ATATÜRK VE ENVER PAŞA
Türk tarihinde birbiri ardı sıra çok önemli görevler üstlenmiş olan bu iki
tarihsel kahramanı birlikte ele almak ve bugünün koşullarında ortak bir
çerçevede değerlendirme yapmanın zamanı gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun
tarih sahnesinden çekilmesinden sonra ortaya çıkan otorite boşluğu alanının geleceğe
dönük olarak ele alındığı bu aşamada, giderek Atatürk ve cumhuriyet düşmanlığının
hızla tırmanması, Amerika Birleşik Devletleri’nin hegemonyası altında yeni bir
Avrasya sürecinin başlatılması, Yeni Osmanlı vizyonu ile kamuoyunda tırmandırılmaktadır.
Bir anlamda yeniden bir Osmanlı İmparatorluğu yapılanmasına gidilmek istenmekte
ama bu kez, Türklerin egemenliğinde değil, ABD’nin öncülüğünde bir Osmanlı
yapılanması özlenmektedir. Amerikanın, Osmanlı İmparatorluğu süreci Okyanus
ötesi rüzgârlarla tırmandırılırken, Kemalizme savaş açılmakta, Postmodern
Kemalist dönem görünümünde, yeniden eski Osmanlı hinterlandına Amerikan gücü
ile geri dönülmek istenmektedir. Türkiye Cumhuriyeti ulus devletine karşı çıkılırken,
Osmanlı topraklarında daha geniş bir bölgesel federasyonunun oluşum süreci öne çıkarılmakta,
Atatürk karşıtlığı tırmandırılırken, Osmanlı dönemine olan övgüler artırılarak
bir anlamda Osmanlı‘ya geri dönüş özendirilmektedir. Saltanat ve hilafetin
yasalarla kaldırılmış olduğu unutularak, dıştan destekli cemaatler aracılığı ile
Osmanlı özlemi her geçen gün daha yüksek düzeyde basın ve medya aracılığı ile
toplumun önüne çıkartılmaktadır.
Atlantik emperyalizmi ve Siyonizm’in kontrolünde
bütün dünyaya dayatılan küreselleşme akımı doğrultusunda postmodernizm akımı
öne çıkarılmakta, bu çizgide Atatürk’ün modern Türk devleti ve çağdaş
cumhuriyeti geride bırakılarak, Post Kemalist dönem adı altında Osmanlı‘ya geri
dönüş, ABD ve İsrail öncülüğünde bütün Osmanlı coğrafyasına empoze edilmektedir.
Bu durumdan en fazla zarar görmekte olan Atatürk Cumhuriyeti, giderek yeni bir
saltanat ve cumhuriyet çekişmesinin içine iteklenmektedir. Bugünün öne çıkan
değerleri olarak postmodernizm çizgisinde görüşleri savunan, işbirlikçi ve mandacı
gayrimüslim okumuşlar topluluğu, büyük patronların ve emperyalizmin istekleri
doğrultusunda yeni Osmanlıcılığa soyunarak, Atatürk ve cumhuriyet karşıtı
koronun içindeki yerlerini almaktadırlar. Bu doğrultuda, Osmanlı hanedanı öne çıkarılmakta,
İsrail’in din devleti olması nedeniyle Türkiye’nin laik rejiminin devre dışı bırakılmasıyla,
yeniden İslam dünyasını tekelden merkezi olarak kontrol edebilecek bir
halifelik rejimi arayışına yönelinmektedir. Osmanlı hanedanının geri dönüşü ve
halifelik rejiminin yeniden oluşturulması tartışmaları arasında Osmanlı
devletinin son hükümetini oluşturan İttihat ve Terakki Partisi ile onun önde
gelen yöneticileri de günümüzün tartışmaları içerisinde fazlasıyla yer
almaktadırlar. İttihat ve Terakki örgütünün üç önemli adamı olan Enver, Talat ve Cemal Paşalar günümüzde yeniden hortlatılan Ermeni ve Kürt
sorunları nedeniyle, yürütülmekte olan tartışmaların fazlasıyla içinde yer
alarak, Türkiye Cumhuriyetinin ortadan kaldırılmasından sonra yeniden
Osmanlı’ya dönüş aşamasında izlenecek yolların belirlenmesi ve geçmişin
muhasebesi sırasında Atatürk ve arkadaşlarıyla karşı karşıya getirilerek değerlendirmelere
ve geleceğe dönük yeni plan ve programlara konu yapılmaktadırlar.
Tam bu aşamada Osmanlı
İmparatorluğu’nun son dönem yönetimini temsil eden İttihat ve Terakki
Partisinin lideri olan Enver Paşa ile
Kuvayı Milliye hareketinin önderi ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucu cumhurbaşkanı
olan Mustafa Kemal Atatürk’ün karşılaştırılmasının yapılmasında, Türk
devletinin ve toplumunun gelecekteki ulusal çıkarları açısından yarar bulunmaktadır.
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra, Enver Paşanın naaşının Orta Asya
steplerinin bulunduğu Tacikistan’dan getirilerek,
İstanbul’da bir anıt mezar çatısı altında koruma altına alınmasının, günümüzün
siyasal koşulları açısından son derece anlamlı olduğu açıktır. Enver Paşa yıllarca sadrazam olarak yönettiği
ama batışını önleyemediği Osmanlı İmparatorluğunun başkenti olan İstanbul’a dönerken,
Yeni Osmanlı vizyonu gündeme gelmiş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları dışına
yönelerek Osmanlı hinterlandında yepyeni bir siyasal yapılanmanın arayışı
tırmandırılmıştır. ABD’nin Avrasya hegemonyası ve İsrail’in Orta Doğu bölgesinde
kendine bağlı bir federasyon oluşturma projeleri doğrultusunda, Enver Paşa figürü,
Atatürk ve arkadaşlarının öncülüğünde son Osmanlı Meclisince alınmış bir Milli Ant doğrultusunda çizilen ulusal sınırların
daha kolay aşılabilmesini sağlamıştır. İstanbul’un gayrimüslim burjuvazisi ve sermayesi,
Atatürk’ün milli devletine karşı çıkarlarken, İsrail öncülüğünde bölgenin Müslümanlarını
ikna edebilmek için geliştirilen Yeni Osmanlı vizyonunu kendi çıkarları
doğrultusunda Yeni Bizans projesine dönüştürerek kullanmaya çalışmışlardır. Bir
anlamda Atatürk geride bırakılırken, Enver Paşa imajı öne çıkarılmış ve O’nun
gerçekleştirmeye çalıştığı bir Avrasya hegemonyası arayışına girilmiştir. Eski
Bizans ve Osmanlı imparatorluklarının merkezi olan İstanbul’da yaşayan gayrimüslim
azınlıklar sahip oldukları zenginlikler aracılığı ile Adriyatik kıyılarından
Çin Seddine kadar, yayılmış olan Türk ve Müslüman nüfus çoğunluğundan yararlanarak,
ABD ve İsrail öncülüğünde tam bir Avrasya hegemonyası arayışına girişmişlerdir.
Böyle bir tutum değişikliği, kendiliğinden Atatürk’ten uzaklaşmayı ve Enver Paşa
arayışını siyasal gündemin önüne çıkarmıştır. Türk kamuoyu yıllarca soğuk savaş
döneminin batı kaynaklı yönlendirmeleriyle oyalandığı için, bu yeni yaklaşım hemen
anlaşılamamış ve yeniden Atatürk ile Enver Paşa karşılaştırmaları yapılmaya
başlanmıştır. Küreselleşmeden yana olan gayrimüslim azınlıklar, sermaye
çevrelerinin güdümündeki liberal kesimler ile dini cemaatler el birliği içinde,
Yeni Osmanlıya doğru yön değiştirirlerken, Atatürk cumhuriyeti ile ulus devlet
karşıtlığını daha da artırmışlardır.
Hedefte Atatürk Bulunmaktadır
Atlantik emperyalizmi ve İsrail Siyonizm’in Avrasya ve Orta Doğu
hegemonya planları doğrultusunda gündeme getirdikleri Yeni Osmanlı yaklaşımı
çerçevesinde Atatürk’e karşı bir alternatif arayışında, Enver Paşa figürünün
kullanılmaya başlandığı görülmektedir. Dünyanın merkezi coğrafyasında koskoca
bir imparatorluk batıran bir adamın, bu yıkıntılar içinden yepyeni bir devlet kuran
Atatürk ile karşılaştırılmak istenmesi tamamen emperyalist planlara uygun
olarak gündeme getirilmekte ve Türk devletinin kurucusunun Türk ulusu içindeki
olumlu imajı yıkılmak için uğraşılmaktadır. Orta Doğu ve Avrasya
coğrafyalarının merkez ülkesi konumundaki Türkiye’yi, bu alanlarda kendi
emperyalist projeleri için kullanmak üzere zorlayan Siyonistler ve emperyalistler,
Atatürk’ün devlet modelini devredışı bırakabilmek üzere ellerinden gelen her
yolu denemeye kalkışmaktalar ve bu doğrultuda geliştirdikleri politik
yaklaşımları da Türk kamuoyuna baskı ile empoze ederek Türk devletinin gücünü
ve olanaklarının kendi çıkarları doğrultusunda değerlendirmek istemektedirler.
Atatürk‘ün Türk
halkının gözünde küçük düşürülmesi sağlanırken, ulusal cumhuriyet devleti için de
kötülemek ve çökertmek operasyonları birbiri ardı sıra uygulamaya konulmaktadır.
Yasalar her gün zorlanırken, Anayasal rejim ve hukuk devletinin asgari düzeydeki
varlığı tartışma alanına getirilmekte, devletin temel çekirdeğini oluşturan anayasanın
değişmez maddelerinin bile ortadan kaldırılması için birbiri ardı sıra girişimler
öne çıkarılmaktadır. Atatürk ile beraber onun öncüsü olan devletin kurucu
partisi köşeye sıkıştırılarak etsiz duruma getirilirken, Osmanlı İmparatorluğu’nu
batıran son hükümetinin kurucusu olarak Enver Paşa ve İttihat Terakki partisi
göklere çıkarılmaktadır. Enver Paşa’nın İstanbul’da anıt mezarının
kurulmasından sonra, artık bütün Avrasya hegemonyası plan ve programlarında
örnek lider ve devlet adamı olarak Enver Paşa öne çıkarılmakta, Atatürk’ün adı
bile ağızlara alınmamaya çalışılmaktadır.
Binlerce yıllık Türk
tarihinin önde gelen kahramanlarından birisi olarak Enver Paşa, cemaatçi ve Osmanlıcı
kesimler tarafından yüceltilirken, Osmanlı İmparatorluğunun topraklarının beşte
biri oranında orta boy bir ülkede, çağdaş bir ulus devlet kurmak başarısını,
her türlü olumsuz koşula rağmen başarmış olan Atatürk küçümsenmeye çalışılmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün böylesine
bir haksızlığa uğratılmasına ve dıştan güdümlü bir senaryo ile Türk halkının
gözünden düşürülmesine hiç bir vatansever Türk vatandaşının izin vermesini beklemek
mümkün değildir. Mustafa Kemal dışarı, Enver Paşa içeri diyenlerin gerçekçi
değerlendirmeler yapabilmeleri açısından, bu durumu dikkate almalarında büyük
yarar vardır.
Enver Paşa Kimdir?
Türk halkı devletimizin kurucusu olarak
Atatürk’ü iyi tanımasına rağmen, Osmanlı İmparatorluğu’nun, Birinci Dünya Savaşını
kaybederek batmasına neden olan Enver Paşa hakkında yeterince bilgisi olmadığı görülmektedir.
Türk kamuoyu Enver Paşa’nın kim olduğunu daha iyi bilirse o zaman emperyal
projeler doğrultusunda Enver Paşa figürünün kullanılması aldatıcı biçimlerde
kullanılması mümkün olamayacaktır.
Atatürk ile beraber
aynı tarihte İstanbul’da doğmuş olan Enver Paşa, Makedonya kökenli bir aileden gelmektedir. Manastır’da büyümüş olan
Enver Paşa, İstanbul’da Harp Okulunu bitirdikten sonra Makedonya ve Balkan
bölgelerinde önemli askeri görevlerde bulundu. Paris merkezli Jön Türk hareketinin
Selanik’te kurduğu İttihat ve terakki cemiyeti’ne kurucu olarak üye oldu.
Makedonya’da görev yaparken, Abdülhamit’in baskıcı ve haksız yönetimine isyan
ederek ilk dağa çıkan birliklerin öncüsü olarak protesto hareketinin önderliğini
yaptı. Enver Paşa ve İttihat terakki Cemiyeti’nin girişimleri sonucunda II.Abdülhamit yeniden anayasayı yürürlüğe koyarak
ikinci kez Meşrutiyet döneminin ilan edilmesine karar verince, Enver Paşa ve arkadaşları
o dönemde gerçekleşen bir isyan hareketini gerekçe göstererek İstanbul’a baş
kaldırmışlar, Selanik’te kurulan Hareket
Ordusu Enver Paşa ve arkadaşlarının yönetiminde başkente gelerek iktidarı
padişahın elinden almışlardır. İtalyanların, Libya’ya saldırısı üzerine Kuzey Afrika’da,
daha sonra da Balkan savaşları sırasında Balkanların çeşitli bölgelerinde
askeri görevler yapan Enver Paşa, Balkan savaşları sonrasında Babıâli baskını
ile iktidarı ele geçirerek, Osmanlı devletinin yönetiminde egemen olmaya başlamıştır.
Padişah’ın kızı ile evlenerek saraya damat olan Enver Paşa böylece hanedanın
desteğini alarak daha güçlü bir konuma gelmiştir. Balkan savaşının yitirilmesi üzerine
Osmanlı ordusunda reform yaparak bütün askeri birlikleri yeniden düzenlemiştir.
Böylece yaklaşmakta olan dünya savaşına Osmanlı ordusunun hazırlanması
işlemlerini yürütmüştür. Büyük güçler arasındaki çekişmeleri dikkate alarak,
askeri hazırlıklarının Alman devleti ile anlaşarak tamamlamıştır. Birinci Dünya
Savaşı öncesinde Almanya’ya giderek Almanların desteği ve gönderdiği yardımlar
aracılığı ile Osmanlı ordusunun güçlenmesini sağlamıştır. Alman generallerin
katkılarıyla Çanakkale Savaşlarında İngiliz ve Fransız donanmalarının geri
püskürtülmelerini sağlayınca, büyük itibar kazanarak Osmanlı yönetiminde en
etkili kişi konumuna gelmiştir.
Çanakkale savaşları sırasında
Almanya ile kurulmuş olan askeri ittifakı sonradan devam ettiren Enver Paşa,
Birinci Dünya Savaşı sonucunda Osmanlı devleti teslim olunca iki arkadaşı Talat
ve Cemal Paşalarla beraber, bir Alman denizaltısına binerek Odesa üzerinden
Almanya’ya kaçmıştır. Savaş sonrasında kurulan Divanı Harp’ta, Osmanlı
imparatorluğunun batırılmasına neden olan bu üç komutanının rütbeleri ortadan
kaldırılarak cezalandırılmışlardır. Enver Paşa Almanya’da kaldığı iki yıl içinde
İttihat ve Terakki Partisini yeniden örgütleyerek eski Osmanlı topraklarında
yeniden siyasal çalışmalar yapmak istemiştir. Berlin’de o dönemin komünist önderlerinden olan Karl Radek ile tanışınca,
onun yardımı ile Moskova’ya giderek Sovyetler Birliği yönetimi ile geleceğe
dönük siyasal planları doğrultusunda temaslar yürütmek istemiştir. Ankara Hükümetinin,
Sovyet yönetimi ile temaslarını yürütmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin Dışişleri Bakanı olarak
gelen Bekir Sami Bey ile Moskova’da görüşerek,
Atatürk ile bağlantı kurmaya çalışmıştır. Sovyet yönetiminin desteği ile İslam İhtilal Komitelerinin kurulduğunu
Moskova’da açıklayarak bu yeni siyasal yapılanmanın önderi olarak kendisini tanıtmıştır.
Müslüman halk kitleleri içinde Sovyet devriminin benzerini yapmak üzere Halk Şuraları Fırkasını kurarak harekete geçmiştir.
Daha sonraki aşamada Anadolu’ya gelerek yeni siyasal yapılanması doğrultusunda
geleceğe dönük bazı çalışmalar yapmak isterken, Eylül 1920 tarihinde
Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de toplanan Doğu
Halkları Kurultayı kurucusu olduğu Halk Şuraları Fırkası adına katılmıştır.
Atatürk, Birinci Bakü Kurultay’ına, Ankara Hükümetinin temsilcisi olarak, İbrahim Tali Öngören’i göndermiştir.
Doğu halklarının ve dünyanın merkezi coğrafyasının kaderini belirleyecek olan
bu uluslararası kurultaya eski Osmanlı hükümetinin başı olarak yeni siyasal
partisi ile gelen Enver Paşa, Ankara hükümeti adına gelen Atatürk’ün temsilcisi
olarak İbrahim Tali Bey ile karşılaşmıştır. Atatürk, Kurtuluş Savaşı nedeniyle bu
kongreye katılamadığı için temsilcisini gönderirken, Enver Paşa bizzat
katılarak Sovyet devriminin gücünü arkasına alabilmek için çaba göstermiştir. Sovyetler
Birliği Kızıl Ordusu ile Hıristiyan bölgeleri denetimi altına alırken, Yeşil
Ordu ile de Müslüman ülkeleri kendine bağlamak istemiştir. İşte bunu gören
Enver Paşa, kurmuş olduğu Halk Şuraları Fırkası ile Sovyet devriminin Müslüman
Anadolu ülkesindeki temsilcisi olarak yeniden öne çıkmak istemiştir. Bakü Kurultayında;
Sovyet devriminin merkezi olan Rusya’yı dünyanın yeni önderi olduğunu söyleyerek,
bütün sosyalist bloğun desteğini arkasına almaya çalışan Enver Paşa,
Anadolu’daki kurtuluş hareketinin öncüsü olabilmek için yeniden Almanya’ya
giderek silah alımları yapmış ve Moskova’ya dönerek Rus desteği ile Anadolu
yarımadasına çıkabilmenin olanaklarını araştırmıştır. Bu arada Ankara Hükümetinin
Moskova elçisi olan Ali Fuat Cebesoy’dan
yardım istemiş ve Atatürk’e mektup göndererek iş birliği önermiştir. Atatürk iş
birliğine yanaşmayınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi içinde yer alan bazı eski İttihatçıları,
Atatürk karşıtı bazı girişimler için kışkırtmıştır.
Ankara hükümeti ile istediği doğrultuda temaslar kuramayan Enver Paşa
daha sonraki aşamada Acaristan’ın Batum kentine giderek, burada bir İttihat ve
Terakki Cemiyeti kongresi toplamıştır. Bu kongrede bir durum değerlendirmesi
yapan Enver Paşa, Sovyetlerin desteğini alarak bir Türk ve Müslüman ordusu
kurmak üzere hazırlıklara başlamıştır. Balkanlar’dan kovulan Osmanlı İmparatorluğu’nun
eski hükümet başkanı olan Enver Paşa, Anadolu’nun kurtuluşu için hazırlıkların
Kafkasya bölgesinde yürütülmeyi plânlamıştır. Anadolu halkı yerine, bu bölgenin
Türk ve Müslüman nüfusuna güvenmiştir. Bu düşünce ile Azerbaycan’da yüz bin kişilik
bir Türk ve Müslüman ordusu kurmuş, Anadolu’ya girmeyi ve Kurtuluş Savaşı’nı Atatürk’ün
elinden alarak, batılı işgal güçlerini eski Osmanlı topraklarından kovmayı düşünmüştür.
Avrupa ülkelerinde örgütlenmeye başlamış olan Turancı akımların desteği ile
böylesine bir emperyalist projeyi gündeme getiren Enver Paşa, kongre
düzenlediği Batum’dan sonra Azerbaycan’a geçerek ordu kurma hazırlıklarını
genişletmiştir.Yeniden Bakü’ye geçerek
Müslüman Türk ordusu hazırlıklarını burada yürütmeye çalışan Enver Paşa,
istediği sonucu bu ülkede alamayınca bu kez daha doğuya giderek Türkmenistan
üzerinden Buhara’ya geçmiştir. Genç Buharalılar Partisi Moskova’nın etkisiyle
Sovyet devriminden yana çıkınca, Enver Paşa istediği orduyu Azerbaycan’dan
sonra Özbekistan’da kuramaz hale gelmiştir. Bağımsızlıktan yana olan Özbek
partisinin lideri olan Zeki Velidi Togan ile
bağlantı kurmağa çalışan Enver Paşa, daha sonra silahlı bir birlik ile
Afganistan’ın güneyinde Bolşeviklere karşı savaşan Basmacılar hareketine katılmıştır. İstediği destek ve yardımları
Moskova yönetiminden alamayınca, Bolşeviklere karşı bağımsızlık savaşı yürüten
Türk ve Müslüman Basmacılar isyanına yardımcı olmayı tercih etmiştir. Kısa
zaman içerisinde Basmacı hareketin desteği ile Tacikistan’ın başkenti olan Duşanbe kentini ele geçiren Enver Paşa,
buradaki Sovyet askeri birliklerini esir almıştır. Kendisini bu bölgede “Seyit
Enver” ilân ederek otuz bin kişilik düzensiz ordunun başında Horasan’a doğru
yola çıkmıştır. Hive ve Buhara hanlıklarını ele geçiren Enver Paşa, daha sonra
Türkistan orduları başkomutanı sıfatı ile Sovyetler Birliğine bir kesin uyarı göndererek,
Kızıl ordunun Türkistan topraklarından geri çekilmesini resmen talep etmiştir. Ancak
Kafiran bölgesindeki savaşı Türkmen ordusu yitirince Kızıl Ordu birlikleri
yeniden Türkistan topraklarını ele geçirmiştir. Sayıca ve silahça çok daha
üstün durumda olan Sovyet birlikleri Türkmenistan’dan sonra Tacikistan’a da girince
Enver Paşa, Balçuvan bölgesindeki savaşta kesin olarak yenilmiş ve vurularak
Kızıl ordu tarafından öldürümüştür. Vurulduğu yere çok yakın olan Çeken köyünde
toprağa gömülen Enver Paşa için orada daha sonra bir anıt mezar yapılmıştır. 4
Temmuz I922 tarihinde Tacikistan’da toprağa verilen Enver Paşanın naaşı,
Sovyetler Birliğinin dağılmasından hemen sonra I990’lı yılların başlarında
İstanbul’a getirilerek kendisi için yeni bir anıt mezar, eski Osmanlı
başkentinde yapılmıştır. Böylece son Osmanlı hükümetinin başı olan Enver Paşa’nın,
Makedonya’da başlayan ve orta Asya’da sona eren macerasında yeni bir dönem başlamıştır.
Ön Asya’daki Türk
İmparatorluğunu batıran adamın, sonraki aşamada Orta Asya’da Türkistan merkezli
yeni bir imparatorluk kurma macerasına kalkışması, üzerinde durulması gereken
bir konudur. Balkanlar’dan Çin sınırına kadar tüm Avrasya coğrafyasında devam
edip giden büyük Türk ve İslam dünyasının doğu ve batı olarak tarihsel süreç
içerisinde ayrılıklar göstermesi nedeniyle, Ön Asya’da sona eren Türk
egemenliğinin devamı macerası Orta Asya stepleri üzerinden Çin sınırına kadar dayanabilmiştir.
Yenilenlerin savaşa doymaması gibi Enver Paşa’da, Birinci Dünya Savaşında
yenildiği için bir türlü savaşa doygunluk içinde olamamış, sürekli olarak yeni
ordular kurarak elinden kaçmış olan Türk imparatorluğunu yeniden kurabilmenin
yollarını araştırmıştır. Gürcistan, Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan
üzerinden yürütmüş olduğu bu tür çalışmaları doğrultusunda ancak Tacikistan’da
sonuç alabilmiştir. Tacikistan üzerinden oluşturduğu askeri gücü Horasan
bölgesinin ele geçirilmesi için kullanma aşamasına gelince Sovyetler Birliği'nin
tepkisi ile karşılaşarak, Kızıl Ordu engelini aşamamıştır.
Makedonya’dan Orta Asya’ya uzanan bir siyasal çizgi üzerinde sonuç
almaya çalışan Enver Paşanın tarih içindeki yerini ve misyonunu iyi değerlendirmek
gerekmektedir. Özellikle günümüzde Bosna’dan Kırgızistan’a kadar bir büyük Türk
ve Müslüman egemenliği peşinde koşanların yeniden Enver Paşa olgusunu gündeme
getirmeleri ve bütün Avrasya kıtasını kapsayacak bir hegemonya düzeni oluşturma
planlarında Enver Paşa çizgisini öne çıkarmaları konusunda Türklerin ve Osmanlı
İmparatorluğunun yasal varisi konumunda bulunan Türkiye Cumhuriyeti’nin
söyleyecek birçok sözü olması gerekmektedir.
Enver Paşa kendi
maceracılığı sürecinde bir kuyruklu yıldız olarak tarih sahnesine çıkmış ve kaybolmuştur.
Atatürk ise bir gerçekçi önder olarak, bu coğrafyanın tam ortasında orta
büyüklükte bağımsız bir Türk devleti kurabilme başarısını göstermiştir. Günümüzde
Atatürk kurduğu devlet ile yaşamakta, Enver Paşa ise batırdığı imparatorluk ile
tarihin tozlu sayfalarındaki yerini almaktadır. Atatürk’ün kurmuş olduğu Türk
devleti nasıl bugün bir gerçek ise, Enver Paşanın batırmış olduğu Osmanlı İmparatorluğu’nda
tarihte kalmış eski bir olgudur ve günümüzün gerçekliği ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.
Enver Paşa, Atatürk’ten on beş yıl kısa olan ömründe birçok tarihsel olay ile
karşı karşıya kalmış ve dünyanın çağ değiştirme aşamasında birbiri ardı sıra
önemli olaylar ve görevlerle uğraşmıştır. Ne var ki, giriştiği bütün işlerde
başarısız kalmış ve hiçbir biçimde istediği sonuçları alamamıştır. Tarihin
kırılma noktasında kahraman olma fırsatları teker teker önüne çıkmasına rağmen
hiç birisini değerlendirememiş, hepsini boşa harcayarak, Orta Asya steplerinde
Kızıl ordu kurşunlarıyla hayata veda etmek zorunda kalmıştır. Dünyanın
ortasında bir büyük imparatorluğu yönetme fırsatı eline geçmesine rağmen yanlış
adımlar ve girişimler sonucunda hem dünya savaşı kaybedilmiş hem de Türklerin
merkezi coğrafyadaki hegemonyasının temsilcisi olan büyük bir imparatorluğun
çöküşüne meydan verilmiştir. Türk tarihi açısından affedilmeyecek kadar büyük
bir hata, tarih önünde Enver Paşa ve arkadaşları tarafından yapılmış ve onların
bu zayıflıkları nedeniyle sonraki dönemde büyük Türk dünyası emperyalizmin baskı
ve hegemonyalarına tutsak bir olumsuz duruma düşürülmüştür. Sovyet rejimi tam
yetmiş beş yıl bütün Türk dünyasını sosyalist görünümlü bir hapishaneye mahkûm
etmiştir. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra içine girilen küreselleşme
sürecinde Türk dünyası daha neyin olduğunu anlayamadan bu kez de Amerika Birleşik
Devletleri’nin bir Avrasya hegemonya planına alet edilmek istenmektedir. Tam bu
aşamada Rus hegemonyasına karşı Amerikan hegemonyası, Enver Paşa imajını Türk
ve Müslüman toplulukların yeniden yapılandırılmasında kullanmak istemektedir.
Bu nedenle, Amerikaya bağlı olarak çalışan bazı işbirlikçi çevreler Enver Paşa’nın
mezarının İstanbul’a taşınmasında öncülük yapmışlar, ABD üzerinden yönetilmekte
olan Özbekler Tekkesi aracılığı ile
İstanbul üzerinden orta Asya’nın geleceği için Enver Paşa aracılığı ile bir
mesaj verilmek istenmiştir. ABD dünya hegemonyasını geliştirerek devam ettirme
doğrultusunda, Orta Asya bölgesine Rusya, Çin ya da Hindistan’ın girmesini
önlemek istemekte ve bu bölgenin Türk ve Müslüman kimlikli nüfus çoğunluğunu
Türkiye üzerinden kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebilmek amacıyla her
türlü girişim öne çıkarılmaktadır. Soğuk savaş döneminden kalma, Türk-Amerikan
ittifakı yeni dönemin koşullarında Orta Asya’ya yönelik olarak kullanılmaya
çalışılmakta, İstanbul’a yerleşmeye çalışan ABD, Türkiye üzerinden Ön Asya’da
oluşturmaya çalıştığı hegemonya düzenini Orta Asya bölgelerine de taşımak istemektedir.
Böylesine bir strateji için en uygun düşen figür, tarihsel olarak Enver Paşa
olduğu için, bu eski sadrazamın imajı parlatılarak öne çıkartılmaktadır.
Türkiye’deki bütün Amerikancıların Enver Paşa çizgisine yönelmeleri de bu doğrultuda
basın ve medya organlarında birbiri ardı sıra sergilenirken Atatürk imajının
yıpratılmaya çalışıldığı açıkça belli olmaktadır.
Duygusallık Yerine Akılcılığı Yeğleyen
Atatürk
Günümüz koşulları açısından geriye doğru bakılırsa ortada, Enver Paşanın
batırdığı imparatorluk düzeni ile Atatürk’ün kurmuş olduğu devlet yapılanması
görülmektedir. Anadolu halkına hiç güvenmeyen Enver Paşa batı ülkelerindeki
Turancı örgütler ve akımların etkisiyle doğunun Türk ülkelerinde örgütlenerek
ve büyük bir ordu kurarak yeniden dünyanın merkezi coğrafyasını fethetmeye yönelmiştir.
Atatürk ise, Enver Paşanın bu tür girişimlerini hayalci bularak, Anadolu
halkına güvenmiş ve kısa bir süre içerisinde yapmış olduğu hazırlıkları
tamamlayarak Samsun’a çıkış ile beraber Anadolu’da bir Ulusal Kurtuluş Savaşı başlatmıştır.
Atatürk Samsun’a gitmeden önce, son Osmanlı Meclisinden Misakı Milli kararının
çıkmasını beklemiştir. Eski bir devletin bitiş noktasında onun en yetkili
organından çıkan karar, yeni dönemde devlet çizgisinin nasıl devam edeceğini
ortaya koymuştur. Misakı Milli kararı sonrasında başlatılan Ulusal Kurtuluş Savaşı
tamamen Anadolu’nun kendi olanakları çerçevesinde yürütülmüştür. Savaş
sırasında Rusya ve Hindistan Müslümanlarının para yardımları olmuş ama bunun
dışında dış güçlerle ilişkilere geçilmemiştir. Bağımsızlık savaşı zafer ile
sona erince, bu kez de dünyanın yeni dengeleri doğrultusunda bir uluslararası
barış konferansı Lozan’da toplanarak, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin
resmen devletler hukukuna göre tanınması sağlanmıştır. Bütün bu aşamalarda
Atatürk, sınırlar ötesindeki Türk ve Müslüman toplumlarla beraber yeni bir
imparatorluk oluşturma peşinde koşmamıştır. Turancılık ya da Pantürkizm, Enver Paşayı
hayalciliğe sürüklerken, Mustafa Kemal bu tür sapmalardan uzak durmasını gerçekçi
bir biçimde bilmiştir. Tarihi çok iyi inceleyen Atatürk Türk dünyasının doğu ve
batı olarak her dönemde ikiye ayrıldığını görmüş ve hiçbir zaman hayalci bir
büyük birlik ardında politika yapmamıştır.
Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisini açış söylevinde açıkça
Panturanizm, Pan Türkizm ve Panislamizm akımlarına karşı mesafeli
davranılacağını belirterek, hiçbir yoldan emperyal amaçlar peşinde koşulmayacağını
açıkça ortaya koymuştur. Böylece o dönemin dev ülkesi olan Sovyetler Birliği
ile beraber, diğer bölge ülkeleri ve emperyal güçlere karşı açıkça barıştan
yana bir tavır sergilenmiştir. Atatürk yurtta ve dünyada barışı bir ana hedef
olarak yeni Türk devletinin izleyeceğini söylerken, o dönemin koşullarında
batılı emperyal güçler tarafından kışkırtılarak araziye sürülen Enver Paşa’dan çok
farklı bir yolun izleneceğini açıkça ortaya koyuyordu. Atatürk’ün yüz yıl
önceki temkinli tutumunun bugünler içinde örnek olması gerektiği açıkça
ortadadır. Elindeki bir büyük imparatorluk gücünü yitirmiş olan Türklerin, yeniden
Osmanlı İmparatorluğu gibi bir büyük dev siyasal yapılanmayı ortaya
çıkarabilmeleri fazla gerçekçi görülmemektedir. Bu doğrultuda Amerikanın, İsrail’in
ya da Avrupa’nın Avrasya stratejilerinde Türkiye’nin Truva atı olarak
kullanılması gündemdedir. Zaten bu nedenle Amerikancı gayrimüslim çevreler,
Türkiye’yi Çin, Rusya ve Hindistan üçgenin de Avrasya coğrafyasında kendi
piyonları olarak kullanabilmenin arayışı içindedirler. Türkiye Cumhuriyeti, Sovyetler
Birliği sonrasında karşısına çıkan Avrasya sürecinde iki çizgi arasında kalmıştır.
Birinci çizgi Enver Paşa hayalciliği ile Avrasya coğrafyasına, batılı
emperyalistlerin öncü gücü olarak dalmaktır. Böylesine olumsuz bir girişim
sonucunda, Türkiye, Rusya, Çin ve Hindistan gibi dünyanın yeni büyük güçleri
ile karşı karşıya kalacaktır. İkinci çizgi ise, Atatürk’ün izlemiş olduğu
gerçekçi yaklaşımdır. Buna göre Türkiye Cumhuriyeti önce kendi sınırları içinde
sağlam ayakta duracaktır. Batılı emperyalistlerin planları doğrultusunda
Türkiye Avrasya’da kendisinin olmayan planlara sürüklenirse bu kez kendi
ülkesini kaybetmek durumunda kalabilir. Atatürk bu gerçeği gördüğü için, Misakı
Milli sınırları dışında hiçbir maceraya kalkışmamıştır ama İran ile iş birliğine
giderek güney Avrasya hattı üzerinde, Afganistan’ı da içine alan bir bölgesel
işbirliği ittifakı olarak Sadabat Paktını
gündeme gerçekçi bir biçimde getirebilmiştir. Bu nedenle, bütün dünyanın
Avrasya bölgesine yöneldiği bu aşamada, Türkiye Cumhuriyeti Enver Paşa
hayalciliği ile emperyalistlerin oyuncağı olmamalı, ama kurucusu Atatürk’ün gerçekçiliği
ile Türkiye merkezli bir Avrasya stratejisini komşuları ve akrabaları olan
ülkelerle iş birliği içerisinde uygulamaya başlamalıdır.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder