KEMALİZM VE SOSYAL DEMOKRASİ
Kemalizm ve sosyal demokrasi
ilişkisi son günlerde Türkiye’de önde gelen tartışmalardan birisi durumuna
geldi. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Atatürk’ün partisinin
sosyalist enternasyonal adını taşıyan uluslararası organizasyondan atılmak
istenmesi nedeniyle bu tartışmanın daha da alevlendiği görülmüştür. Devletin ve
cumhuriyet rejiminin kurucusu olan Atatürk’ün partisinin yeterince sosyal
demokrat olmaması gibi bir gerekçe ile uluslararası bir yapılanmanın dışında
bırakılmak istenmesi her yönü ile üzerinde düşünülmesi gereken bir sorun
yaratmıştır. Geçen yüzyılın başlarından buyana devam edip gelen bir
enternasyonal yapılanma içerisinde bir araya gelen sosyalist ve sosyal demokrat
partiler, Batı kapitalist sisteminin halk kitlelerini ezmesine ve dünya
ülkelerini sömürgeleştirmesine karşı bir araya gelerek güçlerini birleştirme
yoluna gitmişler ve daha sonra da örgütlü bir mücadele ile uluslararası
kapitalist emperyalizme karşı dünya konjonktüründe yeni dengeler oluşturmaya
çalışmışlardı. Atatürk’ün partisi de kurucusundan gelen halkçılık, devrimcilik,
devletçilik gibi ilkelerin öncülüğünde dünya halklarının kardeşliği ve
dayanışması doğrultusunda böylesine bir uluslararası yapılanmanın içinde yer almıştır.
Sosyalist
enternasyonalin şimdiye kadar yapmış olduğu bütün çalışmalarda en üst düzeyde
yer alan Atatürk’ün partisi, bu kuruluşun anti emperyalist çizgide geliştirmiş
olduğu yeni yaklaşımlara katkıda bulunmaya çalışmış ve sömürgeci batı
emperyalizminin daha fazla haksızlık ve adaletsizlik yaratmaması amacıyla dünya
halklarının ve ülkelerinin kardeşliği doğrultusunda yeni bir tür küreselleşme anlayışını
dayanışmacı bir yaklaşım doğrultusunda
evrensel alanda geçerli kılabilmek üzere her türlü çabayı
göstermiştir. Kuruluşu itibarıyla bir sosyal demokrat parti olmayan Atatürk’ün
partisinin, yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra, sosyalist ve sosyal
demokrat partiler arasındaki evrensel dayanışma düzenine katılmasının nedeni, giderek
etkisin artıran batı emperyalizmine karşı Türk halkının çıkarlarını savunmak ve
Türkiye Cumhuriyeti devletinin küresel emperyal güçlerin baskıları altında
ezilmesini önlemeyi gerçekleştirmekti. Dünya giderek batılı ülkelerin
emperyalist hegemonya girişimleri doğrultusunda daha haksız bir düzene doğru
sürüklenirken, evrensel düzeyde hak ve adalet arayışının yeni merkezlerinden
birisi olarak ortaya çıkmış olan Sosyalist enternasyonal, Batı emperyalizmine
karşı bir Ulusal Kurtuluş Savaşı vererek kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurucusu olan siyasal partiye de kucağını açarak, Atatürk’ün partisini de içine
almaya kabul etmiştir. Giderek tekelleşen Batı şirketlerinin güdümündeki
emperyalizmin dünya halklarını daha fazla ezmemesi için Sosyalist Enternasyonalin
önderliğinde yürütülen uluslararası çalışmalara, bu doğrultuda katılan
Atatürk’ün partisi, Ulusal Kurtuluş Savaşından gelen antiemperyalist bir
bilinç ile Türk halkını böylesine bir evrensel platformda şimdiye kadar
başarıyla temsil etmiştir.
Sovyetler Birliği uluslararası bir
sistem olarak varlığını sürdürürken, Batı bloğuna karşı sosyalist ülkelerin bir
araya gelmesinden oluşan bir doğu bloğu iki kutuplu dünya düzeni çerçevesinde dünya
dengelerinde etkin oluyordu. Rusya’nın önderliğindeki bir sosyalist sistem doğu
bloğu olarak Batı dünyasının önüne çıkınca, buna karşı batı bloğu sosyalizmi
doğu bloğuna bırakmamak üzere bir sosyalist enternasyonal örgütlenmesine
gitmiştir. Sovyetler Birliği sosyalist sistemin öncüsü olarak varlığını
sürdürürken, Batı ülkelerinde Moskova merkezli komünist ya da Marksist
partilerin öne çıkmaması için, demokratik sosyalist ya da sosyal demokrat
partiler kurulmuş ve Batılı devletler tarafından Sovyet tipi bir sosyalizme
karşı alternatif olarak desteklenmiştir. Rusya’nın önderliğindeki uluslararası
sosyalist partiler dayanışması komünist enternasyonal olarak evrensel düzeyde
örgütlenince, buna karşı olarak batı bloğunun önderliğinde bir sosyalist
örgütlenme, bu kez sosyalist enternasyonal adı altında gündeme getirilmiştir.
Komünist enternasyonal daha çok Marksist ve Sovyet tipi bir sosyalizmi
savunurken ve evrensel düzeyde bir komünist devrimi savunurken, buna karşılık
batı ülkelerindeki sosyalist ya da sosyal demokrat partiler bir araya gelerek sosyalist
enternasyonal çatısı altında batı tipi bir demokrasiyi kabul eden ve sosyalist
uygulamaları böylesine bir rejimin çatısı altında gerçekleştirmeye çalışan daha
yumuşak bir modeli topluca savunmuşlardır. Sovyetler Birliğinin öncülüğündeki
uluslararası sosyalist sistem devam ederken, Batı emperyalizmine karşı komünist
enternasyonal iki kutuplu dünya dengesinin oluşturulmasında önemli ölçüde etkin
çalışmalar yapıyordu. Ne var ki, sosyalist sistemin dağılmasından sonra bu
denge değişmiş ve batılı emperyalistler kendi hegemonyalarını bütün dünyada
geçerli kılmak için atağa kalktıkları yeni aşamada bütün eski sosyalist
ülkeleri batının sömürgesi konumuna getirmek istemişlerdir. Bugün böylesine bir
saldırganlık ve çıkmaz içerisinde dünyada yeni bir düzen kurulamamaktadır.
Sosyalist sistemin dağılması üzerine,
komünist enternasyonale denge sağlamak üzere batı bloğu çerçevesinde
oluşturulmuş olan sosyalist enternasyonal de sağa kaymıştır. Adı sosyalist
olmasına rağmen, Batı emperyalizminin yeni ideolojisi olan neoliberalizm, bütün
Batı ülkeleriyle beraber bu ülkelerdeki sol, sosyalist ve sosyal demokrat
partileri esir almıştır. Sosyalist görünümlü birçok batı ülkesinin partisi
zaman içerisinde liberal politikalara kaymışlar ve bir anlamda batı hegemonyasının
neoliberal manifestosunun emir eri
olarak uygulayıcıları konumuna düşmüşlerdir. Batı ülkelerinin Hıristiyan
dünyasının bir parçası olması nedeniyle ve uluslararası Yahudi lobilerinin bu
ülkelerdeki etkili çalışmaları doğrultusunda yeni duruma uyum gösterilmeye
çalışılmış ve Batı ülkelerinin sosyalist partilerinin sesleri, sosyalist enternasyonal
aracılığı ile kısılmaya çalışılmıştır. Batı bloğunun üstünlüğü ve bütün dünyada
bir batı emperyalizmi hegemonyası çerçevesinde, postsovyet dönemde yeni bir
uyum arayışının sosyalist enternasyonel üzerinde etkili olmaya başladığı aşamada
Türkiye gibi batının dışında kalan ülkeler açısından yeni sorunlar ortaya
çıkmıştır. Hıristiyan kültürünün birleştiriciliği çerçevesinde batının
kapitalist ve sosyalist partileri bir araya gelirken, Türkiye gibi Müslüman
coğrafyasının içinden çıkan ülkeler zor durumlarda kalmışlardır. Hıristiyanlığın
birleştirici unsurundan yoksun kalan Müslüman ve doğulu ülkelerin sosyalist
enternasyonel içerisinde temsil edilmeleri her geçen daha da zorlaşmıştır. Böylesine
bir aşamada kendiliğinden bir dışlanma sürecini Türkiye gibi ülkeler yaşamışlar
ve bu durumda da enternasyonel içerisinde doğulu ve Müslüman ülkeleri temsil
eden partiler yeni sorunlarla karşılaşmışlardır.
Atatürk’ün partisinin bir ulusal
kurtuluş savaşı içerisinden çıkmış olması, batı emperyalizmine karşı bir
var olma savaşı veren ülke ve de ulusun temsilcisi olması nedeniyle, küreselleşme
döneminde en zor durumda kalan ülkelerden
birisi Türkiye olmuş,
Türkiye’nin temsilcisi olarak yer alan
Atatürk’ün partisi de neoliberal manifestoya teslim olmamak için elinden
geldiğince direnmiş ama Hıristiyan dünyasının ortak kültürü
içerisinde bir araya gelen batının demokratik sosyalist ya da sosyal demokrat
partilerinin kışkırtmaları ile baskı
altına alınmıştır. Tam bu aşamada sosyalist enternasyonelden atılmak gibi bir
durumun ortaya çıkmasının ana nedeni, uluslararası alanda gündeme gelen yeni
durumdur. Atatürk’ün partisinin hiçbir biçimde tutum ya da tavır değişikliğinin
söz konusu olmadığı bir aşamada, sosyalist enternasyonalden atılmak gibi bir tehdit
ile karşı karşıya kalmasının ana nedeni, Türkiye’deki ulusal savunmaya katkıda
bulunmasıdır. Küresel emperyalizmin dünyanın merkezi coğrafyasına gelerek
yerleşmek istemesi ve bu doğrultuda bölgedeki ulus devletleri tasfiye ederek
çok uluslu ve kültürlü bir bölgesel federasyona yönelmesi noktasında, Atatürk’ün
partisi tarihten gelen kimliğinin doğrultusunda hareket ederek antiemperyalist
bir tavır almak zorunda kalmaktadır. Sosyalist enternasyonal üyesi olan batılı
sosyal demokrat partiler neoliberalizmin manifestosuna teslim oldukları için
hiçbir biçimde batılı çok uluslu tekellerin güdümündeki emperyalizme karşı
çıkmamaktalar, aksine onların oluşturmaya çalıştıkları küresel imparatorluk
düzeni içerisinde kendilerine biçilen rolü kabul ederek yeni dönemin koşullarında
pasif bir teslimiyetçi yaklaşımı izlemektedirler. Böylesine bir edilgenliği,
batı emperyalizmine karşı bir ulusal kurtuluş savaşının içinden çıkmış
olan Atatürk’ün partisinden beklemek gerçekçi
olmayacaktır. Nitekim tam bu aşamada Atatürk’ün partisinin sosyalist enternasyonalden
çıkartılmasını gündeme getiren çevrelerin emperyalizmin uzantısı oldukları ve
neoliberal küresel imparatorluk projesi doğrultusunda ulusal, üniter ve laik
bir cumhuriyet olan Türk devletini teslim almaya çalıştıkları görülmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti'ni bölgesel hegemonya planları ve de projeleri doğrultusunda
tasfiye etmek isteyenlerin, ülkesinde bir antiemperyalist direniş
göstererek devleti ve ülkeyi kurtarmak
isteyen Atatürk’ün partisini cezalandırmak doğrultusunda sosyalist enternasyonalden
atılma konusunu gündeme getirdikleri görülmektedir.
Mustafa
Kemal’in çağdaş uygarlığa ulaşma hedefi doğrultusunda batıya ve Avrupa’ya yakın
duran Türkiye Cumhuriyeti’nin son elli
yılı Avrupa Birliğine girme mücadelesi
ile geçmiştir. Ne var ki, tam üyelik için her türlü özveriyi gösteren,
kendisinin varlığından ve devlet modelinden bile vazgeçme aşamasına zorlanan
Türk devletinin Avrupa kıtasının dışında bırakılmasıyla yeni bir durum ortaya
çıkmıştır. Batı tipi sosyal demokratların egemen olduğu bir sosyalist enternasyonal
sonunda bir batı bloğu yapılanmasıdır. Avrupa Birliğinin dışında bırakılınca Türkiye ise artık bir Batı ülkesi görünümünden çıkmaktadır. Çağdaş anlamıyla
sosyal demokrasi ya batı tipi oturmuş rejimlerde ya da sadece Avrupa
ülkelerinde görülebilmektedir. Avrupa’nın dışında kalan ülkelerde
gerçek anlamıyla sosyal demokrasi olamaz. Batılı anlamıyla sosyal demokrasinin
ortaya çıkabilmesi için belirli bir gelişmişlik ve zenginlik düzeyi esastır. Bu
da ancak batının ileri ülkelerinde görülebilmektedir. Batı bloğu hal böyle
olmasına rağmen bütün dünyaya hükmedebilmek üzere, üçüncü dünya ülkelerindeki
demokratik sosyalist partileri de sosyalist enternasyonalin içine almıştır.
Latin Amerika’dan Afrika’ya, Asya’dan dünyanın diğer bölgelerine uzanan bir yayılma
politikası çerçevesinde, batılı sosyal demokrat partiler ile, batının dışında
kalan ülkelerdeki demokratik sosyalist partilerin ortak bir çatı beraberliği içinde
oldukları görülmektedir. Aslında batı emperyalizmine karşı bağımsızlığı korumak
durumunda kalan, üçüncü dünya ülkelerinin demokratik sosyalist partileri de antiemperyalist bir çizgi izlemektedirler. Bu doğrultuda Atatürk’ün partisi ile,
batının dışında kalan ülkelerin demokratik sosyalist partilerinin birbirlerine
paralel bir tutum içinde oldukları anlaşılmaktadır. Ne var ki, Asya ve Afrika
ülkelerinden enternasyonale katılan demokratik sosyalist partilerin antiemperyalist politikaları tartışma konusu yapılmazken, Türkiye’yi bu evrensel
çatı altında temsil eden Atatürk’ün partisinin antiemperyalist ve ulusal
çıkarlara öncelik veren tutumunun mesele yapılmasını iyi niyetli olmayan bir yaklaşım
olarak görmek gerekmektedir. Batılılar gene Hıristiyan olmayan bir ülke olarak
Türkiye’ye karşı çifte standartlı bir tutumu kararlı bir biçimde izlemekte ve
diğer ülkelerin özel konumlarına göstermiş oldukları hoşgörülü tutumu Türkiye
Cumhuriyetinden esirgemektedirler. Böylesine bir haksızlığı hiçbir zaman hak etmeyen
Türkiye ve onun temsilcisi olarak Atatürk’ün partisi artık sesini yükselterek,
batının dışındaki diğer ülkelerin ve onların temsilcisi olan demokratik
sosyalist partilerin desteklerini yanına alarak yeni dengeler oluşturmak
zorundadır. Böylesine bir yeni denge oluşturulamazsa, sosyalist enternasyonal
üzerinden Türkiye ve Atatürk’ün partisi üzerine yeni emperyal oyunların gündeme
getirilmesi muhtemeldir
Atatürk’ün
partisi, içinden çıkmış olduğu ulusal kurtuluş savaşının temsilcisi olarak,
Atatürk ilkelerine dayanan yapısı ile Kemalist bir partidir. Partinin Kemalist
kimliği seksen sekiz yıllık Türk devletinin her aşamasında ortaya çıkmış ve
kesinlik kazanmıştır. Devlet kuran bir Kemalist parti olarak Atatürk’ün partisi
soğuk savaşın son dönemlerinde ortanın solu tartışmalarının içine girmek
durumunda kalmıştır. Yeni bir anayasa ile sosyal devlet yapısına kavuşan
Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk kez bir Marksist parti seçimler yolu ile parlamentoda
temsil edilince, ülkedeki sola açılışa paralel olarak, Atatürk’ün partisi
de belirli bir tartışma sürecinden
sonra kendi yerini ortanın solu olarak ilan etmiştir. Atlantik ötesinde
yetişmiş olan bir gazetecinin önderliğinde başlatılan yeni ortanın solu hareketi,
Türkiye’de parlamentoya girmiş olan Marksist partinin önünü kesmek üzere gündeme
getirilmiş ve belirli aşamadan sonra da Atatürk’ün Kemalist partisinin ana
görüşü olarak benimsenmiştir. Egemen güçlerin Sovyetler Birliğinin komşusu olan
bir ülkede Marksist bir sosyalizm uygulaması istememeleri üzerine, ortanın solu
siyaseti zaman içerisinde Kemalizm’in yerini almıştır. Bu hareketin önderi
Atatürk’ün partisini Kemalist çizgiden uzaklaştırmak üzere ortanın solu
siyasetini kullanmış, belirli desteklerle Marksist sosyalist partiler devre
dışı bırakılırken, ortanın solu ile Türkiye’de yeni bir denge oluşturulmaya
çalışılmıştır. Ortanın solu sağ çevreler tarafından Moskova yolu olarak ilan
edilirken, o dönemde yeni başlayan Avrupa Topluluğu sürecine Türkiye’nin
yakınlaşmasını sağlamıştır. Ortanın solu siyaseti Avrupa’nın önde gelen
ülkelerinin sosyal demokrat partileri aracılığı ile kurulan ilişkiler
doğrultusunda geliştirilmeye çalışılırken, bu partilerin aracılığı ile de
Türkiye’de ilk sosyal demokrasi tartışmaları başlamıştır. Almanya’ya giden
aydınların öncülüğünde Avrupa sosyal demokrasisi Türkiye’ye tanıtılırken,
Atatürk’ün partisinde başlatılmış olan ortanın solu hareketi de zaman
içerisinde bir sosyal demokrasi anlayışına doğru dönüşmeye başlamıştır. Ortanın
solu kavramının belirsiz içeriği Avrupa’daki sosyal demokrat partilerin ilkeleri
ve uygulamaları ile doldurulmaya çalışılmış ama Türkiye’nin çok farklı
koşulları nedeniyle bu yaklaşımlarda başarı elde edilememiştir. Tam bu noktada
Türkiye’de Asya tipi üretim tarzı tartışmaları başlatılmış ve Avrupa’nın dışında
kalan bir ülke olarak Türkiye’nin Asyalı özellikleri dolayısıyla, ancak bir demokratik
sosyalist yaklaşımın gerçekleşebileceği zaman içerisinde anlaşılmaya başlanmıştır.
Ortanın solunun belirsizliği ve geçiciliğinden sonra Atatürk’ün partisinde Kemalizm’den
uzaklaşma süreci devam etmiş ve askeri dönemlerin araya girmesinden sonra
eskisinden çok farklı bir aşamaya gelinmiştir.
Kemalizm’den
uzaklaşma çizgisinde ortanın solunun liderliğine soyunan Atlantikçi gazetecinin
askeri dönemler sonrasında Atatürk’ün partisini terk ederek, Kemalist geleneğin
dışında yeni bir yaklaşımı Türk siyasetinde örgütlemeye çalıştığı görülmüştür. Sovyetler Birliğinin kontrolü altında bir
Marksist sosyalizme karşı, Atatürk’ün partisini ortanın solunda ilan eden yeni
lider, bu açılımı Avrupa sosyal demokrasisinin desteği ile kurumlaştırmaya
çalışmış ama zaman içerisinde Avrupacı
bir sosyal demokrasiye teslim olmak istemediği için ne olduğu belli olmayan
demokratik sol diye yeni bir kavramı geliştirmeye çalışmıştır. Marksizm’e ve Avrupa
tipi bir sosyal demokrasiye alternatif olarak gündeme getirilen demokratik sol
kavramının asıl hedefinin Kemalizm’i ortadan kaldırmak olduğu bir süre sonra
anlaşılmış, Kemalist gelenek terk edilirken, Marksist sosyalizme giden yolların
önü kapatılırken, Avrupa tipi bir sosyal demokrasiye izin verilmemiştir. Daha
sonraki dönemlerde devreye girecek olan Atlantik emperyalizminin merkezi
coğrafyaya egemen olma planları doğrultusundaki Büyük Orta Doğu Projesine ve
onun siyaseti olan ılımlı İslamcı yaklaşıma geçiş, Kemalist geleneği devre dışı
bırakan demokratik sol politika ile sağlanmaya çalışılmıştır. Demokratik sol
politikaların Avrupa Birliğine karşı çıkan ve Atlantikçi bir Orta Doğu
yapılanmasına yönelen yeni politikaları doğrultusunda, Türkiye’de bir de sosyal
demokrasi ve demokratik sol çekişmelerine neden olmuştur. Türkiye’de merkez sol
bir sosyal demokrasi-demokratik sol tartışmasına çekilirken iki ayrı partili
yapı gündeme gelmiş, Atlantikçi gazetecinin Büyük Orta Doğu’ya yönelen demokratik
solculuğu, Atatürk’ün partisinin hem Kemalist yapısına hem de Avrupa Birlikçi
sosyal demokrasi yaklaşımlarına karşı çıkmıştır. Türk solu böylesine bir
kargaşaya emperyal güçlerin yönlendirmeleri ile sürüklenirken, atı alan Üsküdar’ı
geçmiş ve Türkiye sürekli bir merkez sağ yönetimin elinde küresel emperyalizmin
yarı sömürgesi durumuna düşürülmüştür. Sol politikalar emperyalizme karşı ulusal
egemenliği güçlendirecek ve sosyal devlet uygulamalarını artırarak kapitalist
emperyalizmin haksızlıklarını giderecek yerde, iç kavga ve çekişmelerle halk
nezdinde itibarını yitirerek, Atatürk’ün cumhuriyetini sürekli bir sağ yönetime
mahkum etmiştir. Sosyal demokrasi ve demokratik sol ayrılığını bir türlü
gideremeyen Türk solu son dönemlerde sürekli olarak seçim yenilgilerine sürüklenmiştir.
Ortanın solu Kemalizm’den uzaklaşmayla beraber Türk solunu daha sonraki
dönemlerde sosyal demokrasi ve demokratik sol çekişmesi gibi tartışmalara düşürerek
ülkeye zarar vermiştir.
Çağdaş
anlamda bir sosyal demokrasinin ancak Avrupa kıtası içinde mümkün olabileceği
ve kesinlikle Avrupa’nın dışında kalan ülkelerde ciddi bir sosyal demokrasi
uygulaması olamayacağı artık iyice belli olmuştur. Batı dünyasının patronu
durumunda olan Amerika Birleşik Devletleri’nde bile bir sosyal demokrat
partinin bulunmaması, Amerikan hegemonyası ardında koşan emperyalistlerin hiçbir
biçimde eski Avrupalı sömürgeciler gibi sömürgelerden kazandıklarını ve artı
değeri çalışan kitleler ve işçi sınıfı ile paylaşmaya razı olmaması nedeniyle Amerika’da
bile sosyal demokrasi uygulamaları söz konusu olmamaktadır. Amerikanın sosyal
demokrasi hiç takmayan tutumuna rağmen Avrupalı ülkeler sosyal demokrasiyi çok
ciddiye almaktalar ve geçmişten gelen sosyal devlet yapılanmalarını korurken
sosyal demokrat partilere ve uygulamalara öncelik vermektedirler. Amerika
merkezli neoliberalizmin bugün Avrupa ülkeleri tarafından kabul edilmemesi ve
sosyal devlet uygulamalarında Avrupa Birliğinin ısrar etmesi nedeniyle, Avrupa
tipi sosyal demokrasiler günümüzde ciddi bir alternatif olarak varlığını
sürdürmektedirler. Bu tür uygulamaları gündeme getiren Avrupa’nın sosyal
demokrat partileri de Avrupa kıtasının kendine özgü koşullarında çalışmalar yaparak
başarılı olabilmektedirler. Çağdaş anlamıyla sosyal demokrasinin beşiği olan Avrupa’nın
bir kıtasal birliğe yöneldiği aşamada geçmişten gelen sosyal devlet yapısını
koruması ve sosyal demokrat uygulamalarla yoluna devam etmek istemesi bir
anlamda Amerikan hegemonyasına meydan okumak anlamına gelmektedir. Küresel
emperyalizm ile bir dünya imparatorluğu oluşturmak isteyen ABD’nin bu durumu
önlemek üzere Avrupa Birliği’nin içine de neoliberal politikaları Hollanda ve
İngiltere gibi ülkeler aracılığı ile empoze etmeye çalıştığı, ama Almanya ve
Fransa gibi geçmişten gelen ciddi sosyal devlet yapıları olan büyük Avrupa
ülkelerinin bu duruma karşı çıktıkları görülmektedir. Avrupa kıtası sosyal
demokrat yapıda bir kıtasal birliğe yönelirken, Türkiye Cumhuriyeti’nin
böylesine bir büyük birlik içerisinde tam üye olarak yer alamaması ciddi
sorunlar yaratmaktadır. Türkiye yarım yüzyıl büyük bir çaba sarf etmesine
rağmen böylesine bir birliğin dışında kaldığı aşamada, sosyal demokratların
haksız eleştirileri ile karşı karşıya kalmaktadır.
Avrupa
Birliğine tam üye olamayan Türkiye Cumhuriyeti yeniden eski Asyalı konumuna
dönmektedir. Çağdaş sosyal demokrasi anlayışı ve uygulamaları sadece Avrupa
kıtası içinde mümkün olduğu içindir ki, bu kıtasal birliğin dışında kalan
Türkiye Cumhuriyeti açısından sosyal demokrasi önemini yitirmekte ve yeniden
Kemalizm öne geçmektedir. Avrupa Birliği organlarından çıkan kararlarda sürekli
olarak Kemalizm eleştiri konusu olurken, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal
kurtuluş savaşından gelen ulusal, üniter ve merkezi devlet yapısının
değiştirilmek istendiği, yeni bir Yugoslavya tipi dağılma modelinin Türkiye
üzerinde uygulanmak istendiği artık iyice kesinlik kazanmıştır. Avrupa
kıtasının ortasında yer alan bir büyük devlet olan Yugoslavya dağıtılarak küçük
eyaletler halinde Avrupa Birliğine alınırken benzeri bir uygulama, Türkiye
Cumhuriyeti’nin ulusal, üniter ve merkezi yapısı üzerinde denenmek istenmiştir. Türkiye’yi olduğu gibi
kabul etmeyen, kendi hazım kapasitesi doğrultusunda parçalayarak yutmak isteyen
bir Avrupa Birliği, Türkiye için bir medeniyet projesi olmaktan çok yeni bir
emperyal projeye dönüşmüştür. Hiçbir Avrupa ülkesi sosyal demokrasi için
bölünmeyi göze almamıştır. Türkiye’de parçalanarak bir sosyal demokrat dünya
içerisinde yer almak istememektedir. Türkiye’yi ayrı bir devlet, bağımsız bir
siyasal yapılanma olarak ortaya çıkaran Kemalizm, ülkenin ve devletin
birliğinin ve bütünlüğünün güvencesidir. Bu nedenle, bir sosyal demokrat
yapılanma olan Avrupa Birliği içerisine girmek isteyen Türkiye Cumhuriyeti Kemalizm’in
yanı sıra sosyal demokrat bir yapılanma ile daha da güçlenmek ve tamamlanmak
arayışı içine girmişken, emperyalist baskılarla karşı karşıya kalınca duraklamak
zorunda kalmıştır. Türkiye’nin batı ile olan bu macerasını batılı ülkelerin
anlaması pek de mümkün görünmemektedir. Kendi sosyal demokrat dünyaları
içerisinde sosyal devlet güvencesinden yararlanan Avrupa’nın partileri ve
devletleri Türkiye’nin bulunduğu alandaki fırtınalar coğrafyasından habersiz
görünmekte ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sanki bir güvenlik sorunu yokmuş gibi
hareket etmektedirler. Böylesine hayalci bir sosyal demokrat yaklaşım,
Türkiye’nin kendi Asyalı koşullarının bilincine varan Kemalist anlayış ile
tamamen ters düşmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’ni Kemalist devlet modeli ile
içlerine almayan Avrupa’nın emperyal devletleri, yeniden Asya kıtasının savaş
koşullarına sürüklenen Türkiye’yi anlamamakta ısrar etmektedirler. Avrupa
Birliğinin dışında bırakılan Türkiye yeniden yirminci yüzyılın başlarında
olduğu gibi bir çekişme alanı durumuna düşürülmüştür. Avrupalı güçler içlerine
almadıkları Türkiye’yi istedikleri biçime dönüştürmeye çalışırlarken, küresel
imparatorluk ardında koşan Amerika Birleşik Devletleri de Türk devletini İslam
coğrafyası ve Avrasya bölgesinde bir üs ya da taşeron ülke olarak kullanabilmenin
arayışı içindedir. Avrupa dışında kalan Türkiye savaş ve çekişme alanına doğru
itilirken, sosyal demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan barıştan ortamından
giderek uzaklaşmaktadır.
Sosyal
demokrasinin çağdaş anlamıyla gerçekleşebilmesi için en alt düzeyde koşulların
gerçekleşmesi gerekmektedir. İlk koşul, gelişmişlik düzeyidir. Belirli bir
gelişmişlik düzeyine gelmemiş olan ülkelerde sosyal demokrasi olamaz. Ancak
gelişmiş ve zengin ülkelerde devlet sahip olduğu zenginliği sosyal devlet
uygulamalarıyla orta ve alt sınıflara dağıtabilirse o ülkede ciddi anlamda bir
sosyal demokrasiden söze dilebilir. Bunun içinde devletin barış koşulları içinde
bulunması kesinlikli hiçbir biçimde savaşa girmemesi gerekmektedir. Dünya
tarihinin gösterdiği gibi savaş koşullarında sosyal demokrasi olamaz ancak
askeri diktatörlük gündeme gelebilir. Türkiye Cumhuriyeti de Avrupa kıtasından
dışlanırken, Orta Doğu’da İsrail’in, Avrasya’da Amerika Birleşik Devletleri’nin
savaş maceralarına alet edilmek istenmektedir. Bu nedenle, giderek büyüyen bir
savaş tehlikesiyle karşı karşıya kalan Türkiye’de artık sosyal demokrasiden
değil ama yeniden Kemalizm’den söz etmek mümkün olabilmektedir. Türk devleti
kendisini var eden ulusal kurtuluş savaşının içinden çıkmış olan Atatürk
ilkelerinin ve bunların bir bütün halinde oluşturduğu Kemalizm’in eseri
olduğunu hatırlamak zorundadır, aksi durumda batılı sosyal demokrasi hayalleri
ile Türkiye Cumhuriyeti’nin bir yerlere gidemeyeceği anlaşılmaktadır. Devleti
yönetenler devlet aklını, Atatürk’ün partisini yönetenler ise parti aklı ile
beraber Atatürk’ün aklını uygulamakla yükümlüdürler. Bütün dünyanın ciddi bir
değişime dışarıdan zorlandığı bu aşamada, değişim adına yok olmayı ya da
başkalaşmayı kabul etmek hatasını Türkiye Cumhuriyeti göstermemelidir. Türkiye bir
yandan savaşa sürüklenirken, ekonomisi de tümüyle batı kapitalist sistemi
tarafından esir alınarak orta tabakalar çöküşe mahkum edilmiştir. Orta
tabakaların çöktüğü çalışanların asgari ücrete mahkum edildiği, devletin
ekonomik kaynaklarının çok uluslu şirketlere peşkeş çekildiği bir aşamada, sosyal
demokrasinin esası olan bir sosyal devlet yapılanmasından söz edebilmek mümkün
olamamaktadır. Bir avuç insan dolar milyarderi olurken, milyonlarca insan
işsizliğe ve açlığa mahkum edilmektedir. Böylesine bir ortamda ne sosyal
devletten ne de sosyal demokrasiden söz edebilmek mümkün değildir. Savaş
koşullarında yoksul halk kitlelerinden oluşan bir toplum yapısı içinde Türkiye
devlet ve millet olarak kendisine kurtarabilmek üzere yeniden Kemalist politikalara
dönmek zorundadır. Atatürk’ün partisi de bu durumu yerinde gördüğü içindir ki,
batı tipi sosyal demokrasi ya da liberal anlayışa dayanan demokrat görünümlü
politikalar yerine ülkeyi ve halkı kurtaracak ulusal politikalara öncelik
vermekte, çöken orta tabakaların kurtuluşu için yeniden bir ulusal ekonomik yapılanmayı
gündeme getirmektedir. Ekonomiye devletin alma görünümü altında bütünüyle çok
uluslu tekellere devretmek Türkiye’yi bir yarı sömürge ülke konumuna
getirmiştir. Atatürk ulusal kurtuluş savaşı sonrasında bir ekonomik kurtuluş
savaşına yönelerek ülkede devlet merkezli bir ulusal ekonomik düzen kurmuştu.
Türkler bu sayede çağdaş uygarlık düzeyine kısa zamanda geçme şansını elde
etmişlerdir. Şimdi ise bunun tamamen tersi yapılmakta, Türkiye yeniden
sömürgeleştirirken Türk halkı açlığa mahkum edilmekte ve savaş zorlamalarıyla
da karanlık bir geleceğe doğru sürüklenmektedir. Türkiye’nin bu çıkmazını barış
içindeki gelişmiş Avrupa ülkeleri anlayamamaktadır. Bir sömürge ülkede sosyal
demokrasi olamayacağı gibi Sosyal devletin tasfiyesi aşamasında yoksul
kitlelere sosyal demokrasi ile değil ama Kemalist devlet politikaları ile hizmet
etmek mümkündür. Türk halkının sosyal demokrasi umutlarını yok eden emperyal
güçler, şimdi de Türklerin yeniden Kemalizm’e dönerek toparlanmasını ve yeniden
dünya sahnesini çıkışını engellemek için her yolu denemektedirler. Atatürk’ün
partisinin sosyalist enternasyonelden atılmak istenmesinin ana nedeni bu
durumdur. Sosyalist enternasyoneli yöneten kesimler, siyasal empati yöntemi ile
kendilerini Türklerin yerine koyarak Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu iyice
anlamalılar ve ondan sonra, Atatürk’ün partisi ile ilgili bir karar
vermelidirler.
Atatürk’ün
partisi, küçük Asya üzerinde bir Türk devleti kurulurken, Kemalist bir siyasal
örgüt olarak ortaya çıkmış, uzun süren batı hayalleri sürecinde sosyal
demokrasi tartışmaları ile oyalandıktan sonra içinde bulunduğu koşulların
gerçek jeopolitiği ile karşı karşıya kalmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Avrupa’nın
dışında bir Asya ülkesi olarak Orta Doğu coğrafyasında Kemalizm sayesinde
çağdaş bir ulus devlet olarak kurulabilmiştir. Avrupa’nın dışında bırakıldığı
bu noktada Türkiye yeniden eski Asyalı koşullarına geri dönmüştür. Yeniden Asya
konjonktürüne Türkiye dönerken, Avrupa tipi bir sosyal demokrasiyi Türkiye’de
beklemek mümkün değildir. Bundan sonra Türkiye’de sol ancak Kemalist bir
anlayış ile mümkün olabilecektir çünkü Türk devletini var eden bu düşüncenin
savunulmasıyla, çağdaş ve laik bir ulus devletin İslam ve Asya coğrafyasında yoluna
devam edebilmesi mümkün olabilecektir. Ne olduğu belli olmayan aksine, Atlantik
emperyalizminin hegemonyasının önünü açarak Türkiye’yi Kemalist çizgiden
uzaklaştıran demokratik sol politikalar da bu aşamada ciddi bir alternatif
olmaktan çıkmaktadır. Bugünün Asya ve Afrika ülkelerinde sol partiler olarak
batı tipi sosyal demokrat yapılanmalar değil ama, halk kitleleri ile çalışan
sınıfların ciddi olarak temsil edildiği sosyalist partiler çalışmalarını
sürdürmektedirler. Atatürk’ün partisi sahip olduğu Kemalist ideoloji doğrultusunda,
Asya ve Orta Doğu koşullarını yerinde değerlendirebilmeli ve Asya’nın sosyalist
partilerine benzer bir biçimde halk kitleleri ile kucaklaşarak demokratik
yoldan iktidara gelebilmelidir. Ancak bu yoldan Türkiye’nin sömürgeleşmesi ve çöküşü
önlenebilecektir. Asyalı sosyalist partilerin radikal programları doğrultusunda
devletleştirme, kamulaştırma gibi uygulamalarla, çok uluslu tekellerin
emperyalist baskılarına karşı direnecek ulusal ekonomik yapılanmalar
yaratılmalıdır. Atatürk’ün ulusal kurtuluş savaşı sonrasında emperyalizmi
kovmak üzere gerçekleştirmiş olduğu uluslaştırma programlarının Atatürk’ün
partisi aracılığı ile yeniden gündeme getirilmesi, Türkiye Cumhuriyeti
devletinin varlığını koruyabilmesi açısından yaşamsal önem taşımaktadır. Kemalizm
bu yoldan Türk devletini yoktan var edebilmiştir.
Sosyalist enternasyonal
giderek batılı emperyalist devletlerin ve çok uluslu tekellerin dümen suyunda
bir liberal sosyal demokrasiye kayma süreci içerisindedir. Bağımsız hareket
edebilme yeteneğini yitirmiş olan sosyalist enternasyonalin batı
emperyalizminin tamamlayıcısı konumundaki çıkışlarını dikkatle izlemek ve
sosyalizm adına emperyalizme alet olan tutumlarını kamuoyuna sergilemek
gerekmektedir. Türkiye’nin önünde yeni dönemde artık sosyal demokrasi değil ama
Kemalizm bulunmaktadır. Bu gerçekliğin hem Türkler hem de dış dünya tarafından
bilinmesinde yarar bulunmaktadır. Kemalist Türkiye Cumhuriyeti’nin Batı tipi
sosyal demokrasi aldatmacalarıyla oyalanma dönemi artık sona ermektedir. Dünya
haritası üzerinde ortaya çıkan yeni durumun dikkatle izlenmesiyle, Türkiye’nin
Kemalist yapısı daha iyi anlaşılabilecektir. Dünyanın merkezi coğrafyasında bir
merkez devlet olarak Türkiye’nin yeni konumu ele alındığı zaman daha gerçekçi
bir yaklaşım ile Kemalist Türkiye aracılığı ile bu bölgede barışın, düzenin ve
istikrarın kurucusu ve koruyucusu Türkiye Cumhuriyeti’nin olacağı
anlaşılacaktır. Kemalizm ve sosyal demokrasi birbirlerini benzer düşünce
sistemleri olmalarına rağmen ayrı coğrafyaların ürünleridir. Avrupa’nın dışında
bırakılan Türkiye yeni dönemde artık sosyal demokrasi alanında değil ama İslam
coğrafyasında ve Avrasya bölgesindeki karanlıklar alanının içerisinde yeniden
bir Kemalist var olma mücadelesi verecektir. Bu alanda, Türk devletinin
varolabilmesi ve yoluna devam ederek bölgenin yeniden yapılanmasında merkez
ülke olarak öne geçebilmesi ancak Kemalist devlet modelinin korunmasıyla mümkün
olabilecektir. Sosyal demokrasi biterken Kemalizm yeniden devreye girmektedir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Çok kaliteli bir yazı sayın hocam. Teşekkürler.
YanıtlaSil