30 Ağustos 2020 Pazar

KEMALİZM VE SOSYAL DEMOKRASİ - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN


KEMALİZM VE SOSYAL DEMOKRASİ

Kemalizm ve sosyal demokrasi ilişkisi son günlerde Türkiye’de önde gelen tartışmalardan birisi durumuna geldi. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Atatürk’ün partisinin sosyalist enternasyonal adını taşıyan uluslararası organizasyondan atılmak istenmesi nedeniyle bu tartışmanın daha da alevlendiği görülmüştür. Devletin ve cumhuriyet rejiminin kurucusu olan Atatürk’ün partisinin yeterince sosyal demokrat olmaması gibi bir gerekçe ile uluslararası bir yapılanmanın dışında bırakılmak istenmesi her yönü ile üzerinde düşünülmesi gereken bir sorun yaratmıştır. Geçen yüzyılın başlarından buyana devam edip gelen bir enternasyonal yapılanma içerisinde bir araya gelen sosyalist ve sosyal demokrat partiler, Batı kapitalist sisteminin halk kitlelerini ezmesine ve dünya ülkelerini sömürgeleştirmesine karşı bir araya gelerek güçlerini birleştirme yoluna gitmişler ve daha sonra da örgütlü bir mücadele ile uluslararası kapitalist emperyalizme karşı dünya konjonktüründe yeni dengeler oluşturmaya çalışmışlardı. Atatürk’ün partisi de kurucusundan gelen halkçılık, devrimcilik, devletçilik gibi ilkelerin öncülüğünde dünya halklarının kardeşliği ve dayanışması doğrultusunda böylesine bir uluslararası yapılanmanın içinde yer almıştır. 

Sosyalist enternasyonalin şimdiye kadar yapmış olduğu bütün çalışmalarda en üst düzeyde yer alan Atatürk’ün partisi, bu kuruluşun anti emperyalist çizgide geliştirmiş olduğu yeni yaklaşımlara katkıda bulunmaya çalışmış ve sömürgeci batı emperyalizminin daha fazla haksızlık ve adaletsizlik yaratmaması amacıyla dünya halklarının ve ülkelerinin kardeşliği doğrultusunda  yeni bir tür küreselleşme anlayışını dayanışmacı  bir yaklaşım doğrultusunda evrensel alanda  geçerli  kılabilmek üzere her türlü çabayı göstermiştir. Kuruluşu itibarıyla bir sosyal demokrat parti olmayan Atatürk’ün partisinin, yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra, sosyalist ve sosyal demokrat partiler arasındaki evrensel dayanışma düzenine katılmasının nedeni, giderek etkisin artıran batı emperyalizmine karşı Türk halkının çıkarlarını savunmak ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin küresel emperyal güçlerin baskıları altında ezilmesini önlemeyi gerçekleştirmekti. Dünya giderek batılı ülkelerin emperyalist hegemonya girişimleri doğrultusunda daha haksız bir düzene doğru sürüklenirken, evrensel düzeyde hak ve adalet arayışının yeni merkezlerinden birisi olarak ortaya çıkmış olan Sosyalist enternasyonal, Batı emperyalizmine karşı bir Ulusal Kurtuluş Savaşı vererek kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan siyasal partiye de kucağını açarak, Atatürk’ün partisini de içine almaya kabul etmiştir. Giderek tekelleşen Batı şirketlerinin güdümündeki emperyalizmin dünya halklarını daha fazla ezmemesi için Sosyalist Enternasyonalin önderliğinde yürütülen uluslararası çalışmalara, bu doğrultuda katılan Atatürk’ün partisi, Ulusal Kurtuluş Savaşından gelen antiemperyalist bir bilinç ile Türk halkını böylesine bir evrensel platformda şimdiye kadar başarıyla temsil etmiştir.
Sovyetler Birliği uluslararası bir sistem olarak varlığını sürdürürken, Batı bloğuna karşı sosyalist ülkelerin bir araya gelmesinden oluşan bir doğu bloğu iki kutuplu dünya düzeni çerçevesinde dünya dengelerinde etkin oluyordu. Rusya’nın önderliğindeki bir sosyalist sistem doğu bloğu olarak Batı dünyasının önüne çıkınca, buna karşı batı bloğu sosyalizmi doğu bloğuna bırakmamak üzere bir sosyalist enternasyonal örgütlenmesine gitmiştir. Sovyetler Birliği sosyalist sistemin öncüsü olarak varlığını sürdürürken, Batı ülkelerinde Moskova merkezli komünist ya da Marksist partilerin öne çıkmaması için, demokratik sosyalist ya da sosyal demokrat partiler kurulmuş ve Batılı devletler tarafından Sovyet tipi bir sosyalizme karşı alternatif olarak desteklenmiştir. Rusya’nın önderliğindeki uluslararası sosyalist partiler dayanışması komünist enternasyonal olarak evrensel düzeyde örgütlenince, buna karşı olarak batı bloğunun önderliğinde bir sosyalist örgütlenme, bu kez sosyalist enternasyonal adı altında gündeme getirilmiştir. Komünist enternasyonal daha çok Marksist ve Sovyet tipi bir sosyalizmi savunurken ve evrensel düzeyde bir komünist devrimi savunurken, buna karşılık batı ülkelerindeki sosyalist ya da sosyal demokrat partiler bir araya gelerek sosyalist enternasyonal çatısı altında batı tipi bir demokrasiyi kabul eden ve sosyalist uygulamaları böylesine bir rejimin çatısı altında gerçekleştirmeye çalışan daha yumuşak bir modeli topluca savunmuşlardır. Sovyetler Birliğinin öncülüğündeki uluslararası sosyalist sistem devam ederken, Batı emperyalizmine karşı komünist enternasyonal iki kutuplu dünya dengesinin oluşturulmasında önemli ölçüde etkin çalışmalar yapıyordu. Ne var ki, sosyalist sistemin dağılmasından sonra bu denge değişmiş ve batılı emperyalistler kendi hegemonyalarını bütün dünyada geçerli kılmak için atağa kalktıkları yeni aşamada bütün eski sosyalist ülkeleri batının sömürgesi konumuna getirmek istemişlerdir. Bugün böylesine bir saldırganlık ve çıkmaz içerisinde dünyada yeni bir düzen kurulamamaktadır. 
Sosyalist sistemin dağılması üzerine, komünist enternasyonale denge sağlamak üzere batı bloğu çerçevesinde oluşturulmuş olan sosyalist enternasyonal de sağa kaymıştır. Adı sosyalist olmasına rağmen, Batı emperyalizminin yeni ideolojisi olan neoliberalizm, bütün Batı ülkeleriyle beraber bu ülkelerdeki sol, sosyalist ve sosyal demokrat partileri esir almıştır. Sosyalist görünümlü birçok batı ülkesinin partisi zaman içerisinde liberal politikalara kaymışlar ve bir anlamda batı hegemonyasının neoliberal manifestosunun   emir eri olarak uygulayıcıları konumuna düşmüşlerdir. Batı ülkelerinin Hıristiyan dünyasının bir parçası olması nedeniyle ve uluslararası Yahudi lobilerinin bu ülkelerdeki etkili çalışmaları doğrultusunda yeni duruma uyum gösterilmeye çalışılmış ve Batı ülkelerinin sosyalist partilerinin sesleri, sosyalist enternasyonal aracılığı ile kısılmaya çalışılmıştır. Batı bloğunun üstünlüğü ve bütün dünyada bir batı emperyalizmi hegemonyası çerçevesinde, postsovyet dönemde yeni bir uyum arayışının sosyalist enternasyonel üzerinde etkili olmaya başladığı aşamada Türkiye gibi batının dışında kalan ülkeler açısından yeni sorunlar ortaya çıkmıştır. Hıristiyan kültürünün birleştiriciliği çerçevesinde batının kapitalist ve sosyalist partileri bir araya gelirken, Türkiye gibi Müslüman coğrafyasının içinden çıkan ülkeler zor durumlarda kalmışlardır. Hıristiyanlığın birleştirici unsurundan yoksun kalan Müslüman ve doğulu ülkelerin sosyalist enternasyonel içerisinde temsil edilmeleri her geçen daha da zorlaşmıştır. Böylesine bir aşamada kendiliğinden bir dışlanma sürecini Türkiye gibi ülkeler yaşamışlar ve bu durumda da enternasyonel içerisinde doğulu ve Müslüman ülkeleri temsil eden partiler yeni sorunlarla karşılaşmışlardır.
Atatürk’ün partisinin bir ulusal kurtuluş savaşı içerisinden çıkmış olması, batı emperyalizmine karşı bir var olma savaşı veren ülke ve de ulusun temsilcisi olması nedeniyle, küreselleşme döneminde  en zor durumda kalan ülkelerden birisi  Türkiye  olmuş,  Türkiye’nin temsilcisi olarak yer alan  Atatürk’ün partisi de neoliberal manifestoya teslim olmamak için elinden geldiğince direnmiş  ama  Hıristiyan dünyasının ortak kültürü içerisinde bir araya gelen batının demokratik sosyalist ya da sosyal demokrat partilerinin    kışkırtmaları ile baskı altına alınmıştır. Tam bu aşamada sosyalist enternasyonelden atılmak gibi bir durumun ortaya çıkmasının ana nedeni, uluslararası alanda gündeme gelen yeni durumdur. Atatürk’ün partisinin hiçbir biçimde tutum ya da tavır değişikliğinin söz konusu olmadığı bir aşamada, sosyalist enternasyonalden atılmak gibi bir tehdit ile karşı karşıya kalmasının ana nedeni, Türkiye’deki ulusal savunmaya katkıda bulunmasıdır. Küresel emperyalizmin dünyanın merkezi coğrafyasına gelerek yerleşmek istemesi ve bu doğrultuda bölgedeki ulus devletleri tasfiye ederek çok uluslu ve kültürlü bir bölgesel federasyona yönelmesi noktasında, Atatürk’ün partisi tarihten gelen kimliğinin doğrultusunda hareket ederek antiemperyalist bir tavır almak zorunda kalmaktadır. Sosyalist enternasyonal üyesi olan batılı sosyal demokrat partiler neoliberalizmin manifestosuna teslim oldukları için hiçbir biçimde batılı çok uluslu tekellerin güdümündeki emperyalizme karşı çıkmamaktalar, aksine onların oluşturmaya çalıştıkları küresel imparatorluk düzeni içerisinde kendilerine biçilen rolü kabul ederek yeni dönemin koşullarında pasif bir teslimiyetçi yaklaşımı izlemektedirler. Böylesine bir edilgenliği, batı emperyalizmine karşı bir ulusal kurtuluş savaşının içinden çıkmış olan   Atatürk’ün partisinden beklemek gerçekçi olmayacaktır. Nitekim tam bu aşamada Atatürk’ün partisinin sosyalist enternasyonalden çıkartılmasını gündeme getiren çevrelerin emperyalizmin uzantısı oldukları ve neoliberal küresel imparatorluk projesi doğrultusunda ulusal, üniter ve laik bir cumhuriyet olan Türk devletini teslim almaya çalıştıkları görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti'ni bölgesel hegemonya planları ve de projeleri doğrultusunda tasfiye etmek isteyenlerin, ülkesinde bir antiemperyalist direniş göstererek   devleti ve ülkeyi kurtarmak isteyen Atatürk’ün partisini cezalandırmak doğrultusunda sosyalist enternasyonalden atılma konusunu gündeme getirdikleri görülmektedir.

Mustafa Kemal’in çağdaş uygarlığa ulaşma hedefi doğrultusunda batıya ve Avrupa’ya yakın duran Türkiye Cumhuriyeti’nin  son elli yılı Avrupa Birliğine girme mücadelesi ile geçmiştir. Ne var ki, tam üyelik için her türlü özveriyi gösteren, kendisinin varlığından ve devlet modelinden bile vazgeçme aşamasına zorlanan Türk devletinin Avrupa kıtasının dışında bırakılmasıyla yeni bir durum ortaya çıkmıştır. Batı tipi sosyal demokratların egemen olduğu bir sosyalist enternasyonal sonunda bir batı bloğu yapılanmasıdır. Avrupa Birliğinin dışında bırakılınca Türkiye ise artık bir Batı ülkesi görünümünden çıkmaktadır. Çağdaş anlamıyla sosyal demokrasi ya batı tipi oturmuş rejimlerde ya da sadece Avrupa ülkelerinde görülebilmektedir. Avrupa’nın dışında kalan    ülkelerde gerçek anlamıyla sosyal demokrasi olamaz. Batılı anlamıyla sosyal demokrasinin ortaya çıkabilmesi için belirli bir gelişmişlik ve zenginlik düzeyi esastır. Bu da ancak batının ileri ülkelerinde görülebilmektedir. Batı bloğu hal böyle olmasına rağmen bütün dünyaya hükmedebilmek üzere, üçüncü dünya ülkelerindeki demokratik sosyalist partileri de sosyalist enternasyonalin içine almıştır. Latin Amerika’dan Afrika’ya, Asya’dan dünyanın diğer bölgelerine uzanan bir yayılma politikası çerçevesinde, batılı sosyal demokrat partiler ile, batının dışında kalan ülkelerdeki demokratik sosyalist partilerin ortak bir çatı beraberliği içinde oldukları görülmektedir. Aslında batı emperyalizmine karşı bağımsızlığı korumak durumunda kalan, üçüncü dünya ülkelerinin demokratik sosyalist partileri de antiemperyalist bir çizgi izlemektedirler. Bu doğrultuda Atatürk’ün partisi ile, batının dışında kalan ülkelerin demokratik sosyalist partilerinin birbirlerine paralel bir tutum içinde oldukları anlaşılmaktadır. Ne var ki, Asya ve Afrika ülkelerinden enternasyonale katılan demokratik sosyalist partilerin antiemperyalist politikaları tartışma konusu yapılmazken, Türkiye’yi bu evrensel çatı altında temsil eden Atatürk’ün partisinin antiemperyalist ve ulusal çıkarlara öncelik veren tutumunun mesele yapılmasını iyi niyetli olmayan bir yaklaşım olarak görmek gerekmektedir. Batılılar gene Hıristiyan olmayan bir ülke olarak Türkiye’ye karşı çifte standartlı bir tutumu kararlı bir biçimde izlemekte ve diğer ülkelerin özel konumlarına göstermiş oldukları hoşgörülü tutumu Türkiye Cumhuriyetinden esirgemektedirler. Böylesine bir haksızlığı hiçbir zaman hak etmeyen Türkiye ve onun temsilcisi olarak Atatürk’ün partisi artık sesini yükselterek, batının dışındaki diğer ülkelerin ve onların temsilcisi olan demokratik sosyalist partilerin desteklerini yanına alarak yeni dengeler oluşturmak zorundadır. Böylesine bir yeni denge oluşturulamazsa, sosyalist enternasyonal üzerinden Türkiye ve Atatürk’ün partisi üzerine yeni emperyal oyunların gündeme getirilmesi muhtemeldir 
         Atatürk’ün partisi, içinden çıkmış olduğu ulusal kurtuluş savaşının temsilcisi olarak, Atatürk ilkelerine dayanan yapısı ile Kemalist bir partidir. Partinin Kemalist kimliği seksen sekiz yıllık Türk devletinin her aşamasında ortaya çıkmış ve kesinlik kazanmıştır. Devlet kuran bir Kemalist parti olarak Atatürk’ün partisi soğuk savaşın son dönemlerinde ortanın solu tartışmalarının içine girmek durumunda kalmıştır. Yeni bir anayasa ile sosyal devlet yapısına kavuşan Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk kez bir Marksist parti seçimler yolu ile parlamentoda temsil edilince, ülkedeki sola açılışa paralel olarak, Atatürk’ün partisi de    belirli bir tartışma sürecinden sonra kendi yerini ortanın solu olarak ilan etmiştir. Atlantik ötesinde yetişmiş olan bir gazetecinin önderliğinde başlatılan yeni ortanın solu hareketi, Türkiye’de parlamentoya girmiş olan Marksist partinin önünü kesmek üzere gündeme getirilmiş ve belirli aşamadan sonra da Atatürk’ün Kemalist partisinin ana görüşü olarak benimsenmiştir. Egemen güçlerin Sovyetler Birliğinin komşusu olan bir ülkede Marksist bir sosyalizm uygulaması istememeleri üzerine, ortanın solu siyaseti zaman içerisinde Kemalizm’in yerini almıştır. Bu hareketin önderi Atatürk’ün partisini Kemalist çizgiden uzaklaştırmak üzere ortanın solu siyasetini kullanmış, belirli desteklerle Marksist sosyalist partiler devre dışı bırakılırken, ortanın solu ile Türkiye’de yeni bir denge oluşturulmaya çalışılmıştır. Ortanın solu sağ çevreler tarafından Moskova yolu olarak ilan edilirken, o dönemde yeni başlayan Avrupa Topluluğu sürecine Türkiye’nin yakınlaşmasını sağlamıştır. Ortanın solu siyaseti Avrupa’nın önde gelen ülkelerinin sosyal demokrat partileri aracılığı ile kurulan ilişkiler doğrultusunda geliştirilmeye çalışılırken, bu partilerin aracılığı ile de Türkiye’de ilk sosyal demokrasi tartışmaları başlamıştır. Almanya’ya giden aydınların öncülüğünde Avrupa sosyal demokrasisi Türkiye’ye tanıtılırken, Atatürk’ün partisinde başlatılmış olan ortanın solu hareketi de zaman içerisinde bir sosyal demokrasi anlayışına doğru dönüşmeye başlamıştır. Ortanın solu kavramının belirsiz içeriği Avrupa’daki sosyal demokrat partilerin ilkeleri ve uygulamaları ile doldurulmaya çalışılmış ama Türkiye’nin çok farklı koşulları nedeniyle bu yaklaşımlarda başarı elde edilememiştir. Tam bu noktada Türkiye’de Asya tipi üretim tarzı tartışmaları başlatılmış ve Avrupa’nın dışında kalan bir ülke olarak Türkiye’nin Asyalı özellikleri dolayısıyla, ancak bir demokratik sosyalist yaklaşımın gerçekleşebileceği zaman içerisinde anlaşılmaya başlanmıştır. Ortanın solunun belirsizliği ve geçiciliğinden sonra Atatürk’ün partisinde Kemalizm’den uzaklaşma süreci devam etmiş ve askeri dönemlerin araya girmesinden sonra eskisinden çok farklı bir aşamaya gelinmiştir.
         Kemalizm’den uzaklaşma çizgisinde ortanın solunun liderliğine soyunan Atlantikçi gazetecinin askeri dönemler sonrasında Atatürk’ün partisini terk ederek, Kemalist geleneğin dışında yeni bir yaklaşımı Türk siyasetinde örgütlemeye çalıştığı görülmüştür.  Sovyetler Birliğinin kontrolü altında bir Marksist sosyalizme karşı, Atatürk’ün partisini ortanın solunda ilan eden yeni lider, bu açılımı Avrupa sosyal demokrasisinin desteği ile kurumlaştırmaya çalışmış ama zaman içerisinde   Avrupacı bir sosyal demokrasiye teslim olmak istemediği için ne olduğu belli olmayan demokratik sol diye yeni bir kavramı geliştirmeye çalışmıştır. Marksizm’e ve Avrupa tipi bir sosyal demokrasiye alternatif olarak gündeme getirilen demokratik sol kavramının asıl hedefinin Kemalizm’i ortadan kaldırmak olduğu bir süre sonra anlaşılmış, Kemalist gelenek terk edilirken, Marksist sosyalizme giden yolların önü kapatılırken, Avrupa tipi bir sosyal demokrasiye izin verilmemiştir. Daha sonraki dönemlerde devreye girecek olan Atlantik emperyalizminin merkezi coğrafyaya egemen olma planları doğrultusundaki Büyük Orta Doğu Projesine ve onun siyaseti olan ılımlı İslamcı yaklaşıma geçiş, Kemalist geleneği devre dışı bırakan demokratik sol politika ile sağlanmaya çalışılmıştır. Demokratik sol politikaların Avrupa Birliğine karşı çıkan ve Atlantikçi bir Orta Doğu yapılanmasına yönelen yeni politikaları doğrultusunda, Türkiye’de bir de sosyal demokrasi ve demokratik sol çekişmelerine neden olmuştur. Türkiye’de merkez sol bir sosyal demokrasi-demokratik sol tartışmasına çekilirken iki ayrı partili yapı gündeme gelmiş, Atlantikçi gazetecinin Büyük Orta Doğu’ya yönelen demokratik solculuğu, Atatürk’ün partisinin hem Kemalist yapısına hem de Avrupa Birlikçi sosyal demokrasi yaklaşımlarına karşı çıkmıştır. Türk solu böylesine bir kargaşaya emperyal güçlerin yönlendirmeleri ile sürüklenirken, atı alan Üsküdar’ı geçmiş ve Türkiye sürekli bir merkez sağ yönetimin elinde küresel emperyalizmin yarı sömürgesi durumuna düşürülmüştür. Sol politikalar emperyalizme karşı ulusal egemenliği güçlendirecek ve sosyal devlet uygulamalarını artırarak kapitalist emperyalizmin haksızlıklarını giderecek yerde, iç kavga ve çekişmelerle halk nezdinde itibarını yitirerek, Atatürk’ün cumhuriyetini sürekli bir sağ yönetime mahkum etmiştir. Sosyal demokrasi ve demokratik sol ayrılığını bir türlü gideremeyen Türk solu son dönemlerde sürekli olarak seçim yenilgilerine sürüklenmiştir. Ortanın solu Kemalizm’den uzaklaşmayla beraber Türk solunu daha sonraki dönemlerde sosyal demokrasi ve demokratik sol çekişmesi gibi tartışmalara düşürerek ülkeye zarar vermiştir.

        Çağdaş anlamda bir sosyal demokrasinin ancak Avrupa kıtası içinde mümkün olabileceği ve kesinlikle Avrupa’nın dışında kalan ülkelerde ciddi bir sosyal demokrasi uygulaması olamayacağı artık iyice belli olmuştur. Batı dünyasının patronu durumunda olan Amerika Birleşik Devletleri’nde bile bir sosyal demokrat partinin bulunmaması, Amerikan hegemonyası ardında koşan emperyalistlerin hiçbir biçimde eski Avrupalı sömürgeciler gibi sömürgelerden kazandıklarını ve artı değeri çalışan kitleler ve işçi sınıfı ile paylaşmaya razı olmaması nedeniyle Amerika’da bile sosyal demokrasi uygulamaları söz konusu olmamaktadır. Amerikanın sosyal demokrasi hiç takmayan tutumuna rağmen Avrupalı ülkeler sosyal demokrasiyi çok ciddiye almaktalar ve geçmişten gelen sosyal devlet yapılanmalarını korurken sosyal demokrat partilere ve uygulamalara öncelik vermektedirler. Amerika merkezli neoliberalizmin bugün Avrupa ülkeleri tarafından kabul edilmemesi ve sosyal devlet uygulamalarında Avrupa Birliğinin ısrar etmesi nedeniyle, Avrupa tipi sosyal demokrasiler günümüzde ciddi bir alternatif olarak varlığını sürdürmektedirler. Bu tür uygulamaları gündeme getiren Avrupa’nın sosyal demokrat partileri de Avrupa kıtasının kendine özgü koşullarında çalışmalar yaparak başarılı olabilmektedirler. Çağdaş anlamıyla sosyal demokrasinin beşiği olan Avrupa’nın bir kıtasal birliğe yöneldiği aşamada geçmişten gelen sosyal devlet yapısını koruması ve sosyal demokrat uygulamalarla yoluna devam etmek istemesi bir anlamda Amerikan hegemonyasına meydan okumak anlamına gelmektedir. Küresel emperyalizm ile bir dünya imparatorluğu oluşturmak isteyen ABD’nin bu durumu önlemek üzere Avrupa Birliği’nin içine de neoliberal politikaları Hollanda ve İngiltere gibi ülkeler aracılığı ile empoze etmeye çalıştığı, ama Almanya ve Fransa gibi geçmişten gelen ciddi sosyal devlet yapıları olan büyük Avrupa ülkelerinin bu duruma karşı çıktıkları görülmektedir. Avrupa kıtası sosyal demokrat yapıda bir kıtasal birliğe yönelirken, Türkiye Cumhuriyeti’nin böylesine bir büyük birlik içerisinde tam üye olarak yer alamaması ciddi sorunlar yaratmaktadır. Türkiye yarım yüzyıl büyük bir çaba sarf etmesine rağmen böylesine bir birliğin dışında kaldığı aşamada, sosyal demokratların haksız eleştirileri ile karşı karşıya kalmaktadır.
         Avrupa Birliğine tam üye olamayan Türkiye Cumhuriyeti yeniden eski Asyalı konumuna dönmektedir. Çağdaş sosyal demokrasi anlayışı ve uygulamaları sadece Avrupa kıtası içinde mümkün olduğu içindir ki, bu kıtasal birliğin dışında kalan Türkiye Cumhuriyeti açısından sosyal demokrasi önemini yitirmekte ve yeniden Kemalizm öne geçmektedir. Avrupa Birliği organlarından çıkan kararlarda sürekli olarak Kemalizm eleştiri konusu olurken, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal kurtuluş savaşından gelen ulusal, üniter ve merkezi devlet yapısının değiştirilmek istendiği, yeni bir Yugoslavya tipi dağılma modelinin Türkiye üzerinde uygulanmak istendiği artık iyice kesinlik kazanmıştır. Avrupa kıtasının ortasında yer alan bir büyük devlet olan Yugoslavya dağıtılarak küçük eyaletler halinde Avrupa Birliğine alınırken benzeri bir uygulama, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal, üniter ve merkezi yapısı üzerinde   denenmek istenmiştir. Türkiye’yi olduğu gibi kabul etmeyen, kendi hazım kapasitesi doğrultusunda parçalayarak yutmak isteyen bir Avrupa Birliği, Türkiye için bir medeniyet projesi olmaktan çok yeni bir emperyal projeye dönüşmüştür. Hiçbir Avrupa ülkesi sosyal demokrasi için bölünmeyi göze almamıştır. Türkiye’de parçalanarak bir sosyal demokrat dünya içerisinde yer almak istememektedir. Türkiye’yi ayrı bir devlet, bağımsız bir siyasal yapılanma olarak ortaya çıkaran Kemalizm, ülkenin ve devletin birliğinin ve bütünlüğünün güvencesidir. Bu nedenle, bir sosyal demokrat yapılanma olan Avrupa Birliği içerisine girmek isteyen Türkiye Cumhuriyeti Kemalizm’in yanı sıra sosyal demokrat bir yapılanma ile daha da güçlenmek ve tamamlanmak arayışı içine girmişken, emperyalist baskılarla karşı karşıya kalınca duraklamak zorunda kalmıştır. Türkiye’nin batı ile olan bu macerasını batılı ülkelerin anlaması pek de mümkün görünmemektedir. Kendi sosyal demokrat dünyaları içerisinde sosyal devlet güvencesinden yararlanan Avrupa’nın partileri ve devletleri Türkiye’nin bulunduğu alandaki fırtınalar coğrafyasından habersiz görünmekte ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sanki bir güvenlik sorunu yokmuş gibi hareket etmektedirler. Böylesine hayalci bir sosyal demokrat yaklaşım, Türkiye’nin kendi Asyalı koşullarının bilincine varan Kemalist anlayış ile tamamen ters düşmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’ni Kemalist devlet modeli ile içlerine almayan Avrupa’nın emperyal devletleri, yeniden Asya kıtasının savaş koşullarına sürüklenen Türkiye’yi anlamamakta ısrar etmektedirler. Avrupa Birliğinin dışında bırakılan Türkiye yeniden yirminci yüzyılın başlarında olduğu gibi bir çekişme alanı durumuna düşürülmüştür. Avrupalı güçler içlerine almadıkları Türkiye’yi istedikleri biçime dönüştürmeye çalışırlarken, küresel imparatorluk ardında koşan Amerika Birleşik Devletleri de Türk devletini İslam coğrafyası ve Avrasya bölgesinde bir üs ya da taşeron ülke olarak kullanabilmenin arayışı içindedir. Avrupa dışında kalan Türkiye savaş ve çekişme alanına doğru itilirken, sosyal demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan barıştan ortamından giderek uzaklaşmaktadır.
         Sosyal demokrasinin çağdaş anlamıyla gerçekleşebilmesi için en alt düzeyde koşulların gerçekleşmesi gerekmektedir. İlk koşul, gelişmişlik düzeyidir. Belirli bir gelişmişlik düzeyine gelmemiş olan ülkelerde sosyal demokrasi olamaz. Ancak gelişmiş ve zengin ülkelerde devlet sahip olduğu zenginliği sosyal devlet uygulamalarıyla orta ve alt sınıflara dağıtabilirse o ülkede ciddi anlamda bir sosyal demokrasiden söze dilebilir. Bunun içinde devletin barış koşulları içinde bulunması kesinlikli hiçbir biçimde savaşa girmemesi gerekmektedir. Dünya tarihinin gösterdiği gibi savaş koşullarında sosyal demokrasi olamaz ancak askeri diktatörlük gündeme gelebilir. Türkiye Cumhuriyeti de Avrupa kıtasından dışlanırken, Orta Doğu’da İsrail’in, Avrasya’da Amerika Birleşik Devletleri’nin savaş maceralarına alet edilmek istenmektedir. Bu nedenle, giderek büyüyen bir savaş tehlikesiyle karşı karşıya kalan Türkiye’de artık sosyal demokrasiden değil ama yeniden Kemalizm’den söz etmek mümkün olabilmektedir. Türk devleti kendisini var eden ulusal kurtuluş savaşının içinden çıkmış olan Atatürk ilkelerinin ve bunların bir bütün halinde oluşturduğu Kemalizm’in eseri olduğunu hatırlamak zorundadır, aksi durumda batılı sosyal demokrasi hayalleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin bir yerlere gidemeyeceği anlaşılmaktadır. Devleti yönetenler devlet aklını, Atatürk’ün partisini yönetenler ise parti aklı ile beraber Atatürk’ün aklını uygulamakla yükümlüdürler. Bütün dünyanın ciddi bir değişime dışarıdan zorlandığı bu aşamada, değişim adına yok olmayı ya da başkalaşmayı kabul etmek hatasını Türkiye Cumhuriyeti göstermemelidir. Türkiye bir yandan savaşa sürüklenirken, ekonomisi de tümüyle batı kapitalist sistemi tarafından esir alınarak orta tabakalar çöküşe mahkum edilmiştir. Orta tabakaların çöktüğü çalışanların asgari ücrete mahkum edildiği, devletin ekonomik kaynaklarının çok uluslu şirketlere peşkeş çekildiği bir aşamada, sosyal demokrasinin esası olan bir sosyal devlet yapılanmasından söz edebilmek mümkün olamamaktadır. Bir avuç insan dolar milyarderi olurken, milyonlarca insan işsizliğe ve açlığa mahkum edilmektedir. Böylesine bir ortamda ne sosyal devletten ne de sosyal demokrasiden söz edebilmek mümkün değildir. Savaş koşullarında yoksul halk kitlelerinden oluşan bir toplum yapısı içinde Türkiye devlet ve millet olarak kendisine kurtarabilmek üzere yeniden Kemalist politikalara dönmek zorundadır. Atatürk’ün partisi de bu durumu yerinde gördüğü içindir ki, batı tipi sosyal demokrasi ya da liberal anlayışa dayanan demokrat görünümlü politikalar yerine ülkeyi ve halkı kurtaracak ulusal politikalara öncelik vermekte, çöken orta tabakaların kurtuluşu için yeniden bir ulusal ekonomik yapılanmayı gündeme getirmektedir. Ekonomiye devletin alma görünümü altında bütünüyle çok uluslu tekellere devretmek Türkiye’yi bir yarı sömürge ülke konumuna getirmiştir. Atatürk ulusal kurtuluş savaşı sonrasında bir ekonomik kurtuluş savaşına yönelerek ülkede devlet merkezli bir ulusal ekonomik düzen kurmuştu. Türkler bu sayede çağdaş uygarlık düzeyine kısa zamanda geçme şansını elde etmişlerdir. Şimdi ise bunun tamamen tersi yapılmakta, Türkiye yeniden sömürgeleştirirken Türk halkı açlığa mahkum edilmekte ve savaş zorlamalarıyla da karanlık bir geleceğe doğru sürüklenmektedir. Türkiye’nin bu çıkmazını barış içindeki gelişmiş Avrupa ülkeleri anlayamamaktadır. Bir sömürge ülkede sosyal demokrasi olamayacağı gibi Sosyal devletin tasfiyesi aşamasında yoksul kitlelere sosyal demokrasi ile değil ama Kemalist devlet politikaları ile hizmet etmek mümkündür. Türk halkının sosyal demokrasi umutlarını yok eden emperyal güçler, şimdi de Türklerin yeniden Kemalizm’e dönerek toparlanmasını ve yeniden dünya sahnesini çıkışını engellemek için her yolu denemektedirler. Atatürk’ün partisinin sosyalist enternasyonelden atılmak istenmesinin ana nedeni bu durumdur. Sosyalist enternasyoneli yöneten kesimler, siyasal empati yöntemi ile kendilerini Türklerin yerine koyarak Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu iyice anlamalılar ve ondan sonra, Atatürk’ün partisi ile ilgili bir karar vermelidirler.

         Atatürk’ün partisi, küçük Asya üzerinde bir Türk devleti kurulurken, Kemalist bir siyasal örgüt olarak ortaya çıkmış, uzun süren batı hayalleri sürecinde sosyal demokrasi tartışmaları ile oyalandıktan sonra içinde bulunduğu koşulların gerçek jeopolitiği ile karşı karşıya kalmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Avrupa’nın dışında bir Asya ülkesi olarak Orta Doğu coğrafyasında Kemalizm sayesinde çağdaş bir ulus devlet olarak kurulabilmiştir. Avrupa’nın dışında bırakıldığı bu noktada Türkiye yeniden eski Asyalı koşullarına geri dönmüştür. Yeniden Asya konjonktürüne Türkiye dönerken, Avrupa tipi bir sosyal demokrasiyi Türkiye’de beklemek mümkün değildir. Bundan sonra Türkiye’de sol ancak Kemalist bir anlayış ile mümkün olabilecektir çünkü Türk devletini var eden bu düşüncenin savunulmasıyla, çağdaş ve laik bir ulus devletin İslam ve Asya coğrafyasında yoluna devam edebilmesi mümkün olabilecektir. Ne olduğu belli olmayan aksine, Atlantik emperyalizminin hegemonyasının önünü açarak Türkiye’yi Kemalist çizgiden uzaklaştıran demokratik sol politikalar da bu aşamada ciddi bir alternatif olmaktan çıkmaktadır. Bugünün Asya ve Afrika ülkelerinde sol partiler olarak batı tipi sosyal demokrat yapılanmalar değil ama, halk kitleleri ile çalışan sınıfların ciddi olarak temsil edildiği sosyalist partiler çalışmalarını sürdürmektedirler. Atatürk’ün partisi sahip olduğu Kemalist ideoloji doğrultusunda, Asya ve Orta Doğu koşullarını yerinde değerlendirebilmeli ve Asya’nın sosyalist partilerine benzer bir biçimde halk kitleleri ile kucaklaşarak demokratik yoldan iktidara gelebilmelidir. Ancak bu yoldan Türkiye’nin sömürgeleşmesi ve çöküşü önlenebilecektir. Asyalı sosyalist partilerin radikal programları doğrultusunda devletleştirme, kamulaştırma gibi uygulamalarla, çok uluslu tekellerin emperyalist baskılarına karşı direnecek ulusal ekonomik yapılanmalar yaratılmalıdır. Atatürk’ün ulusal kurtuluş savaşı sonrasında emperyalizmi kovmak üzere gerçekleştirmiş olduğu uluslaştırma programlarının Atatürk’ün partisi aracılığı ile yeniden gündeme getirilmesi, Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığını koruyabilmesi açısından yaşamsal önem taşımaktadır. Kemalizm bu yoldan Türk devletini yoktan var edebilmiştir.
         Sosyalist enternasyonal giderek batılı emperyalist devletlerin ve çok uluslu tekellerin dümen suyunda bir liberal sosyal demokrasiye kayma süreci içerisindedir. Bağımsız hareket edebilme yeteneğini yitirmiş olan sosyalist enternasyonalin batı emperyalizminin tamamlayıcısı konumundaki çıkışlarını dikkatle izlemek ve sosyalizm adına emperyalizme alet olan tutumlarını kamuoyuna sergilemek gerekmektedir. Türkiye’nin önünde yeni dönemde artık sosyal demokrasi değil ama Kemalizm bulunmaktadır. Bu gerçekliğin hem Türkler hem de dış dünya tarafından bilinmesinde yarar bulunmaktadır. Kemalist Türkiye Cumhuriyeti’nin Batı tipi sosyal demokrasi aldatmacalarıyla oyalanma dönemi artık sona ermektedir. Dünya haritası üzerinde ortaya çıkan yeni durumun dikkatle izlenmesiyle, Türkiye’nin Kemalist yapısı daha iyi anlaşılabilecektir. Dünyanın merkezi coğrafyasında bir merkez devlet olarak Türkiye’nin yeni konumu ele alındığı zaman daha gerçekçi bir yaklaşım ile Kemalist Türkiye aracılığı ile bu bölgede barışın, düzenin ve istikrarın kurucusu ve koruyucusu Türkiye Cumhuriyeti’nin olacağı anlaşılacaktır. Kemalizm ve sosyal demokrasi birbirlerini benzer düşünce sistemleri olmalarına rağmen ayrı coğrafyaların ürünleridir. Avrupa’nın dışında bırakılan Türkiye yeni dönemde artık sosyal demokrasi alanında değil ama İslam coğrafyasında ve Avrasya bölgesindeki karanlıklar alanının içerisinde yeniden bir Kemalist var olma mücadelesi verecektir. Bu alanda, Türk devletinin varolabilmesi ve yoluna devam ederek bölgenin yeniden yapılanmasında merkez ülke olarak öne geçebilmesi ancak Kemalist devlet modelinin korunmasıyla mümkün olabilecektir. Sosyal demokrasi biterken Kemalizm yeniden devreye girmektedir.

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN


1 yorum: