3 Nisan 2022 Pazar

CUMHURİYETÇİ ULUSAL İTTİFAK NEDEN YOK? - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

ANKARA KALESİ

 CUMHURİYETÇİ ULUSAL İTTİFAK NEDEN YOK?

                       Türkiye Cumhuriyeti geleceğe dönük arayışlar sürecinde yeni bir aşamaya geçerken, partiler arası siyaset yarışında bu kez ittifaklar arası yarışların gündeme geldiği bir dönemden geçilmektedir. Normal demokrasilerde her görüşte siyasal partiler kurulmakta ve bunlar siyasal iktidara gelebilmek amacıyla, her yolu deneyerek ülkelerinde iktidar sahibi kurumlar haline gelmeye çaba göstermektedirler. Normal demokrasilerde doğal karşılanmakta olan bu durumda, demokrasi ötesi rejimler ve siyasal yapılanmalar ortaya çıkabilmekte ve partilerin ülkeyi yönetemez bir duruma gelebildikleri görülebilmektedir. İktidarların genel seçimler aracılığı ile belirlendiği demokratik rejimlerden hızla uzaklaşmakta olan Türkiye’de, neredeyse otokrasi olarak adlandırılabilen anti demokratik yapılanmalar gündeme gelebilmektedir. Bir siyasal parti bu ülkeyi çeyrek yüzyıla yakın bir zaman dilimi içinde yönettikten sonra hala seçim kazanarak iktidarda kalıyorsa, yani seçimler aracılığı ile geldiği gibi aynı yoldan gidemiyorsa, o ülkedeki rejimin normal bir demokrasi gibi olarak adlandırılması son derece güç bir durumdur. Normal bir demokraside siyasal partiler seçimlerle iktidara geldikleri gibi gene normal iktidar sürelerini tamamlayarak gitmeleri gerekirken, çeyrek yüzyıla doğru uzanan uzun bir zaman dilimi içinde gidemedikleri durumlar da her siyasal rejim de otokrasilerden diktatörlüklere doğru bir geçiş olgusu yaşanabilmektedir. Günümüzde Türkiye önümüzdeki genel seçimleri de kazanabilecek bir iktidar partisinin çeyrek yüzyılını iktidar döneminde tamamladığı bir ülke olarak siyasal tarihe geçmektedir. Çeyrek asırlık bir iktidarın her geçen yıl daha da güçlendiği bir süreç içinde muhalefet partilerinin yeterince muhalefet yapamaması ve bu yüzden de iktidara gelememesi gibi garip bir durum öne çıkabilmektedir. Yetersizlik çizgisini bir türlü aşamayan muhalefet siyasal çıkmazlarda bocalarken, siyasal iktidara gelen parti iç konjonktürel durumların geride kaldığı yeni bir aşamada, bütünüyle dış konjonktürün akıntısına kapılarak iç konjonktüre karşı kendi iktidar tekelini koruyabilmektedir. Bu durumda iktidarların seçimle değişemediği rejimler zamanla antidemokratik rejimlere ve diktatörlüklere dönüşebilmektedir.

                ABD’nin Türkiye’de kurdurduğu yüksek eğitim kurumlarından Bilkent Üniversitesinde geçen haftalar içinde yapılan bir siyasal toplantıda, bugünkü siyasal yelpazenin içinde yer alan altı parti bir araya gelerek, Bilkent Protokolu olarak adlandırılan siyasal anlaşma metnini, Türk kamuoyuna açıklamışlardır. Türkiye yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğini tamamlarken, içine sürüklenmiş olduğu iktidar ve muhalefet arasındaki tahtaravalli oyununun bozulması yüzünden, antidemokratik bir otokrasiye dönüşme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Yeni seçimlerin gene bugünkü iktidar tarafından kazanılması gibi bir durumun ortaya çıkması olumsuz bir sahne yaratırsa, çağdaş demokrasilerin vazgeçilmez kuralları içerisinde yer alan denge ve kontrol mekanizmalarının bütünüyle bozulması ve tek adam yönetiminin ülkenin her alanında tek söz sahibi olması gibi bir diktatörlük oluşumuna giden yeni bir siyasal yöneliş ile, kaçınılmaz bir biçimde Türk devletinin karşı karşıya kalabileceği olumsuz durumlar şimdiden görülebilmektedir. İktidar değişikliği olmadığı için normal demokrasilerde olması gereken denetim ve hesap verme gibi işlemlerin yapılamadığı bir çıkmaz ile Türk siyasal rejimi uğraşmak zorunda kalmaktadır. Dünyanın çeşitli bölgelerinde ve dönemlerinde görülen bu gibi siyasal çıkmazların, ne gibi vahim durumlara yol açtığı ve sonunda tek adam diktatörlüğüne giden yolu öne çıkardığı birçok örnekle kanıtlanmış bir durumdur. Yeni bir yüzyılın başladığı dönemin ilk yılında işbaşına gelen siyasal iktidarın aradan geçen çeyrek asır içinde tüm seçimleri kazanarak iktidarda kalmaya devam etmesi yüzünden ve Türkiye’de demokrasinin normal kuralları işlerliğini yitirdiğinden, muhalefetin denetim ve kontrol işlevlerinin yerine getirilmesi sürekli olarak engellenmiştir. Demokrasilerin olmazsa olmaz kurallarından olan muhalefet görevinin yapılamaz bir duruma gelmesiyle, Türkiye demokrasi klasmanında en alt kademelere düşmüştür.

                Avrupa tipi bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, bu kıtanın yanı başındaki komşusu konumunda demokrasiden uzaklaşır bir konuma gelmesi normal olmayan bir gelişme olarak gündeme gelmiştir. Yeni yüzyılın başlarında Türkiye umut dolu yönelişlerle geleceğe doğru adımlar atarken, çağdaş uygarlık düzeninin onurlu bir üyesi olabilme doğrultusunda yeni girişimlere ve projelere doğru hazırlanırken, üst üste ve peş peşe sürekli olarak aynı partinin iktidarını ortaya çıkaran genel seçim sonuçları ile mücadele etmek ve zaman zaman da boğuşmak zorunda kalmıştır. İktidar partisi sürekli seçim kazanarak yoluna devam ederken, birinci ve ikinci on yıl birbirini izleyerek geçmiş ve bugün üçüncü on yılın ortalarına doğru gelinmiştir. Yeni aşamada Türkiye’deki siyasal rejimin demokrasiden otokrasiye doğru yönelmesinin önlenmesi ve batı tipi demokrasilerde görülen bütün hak ve özgürlüklerin eşit koşullarda gerçekleştirilebilmesi için, serbest genel seçimler yolu ile iktidarların yer değiştirmesine dikkat edilmesi zorunluluk kazanmaktadır. Seçimle gelen iktidar bir ya da iki dönem sonra muhalefete geçerken, muhalefet partileri de eski iktidar partisi gibi genel seçimleri kazanarak iktidara gelebilmesi gerekmektedir. Ancak o zaman demokrasi tahtaravallisi çalışabilmekte, bir parti iktidara gelirken iktidardaki parti muhalefete düşerek yasama organında denetim ve kontrol işlevini yerine getirebilmektedir. Türkiye’de son dönemde bozulmuş olan bu denge ve kontrol amaçlı mekanizmaların eskisi gibi sırayla çalışabilmesi için her rejimde olduğu gibi Türkiye’de de siyasal reform çalışmalarının yapılması gerekmektedir.  Gerçek demokratik yönetim için iktidar ve muhalefet arasındaki hassas ilişkilerin dengeli bir biçimde sürdürülmesi gerekmektedir. Ayrıca birlikte seçimler aracılığı ile iktidara geliş ve gidişlerin normal bir biçimde sistemin koşullarına uygun gelecek bir biçimde ayarlamalarının yapılması gerekmektedir. Çeyrek yüzyıla yakın bir süre iktidarda kalan hegemonik siyasal partinin normal koşullarda demokrasi sınırları içinde bir denge içine alınabilmesinin mümkün olması gerekmektedir. Bu doğrultuda siyasal rejimin aksayan yanlarının giderilmesi ve diğer batı demokrasilerine benzer bir kontrol ve denetim mekanizmalarının devreye sokulmalarının asgari koşullarda sağlanmaları gerekmektedir.

                Uzun süreli iktidar ile güçlenen iktidar partisinin sınırlanması ve iktidara gelemeyen muhalefet partilerinin güçlendirilerek iktidara hazırlanmalarının düşünüldüğü bugünkü aşamada ,altı siyasal partinin bir araya gelerek  “Güçlendirilmiş Parlamenter sistem “ başlığı altında demokrasiyi konsalide edecek bir takviye çalışmasının tamamlanmasının gerekli olması nedeniyle, yeni çalışmaların bu yöne doğru çevrildiği bir aşamada, artık daha güçlü bir demokrasiden söz ederek  hareket edilmesine gerek vardır. Demokrasilerin ve siyasal rejimlerin her türlü olumsuz koşula rağmen sürdürülebilmesi için, demokrasilerin konsalidasyonuna şiddetle gereksinme bulunmaktadır. Yeni düzenlemeler ile konsolide edilmiş olan parlamenter demokrasilerin geleceğe doğru yönlendirilmeleri süre açısından zorunlu olabilmektedir. Olağanüstü durumlar hariç, normal olarak her ülkenin özel koşulları doğrultusunda kendine özgü siyasal rejimlere sahip oldukları kabul edilmektedir.  Normal durumda demokrasiler ya da otokrasiler birbirlerinin alternatifleri olarak siyaset sahnesinde boy gösterirken, her ülke sahip olduğu siyasal rejimin birikimlerinden yararlanarak, kendisi için yararlı olacak sistemler üzerinde dururken, olumsuz durum ve koşullara sahip olan devletlerin yozlaşmış siyasal rejimlerinin ülke gerçekleri doğrultusunda düzeltilebilmesi mümkündür. Birçok ülkede siyasal rejimler normal koşullarda varlıklarını sürdürürken, diğer işlevlerini de gerçekleştirebilmektedirler. Ne var ki, Türkiye gibi kritik bir jeopolitik ortamda bulunan ülkelerde bazen ortaya çıkan olağanüstü durumlar, demokratik rejimlerin normal koşullarda işlemesini önleyebilir ya da başka koşulları gündeme getirerek eskisinden çok farklı bir rejim ile halk kitlelerinin karşı karşıya gelmesine neden olabilir. Türkiye Cumhuriyeti bugün benzeri bir kaotik durumu, soğuk savaş koşulları ile küreselleşme akımının getirdiği yeni yapılanmaların aynı dönemde varlıklarını sürdürmesi, ciddi bir siyasal kargaşa ortamı yaratarak ülkede ciddi bir siyasal rejim krizinin gelişmesine yol açmıştır. Uzun süre çeşitli tartışmalar ve yapay gündem yaratma çabaları ile halk kitlelerinin gözünden kaçırılan bu kargaşa ortamı artık tartışma gerektirmez bir biçimde kamuoyu önünde açıklığa kavuşmuştur.

Yirminci yüzyıldan kalan bir anayasanın gerçek siyasal koşullara uyum sağlayamadığı biçiminde bir eleştiri dış güçler tarafından da desteklenince, ülkede yaratılan yeni ortamda yeni bir anayasaya giden yol açılmıştır. Ilımlı İslam adı ile iktidara gelen siyasal partinin çeyrek asıra yakın bir süre içinde Türkiye’yi demokratik rejimden uzaklaştırması üzerine, normal fonksiyonlarını yerine getiremeyen muhalefet partileri bir araya gelerek böylesine bir kaos ortamından kurtulabilmenin arayışı içine girmişlerdir. Daha önceki dönemde yeni bir anayasa çıkartarak bu olumsuz gidişin önüne geçmek isteyen önde gelen büyük partiler, yeni bir anayasayı tam olarak çıkaramadıkları için ülkenin siyasal düzen sorununu çözüme kavuşturamamışlardır. Tam olarak bütünüyle yeni bir anayasa ortaya konamadığı için, kısmı bir değişiklik ile yetinilmiş ve bu nedenle Türkiye hem eski hem de yeni anayasayı birlikte düzenleyen bir ucube anayasa sistemi ile karşı karşıya gelmiştir. Anayasa değişikliği ile yetinilmesi gibi bir yeni durum da hem eski anayasanın hem de yeni anayasa değişikliğinin temel ilkeleri T.C. Anayasası içinde yer alarak, ortaya bir anayasa çorbası çıkartılmıştır. Eski anayasada var olan parlamenter demokrasi rejiminin üzerine bir de son yıllardaki gelişmeler ile kapıya dayatılmış olan başkanlık sistemi doğrultusundaki tartışmalar aracılığı ile, sonradan farklı bir biçimde isimlendirilen cumhurbaşkanlığı sistemi görünümünde ve tek adam diktatörlüğüne giden otoriter rejim ile ilgili düzenlemeler, sanki bir olağanüstü hâl durumu yaratılıyormuş gibi yeni bir anayasa değişikliği olarak kabul edilmiştir. Geçen asırdan var olan bir parlamenter sistemin üzerine tamamen bambaşka yeni bir siyasal sistemin monte edilmesi, Türkiye’deki geleneksel anayasacılığı bir montaj mesleğine dönüştürerek ortaya ucube bir hukuk olgusunun çıkmasına giden yolu açmıştır. Bu durumda anayasacılar eski ve yeni sistemlerin ciddi bir kargaşa ortamı yaratması yüzünden, Türkiye’nin anayasasız bir ülke konumuna geldiğini öne sürerek, bu durumda bütün kamu kurumları ile birlikte yargı organlarının da son derece dikkatli hareket etmeleri gerektiğini sürekli bir biçimde vurgulayarak, siyasetin ortaya çıkardığı hukuk dışı ortamın bir an önce sona erdirilmesini talep etmişlerdir. Eski ve yeni anayasaların anayasa metni içinde yarım yamalak yer almaları yüzünden Türkiye uzun bir süredir anayasasız bir ortama sürüklenmiştir.

Ülkenin Amerika destekli üniversitelerinden birisinde toplanarak içine düşülen hukuksuzluk ortamından kurtulabilme çizgisinde yol ve yöntem aramaya başlayan altı siyasal parti, yaptıkları toplantılar ve çalışmalar sonucunda ortaya “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem“ adı altında bir eskiye dönüş raporu koymuşlardır. Küresel emperyalizmin ve uluslararası Siyonizm’in  Büyük Orta Doğu projeleri yüzünden Türkiye’ye dayatılmış olan ucube hukuk sisteminden yeni bir anayasa değişikliği ile Türkiye kurtulamayınca, bu sefer  doğrudan siyasal sistemi ele alan ve genel anlamda  ülkenin her köşesinde yeni bir yapılanmayı hedefleyen bir sistem “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem “adıyla gündeme getirilerek Türk devletinin bu kaos ortamından bir an önce kurtulabilmesinin çareleri aranmaya başlamış ve altı partinin imzaladığı bir siyasal rapor ile çözümler demeti önerilmiştir. Uzman hukukçular tarafından hazırlanmış olan parlamenter sistemi geri getirme raporu Türk kamuoyuna sunulurken, Türkiye’nin düşünce ve siyasal ortamlarında birbirini izleyen görüş ve öneriler aracılığı ile ciddi bir hareketlenme meydana getirilmiştir. İki anayasanın bir arada varlığının yarattığı olumsuz durum ülkeyi her geçen gün daha fazla gerginliğe götürürken ve konunun bu kez sistem açısından ele alınması, Türk siyasetini yeni bir döneme doğru yönlendirirken, çeyrek asırlık iktidar partisi hemen seçim ya da baskın seçim gibi hızlı adımlar atarak muhalefet partilerinin ortak hazırlamış olduğu parlamenter demokrasinin yeniden güçlendirilmesi ile ilgili çıkışın önünü kesebilmenin arayışı içine girmiştir. Bütünüyle yepyeni bir sistem getirecek bir anayasa atılımının bu aşamada gerçekleştirilememesinin sonucunda konuya sistem açısından yaklaşılması bir yönü ile olumlu diğer açılardan ise olumsuz durumlar yaratabilecektir. Ülkede var olan devlet sorunu yeni bir anayasa ile kesin bir çözüme bağlanmadan konuya sistem açısından yaklaşılması, devlet sorununa kalıcı ve kesin bir çözüm getiremeyeceği için dünyanın merkezi alanında herkes kendi devletini kurmak için mücadele ederken, Türk ulusu Türkiye Cumhuriyeti devletini kaybedebilecektir.

Türkiye’nin önde gelen muhalefet partilerinin hazırlamış olduğu Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem raporu incelendiği zaman öne çıkan bazı başlıklar dikkat çekmektedir. İktidarda bulunan Ilımlı İslam partisi ile Milliyetçi parti arasında imzalanmış olan Cumhur ittifakı adıyla anılan bir siyasal ortaklığa karşı, ana muhalefet partisinin öncülüğünde merkez sağ, kapitalist ve İslamcı geleneklere sahip bulunan diğer partilerin bir araya gelerek oluşturdukları parlamenter sistem cephesinde  oluşturulan birlikteliğe Millet İttifakı adı verilerek, Türk Milletinin düşürüldüğü çıkmazdan bir an önce kurtulabilmesi hedeflenirken, iktidar ve muhalefet ittifakları eskiden olduğu gibi yine karşı karşıya geliyorlar ama tek bir anayasa ya da ortak bir siyasal rejim oluşturulabilmesi için geniş kapsamlı bir ulusal birlik ortamı oluşturulması gibi bir üst düzey politikadan uzak kalarak, gene eskisi gibi çekişme ve tartışma ortamlarını sürdürmeye devam ediyorlardı. Laik cumhuriyetin İslamcı iktidarı kendi doğal yapısına aykırı olan Cumhur adını tercih ederken, Cumhuriyetin kurucu partisi isminin uzantısı olarak bu kavrama sahip, ümmet kökeninden gelen millet kavramını benimseyerek kendi doğasında var olan laiklik ilkesine aykırı bir tutum içine giriyordu. Üst üste binmiş iki anayasa ile yaratılan kargaşa ortamında siyasal düzen de karışıklığa uğruyor ve sistemde top yekûn bir yapılanma gereksinmesi iyice içinden çıkılamaz durumlara doğru sürüklenirken, temel kavramların da bu karışıklıktan nasibini almasıyla cumhur ve millet kavramlarının kamp değişikliğine uğradığı görülüyordu. Siyasetin sağ ve sol çizgilerde kamplaşmasının belirtisi olarak kullanılan cumhur ve millet kavramlarının içine düştüğü bu kamp değiştirme konumu, ülkedeki karışıklık ortamının ne derece yüksek bir çizgiye ulaştığını ortaya koyuyordu. Ümmetçiler Cumhur kavramına, Cumhuriyetçiler de Millet kavramına sahip çıkarken siyasetin diğer ana kavramları da farklı siyasal oluşumlar çizgisinde gündeme getiriliyordu. Yüzden fazla siyasal partinin aktif olduğu bir ülke olan Türkiye’de, diğer temel kavramlar üzerinden yeni ittifakların gündeme getirilmesiyle siyasal alandaki kamplaşma oluşumları devam edip gidiyordu.

Türk siyaset sahnesinin önde gelen temsilcilerinden birisi olan bölücü parti, kendisinin dışlandığı bu aşamada dokuz adet sosyalist partiyi bir araya getirerek, başını çektiği bir demokrasi platformunu Türkiye’nin bölünmesi doğrultusunda gündeme getireceğini kamuoyuna duyuruyordu. Böylece Türkiye’de geçmişten gelen bölücülük akımına sosyalist potansiyelin de destek vermesi ve böylece Meclis’te bölücülerle sosyalistler arasında ulusalcı olmayan bir siyasal ittifakın gelecekte kalıcı olabileceği yeni bir ittifak devreye sokuluyordu. Bir anlamda üçüncü ittifak olarak da görülebilecek bölücülerle sosyalistlerin birlikteliği, bölücülerin tercih ettiği bir kavram olarak Demokrasi İttifakı olarak adlandırılıyor ve daha sonra da kamuoyuna takdim ediliyordu. Fazlasıyla siyasal partinin bulunduğu ve içinde bulunulan dönemde yeni partilerin kurulmasıyla birlikte Türkiye’deki siyasal sistem bir partiler enflasyonu oluşumu ile karşı karşıya kalıyordu. Sadece sosyalist ideolojiyi benimseyen dokuz ayrı partinin kısa zaman içinde kurulması bile, Türk siyasal sisteminin nasıl bir dağılma ve parçalanma çıkmazı içinde olduğunu ortaya koyuyordu. Bölücüler ve sosyalistler Millet ve Cumhur ittifakları doğrultusunda ikili bir kamplaşmayı aşabilmek üzere ve Demokrasi adıyla üçüncü bir ittifak oluşturarak bu kamplaşmayı önlemeye çalışmaları gerçek anlamda bir demokratik oluşum olarak devreye giriyordu. Ne var ki, laikliğe mesafeli Ilımlı İslamcı yapılanma ile ümmetçiliğe yakın duran bir cumhuriyetçi yaklaşımın ayrı ayrı ittifaklar ile devreye girmeleri aşamasında, gerçek anlamda bir laikliğe saygılı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkellerine uygun düşen bir Cumhuriyetçi ve Ulusalcı ittifak, gelinen son aşamada göze çarpmamıştır. Yeni bir anayasa hazırlanırken ve bu doğrultuda Türk siyasal sistemi gözden geçirilirken Laik-cumhuriyetçilik ile ulus devletçilik dışlanmakta ve böylece dünyanın tam ortasında yüz yıl Türk ulusuna hizmet etmiş olan çağdaş cumhuriyetçilik ile ulusal devletçilik devre dışı bırakılarak, Türkiye Cumhuriyeti gelecekte belirsiz bir kargaşa ortamına doğru sürüklenmeye terk edilmektedir. Devletin ve ülkenin içine sürüklendiği siyasal bunalımdan uzaklaşabilmesi için devletin kuruluş ayarlarına geri dönülmesi ve ulusal bir senteze dayanan devlet modelinin korunması zorunlu bir duruma gelmiştir.  

                Bilkent Protokolü adında olduğu gibi  Amerika’yı  ve Amerikan politikalarını  öncelikle dikkate alan bir yaklaşım içerisinde kaleme alınmış görünmektedir. Ne var ki , Avrupa ülkeleri ve Avrupa Birliği üst örgütlenmesinin Amerika’nın desteklediği dinci, alt kimlikçi ve İsrailci  yaklaşımlara karşı mesafeli  durduğu  bu  aşamada, Türkiye’nin  son yıllarda iç sorunlardan daha çok dış sorunlara doğru yöneldiği bugünün koşullarında Türkiye’deki Ilımlı İslamcı iktidarın yola devam etmek üzere, Atlantikçi -Siyonist cephenin dış desteklerine güvenerek dış politika oluşumlarına öncelik verdiği anlaşılmaktadır. Bu çerçevede laiklik ilkesine karşı çıkan bir İslamcı yaklaşım öne geçerken hem halifelik rejimine geri dönüş hem de İslam dünyasının merkezi konumuna doğru sürüklenirken, yeniden Ankara’nın yerine İstanbul’un payitaht yapılması ve Arapçanın Kuran dili olarak resmi dil haline getirilmesi tartışma alanına getirilmektedir. ABD’nin dünya hegemonyası planı çerçevesinde Türkiye İslam dünyasının merkezine kaydırılırken, Balkanlar’da kapı komşusu olan Hristiyan Avrupa Birliğinden koparılarak uzak tutulmaya çalışılmaktadır. Eski TBMM başkanı avukat laiklik kalksın derken, aslında Türkiye İslam dünyasının merkezi olsun diyordu. Türkiye’nin kapı komşusu Avrupa laiklik konusunda ısrar ederken, ABD; İngiltere ve İsrail’in etkisi ile, ayrıca Evanjelistlerin desteği ile küresel bir yönde hegemonya düzeni kurmak amacıyla, Türkiye üzerinden tüm İslam ülkelerini ve de bu ülkeler üzerinden de tüm dünya kıtalarının kontrolünü, İstanbul merkezli olarak kendi elinin altında korumak istiyordu. Böylece Türkiye ve içinde bulunduğu merkezi coğrafya küresel hegemonya yarışında öne geçerken, Türkiye Cumhuriyeti de ciddi bir biçimde kararsızlık ortamına doğru sürükleniyordu. Avrupa ülkeleri laiklik diye ısrar ederken, ABD ve İsrail ikilisi de din devletlerini desteklemek üzere karşı politikaları sonuna kadar zorluyorlardı. Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin laik kampta kalıp kalmaması, hilafete dönüş senaryosu ile birlikte başlatılacak din devleti döneminin nasıl gelişeceğini açıkça ortaya koyacaktır. Merkezi coğrafyada hegemonya projeleri çarpıştığı sürece çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin din devleti mi yoksa laik bir ulus devlet mi olarak, yoluna devam edip etmeyeceği sorusuna kesin bir yanıt vermek için daha bir süre olayların gelişimi beklenecektir.

                Türkiye’nin uzatmalı siyasal iktidarı iç dinamiğe göre devleti yönetemez bir duruma gelirken ve bu nedenle önce yeni anayasa daha sonra da yeni siyasal sistem arayışları öne çıkarken, bu konularda çözüm üretebilmek için öncelikle çözüme kavuşturulması gereken bir sorun vardır. Türkiye hangi sistem içinde yer alacak sorusuna verilecek yanıtın netleşmesi gerekmektedir. Dünyanın tam merkezinde yer alan Türk devletlerinin alacağı biçim ve yöneleceği hedefler konusunda bir kesinleşme olgusu tamamlanmadıkça, Türkiye’nin geleceği ile ilgili yeni bir adım atılabilmesi mümkün olamayacak gibi görülmektedir. Laik ve dinci dünyalar arasında bir kesin seçim yapılamadan Türkiye’nin gelecekteki yeri belirlenemeyecekmiş gibi bir durum devlete ve ülkeye karşı belirsizlik ortamı yaratmaktadır. Hilafet konusunun yeniden gündeme getirilmesiyle başlayabilecek yeni dönemde, yeni anayasa ve siyasal sistem ya din esaslarına göre belirlenecek ya da laik dünyanın bilimsel esaslarına göre yepyeni bir sistem siyasal alana getirilecektir. Bugünün dünya haritasına bakıldığı zaman Hristiyan bir batı bölgesine karşılık, Asya’nın büyük devletlerinin kendilerine göre  Asya dinleri ile yaşamlarını sürdürdükleri  ama Genişletilmiş Kuzey Afrika ,Büyük Orta Doğu ve Orta Asya bölgelerinin Müslüman ülkelerle dolu bulunduğu, bu nedenle de dünyanın tam ortasında  Çin’e, Rusya’ya ve Hindistan’a karşı bir güç merkezi olarak bulunan İslam ülkelerinin bir İslam Federasyonu çatısı altında toplanmaları ve İstanbul merkezli bir imparatorluk olarak Arapça’nın resmi dil olarak kullanılacağı yeni bir devlet düzeni arayışı devam etmektedir. Bin yıllık Türk devleti mi yoksa, bin iki yüz yıllık İslam devleti mi açmazının tam ortasında yer alan Türkiye’nin gelecekteki yolunu belirlemek üzere önce bir karar vermesi gerekmektedir. Geleceğin anayasası ve siyasal sistemi ancak bu sorunun yanıtının Türk ulusu tarafından kesin olarak verilmesiyle belirlenebilecektir. Ulusal bir kurtuluş savaşı verilerek çağdaş bir cumhuriyete kavuşan Türk ulusunun yeniden bir karar vermeye zorlanması sürecinde, merkezi coğrafyada çağdaş bir sentez olarak kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin parçalanmasına ve yok olmasına Türk ulusu izin vermeyecek ve adımlarını bilerek atacaktır.

                Böylesine büyük bir dönemecin tam ortasında yer alan Türk devleti, emperyalist devlet projelerinin çarpışması yüzünden önemli bir çıkmazın içine sürüklenmiştir. Dünyanın gelecekte kaç kutuplu olacağı ve hangi kutbun merkezi alana egemen olacağı ve bu doğrultuda nasıl bir yeni dünya düzeni olacağı kesinleşmeden Türkiye’nin alacağı tutum ve izleyeceği yol tam olarak kesin bir çizgide belirlenemeyecektir. Halifelik düzenine İslam dünyası kaydırılırken, Türkiye’nin de bu doğrultuda kaydırılarak laik cumhuriyetten yeni bir İslam devletine doğru yönlendirilmesi, Türkiye’yi Atatürk’ün yolundan ayıracağı gibi çağdaş cumhuriyet rejimi ile modern ulus devlet yapılanmasından da uzaklaştıracaktır. Önümüzdeki dönemde Türkiye beş yüz milyonluk Türk dünyasında mı yoksa iki milyarlık İslam dünyasında mı yerini alacaktır sorusunun yanıtı, Türkiye’nin yerini belirleyecektir. Doğu ve Batı dünyaları arasında yeni bir sentez devleti olarak kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kökleri hem bir ulus devlet hem de bir çağdaş cumhuriyet olarak, var olan Türk devletinin temelleri içinde kaynaştırılmıştır. Böylesine bir kaynaşmayı gerçekleştiren Kuvayı Milliye Türkiye’si böylesine bir başarının sonucu olarak da dünyanın ortasında tam bağımsız devlet olarak var olabilmiştir. Bu nedenle, yeni anayasa ve siyasal sistem arayışları sırasında cumhur, millet ve demokrasi ittifaklarının yanı sıra Atatürk ilkeleri çizgisinde bir “Cumhuriyetçi Ulusal İttifak” a da gereksinme vardır. Laik olmayan bir cumhur ittifakı ile ulusalcı olmayan bir Millet İttifakı Türkiye’nin temelinde var olan Atatürkçülük harcını eksik bırakmaktadır. T.C. Anayasasının giriş kısmında yer alan Atatürk ilkeleri devletin siyasal modelini ortaya koyduğu gibi, ayrıca dayanak noktası olarak ele alınan temel kuralları da açıkça belirlemektedir. Anayasada yer alan cumhuriyetin temel ilkelerinden uzaklaşan bir tutum ile yeni anayasa ve siyasal sistem belirlenirse, ortaya ya bir üçüncü dünya ülkesi ya da İslam dini üzerinden bir din devletine dönüşme gibi tümüyle bir başkalaşma macerası ve emperyalist senaryolar Türk devletinin geleceğini etkilemektedir. Böylesine bir yok edici senaryoya karşı Türkiye, Atatürk’ten gelen alternatif plan ve projelerini bugünün koşullarında bir an önce devreye sokarak, emperyalist güçlere bu alanda kullanacakları bir siyasal boşluk bırakmamak durumundadır. Ülkedeki ve bölgedeki siyasal boşluklar Türkiye’nin siyasal çıkarları doğrultusunda yeni planlar ile doldurulursa o zaman emperyalistlerin harekât alanları, sınırlanarak kontrol edilebilecektir.

                Devleti kuran Atatürk’ün partisinin öncülüğünde devlet modelini değiştirmeye yönelen ve bu alanda yeni adımlar atan partili olmayan bugünkü yönetim batı merkezlerinin baskıları ile hareket ederken, iktidar partisini indirmek üzere diğer muhalefet partileri ile iş birliği yaparak ortaya bir Millet İttifakı raporu koymuşlardır. Millet ittifakının görüş ve önerileri doğrultusunda hazırlanmış olan bu rapor, Avrupa destekli olarak görünmekte ve burada laikliğe sahip çıkılırken, Atatürk, Cumhuriyet, Tam bağımsızlık, bölgesel barış ve ulus devlet gibi kavramlar görmezden gelinerek raporun hazırlandığı belli olmuştur. Partilerin üçünün İslamcı tabandan gelmesi, bir tanesinin de eski bir iktidar partisi olarak batı emperyalizminin kapitalist politikalarına yakın durması yüzünden, devleti kurmuş olan Atatürk’ün partisinin temelinde var olan Atatürk ilkeleri ve cumhuriyet rejimi çizgisinde Millet İttifakının ortaya bütünleşmiş bir siyasal sistem koyamadığı anlaşılmaktadır. Türkiye’nin en büyük siyasal krizini aşmak için yola çıktığını söyleyen bu ittifakın üyelerinin tarihi bir adım attıkları ve bu çizgide yeni bir sistem önerdikleri açıklanmaktadır. Burada bir geriye dönüşün değil ama tümüyle bir yeni bir sistemin getirilmeye çalışıldığı belirtilmektedir. Cumhurbaşkanlığı sistemi çalışmadığı için ülkenin bölünme noktasına geldiği anlatılırken, eski ve yeni devlet yapıları çatışırken, her şeyin tek adamın omuzlarına yüklenmesi yüzünden devletin çalışamaz bir duruma getirildiği söylenmektedir. Kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırılması, devlet bürokrasisi, yargı organları ve yüksek öğretimdeki tüm kadroların iktidar partisinin kontrolü altında yönlendirilmesi sonucunda, ülkede devletin tarafsızlığına zarar verdiği bir parti devleti oluşumu gündeme gelmiştir. Meclisin yetkileri elinden alınırken, Anayasa mahkemesi kararlarının uygulanmadığı bir tek adam rejimi içinde endişeler ile birlikte kutuplaşmanın ülkede hızla arttığı bir ortama sürüklenilmiştir. Böylesine olumsuz bir durumda geçmişe dönülmeyeceği için yeni bir sistemin kurulması zorunluluk kazanmıştır.

                Neden güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçildiğinin anlatıldığı raporda, yeniden hukuk devletine, anayasal düzene ve ciddi bir devlet yapılanmasına ülkenin sahip olabilmesi için gereken adımların acilen atılması gerektiği dile getirilmiştir. Devlet yönetiminde keyfiliğe son verilerek yeniden liyakat sistemine geçilmesi gerektiği açıkça raporda gündeme getirilirken, ortak akıl ve ulusal uzlaşma ile yola çıkarak bütün sorunlara çözüm getirecek bir yeni yaklaşımın acil bir biçimde devreye konulması gerektiği dile getirilmektedir. Geçmişe dönme olmayacağı söylenerek her yönü ile yeni bir sistem önerilirken 1921 anayasası çıkış noktası olarak ele alınmakta ve cumhuriyet öncesi bir dönemin belgesi olarak benimsenirken, din devleti ve yerel yönetimlerin önceliği dikkate alınarak Atatürk’ün kurmuş olduğu devletin merkezi, ulusal, cumhuriyetçi ve laik esasları geri planda bırakılmaktadır. Diğer anayasalar darbe ürünü olarak gösterilirken Sovyetler Birliği oluşumunun etkisi altında hazırlanmış olan 1921 anayasası yeniden devreye sokularak ve dinci, eyaletçi, alt kimlikçi siyasal yapılanmalara öncelik verilerek, yüz yıl sonra Türk devletinin kuruluştan gelen yapılanmasının dışlandığı göze çarpmaktadır. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı altında örgütlenmeye çalışılan yeni sistemin keyfi ve kural tanımaz yönlerinin hukuk devletini ortadan kaldırdığı ileri sürülerek, adil ve tarafsız bir bakış açısı ile özgürlükçü demokratik hukuk devletine ulaşılabileceği iddia edilmektedir Devlet içinde etkili olacak denge ve denetim mekanizmalarının yeniden kurulmasıyla birlikte ana amaçlar olan huzur ve toplumsal barış düzenlerine, daha kolay bir biçimde ulaşılabileceği ileriye sürülmektedir. Milli irade üzerinde kuruluş döneminden gelen vesayet sisteminin kaldırılacağı ve ülkenin daha özgür ve bağımsız bir düzene kavuşturulacağı, daha şeffaf ve hesap verilebilir biçimde oluşturulacak yeni hukuk devleti sayesinde mümkün olabileceği anlatılmaktadır.

                İktidarın cumhur ittifakına karşılık öne sürülen millet ve demokrasi ittifakları alternatif siyasal uzlaşmalar olarak gündeme getirilirken, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş modeli olan ulus devlet ile çağdaş cumhuriyet rejimlerine ulusal bir sentez içinde sahip çıkacak, cumhuriyetçi bir ulusal ittifakın gündeme getirilmediği görülmektedir. Devletin kuruluş modeline ve anayasanın giriş bölümünde dile getirilen cumhuriyetin temel ilkelerine sahip çıkmadan, Atatürk Cumhuriyetinin sonsuza kadar var olabileceği bir yeni siyasal sistemin kurulabilmesi bugünün koşullarında pek mümkün görünmemektedir. Cumhur, Millet ve Demokrasi İttifakları ile birlikte Türk devletinin bir de Cumhuriyetçi Ulusal İttifaka gereksinmesi bulunmaktadır.  Yüzden fazla partinin halen aktif bir biçimde var olduğu partiler yelpazesi içinde yer alan ve adında Türkiye, bağımsızlık, ulusalcılık, cumhuriyetçilik, özgürlükçülük ve de memleketçilik gibi milli bir çizginin bulunduğu mevcut partilerin bir araya gelerek, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş modeline sahip çıkan yeni bir cumhuriyetçi ulusal ittifaka bugün her zamandan daha çok gereksinme vardır. Kurucu önderin Türk ulusuna bırakmış olduğu siyasi miras olarak, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ilelebet payidar kalabilmesini sağlayacak yepyeni bir yapılanmaya yönelik çalışmalar ve protokollar bir an önce tamamlanarak, egemen güçler tarafından Türkiye’nin ekonomik çökertilme senaryoları ile iç ve dış çatışma ve savaş senaryolarına doğru sürüklenmesine, Türk ulusu kesinlikle izin vermemek durumundadır. Devlet ile milletin yeniden barıştırılmalarını hedefleyen yeni siyasal düzenin bir an önce kurulması gerekirken, ülkeye yönelik her türlü dış müdahale ve emperyalist senaryolara karşı milletin bütün fertlerinin bir araya gelerek ve sırt sırta dayanışma içine girerek, yeniden bir Kuvayı milliye mücadelesi yapılmalıdır. Bu amaçla Cumhuriyetçi Ulusal İttifakın kuruluşu ilk adım olacaktır Var olan diğer ittifakların ihmal ettiği ve dikkate almakta yetersiz kaldığı bir aşamada, Türk devletinin laik cumhuriyetçi ve ulus devletçi yapılanmasının milli bir sentez olarak benimsenmesi halen içinde bulunulan siyasal çıkmazın aşılabilmesi açısından zorunlu görünmektedir. Parlamenter sistemin güçlendirilmesi önemlidir ama tek başına bu çıkmazdan kurtulabilmek için yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle, tıpkı Kuvayı milliye günlerinde olduğu gibi Türk ulusunun yeni bir şahlanışa geçebilmesi için Cumhuriyetçi Ulusal İttifakın, öncelikli olarak Türk ulusunun önüne milli bir alternatif olarak konulması gerekmektedir. 

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

1 yorum:

  1. Haklısınız. Cumhuriyetçi Ulusal bir ittifak kurulabilir. Uygulanmakta olan Başkanlık Sistemine alternatif olarak YEPYENİ PAYLAŞIMCI MECLİS SİSTEMİ ile Atatürk devrimlerinin günümüz şartlarında sürekliliğini sağlama ve Cumhuriyetimizin kurucu değerler üzerinden güncellenmesi mümkün olabilir. Yapılacak ilk seçimler bir fırsat olarak görülmeli ve ortak akıl işletilerek bir zihniyet devrimi düşüncesi ile nasıl bir onuncu yıl marşı bestelenmişse, şimdi de bir beşinci yıl bestelenebilmesi için çalışmalar acilen başlatılmalıdır. Saygılarımla. Bahtiyar Çetinbaş İnşaat Mühendisi

    YanıtlaSil