ANKARA KALESİ
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’DE REFORM YAPILMALIDIR
İki büyük dünya savaşı yaşandıktan sonra yirminci yüzyılın ortalarında, dünya Birleşmiş Milletler olarak anılan devletler üstü bir uluslararası organizasyona sahip olabilmiştir. Birinci dünya savaşı sonrasında kurulmuş olan Milletler Cemiyeti Örgütü de bir devletler üstü uluslararası örgütlenme olmasına rağmen, ana hedef olan savaşların önlenememesi ve Birinci dünya savaşı sonrasında yaşanan çeyrek asırlık zaman dilimi içinde gelişen olayların, hemen ikinci bir dünya savaşına gidişi ile birlikte, yeni bir dünya düzenini bu örgütün kuramayacağı anlaşılmış ve ikinci dünya savaşı sonrasında hemen Birleşmiş Milletler örgütü kurularak, evrensel dünya barışı uluslararası güçlü bir örgüt aracılığı ile gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. ABD, İngiltere, Rusya, Fransa ve Çin gibi beş büyük devletin öncülüğü sonucunda bir üçüncü dünya savaşını önlemek ve insanlığı sürekli barış düzeni içinde koruyabilmek üzere, Birleşmiş Milletler adı ile evrensel bir barış örgütü kurulmuştur.
Birleşmiş
Milletlerin kuruluş sözleşmesinde dünyaya şu şekilde hitap edilmiştir: “Biz
Birleşmiş Milletler halkları, bir insan hayatı boyunca iki kez insanlığa eşi
görülmedik acılar yaşatan savaşlardan gelecek kuşakları korumaya, temel insan
haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine, erkeklerle kadınların ve küçük
ve büyük ulusların hak eşitliğine olan inancımızı yinelemeye, adaletin
korunması ve anlaşmalardan ve uluslararası hukukun öteki kaynaklarından doğan
yükümlülüklere saygı gösterilmesi için
gerekli koşulları oluşturmaya, daha geniş bir özgürlük içinde toplumsal ilerlemeyi
ve daha iyi bir yaşam düzeyini sağlamaya ve bu amaçlarla hoşgörülü olmaya ve
iyi komşuluk ilişkileri içinde birbirimizle barış içinde yaşamaya ve uluslararası barış ve güvenliği korumak
için gücümüzü birleştirmeye, ortak çıkarlar dışında silahlı güç
kullanılmamasını sağlayacak ilkeler benimsemeye ve yöntemler geliştirmeye, tüm
halkların ekonomik ve toplumsal gelişmesini hızlandırmak üzere uluslararası
yollar geliştirmeye, tüm halkların ekonomik ve toplumsal gelişmesini
hızlandırmak üzere uluslararası yollara başvurmaya kararlı olarak, bu amaçları
gerçekleştirmek üzere çabalarımızı birleştirme sonucuna vardık.“ sözleri ile
örgütün kuruluşu tüm insanlığa müjdelenirken, Amerika’nın San Fransısco kentinde toplanan dünya ülkeleri kuruluş ile
ilgili hazırlıkları ve toplantıları
tamamlayarak ,imzalanan antlaşmalarla Birleşmiş Milletler adıyla en üst
düzeyde bir uluslar üstü evrensel kuruluşu örgütleyerek gerçekleştirmişlerdir.
Örgütün
amaç ve ilkeleri de ilgili uluslararası sözleşmenin birinci maddesi olarak ilan
edilmiştir; Uluslararası barış ve güvenliği korumak ve bu amaçla barış
tehditlerini önlemek, kaldırmak ve barış
bozucu eylemleri bastırmak üzere etkin önlemler almak ve barışçı yollarla,
genel hukuk ilkelerine uygun olarak barışın bozulmasına varabilecek
uluslararası anlaşmazlık ya da sorunların düzeltilmesini ya da sorunların
çözümünü sağlamak, halkların hak eşitliği ve kendi yazgılarını belirlemeleri
ilkesine saygı temeli üzerinde uluslararası dostça ilişkileri geliştirmek ve
evrensel barışı güçlendirecek uygun önlemler almak, uluslararası sorunların
çözümünde ırk, cinsiyet, dil ve din ayırımı gözetmeksizin ve herkes için insan
haklarına ve temel özgürlüklere saygıyı geliştirip özendirmede ,uluslararası
işbirliğini gerçekleştirmek ve bu amaçlara ulaşma yolunda ulusların eylemlerini
bütünleştirecek bir merkez olmak ana amaç olarak benimsenmiştir.
Bu
maddede dile getirilen çalışmalar yapılırken, örgüt tüm üyelerinin eşitliği
ilkesini esas alır. Tüm üyeler örgüte ve birbirlerine karşı yükümlülüklerini
iyi niyetle yerine getirir. Tüm üyeler anlaşmazlıklarını uluslararası hukuka
uygun bir biçimde çözüme kavuştururlar. Bütün üye devletler birbirlerine karşı
her türlü tehdit ve güç kullanmaktan uzak duracaktır. Üye devletler Birleşmiş
Milletler örgütüne her türlü yardımı yapmaya hazır olacaktır. Sorun çıkaran
üyelere karşı örgüt her türlü önlemi almaya yetkili kılınmıştır. Örgüte üye
olmayan devletlere yardımcı olunmaktadır.
Birleşmiş
Milletlerin asil kurucu üyeleri San Fransisco’daki Birleşmiş Milletler
uluslararası örgütlenme konferansına katılmış ya da daha önce 1 Ocak 1942
tarihli Birleşmiş Milletler Bildirgesini imzalamış olan ve kuruluş sözleşmesini
onaylayan devletlerdir. Birleşmiş Milletler üyeliği kuruluş sözleşmesindeki
kuralları yerine getirme yeterlik ve isteğinde olduklarına, örgüt yönetimince verilecek
karar ile barış sever tüm devletlere açık tutulmuştur. Örgüt içi disiplinin
sağlanabilmesi için kendisine karşı Güvenlik Konseyince önleyici ya da
zorlayıcı eylemlere başvurulmuş olan bir Birleşmiş Milletler üyesinin, Güvenlik
Konseyinin tavsiyesi üzerine üyelik ve ayrıcalıklarından yararlanması Genel
Kurul kararı ile askıya alınabilir ya da bu gibi hak ve ayrıcalıkların
kullanılmasına, Güvenlik Konseyi’nce yeniden izin verilebilir. Kuruluş
sözleşmesini sürekli olarak çiğneyen ve kurallar ile kararlara sürekli olarak
karşı çıkan herhangi bir üye devlet, Genel Kurul kararı ile örgüt üyeliğinden
çıkarılabilmektedir. Örgütün üst düzey ana organları; Genel kurul, Güvenlik
Konseyi, Ekonomik ve Toplumsal Konsey, Vesayet Konseyi, Uluslararası Adalet
Divanı ve Genel Sekreterlik olarak ana sözleşme başında kararlaştırılmıştır.
Örgüte üye olan her devletin eşit haklara ve katılım özgürlüğüne sahip olduğu
öncelikle belirlenmiştir Başta Genel Kurul çalışmaları olmak üzere örgütün üst
düzey kurullarının çalışma koşulları ana sözleşmede belirlenerek örgütün tüm
çalışmalarının uyum içinde yapılması düşünülmüştür. Böylesine bir yapılanma ile
Birleşmiş Milletler örgütü üzerinden bir dünya devleti yapılanmasına geçişin ön
hazırlıkları tamamlanmaya çalışılmıştır. Örgüt genel kuruluna her üye devletin
beşer adet diplomat ile katılabileceği ve temsilcilerin belirlenmesinde erkek
ve kadın eşitliğine dikkat edileceği vurgulanmıştır. Örgüt Güvenlik Konseyine
Genel Kurul kararları aracılığı ile yön gösterebilir, uluslararası barış ve
güvenliğe dönük her türlü tehdit gündeme geldiği zaman, gene Güvenlik Konseyi
en üst organ olarak örgütü bağlayıcı kararlar alabilir. Güvenlik Konseyi
kararları Genel Kurul kararlarını yönlendirmektedir. Genel Kurul, Güvenlik
Konseyi kararlarını raporlar aracılığı ile inceleyebilir, kurullara atamalar
yapabilir ve kararlarını üçte iki çoğunluğa dayanarak alabilir.
Uluslararası
alanda dünya barışının tehlikeye girmesi ve tehdit ile saldırı eylemlerine
karşı gerekli önlemlerin alınması da Güvenlik Konseyinin yetkileri içinde yer
almaktadır. Ortaya çıkan her türlü güvenlik sorununun çözümü doğrultusunda,
Güvenlik Konseyinin gereken önlemleri alarak sorunun taraflarına uyarılarda
bulunmak ve bu yoldan tehdit ve tehlikeli durumları ortadan kaldırmak gibi hak
ve yetkileri bulunduğu, Birleşmiş Milletler ana sözleşmesinde maddeler halinde
sıralanmıştır. Genel Kurul ya da Güvenlik Konseyi kararlarının örgüt üyesi
bütün üye devletler tarafından yerine getirilmesi konusunda örgüt genel
merkezinin yönlendirici çalışmalar yapma yetkilerine sahip olduğu gene ana
sözleşmenin ilgili maddelerinde dile getirilmektedir. Silahlı güçlerin devreye
girmesi ya da güvenlik sorunlarının çıktığı ülkelere gönderilmesi de gene Güvenlik
Konseyi karar ve uygulamaları aracılığı ile yerine getirilmektedir. Sorun çıkan
devletlere karşı yapılan müdahalelerde başka üye devletlerin zarar görmemesi
için zarar gören ya da tehdit altına sürüklenen devletlerin, Güvenlik
Konseyi’ne şikâyet ederek kendi güvenliği açısından zorunlu olan önlemlerin
alınması ile ilgili başvuru hakları vardır. Başka devletler için alınan
zorlayıcı önlemlerin B.M. üyesi diğer devletlerin kendi hak ve çıkarlarının
korunması ile istekte bulunmaları da örgüt tarafından üyeler için düşünülen
güvenlik şemsiyesinin doğal bir uzantısı olarak görülmüştür. Üye devletlerin
içinde bulundukları bölgelerde bulunan komşu ülkelerle bölgesel güvenlik ve iş
birliği antlaşmalarına gidilmesini olağan karşılayan Birleşmiş Milletler
sözleşmesi, yerel anlaşmazlıkların bu gibi yollardan önlenebileceğini benimseyen
bir sisteme sahip bulunmaktadır. Güvenlik Konseyi benzeri ayrı bir kol olarak
çalışan Ekonomik ve Toplumsal Konsey ile, bu konseye bağlı olarak uluslararası
ekonomik ve toplumsal iş birliği gene ayrı maddeler halinde örgüt sözleşmesinde
ilgili kesimlere yön göstermektedir. Ayrıca
kendini yönetmeyen ya da yönetemeyen ülkelerin yönetim düzenleri için kurulmuş
bulunan uluslararası vesayet sisteminin kuruluş ve çalışmaları ile ilgili
kurallar ile vesayet rejiminin çalışmaları ile ilgili diğer düzenlemelere de
vesayet rejimi ile ilgili hükümlerde yer verilmiştir. Normal koşullarda egemen
eşitlik ilkesine göre yönetilen üye devletler vesayet uygulamalarının dışında kalmaktadır.
Eski sömürge, ya da manda rejimlerine sahip olan ülkelerin B.M. sistemi içine
alınabilmeleri için vesayet rejimleri ile ilgili düzenlemelere gereksinme
duyulmuştur. Uluslararası Adalet Divanı da bir Birleşmiş Milletler Kurumu
olarak sayılmış ve ana sözleşmede genel hükümler aracılığı ile düzenleme altına
alınmıştır. Barış ve güvenliğin hukuk düzeni ile birlikte düşünülmesi, Uluslararası
Adalet Divanını ve bu kurum aracılığı ile hukuk ve siyaset danışmanlığını, evrensel
örgütün çatısı altına getirmiştir.
Birleşmiş
Milletler kuruluş sözleşmesi ile dünya sahnesine çıktıktan sonra insan hak ve
özgürlükleri ile ilgili olarak birçok uluslararası sözleşmeler hazırlayarak,
evrensel alanda bir uluslararası hukuk sisteminin kurulabilmesi için yoğun
çalışmalar yapmıştır. İki büyük dünya savaşı sonrasında yeni bir dünya düzeni
getirilmeye çalışılırken birbirini izleyen onlarca hak ve hukuk sözleşmeleri
düzenlenerek, çağdaş dünyanın hak ve özgürlükler düzeni olabilmesi için mücadeleler verilmiştir.
Bu durumda Birleşmiş Milletler örgütü öncelikle devletlerin bir araya geldiği
bir ortak çatı olarak geliştirilmeye çalışılmıştır. Ne var ki, yeryüzü
ülkelerinde hak ve özgürlük taleplerinin giderek artması yüzünden, Birleşmiş
Milletler devletlerden daha çok insan hak ve özgürlükleri ile uğraşmak zorunda kalmıştır.
Yeni dünya düzeninin hak ve özgürlükler üzerine kurulmaya çalışılması ve
böylesine bir örgütün var olan devletler düzeni aracılığı ile oluşturulmaya çalışılmasının,
doğru ya da yanlış olup olmadığı konusunda dünya kamuoyunu ciddi bir tartışma
ortamına doğru sürüklemiştir. Dünya ülkeleri devletlerin haklarını tartışırken,
birden insan hak ve özgürlüklerinin daha acil bir sorun olarak öne çıkartılmasıyla,
devletler olgusu geri planda kalmıştır. Her devletin düzeninde bir mesele olan
insan haklarının yeni dönemde devletlerin ya da toplumların sorunu olarak değil
de bireylerin esas meselesi olarak gündeme getirilmesi, Birleşmiş Milletler
örgütünün devlet merkezli bir hukuki yapılanmadan insan merkezli farklı bir
yapılanmaya doğru yönlendirilmesi gibi eskisinden daha farklı bir düzen oluşumunu
öne çıkarmıştır. Kamusal alanda hak ve özgürlükler üzerine insanlar ile
devletlerin karşı karşıya gelmesi, bu açıdan yeni bir dönemin başlangıcı
olmuştur.
Milletler Cemiyeti Birinci Dünya savaşı sonrasında dünya barışı kurmak ve ikinci bir dünya savaşını önlemek üzere kurulmuş olan bir uluslararası örgüt olarak tarih sahnesine girmiştir. Ne var ki ilk kez böylesine bir örgüt oluşturulurken belirli bir disiplin çerçevesinde hareket edilmemesi yüzünden, bu tür bir örgütlenme ile ikinci dünya savaşının ortaya çıkışı önlenememiş ve aynı yüzyıl içinde insanlık ikinci bir dünya savaşı yaşayarak gene eskisi gibi milyonlarca insanını kaybetmiştir. Almanya ile imzalanan Versay Antlaşması doğrultusunda savaş karşıtı bir çizgide yeni bir barış ortamına doğru gidilmiştir. 10 Ocak1920 tarihinde uluslararası barış ve güvenlik sorunlarını çözmek ve milletlerarası iş birliğini geliştirmek üzere gündeme getirilen Milletler Cemiyeti düzeninde, devletler için savaş yetkisi sınırlandırılmış ve her isteyen devletin savaş çıkartmasına izin verilmemiştir. Cemiyet Avrupa ülkeleri tarafından kurulduğu için Avrupa merkezli bir yapılanma içine girmiştir. Milletlerarası iş birliği çok hızlı geliştirilmiş ama barış ve güvenlik düzeni kurma konusunda yeterli çalışmalar yapılamayınca, ikinci dünya savaşı ekonomik çöküntülerin sonucu olarak doğmuştur. ABD bu kuruluşun dışında kalınca Milletler Cemiyeti uluslararası alanda savaşları önleyebilecek derecede sıkı bir örgütlenme içine girememiştir. İkinci dünya savaşı sonrası ortamda I946 yılında toplanan Cenevre konferansı kararları ile Milletler Cemiyeti feshedilerek örgütün elinde bulunan siyasi, hukuki ve diplomatik tüm belgeler daha sonra kurulan Birleşmiş Milletlere teslim edilmiştir. İkinci dünya savaşını kazanan müttefiklerin Londra’da 1941 yılında imzaladığı Müttefikler Bildirisi ile gene 1941 yılında imzalanan ABD ve Britanya devletlerinin ortak imzaları ile yayınlanan Atlantik şartı üzerine, 1942 yılında imzalanan kuruluş sözleşmesi ile Birleşmiş Milletler düzenine doğru bir adım atılmıştır. Bu aşamadan sonra birbirini izleyen konferanslar olarak Dumborton Oaks, Yalta ve San Fransisco toplantılarının yapılmasıyla, Birleşmiş Milletlerin oluşumuna giden yol tamamlanarak, örgütün kurulduğu bütün dünyaya ilan edilmiştir. Kurucu elli üye devletin bir araya gelmesiyle birlikte ABD Birleşmiş Milletlerin kuruluşuna öncülük etmiştir. Böylece de geleceğin dünya devletine doğru bir adım atılarak, Milletler Cemiyetinden Birleşmiş Milletler düzenine geçilmiştir. Tüm insanlık için bir Nazi düzeni dayatan Almanya’nın geri çekilmesiyle, barış ve özgürlük için yeni bir örgütlenme modeli olarak Birleşmiş Milletler, Atlantik güçleri aracılığı ile gündeme getiriliyordu. Japonya’ya atılan atom bombaları küresel bir güvenlik düzeninin kurulmasını zorunlu kılıyordu.
Birleşmiş
Milletlerin kuruluş aşamasında beş büyük devletin yanında bağımsızlığı ve
devlet olma statüsü tartışmalı olan çeşitli yeni devletlerin yer alması önemli
bir tartışma ortamını beraberinde getirmiştir. Hindistan gibi sömürgeler ile
Filipinler gibi işgal altındaki devletlerin de kurucu yapılmalarına itirazlar olmuştur.
Sovyet yardımı ile ayakta kalan Polonya’da sorunlu devlet olmasına rağmen
kurucu üye olarak kabul ediliyordu. Emperyalist devletlerin sömürge olarak
ellerinin altında tuttukları yeni devlet yapılanmalarının uluslararası hukuk
içindeki statüleri uzun süre tartışmalı kalmıştır. Kuruluş sırasında ortaya
atılan çeşitli itirazlar Birleşmiş Milletler örgütünün ilk aşamada zayıf kalmasına
neden olmuştur. İtirazlar yüzünden çalkantılı bir kuruluş süreci yaşayan
Birleşmiş Milletler zaman içinde yaptığı çalışmalar sayesinde kendisini küresel
alanda kabul ettirebilmiştir. Daha kuruluş aşamasında Güvenlik Konseyinin beş
sürekli üyeye dayanan tekelci statüsü ile Genel Kurul kararlarını veto etmeye
yönelik yetkilerine fazlasıyla itiraz edilmiş ve sorunlar bugüne kadar gelmiştir.
Kuruluşundan bu yana yarım yüzyılı aşkın bir zaman dilimi geçen Birleşmiş
Milletler örgütü üç çeyrek yüzyılı dolduran ömrü ile birçok tecrübenin
birikimine sahip olmuştur. Değişen koşullarda hem üye devlet sayısı elliden iki
yüze çıkmış hem de o dönemin beş büyük devlet sayısı ona çıkmıştır. Amerikan
kıtasında Brezilya, Avrupa’da Almanya, Asya’da Hindistan, Afrika’da Nijerya ve
ayrı bir kıta olan Avustralya, dünyanın önde gelen yeni büyük devletleri olarak
Güvenlik Konseyi’nin daimî üye sayısının ona çıkarılmasında devreye girmesi
gereken aday ülkelerdir. Ne var ki, Atlantik emperyalistleri örgüt üzerinde
kuruculuktan gelen hegemonyaları ile eskisi gibi yönlendirici olmaya devam
etmek istediklerinden, yeni büyük devletlerin önünü kapamaya çalışmaktadırlar
ve bu yüzden de örgüt beş kıta üzerindeki etkisini zamanla yitirmek tehlikesi
ile karşı karşıya kalmaktadır.
Güvenlik Konseyi’nin yanında, Genel Kurulun statüsünün de ele alınarak yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. İki yüzü geçen üye sayısıyla bu kurulun da daha etkin çalışmasını sağlayacak değişikliklere, kuruluş sözleşmesindeki ilgili maddeler yenilenerek yer verilmelidir. Kararların salt çoğunlukla alınması sağlanarak daha hızlı ve etkili çalışma düzeni getirilmeli ve üçte iki çoğunluk aramak gibi geciktirici durumların önü kesilmelidir. Ayrıca Güvenlik Konseyi’nin Genel Kurul kararlarını veto etmesi ile bunların uygulamaya geçişlerinin ertelenmesi gibi durumlarda, örgütün eskisi gibi durgun bir yapıda kalmasına yol açmaktadır. I950 yılında “Barış için birleşme” kararı alan Genel kurul, kurucu Güvenlik Konseyi’ne karşı üstünlük sağlayarak, veto nedeniyle gecikmeler olmaması amacıyla, Genel Kurulun uluslararası siyasal alanda daha etkin çalışmalar yapma şansını elde edebilmiştir. Ayrıca Genel Kurul genel hukuk kurallarını ve standartlarını belirleyebilen kararlar alarak Güvenlik Konseyi’nin yönlendirmeleri dışına çıkarak, siyasal baskılara karşı hukuki direnmeler gösterebilmiştir. Kurucu Atlantikçi ülkelere karşı, BM Genel kurulu hem “İnsan Hakları bildirisini “hem de “Sömürge yönetimi altındaki ülkelere bağımsızlık verilmesine ilişkin bildiri” gibi anti emperyalist bildiri ve kararlara sahip çıkarak direnmiştir. Büyük-küçük, zengin-yoksul ve kapitalist-sosyalist ülkeler ayırımı, uzun süre BM Genel kurulunda alınan kararlarda tartışmalı durumlar yaratmıştır ama zamanla çalışmalar arttıkça, orta yol bulma ve böylece dostça uzlaşma şanslarının arttığı görülmüştür. “Sürdürülebilir gelişme kavramı “ya da “Global etki “konusu BM Genel kurulundaki grupların ortak desteği ile benimsenmiştir. Büyük ve emperyalist devletlerin kendi çıkarları çizgisinde genel kurul kararlarına müdahale etmesi genel kurul toplantılarında problem olmuş ama bugün gelinen yeni aşamada örgüt üyesi bütün devletlerin bir araya gelerek ortak bir görüşte birleşebildikleri görülmüştür. Kendi gücüne güvenerek insanlığı teslim almak isteyen emperyal devletlere karşı bir üçüncü dünya hareketi, BM genel kurulunda yönlendirici olmuştur.
Kendisine yüklenen tüm idealist anlam ve beklentilere rağmen BM kendisini oluşturan üyelerinin yapılarından ve iradelerinden bağımsız olamamıştır. Dolayısıyla BM’nin bugün karşı karşıya olduğu sorunların ana nedeninin, Birleşmiş Milletlerin oynadığı rolün yetersizliğine değil ama üye devletlerin isteksizliği gibi bazı olumsuz durumlara dayandığı görülmektedir. Bütün devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda toplantı gündemleri oluşturmaya çalışmaları bazen birbirine zıt çizgide kararların çıkmasına yol açmakta ama diğer üye devletlerin devreye girmeleriyle belirli noktalarda ve ortak çözümlerde anlaşabilmek mümkün olabilmektedir. Her alanda çok aktif çalışmalar yapamaması yüzünden etkili sonuçlar alamayan Birleşmiş Milletler, gene de eskisine oranla savaşlara daha uzak bir dünyanın yaratılmasında başarılı olmuştur. BM genel kurul ya da Güvenlik Konseyi çatısı altında istedikleri kararları çıkartamayan devletler, bu gibi durumlardan şikayetçi olarak ve örgüt kurullarına başvurarak sonuç almaya çalışmaktadırlar. Uluslararası hukuk normlarının yaratılması, devletlerin tutumu ve belirli davranışları hukuk kuralı olarak benimsemeleriyle mümkün olduğundan, bu düzende genel olarak hukuki meşruiyetten ve özel olarak BM’den umut kesmeden önce, dünyanın ve örgütün durumuna bir daha dikkatle bakmakta yarar vardır. BM Genel Kurulu sağlamış olduğu tartışma ortamı ile anlaşmaya uygun zeminler yaratabilmektedir. Büyük devletlerin emperyalist baskılarına karşı bir direnme ortamının yaratılmasında, BM belirli bir düzeyde etkin olarak hukuk dışı baskılara karşı direnme ortamı yaratabilmektedir. Emperyalist saldırganlığın öncüsü olan büyük devletlerin haksız tehdit ve saldırılarına karşı BM Genel kurulunun bir direniş merkezi konumuna getirilebilmesi, adaletin sağlanması açısından önemlidir. BM tarafından geliştirilen “İnsancıl müdahale” ile ilgili tartışmalar sivil toplum yapılarının korunması açısından yararlı olmaktadır. Güvenlik Konseyi’nin hızlı hareket edemediği durumlarda, Genel Kurul kararları ile acil çözümler üretilerek, insani müdahaleler zamanında uygulanabilmekte ve Birleşmiş Milletler her alanda bir insanlık merkezi olarak görev yapabilmektedir.
Bugünün
uluslararası ortamında büyük devletlerin çıkarları temelinde değerlendirmeler
yapmak yerine, her türlü girişim ve hareketlerin meşruiyetine yardımcı
olabilecek çok taraflı bazı tartışmaları sağlamaya en elverişli ortamın, gene de
Birleşmiş Milletler zemini olduğu görülmektedir. Normal koşullarda Birleşmiş
Milletler örgütünün bu rolüne devam etmesi beklenmektedir. Ne var ki,
beklenmeyen durumlar ya da ortaya çıkan acil durumlar çerçevesinde evrensel
barış düzeni tehlikeye girdiği zaman, dünya barışının kurucusu ve koruyucusu
olarak Birleşmiş Milletlerin, devreye girerek çözüm üretmek ve bunu uygulama
alanına aktarmak gibi önemli misyonları vardır. Güvenlik Konseyi’nin büyük
devletlerin tekelinde olması yüzünden, beş ülkenin tekeline karşı örgüt üyesi
olan diğer devletlerin tepki göstermeleri yüzünden, zaman zaman Birleşmiş
Milletler örgütü içinden karşı sesler ya da tepki göstermeler öne
çıkabilmektedir. Atlantikçi egemen güçlerin Güvenlik Konseyini ele geçirmesi,
dünya devletlerinin sadece genel kurul üyeliği ile yetinmemeleri gibi
durumlarda önemli tartışmalar ortaya çıkabilmektedir. BM çatısı altında
kurulların çekişmeleri karışıklık yaratırken, yıllardır bu örgüt içinde
çalışmakta olan hukuk ve siyaset kadroları, tıpkı diğer kurumlarda olduğu gibi
bir Birleşmiş Milletler bürokrasisi oluşumunu ortaya çıkarmaktadırlar. ABD ve
SSCB’nin Güvenlik Konseyi üyesi olarak sahip oldukları veto hakkını fazlasıyla
kullanmaları, bir dönem Birleşmiş Milletler örgütünde dalgalanmalar yaratarak
istikrarsızlığa yol açmıştır. SSCB’nin dağılmasından sonra daha az ideolojik
tartışma dönemine geçilmesiyle birlikte, bu büyük devlet yapılanmasının yerini
Rusya Federasyonu almış ve ideolojik tartışmalar sona ermiştir. İdeolojik
kutuplaşma geride kalırken, siyasal veto hakkı daha az kullanılır bir aşamaya
gelinmiştir. Vetolar kurulları karşı karşıya getirdiği için BM’nin
çalışmalarının hızını kesmiştir. Örgütün ellinci yıldönümü kutlanırken kapsamlı
bir reform tasarısı hazırlanarak ve örgüt küçültülerek, personel ve masraflar
kısıtlanarak yeni bir reform denemesi yapılmak istenmiş ama Güvenlik Konseyinin
yeniden yapılanması konusunda ortaya çıkan büyük anlaşmazlık çözüme
kavuşturulamadığı için reform denemesi başarısızlığa mahkûm edilmiştir. Güvenlik
Konseyinde yeni bir yapılanma olmadan reform yapılamayacağı o aşamada görülmüştür.
Benzeri
tartışmalar Genel Kurul’un çalışma düzeni ile de yapılmış ve bu konuda da üye
devletler arasında bir fikir birliğine varılamamıştır. Güvenlik Konseyi ile
ilgili reform istekleri veto hakkının kaldırılması ve sürekli üye sayısının iki
misli artırılması olarak gündeme getirilmiş ama her iki konuda da derin bir
anlaşmazlık çıkmıştır. Beş daimî üye burada kendi tekellerini korumak
doğrultusunda hareket ederek hem veto hakkını savunmuşlar hem de üye sayısının
artırılmasına karşı çıkarak sahip oldukları örgüt içi egemenlik statüsünü korumaktan
vazgeçmemişlerdir. Almanya ve Japonya’nın daimî üye olma haklarına karşı çıkılırken,
Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın önde gelen ülkelerinden yeni sürekli üyeler
alma konusu tartışılmış ama bir karara varılamamıştır. Ayrıca sürekli olmayan
üye sayısının da iki misli olarak yirmiye çıkarılması önerilmiş ama sonuçta bu
öneri de reddedilmiştir. Ayrıca veto hakkına sahip olmayan daimî üyeler olarak
yeni bir statüde üye alma önerisi de kabul edilmemiştir. Yeni bir Güvenlik
Konseyi oluşturulurken Pakistan Hindistan’ı, Çin Japonya’yı, İngiltere Almanya’yı,
Mısır Türkiye’yi, Malezya Endonezya’yı, Meksika Brezilya üyeliğini engellemeye
çalışırken, Güvenlik Konseyi sorunu çözülememiş ve bu yüzden reform girişimleri
sonuçsuz kalmıştır. Dünya’nın beşten büyük olduğunu ileri süren Türkiye gibi
ülkeler de reformun önünü açmak için uğraşmışlar ama bu konuda yeterli bir
sonuç alamamışlardır. Örgüt içinde yeni koşullara uygun düşen bir yeni
yapılanma başarısız kalınca, bu kez uluslararası ilişkiler Birleşmiş Milletler
örgütünün dışında gelişmeler göstermiştir. NATO, AGİT, ŞANGAY, G-7, G-8 ve AVRUPA BİRLİĞİ
gibi başka uluslararası örgütler devreye sokularak, evrensel alanda gereksinme
duyulan yeni örgütlenmeler alternatif olarak gündeme getirilmektedir. Büyük
devletler ve BM kurulları arasındaki çekişmeler sona ermediği için, Birleşmiş
Milletler çatısı altında denenen reform girişimleri bugüne kadar sonuçsuz kalmıştır.
Yıllar geçtikçe dünyanın koşulları değişmekte ve yeni ortaya çıkan koşullara göre,
insanlar eskisinden çok daha farklı örgütlenmelere giderek, dünya savaşları
sonrasında kurulmuş olan evrensel barış düzenini geleceğe dönük biçimde güvence
altına almaya çalışmaktadır.
Dünya güvenliği,
evrensel bir hukuk düzeni ve uluslararası barış ve güvenlik düzeni kurmak üzere
kurulmuş olan Birleşmiş Milletler örgütünden beklenen yararlar, yarım yüzyıl
sonra elde edilemeyince hem bu devletler üstü kurumun içi karışmakta hem de bu
yüzden dünya güvenliği tehlikeye sürüklenmektedir. Yeryüzünde var olan kuzey-güney
ülkeleri arasındaki ayrılıkların önlenememesi üye devletler arasında ciddi bir uçurumu
da beraberinde getirerek küresel alanda ciddi bir kaos ortamının doğuşuna yol açmaktadır.
Birleşmiş Milletler örgütü bugün gelmiş olduğu düzeyde dünyanın en prestijli kurumlarının
en önde gidenidir. Artan nüfus ve devlet sayıları yeni yapılanmaları zorlamakta
ama bu durum Birleşmiş Milletler örgütünün dünya kamuoyu önündeki prestijini
bozmamaktadır. Yeni kurulan her devletin bütün dünya tarafından siyasal bir
varlık olarak tanınması ancak Birleşmiş Milletler Genel Kurul kararına dayanan
üyeliğe alma kararı ile mümkün olduğu
için Birleşmiş Milletler örgütü her türlü tartışma ve yıpranma süreçlerinin
ötesinde dünya barışı için en önemli güvence olarak yoluna devam etmektedir.
Birleşmiş Milletler bugünün dünyasında bu önemli konumu sahip olan bir
uluslararası örgüt olarak, barış ve güvenlik hedeflerinde yoluna devam
etmektedir. Örgüte üye olan her devlet için uluslararası hukuktan gelen
meşruiyet oluşumu tamamlanmış olmaktadır. Gerekli adımları atarak oluşumunu
tamamlayan yeni kurulmuş devletler, Birleşmiş Milletlerin onayı ile diğer
devletler ile eşit bir statüye gelmekte ve BM ilkeleri doğrultusunda insanlık
düzeninin bir parçası konumuna erişmektedirler. Kendi iç düzenini toparlayan
Birleşmiş Milletler; zaman içinde sömürgeciliğin tasfiyesi, emperyalizmin
önlenmesi, her türlü saldırı ve de kaos ortamının ortadan kaldırılması, uluslararası
hukuk sisteminin geliştirilmesi, insan haklarının ve doğal çevre koşullarının
korunması, insanlık değerlerine sahip çıkılması ve en önemlisi geçmişten gelen
uygarlık mirasına geliştirilerek sahip
çıkılması, insan uygarlığını sarsan temel sorunlar olarak her zaman için Birleşmiş Milletler çatısı altında ele
alınarak, bu sorunlar için yeni durumlara uygun çözümler gündeme
getirilebilmektedir. Şimdiye kadar insanlık için birçok önemli hizmeti
gerçekleştiren Birleşmiş Milletler örgütünün gelecekte daha da güçlendirilmesi,
dünya barışına ve güvenlik sorunlarına önemli ölçülerde daha büyük hizmetler
getirecektir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder