılanma kazanarak, Türk kimliğinin geleceğe dönük bir
kurumsallaşma içinde arlığını koruyarak sürdürmesi sağlanabilecektir.
Türkçülük
bir siyasal akım olarak, Yeni Osmanlılar Cemiyetinin ortaya çıkarak Osmanlı
devletini bir ulus devlete dönüştürme mücadelesine girdiği aşamada gün yüzüne çıkmıştır.
Fransız devrimi sonrası Avrupa devletlerinde uluslaşma ve ulusçuluk akımları
başlayınca, Osmanlı imparatorluğunda bu doğrultuda Yeni Osmanlılar Cemiyeti
kurularak bir Osmanlı ulusu yaratma çabalarına girişmişlerdir. Ne var ki uzun
zaman diliminde bir Osmanlı ulusu yaratılamayınca bu sefer Türkistan ve Türkiye
hattında güçlü bir tabana sahip bulunan Türkler ve Türkçülük, öncelik kazanarak
öne geçmişlerdir. On sekizinci yüzyılın ortalarında başlayan bu hareketler
Osmanlı devletini sarsarken, Osmanlı ahalisinin de Türkistan ve Turan
coğrafyaları üzerinden geçmişten gelen Türk kökenlerine doğru bir geri adım
atmaya başladıkları görülmüştür. Türkiye’de ilk Türkçüler Tanzimat dönemi
edebiyatçıları olmuşlardır. Tanzimat döneminin getirdiği özgürlük ortamında
Osmanlı aydınlarının gelecek arayışı içine girmeleriyle birlikte, ulusalcılık
başlamış ve eli kalem tutanlar Osmanlı yerine Türk ulusu yapılanmasını o
dönemin gerçek koşulları çerçevesinde yazarak ve konuşarak, bu doğrultuda bir
kamuoyu oluşturmaya çalışmışlardır. Dil bilen Tanzimat edebiyatçıları ulusçuluk
akımını örgütlemeye çaba gösterirlerken, Osmanlı devletinin son yıllarında
geleceğin ulus devleti olarak gündeme gelecek Türkiye Cumhuriyeti’nin müstakbel
kurucuları olarak Türkçüler ile cumhuriyetçi kadrolar aynı
dönemde ve birlikte yetişiyordu. Kurulacak ulus devlet hem bir Türk devleti hem
de bir cumhuriyet rejimi olarak düşünüldüğü için, geleceğin yapılanma sürecinde
Türkçüler ve Cumhuriyetçiler birlikte mücadele ederek, Kuvayı Milliye örgütü
çatısı altında, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti ulus devletinin kurucuları olarak
tarih sahnesindeki yerlerini alıyorlardı.
Tanzimat
dönemine gelmeden önce Türklerin Asya tarihi, Orhun Abideleri ile birlikte,
Türk asıllı bilim adamlarının el yazısı olarak hazırlamış oldukları Kaşgarlı
Mahmut’un Divan-ı Lügati Türk isimli büyük sözlüğü ile gene bir Türk asıllı
yazar olan Ali Şir Nevai’nin hazırlamış olduğu Muhakematül Lügateyn isimli Türk
tarihi ile ilgili eserler, Türkçülük akımının kütüphane kanadından gelen
kaynaklar olarak Osmanlı döneminde değerlendiriliyordu. Tanzimat yıllarında
yenilikçilik arayışları ile gündeme gelen Türkçülük hareketleri daha sonraki
yıllarda devreye giren Meşrutiyet dönemlerinde gelişmeler göstermiştir. Paris
ve Londra gibi batı ülkelerinin önde gelen üniversite ve başkentlerinde devreye
giren Jön Türk hareketleri de Türkçülük arayışlarının yeni bir çizgiye
yönelmesinde etkili olmuşlardır. İkinci Meşrutiyet dönemine kadar Türkçülük
akımları çeşitli yazar ve bilim adamlarının eserlerinde dağınık ve karışık bir
yapılanma içinde görünüyorlardı. İkinci Meşrutiyetin ilanı ile içine girilen
özgürlük ortamında, Türkçü yazar ve bilim adamları bir araya gelerek Türkçülük
akımı üzerinde daha geniş görüşmeler yapabiliyorlardı. Osmanlı imparatorluğu
dağılırken her alt kimlikli topluluk kendi bağımsızlığı için mücadeleye
kalkışırken, Osmanlı devletinde en son ulusçu hareket olarak Türkçülük geriden
geliyordu. Türkler, Türk asıllı ve
Türkçü düşüncelere sahip bulunan Osmanlı imparatorluğunun ana unsuru ve
devletin temel direği olarak görüldükleri için, Osmanlı dağılana kadar
imparatorluktan yana bir tavır içinde olmuşlardır. Misakı Milli mücadelesi
verilirken Türkçüler ilan edilen ulusal topraklardan vazgeçmemişler ve
imparatorluk sonrasında da yeni ulus devletin sınırlarını oluşturan Misakı
Milli sınırları içinde yeni Türk devletinin kurulabilmesi için yeni Türkçü
yaklaşımlar geliştiriliyordu. Abdülhamit’in imparatorluğun dağılmasını önlemek
amacıyla uyguladığı İslamcı politikalarına karşı Türkçüler, Türklük bilinci
içinde Türk Birliğini savunarak yeni kurulacak devletin de bir Türk devleti
olarak doğması ve geçmişten gelen Türk bölgelerinin de bu devlete bağlanması hedefi
doğrultusunda mücadele ediyorlardı.
İkinci
meşrutiyet döneminin özgürlük ortamında, devlet ve Türk topluluklarının
geleceği için en tutarlı yaklaşımları Türkçülük hareketleri geliştirmiştir. Böylece
yüzyıllarca imparatorluk rejimlerinde Türkçü çizgilerden uzaklaşmış olan Türk
asıllı Osmanlı ahalisi imparatorluğun ve milletin geleceğini kucaklamaya
hazırlanıyordu. Özgürlük ortamında dünyanın ve ülkenin geleceğini tartışma
şansını elde eden Türkçüler, emperyalistlerden hızlı hareket ederek, daha
sonraki aşamalarda gündeme gelebilecek yeni Türk devletinin yapılanması
doğrultusunda çalışmalar yapıyorlardı. Dergi ve gazetelerde Türkçülük akımının
temsilcisi olarak öne çıkan fikir adamlarının geleceği yazmaya başlamalarıyla
birlikte Türkçülük akımı biçimlenmeye başlamış ve eski Osmanlı ahalisi hızla
Türklük bilincini kazanarak Türk milletinin yeniden yaratılması doğrultusunda
imparatorluk coğrafyası içinde kesin ve kararlı bir yönlendirme içine
giriyorlardı. Önce edebiyat daha sonra tarih yazılarıyla öne çıkarılan
Türkçülük akımı işin içine bilim adamlarının da girmesiyle birlikte, bilimsel
bir temel üzerine oturtularak geleceğin siyaseti cumhuriyetçi ve Türkçü
kadrolar tarafından biçimlendirilmiştir. Siyasal bir kişilik üzerinden önem
kazanmadan yola çıkan Türkçüler siyasal kimliklerini, imparatorluk sınırı
içinde yaşamakta olan etnik ve dinsel toplulukların ayrılarak ülkeyi bölme
maceralarına kalkışmaları üzerine kazanmaya başlamışlardır. Alt kimlikli
grupların kendi küçük devletçiklerini kurma hayallerine karşı çıkarak, ülkenin birliği ve bütünlüğünü
her türlü bölücülüğe karşı savunmaya başlayan Türkçülük akımı, ülkenin geleceği
için geçmişini irdelemeye başladığı noktada
tarihteki Türk devletleri üzerinden
toplu bir değerlendirmeye girdiği zaman , tarih öncesi dönemden gelen
Proto-Türkler, Türk imparatorlukları ve üç kıtaya dağılmış olan Türk
toplulukları gerçekliği ile karşı karşıya kalınca, açıktan Türkçülük yapmaya
başlamıştır. İlk çağlardan bu yana sağlam bir temel üzerine oturan Türk tarihi
Türkçülük akımının ana kaynağı ve dayanağı olmuş, bugünkü Türkçülük birikiminin
kendini yenileyen devletleşmelere zemin hazırlamasıyla birlikte Türkçülük akımı
hızla hayata geçirilerek Türkiye ve Türk dünyasının yeniden yapılanmasında
tarihi ve sosyolojik gerçekler üzerinden yeni siyasal yapılanmalara
gidilebilmiştir. Modern Türk dünyası ve Türkiye Cumhuriyeti böylesine bir
birikimin uygulama alanına aktarılmasıyla birlikte Türklük olgusu en üst
düzeyde savunulabilmiştir.
Osmanlı devletinin son yıllarında etkinlik kazanan
ve ülkeyi yönlendirmeye başlayan Türkçülük akımı, Tanzimat ve Meşrutiyet
dönemlerinde kazanılmış olan siyasal içeriğe tam anlamıyla sahip çıkarak ve
Türk ulusal devriminin önderi Atatürk’ün arkasında durarak, içeriden ve
dışarıdan gelen her türlü deney ve birikimlerin verileri doğrultusunda modern
bir Türk devleti kurulabilmesi için Atatürk’ün önderliğinde çaba
gösterilmiştir. Ümmetten millete geçiş amacıyla, ulusal bir devrim yapılarak
çağdaş anlamda Türk devleti yaratılabilmesinin önü açılmıştır. Türkçülük akımının zamanla Türk
milliyetçiliğine dönüşmesi ile birlikte, ulusal devrimin her açıdan cumhuriyet
devrimlerine açık bir yöne girmesine zemin hazırlamıştır. Birinci Dünya Savaşı
sırasında Rusya’da örgütlenen Türkçülük hareketi de Rusya’da yaşayan Türk
asıllı aydınların Ak ülke adı verilen Anadolu yarımadasına göçünü gündeme
getiriyordu. İmparatorluklardan ulus devletlere dönüş döneminde, çok uluslu
devlet yapılanmaları içindeki alt kimlikli toplulukların kendini tanıma
çizgisinde bir kendine dönüşe doğru yönelmesiyle birlikte Osmanlı Türkleri de
kendi gerçeklerine yönelmek şansını elde etmişlerdir. Yedi yüzyıl boyunca
dünyanın merkezi devleti olarak üç kıtada at koşturarak güvenlik sağlamaya
çalışan Osmanlı Türkleri, devletin bittiği aşamada kendi gerçeklerine dönerek
kim ve ne oldukları gibi sorulara yanıt aramaya başladıkları ve daha sonrada bu
konudaki bilgi birikimini sistemli bir biçimde dile getiren Türkçülük akımı
içinde yer alarak, çağdaş Türk devletinin insan unsuru gibi hareket
etmişlerdir. Böylece bir yandan Türk devleti kurulurken, diğer yandan da eski
Osmanlı ahalisinin Türk milletinin eşit vatandaşları olarak Türkleşmeleri
sağlanmıştır. Osmanlı modelini karakterize eden alt kimlikçi, cemaatçi ve
ümmetçi yaklaşımlar yerine Türk’e dönme çizgisinde Türkçülük ve milliyetçilik
akımları birlikte örgütlenerek, kısa bir zaman dilimi içinde Türkiye
Cumhuriyeti ulus devleti oluşumu tamamlanabilmiştir. Her zaman Osmanlı
devletine sadık bir topluluk olarak kalan Türkler, büyük devletin güvenliği
için alt kimliklerin bastırılmasıyla ve bölgesel güvenlik sorunları ile uğraşırken,
kendi özgürlüklerini ve kişiliklerini yitirerek, dünya ticaretinin bekçiliğine
mahkûm bırakılmışlardır.
Türkçülük
akımı İttihat ve Terakki döneminde yaygınlık kazanarak zamanla Osmanlı bölgesinde egemen olan
düşünce akımı konumuna geliyordu. Balkan savaşı sonrasında Panislamizm ile batı
emperyalizmi karşıtı antiemperyalizmin yolları ayrılıyordu. Türkçülük akımı Anadolu
yarımadasında etkili olmaya başlayınca, ulusal kurtuluş hareketi bu süreçte
Türkçü bir kimlik kazanarak, yeni Türk devletinin kuruluşunu
gerçekleştiriyordu. İdeali olmayan ve üyelerine bir gelecek vaad etmeyen
ulusların yaşaması mümkün olamayacağından, genç Türk devletinin kurucuları
Misakı Milli Antlaşmasını ilan ederek, Türk devleti ve milletini gelecekte var
edecek yeni devletin hem sınırlarını hem de programını ilan ediyorlardı. Panslavizm
akımının gelişmesine Panislamizm akımı yeterli bir karşı koyuş başaramayınca, Macaristan
merkezli PanTuranizm ve PanTürkizm
akımları Hazar devleti kökenli Türk ve Macar boyları tarafından geliştirilerek
gündeme getiriliyordu Böylece Türklüğün yeniden dünya konjonktüründe yerini
almasında Hazar Türklerinin torunu olan Macarlar, üzerlerine düşen tarihi
misyonu koruyarak Türklük olgusunu savaş alanındaki çekişmenin içine
çekiyorlardı. İmparatorlukları çökerten Birinci Dünya Savaşı ulus devletlerin
önünü açarken, Türk uluslaşmasını da bir cihan savaşı sınavından sonra özgür
bırakıyordu. Pan-Türkizm böylece siyasal alana yeni bir alternatif olarak
girerken, Pan-Siyonizm, Pan-Slavizm, ve Pan-Germenizm gibi bölgesel hegemonya
arayışlarının önü kesiliyordu. Pan-Turanizm üzerinden bölgeye getirilen
Pan-Türkizm akımı Osmanlı, Türkistan ve Rusya Türklerinin gelecekte tıpkı Çin
ve Rusya halklarının yaşadığı gibi birlikte ve kardeşçe bir ortak yaşam düzeni
içine girmelerini sağlayarak, dünya barışına yardımcı olacaktır. Türk
kimliğinin belirlenmesi ile başlayan Türkçülük akımı, Türklüğün varlığını
ortaya koyduktan sonra, yeni gelinen aşamada dünya barışı için Türk boylarının
bulundukları yerlerde bir araya gelmeleri, yani bir büyük Türk devletini dünyanın
yeni dengelerini oluşturmak üzere “Birleşmiş Türk Devletleri Birliği “adı
altında oluşturmalarının artık zamanı gelmiştir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Çokuzun ve tekrarlardan meydana gelen bir makale.Daha öz ve kısa tutulsa güzel bir araştırma olabilirdi.
YanıtlaSil