8 Mart 2022 Salı

UKRAYNA ÜZERİNDEN KIYAMET SENARYOSU - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

ANKARA KALESİ

UKRAYNA ÜZERİNDEN KIYAMET SENARYOSU

                Dünya kendi halinde yuvarlanıp giderken, yeni bir yıla girme noktasında çok ciddi bir savaş senaryosu ile karşı karşıya kalmıştır. Yeryüzünün geleceği ile ilgili tartışmalar uzun yıllardır sürerken daha çok iyimser senaryolar ile hareket ediliyordu. Geçen yüzyılın ilk yarısında gerçekleşen iki dünya savaşının bir benzerinin üçüncü dünya savaşı olarak gündeme gelmeyeceği düşünülüyordu İki dünya savaşında canı çok yanan insanoğlu bir kez daha aynı sahneleri yaşamak istemediği için ve kısa ömürlü bir hayat süreci içinde yaşam süresini tamamlamaya çalışırken, yeni dünya savaşları ile karşı karşıya gelmemek için her türlü barış yolları denenerek yakın geleceğe doğru adımlar atılıyordu. Son yüzyılın ilk yarısında peş peşe gelen iki cihan savaşı sonrasında geçmişten geleceğe uzanan yaşam sürecinde her alandaki bilimsel çalışmalar ve yaşanan olayların ortaya çıkardığı gerçekler çizgisinde dünya yeni bir düzen arayışı içine girmiş ve zamanla ortaya çıkan gerçekler doğrultusunda küresel anlamda kalıcı bir barış düzeni arayışı sürdürülmüştür. Bu amaçla yoğun çalışmalar ve araştırmalar yapılırken aynı zamanda uluslararası alanda birçok yeni örgütlenme devreye girmiştir. Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere hem küresel hem de bölgesel dayanışma örgütleri yapılandırılarak ve insanlığın önünü açan barış çalışmaları devam ettirilerek, bugünün dünyasına geçmişten gelen siyasal birikim aktarılmaya çalışılmıştır. Dünya savaşları sonrasında birçok yerel ya da bölgesel sıcak çatışma olayları gündeme gelmiş ama bu konuda hassas olan ulusal ve uluslararası örgütlerin dikkatli davranmasıyla çatışma olaylarının dünyayı ve insanlığı mahvetmelerine izin verilmemiştir.

                 Yirminci yüzyılın birinci yarısında iki büyük dünya savaşı ile karşılaşan insanlık, daha sonraki aşamalarda bu yüzyılın ikinci yarısını savaşlardan uzak kalarak bir barış düzeni oluşturabilmenin çabası içinde olmuştur. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında yeryüzünün birçok bölgesinde sıcak çatışmalar olmasına rağmen, iki kutuplu dünya düzeni ve kutuplar arasında oluşturulmuş olan dehşet dengesi gibi oluşumlar ile savaşa giden yollar kesilmiş, önlenemeyen savaşlar ise bölgesellik çizgisinde dış baskılar yolu ile baskı altına alınarak bitirilmeye çalışılmıştır. Özellikle doğu ve batı kutuplarını karşı karşıya getiren Vietnam savaşı, küresel gerginlik vesilesi olmasına rağmen soğuk savaş dengeleri kullanılarak önce baskı altına alınmış ve daha sonra da uluslararası örgütler üzerinden geliştirilen barış atılımları aracılığı ile durdurularak, yirminci yüzyılda üçüncü bir dünya savaşına izin verilmemiştir. Birleşmiş Milletler küresel barış sorunu üzerinde çabalar gösterirken, bu örgüte üye olma şansını elde eden iki yüz den fazla devlet öncelikle batı emperyalizminin sömürgesi olmaktan kurtulmak isteyen yeni devletlerin, oluşumlarını tamamlayabilme doğrultusunda sürdürdükleri kurtuluş savaşları başarıya ulaşınca, bağımsızlıklarını elde ederek dünya çağdaş uluslar ailesine ait olabilme şansını elde ediyorlardı. Yüzyılın ikinci yarısında sömürgelerin kurtuluş savaşları bitme noktasına gelmiş ve dünya uluslar ailesine bütün ulus devletler savaşarak ve kendilerini kabul ettirerek yeni bir yapılanmanın önünü açmışlardır. Asya, Afrika gibi geri kalmış kıtalarda bulunan yeni devletlerin uluslararası arenada diğer devletler ile eşit bir durumda dünya sahnesine çıkması, sömürge savaşlarına son verdiği gibi, evrensel alandaki Birleşmiş Milletler öncülüğündeki kamuoyunun baskılarını örgütleyerek, diğer savaş girişimlerinin de durdurulmasını sağlamıştır. Yirminci yüzyıla cihan savaşları ile giren dünya bu yüzyıldan çıkarken her türlü dünya savaşı girişimlerinin önünü kesmiştir. Büyük savaşların gündeme gelmesiyle birlikte savaşlardan dersini alan dünya ulusları birlikte ve bir arada yaşayabilmenin yollarını araştırırken, savaşlara meydan veren her türlü olumsuz durumu ve koşulların önünü keserek dünyayı barış ortamında tutabilmenin arayışı içinde olmuşlardır.

                Politikanın uzantısı olan olayların ortaya çıkardığı savaşlar aynı zamanda barış ortamlarının da hazırlayıcısı olmuşlardır. Savaşlar barışları getirirken, barışların da savaşları getirdiği tarihte fazlasıyla ortaya çıkan bir durum olmuştur. Bu tür bir bağlantı bazen haklı savaşları haksız barış düzenlerine bazen da haksız savaşları haklı barış düzenlerine eriştirebilmektedir. İnsanlar arasında silahlanma yarışı  bugün en üst düzeylerde sürdürülürken, yeni silah üreten fabrikaların sahibi olan şirketlerin kendi ürünlerini pazarlama amacıyla silah satışlarını artırdığını, dünyanın sıcak çatışma bölgelerinde  yeni kurulan devletlere silah satışlarını artırmak üzere çeşitli savaş senaryoları uydurarak ve bunların uygulamaya aktarılması sırasında kışkırtıcı komplolar düzenleyerek, aslında olmayan savaşlar yarattıkları yıllarca yaşanan dönemlerin yansıtmalarıyla görülmüştür. İnsanlığı savaşlara götüren siyasetler incelendiği zaman, bunların hepsinin arkasında büyük devletlerin ya da siyasal güçlerin hegemonya planlarının olduğu görülmektedir. Bilgi düzeyi yüksek olan toplumlar savaşlar ile barışların iç içe olduğunu görerek savaşlardan uzak kalabilmekte ama geri kalmış ülkelerin cahil yönetimleri bu gerçekliğin farkına varamadıklarından en küçük bir kışkırtma ya da komplo düzenlemeleriyle kendilerini savaş ortamının içinde görebilmektedirler. Özellikle emperyalist büyük devletlerin kendi egemenlikleri amacıyla küçük ve orta boy devletleri her zaman için savaş senaryolarına yönlendirebildikleri göze çarpmaktadır. Bugünkü modern uygarlığın başlangıç çizgisinden bu yana bakıldığı zaman, bilimsel devrimler sonrasında bilime dayalı bilginin siyaset sahnesinde öne çıktığı görülmekte ve bu çizgide belirlenen yeni siyasetler aracılığı ile de yaşanan siyasal gelişmeler ve olayların emperyalist merkezler tarafından yönlendirildikleri anlaşılmaktadır. Son beş yüz yılın gelişmeleri incelendiğinde savaşlar ve de barışların ön koşullarının hegemonyacı güç merkezleri tarafından belirlenerek uygulama alanına aktarıldıkları her yönü ile belirginlik kazanmıştır.

                 Bugünün koşullarında ortaya çıkan Rusya-Ukrayna devletleri arasındaki savaş geçmişten bugüne uzanan birçok gelişmenin sonucudur. Rusya gibi bir dev ülke ile onun uzantısı olan ve komşusu konumunda bir jeopolitik yapılanmanın sonucu olarak ortaya çıkan Ukrayna devleti, bugünün koşullarında karşı karşıya gelmektedirler. Aynı bölgenin ve benzer bir kültürün parçaları olan Rusya ile Ukrayna’nın bir arada olmaları ve barış içinde kendi bölgelerinde yeni bir düzen kurmaları gerekirken, bir savaş ortamına sürüklenmelerinin ne anlama geldiği konusunda düşünmek gerektiği açıkça zorunluluk kazanmaktadır. İki dünya savaşı ve son dönemlerde gündeme gelen yüzlerce savaş girişimi dikkate alındığı zaman, olmaması gereken olumsuz bir durum ile karşılaşıldığı anlaşılmaktadır. Rusya bir emperyalist devlet olarak çevresindeki ülkeler için tehditler oluştururken, Rus askerleri Ukrayna sınırları içine girerek başkent Kiev’e kadar gelmişlerdir. Kiev’e gelene kadar birçok silahlı çatışma sonucunda binlerce insanın öldüğü kamuoyuna yansımaktadır. Savaş’ın ilk günlerinde ABD hegemonyasının askeri örgütü olan Nato’yu eleştiren ve bu örgütün savunmadan daha çok saldırı örgütü yapısına dönüştüğünü öne süren Rusya devlet başkanı, daha sonraki günlerde Ukrayna için yaptığı saldırı planlarının hazırlıklarını kamuoyuna açıklıyordu. Geçmişten gelen iki kutuplu dünya modelinin getirmiş olduğu  merkezi liderlik konumunun arayışı içinde olan Rusya devlet başkanı, halen içinde bulunulan iki kutuplu dünyanın dışında kalan bir konumu kabul etmeyerek öne geçmeye çaba gösterirken, ABD’nin  ve Çin’in ikili süper güç olmaya doğru adım attığı bir aşamada, eski kutup başlığı alışkanlığını sürdüren Rusya’nın yeni iki kutuplu dünya yapılanmasında devre dışı kalmayı kabul etmeyerek ve bu çizgide Ukrayna savaşına yönelerek NATO üzerinden ABD’yi hedef alırken, Ukrayna devletine saldırıya geçmesi ve kendi çevresindeki ülkelerin içinde yer aldığı eski Sovyetler Birliği gibi bir büyük devletler birliği  yapılanmasını, kendisinin merkezinde yer aldığı yeni bir jeopolitik plan olarak devreye soktuğu anlaşılmaktadır. Eski kutup başı olarak ABD birinci konumunu korurken ve karşısına ikinci süper güç olarak Çin devleti çıkarken, geçmişten gelen ikinci kutup başı konumunu koruyamayan Rusya’nın, egemenlik alanını genişletecek bir yeni düzen kurma yolunda Ukrayna savaşının çıkartılması sayesinde, Rusya devleti yeni dönemde kendisinin de bir kutup başı olarak yer alacağı üç kutuplu dünyayı yeniden gündeme getirdiği anlaşılmaktadır.  

                Soğuk savaş sonrasında yarım yüzyıla yakın bir zaman dilimi geçmesine rağmen, daha henüz bir yeni dünya düzeni kurulamamıştır. Eski büyük devletlerin yanı sıra yeni büyük devletlerin de gündeme gelmesiyle çok kutuplu bir yeni dünya düzeni yavaş yavaş ortaya çıkmış ama bu durum bir türlü netleşmediği için eski kutup başı ülkeler kendi konumlarını korumak için yeni bir mücadeleye başlamışlardır. Eski süper güçler sahip olduklarını korumaya çalışırken yeni gündeme gelen büyük güçler de eski süper güçlerin hegemon konumuna gelerek çok kutupluluğu eski kutup başı ülkelere dayatmışlardır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte bu büyük imparatorluğun kurucusu ve merkezi gücü olan Rusya Federasyonu büyük bir çöküşe doğru sürüklenmiş ve yirmi birinci yüzyıla toparlanamadan ve dağınık bir biçimde girmiştir. Bu nedenle Rusya her zaman için eski imparatorluk konumuna yeniden sahip olabilmek için batı dünyası ile bir büyük hesaplaşmanın arayışı içinde olmuştur. Rusya kaybettiği hegemonya yarışında tekrar eski konumuna gelebilmek için eline geçen her fırsatı kullanarak önce Kırım’ı işgal etmiş sonra Abazya ve Osetya’nın Gürcistan’dan ayrılmasını sağlamış ve son olarak da yakın komşusu Ukrayna devletinin topraklarını işgal etmeye yönelmiştir. Eskiden Rus toprakları olan Ukrayna bölgesinin Rusya’ya ait olduğunu ileri sürerek ve Ukrayna adlı bir eski devletin olmadığını savunarak, bu ülkeyi doğu sınırlarından başlayarak Atlas okyanusuna ulaşana kadar işgal etmeye başlamış ve bu durumu bir oldu bitti ile de tamamlamaya çalışmıştır. Birinci ve ikinci dünya savaşlarını sona erdiren antlaşmaları unutarak ve soğuk savaş sonrasında ortaya çıkan yeni dünya düzenini görmezden gelerek, eski Rus topraklarını ele geçirmek üzere bir komşu ülke işgalini çağdaş dünyanın kabul etmesinin imkânsız olduğu görmezden gelinerek, Çarlık döneminin hukuk statüsüne ve uçsuz bucaksız sınırlarına yeniden sahip olabilmek tutkusunun gerçekçi bir tutum olmadığını, son zamanlarda yaşanmakta olan siyasal gelişmeler açıkça ortaya koymuştur. Sovyetler Birliği gibi dünyanın en geniş imparatorluğunu koruyamayan ve sonsuz sınırlarına sahip çıkamayan bir Rus devletinin, bugünün koşullarında yeniden böylesine bir büyük yapılanmaya yönelmesinin tam anlamıyla bir hayal olduğunu olaylar açıkça ortaya koymuştur.

                Ukrayna devleti kurulurken dünyanın hegemon gücü olan Britanya İmparatorluğu  dünyanın büyük  gücü olarak davranmış ve cihan savaşı kazanmanın getirdiği siyasal potansiyel ile  haritada yeni bir devlet oluştururken, İngiliz imparatorluğunun  resmi simgesi olarak kullanılan  kavramlarının baş harflerinden oluşturulan (UNİTED KİNGDOM  kelimelerinin baş harfleri olan U ve K harflerinin  bir araya gelmesiyle UK harfleri ile başlayan bir isim olarak UKRAYNA ismi, Rusya ile Atlas okyanusu arasında kalan büyük bölgeden oluşan yeni ülkeye resmen verilmiştir. Savaş sonrası imzalanan antlaşmalarda ve Birleşmiş Milletler dahil bütün uluslararası protokollar da eski Rus topraklarından oluşturulan bu yeni devlet resmen yer alarak kendisini hukuk açısından meşrulaştırmıştır. Bugün Birleşmiş Milletlere üye olan iki yüz den fazla ulus devletin önde gelen en büyüklerinden birisi olarak Ukrayna hem dünya haritasında hem de küresel jeopolitik düzende çok önemli bir yere sahiptir. İşin başında hegemon siyasal güç olarak ön planda olan İngiltere, bugünün dünyasında gene öncü güç olarak yaşanan olayları yönlendirmeye çalışmakta ve kendi alternatif dünya düzenini kurabilmek için Atlantik Okyanusu ile Avrasya bölgesi arasında kendisine bir dünya devleti kurabilecek genişlikte topraklar aramaktadır. Son yıllarda İstanbul kentini ele geçirmeye çalışan İngiltere, bu bölgeye yönelen adımlar atarken bir anlamda bölgenin yeni adı olarak UKRAYNA kavramı benimsenirken UNİTED KİNGDOM kavramı ile yola çıkmasını, Rusya’nın önünü kesmek üzere oluşturulan bir planın öncü adımları olarak görmek mümkündür. Dünya devletini beş yüz yıl önceden kurmaya başlayan İngiltere’nin hem İstanbul’u Kudüs’e karşı dünyanın başkenti yapmaya yönelmesi hem de bugünkü Ukrayna topraklarını gelecekteki dünya devletinin merkezi toprakları olarak gördüğü için Birleşik Krallık isimli dünya devleti oluşumu için kendi devletinin isminin baş harflerini olan U ve K harflerini kullanması, İngiltere’nin Atlantik bölgesinden Avrasya bölgesine yöneldiğinin açık bir göstergesidir. Adalar üzerinde yaşamın giderek gerilemesiyle, İngiltere’nin Londra yerine İstanbul’u merkez yaparak yoluna devam edeceğini göstermektedir. Bu durumda Ukrayna ile birlikte Rusya’da bölünecektir.

                Geçmişte var olmayan bir devlet olarak Ukrayna dünya savaşları sonrasında tarih sahnesine çıkarılırken, ortada bir Ukrayna ulusu da görülmemektedir. Bu yapay ülkenin dayandığı bir ulusal toplum yapılanmasının da bugüne kadar oluşmadığı göze çarpmaktadır. Bugünkü Rusya ile Avrupa Birliği arasında kalan Doğu Avrupa topraklarında Rus orduları yüz yıllarca Türkler ile birlikte at koşturmuşlar, dünya tarihinin son üç yüz yılında İngilizler ile Fransızların kışkırtmaları üzerine sürekli olarak Osmanlı -Rusya ya da Türkiye-Rusya savaşları cereyan etmiştir. Atlantik güçleri denizler üzerinden okyanuslara açılırken, yeryüzünde bulunan beş büyük kıtanın üzerindeki ülkeleri fethetmişler ve yirminci yüzyıla doğru tarih ilerlerken merkezi coğrafyaya doğru bir giriş yaparak İngiltere Kıbrıs’a asker çıkarınca Ruslar da Kafkasya’ya girmiştir. Orta Dünyanın ele geçirilme yarışında merkezi otorite olan Osmanlı devleti çökünce, kuzeyden Rusya güneyden de İngiltere merkezi ele geçirmek üzere Osmanlı topraklarına saldırmışlardır. Osmanlı devletinin son dönemin de Galiçya cephesinde Ruslar ile savaşılması, açıkça merkezi jeopolitiğin bölgeye nasıl yansıdığını göstermektedir. Bugün Ruslar ile Ukrayna savaşının Karadeniz’in kuzeyinde cereyan etmesi, bir kuzey gücü olan Rusya’nın Karadeniz bölgesine egemen olabilmesi için yeni bir Galiçya cephesi olarak görülmektedir. Rusya dünya hegemonyası için güneye doğru sıcak sular ile Atlantik okyanusuna doğru soğuk sularla dolu olan yan bölgeler de genişlemesi gerektiğini çok iyi bildiği için yeni dönemde Suriye savaşına asker göndererek, Suriye ve Güney Kıbrıs’ta askeri üsler kurarak ve Libya savaşına Wagner adını koyduğu profesyonel ordu göndererek ılık sular bölgesinde de etkinliğini artırma yoluna gitmiştir. Merkezdeki Osmanlı devleti çökerken Kuzeyden Rusların güneydeki merkezi topraklara inmesi ve buna tepki olarak da İngiltere’nin Fransa ile dayanışma içinde Osmanlı hinterlandını işgale yönelmesini tarih kitapları yazmaktadır. Bugün İngiltere İsrail’e karşı İstanbul merkezli bir Yakın Doğu Federasyonu peşinde koşarken, onun uzantısı olarak ABD’de Bağdat merkezli bir Büyük Orta Doğu’yu kendi egemenliğinde yeniden kurmaya çalışmaktadır. ABD, Birleşik Krallık ve İsrail merkezli orta dünya projelerinin üçü Atlantik kökenli bir süreç içinde gündeme gelirken Rusya gene eskisi gibi bir kuzey doğu gücü olarak hem Asya hem de Avrasya bölgelerinin sahibi olarak savaşa girmektedir.

                Endülüs’ün çöküşü üzerine Akdeniz üzerinden okyanuslara açılan insanlık beş büyük kıta üzerinde yeniden yerleşime geçerken Asya, Afrika, Amerika, Avrupa ve Avustralya kıtalarına yayılarak dünyayı bölüşmeye çaba göstermişlerdir. Eski dünya Avrupa ve Asya kökenli olduğu için, diğer kıtalara yayılma ve buralarda yerleşerek yeni bir dünya düzeni oluşturma gibi girişimler zaman almış ve on beşinci yüzyıl sonrasında dünya jeopolitiği tam olarak keşfedilirken, Asya ve Avrupa kıtaları üzerinde oluşan büyük devletlerin hegemonyasında yeni bir siyasal düzen dünya haritası üzerinde oluşturulmaya çalışılmıştır. On altıncı yüzyıl ile birlikte hegemonya rekabeti iyice artmış ve büyük devletler kurulu bulundukları bölgelerin çevresindeki ülkeleri kendi kontrolleri altına alarak kendi merkezli büyük imparatorluklara yönelmişlerdir. Avrupa ülkelerinden önce hem Osmanlı hem de Rus devletleri kendi çevrelerinde genişleyerek imparatorluklar oluştururken, daha sonraki aşamalarda denizlere açılan batı Avrupa devletlerinin kurduğu imparatorluklar dönemi gündeme gelmiştir. Birinci dünya savaşı doğu ve batı imparatorlukları arasındaki hesaplaşmanın sonucunda ortaya çıkmıştır. İkinci dünya savaşı birincinin devamı olarak İsrail’in kurulmasını sağlamıştır. Şimdi gelinen yeni dönemde İngiltere ve Fransa’nın yerlerini ABD ve İsrail almış, Rusya’da gömlek değiştirilmesine yol açan Sovyet devrimi kullanılarak, eski Rus ve Osmanlı hinterlandları üzerinde önemli değişiklikler yaratılarak bugünkü savaşın ortaya çıkmasına doğru yeni yollar oluşturulmuştur. Sovyet devrimi dünya dengelerini değiştirirken Rusya’yı yeniden düzenlemiş Osmanlı devletini yok ederek merkezi alanda batılı devletlerin yayılarak etkinlik sağlamasına neden olmuştur. Dünya devletini oluşturma yolunda İngilizler, Osmanlı sonrasında Türkiye’ye çok iyi bir biçimde yerleşerek hem İstanbul hem de Anadolu üzerindeki güçlerini artırarak ABD ve İsrail’e karşı gücünü geliştirirken, Rusya’nın da önünün kesilmesinde Sovyet devrimi sonrasındaki Doğu Avrupa sosyalist yapılanması çerçevesinde çok ciddi yapısal değişikliklerin önünü açarak, bugünkü durumun ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur.

                Son Ukrayna savaşı merkezi coğrafyada ABD’nin Büyük Orta Doğu, İsrail’in Büyük İsrail imparatorluğu, İngiltere’nin Yakın Doğu Konfederasyonu, Rusya’nın Büyük Rusya Federasyonu ile birlikte, bir de eski sosyalist yapılanmanın gündeme getirdiği bir Doğu Avrupa Birliği oluşumu kendiliğinden gündeme gelmektedir. Odessa merkezli bir Doğu Avrupa Birliği oluşumu, esas olarak bugün Ukrayna sınırları içinde yer almakta olan Balkan yarımadasının kuzeyine doğru bir gelişmenin sonucu olarak gündeme gelmektedir.  Ukrayna topraklarını esas alan bir Doğu Avrupa bütünleşmesi Rusya ile birlikte Osmanlı devletinin mirasçısı olan Türkiye’nin de önünü kesmektedir. Balkanların kuzeyinde Odessa kenti Doğu Avrupa Birliğinin yeni merkezi olarak gündeme gelirken, Balkan’ların güneyinde de Selanik merkezli bir Balkan Federasyonu projesi öne çıkmaktadır. Bu aşamada Doğu Avrupa alanı hem ABD-İsrail, hem Almanya-Fransa hem de Rus’lar ile Osmanlı uzantısı Türklerin yeni projelerinde öne çıkmaktadır. Doğu Avrupa bölgesindeki Osmanlı devletinden kalan kuzey ülkelerindeki özellikle Musevi asıllı nüfusun bir araya getirilmesi ana konu olarak öne çıkmaktadır. Rusların Ukrayna’ya gelmesinden önce ABD’nin Yunanistan’a binlerce asker ve savaş malzemesi yığdığını şimdiden görmek gerekmektedir. Dünya jeopolitiğinin ana merkezi olan Balkanlar’da geçmişten gelen çeşitli dönemlerin uzantısı olarak bulunan koşullar yüzünden, üçüncü dünya savaşının gene Balkanlar bölgesinde çıkması muhtemel gibi görünmektedir. Dünyanın merkezi Orta Doğu’dur ama Balkanlara egemen olan güç Orta Doğu’yu da yönetmektedir. İki dünya savaşının ortaya koyduğu bu gerçekler bugünün dünyasında da yaşanan gelişmelerle de desteklenmektedir Osmanlı ve Rus imparatorluklarının dağılması sonrasında ortaya çıkan yeni koşullarda bir ideolojik imparatorluk olarak Sovyetler Birliği kurulmuş ama üç çeyrek yüzyıl sonrasında ideolojik imparatorluk çökünce, merkezi coğrafyanın batı bölgelerinde ciddi anlamda siyasal boşluklar ya da yeni bir düzen kurmak isteyen dayatmalar öne çıkmıştır. ABD bu durumları yerinde izlediği için NATO ya da Avrupa Birliği gibi batı kurumlarının harekete geçmesini beklemeden ordusunu ve askerlerini Yunanistan’a getirerek, Avrasya güçlerine karşı bir askeri hat kurmuş ve eski üslere ek olarak on yeni askeri üssü Balkan yarımadasının ortasında Rusya’ya karşı kurmuştur.

                Geleceğin dünyasının yeni bir siyasal düzen ile  oluşturulması aşamasında Doğu Avrupa ülkelerinde yaşayan toplulukların etnik kökenleri, dinsel gruplaşmaları, uluslaşma ve cemaatleşme eğilimleri bir çok araştırma raporları ile ortaya konulurken, her devletin ya da her millet ile dinsel ya da etnik kökenleri üzerinden doğu Avrupa’da batı Avrupa’ya karşılık, tıpkı doğu Roma imparatorluğu gibi yeni bir yapılanmayı, ABD kendi kontrolü altında İngiltere-Fransa-Almanya ve İtalya  gibi büyük batı Avrupa devletlerine karşılık öne çıkardığı görülmektedir. Balkanlar daha önceleri iki dünya savaşına sürüklenirken alt kimlikler üzerinden etnik ve dinsel kökenler mesele olmuş, Vatikan’ın izin vermediği Yahudi devleti oluşumu doğu Avrupa’yı beş yüzyıl yöneten Osmanlı imparatorluğu çatısı altında denenmiş ama İngiltere’nin sürekli olarak kışkırttığı savaşlar yüzünden Milattan sonra yaşanan iki bin yıl içinde Avrupa’nın doğusunda bir Musevi devleti oluşturulamamıştır. Şimdi Kuzey Makedonya isimli Balkan devleti bu hedef çizgisinde yeniden örgütlenirken, Selanik’in başkent olacağı bir yeni Makedonya devleti üzerinden doğu Avrupa’nın güney bölgesinde de yeni devlet modeli arayışları devam ederken, ABD ordusu ve silahları ile gelerek Balkanların tam ortasına yeniden yerleşmiştir. ABD böylesine bir adım ile sağladığı avantajı Doğu Avrupa bölgesinin Amerikan çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlenmesi için kullanmaya başladığı aşamada, bir gece ansızın Rusya orduları Ukrayna sınırları içinden geçerek ve ABD’nin Doğu Avrupa’nın güney bölgesi olan Yunanistan’da başlattığı yeni siyasal yapılanma girişimini bu bölgenin kuzeyinde başlatarak, ABD ve Rusya dengesini yeniden oluşturmaya yönelmiştir. Orta Doğu’daki Musevi devleti olarak İsrail zorlanırken, Amerikalı Yahudilerin merkezi bölgeye rahatça gelebileceği bir büyük Makedonya devleti bu nedenle kurulmaya çaba gösterilirken, Ruslar’da batıya doğru yönelerek Ukrayna’nın doğu bölgesini işgal ederek güneydeki ABD manevralarına karşılık, Doğu Avrupa’nın kuzey bölgesinden rakip süper güce karşı yeni bir boy gösterisine kalkışmaktadır.

                Ruslar kuzey yarıkürede Ukrayna üzerinden yeni bir doğu Avrupa yapılanmasını ortaya koymadan çok önce, Amerikalıların Yunanistan’a savaş malzemeleri ve askeri birlikler yığarak yeni bir girişime kalkıştıkları Balkanlar’da uzun süredir Makedonya üzerinden yeni bir yapılanmanın ardında koşmaktadırlar. Sahipleri Musevi asıllı Amerikalılar olan büyük ABD şirketlerinin Makedonya şehirlerine büyük yatırımlar yaparak  bu ülkenin Avrupa’da kurulamayan Yahudi devletinin yerini alacağı  ve Selanik kentinin Balkanların kuzey bölgesindeki İstanbul kentinin Ataşehir’de kurulmakta olan finans merkezi  projesi aracılığı ile fiilen İngilizlerin eline geçmesi  yüzünden, İstanbul’a karşı Selanik kentinin güney Balkanların yeni merkezi olacağı gibi planlar, Türk ve Avrupa kamuoyları önünde fazlasıyla tartışma konusu yapılmaktadır. Türkiye böylesine bir süreçte Kanal İstanbul ve Boğaziçi Üniversitesinin boğazdaki yeni yerleşimi ile ilgili tartışmalara doğru sürüklenirken, güneyden ABD’nin Yunanistan çıkartması ile kuzeyden Rusya’nın Ukrayna işgali ile karşı karşıya kalması bir tesadüf değildir. Zamanlama açısından dünyanın iki büyük gücü olarak ABD ve Rusya dünyanın jeopolitik merkezi olan Balkanlar’da giriştikleri hegemonya yarışını kazanarak yola devam etmek istedikleri anlaşılmaktadır. Rusya için ilk adım Ukrayna’nın işgali ABD içinse Yunanistan’a askeri yığınak yapmak olmuştur. Balkanlar üzerinden yeni doğu Roma’yı kimin kuracağı sorusunun cevabını olaylar belirlerken, Rusya’nın yönlendireceği Odessa merkezli Doğu Avrupa Birliği projesine karşılık ABD’de Selanik merkezli Balkan Federasyonu projesi ile karşıt bir alternatif açılımı gündeme getirmektedir. Ukrayna’nın Rusya tarafından işgali doğrudan Doğu Avrupa Birliği projesinin sonucu olarak öne çıkarken, ABD Selanik merkezli Büyük Makedonya açılımı ile Rusya’ya karşı Balkan hegemonyası planını ortaya koymuştur. Bugün Balkanlar kuzeyden Rus, güneyden de Amerikan işgali girişimleriyle karşı karşıya kaldığı için, üçüncü kez bir Balkan savaşı öne çıkmaktadır.

                Rusya Federasyonu’nun işgal girişimleri sırasında Rus devlet başkanı sürekli olarak bir nükleer savaş tehdidinden söz etmektedir. Rus derin devletinin yetiştirdiği bir devlet görevlisi olarak PUTİN, dağıtılan Sovyetler Birliği’nin intikamını alma peşinde koşmakta ama büyük Rusya imparatorluğunu kurma konusunda yeterince destek alamayınca, bu kez de nükleer savaş ya da ellerinde bulunan büyük bomba yığınaklarından söz ederek dünya kamuoyunu korkutabilmenin çabası içine girmektedir. PUTİN Rus derin devletinin temsilcisi olarak Sovyetler Birliği’ni Rusların kurmadığını, Bolşevikler adı verilen ABD ve batı ülkelerinden gelen bir kadro tarafından kurulduğunu, dünya barışının korunması açısından iyi bilmek zorundadır. Böylesine karışık bir durumun ortaya çıkmasında Avrupa’da kurulamayan Musevi devletinin Orta Doğu bölgesinde kurulması ve olayların bu hedefe doğru yönlendirilmesinin önemli payı bulunmaktadır. Avrupa’daki savaşın Orta Doğu bölgesine yayılması önlenerek İslam coğrafyasının tam ortasına bir Musevi devleti oturtulmuştur. Osmanlı hinterlandında yer alan bölgelerdeki tüm gelişmeler bu hedef doğrultusunda ele alınarak küçük İsrail devleti kurulabilmiştir. Şimdi iş büyük bir imparatorluğa dönüştürülmek istendiği aşamada, sıra kuzey bölgesindeki Musevilerin ve Yahudilerin birlikte yaşadıkları Ukrayna devletinin topraklarına gelmiştir. İki bin yıllık Avrupa tarihinde Musevilere devlet kuracak ülke aranmaya başlanınca Fransa Madagaskar adasını, İngiltere ise Etiyopya ile birlikte Kenya ve Uganda topraklarını, İspanya ise Arjantin’in kuzey bölgesini  bir Yahudi devleti kurulabilmesi için değişik alternatifler olarak önermişler ama  Budapeşte merkezli Siyonizm galip gelince, bunun üzerine İsviçre üzerinden hazırlıklar tamamlanarak kutsal topraklar olarak ilan edilen Filistin topraklarında yeni bir din devleti Müslümanlık ve Hrıstıyanlık’a karşı bir çizgide kurulmuştur. Birinci dünya savaşı ile imparatorluklar yıkılmış, ikinci dünya savaşı ile İslam dünyasının tam ortasına ayrı bir din devleti kurulmuştur. Şimdi bu küçük devletin büyütülerek bir imparatorluğa dönüştürülmesi hazırlanırken ve Balkanların güneyinde Büyük Makedonya üzerinden bir Musevi devleti Avrupa toprakları üzerinde kurulurken, Sovyetler birliğinin merkezi ülkesi olarak da Rusya Federasyonu, Doğu Avrupa’yı Avrupa Birliği’ni ele geçiren batı Avrupa’nın büyük devletlerinin emperyalist girişimlerinden kurtarmak üzere, Rusya ve ABD işbirliği Avrupa Birliği ile Çin hegemonyasına karşı savaş sahasına çıkmaktadırlar.

                Uzun süren bir soğuk savaş sonrasında dünyada ABD hegemonyasına karşı dengelerin Rusya tarafından kurulabileceği konusunda bir yaygın kanaat oluşmuştur. Bu yüzden Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra karşı dengeler alanında boşluk doğmuş ve dünya tek kutuplu bir yapılanmaya doğru sürüklenirken sürekli olarak karşı güç dengesi aranmıştır. Ne var ki, İngiltere ve İsrail arasında ABD içindeki kavga ve çekişmeler yüzünden tek kutuplu dünya arayışları sonuçsuz kalınca, dünya bu kez yeniden iki kutup arayışına girerken, bu kez Çin, Hindistan, Brezilya, Avustralya ve Avrupa Birliği gibi yeni dev ülkeler rekabet yarışına girince, bu kez çok kutuplu bir dünyaya doğru gidiş hızlanmıştır. Dünya geçmişten gelen ABD-Rusya dengesini ararken, ABD’nin karşısına bu kez Çin çıkmış ve ikinci bir süper güç olarak yeni dünya düzeni içinde etkili olmaya başlamıştır. Yer kürenin tepesindeki ABD-Rusya dengesinin yerini ABD-Çin dengesi alınca bu kez eski karşıt kutup başı olan Rusya, sosyalist sistemin çöküşünden sonra içine sürüklendiği durgunluk ve gerileme süreçlerine teslim olmamak üzere, tekrar eski kutup başı ülke olarak hareket etmeye karar vererek, eski yoldaşı olan Ukrayna devletini işgal etmeye yönelmiştir. ABD başkanının yeni tehdit olarak Çin Halk Cumhuriyeti’ni işaret ettiği bu aşamada, Rusya eski Sovyetler Birliği gibi davranarak birliğin içinde yıllarca birlikte olduğu Ukrayna Cumhuriyetini kanlı bir saldırı savaşı ile işgal ederek, insanlığın geleceği açısından son derece tehlikeli bir çıkışı gündeme getirmiştir. Savaş sahalarının eski yıldızı olan Rusya’nın yeniden çevresi için bir tehdit oluşturmaya başlaması ile birlikte, bütün dünya ülkelerinde bir üçüncü dünya savaşının çıkıp çıkmayacağı her yönü ile tartışılmaya başlanmıştır. Soğuk savaş dönemi sonrasında dünya ülkeleri yaşanan elektronik devriminin getirileri ile birlikte bir sürekli barış düzeni arayışına giderken, Rusya’nın eski alışkanlığı ile sınır komşusu olan bir ülke olarak Ukrayna’yı işgal ederek, kendisine yeni bir eyalet olarak bağlama girişimine kalkıştığı ortaya çıkmıştır. Büyük İsrail imparatorluğunu oluşturmak için Orta Doğu ülkelerinde sürdürülen savaş senaryoları geride kalınca, bu kez kuzey yarımküre üzerinden yeni bir savaş sürecinin Rusya aracılığı ile öne çıktığı görülmüştür. Bu savaşın bir üçüncü dünya savaşına dönüşüp dönüşmeyeceği diğer devletlerin alacağı tutuma bağlıdır.

                İsrail çok istemesine rağmen Armegeddon adını verdiği üçüncü dünya savaşını Orta Doğu ülkelerinde çıkaramamıştır çünkü dünyanın eski jeopolitik konumu değişmemiştir. Bu nedenle merkezi coğrafyada bir üçüncü dünya savaşı çıkarılamamıştır. İlk iki dünya savaşının çıktığı yer olan Doğu Avrupa ya da Balkanlar bölgesindeki yeni gelişmeler, gene üçüncü dünya savaşının da eskiden   devam edip gelen çizgide tekrar Doğu Avrupa bölgesine kilitlendiğini göstermektedir. Osmanlı ve Sovyet İmparatorluklarının birbiri ardı sıra çökerek dağıldığı bir ortamda, büyük devletler arasındaki çekişmeler yeniden Avrupa kıtasının doğusuna kaymıştır. Balkanlarda var olan siyasal boşluk devam ettiği sürece dünyanın merkezi bölgesi olan Orta Doğu’yu kimin yöneteceğinin belirlenmesi gerekmektedir. Bu da Balkanlar’daki hesaplaşmayı kimin kazanacağının belirlenmesi ile mümkün olacaktır. ABD bunu bildiği için Yunanistan’a askeri yığınak yapmıştır. Rusya bunu bildiği için Ukrayna’yı işgal etmektedir. Avrupa Birliği bunu bildiği için çok yönlü dengelere oynayarak Doğu Avrupa bölgesini kontrolü altında tutmaya çalışmaktadır. Almanya Rusya ile yakınlaşarak, Fransa ise Akdeniz ülkeleri ile bütünleşmek için yeni girişimlerde bulunarak, Balkanları başkasına kaptırmamak çabası içindedir. Bütün büyük güçlerin nükleer silahlara sahip olduğu bir durumda soğuk savaş dönemi sonrasında oluşturulan dehşet dengesi günümüzde sürdürülürken, kutup başı ülkelerin gözü kara savaş senaryolarını gündeme getirmeleri karşısında, saldırgan Rusya Federasyonu başkanı ve dış işleri bakanı her fırsatta nükleer silahların kullanılabileceğini dile getirerek, nükleer bir yapıda üçüncü dünya savaşının önünü açmak üzere kışkırtıcılığa devam etmektedirler. Ukrayna üzerinden bir kıyamet senaryosu hazırlanırken ve nükleer savaş tehditleri ile insanlık bir kıyamet senaryosu ile üçüncü dünya savaşına doğru zorlanırken, geçmişten bugüne gelen çağdaş uygarlık düzenine yazık olacağı anlaşılmaktadır. İnsanlık ya bu saldırgan savaş sürecinin önünü kesecek ya da kıyamet senaryosu ile birlikte yok olacaktır. Bu noktada bütün insanlığın Hiroşima ve Nagazaki katliamlarını yeniden düşünmeleri gerektiği bir aşamaya gelinmiştir. Dikkat dünya son dönemece girmektedir.

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder