ANKARA KALESİ
CUMHURİYETÇİ ULUSAL İTTİFAK NEDEN YOK?
Türkiye Cumhuriyeti geleceğe dönük
arayışlar sürecinde yeni bir aşamaya geçerken, partiler arası siyaset yarışında
bu kez ittifaklar arası yarışların gündeme geldiği bir dönemden geçilmektedir.
Normal demokrasilerde her görüşte siyasal partiler kurulmakta ve bunlar siyasal
iktidara gelebilmek amacıyla, her yolu deneyerek ülkelerinde iktidar sahibi
kurumlar haline gelmeye çaba göstermektedirler. Normal demokrasilerde doğal
karşılanmakta olan bu durumda, demokrasi ötesi rejimler ve siyasal yapılanmalar
ortaya çıkabilmekte ve partilerin ülkeyi yönetemez bir duruma gelebildikleri
görülebilmektedir. İktidarların genel seçimler aracılığı ile belirlendiği
demokratik rejimlerden hızla uzaklaşmakta olan Türkiye’de, neredeyse otokrasi
olarak adlandırılabilen anti demokratik yapılanmalar gündeme gelebilmektedir.
Bir siyasal parti bu ülkeyi çeyrek yüzyıla yakın bir zaman dilimi içinde
yönettikten sonra hala seçim kazanarak iktidarda kalıyorsa, yani seçimler
aracılığı ile geldiği gibi aynı yoldan gidemiyorsa, o ülkedeki rejimin normal
bir demokrasi gibi olarak adlandırılması son derece güç bir durumdur. Normal
bir demokraside siyasal partiler seçimlerle iktidara geldikleri gibi gene
normal iktidar sürelerini tamamlayarak gitmeleri gerekirken, çeyrek yüzyıla
doğru uzanan uzun bir zaman dilimi içinde gidemedikleri durumlar da her siyasal
rejim de otokrasilerden diktatörlüklere doğru bir geçiş olgusu
yaşanabilmektedir. Günümüzde Türkiye önümüzdeki genel seçimleri de kazanabilecek
bir iktidar partisinin çeyrek yüzyılını iktidar döneminde tamamladığı bir ülke
olarak siyasal tarihe geçmektedir. Çeyrek asırlık bir iktidarın her geçen yıl
daha da güçlendiği bir süreç içinde muhalefet partilerinin yeterince muhalefet
yapamaması ve bu yüzden de iktidara gelememesi gibi garip bir durum öne
çıkabilmektedir. Yetersizlik çizgisini bir türlü aşamayan muhalefet siyasal
çıkmazlarda bocalarken, siyasal iktidara gelen parti iç konjonktürel durumların
geride kaldığı yeni bir aşamada, bütünüyle dış konjonktürün akıntısına
kapılarak iç konjonktüre karşı kendi iktidar tekelini koruyabilmektedir. Bu durumda
iktidarların seçimle değişemediği rejimler zamanla antidemokratik rejimlere ve
diktatörlüklere dönüşebilmektedir.
ABD’nin
Türkiye’de kurdurduğu yüksek eğitim kurumlarından Bilkent Üniversitesinde geçen
haftalar içinde yapılan bir siyasal toplantıda, bugünkü siyasal yelpazenin
içinde yer alan altı parti bir araya gelerek, Bilkent Protokolu olarak
adlandırılan siyasal anlaşma metnini, Türk kamuoyuna açıklamışlardır. Türkiye
yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğini tamamlarken, içine sürüklenmiş olduğu
iktidar ve muhalefet arasındaki tahtaravalli oyununun bozulması yüzünden,
antidemokratik bir otokrasiye dönüşme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır.
Yeni seçimlerin gene bugünkü iktidar tarafından kazanılması gibi bir durumun
ortaya çıkması olumsuz bir sahne yaratırsa, çağdaş demokrasilerin vazgeçilmez
kuralları içerisinde yer alan denge ve kontrol mekanizmalarının bütünüyle
bozulması ve tek adam yönetiminin ülkenin her alanında tek söz sahibi olması
gibi bir diktatörlük oluşumuna giden yeni bir siyasal yöneliş ile, kaçınılmaz
bir biçimde Türk devletinin karşı karşıya kalabileceği olumsuz durumlar
şimdiden görülebilmektedir. İktidar değişikliği olmadığı için normal
demokrasilerde olması gereken denetim ve hesap verme gibi işlemlerin
yapılamadığı bir çıkmaz ile Türk siyasal rejimi uğraşmak zorunda kalmaktadır.
Dünyanın çeşitli bölgelerinde ve dönemlerinde görülen bu gibi siyasal
çıkmazların, ne gibi vahim durumlara yol açtığı ve sonunda tek adam
diktatörlüğüne giden yolu öne çıkardığı birçok örnekle kanıtlanmış bir durumdur.
Yeni bir yüzyılın başladığı dönemin ilk yılında işbaşına gelen siyasal
iktidarın aradan geçen çeyrek asır içinde tüm seçimleri kazanarak iktidarda
kalmaya devam etmesi yüzünden ve Türkiye’de demokrasinin normal kuralları
işlerliğini yitirdiğinden, muhalefetin denetim ve kontrol işlevlerinin yerine
getirilmesi sürekli olarak engellenmiştir. Demokrasilerin olmazsa olmaz
kurallarından olan muhalefet görevinin yapılamaz bir duruma gelmesiyle, Türkiye
demokrasi klasmanında en alt kademelere düşmüştür.
Avrupa
tipi bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, bu kıtanın yanı başındaki
komşusu konumunda demokrasiden uzaklaşır bir konuma gelmesi normal olmayan bir
gelişme olarak gündeme gelmiştir. Yeni yüzyılın başlarında Türkiye umut dolu
yönelişlerle geleceğe doğru adımlar atarken, çağdaş uygarlık düzeninin onurlu
bir üyesi olabilme doğrultusunda yeni girişimlere ve projelere doğru
hazırlanırken, üst üste ve peş peşe sürekli olarak aynı partinin iktidarını
ortaya çıkaran genel seçim sonuçları ile mücadele etmek ve zaman zaman da
boğuşmak zorunda kalmıştır. İktidar partisi sürekli seçim kazanarak yoluna
devam ederken, birinci ve ikinci on yıl birbirini izleyerek geçmiş ve bugün üçüncü
on yılın ortalarına doğru gelinmiştir. Yeni aşamada Türkiye’deki siyasal
rejimin demokrasiden otokrasiye doğru yönelmesinin önlenmesi ve batı tipi
demokrasilerde görülen bütün hak ve özgürlüklerin eşit koşullarda
gerçekleştirilebilmesi için, serbest genel seçimler yolu ile iktidarların yer
değiştirmesine dikkat edilmesi zorunluluk kazanmaktadır. Seçimle gelen iktidar
bir ya da iki dönem sonra muhalefete geçerken, muhalefet partileri de eski
iktidar partisi gibi genel seçimleri kazanarak iktidara gelebilmesi
gerekmektedir. Ancak o zaman demokrasi tahtaravallisi çalışabilmekte, bir parti
iktidara gelirken iktidardaki parti muhalefete düşerek yasama organında denetim
ve kontrol işlevini yerine getirebilmektedir. Türkiye’de son dönemde bozulmuş
olan bu denge ve kontrol amaçlı mekanizmaların eskisi gibi sırayla
çalışabilmesi için her rejimde olduğu gibi Türkiye’de de siyasal reform
çalışmalarının yapılması gerekmektedir. Gerçek demokratik yönetim için iktidar ve
muhalefet arasındaki hassas ilişkilerin dengeli bir biçimde sürdürülmesi gerekmektedir.
Ayrıca birlikte seçimler aracılığı ile iktidara geliş ve gidişlerin normal bir
biçimde sistemin koşullarına uygun gelecek bir biçimde ayarlamalarının
yapılması gerekmektedir. Çeyrek yüzyıla yakın bir süre iktidarda kalan
hegemonik siyasal partinin normal koşullarda demokrasi sınırları içinde bir
denge içine alınabilmesinin mümkün olması gerekmektedir. Bu doğrultuda siyasal
rejimin aksayan yanlarının giderilmesi ve diğer batı demokrasilerine benzer bir
kontrol ve denetim mekanizmalarının devreye sokulmalarının asgari koşullarda
sağlanmaları gerekmektedir.
Uzun
süreli iktidar ile güçlenen iktidar partisinin sınırlanması ve iktidara
gelemeyen muhalefet partilerinin güçlendirilerek iktidara hazırlanmalarının
düşünüldüğü bugünkü aşamada ,altı siyasal partinin bir araya gelerek “Güçlendirilmiş Parlamenter sistem “ başlığı
altında demokrasiyi konsalide edecek bir takviye çalışmasının tamamlanmasının
gerekli olması nedeniyle, yeni çalışmaların bu yöne doğru çevrildiği bir
aşamada, artık daha güçlü bir demokrasiden söz ederek hareket edilmesine gerek vardır. Demokrasilerin
ve siyasal rejimlerin her türlü olumsuz koşula rağmen sürdürülebilmesi için,
demokrasilerin konsalidasyonuna şiddetle gereksinme bulunmaktadır. Yeni
düzenlemeler ile konsolide edilmiş olan parlamenter demokrasilerin geleceğe
doğru yönlendirilmeleri süre açısından zorunlu olabilmektedir. Olağanüstü
durumlar hariç, normal olarak her ülkenin özel koşulları doğrultusunda kendine
özgü siyasal rejimlere sahip oldukları kabul edilmektedir. Normal durumda demokrasiler ya da otokrasiler
birbirlerinin alternatifleri olarak siyaset sahnesinde boy gösterirken, her
ülke sahip olduğu siyasal rejimin birikimlerinden yararlanarak, kendisi için
yararlı olacak sistemler üzerinde dururken, olumsuz durum ve koşullara sahip
olan devletlerin yozlaşmış siyasal rejimlerinin ülke gerçekleri doğrultusunda düzeltilebilmesi
mümkündür. Birçok ülkede siyasal rejimler normal koşullarda varlıklarını
sürdürürken, diğer işlevlerini de gerçekleştirebilmektedirler. Ne var ki,
Türkiye gibi kritik bir jeopolitik ortamda bulunan ülkelerde bazen ortaya çıkan
olağanüstü durumlar, demokratik rejimlerin normal koşullarda işlemesini
önleyebilir ya da başka koşulları gündeme getirerek eskisinden çok farklı bir
rejim ile halk kitlelerinin karşı karşıya gelmesine neden olabilir. Türkiye
Cumhuriyeti bugün benzeri bir kaotik durumu, soğuk savaş koşulları ile
küreselleşme akımının getirdiği yeni yapılanmaların aynı dönemde varlıklarını
sürdürmesi, ciddi bir siyasal kargaşa ortamı yaratarak ülkede ciddi bir siyasal
rejim krizinin gelişmesine yol açmıştır. Uzun süre çeşitli tartışmalar ve yapay
gündem yaratma çabaları ile halk kitlelerinin gözünden kaçırılan bu kargaşa
ortamı artık tartışma gerektirmez bir biçimde kamuoyu önünde açıklığa
kavuşmuştur.
Yirminci yüzyıldan kalan bir
anayasanın gerçek siyasal koşullara uyum sağlayamadığı biçiminde bir eleştiri
dış güçler tarafından da desteklenince, ülkede yaratılan yeni ortamda yeni bir
anayasaya giden yol açılmıştır. Ilımlı İslam adı ile iktidara gelen siyasal
partinin çeyrek asıra yakın bir süre içinde Türkiye’yi demokratik rejimden
uzaklaştırması üzerine, normal fonksiyonlarını yerine getiremeyen muhalefet
partileri bir araya gelerek böylesine bir kaos ortamından kurtulabilmenin
arayışı içine girmişlerdir. Daha önceki dönemde yeni bir anayasa çıkartarak bu
olumsuz gidişin önüne geçmek isteyen önde gelen büyük partiler, yeni bir
anayasayı tam olarak çıkaramadıkları için ülkenin siyasal düzen sorununu çözüme
kavuşturamamışlardır. Tam olarak bütünüyle yeni bir anayasa ortaya konamadığı
için, kısmı bir değişiklik ile yetinilmiş ve bu nedenle Türkiye hem eski hem de
yeni anayasayı birlikte düzenleyen bir ucube anayasa sistemi ile karşı karşıya
gelmiştir. Anayasa değişikliği ile yetinilmesi gibi bir yeni durum da hem eski
anayasanın hem de yeni anayasa değişikliğinin temel ilkeleri T.C. Anayasası
içinde yer alarak, ortaya bir anayasa çorbası çıkartılmıştır. Eski anayasada
var olan parlamenter demokrasi rejiminin üzerine bir de son yıllardaki
gelişmeler ile kapıya dayatılmış olan başkanlık sistemi doğrultusundaki tartışmalar
aracılığı ile, sonradan farklı bir biçimde isimlendirilen cumhurbaşkanlığı
sistemi görünümünde ve tek adam diktatörlüğüne giden otoriter rejim ile ilgili
düzenlemeler, sanki bir olağanüstü hâl durumu yaratılıyormuş gibi yeni bir
anayasa değişikliği olarak kabul edilmiştir. Geçen asırdan var olan bir parlamenter
sistemin üzerine tamamen bambaşka yeni bir siyasal sistemin monte edilmesi,
Türkiye’deki geleneksel anayasacılığı bir montaj mesleğine dönüştürerek ortaya
ucube bir hukuk olgusunun çıkmasına giden yolu açmıştır. Bu durumda
anayasacılar eski ve yeni sistemlerin ciddi bir kargaşa ortamı yaratması
yüzünden, Türkiye’nin anayasasız bir ülke konumuna geldiğini öne sürerek, bu
durumda bütün kamu kurumları ile birlikte yargı organlarının da son derece
dikkatli hareket etmeleri gerektiğini sürekli bir biçimde vurgulayarak,
siyasetin ortaya çıkardığı hukuk dışı ortamın bir an önce sona erdirilmesini
talep etmişlerdir. Eski ve yeni anayasaların anayasa metni içinde yarım yamalak
yer almaları yüzünden Türkiye uzun bir süredir anayasasız bir ortama
sürüklenmiştir.
Ülkenin Amerika destekli
üniversitelerinden birisinde toplanarak içine düşülen hukuksuzluk ortamından
kurtulabilme çizgisinde yol ve yöntem aramaya başlayan altı siyasal parti, yaptıkları
toplantılar ve çalışmalar sonucunda ortaya “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem“
adı altında bir eskiye dönüş raporu koymuşlardır. Küresel emperyalizmin ve
uluslararası Siyonizm’in Büyük Orta Doğu
projeleri yüzünden Türkiye’ye dayatılmış olan ucube hukuk sisteminden yeni bir
anayasa değişikliği ile Türkiye kurtulamayınca, bu sefer doğrudan siyasal sistemi ele alan ve genel
anlamda ülkenin her köşesinde yeni bir
yapılanmayı hedefleyen bir sistem “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem “adıyla
gündeme getirilerek Türk devletinin bu kaos ortamından bir an önce
kurtulabilmesinin çareleri aranmaya başlamış ve altı partinin imzaladığı bir
siyasal rapor ile çözümler demeti önerilmiştir. Uzman hukukçular tarafından
hazırlanmış olan parlamenter sistemi geri getirme raporu Türk kamuoyuna
sunulurken, Türkiye’nin düşünce ve siyasal ortamlarında birbirini izleyen görüş
ve öneriler aracılığı ile ciddi bir hareketlenme meydana getirilmiştir. İki
anayasanın bir arada varlığının yarattığı olumsuz durum ülkeyi her geçen gün
daha fazla gerginliğe götürürken ve konunun bu kez sistem açısından ele
alınması, Türk siyasetini yeni bir döneme doğru yönlendirirken, çeyrek asırlık
iktidar partisi hemen seçim ya da baskın seçim gibi hızlı adımlar atarak
muhalefet partilerinin ortak hazırlamış olduğu parlamenter demokrasinin yeniden
güçlendirilmesi ile ilgili çıkışın önünü kesebilmenin arayışı içine girmiştir.
Bütünüyle yepyeni bir sistem getirecek bir anayasa atılımının bu aşamada
gerçekleştirilememesinin sonucunda konuya sistem açısından yaklaşılması bir
yönü ile olumlu diğer açılardan ise olumsuz durumlar yaratabilecektir. Ülkede
var olan devlet sorunu yeni bir anayasa ile kesin bir çözüme bağlanmadan konuya
sistem açısından yaklaşılması, devlet sorununa kalıcı ve kesin bir çözüm
getiremeyeceği için dünyanın merkezi alanında herkes kendi devletini kurmak için
mücadele ederken, Türk ulusu Türkiye Cumhuriyeti devletini kaybedebilecektir.
Türkiye’nin önde gelen muhalefet
partilerinin hazırlamış olduğu Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem raporu
incelendiği zaman öne çıkan bazı başlıklar dikkat çekmektedir. İktidarda
bulunan Ilımlı İslam partisi ile Milliyetçi parti arasında imzalanmış olan
Cumhur ittifakı adıyla anılan bir siyasal ortaklığa karşı, ana muhalefet
partisinin öncülüğünde merkez sağ, kapitalist ve İslamcı geleneklere sahip
bulunan diğer partilerin bir araya gelerek oluşturdukları parlamenter sistem
cephesinde oluşturulan birlikteliğe
Millet İttifakı adı verilerek, Türk Milletinin düşürüldüğü çıkmazdan bir an
önce kurtulabilmesi hedeflenirken, iktidar ve muhalefet ittifakları eskiden
olduğu gibi yine karşı karşıya geliyorlar ama tek bir anayasa ya da ortak bir
siyasal rejim oluşturulabilmesi için geniş kapsamlı bir ulusal birlik ortamı
oluşturulması gibi bir üst düzey politikadan uzak kalarak, gene eskisi gibi
çekişme ve tartışma ortamlarını sürdürmeye devam ediyorlardı. Laik cumhuriyetin
İslamcı iktidarı kendi doğal yapısına aykırı olan Cumhur adını tercih ederken,
Cumhuriyetin kurucu partisi isminin uzantısı olarak bu kavrama sahip, ümmet
kökeninden gelen millet kavramını benimseyerek kendi doğasında var olan laiklik
ilkesine aykırı bir tutum içine giriyordu. Üst üste binmiş iki anayasa ile
yaratılan kargaşa ortamında siyasal düzen de karışıklığa uğruyor ve sistemde
top yekûn bir yapılanma gereksinmesi iyice içinden çıkılamaz durumlara doğru
sürüklenirken, temel kavramların da bu karışıklıktan nasibini almasıyla cumhur
ve millet kavramlarının kamp değişikliğine uğradığı görülüyordu. Siyasetin sağ
ve sol çizgilerde kamplaşmasının belirtisi olarak kullanılan cumhur ve millet
kavramlarının içine düştüğü bu kamp değiştirme konumu, ülkedeki karışıklık
ortamının ne derece yüksek bir çizgiye ulaştığını ortaya koyuyordu. Ümmetçiler
Cumhur kavramına, Cumhuriyetçiler de Millet kavramına sahip çıkarken siyasetin
diğer ana kavramları da farklı siyasal oluşumlar çizgisinde gündeme
getiriliyordu. Yüzden fazla siyasal partinin aktif olduğu bir ülke olan
Türkiye’de, diğer temel kavramlar üzerinden yeni ittifakların gündeme getirilmesiyle
siyasal alandaki kamplaşma oluşumları devam edip gidiyordu.
Türk siyaset sahnesinin önde
gelen temsilcilerinden birisi olan bölücü parti, kendisinin dışlandığı bu
aşamada dokuz adet sosyalist partiyi bir araya getirerek, başını çektiği bir demokrasi
platformunu Türkiye’nin bölünmesi doğrultusunda gündeme getireceğini kamuoyuna
duyuruyordu. Böylece Türkiye’de geçmişten gelen bölücülük akımına sosyalist
potansiyelin de destek vermesi ve böylece Meclis’te bölücülerle sosyalistler
arasında ulusalcı olmayan bir siyasal ittifakın gelecekte kalıcı olabileceği
yeni bir ittifak devreye sokuluyordu. Bir anlamda üçüncü ittifak olarak da
görülebilecek bölücülerle sosyalistlerin birlikteliği, bölücülerin tercih
ettiği bir kavram olarak Demokrasi İttifakı olarak adlandırılıyor ve daha sonra
da kamuoyuna takdim ediliyordu. Fazlasıyla siyasal partinin bulunduğu ve içinde
bulunulan dönemde yeni partilerin kurulmasıyla birlikte Türkiye’deki siyasal sistem bir partiler
enflasyonu oluşumu ile karşı karşıya kalıyordu. Sadece sosyalist ideolojiyi
benimseyen dokuz ayrı partinin kısa zaman içinde kurulması bile, Türk siyasal
sisteminin nasıl bir dağılma ve parçalanma çıkmazı içinde olduğunu ortaya
koyuyordu. Bölücüler ve sosyalistler Millet ve Cumhur ittifakları doğrultusunda
ikili bir kamplaşmayı aşabilmek üzere ve Demokrasi adıyla üçüncü bir ittifak
oluşturarak bu kamplaşmayı önlemeye çalışmaları gerçek anlamda bir demokratik
oluşum olarak devreye giriyordu. Ne var ki, laikliğe mesafeli Ilımlı İslamcı
yapılanma ile ümmetçiliğe yakın duran bir cumhuriyetçi yaklaşımın ayrı ayrı
ittifaklar ile devreye girmeleri aşamasında, gerçek anlamda bir laikliğe
saygılı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkellerine uygun düşen bir Cumhuriyetçi
ve Ulusalcı ittifak, gelinen son aşamada göze çarpmamıştır. Yeni bir anayasa
hazırlanırken ve bu doğrultuda Türk siyasal sistemi gözden geçirilirken
Laik-cumhuriyetçilik ile ulus devletçilik dışlanmakta ve böylece dünyanın tam
ortasında yüz yıl Türk ulusuna hizmet etmiş olan çağdaş cumhuriyetçilik ile
ulusal devletçilik devre dışı bırakılarak, Türkiye Cumhuriyeti gelecekte
belirsiz bir kargaşa ortamına doğru sürüklenmeye terk edilmektedir. Devletin ve
ülkenin içine sürüklendiği siyasal bunalımdan uzaklaşabilmesi için devletin
kuruluş ayarlarına geri dönülmesi ve ulusal bir senteze dayanan devlet
modelinin korunması zorunlu bir duruma gelmiştir.
Bilkent
Protokolü adında olduğu gibi Amerika’yı ve Amerikan politikalarını öncelikle dikkate alan bir yaklaşım
içerisinde kaleme alınmış görünmektedir. Ne var ki , Avrupa ülkeleri ve Avrupa
Birliği üst örgütlenmesinin Amerika’nın desteklediği dinci, alt kimlikçi ve İsrailci yaklaşımlara karşı mesafeli durduğu
bu aşamada, Türkiye’nin son yıllarda iç sorunlardan daha çok dış
sorunlara doğru yöneldiği bugünün koşullarında Türkiye’deki Ilımlı İslamcı
iktidarın yola devam etmek üzere, Atlantikçi -Siyonist cephenin dış
desteklerine güvenerek dış politika oluşumlarına öncelik verdiği
anlaşılmaktadır. Bu çerçevede laiklik ilkesine karşı çıkan bir İslamcı yaklaşım
öne geçerken hem halifelik rejimine geri dönüş hem de İslam dünyasının merkezi
konumuna doğru sürüklenirken, yeniden Ankara’nın yerine İstanbul’un payitaht
yapılması ve Arapçanın Kuran dili olarak resmi dil haline getirilmesi tartışma
alanına getirilmektedir. ABD’nin dünya hegemonyası planı çerçevesinde Türkiye
İslam dünyasının merkezine kaydırılırken, Balkanlar’da kapı komşusu olan Hristiyan
Avrupa Birliğinden koparılarak uzak tutulmaya çalışılmaktadır. Eski TBMM
başkanı avukat laiklik kalksın derken, aslında Türkiye İslam dünyasının merkezi
olsun diyordu. Türkiye’nin kapı komşusu Avrupa laiklik konusunda ısrar ederken,
ABD; İngiltere ve İsrail’in etkisi ile, ayrıca Evanjelistlerin desteği ile
küresel bir yönde hegemonya düzeni kurmak amacıyla, Türkiye üzerinden tüm İslam
ülkelerini ve de bu ülkeler üzerinden de tüm dünya kıtalarının kontrolünü,
İstanbul merkezli olarak kendi elinin altında korumak istiyordu. Böylece
Türkiye ve içinde bulunduğu merkezi coğrafya küresel hegemonya yarışında öne
geçerken, Türkiye Cumhuriyeti de ciddi bir biçimde kararsızlık ortamına doğru
sürükleniyordu. Avrupa ülkeleri laiklik diye ısrar ederken, ABD ve İsrail
ikilisi de din devletlerini desteklemek üzere karşı politikaları sonuna kadar
zorluyorlardı. Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin laik kampta kalıp kalmaması,
hilafete dönüş senaryosu ile birlikte başlatılacak din devleti döneminin nasıl
gelişeceğini açıkça ortaya koyacaktır. Merkezi coğrafyada hegemonya projeleri
çarpıştığı sürece çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin din devleti mi yoksa laik bir
ulus devlet mi olarak, yoluna devam edip etmeyeceği sorusuna kesin bir yanıt
vermek için daha bir süre olayların gelişimi beklenecektir.
Türkiye’nin
uzatmalı siyasal iktidarı iç dinamiğe göre devleti yönetemez bir duruma gelirken
ve bu nedenle önce yeni anayasa daha sonra da yeni siyasal sistem arayışları
öne çıkarken, bu konularda çözüm üretebilmek için öncelikle çözüme
kavuşturulması gereken bir sorun vardır. Türkiye hangi sistem içinde yer alacak
sorusuna verilecek yanıtın netleşmesi gerekmektedir. Dünyanın tam merkezinde yer
alan Türk devletlerinin alacağı biçim ve yöneleceği hedefler konusunda bir
kesinleşme olgusu tamamlanmadıkça, Türkiye’nin geleceği ile ilgili yeni bir
adım atılabilmesi mümkün olamayacak gibi görülmektedir. Laik ve dinci dünyalar
arasında bir kesin seçim yapılamadan Türkiye’nin gelecekteki yeri
belirlenemeyecekmiş gibi bir durum devlete ve ülkeye karşı belirsizlik ortamı
yaratmaktadır. Hilafet konusunun yeniden gündeme getirilmesiyle başlayabilecek
yeni dönemde, yeni anayasa ve siyasal sistem ya din esaslarına göre
belirlenecek ya da laik dünyanın bilimsel esaslarına göre yepyeni bir sistem
siyasal alana getirilecektir. Bugünün dünya haritasına bakıldığı zaman Hristiyan
bir batı bölgesine karşılık, Asya’nın büyük devletlerinin kendilerine göre Asya dinleri ile yaşamlarını sürdürdükleri ama Genişletilmiş Kuzey Afrika ,Büyük Orta
Doğu ve Orta Asya bölgelerinin Müslüman ülkelerle dolu bulunduğu, bu nedenle de
dünyanın tam ortasında Çin’e, Rusya’ya
ve Hindistan’a karşı bir güç merkezi olarak bulunan İslam ülkelerinin bir İslam
Federasyonu çatısı altında toplanmaları ve İstanbul merkezli bir imparatorluk
olarak Arapça’nın resmi dil olarak kullanılacağı yeni bir devlet düzeni arayışı
devam etmektedir. Bin yıllık Türk devleti mi yoksa, bin iki yüz yıllık İslam
devleti mi açmazının tam ortasında yer alan Türkiye’nin gelecekteki yolunu
belirlemek üzere önce bir karar vermesi gerekmektedir. Geleceğin anayasası ve
siyasal sistemi ancak bu sorunun yanıtının Türk ulusu tarafından kesin olarak
verilmesiyle belirlenebilecektir. Ulusal bir kurtuluş savaşı verilerek çağdaş
bir cumhuriyete kavuşan Türk ulusunun yeniden bir karar vermeye zorlanması
sürecinde, merkezi coğrafyada çağdaş bir sentez olarak kurulmuş olan Türkiye
Cumhuriyeti devletinin parçalanmasına ve yok olmasına Türk ulusu izin
vermeyecek ve adımlarını bilerek atacaktır.
Böylesine
büyük bir dönemecin tam ortasında yer alan Türk devleti, emperyalist devlet
projelerinin çarpışması yüzünden önemli bir çıkmazın içine sürüklenmiştir.
Dünyanın gelecekte kaç kutuplu olacağı ve hangi kutbun merkezi alana egemen
olacağı ve bu doğrultuda nasıl bir yeni dünya düzeni olacağı kesinleşmeden
Türkiye’nin alacağı tutum ve izleyeceği yol tam olarak kesin bir çizgide
belirlenemeyecektir. Halifelik düzenine İslam dünyası kaydırılırken,
Türkiye’nin de bu doğrultuda kaydırılarak laik cumhuriyetten yeni bir İslam
devletine doğru yönlendirilmesi, Türkiye’yi Atatürk’ün yolundan ayıracağı gibi çağdaş
cumhuriyet rejimi ile modern ulus devlet yapılanmasından da uzaklaştıracaktır. Önümüzdeki
dönemde Türkiye beş yüz milyonluk Türk dünyasında mı yoksa iki milyarlık İslam
dünyasında mı yerini alacaktır sorusunun yanıtı, Türkiye’nin yerini
belirleyecektir. Doğu ve Batı dünyaları arasında yeni bir sentez devleti olarak
kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kökleri hem bir ulus devlet hem de bir
çağdaş cumhuriyet olarak, var olan Türk devletinin temelleri içinde
kaynaştırılmıştır. Böylesine bir kaynaşmayı gerçekleştiren Kuvayı Milliye
Türkiye’si böylesine bir başarının sonucu olarak da dünyanın ortasında tam
bağımsız devlet olarak var olabilmiştir. Bu nedenle, yeni anayasa ve siyasal
sistem arayışları sırasında cumhur, millet ve demokrasi ittifaklarının yanı
sıra Atatürk ilkeleri çizgisinde bir “Cumhuriyetçi Ulusal İttifak” a da
gereksinme vardır. Laik olmayan bir cumhur ittifakı ile ulusalcı olmayan bir
Millet İttifakı Türkiye’nin temelinde var olan Atatürkçülük harcını eksik
bırakmaktadır. T.C. Anayasasının giriş kısmında yer alan Atatürk ilkeleri
devletin siyasal modelini ortaya koyduğu gibi, ayrıca dayanak noktası olarak
ele alınan temel kuralları da açıkça belirlemektedir. Anayasada yer alan
cumhuriyetin temel ilkelerinden uzaklaşan bir tutum ile yeni anayasa ve siyasal
sistem belirlenirse, ortaya ya bir üçüncü dünya ülkesi ya da İslam dini
üzerinden bir din devletine dönüşme gibi tümüyle bir başkalaşma macerası ve
emperyalist senaryolar Türk devletinin geleceğini etkilemektedir. Böylesine bir
yok edici senaryoya karşı Türkiye, Atatürk’ten gelen alternatif plan ve
projelerini bugünün koşullarında bir an önce devreye sokarak, emperyalist
güçlere bu alanda kullanacakları bir siyasal boşluk bırakmamak durumundadır. Ülkedeki
ve bölgedeki siyasal boşluklar Türkiye’nin siyasal çıkarları doğrultusunda yeni
planlar ile doldurulursa o zaman emperyalistlerin harekât alanları, sınırlanarak
kontrol edilebilecektir.
Devleti kuran Atatürk’ün partisinin öncülüğünde devlet modelini değiştirmeye yönelen ve bu alanda yeni adımlar atan partili olmayan bugünkü yönetim batı merkezlerinin baskıları ile hareket ederken, iktidar partisini indirmek üzere diğer muhalefet partileri ile iş birliği yaparak ortaya bir Millet İttifakı raporu koymuşlardır. Millet ittifakının görüş ve önerileri doğrultusunda hazırlanmış olan bu rapor, Avrupa destekli olarak görünmekte ve burada laikliğe sahip çıkılırken, Atatürk, Cumhuriyet, Tam bağımsızlık, bölgesel barış ve ulus devlet gibi kavramlar görmezden gelinerek raporun hazırlandığı belli olmuştur. Partilerin üçünün İslamcı tabandan gelmesi, bir tanesinin de eski bir iktidar partisi olarak batı emperyalizminin kapitalist politikalarına yakın durması yüzünden, devleti kurmuş olan Atatürk’ün partisinin temelinde var olan Atatürk ilkeleri ve cumhuriyet rejimi çizgisinde Millet İttifakının ortaya bütünleşmiş bir siyasal sistem koyamadığı anlaşılmaktadır. Türkiye’nin en büyük siyasal krizini aşmak için yola çıktığını söyleyen bu ittifakın üyelerinin tarihi bir adım attıkları ve bu çizgide yeni bir sistem önerdikleri açıklanmaktadır. Burada bir geriye dönüşün değil ama tümüyle bir yeni bir sistemin getirilmeye çalışıldığı belirtilmektedir. Cumhurbaşkanlığı sistemi çalışmadığı için ülkenin bölünme noktasına geldiği anlatılırken, eski ve yeni devlet yapıları çatışırken, her şeyin tek adamın omuzlarına yüklenmesi yüzünden devletin çalışamaz bir duruma getirildiği söylenmektedir. Kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırılması, devlet bürokrasisi, yargı organları ve yüksek öğretimdeki tüm kadroların iktidar partisinin kontrolü altında yönlendirilmesi sonucunda, ülkede devletin tarafsızlığına zarar verdiği bir parti devleti oluşumu gündeme gelmiştir. Meclisin yetkileri elinden alınırken, Anayasa mahkemesi kararlarının uygulanmadığı bir tek adam rejimi içinde endişeler ile birlikte kutuplaşmanın ülkede hızla arttığı bir ortama sürüklenilmiştir. Böylesine olumsuz bir durumda geçmişe dönülmeyeceği için yeni bir sistemin kurulması zorunluluk kazanmıştır.
Neden
güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçildiğinin anlatıldığı raporda, yeniden
hukuk devletine, anayasal düzene ve ciddi bir devlet yapılanmasına ülkenin
sahip olabilmesi için gereken adımların acilen atılması gerektiği dile
getirilmiştir. Devlet yönetiminde keyfiliğe son verilerek yeniden liyakat
sistemine geçilmesi gerektiği açıkça raporda gündeme getirilirken, ortak akıl
ve ulusal uzlaşma ile yola çıkarak bütün sorunlara çözüm getirecek bir yeni
yaklaşımın acil bir biçimde devreye konulması gerektiği dile getirilmektedir.
Geçmişe dönme olmayacağı söylenerek her yönü ile yeni bir sistem önerilirken 1921
anayasası çıkış noktası olarak ele alınmakta ve cumhuriyet öncesi bir dönemin
belgesi olarak benimsenirken, din devleti ve yerel yönetimlerin önceliği
dikkate alınarak Atatürk’ün kurmuş olduğu devletin merkezi, ulusal,
cumhuriyetçi ve laik esasları geri planda bırakılmaktadır. Diğer anayasalar
darbe ürünü olarak gösterilirken Sovyetler Birliği oluşumunun etkisi altında
hazırlanmış olan 1921 anayasası yeniden devreye sokularak ve dinci, eyaletçi,
alt kimlikçi siyasal yapılanmalara öncelik verilerek, yüz yıl sonra Türk
devletinin kuruluştan gelen yapılanmasının dışlandığı göze çarpmaktadır. Cumhurbaşkanlığı
hükümet sistemi adı altında örgütlenmeye çalışılan yeni sistemin keyfi ve kural
tanımaz yönlerinin hukuk devletini ortadan kaldırdığı ileri sürülerek, adil ve
tarafsız bir bakış açısı ile özgürlükçü demokratik hukuk devletine
ulaşılabileceği iddia edilmektedir Devlet içinde etkili olacak denge ve denetim
mekanizmalarının yeniden kurulmasıyla birlikte ana amaçlar olan huzur ve
toplumsal barış düzenlerine, daha kolay bir biçimde ulaşılabileceği ileriye
sürülmektedir. Milli irade üzerinde kuruluş döneminden gelen vesayet sisteminin
kaldırılacağı ve ülkenin daha özgür ve bağımsız bir düzene kavuşturulacağı, daha
şeffaf ve hesap verilebilir biçimde oluşturulacak yeni hukuk devleti sayesinde mümkün
olabileceği anlatılmaktadır.
İktidarın
cumhur ittifakına karşılık öne sürülen millet ve demokrasi ittifakları
alternatif siyasal uzlaşmalar olarak gündeme getirilirken, Türkiye Cumhuriyeti
devletinin kuruluş modeli olan ulus devlet ile çağdaş cumhuriyet rejimlerine
ulusal bir sentez içinde sahip çıkacak, cumhuriyetçi bir ulusal ittifakın
gündeme getirilmediği görülmektedir. Devletin kuruluş modeline ve anayasanın
giriş bölümünde dile getirilen cumhuriyetin temel ilkelerine sahip çıkmadan,
Atatürk Cumhuriyetinin sonsuza kadar var olabileceği bir yeni siyasal sistemin
kurulabilmesi bugünün koşullarında pek mümkün görünmemektedir. Cumhur, Millet
ve Demokrasi İttifakları ile birlikte Türk devletinin bir de Cumhuriyetçi Ulusal
İttifaka gereksinmesi bulunmaktadır. Yüzden
fazla partinin halen aktif bir biçimde var olduğu partiler yelpazesi içinde yer
alan ve adında Türkiye, bağımsızlık, ulusalcılık, cumhuriyetçilik, özgürlükçülük
ve de memleketçilik gibi milli bir çizginin bulunduğu mevcut partilerin bir
araya gelerek, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş modeline sahip çıkan yeni
bir cumhuriyetçi ulusal ittifaka bugün her zamandan daha çok gereksinme vardır.
Kurucu önderin Türk ulusuna bırakmış olduğu siyasi miras olarak, Türkiye
Cumhuriyeti devletinin ilelebet payidar kalabilmesini sağlayacak yepyeni bir
yapılanmaya yönelik çalışmalar ve protokollar bir an önce tamamlanarak, egemen
güçler tarafından Türkiye’nin ekonomik çökertilme senaryoları ile iç ve dış
çatışma ve savaş senaryolarına doğru sürüklenmesine, Türk ulusu kesinlikle izin
vermemek durumundadır. Devlet ile milletin yeniden barıştırılmalarını
hedefleyen yeni siyasal düzenin bir an önce kurulması gerekirken, ülkeye
yönelik her türlü dış müdahale ve emperyalist senaryolara karşı milletin bütün
fertlerinin bir araya gelerek ve sırt sırta dayanışma içine girerek, yeniden
bir Kuvayı milliye mücadelesi yapılmalıdır. Bu amaçla Cumhuriyetçi Ulusal
İttifakın kuruluşu ilk adım olacaktır Var olan diğer ittifakların ihmal ettiği
ve dikkate almakta yetersiz kaldığı bir aşamada, Türk devletinin laik
cumhuriyetçi ve ulus devletçi yapılanmasının milli bir sentez olarak
benimsenmesi halen içinde bulunulan siyasal çıkmazın aşılabilmesi açısından
zorunlu görünmektedir. Parlamenter sistemin güçlendirilmesi önemlidir ama tek
başına bu çıkmazdan kurtulabilmek için yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle, tıpkı
Kuvayı milliye günlerinde olduğu gibi Türk ulusunun yeni bir şahlanışa
geçebilmesi için Cumhuriyetçi Ulusal İttifakın, öncelikli olarak Türk ulusunun
önüne milli bir alternatif olarak konulması gerekmektedir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Haklısınız. Cumhuriyetçi Ulusal bir ittifak kurulabilir. Uygulanmakta olan Başkanlık Sistemine alternatif olarak YEPYENİ PAYLAŞIMCI MECLİS SİSTEMİ ile Atatürk devrimlerinin günümüz şartlarında sürekliliğini sağlama ve Cumhuriyetimizin kurucu değerler üzerinden güncellenmesi mümkün olabilir. Yapılacak ilk seçimler bir fırsat olarak görülmeli ve ortak akıl işletilerek bir zihniyet devrimi düşüncesi ile nasıl bir onuncu yıl marşı bestelenmişse, şimdi de bir beşinci yıl bestelenebilmesi için çalışmalar acilen başlatılmalıdır. Saygılarımla. Bahtiyar Çetinbaş İnşaat Mühendisi
YanıtlaSil