KIZIL ELMA KOALİSYONU İLE İÇ CEPHE
Türkiye
son dönemde giderek hızlarını artıran önemli siyasal gelişmeler ile karşı karşıya
gelmekte ve bu nedenle de son derece karışık bir kamuoyu süreci ile de mücadele
etmek durumunda kalmaktadır. Küreselleşme süreci ile başlatılmış olan
teknolojik gelişmeler sosyal ve siyasal hayata zamanla daha fazla damgasını
vururken, giderek teknolojik disipline teslim olma aşamasına da gelmiştir. Çok
hızlı gelişen ve birbiri ardı sıra gerçekleşen yenilikler, insanlığı yeni bir
dünya düzenine doğru yönlendirirken, eski dünya düzeninin yavaş yavaş ortadan
kaldırıldığı ve teknolojik yeniliklerin uygulama alanına geçirildiği bir sürece
doğru insanlığın yuvarlandığı görülmektedir. İşte bu nedenle yeryüzünün her
bölgesinde yepyeni olaylar, sosyal ve siyasal gelişmeler zaman içinde ortaya
çıkarak eski dünya düzeninin geride bırakılmasına giden yolu açmışlardır. Teknolojik
yenilenmelerin ortaya çıkardığı bir başka dünya yapılanmasında hem insanlık hem
de geçmişten gelen geleneksel yaşam düzeninin bu tür gelişmelere direnemeyerek,
yıkılma ve dağılma gibi olumsuz durumlarla karşı karşıya kaldıkları
görülmektedir. İnsanlık yüzyıllar boyunca kazandığı hak ve özgürlükleri
koruyarak yoluna devam etmek isterken, teknolojik
gelişmelerin insanlığı bir yerlere doğru sürükleyerek eskisinden çok daha
farklı bir yaşam düzeninin oluşumuna destek verdiği görülmektedir. Teknoloji
toplumsal yaşamı alt üst ederken, toplumun her kesiminin iş ve çalışma
alanlarına dışarıdan müdahale edilmeyi gösteren, daha sınırlayıcı yeni bir yaşam
biçimi beraberinde gündeme getirilmiştir. Bugün gelinen noktada insanlık eski
alışkanlıkları ile yeni yapılanmalar karşısında daha farklı bir ortama doğru
sürüklenmekte ve böylece geleceğin bilinmeyen tarihine doğru insanlık
kendiliğinden yol almaktadır.
Yirmi birinci
yüzyılda insanlığın geleceğin dünyası ile karşılaşmasının ilk görüntüleri ile
karşı karşıya geldiği zaman dilimleri, belirli bir süreç içinde daha da
gelişmiş yapılanmalar aracılığı gündeme gelmiştir. Teknolojik alanda meydana
gelen tüm yenilikler zamanla toplumsal yaşamın içine doğru gelişmeler
gösterdiğinde, insanların geçmişten gelen birikimlerini kullanarak yeni
durumlara uyum sağlamak üzere çaba gösterdikleri görülmektedir. Toplumların
doğal düzenleri ile insanlık geleceğe doğru arayış ve çalışmalar içinde iken,
birden elektronik devrimin gerçekleşmesi ve iş hayatının doğal seyrinden
çıkarak bilgisayar kutusunun içine girmesiyle birlikte, insanlığın bugün gelmiş
olduğu yeni dönemin ilk göstergeleri ile dünya karşılaşmıştır. Bir yandan doğal
yaşam devam ederken ve insanlar bu doğrultuda, ev, ofis, gezme, alışveriş, yer
değiştirme ve sosyal hayat gibi gündelik yaşamın çeşitli görüntüleri ile
zamanlarını planlamaya ve yaşamlarını sürdürmeye çalışırlarken, elektronik
devriminin gerçekleşmesi ve bu
doğrultuda yaşam düzeninin büyük oranda elektronik ağların ve sistemlerin
etkisi altına girmesiyle birlikte, insanlığın normal yaşam düzenlerinin
değiştiği görülmektedir. Soğuk savaşın bitişi ve küreselleşme döneminin
başlamasıyla birlikte, çeyrek yüzyıllık son zaman dilimi içinde insanlığın
normal yaşamdan elektronik yaşama doğru yapılanması ortaya eskisinden çok
farklı bir yeni dünya düzeni süreci çıkarmıştır. Önceleri daktilonun yerini
bilgisayarların alması küçük bir değişim olarak insanları fazla rahatsız
etmemiş ama daha sonraki aşamada bilgisayarların bütün iş yerlerine yayılması ve
aradaki elektronik bağlanma sistemi içerisinde telefonların bilgisayarlar ile
aynı sistem içinde kullanılmaya başlanması üzerine, yirmi birinci yüzyılın ilk
yıllarından itibaren insanlık, yeni elektronik devriminin getirmiş olduğu çok
farklı bir düzen ile karşı karşıya gelmiştir. İnsanların doğal yaşamı bu
aşamada sınırlanmaya başlamış ve zamanla bitmiştir.
Geçen
yıl ortaya çıkan virüs salgının hızla bütün dünyaya yayılması ile yeryüzünün
her bölgesinde etkisini genişleten virüs salgını, öldürücü yapısı ile tüm
insanlığı tehdit altına almış ve bu yüzden evlerinden dışarıya çıkamayan bir
yeni kuşak, öldürücü biyolojik savaş tehdidi altında öne çıkartılmıştır. Aradan
geçen bir yıl içinde milyonlarca insanın hastalanması ve gene bu yönde birçok
insanın yaşamını kaybetmesi üzerine, insanlığın geleceği ile ilgili söylentiler
zamanla tartışmalara dönüşerek insanoğlunun geleceği ile ilgili büyük
kuşkuların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Özellikle son dönemde hasta ve
vefat sayılarının fazlasıyla yükselmesi insanlar arasında çok ciddi kuşkular
yaratırken, insan toplumları gelecek derdine doğru sürüklenmeye başlamıştır.
İnsanoğlu hayata geldikten sonra içinde yaşadığı dünyanın geleceği ile yakından
ilgilenmek durumunda kalmıştır. Yaşam bütünüyle tehditlerle dolu olduğu için insanlar
her zaman için güvenlik arayan bir tutum içinde olmuşlar ve bu doğrultuda
yaşamı ve gelişmeleri izleyerek doğal yaşam sürecinin güvenli bir ortamda
gerçekleştirilmesi için yoğun çabalar göstermişlerdir. Son olarak ortaya çıkan
pandemi süreci de her türlü düzeni bozarken, insanlığın geleceği için de ciddi tehditleri gündeme getirerek çok uzun olmayacak bir zaman dilimi
sonucunda bugünkü insan uygarlığının ortadan kalkabileceği ve
yerine bambaşka bir düzenin zorlama
müdahaleler aracılığı ile uygulama alanına getirileceğine dair gelecek
bilimcilerinin değerlendirmeleri, günümüz dünyasında açıktan tartışılmakta
ve yeni gelecek düzende ortaya çıkacak
beklenmeyen gelişmelerin insanoğlunun yaşam düzenini kaldıracağı gibi aynı
zamanda insanlığın da böylesine köklü bir değişim aracılığı ile yok olma riski ile karşı karşıya kalacağı
dile getirilmektedir. İnsanlık bugünkü dünya üzerinde yaşarken hem elektronik
devrimi hem de bir biyolojik savaş aracı olarak virüs saldırılarına muhatap
olarak yaşayamaz bir duruma gelebilecektir.
Dünyada
var olan her yapılanmanın ya birbirinin devamı ya da birbirine karşıt çizgide
ortaya çıkan olaylar ve gelişmeler sonucunda, bugünkü var olma düzen ve
biçimlerine sahip olabildikleri anlaşılmaktadır. Yeryüzünün milyarlarca yıl
önce oluşmaya başladığını ortaya koyan jeoloji ya da diğer bilim dalları
aracılığı ile, insanlık nasıl bir gezegen içinde yaşadığını ve hangi
aşamalardan geçerek bugünkü tarihsel konumuna geldiğini iyi bilmektedir.
Günümüzdeki aşamada insanlık her alanda büyük bilgi birikimlerine sahip
bulunmaktadır. Ne var ki, bugüne kadar yaşanan olaylar karşısında her şeyin değiştiği,
hiçbir şeyin ya da varlığın sonsuza kadar yaşayamayacağı, bu nedenle de değişim
yasasının her yerde geçerli olduğu, bu doğrultuda her şeyin değişeceği ve
hiçbir şeyin değişmeden ayakta kalamayacağını ve değişmeyen tek şeyin değişim
yasası olduğunu, insanlık bugün daha iyi değerlendirerek ona göre hareket etmek
zorundadır. Uzaydan ya da doğal yaşamdan gelen tüm yenilikler ve değişiklikler
hem dünya hem de insanlığın üzerinde kalıcı etkiler yarattığı için,
yeryüzündeki insan topluluklarının varlık düzenleri ile yaşam boyutları değişkenlik
süreci içindedir. Elektronik devriminin insanları bilgisayar makinelerine
mahkum ettiği gibi, virüs salgınları ya da ortaçağ dönemi benzeri mikrop
geliştirme girişimleri ya da organizasyonları da insanlığın hareket
serbestliğini ortadan kaldırarak katı kurallara bağlanmış bir yaşam biçimini
halk kitlelerine zorla benimsetmeye çalışmaktadırlar. Elektronik güç ile
biyolojik savaşta virüsleri kontrol eden güçler kendi istedikleri çizgide bir
yeni dünya düzeni oluşturmaya öncelik vermişlerdir. Yeryüzünde meydana gelen
yeniliklerin yaşam düzenlerini değiştirmesi gibi yeni kurulmakta olan elektronik
düzenler ya da önlenemeyen virüs salgınlarının yarattığı toplumsal alt üst
oluşlar, sosyal yaşamın siyasal örgütlenmesi olarak devletleri de tehdit ederek
baskı altına almaktadır. Corona virüs olayının ortaya koyduğu üzere insanoğlu
ya hastalanarak ölmek durumunda ya da dış müdahaleler aracılığı ile zorlanan
inovasyon girişimlerine ayak uydurarak daha dolaylı yollardan hareket ederek,
geleceğe dönük yaşayabilmenin çabası içinde olacaktır. Tümüyle kökten bir
yenilenmeyi beraberinde getiren inovasyon yapılanmaları, toplumsal yaşamı tepeden
tırnağa yeniden düzenlemektedir.
Yeni
elektronik düzen toplumsal yapıları kökten sarstığı için, bu yeni durum
devletlerin sahip olduğu siyasal ve yönetsel tüm eski yapılanmaları da yakından
sarsarak, ülkeleri ve üzerinde yaşayan milyarlarca insanın tepesinde kurulu
bulunan koruyucu şemsiyeler olan devlet düzenlerini de gelinen noktada ortadan
kaldırabilecektir. E-Devlet yapılanması üzerinden siyasal devlet düzeninden
vazgeçilerek, elektronik devlet yapılanmasına evet denilmektedir. Böylece
binlerce yıllık tarihin beraberinde bugüne taşıdığı devlet düzenleri ortadan
kalkarken, bunların yerine E-Devlet görünümünde bir elektronik düzenleme ile
bütün bu yeniliklerin farklı bir devlet yapılanmasına dönüştürülmeye
çalışıldığı da artık saklanamaz bir gerçek olarak öne çıkmaktadır. Ne var ki,
devlet düzenleri sadece elektronik alandaki düzenlemeler ile ortadan
kaldırılabilecek yapılanmalar değildir. Her şeyin bilgisayar kutusuna
doldurulacağı ve bu kutu üzerinden yönetilebileceği bir yeni yapılanmanın
binlerce yıllık devlet oluşumlarının yerini alabilmesi mümkün değildir.
İnsanoğlu bir elektronik düzenlemenin parçası olabilecek kadar basit bir
yapılanma ise hiç değildir. Hayat eve sığar sloganı ile insanların evlerine
hapsedildikleri bir düzenlemenin ise hiç de gerçekçi bir çözüm olmadığı bir
yıllık deneme süresinden sonra ortaya çıkmaktadır. İnsanlığın yapısı ve modeli
üzerine kurulmuş olan bir dünya düzeni değiştirilmek istenirken, getirilmek
istenen yeni düzenin eskisi ile ciddi bir çatışma içinde olacağı ve zamanla
değişim süreci içinde bir kaos ortamının yaşanacağı şimdiden ortaya çıkmaktadır.
Bugünkü devlet düzenleri devam ederken, devletleri çöküşe ya da yok oluşa doğru
sürükleyecek köklü değişimlere, var olan devlet düzenleri çerçevesinde izin
verilmeyeceğinin şimdiden ortaya konulması gerekmektedir. Ne var ki, var olan
devlet düzenleri yıkılmadan da küresel tek devletçi eni bir yapılanmanın
inovasyon başlığı altında gerçekleştirilebilmesi mümkün olamayacaktır. Devletler
tarihsel bir süreç içinde doğarlar, büyürler ve güçlerinin en üst düzeyine
gelene kadar en az birkaç yüzyıllık bir var olma dönemini tamamladıktan sonra, dünyada
meydana gelen yeni koşulların etkisiyle ya büyük bir değişime uğrarlar ya da
yok olurlar. Günümüz dünyasında gündeme gelen elektronik devrimi ile birlikte
virüs üzerinden sürdürülen biyolojik savaş son yıllardaki gelişmeler ve onların
yarattığı yeni durumlar karşısında, kurulu düzeni temsil eden devletlerin çok
ciddi bir değişim ya da yok olma alternatifleri ile karşı karşıya oldukları
anlaşılmaktadır. Şimdiden belli olan gidişat üzerinde bütün devletlerin ilgili
kuruluşları izledikleri olayları tespit eden ve bunlar üzerine yeni açılımlar
içeren değişiklik projelerini devreye sokan yeni yaklaşımları var olabilmek için uygulamak zorundadırlar.
Bu dünya gerçeklerine göre oluşturulmuş olan kurulu devlet düzenlerinin devam
etmesi, insanlığın geleceği için ciddi bir güvence getirmektedir. Bu durumda
sahip oldukları maddi potansiyel üzerinden dünyanın patronluğuna soyunmuş olan
küresel emperyalistleri tatmin edecek planların yeryüzü halkları tarafından kabul
edilmesi, var olan devlet düzeninden vazgeçmeyi gündeme getireceği gibi, aynı
zamanda otorite boşluğu yaratarak, devletler biçiminde örgütlenerek yaşamaya
çalışan halk kitlelerini de hızla devletsizlik ortamına doğru
sürükleyebilecektir. Sekiz milyar insanın yaşadığı bugünkü dünya düzeninde
hiçbir toplum ya da devlet, dışarıdan getirilen dayatmalarla, insanlığın
kazanımlarını bir avuç hegemonyacının çıkarı için böylesine büyük bir değişime
inovasyon adı altında evet demeyecektir. Böylesine ters bir durumun öne çıkması
nedeniyle her devlet kendini korumak ve her türlü saldırılara karşı koyarak kurulu
düzenini savunmak zorundadır. Yaklaşık çeyrek yüzyıldır devam eden küreselleşme
sürecinin bir uzantısı olarak gündeme giren elektronik yapılanmanın getirdiği
kolaylıklardan daha fazla tehlike ve tehdit yarattığı ve insanlık açısından
yaşamsal çizgide daha güçlü olumsuz yansımalar yaptığı artık her türlü
tartışmanın ötesinde görülebildiğine göre, insanlık daha fazla zaman
kaybetmeden bütün önlemleri almak durumundadır. Yeni ortaya çıkan koşullara
dikkat etmesi gereken tüm devletler yepyeni
bir dünya düzeni kurulurken kazanılmış haklarıyla yoluna devam etmek zorundadırlar.
Devletlerin tarihi açısından bugünkü durum ele alındığı zaman ilk yapılması gereken işin öncelikli olarak tehdit analizlerinin düzgün bir biçimde yapılarak, var olan gerçek durumların ve gelecekte karşılaşılacak olumsuz durumların şimdiden yapılacak öngörülerle ele alınarak bir karara varılması ve bu kararın dünya kamuoyu önünde toplumlarla tartışılmasını gündeme getirmektedir. Bu doğrultuda gerekli olan çalışmaların yapılmasıyla, insanlığın bir oldu bitti senaryosu ile karşılaşması önlenebilecektir. Bu tür çalışmalar yapılırken insanlık tarafından bilinmeyen konuların gelinmiş olan aşamadaki birikim açısından ele alınması ve çeşitli alternatiflerin bu doğrultuda devreye sokularak gerçekçi çözüm ve kararlara varılması öncelikle gerçekleştirilmesi gereken adımdır. Devlet düzenleri açısından kendi kurulu düzenlerinin korunması öncelikli mesele olduğu için, her devlet bu temel sorunu ya kendi gücü ile ya da benzeri konumda olduğu diğer devletler ile yan yana gelerek, daha üst düzeyde bir bölgesel savunma düzenine girmek zorundadırlar. Her devletin kendisine yönelik tehditlere karşı kendi içine dönerek, devletin çekirdek noktası olan ve kuruluşunda çıkış noktası olarak değerlendirilen merkezi yapısını güçlendirmesi gerekmektedir. Bugünün koşullarında her devlet dünya kıtalarının üzerinde belirli toprak parçalarına sahip konumunda olduğu için, öncelikle vatanın elden gitmesinin önlenmesi gerekmektedir. Bu çerçevede vatan topraklarının ve ülke sınırlarının her türlü dış tehdide karşı önceden güçlü bir biçimde koruma altına alınması gereklidir. Ülkenin ortalarında yer alan merkezin ya da başkentin ülkeye olan egemenliğini temsil edecek çizgide örgütlenerek korunması sağlanmalıdır. Öncelikli olarak bu merkezi güçlendirme sağlanmadan diğer konulara girişmek ve var olan ulus devletlerin merkezi yapılanmalarını ihmal ederek savunma planı yapılamaz. Devletlerin başkentinden başlatılacak yenilenme ve güçlendirme operasyonlarından sonuç alabilmek için merkezi hareket düzeni esas alınarak, devletin ve ülkenin diğer yanlarına ikinci planda eğilmek merkezi gücün korunması açısından yararlı olacaktır.
Merkezin
ötesinde kalan ve ülkeye yayılmış olan kentler ile diğer toprak parçalarının da
benzeri bir biçimde koruma yaklaşımı ile ele alınarak yeniden yapılandırılması,
devletin güvenliği açısından dikkat edilmesi gereken konulardır. Saldırıların
öncelikli olarak önlenmesinden sonra bunların sınırlar ve kentsel yapılara
yönelen olumsuz etkilerinin kaldırılarak yeniden eski normal düzenlere dönülmesi,
ülke ve devlet güvenlikleri açısından ihmal edilemeyecek konulardır. Bugünün
iki büyük tehdidi olan elektronik yapılanma ile birlikte virüs esaslı biyolojik
savaş oluşumlarının, devlet ve ülke yapılanmaları çerçevesinde kontrol altına
alınması ve zaman içerisinde ülke ve devlet çıkarlarına uygun düşebilecek düzeye
getirilerek, alternatif bir yapılanma çizgisinde yeni oluşumlara yönelmek ülke
çıkarları açısından daha olumlu sonuçlar sağlayabilir. Devletlerin güvenliği
konusuna uzaysal boyut açısından bakıldığı zaman, bugünkü dünya düzeninde ne
gibi gelişmeler ya da sonuçlar ile karşı karşıya gelineceğini şimdiden
bilebilmek mümkün görünmemektedir. İnsanlığın aya gittikten sonra Mars
gezegenine de gitmeye çalışması ve uzayın bilinmeyen yönlerinin açıklığa
kavuşturulması insanlığın bilgi eksikliğinin giderilmesi açısından olumlu
gelişmeler olarak gündeme geldiği
açıktır. İnsanlığın daha
elektronik devrime tam olarak uyum sağlayamadığı aşamada, bir de biyolojik
savaşla karşı karşıya getirilmek durumunda kalması uzun süre şaşkınlık ortamı
yaratmıştır. Bu dönem geride kaldıktan
sonra, bugün gelinen noktada elektronik düzen ile ilgili yeni güvenlik
sistemleri inşa edilmekte ve kişisel bilgilerin ve de toplumsal kazanımların
korunması üzerinden yeni güvenlik düzenlemelerine gidilmektedir. Virüs merkezli
biyolojik savaş saldırıları karşısında da sağlık hizmetlerinin alt
yapılanmalarından hareket edilerek, halk kitlelerinin beklediği toplum sağlığı
plan ve projeleriyle devletin ve toplumun halk sağlığı gereksinmelerinin acilen
karşılanmalarına dikkat edilmesi gerekmektedir.
Her iki tehdit açısından koruyucu kamu hizmetlerinin alt yapı
yatırımlarıyla birlikte tamamlanması, acil kamu hizmetlerinin gerçekleştirilebilmesi
açısından önem taşımaktadır.
Tarihte
var olan Türk devletleri ele alınarak incelendiği zaman, Kızıl Elma diye
simgesel bir kavram ortaya çıkmaktadır. Tarih kitapları incelendiğinde Türk devletlerinin gelişimi ve Türk
dünyasının varlığının korunması açılarından bu kavramın tarihsel bir öneme sahip
bulunduğu anlaşılmaktadır. Yeryüzünde Türk egemenliğinin hedefini temsil den bu
kavram, Türk dünyasının beraberliğini ortaya koymak için öne çıkarılmıştır. Türk
devletlerinin Asya kıtasından Avrupa kıtasına doğru genişleme eğilimleri
gösterdiği dönemlerde, merkezi coğrafyada yer alan büyük ve önemli kentler
dünya haritası üzerinde ele geçirilmesi gereken birer hedef olarak, Kızıl Elma
kavramı ile ifade edilmeye çalışılmıştır. Kızıl Elma Türklerin Hazar
bölgesinden çıkarak dünyaya yayılmaları aşamasında, Oğuz Türkleri arasında cihan
egemenliğini temsil ederek, dilden dile söylenen bir hedef kavram olarak gün
ışığına çıkmıştır. Türklerin yaşadıkları bölgelere göre anlam kazanan Kızıl
Elma, altın bir daire ya da bir altın top olarak, bazen bir zaferin bazen da
egemenliğin simgesi olarak kullanılmış ama her yerde bir hedefi temsil etmiştir.
Türkler üç büyük kıtada beş bin yıla yaklaşan bir tarihe sahip olurlarken,
tarihin her döneminde dünyanın bir köşesinde ya bir krallık ya da bir
imparatorluk kurarak, her dönemde egemenliğin temsilcisi olmuşlardır. Türkler
inandıkları tanrının kendilerine yurtlarını ihsan ettiğine ve bu çizgide
egemenlik misyonu yüklendiklerine her zaman için inanmışlardır. Türk topluluklarının
sosyal yapıları ve bunun üzerine kurulu bulunan siyasal yapıların dayandığı dinamiklerin
Türk devletlerini yarattığına her zaman için inanmışlardır.
Kızıl
Elma olarak ilan edilen ilk şehir Türklerin Hindistan üzerinden ilerleyerek
fethetmeyi düşündüğü Çin’in başkenti Pekin olmuş ve daha sonra da İstanbul,
Viyana, Budapeşte ve Roma ele geçirilmesi istenen merkezler olarak Kızıl Elma
kavramı ile ifade edilmeye çalışılmışlardır. Dünyanın merkezi kenti olan
İstanbul, her dönem için Türklerin Kızıl Elması olarak adlandırılmıştır.
Türklerin dünya hegemonyasında İstanbul merkez kent olarak Kızıl Elma ile
açıklanmaya çalışılmıştır. Asya’nın merkezlerinden sonra Viyana, Paris,
Budapeşte ve Roma gibi Avrupa’nın merkezleri de Kızıl Elma kavramı ile dile
getirilerek ele geçirilmesi gereken büyük kentler olarak hedef tahtasına
oturtulmuşlardır. Türkler için Kızıl Elma kavramı yaklaşıldıkça uzaklaşılan ve
uzaklaşılan oranda cazibesi artan hedef başkentler olmuştur. Kanuni Süleyman
savaş öncesinde ordularını teftiş eder ve onları savaşa sürüklerken, Kızıl
Elma’da buluşalım sözleriyle kahramanlığa davet ederdi. Türklerin çok geniş
alanlara yayılması üzerine Turan diye adlandırılan Orta ve Kuzey Asya
bölgelerinin Türk egemenliğine geçmesi doğrultusunda da Kızıl Elma kavramı kullanılmıştır. Bu anlamı ile Kızıl Elma
dünyada yaşayan bütün Türk topluluklarının birleşmesinden ileri gelen bir
küresel hegemonya arayışının da temsilcisi olmuştur. Kızıl Elma konusu Türk
edebiyatında ve siyasal alanda da dile getirilmiş ve bu doğrultuda bir
Türkçülük akımı geliştirilerek, Türk dünyası ile Türk gençliğinin önüne bir
çıkış noktası olarak konulmuştur. Bu alanda Türkiye’deki Türkçülük akımının önderlerinden
Ziya Gökalp yazmış olduğu Altın Destan, Altın Yurt, Kızıl Destan, Ötüken ülkesi,
Ergenekon, Turan ve Balkan Destanı gibi şiirleriyle tarihte ve coğrafyada yer
alan Türklük olgusunun düşünsel ve kültürel
temellerini ortaya koymaya çaba göstermiştir. Türk edebiyatının önde
gelen yazarlarından Ömer Seyfettin yazdığı makalelerinde, Kızıl Elma konusunu
mekanlar, semboller ve kavramlar düzeyinde inceleyerek, yeni cumhuriyet
devletinin fikri yapılanmasında geçmişten gelen Türk varlığının geleceğe dönük
yapılanmasında öncü bir yazar olarak yol göstermeye çalışmıştır. Bazen bir belde
ya da ülkede taht ve mabetlerin parıldayan cihan hegemonyasını temsil edecek
bir biçimde som altından yapılan kızıl renkli bir altın top olarak da Kızıl
Elma konusunun değişik zaman ve yerlerde Türklük olgusunun temsilcisi olarak
ele alındığını tarih ve siyaset kitapları ortaya koymaktadırlar. Osmanlı devletinin
Macaristan’ı fethe yöneldiği dönemde, Türkler Avrupa kıtasının ortalarını ele
geçirirken, Buda Peşte üzerinden Kızıl Elma hedefini tüm Avrupa ülkelerinde
yaygınlaştırmışlardır.
Üç
kıtanın ortalarında çeşitli devletler kuran Türkler bu kadar geniş alanda
dağılmamak üzere her dönemde bir merkezi devlet kurarak ve bu merkezden
hareketle dünyanın önde gelen kentlerini ülkelerine katmak düşüncesiyle, Kızıl
Elma düşüncesine giden yolları açık tutmuşlardır. Oğuz Kaan’ın altın çadırını
kurmasından sonra başlayan süreç içinde, Türkler her zaman için bir Kızıl Elma
hedefi belirleyerek devletlerinin genişlemesini böylesine bir coğrafya hedefi
çizgisine oturtmuşlardır. Bu çizgide İstanbul Türklerin her dönemde önde gelen
Kızıl Elma’sı olmuştur. On altıncı yüzyıldan sonra Kuzey Asya’daki Türk
ülkelerinin Rus emperyalizminin denetimi altına girmesi yüzünden, Ruslar ile
Türkler üç yüz yıl boyunca savaşmışlar ve sonunda iki büyük devlet Avrupa
kıtası topraklarından dışarı atılmışlardır. Rus hegemonyasına karşılık Osmanlı
devleti döneminde de Türkçülük akımları Türk toprakları üzerinde geliştirilmiş
ve bu doğrultuda Osmanlı orduları Ruslar ile sürekli olarak Kuzey Asya
topraklarında karşı karşıya gelmişlerdir. Birinci dünya savaşı süreci içinde
imparatorluklar dağılırken, Kızıl Elma tartışmaları yeniden güncellik kazanmış hem
Rusya’da hem de Osmanlı toprakları üzerinde Türkçü akımlar ve kadrolar
canlanarak ve aynı zamanda Rus hegemonyasının önüne geçerek Türkçü bir
hegemonya düzeni arayışı içine girmişlerdir. Panslavizm akımına tepki olarak
doğan Türkçülük ve Turancılık akımları yirminci yüzyılın başlarında büyük bir
Türk hegemonyası planına yönelirken, Enver Paşa İstanbul’dan Tacikistan’a
giderek bu kadar geniş bir coğrafyada yeni bir Türk hegemonyasını kurabilmenin
arayışı içine giriyordu. Türklerin bağımsızlık mücadelesi yeni Kızıl Elma
hedefleri belirlerken, aynı zamanda Türkler için bir yaşam ülkesi ve akımı
olarak Turan kavramını da öne çıkarıyordu.
Kızıl
Elma kavramı, Türkiye Cumhuriyeti tarihi içinde de ele alınarak kullanılan bir kavram
olmuştur. Soğuk savaş yıllarında Avrupa ve Sovyet emperyalizmlerine karşı duran
bir merkezi güç olarak Türkiye’de, devletten ve milletten yana olan toplumsal
ve siyasal güçlerin devlet merkezinde bir araya gelerek, güçler arasında ülke
ve devleti korumak doğrultusunda bir ittifakın kurulması ve de bu yönde
ulusalcılar ile milliyetçilerin birlikte hareket etmeleri sağlanmaya
çalışılmıştır. O dönemin siyasal koşullarında sağ ve sol birlikteliğinin
merkezi devletin korunması ve devam ettirilmesi için düşünülen bu Kızıl Elma
kavramına yönelmelerinin ana nedeni, bir ulusal kurtuluş savaşı sonrasında
kurulmuş olan devletin ayakta kalmasını sağlayarak, devlet ve millet
bütünleşmesi doğrultusunda emperyalist merkezlere karşı ciddi bir
antiemperyalist mücadele verilmek istenmesidir. Yirminci yüzyılın ikinci
yarısında ülkede sağ sol çatışmaları üzerinden çıkartılan terörün önlenmesi ile
birlikte bu doğrultuda bölünmeye
gidebilecek ve üniter devlet yapısını bozabilecek dağılma senaryolarına karşı, anayasal
çerçevede birlik ve bütünlüğü gerçekleştirecek milli birliğin yeniden
sağlanması ve ülkenin barış içerisinde geleceğe yönelmesi gibi bir amacın elde
edilmesinde, gene Kızıl Elma ülküsü birleştirici olacaktı. Türkiye üç kıta
ortasında kurulmuş olan ve her kıtadan esen farklı siyasal rüzgarların tehdidi
altında kalan bir ülke olduğu için, her zaman doğu-batı ayırımı ile birlikte
sol-sağ ayırımı da ön planda yer almıştır. İşte böylesine merkezde yer alan ve ara
yerde siyasal yönden sıkışıp kalan Türk devletinin yoluna devam edebilmesi için,
bir elmanın iki yarısını temsil eden kesimlerin bir araya gelerek, elmanın
bütününü kurtarmaya yöneldikleri aşamada, Kızıl Elma kavramı bir kurtarıcı
yaklaşım olarak öne çıkmış ve ülkenin birliği ve bütünlüğü, Türk egemenliğinin
temel hedefi olan Kızıl Elma kavramı aracılığı ile gerçekleştirilmeye
çalışılmıştır.
Devletlerin
dış tehdit ve saldırılara karşı
korunmaları, ülke çapında birlik ve beraberliğin sağlanması doğrultusunda koruyucu
yeni yapılanmaların öne çıkarılarak dışa karşı çekirdek bir orta alan yaratılmasına,
güvenlik bilimlerinde iç cephenin güçlendirilmesi denilmektedir. Saldırılar
dışarıdan geleceğinden ulusal ya da
ülkesel savunma için, içeride sağlam bir çekirdek devlet oluşturulması,
devletin ve ülkenin varlıklarının geleceğe dönük olarak korunabilmesi açısından
zorunlu bir önlemdir. Askeri bir kavram olan iç cephe sorunu, Türkiye gibi
ülkelerin dış tehditler ve de emperyalist saldırılara karşı koyması ve
direnerek kendini savunması noktasında, merkezin güçlendirilmesi olarak öne
çıkmaktadır. Her devlet tüm güvenlik kuruluşları ile tehdit ve baskı
dönemlerinde kendi güvenliği için önlemler almakta özgürdür. Türkiye
Cumhuriyeti de özgür bir ülke olarak başkent Ankara’daki iç cephesini
güçlendirecek ve bu doğrultuda ülkede karşıt kutuplarda siyasal etkinlikler
yürüten ulusalcılar ile milliyetçileri daha güçlü bir ulusal savunma için bir araya
getirmelidir .Soğuk savaşın bittiği aşamada , Türkiye iki binli yıllara
girerken ortaya çıkan yol ayrılıkları
,kıtalar arası çekişmeler ,ideolojik ve siyasal kavgalar ile emperyalist
projelerin dışarıdan dayatılmalarına karşı, Türk devleti dağılma ve
çözülmeye doğru zorlanırken , o dönemin
koşullarında ülkenin toparlanması ile birlikte devletin birliği ile milletin
bütünlüğünün korunabilmesi için , Türk siyasal çevrelerinde sürekli olarak bir
Kızıl Elma arayışı canlı olmuştur. Bu aşamada Türklerin cihan egemenliği
arayışlarının adı olan Kızıl Elma kavramı, bu kez tamamen ters bir doğrultuda
ve Türk egemenliğinin çıkış noktasında, var olan Türk devletinin kendi iç
yapısında oluşturulmaya çalışılmıştır. Türk devleti iç cephe tartışmaları ile
bölünme ve dağılma çizgilerinden uzak tutulmaya çalışılırken, Türk
egemenliğinin simgesi olan Kızıl Elma kavramı, bu kez var olan Türk devletinin
iç cephesinin güçlendirilmesinde kullanılmak istenmiştir. Dünya hegemonyasına
yönelen Türkiye’nin güçlü bir devlet olarak yola devam edebilmesinin, iç
cephesi güçlendirilmiş yeni bir Türkiye Cumhuriyetine bağlı olduğu
anlaşılmıştır . Bu nedenle önümüzdeki günlerde milliyetçiler, ulusalcılar, Kemalistler
ve Milli görüşçüler Türkiye’den yana yeni bir Kızıl Elma koalisyonunda birleşmelidirler.
İç cephenin güçlendirilmesi amacıyla devreye
sokulacak bir Kızıl Elma Koalisyonu konusu uzun süre kamuoyunda tartışılınca, böylesine
bir çözüm önerisine destek olanlar ve karşı çıkanlar farklı görüşleri savunarak,
bu konuda yeterince kendi aralarında bir anlaşmaya varamamışlardır. Farklı
görüşlere sahip olan insanların bir büyük koalisyon çatısı altında bir araya
getirilmeleriyle sorunun çözülemeyeceğini öne sürenler, solcuları sağcı olmakla,
sağcıları solcu olmakla suçlayarak ve resmen kafa karışıklıkları yaratarak,
böylesine büyük bir çözüm arayışının barışçı sivil bir hareket olarak ülkenin
kaderinde etkin olmasını önlemişlerdir. Ülke içinde emperyal projeler
doğrultusunda kamplaşmanın önlenebilmesi çizgisinde, oluşturulmak istenen Kızıl
Elma Koalisyonu, ajanlık yaparak kafa karışıklığı yaratan bazı siyasi ve
medyatik işbirlikçiler aracılığı ile önlenmiştir. Bu aşamada kafa karışıklığı
yaygınlaştırılırken, ülkenin çıkarları ya da iç cephe sorunu gene eskisi gibi
çözümsüzlüğe terk edilmiştir. Kızıl Elma Koalisyonunu bazı çevreler yanlış anlayarak
çözümsüzlük yaratmışlardır. Devlet ve ülke güvenliği için son çarelerden
birisinin Kızıl Elma Koalisyonu olabileceğini düşünen iyi niyetli toplum
kesimleri ise, konuya olumlu yaklaşarak sağ ve sol kesimlerden gelen
temsilcilere moral vermişler ve destek olmuşlardır. Avrupa Birliği ile küreselleşme
akımının öne geçmesi üzerine Türkiye’de sağda ve soldaki akımlarda yol
ayrılıkları öne çıkmış ve bu yüzden siyasal bir toparlanma ihtiyacı doğmuştur.
Avrupa Birliği dışında bırakılan Türkiye’nin Orta Doğu projeleri doğrultusunda
bir yandan savaşa zorlanması, diğer yandan da Avrupa Birliğine verilen ödünlere
rağmen Türkiye’nin tam üye yapılmaması devletin geleceğini olumsuz etkilediği
için, bu dar boğazdan geçerken solu ve sağı bir araya getirecek bir Kızıl Elma
Koalisyonunun zorunlu olduğunu savunan kesimler de Kızıl Elma ittifakının
devletin birliği ile milletin beraberliği açılarından çok yararlı olacağını
savunmaya başlamışlardır. Küresel emperyalizm ile Avrupa Birliğinin Türkiye’yi
dağılma noktasına getirdiği son aşamada ulusalcılar, milliyetçiler, Milli
görüşçüler ve de Kemalistler Türkiye’den yana olacak bir Kızıl Elma
koalisyonunda tıpkı çeyrek asır önce bir araya geldikleri gibi, yeniden
buluşacaklar ve güçlerini birleştirerek, emperyalist saldırı ve projelere karşı
ülkenin milli birliği ve üniter beraberliğini koruyarak, ikinci bir Yugoslavya modeli
ile Türkiye’nin dağılmasına izin vermeyeceklerdir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder