ANKARA KALESİ
AFRİKA‘DA TERÖR OYUNLARI
Habeşistan
dünyanın en eski ülkelerinden birisi olduğu gibi, Türklerin de Osmanlı
döneminden kalma coğrafi bilgilere sahip olduğu en eski Afrika ülkelerinden
birisidir. Ne var ki, bugünün dünyasında Habeşistan’ın adının değiştiğini ve bu
ülkenin isminin artık Etiyopya olarak söylendiği görülmektedir. Osmanlı
döneminin Habeşistan eyaletinin, bugünün bağımsız ve güçlü devleti olarak öne
çıkan Etiyopya olduğunu bilmek, geçmişten bugüne uzanan Afrika kıtasına doğru
açılımın ilk adımı olmaktadır. Bir milyon iki yüz bin kilometre karelik büyük
bir toprak alanına sahip olan Etiyopya, aynı zamanda yüz elli milyona yaklaşan
nüfus yapısı ile tıpkı Türkiye’ye benzeyen büyükçe bir orta boy devlet olarak,
doğu Afrika’nın önde gelen en büyük devletlerinden birisidir. Resmi dili Amharca olan bu devletin başkenti
de renkli çiçek anlamını taşıyan Addis Ababa kentidir. Tarihin en eski devleti
olarak ilk çağlardan bu yana gelen Etiyopya devletinin toprakları, ilk çağlarda
ilkel insan topluluklarının yaşadığı bölgelerden birisi olduğu için, tarihteki
ilk insanın çıktığı ülke olarak da tarih kitapları bu ülkeye yer vermektedirler.
Ülkenin kuzeyinde yer alan Amhara bölgesi, ilk insanların yaşadıkları yer
olarak daha sonraki dönemlerde Etiyopya’da yaşanan olaylarda etkili olmuştur. Ülkenin
ortalarında yer alan dağlık bölgelere yerleşerek Etiyopya nüfusunun ülke
bütününe yayılması, zaman içinde Amharalıların ülkenin değişik bölgelerine
yerleşmeleri ile mümkün olmuş ve böylece Etiyopya Afrika kıtasının ilk oluşan
devleti olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Tarih kitaplarına bakıldığı zaman
Afrika kıtası ile Etiyopya ülkesinin bir bütünlük arz ettiği görülmekte ve bu
doğrultuda Afrika kıtasını her alanda Etiyopya devleti, bölgesel platformlarda
en eski ve siyasal birikimli ülkesi olarak temsil etmektedir. Uluslararası
platformlarda önde gelen Afrika ülkesi olarak, Etiyopya kendi kıtasını en önde
temsil eden bir devlettir.
Afrika
kıtasının tek sömürge olmayan ülkesi olarak Etiyopya, ikinci dünya savaşı
sırasında altı yıllık bir İtalyan işgali dışında her zaman için bağımsız ve
özgür bir ülke olarak ayakta kalmıştır. Kara ırkın temsilcisi olan ülkelerden
birisi olarak Etiyopya Afrika ile özdeşleşen bir devlet yapılanmasıdır. Doğal
olarak üç büyük bölgeye ayrılan Etiyopya’da birinci bölge kuzey kesimindeki Amharaların
yaşadıkları topraklardır. Ülkenin kuzeyinde Hristiyanlık, güneyinde Müslümanlık
tek tanrılı dinler olarak yaygın egemenlik kazanırlarken birçok bölgede ya da
toplulukta yerel ölçülerde yaygınlık kazanmış olan ilkel dinlerin uzantıları
görülebilmektedir. Afrika’nın en verimli topraklarının sınırları içinde
kaldığı Etiyopya doğal konumu gereği
bir tarım ülkesidir. Geniş toprakları ve sınırları içinde kalan bölgelerde
dünyanın her türlü bitkisi yetiştirilirken, ülke bu yönü ile her zaman için bir
gıda deposu olarak insanlığın yararlanması için açık bir yapılanma içindedir.
Geleneksel tarzda üretim yapan Etiyopya, son yıllarda gelişen teknolojinin
üretim alanına aktarılmasıyla birlikte, çağdaş dünyanın en önde gelen gıda
üreticisi olan ülkeler arasında yer almasını bilmişlerdir. Amharalıların
sonradan gelen başka halklarla karışması sonucunda bugünkü Etiyopya halkı
ortaya çıkmıştır. Eritreliler, Tigreliler ve Amharalılar ile birlikte olunca
ülkede çalışma hayatı ve üretim normal koşullarda gelişmekte ama bu gruplar
arasına birileri girerek, bunları birbirlerine karşı kışkırtırsa o zaman iç
savaşlar ve sıcak çatışmalar öne geçtiği için üretim düzenleri de bozulmaktadır.
Bu yüzden Etiyopya devleti ayakta kalabilmek ve yaşamını sürdürebilmek için
kendi toplumu içindeki farklı etnik grupların çatışmalarını önlemek ve bu
doğrultuda ülkedeki çalışma hayatına ülkede var olan bütün etnik topluluklardan
eşit katılımlar sağlayarak, iç barış ortamında tarımsal üretimin en üst düzeyde
olmasına karşılık küçük endüstri üretimi sınırlı kalmaktadır. Buna karşılık
hayvancılık tarım alanının bir parçası olarak Etiyopya’da her yönü ile geliştirilmektedir.
Tarih
açısından Afrika’nın hem en eski hem de en birikimli ülkesi Etiyopya’dır. Kara
derili insanların dünya sahnesine çıkması ile birlikte, Afrika kıtası ile
birlikte kıtanın en eski ülkesi olarak Etiyopya gündeme gelmekte ve yöndeki
gelişmelerle, Afrika kıtasının içinde yetişen zencilere uluslararası alana
açılma hakkı verildiği aşamada, Etiyopya güçlü bir devlet olarak dünya
sahnesinde öne çıkabilmektedir. Zenci kimliği ile Afrika kıtası dünyaya
açıldıkça diğer kıtalardaki ülkeler ve topluluklar arasında çok yönlü ilişkiler
geliştirilebilmektedir. Sekizinci yüzyıldan itibaren devlet düzenine geçen
Etiyopya, Saba ve Aksum krallıkları ile tarih öncesi dönemdeki gelişmelerini
tamamlayarak, gelecek yüzyıllara doğru sahip olduğu ilkel birikimin ötesinde
hazırlık geçirmiştir. Milat’tan sonra üç yüzlü yıllardan başlayarak Etiyopya
bölgesinde, Afrika boynuzunu merkeze alan devletler ve imparatorluklar
kurulmuştur. Hristiyanlığın yayılma döneminde Etiyopya din üzerinden Mısır
merkezli kurulan devletlere bağlanmıştır. Afrika kıtasının dışa açılması ve
dünya ülkeleriyle ticaret yaparak bölge ürünlerinin pazarlanması gibi
etkinlikler, gene Afrika boynuzu bölgesi üzerinden yürütüldüğü için Etiyopya
bölgesi tarihin her döneminde Afrika’nın merkezi konuma sahip ülkesi olmuştur.
Zaman içerisinde Sana merkezli Yahudi yapılanmaları da gündeme gelerek bölgenin
gelişimi sürecinde zaman zaman etkin olmuşlardır. Bugünkü Mısır ve Arabistan
bölgelerinde yeni yerleşim alanları ile birlikte bölgesel devlet düzenlerine
yönelme, bir süre sonra Etiyopya ülkesini merkezi yapıdan uzaklaştırarak, daha
kuzeydeki Mısır ve Arabistan bölgelerine doğru bağlantılar içerisine girmesine
elverişli ortam yaratmıştır. Etiyopya toprakları üzerinde kurulmuş olan Aksum
krallığı bir süre sonra Kızıldeniz de ticaret yapan dinsiz toplulukların
saldırıları sonrasında, yıkılmak durumunda kalıyordu. Binli yıllarda bölgede
kurulan yeni devletler zamanla genişleyerek kuzey Afrika hegemonyalarını
birbiri ardı sıra kuruyorlardı. Bu gibi devletlerin genişlemeleri üzerine
kıtanın doğusundan batısına doğru bir genişleme görülüyor ve yerel kabileler bu
dönemden sonra bölgesel devletlerin çatısı altında korunma arayışıyla yeni
yapılanmalarda öne çıkıyorlardı. Tek tanrılı dinler yayıldıkça, Hrıstıyanlık ve
Müslümanlık arasındaki çelişkiler de keskinleşiyor ve kabileler dinler
üzerinden çekişme ya da savaş ortamına doğru sürükleniyorlardı.
On
beşinci yüzyıl sonrasında Endülüs’ün yıkılması üzerine ve Akdeniz kıyılarında
yeni yerleşim düzenlerinin öne çıkmasıyla birlikte, Etiyopyalılar dünyaya
açılan Portekizlilerin işgal girişimleriyle mücadele etmek zorunda kalmışlardır.
Dine dayalı uygarlık düzeni Portekizlilerin bölgeye gelmeleriyle yıkılmıştır.
Bu aşamadan sonra Osmanlı imparatorluğu kuzey Afrika’ya girdikten sonra
Portekizlileri kılıçtan geçirerek yok ettiler ve daha sonra da bu bölgeyi
Arabistan eyaleti üzerinden kendi merkezleri olan İstanbul’a bağlayarak
bölgenin yeni egemenleri oldular. Hristiyanlık ve Müslümanlık gibi iki büyük
dinin Afrika kıtasının kuzeyini ele geçirmek üzere harekete geçmeleriyle, uzun
süreli ve çok kanlı savaşlar birbiri ardı sıra yaşanmıştır. Portekiz istilası
üzerine bu bölgeye Vatikan’a bağlı Katolik papazlar gelmişler ve kısa zamanda
Roma Hristiyanlığının temsilcileri olan bu din adamı kadroları kıtanın kuzey
bölgesinde Hristiyanlığı yaymak için çok uğraşmışlar ama Osmanlı devletinin
müdahalesi ile bunların önü kesilince, Müslümanlık Afrika’nın kuzey
bölgelerinde Etiyopya üzerinden yaygınlık kazanmıştır. Osmanlı devleti merkezi
bir imparatorluk düzenine sahip olduğu için Balkanlar’dan Kafkaslar’a, Kırım’dan
Habeşistan’a kadar merkezi alanın dört bir yanında, egemenliğini sürdürmek
üzere sürekli akınlar ve fetihler düzenleyerek dünyanın tam ortalarında
sözlerini geçerli kılmaya çaba sarf ediyorlardı. Roma dönemi sonrasında
Portekizlileri bölgeye gönderen Hristiyan batı dünyası, Müslüman Osmanlıların
önünü kesmek için her türlü manevrayı yaparak, kuzey Afrika bölgesinde tek
tanrılı dinler için çatışmaları sürekli kılıyorlardı. On beşinci yüzyıldan
itibaren Etiyopya bölgesine girmiş olan Osmanlılar, yirminci yüzyıl başlarında
Birinci Dünya savaşı sürecine kadar siyasal ve ekonomik hegemonyalarını
sürdürmüşlerdir. Savaş sırasında önce Almanlar daha sonra da İtalyanlar askeri
birlikleri ile bölgeye gelerek kendi sömürgelerini batı Avrupalı emperyalistlere
karşı kurmak istemişler ama savaşı kazanan İngiltere ve Fransa ittifakı böyle
bir yeni hegemonyaya izin vermeyerek İtalyan ve Alman egemenliğinin önünü
kesmişlerdir.
Bugünkü
Çağdaş Etiyopya devletinin oluşumu, Osmanlı devletinin bölgeden çekilmesi ve Birinci
dünya savaşının galipleri olarak İngiltere ile Fransa’nın öne geçmesiyle
birlikte biçimlenmiştir. Süveyş kanalının açılmasıyla birlikte bölgeye
İngilizler ve Fransızlar gelerek yerleşmişlerdir. Böylece Afrika boynuzu Orta
Doğuluların elinden çıkarak Atlantikçilerin eline geçmiştir. İngilizler bölgeye
geldikten sonra kuzey Afrika’nın yönetimini Mısır üzerinden oluşturduğu yeni
yönetim merkezine bağlayarak, Osmanlı devletinin orta dünyadaki konumunu ele
geçiriyordu. Süveyş kanalının yapımı sonrasında Kızıldeniz’in doğu ve batı
arasındaki ticaret yapılanmasının merkezi durumuna gelmesi üzerine, Avrupa
ülkeleri bu bölgeye yerleşerek yeni bir hegemonya arayışı içine giriyorlardı.
Boynuz bölgesindeki sıcak gelişmeler Etiyopya aracılığı yayılma alanı bulurken,
zaman zaman da Tigre bölgesinde yaşayan kabilelerin yöneticileri bölgesel
devlet oluşumları içinde yer alabiliyorlar ve bu doğrultuda bölgesel yönetim
sorumluluğunu Etiyopya’lılar ile de paylaşma şansını elde ediyorlardı. Birinci
dünya savaşı sırasında İngilizler bölgeye gelerek Aden körfezine kadar olan
alanı kendilerine bağlamalarıyla, kuzey Afrika’da İngiliz hegemonyası düzeni
kuruluyordu. On dokuzuncu yüzyılın son yıllarında Afrika boynuzu merkezli
ticaret alanı Osmanlıların elinden çıkıyor ve İngilizlerin mutlak anlamda
kontrolleri altına giriyordu. Bölgeye daha sonra gelen İtalyanlar bölgede
kendilerine yer ararken, Eritre bölgesini işgal ederek burada kendilerine yeni
bir sömürge oluşturuyorlardı. Asmara kentine kadar yayılan İtalyanlar bu
bölgede protektora adı altında savaş ve işgal girişimlerine karşı bir koruma
düzeni oluşturuyorlardı. İngilizler ve Fransızlar bu aşamada bir ortak yönetim
arayışına girerek, Orta Doğu hegemonyaları çizgisinde bir de Kuzey Afrika’ya
düzen vermeye çalışıyorlardı. Birinci dünya savaşı sürecinde Libya’ya asker
çıkartan ve İtalyanlara karşı çıkan İngiliz ve Fransız orduları bu bölgede üç
büyük gücün hegemonya savaşına girişmelerine kapı açıyorlardı. Bu süreçte
Etiyopya bu üç büyük güce karşı kendini korumak çizgisinde, Osmanlılar ile
birlikte Alman askerlerine güven besliyorlar ve onların desteği ile bir işgal
hareketine karşı gerekli olan önlemleri alıyorlardı. Avrupalı devletlerin kuzey
Afrika’da çekişmelerinin bölgeyi parçalamaması için Etiyopya yönetimi o aşamada
savaşan ülkelerin temsilcilerinden oluşan bir ortak konsey kurarak, bölgede
barışı korumaya çalışmış ve bölgedeki sıcak savaş olaylarının bu tür bir
yapılanma ile önlenmesine çaba göstermiştir.
İkinci
dünya savaşı öncesinde Etiyopya kralı olarak ilan edilen Haile Selasiye isimli
yönetici devletin başına geçerek eylemsel diktatörlük oluşturmuş ve İtalyan
taleplerine karşılık Milletler Cemiyetinin üyesi olarak, uluslararası güçleri
Afrika boynuzunda barışı sağlamaları için sürekli olarak çaba göstermiştir. Dış
yardım gelmeyince bunun üzerine kral Haile Selasiye kendisini diktatör yapan
yeni bir anayasayı ilan ederek ,ülkede mutlak bir barış düzeni kurmayı
denemiştir. Ne var ki, o dönemde İtalya’da iktidara geçen Benito Mussolini,
önce Arnavutluğu ve daha sonra da Etiyopya’yı işgal ederek, Akdeniz üzerinden
bir kuzey Afrika hegemonyası kurabilmek için harekete geçiyordu. Bu aşamada İngiltere
ve Fransa Milletler Cemiyeti çatısı altında Etiyopya için bir İtalyan Vesayeti
kararı almaya çalışırken Mussolini daha hızlı hareket ederek ikinci dünya
savaşının başlangıcında Eritre üzerinden Etyopya ülkesini işgale yönelince,
Etiyopya kralı İngiltere’ye kaçarak onların koruması altına girdi. İtalyan
birliklerinin bu ülkeyi işgal etmeleri sonrasında ise, İtalyanlar, Somali, Eritre
ve Etyopya üçlüsünden meydana getirdikleri Doğu Afrika İtalyası ile dünya
savaşı koşullarında yeni bir küresel denge oluşturarak, büyük ülkeler
arasındaki yarışı daha da yükseltmek hedefinde Etiyopya’yı yeni bir döneme
doğru zorladılar. İkinci dünya savaşının bitişi ile birlikte Etiyopya İngiliz
ve Fransızların ortak ordusu aracılığı ile İtalyan işgalinden kurtuluyordu. Bu
aşamada Eritre yalnız kalmamak için bir referandum düzenlemesi ile Etiyopya
imparatorluğunun bir parçası konumuna geliyordu. Bu olaydan sonra İngilizler
işgal ettikleri Ogaden bölgesini Etiyopya yönetimine terk ettiler ve daha sonra
da Somali bölgesinin bağımsız devlet olmasını gerçekleştirdiler. Bu noktada
Somali ile Etiyopya arasında sınır ihtilafları ortaya çıkınca gene batının
emperyal devletlerinin devreye girerek bölge ülkeleri üzerinde hegemonyalarını
sürdürmek istedikleri görülüyordu. Somali daha sonra bağımsız devlet statüsüne
kavuşunca bölgedeki ihtilaflar bir süre için askıya alınıyordu.
İkinci
dünya savaşı sonrasında bölge yeniden düzenlenirken ülke 12 ayrı eyalete
bölünüyordu .80 etnik grubun açık düzen içinde yaşadıkları bölgelerde,
eyaletlerin yerel otonomi peşinde koşmaları yüzünden ülkede silah dağıtımı
yasaklanıyor ve böylece etnik grupların isyan ya da ayaklanma gibi sonu hüsran
ile bitebilecek, yanlış maceralara kalkışmaları önlenmek isteniyordu.
Eyaletlerin bir araya gelmesinden oluşan Etiyopya devleti, federal bir krallık
statüsü altında hiyerarşik bir hukuk düzeni kurarak Müslümanlar ile Hristiyanlar
arasında, bir ortak yaşam düzeni oluşturabilmenin çabası içine giriyordu. Devletin
başında bulunan kral mutlak anlamda devlet başkanı statüsüne sahip olduğu için
otoriter sistem çatısı altında 12 eyaletin uyum içinde var olabilmelerini
sağlayacak, yeni bir sistemin oluşması sağlanıyordu. Savaş sonrası yıllarda
ülkenin başkenti Addis Ababa kentinde Afrika Birliği adı altında bir kara kıta
örgütlenmesi gerçekleştirilmeye çalışılıyordu. Etiyopya’nın başkentinin aynı
zamanda tüm Afrika ülkelerini birleştirerek bir kıtasal devlet yapılanmasının
önünü açacak, bu yeni örgütün merkezi konumuna gelmesi ile, Afrika’nın en eski
devletinin aynı zamanda kıtanın da merkezi konumuna geldiği görülüyordu. Haile
Selasiye isimli kralın uyguladığı çok aktif bir dış politika ile tüm Asya,
Afrika ve Latin Amerika ülkeleri ile yakın ilişkilere girmesiyle, Etiyopya’nın
devlet olarak prestiji hem Afrika’da hem de dünya ülkeleri arasında
yükseliyordu. Bir anlamda kara Afrika kıtasının doğal temsilcisi olarak dünya
çapında bir sempati kazanan Etiyopya, aynı zamanda doğu ve batı bloklarına
karşı bir araya gelerek örgütlenen üçüncü dünya hareketinin önde gelen kurucusu
oluyordu. İkinci dünya savaşı sonrasında gündeme gelen bağımsızlık
hareketlerinin canlanması ve sayısının artmasında, batı emperyalizmine karşı
her zaman direnmiş olan Etiyopya’nın önde gelen bir katkısı olmuştur. Yirminci
yüzyılın ikinci yarısına girerken, krala karşı bir darbe yapılmaya çalışıldı
ama iç karışıklıklar çıkınca kısa bir süre içinde eski düzen yeniden
kuruluyordu.
Yirmi
birinci yüzyıla doğru Etiyopya devleti yoluna devam ederken, Etiyopya kralı
batı ülkelerindeki liberal programlardan esinlenerek devletin yapılanmasında
daha çok demokratikleşme sağlayacak bir açılımı gündeme getirdi. Böylesine bir
açılım sayesinde, ülkedeki bağımsızlık isteyen eyalet ayaklanmalarının da önünü
kesmeyi düşünüyordu. Halk kitleleri bu dönemde ülkedeki açlık sorununu ortadan
kaldıracak bir tarım reformu peşinde koşarlarken, kral ülkede demokratik
parlamenter rejimi kurabilecek bazı liberalleşme adımlarının atılmasını tercih
ediyordu. Bu tür demokratikleşme girişimlerinin istenen sonucu alamamasına yol
açabilecek derecede iç isyanların eyaletler düzeyinde yeniden gelişmeye
başladıkları görülmektedir. Ogaden bölgesinde silahlı çatışmalar birbirini
izlerken, öbür tarafta İsrail’in Kızıldeniz de etkinliğini artırmak üzere
Eritre halk kurtuluş ordusu kurularak önce sahil boyu gelişen terör
hareketlerinin ülkede can güvenliğini ortadan kaldırdığı ve daha sonra da
Eritre bölgesindeki isyanın o topraklarda yeni bir siyasal düzene doğru
yönelerek, Eritre’yi yeniden bağımsız devlet olarak dünya sahnesine çıkarttığı
görülüyordu. Din alanında Etiyopya’nın kuzey ve güney bölgeleri olarak iki
kampa ayrılması yüzünden ülkenin bölünmesine yol açacak bir biçimde kopukluk
yaşanıyordu. Etiyopya uçaklarının kaçırılarak bombalanmaları, ülkedeki siyasal
gerginliği tırmandırırken, o dönemin sosyalist blok temsilcilerinin olaylara
karışarak müdahale ettikleri göze çarpıyordu. Yirminci yüzyılın son çeyreğine
girilirken ülkeyi çok ciddi bir açlık ve bunun sonucu olarak isyan koşullarına
sürükleyen bir kargaşa ortamı gündeme geliyordu. Bu koşullarda öğrenciler,
işçiler ve memurlar genel greve giderken, yoksul köylüler de toprak sahiplerine
karşı ayaklanarak harekete geçiyorlardı. Bu kadar karışıklığın bir arada ortaya
çıkması üzerine, gündeme gelen siyasal krizi gerekçe göstererek kara kuvvetleri
ayaklanma yoluna gidiyordu. Askeri hareket koşullarında sosyalist aydınlar ve
politikacılar öne geçerek, batı emperyalizmine karşı her zaman direnen bu
ülkede bir antiemperyalist sosyalist düzenin kurulmasına giden yolu açıyorlardı.
Askeri bir ihtilal yolu ile işbaşına gelen ülke ordusu önde gelen
siyasetçilerin yargılanarak asıldığı bir gelişmeyi silahlı kuvvetlerin desteği
ile gerçekleştiriyordu. Böylece ilk kez resmen bir sosyalist yönetim Afrika’nın
en eski devletinin başına geçiyordu.
Sovyetler
Birliği’nin destekleri ile iktidara el koyan askeri konseyin önde gelen
yöneticisi olarak Haile Mengüstü isimli yüzbaşı sosyalist cuntanın başı olarak
devlet başkanlığına getiriliyordu. Aynı zamanda Küba’daki Castro rejiminin
desteklerinden yararlanan Etiyopya’nın askeri cuntası, dış yardımların desteği
ile toparlanarak ve harekete geçerek Eritre, Ogaden ve Tigre gibi eyaletleri
yeniden Addis Ababa kentindeki devlet merkezine bağlamıştır. Askeri yönetim
zaman içinde iktidardaki yerini sağlamlaştırdıkça özyönetim, millileştirme, devletleştirme ve
kamu yararına devlet hizmetlerinin yeniden ülkenin çıkarları doğrultusunda örgütlenebilmesi
için devrimci adımlar atmıştır. 27
Ağustos 1977 tarihinde sosyalist yönetim resmen işbaşı yaparak, devleti yeniden
yapılandırmak üzere yola çıkıyordu. Mengüstü yönetiminde otoriter bir Marksist
sistem kuruluyordu. Yeni yönetim halkın açlığını önleyecek bir tarım reformu
ile birlikte, ülke nüfusunun daha kolay ve örgütlü bir yaşama kavuşacağı yeni
bir yerleşim düzeni, ülkenin kuzey eyaletlerinde devletin yardımı ve
öncülüğünde gerçekleştirilmeye çalışılıyordu. Yoksul halk kitlelerinin
kuzeydeki verimli topraklara taşınması üzerine nüfus dengeleri bozulunca, Ortaçağ
döneminde bu ülkeye gelerek yerleşmiş olan ve Falaşa adıyla anılan kara derili
Yahudiler İsrail’e taşınmışlardır. İsrail böyle bir organizasyon amacıyla Rusya
ile birlikte hareket ederek, Etiyopya’nın sosyalist yönetimini her zaman için desteklemiştir.
Siyah derili zenci Yahudiler ile nüfusunu artırmaya çalışan Yahudi devleti,
sosyalist Etiyopya devletinin en yakın destekçisi olarak, Afrika kıtasında yeni
kurulmuş olan bir devletin üzerinden hegemonya arayışını sürdürmüştür. İsrail
Orta Doğu bölgesinde yayılırken, Kuzey Afrika bölgesinden de yararlanarak Orta
Doğu hegemonyasını genişletmiştir. Afrika’nın boynuz bölgesinin merkezi bir
konuma sahip olması ve Orta Doğu’nun güneyini temsil etmesi üzerine gelişmeler
değerlendirildiği zaman, kuzey Afrika’nın aynı zamanda güney Orta Doğu olduğu
anlaşılmaktadır. Bu açıdan kuzey Afrika’ya egemen olanların Orta Doğu’da da hegemonya
sahibi olabileceklerini siyasal gelişmeler göstermektedir. İsrail’in konumu bu
açıdan en açık örneği ortaya koymaktadır. Orta Doğunun ortasından yola çıkan
İsrail’in, Afrika’nın kuzeyinde hegemonya araması bu jeopolitik bütünleşmeyi
açıkça kanıtlamaktadır.
Marksist askeri dönemde ülkede bir sosyalist
işçi partisinin kurulması, siyasal iktidarın kurumlaşmasının ilk adımı olmuştur.
İktidara gelen askerler hızlı hareket ederek ve hemen bir yeni anayasa hazırlayarak,
Etiyopya devletini Sovyet tipi bir demokratik halk cumhuriyeti modeline
dönüştürmüşlerdir. Yeni anayasa ile birlikte askeri konsey kaldırılarak, ülkede
demokratik halk cumhuriyeti rejimi ilan edilmiştir. Konsey başkanı Mengüstü
yeni kurulan parlamento aracılığı ile
devlet başkanlığına seçiliyordu. Eritre, Tigre, Asep, Ogaden ve Dire
Dava bölgeleri ayrı bir statü ile özerk bölgeler olarak ilan ediliyordu. 80
etnik topluluğun yaşadığı 12 eyaleti bir arada tutabilmenin karşılığı olarak,
sosyalist yönetim beş ayrı bölgede de yerel yönetimleri öne çıkarıyordu. Sosyalist
yönetim siyasal ve toplumsal yapıyı dönüştüren yeni adımları atarken, Küba
sosyalist devletinin yardım için gönderdiği Küba askeri birlikleri ile
ideolojik dış destekler de alınıyordu. Yirmi birinci yüzyıla on yıl kala
Sovyetler Birliği dağılırken dış desteğini yitiren Etiyopya’da da sosyalist
sistemden uzaklaşarak çok partili demokrasiye geçiliyor ve farklı çizgilerde
batı tipi siyasal partiler de resmen kuruluyordu. Özel sektör, liberal siyaset
ve parti içi muhalefete de izin veren yenilikler, neo-liberal çizgide gelişen
küreselleşme akımının etkileri ile Etiyopya’yı sosyalist düzenden çekip çıkaran
yapısal dönüşümler devlet desteği ile gerçekleştiriliyordu. Liberalizmin öne
geçmesi ve Marksist rejimin devre dışı kalması yüzünden, ülkedeki sosyalist
ekonomiden karma ekonomiye geçilerek özel sektörün de önü açılıyordu. Bu
değişikliklerin yapıldığı yıllar içinde çok partili sisteme geçilerek bu
doğrultuda serbest seçimler yapılıyor ve halk kitlelerinin desteği ile başka
partilerin iktidara gelmesinin yolu açılıyordu. Ne var ki, ülkede demokrasiye
geçilmesi ve özerk bölgelerin yeni anayasa ile ilanıyla ülkede yumuşama
sağlaması beklenirken, bu beklentinin tamamen tersi bir çizgide yeni kurulan
Etyopya halk cephesinin ülkenin kuzeyini denetim altına alarak, başkent Addis
Ababa’ya doğru yönelmesi ile birlikte ülkede yeni bir gerginlik tırmanırken
askeri yönetime geçiliyordu.
Bugün
gelinen noktada sosyalist sistemin ile soğuk savaş döneminin geride kaldığı ve
yerine küreselleşme akımının kapitalist sistem üzerinden uluslararası alanda
etkin olduğu, yeni bir yapıya doğru açıkça dünyayı dönüştürmektedir. Bağımsız
bir Afrika ülkesi olarak tam bu aşamada Etiyopya’nın sosyalist sistemden
kapitalist bir sisteme doğru evrildiği görülmektedir. Bu dönüşüm küresel
kapitalist sistemin küreselleşme akımı doğrultusunda bütün dünya ülkelerine
empoze edilen neo-liberal çizgideki küresel plan ve programlar aracılığı ile
gerçekleştirilirken, dünya başka yerlere doğru kaymış ve ortaya küresel düzenin
kurulmasından sonraki yapılanmanın, bugünün koşullarında hazırlanması gibi yeni
bir durum çıkmıştır. Dünya tarihinde her dönem kendisinden sonra gündeme gelen
yeni dönemlerin hazırlayıcısı olmaktadır. İlk çağlardan orta çağa, orta çağdan
yeni ve yakın çağlara geçiş birbirini izlemiş ve bu doğal gelişim süreci içinde
her çağ kendisinden sonra gündeme gelen yeni çağları içinden çıkartan, ya
olumlu yönleriyle düzenleri ve kurumları geleceğe taşıyan ya da olumsuz
gelişmelere karşı tepki olarak karşıt değerleri öne çıkaran yeni oluşumların, bir
bütünlük içinde geleceğe doğru yöneldiği bir süreç kendiliğinden işleyerek
insanlığı yönlendirmektedir. Bu açıdan günümüzde yaşanan olayların yarın
tamamen tersi ile ya da bütünüyle aynısının tekrarı ile veya ikisinin
arasındaki etki ve tepki yansımaları doğrultusunda oluşacak olan yeni sentezler
ile insanlığın karşılaşmasının mümkün olabileceği görülebilmektedir. Bu
doğrultuda bütün dünya ile birlikte Etiyopya ülkesine bakıldığı zaman günümüzde
yaşanmakta olan olayların geçmişten gelen ve de geleceğe uzanan boyutları
görülebilmektedir. Savaş ve barış dönemleri birbirini izlerken, kendi
aralarında tepkisel gelişmelere de aracı olabilmektedirler. Bazen savaşlar
barış ortamını gündeme getirirken, bazen da bu durumun tamamen tersi bir
çizgide barış ortamları yeni savaşların gündeme gelmesine yol açabilmektedir.
Bu çerçevede bugün halen var olan savaşların ve çatışmaların, geçmişten gelen
uzantıları iyi değerlendirilebilirse o zaman gerçek boyutları görülebilmektedir.
Günümüzde
yaşanan savaşlar ve sıcak çatışmaların bir bütünlük içerisinde ele alınarak
incelenmesiyle ve ihtilafların ortaya çıktığı ortam ve durum ile birlikte daha
sonraki dönemlerde içinden geçilen aşamaların topluca değerlendirilmesiyle
ihtilaflar ya da çatışmaların altında ya da arkasında yatan gerçek nedenler ve
koşulların belirlenebildiği görülebilmektedir. Bu çizgide devletler, ülkeler ve
de anlaşmazlıklar konu olarak incelenirse, o zaman bilimsel metotlar aracılığı
ile gerçekçi değerlendirme yapmak mümkün olabilecektir. Bu çerçevede Etiyopya
devleti ya da bu devletin içinde gelişen bir iç savaş ya da benzeri bir ihtilaf
inceleme konusu olarak ele alındığı zaman, doğru bir sonuca gidebilmek için konu
ya da sorunun tüm cepheleri önce tek tek ele alınacak ve de sonraki aşamada da
belirli bir bütünsellik içinde bilgiler toplu bir değerlendirmeden
geçirilecektir. Etiyopya neresidir, bugün ne durumdadır, nasıl bir geçmişten
gelmektedir, bugün hangi koşullar altındadır, bu ülke ya da bölgede yaşanan sıcak
çatışmalar ile iç savaş yansımalarının geçmişten gelen nedenleri nedir, bugün
bunlar nasıl bir görünüm altında ya da nasıl bir konjonktürün etki ve baskıları
ile karşı karşıyadır. Tüm bu soruları dikkatle ele alacak ve birbirini
etkileyen faktörler çizgisinde genel değerlendirmesini yapacak bir yaklaşımın
uygulanacağı bir girişim, konu olarak seçilen ülke ile o ülkede yaşayan insan
topluluklarını doğrudan birinci derecede etkileyecektir. Sorunun ele alınarak
incelenmesi sırasında uygun bir zamanlama ile hem ortamın hem de durumun açıkça yol göstermesi
sağlanabilecektir. Koşullar ülkeden ülkeye, sorunlar ise toplumdan topluma
değişiklik ve başkalaşma ile karşı karşıya kalmaları yüzünden, insanlar bu tür
çalışmaları yaparken zorlanabilir ya da yanılma durumuna sürüklenebilirler.
Böylesine bir çıkmaz ile karşılaşıldığı anda yapılması gereken ilk iş böylesine
olumsuz bir durumu yaratan sorunların ve de olumsuz koşulların ortadan
kaldırılması olacaktır. Çözüm yolunun önünü kapatan olumsuz engellerin önceden
belirlenerek ortadan kaldırılması, çözüme doğru daha yakın bir yaklaşımı
devreye sokacaktır. Konu ile ilgili çözüm üretme konumundaki kişilerin bu gibi
durumlarda, daha etkili bir biçimde devrede olmasında olumlu sonuç elde edebilmek
açısından yarar bulunmaktadır. Bilimsel sonuç elde edebilmek için bilimsel çizgideki
yöntemlerin iyi kullanılması son derece önemlidir.
İkinci
dünya savaşı sonrasında dünya yeniden düzenlenirken, Orta Doğu bölgesinde
İsrail adıyla bir Yahudi devleti iki milyarlık Müslüman coğrafyasının tam
ortasında kuruluyordu. Birinci dünya savaşını kazanan İngiltere, Fransa ile
işbirliği yaparak merkezi coğrafyayı kendi çıkarları doğrultusunda düzenlerken,
ikinci dünya savaşı sonrasında da bu büyük savaşı kazanan Amerika Birleşik
Devletleri ise Orta Doğu bölgesini kendi çıkarları doğrultusunda düzenlemeye
yöneldiği aşamada, İngiltere ve Fransa ikilisinin ötesine giderek bu
coğrafyanın tam ortasında Müslüman komşuların karşısına İsrail devletini
kurarak giriyordu. Böylece Orta Doğu bölgesindeki siyasal hegemonya, İngiltere
ve Fransa ikilisinin elindeki birliktelikten çıkarak ABD ve İsrail ikilisinin
eline geçiyordu. Osmanlı sonrasında bölgede ulus devletler dönemine geçilirken,
Etiyopya gibi eski ulus devletlerin konumunun daha da önem kazanmasıyla yeni
dönemin temelleri atılıyordu. Dünyanın süper gücü ABD yerkürenin her bölgesinde
çıkarları doğrultusunda adımlar atarken, Amerikan rejimi içinde çok önemli bir
yere sahip olan Yahudi ve Evanjelik lobilerinin isteklerine de ağırlık vererek,
Orta Doğu’nun geleceği için hazırlanmış olan Büyük İsrail projesini devreye
sokuyorlardı. Yüz yıl önce hazırlanmış olan bu proje devreye sokulurken, eski
merkezi devlet olan Osmanlı İmparatorluğunun bütün bölgelerinde geçerli olacak
bir Büyük İsrail projesi gündeme getiriliyordu. Bu projeye göre Orta Doğu’nun
tam ortasında Yahudi devleti kurulacak ve bu bölgede yer alan Kudüs şehri
bölgenin merkezi olacaktı. İsrail’in tam ortasında olduğu bir merkezi coğrafya
planının uygulanabilmesi için bu bölgenin her tarafında Kudüs merkezli yeni
yapılanmaya uygun düşecek Büyük Orta Doğu yapılanması hedefleniyordu. İşte bu
noktada Orta Doğu’nun güney kısmı ile Afrika’nın kuzeyinin aynı bölge olduğu
öne çıkıyordu. Etiyopya denen bir Afrika ülkesinde Sovyetler Birliğinin dahil
olduğu bir sosyalist devlet oluşumu bu çizgide gerçekleştirilmeye çalışılıyordu.
Bölgedeki Arap ve zenci devletleriyle birlikte Avrupalı devlet projelerini
devre dışı bırakacak her türlü inisiyatifin dışlanması sırasında, Kuzey
Afrika’nın merkez ülkesi olarak Etiyopya Demokratik Cumhuriyeti adı altında bir
sosyalist yapılanma eski yapıların kalıntılarına karşılık kuruluyordu.
İsrail’in
kuruluşu aşamasında bin yıllık bir devlet olan Etiyopya’da sosyalist rejimin
kurulması, bir tesadüf olmanın ötesinde bölgedeki yeni yapılanmanın bir
uzantısı olarak öne çıkmaktadır. Soğuk savaş sürecinde Müslüman olmayan bir
devletin İslam dünyasının tam ortasında kurulması sırasında sosyalist devrimin
uzantısı olan bir benzeri yapılanmanın, Etiyopya gibi bölgenin tam ortasında
yer alan bir ülkede gündeme getirilmesi, İsrail’in ya da ABD’nin Büyük Orta
Doğu projesine uygun düşen bir yeni adımdır. Bu aşamada bu tür bir yapılanmanın
tercih edilmesinin arkasında da Büyük İsrail bölgesinin yeniden
yapılandırılmasında ana unsur olan Nil nehrinin konumu öne geçmektedir. Kutsal
topraklar olarak adlandırılan Orta Doğu’da hayatın devamı suya bağlı olduğu
için ve İsrail bayrağında Nil ve Fırat nehirlerinin simgesi olarak iki mavi hat
bulunduğundan, Büyük Orta Doğu projesinin geçerli olduğu merkezi alanda Fırat
ve Nil ırmakları vazgeçilmez derecede ana unsurlar olarak öne çıkmaktadır. Etiyopya
Afrika boynuzunun merkezindeki ülke olarak, aynı zamanda Kenya, Uganda, Mısır, Sudan
ve Güney Sudan gibi komşu ülkelerle birlikte Nil nehrinin su yataklarının
bulunduğu ülkeler arasında yer almaktadır. Bu açıdan Büyük İsrail’in yaşamsal
düzeninin kurulmasında Nil nehri ana konu ve sorun olarak ortaya konulduğunda, bu
nehrin sularının düzenlenmesi ile ilgili her adım doğrudan doğruya Etiyopya
ülkesinin durumunu etkileyecek ve buna göre şekillenen bazı politikalar
bölgenin yaşam kaynağı olan Nil nehri üzerinden yeni düzenlemeleri öne
çıkaracaktır. Sovyetler Birliği zamanında Etiyopya’da meydana gelen siyasal değişiklikler
ve bu çizgide gündeme gelen rejim dönüşümü gibi gelişmeler hiçbir biçimde
tabanı olmayan bir sosyalist rejimi, ordunun kullanılması ve darbe yapılması
gibi yollardan, Etiyopya gibi merkezi konumdaki Afrika ülkesinde meydana
getirmiştir Darbe öncesi ayaklanmalar bunun için kışkırtılmış ve ülkede iç
savaş çıkartılarak sosyalist rejimin önü açılmıştır. Sürekli iç karışıklıklar
yaşayan Etiyopya, merkezdeki ülke olarak bölgeye yansıyan her farklı
konjonktürün etkileri ile, ayrı siyasal senaryolara ve bu çizgide dayatılan
siyasal oluşumlara sahne olmaktan bir türlü kurtulamamıştır.
Afrika
kıtasından çıkarak Akdeniz kıyılarında denize dökülen Nil nehri, Afrika
kıtasının olduğu kadar Orta Doğu bölgesinin de yaşam ırmağı olmuştur. Dünyaya
egemen olmayı hedefleyen Siyonizm kutsal toprakları ABD emperyalizmi sayesinde
ele geçirirken, bu bölgenin yaşam olanaklarını kontrol altına alabilmek için
terör olgusunu hem Fırat nehrinin doğduğu Türkiye’nin güneydoğu bölgesi ile, hem
de Nil nehrinin kollarının çıktığı Kuzey Etiyopya bölgelerinde teşvik etmiş ve
emperyalizmin gücü oranında da desteklemiştir. Nil nehrinin kaynaklarını
besleyen yeraltı sularının bulunduğu Afrika ülkelerinin bu kutsal ırmağın
yatakları üzerinde bir şeyler yapmaması için emperyalizm bu bölge ülkelerini
her yoldan karıştırmış ve gerekirse Etiyopya gibi bölge ülkelerinde anarşi ve
terör eylemlerini destekleyerek iç savaşlara giden yolları açıktan
desteklemişlerdir. Yarım yüzyıl terör olayları ile mücadele ederek bugünlere
gelen bir Asya devleti olan ve aynı zamanda bir kuzey Orta Doğu ülkesi olarak bu tür olaylara
ve siyasal gelişmelere sahne olduğu gibi, ayrıca bir Afrika devleti olmasına
rağmen aynı zamanda bir güney Orta Doğu devleti olarak kutsal topraklar
bölgesinde yer alan ülke konumu ile, Nil nehri havzasını yaşamsal önemde
görerek bu doğrultuda kutsal toprakları koruyacak siyasal önlemler peşinde
koşarken, Etiyopya devleti kuzey bölgesindeki Eritre ve Cibuti bölgelerinin ülkeden
koptuğu gibi bugün aynı bölgenin içinde yer alan bir kuzey bölgesi olarak TİGRE
isimli yerde yaşayan halk kitlelerinin eline de emperyalist güçler silah
dağıtarak, açıkça bölgede iç savaş
kışkırtıcılığına soyunmuşlardır. Sovyetler Birliği’nin çöküşü üzerine bölgede
başlatılan terör olgusu Türkiye’nin güneydoğu bölgesinde bir Kürt devletini
gündeme getirirken, aynı şekilde Etiyopya ülkesinin kuzey kısmında Eritre ve
Cibuti’ye yakın olan TİGRE eyaletinin de bağımsız bir devlete dönüşebilmesi
için benzeri bir terör hareketi, TİGRE Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) ismi ile
örgüte dönüşerek bugünlere gelmiştir. Etiyopya’nın en eski eyaletlerinden olan
ve bu nedenle zaman zaman bağımsız bir yol izleyen TİGRE eyaletinin içinden
çıkan özgürlük savaşçıları görünümündeki THKO, bir terör örgütü olarak son
yıllarda sürekli eylemler aracılığı ile Etiyopya halkını sürekli olarak tehdit
etmekte ve yüzlerce insanın ölümüne neden olan terörist eylemleri ile de
ülkenin hem birliğini hem de güvenliğini açıktan tehdit etmektedir.
Günümüzde
Etiyopya’da devam edip gelen terör hareketleri dış görünüşü itibarıyla THKO nun
örgütlediği bir kurtuluş savaşı gibi gösterilmesine rağmen, aslında bugünkü
konjonktürün ortaya çıkarmış olduğu Nil nehrinin konumu ile ilgili yaşanan yeni
düzenleme sorunudur. Aslında sorun Ekvatora yakın bölgedeki tropikal iklim
kuşağının kuraklığa mahkum ettiği Orta Doğu halklarının yaşamsal su kaynağı
olan Nil nehrinin eski sahiplerinin elinden alınarak, yeni kurulmuş devlet olan
İsrail ve müttefiklerinin daha çok
egemen olacağı yeni bir düzenlemeye giderken, bölgedeki Etiyopya egemenliğinin
kırılması ve bunun içinde TİGRE halkının terör eylemlerine doğru
kışkırtılarak bu bölgede tıpkı Eritre ve
Cibuti gibi küçük ve uzaktan kumandalı yeni devletçiklerin oluşturulması
sırasında, TİGRE halkının da ABD-İsrail ikilisinin silah ve maddi yardımlar
yaptığı terörist kuruluş olan THKO’nun önümüzdeki dönemde TİGRE devletine
dönüştürülmesine zorlanması söz konusudur. Daha önceki dönemlerde Etiyopya’yı
bölerek bulunduğu yerdeki gücünü kırmak isteyen emperyalist güçler bugünkü
aşamada da benzeri bir politikayı izleyerek, gene Etiyopya’yı bölecek ve
dolayısıyla gücünü kıracak bir emperyalist projeyi THKO gibi bir terör örgütü
aracılığı ile sahneye çıkardığı görülmektedir. THKO günlük eylemleri ile halk
kitlelerinin arasına girerek ve kendi adamlarını terör eylemlerinde suç
makinasına dönüştürerek, normal koşullarda olmayan bir iç savaşı körüklemekte
ve bu yoldan da TİGRE adını taşıyacak bir küçük devletçik yaratabilmenin arayışı
içindedirler. ABD-İsrail ikilisinin Avrupa, Asya ve Afrika devletlerini dışlayarak gündeme getirdikleri merkezi projenin,
İsrail’i büyütmek amacıyla bölge devletlerinin küçültülmesi ve bu doğrultuda da
terör ve anarşik olayların gizli servisler aracılığı ile yönlendirilerek, ülkeyi
bölüp parçalayacak sonuçlar elde etme çabaları yüzünden, TİGRE devleti kurulana
kadar Atlantikçi ve Siyonist ittifakı aracılığı ile terör ve iç savaş zorlamaları üzerinden, Etiyopya devletinin
parçalanarak, dıştan güdümlü küçük devletler in yapılanmasına doğru
olayların yönlendirilmesi
sürdürülmektedir.
Nil
nehri her zaman için insanlık açısından çok önemli bir doğal su kaynağı
olmuştur. Afrika, Orta Doğu ve Akdeniz kıyılarında kurulan devletler ve
medeniyet düzenlerinin her zaman için kontrol altında tutmak istedikleri çok
büyük bir ırmaktır. Tek devletin sınırları içinden geçemeyecek kadar büyük olan
Nil nehri tek tanrılı dinlerin ortaya çıktığı merkezi coğrafya da her zaman
için önemli bir misyona sahip olmuştur. Bölgede bu nehri ele geçirmek
isteyenler sahip oldukları güç ile hegemonya kurmaya yönelmişler ya da Nil merkezli
bölgede yeni devlet kuranlar İsrail gibi bölgede yeni bir yapılanma arayışı
içine girmektedirler. Tarihin her döneminde merkezi coğrafya hep hareketli
olduğu için Nil nehri konusu önem taşımış ve yeni siyasal oluşumların biçimlenmesinde
etkili olmuştur. Nil’in su kaynakları her zaman için kuzey Afrika ve Orta Doğu
ikileminin hayatiyeti açısından önde gelen bir rol oynamıştır. Bunu iyi bilen
Siyonistler her iki bölgeyi kontrol altına alacak bir Büyük İsrail projesini bu
doğrultuda öne çıkarıyorlardı. On dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde Nil
havzasını işgal eden İngiltere, burada Osmanlı uzantısı olarak kalmış olan
Etiyopya ile siyasal ilişkiler içine girerek ve belirli alanlarda protokoller imzalayarak
egemenliğini daha da genişletebilmenin yollarını arıyordu. İngilizler asker ile
birlikte işçileri de getirdiği için, bölgedeki Nil nehri havzalarının ele
alınarak genişletilmesi sağlandı. Mısır’ı işgal eden İngiltere Etiyopya ile
Sudan arasında Nil nehri üzerinden sınır çizerek yeni bir yakınlık oluşturmaya
çalıştı ama bu isteğini tam olarak gerçekleştiremedi. Nil nehri üzerine daha
sonra bölgeye gelen İtalyanlar ile İngilizler, bir anlaşma imzalayarak bölgede
barışı desteklemek istediler ama Birinci dünya savaşının çıkması üzerine bu
gibi isteklerin geride kalmalarını önleyemediler. Bu arada İtalya ve İngiltere
ortak anlaşmaya dayanarak ve Etiyopya’nın Tana gölü üzerindeki egemenliğini reddederek
bölgede yeni bir mesele çıkardılar. İngiltere Mısır’ı tam olarak işgal edince,
bölgedeki çıkarlarını Mısır üzerinden denetleyebilme çabası içine girdi. Daha
sonraki aşamada da Nil nehrinin kontrolü özel bir anlaşma ile Mısır’a
bırakıldı. Sudan ile Mısır yeni bir anlaşma yaparak Beyaz Nil ırmağının
kıyılarında Sudan’a baraj kurma hakkı verilerek bu büyük ırmağın bölünmesi
sağlandı. Nil ile ilgili tartışmalar devam ettikçe, kıyıdaş olan devletler
tartışmalara ve müdahalelere kalkıştılar. Sonunda Nil Havzası Devletler birliği
kurularak bölgesel barışın bozulması önlenmeye çalışıldı.
Mısır
büyük bir tarım ekonomisi olarak Nil nehrinden gelen suya fazlasıyla bağımlı
durumdadır. Etiyopya halkı ise geniş tarım alanlarını sulayamadığı ve yetersiz
bir elektrik düzenini daha iyi duruma getiremediği için, kendi ekonomisini
canlandıramayarak yoksulluğun cenderesinden kurtulamamıştır. Mavi Nil üzerinde
Rönesans barajının yapılmasıyla ırmak üzerinde buharlaşma ve israflar önlenerek
bölgede daha uyumlu bir tarım düzeni oluşturulmuştur. Son zamanlarda ABD’nin
araya girmesiyle Mısır, Sudan ve Etiyopya devletleri arasında kalıcı bir barış
düzeni kurulmak istenmiş ama suyun kullanımı ile ilgili anlaşmazlık devam
ederek, üç büyük ülke arasında siyasal bir krizin çıkmasına yol açmıştır. Su
kaynaklarının merkezindeki Etiyopya’nın sudan daha az yararlanması istenmiş ama
böylesine bir talep karşılanamamıştır. Barajı Etiyopya yapmış, Mısır karşı çıkmamış
ama Sudan kabul etmeye yanaşmamıştır. Baraj sularının kontrolü bölgede
gerginlik yaratınca bu durumdan en çok Etiyopya devleti etkilenerek daha zor
bir konuma sürüklenmiştir. Etiyopya’yı bu durumda yalnız bırakmayan Birleşik
Arap Emirlikleri, bu devleti Türkiye aleyhine kullanmak üzere bazı girişimlerde
bulunmuş ama Türkiye ile Etiyopya’nın arasını bozamamıştır. Mısır bölge işleri
ile oyalanırken, Etiyopya ise baraj inşaatının dörtte üçünü tamamlayarak
bölgedeki durumunu güçlendirmiştir. Etiyopya kendi tarafında bitirdiği baraj
inşaatının devamı olarak birikmiş olan suyun toplanmasını da gerçekleştirerek,
tarımsal alanda yeni bir üretim patlamasına doğru yönelmiştir. Şimdiye kadar
tam olarak gerçekleştirilemeyen çözüm girişimlerinin yetersiz kalması nedeniyle,
Nil sularının geleceği tam olarak belirlenememiş ve bu yüzden de gerginlik
devam ederken, savaşı çıkartmaya elverişli olabilecek derecede dış tahrikler
Etiyopya’da daha da tırmandırılarak, yeni bir bölgesel savaş arayışı
hızlandırılmıştır. Bölgedeki büyük devletlerin çekişme içine girmesi savaş
tehlikesini artırırken, Afrika Birliği örgütü birliğe üye olan bütün Afrika
ülkeleri için barış istemiştir.
Etiyopya
devletinin zaman içinde zayıflık belirtileri göstermesi yüzünden TİGRE eyaleti
ile birlikte ülkenin diğer bölgelerinde de merkeze karşı ayaklanmaların gündeme
geldiği görülmektedir. Son dönemlerde TİGRE’de bir iç savaş süreci izlenirken, bu
kez Etiyopya’nın en büyük grubunun yaşadığı yer olan Oramiya bölgesinde de bağımsızlıkçı
bir isyan hareketi de dünya basınına yansıyarak ülkenin bölünmesi sürecine,
yeni bir katkı biçiminde kamuoyuna yansımıştır. ABD’de bir zencinin araba
altında çiğnenerek öldürülmesi olayı Oramiya bölgesinde haklı tepkilere yol
açınca bu zenciye destek vermek isteyen gruplar Oramiya bölgesinde
ayrılıkçılığa yönelen bir isyan girişimine de kalkışmışlardır. ABD’deki olay
üzerine bütün siyasi liderlerin heykelleri kırılırken, Oramiya halkı da
ayaklanarak bütün dünyayı bu tür haksızlıklara karşı çıkmaya davet ediyordu. Son
dönemde Oramiya kökenli Abiy Ahmed ülkenin başbakanlığına gelirken, TİGRE
kökenli bir general de genel kurmay başkanı olarak ordunun başına geçiyordu.
Böylece iç savaşın tarafı olarak bir iç çatışmaya sürüklenen Etiyopya devleti
ile TİGRE eyaletinin yeni yönetimleri ile savaşa giden yolun önünün kesilmesi
önlenmiştir. Ülkedeki gerginlikler devam ederken Amhara ve TİGREYyönetimleri
arasında iç savaş çıkartma kışkırtmalarına gene devam edilmiştir. Ne var ki,
yeni başbakan olan Abiy Ahmed isimli Oramiya kökenli siyasetçiye Nobel barış
ödülü verilmesi, Etiyopya’daki gerginliğin düşürülmesini sağlayarak ülke halkı
içinde savaş ortamının kaldırılmasına yardımcı olmuştur. Yeni başbakanın
dışarıdan destek alması Orta Doğu dengelerinde Etiyopya’nın durumunu
düzeltirken, ülkenin ilerlememesi için geliştirilen engellerin kaldırılması
için gösterdiği çabalarda olumlu sonuçlar almaya başlamıştır. Eritre ve Cibuti
ile yeni bir barış antlaşmasına yönelen Abiy Ahmed yönetimi ülke için
başlattığı barış girişimlerini ülke çevresinde genişleterek olumlu sonuçlar
almıştır. Çin ile birlikte Türkiye’ye de birçok yatırım projesi veren yeni
yönetim, ülkedeki barış ortamını koruma çabalarında ısrarlı bir biçimde takipçi
olmuştur. Ticari ilişkilerde tek yönlü davranmayarak ve çok kutuplu dünyanın
çoğulcu politikalarını kararlı bir biçimde uygulayarak oluşturulan yeni denge
siyaseti içinde Etiyopya devleti bugünün koşullarında dışa açılarak kendi
yoluna devam edebilmektedir.
Küreselleşme
dönemi sonrasına doğru dünya ilerlerken, Etiyopya devletinin sınırları içindeki
kendi eyaleti ile savaşa sürüklenmesi bugün yaşanmakta olan neo-kolonyalizmin
gölgesinde gelişen bir savaş olarak ortaya çıkmaktadır. Küresel emperyalizm
metotları ile istedikleri yeni dünya düzenini kuramayan batılı emperyalistler,
küresel zorlamaların sonucunda bir yerlere gidemeyeceklerini görünce yeniden
eskisi gibi sömürgeciliğe doğru yönelerek yeniden neo-kolonyalizmi uygulamaya
başlamışlardır .Bu aşamada kendileri gibi sömürgeci olmayan orta boy bağımsız
devletleri içeriden bölerek ve bu
doğrultuda eyalet ya da yerel yönetimleri ayaklanmaya sürükleyerek, küresel
şirketlere direnme ya da karşı durma gücüne sahip büyük ve orta boy devletler
üzerinden bölücülüğe devam etmenin yolu olarak, neo-kolonyalizmi kararlı bir
biçimde öne çıkarmaktadırlar. Bu aşamada TİGRE halk kurtuluş ordusunu aracı
kullanarak TİGRE bağımsızlık savaşı görünümünde, Etiyopya’nın TİGRE eyaleti
Afrika kıtasının en eski devletini parçalamak üzere Addis Ababa yönetimine karşı
isyan ederek silahlı bir saldırıya yönlendirilmektidir. Nil havzasında İsrail
devletinin kurulmasından sonra ABD,İsrail ve Mısır ittifakı bir batı ittifakı
olarak kurulmuş ve son yıllarda da bu üçlü birlik batı emperyalizminin
çıkarları doğrultusunda, Etiyopya ile birlikte bölge ülkelerinin yeniden parçalanmasına doğru olayları
yönlendirmişlerdir. TİGRE halk kurtuluş ordusu ABD-İsrail ikilisinin yakın
desteği ile saldırı savaşına devam ettikçe Etiyopya toplumu karışmış ve önceden
belirlenemeyen terör hareketleri ile binlerce sivil insan neo-kolonyalizmin
çıkarları uğruna yok yere öldürülmüşlerdir. Küreselleşme akımının başladığı
1980’li yıllarda ortaya çıkan TİGRE bağımsızlık hareketi uluslararası
konjonktürün dayatmaları ile başlamış, ayrıca bugünlere kadar gelerek kesin
hedef olarak bu eyaletin bağımsızlığı sağlanana kadar devam edecekmiş gibi
görünmektedir. Küçük çatışmaların uzun süre devam etmesi olayları bir iç
bölünme savaşı oluşumuna kadar getirmiştir. Neo-kolonyalizmin verdiği destekler
de savaşın bölünme ile sonuçlanması için gerekli olan yardımları sağlamaktadır.
Federal anayasaya göre etnik eyaletlerden oluşan Etiyopya devletinin
parçalanarak yok olmasını emperyalizm istemektedir.
Dünya
devletleri emperyalist hegemonya girişimlerine karşı antiemperyalist bir
direnme savaşı vereceklerine, küresel emperyalistler dünya devletlerini
ayrılıkçı terör hareketleri ile bölerek, ayrıca büyük ve orta boy devletleri
küçülmeye doğru zorlayarak, uluslararası alanda antiemperyalist savaşların orta
ve büyük boy devletler üzerinden emperyalist devletlere karşı yaygınlık
kazanmaları da böylece önlenmektedir. Tarihte hiçbir zaman sömürgecilik geçmişi
bulunmayan ama buna karşılık Avrupalı sömürgecilere karşı antiemperyalist savaş
veren Etiyopya yönetimi, ABD emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin bölgedeki
işbirlikçisi Mısır ile bir araya gelerek örgütlediği TİGRE bağımsızlık savaşı
sürekli olarak batı basını tarafından desteklenmekte ve batılı ülkelerin
devreye girmesiyle de Afrika ile batı dünyası arasındaki diplomatik temaslarda,
batılılar tarafından Etiyopya’yı köşeye sıkıştırmak üzere kullanılmaktadır. Etiyopya’yı
terör ve karışıklığa boğan Tigre Halk Kurtuluş Ordusu temsil ettiği eyaleti
Addis Ababa yönetiminden koparırken, Etiyopya ülkesinde geride kalan eyaletlere
de emsal olarak onların da kendileri gibi bağımsızlık savaşı aracılığı ile
özgürlüğe kavuşabilmeleri yönünde olumsuz bir emsal durum yaratmaktadır. Bugün
gelinen yeni aşamada geçen yıl Nobel Barış ödülü verilen Abiy Ahmed’in
başındaki Etiyopya hükümeti, daha prestijli bir konum kazandığı için artan
gücünü öne çıkararak TİGRE savaşını bitirerek ülke içi güvenliği ve kamu
düzenini yeniden oluşturabilmenin arayışı içine girmiştir. TİGRE savaşı devam
ederken, daha çok ülkenin Amhar ve Afar gibi kuzey eyaletlerinde yansımalar
göstermiş ve özellikle Kızıldeniz kıyısındaki güvenlik ortamını ortadan
kaldırmıştır. Komşu ülke Mısır’ın ABD-İsrail ortaklığının bölgedeki
işbirlikçiliğine soyunması üzerine komşu devletler arasında güven kalmamıştır. Otuz
yılı aşkın bir süredir devam eden bu savaş, son bir yıl içinde yeniden
hareketlenerek Afrika boynuzunda yoğun bir çatışma ortamı yaratmaktadır. Bu
aşamada birkaç yıl önce bölünerek Güney Sudan devletinin ortaya çıkmasına yol
açan kuzey Afrika bölgesindeki bu gerginliğin devamı olarak, parçalanmış Sudan
devletinin komşu devlet olan
Etiyopya’nın sınırlarından içeriye doğru yüz
kilometre girdiği anlaşılmaktadır.
Üçlü batı ittifakının bölgeye egemen olabilmesi için Etiyopya devletini
zayıflatacak her girişimin gündeme getirildiği görülmektedir. Bu noktada
Rönesans barajının yapılması sırasında ters düşen Sudan, Etiyopya ile karşı
karşıya getirilerek, THKO isimli terör örgütü aracılığı ile birbirlerine karşı
kışkırtılmaktadırlar.
Ülkenin
ana ticaret yolu olan Addis Ababa ile Cibuti arasındaki koridorda sürekli
olarak THKO aracılığı ile terör olaylarının birbiri ardı sıra yaratılması,
ülkede çok ciddi anlamda bir güvenlik sorunu ortaya çıkartmıştır. Etiyopya’yı
dünyaya açan kapı olarak Cibuti limanının
önemi büyüktür. Terör örgütü bu durumu iyi bildiği için Etiyopya
devletini çökertmek amacıyla başkent ile liman arasındaki koridoru sürekli
olarak bombalayarak, ortalığı karıştırmaya çaba göstermiştir. THKO örgütü
aracılığı ile örgütlenen terör ortamı bütün bölgeyi saran bir şiddet sarmalı
yaratırken, bölgedeki terör hareketinin yayılmasını durdurmak amacıyla Eritre,
Cibuti ve Somali gibi komşu ülkeler, işbirlikçi Mısır ve Sudan hükümetlerine
karşı Etiyopya’yı destekleyen antiemperyalist grup içinde birleşmişlerdir. Batılı
büyük devletler bölgede kendi çıkarları doğrultusunda hareket ederlerken, Çin
ve Rusya gibi doğu ülkeleri son dönemde devreye girerek doğu batı ekseninde
yeni kurulmakta olan Çin’in Kuşak Yol Projesinin bu bölgeden barış içinde
geçebilmesi için istikrarın sağlanabilmesi doğrultusunda yeni büyük yatırımlar
bölgeye yönlendirilmiştir. Ne var ki, Çin’in Kuşak Yol Projesinin geçtiği
yerlerde ABD ve batılı müttefikleri bu projeyi devre dışı bırakmak üzere, her
türlü istikrarsızlık yaratacak adımlar atarak ve suni olaylar üzerinden terörü
yeni İpek Yolu güzergahında yayarak, planlı ve programlı bir mücadeleye
kalkıştıkları görülmektedir. Uluslararası alanda yeni bir dünya düzeni
kurulurken bu doğrultudaki gelişmelerin Afrika kıtasına da yöneldiği
görülmektedir. Çin’in yeni İpek yolu ile anakaralar üzerinden gündeme getirdiği
yeni rotada Afrika boynuzu da bir geçiş bölgesi olarak öne çıkmaktadır. ABD,
İsrail ve batılı müttefikleri yeni ipek yolunun oluşumunu önleyebilmek için
bütün ipek yolu hatlarında terör, karışıklık, kargaşa, isyan, ayaklanma, darbe
ve iç savaş senaryolarını devreye sokmaktadırlar. Türkiye’deki PKK örgütlenmesi
gibi Etiyopya’daki THKO örgütü de kendi amaçları doğrultusunda terör ve
karışıklık olayları yaratarak bu planlardaki yerlerini almaktadırlar.
Etiyopya hükümeti ülkenin toprak bütünlüğünü korumaya öncelik veren önlemler almıştır. Yeni dönemde küresel şirketler ile ulus devletler karşı karşıya gelmektedir. Küreselleşme yolunda tekelci şirketlerin yürüyebilmeleri için ulus devletlerin bölünmesi, parçalanması, çökmesi ve ortadan kalkması gerekmekte ve bu nedenle alt kimliklere yönelik kışkırtmalar tırmandırılarak, bu kimliklerin içinde yaşadığı eyaletler TİGRE’de olduğu gibi kendi ülkelerini bölerek bağımsızlığa doğru yönelirken bu amaç doğrultusunda terör olaylarını kullanabilmektedirler. Bazı batı ülkelerinden gelen diplomatların Etiyopya’daki ülkeyi bölmek isteyen THKO örgütüne yardımcı olmaları, son zamanlarda fazlasıyla görüldüğü için Etiyopya devleti sürekli olarak kışkırtıcı ajan rolü oynayan batılı diplomatları istenmeyen adam ilan ederek, 24 saat içinde bunları sınır dışına çıkartarak, ülkeden kovulmalarını sağlamıştır. Küresel sermayenin kontrolü altındaki batılı basın organları TİGRE’deki terör olaylarını haklı göstermek üzere, bağımsızlık ve özgürlük gibi kavramların arkasına saklanarak terörün tırmanmasına aracı olmuşlardır. Küresel sermayenin mutlak egemenliği için sürdürülen küreselleşme hareketleri içinde, TİGRE’nin merkez ülkesinden kopmasını sağlayacak bir bölücülük oluşumunu desteklemek de küresel emperyalizmin bir uzantısı olarak Afrika’nın boynuz bölgesinde dışarıdan kışkırtılarak yönlendirilmektedir. Ülkedeki ulusal basın organları ülke çıkarları doğrultusunda yayın yaparken, uluslararası medyanın küresel emperyalizmin çıkarları doğrultusunda teröristlerin terör eylemlerini bağımsızcılık görünümünde destekleyerek, TİGRE halkını isyana ve ayaklanmaya doğru yönlendirmeye çalışmışlardır. Bölgenin en eski üniter devleti olan Etiyopya’nın dış düşmanlarının ülkede işbirlikçi bir iç cephe oluşturarak ülkeyi parçalanmaya doğru kaydırmaya çalıştıkları anlaşılmıştır. İç ve dış tehdidin birleşerek hareket etmesi, Etiyopya halkının dikkatini çekmiş ve bölücülere karşı yürütülen mücadelenin daha da bilinçli bir yönde gelişmesine yardımcı olmuştur. Soğuk savaşın bittiği yıl başlayan TİGRE isyanı ve bunun uzantısı olan terör eylemlerinin gelişmesi çeyrek yüzyılı geride bırakırken, sorun bir iç mesele olmaktan çıkarak, bugünün uluslararası konjonktürünün yönlendirdiği bir bölgesel problem haline gelmiştir. Bu doğrultuda hem Afrika Birliği hem de Birleşmiş Milletler gibi örgütlerin devreye girerek belirleyici olmaları gerekmektedir.
Etiyopya
kaynaklarına göre TİGRE halk kurtuluş ordusu bağımsızlık savaşının uzun sürmesi
nedeniyle, birçok cephede savaşırken örgütsel olarak bir dağınıklık süreci yaşanmıştır.
Aynı zamanda eli silahlı terör kadrolarının savaşı ile sonuç almak isteyen iç
ve dış çıkar merkezlerinin yardımlarının yeterli olmadığı ve bu yüzden
hareketin zaman içinde zayıflamak durumunda kaldığı görülmüştür. Komşu devlet
Mısır’ın Etiyopya’yı zayıflatmak üzere bu ülkenin bir iç meselesi olan TİGRE sorununu
işine geldiği gibi kaşıdığı görülmektedir. Etiyopya’da terör olayları ile
tırmandırılmış iç kargaşa ortamı kısa zamanda çözüme kavuşturulamadığı için
olaylar birbirini izleyerek devam etmekte ve kısa dönem içinde olayların komşu
ülkelere de sıçrayarak ve bir Etiyopya sorunu olmaktan çıkarak, Doğu Afrika’nın
geleceği ile ilgili bir problem haline geldiği görülmektedir. Böylesine bir
yayılma ile Etiyopya’nın siyasal bütünlüğü tehlikeye girerken, küresel
şirketlere karşı uluslararası örgütlerin devreye girmeleri gerekmektedir. Etiyopya
sorunu TİGRE sorunun dışa yansımasıdır. TİGRE deki isyan ve ayaklanma
hareketlerinin ayrı bir devlet ortaya çıkaramaması durumunda, Etiyopya en eski
devlet olarak yoluna devam edecektir. TİGRE eyaletinin bağımsız bir devlet
konumuna gelmesi ile de Afrika’nın en eski devleti ortadan kalkacak, yerine bu
devletin on iki eyaletinin dışarıda kalacağı yeni bir dönem gündeme gelecektir.
TİGRE sonrasında diğer eyaletler de ayaklanırsa, o zaman terör olgusu tüm
ülkeyi saracak ve merkeze karşı terör yoluna giden eyaletler bağımsızlaşırken,
komşu ülkelerde bulunan diğer bölgeler ile yakın temaslara girebileceklerdir.
Böylece TİGRE’nin kopması demek bütün Doğu Afrika devletlerinin eyaletlere
bölünerek ortadan kalkması anlamına gelecektir. Terör TİGRE’yi ayrı devlet olma
konumuna getirirken, diğer eyaletlerin de devletleşmesi de bu yeni durumu
izleyecektir. Dıştan güdümlü terör olaylarını uzaktan kumandalı bir yöntem ile
yönlendiren uluslararası emperyalizm, var olan ulus devletleri parçalarken, aynı
zamanda da geleceğin dünyasında oluşacak bölgesel federasyonların da önünü
açmaktadır.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder