ATATÜRK VE CEDİT HAREKETİ
Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Atatürk kuruluş yılları öncesi ve sonrasında tüm siyasal
gelişmeleri izleyerek hareket etmiştir. Bu doğrultuda Avrupa ülkelerinde
meydana gelen yeni olayları izlediği
kadar, Osmanlı sınırları içerisinde gündeme gelen siyasal gelişmeler ile
birlikte eğitim, kültür ve bilim alanlarındaki gelişmeleri de zamanında takip
ederek bunlardan çıkardığı sonuç ve yansımaları etkileri ile birlikte, Türkiye
merkezli bir bütünlük içerisinde değerlendirmiştir. Dünya jeopolitiğinin tam
ortasında kalan bölgede yepyeni bir devlet kurulurken, önce ulusal kurtuluş
savaşı veren ve daha sonraki aşamada bunu başararak çağdaş bir cumhuriyet
devleti kuran kurucu kadro, o dönemin koşullarında gündeme gelmiş olan tüm
yeniliklerin değerlendirilmesiyle bir sonuca varmaya çalışmıştır. Batı
emperyalizmine karşı çıkan Osmanlı aydınlarının oluşturduğu Yeni Osmanlı
hareketi doğrultusunda önce imparatorluk kurtarılmaya çalışılmış ve daha sonra
da istenen sonuç elde bu edilemeyince, bu kez Jön Türk adı altında örgütlenen
yeni siyasal hareket, Avrupa ülkeleri üzerinden yaygınlaştırılarak, Avrupa’da
Fransız devrimi sonrasında ortaya çıkmış olan milliyetçilik cereyanlarına uyum
sağlanmaya çalışılmıştır. Türkçüler imparatorluğun geride kalan merkezi
topraklarında Türklerin ulus devletini kurmak üzere yola çıkmışlardır.
Böylesine bir süreç içerisinde Avrupa tipi bir ulus devlete ve çağdaş bir
cumhuriyet rejimine sahip olmak Türklerin başlıca amacı haline geliyordu. Bu
aşamadaki durum değerlendirilirken, eğitim ve kültür alanındaki yeni
gelişmelerde inceleniyordu.
Birinci
dünya savaşı sırasında Türklerin önderi konumuna gelen Mustafa Kemal, Balkan
kökenli bir siyasal lider olarak hem
Avrupa’daki yeni oluşumları hem de bunların Balkanlar üzerinden eski Osmanlı
bölgesine yansımalarını yakından izliyordu. Başta İstanbul olmak üzere imparatorluğun
Avrupa topraklarında bu kıtanın batısında yer alan büyük devletlerin etkileri
dikkatle takip edilirken, uluslaşma
sürecinde sadece Avrupa ile yetinilmiyor, Fransız devrimi sonrasında öne çıkan
milliyetçilik hareketleri sonrasında Asya
ve Afrika kıtalarının önde gelen
devletlerinde ne gibi yansımaların öne çıktığı da Türkiye’nin aydın çevreleri
ile birlikte ulus devletin kurucu kadrosu tarafından da öne çıkan gelişmeler yakından izlenerek değerlendirilmeye
çalışılıyordu. Anadolu’da çağdaş bir cumhuriyet kurulurken bunlardan nasıl yararlanılabileceği
konusunda düşünsel planda tartışmalar ve
fikri hazırlıklar yapılmaya çalışılıyordu. Osmanlı’nın Avrupa toprakları işgal
edilince, bu tür silahlı bir saldırıya karşı İttihat ve Terakki adı ile yeni
bir savunma ve yönetim örgütlenmesine geçiliyordu. Jön Türklerin siyasal,
teorik ve kültürel çalışmalarının yetersiz kaldığı bir aşamada ülke işgale
uğrarken, kalemle mücadelenin yetersiz kaldığı noktada, Osmanlının genç
kuşakları silahlara sarılarak bir ülkesel kurtuluş savaşına yöneliyorlardı. Jön
Türklerin yaptıkları çalışmalar ile ulusal mücadele ve direniş için oluşturulan
toplumsal ortam, zamanla direnişe uygun bir konuma geldiği aşamada, fikrin
yerini siyasal mücadele ve direniş alıyordu. Osmanlı’nın Avrupa kıtasına komşu
kısmı olan Balkanlar’a batıdan gelen tüm yansımalar, dalgalar halinde
imparatorluk kamuoyunu etkilerken Fransız devrimindeki devrimci güç olarak
ortaya çıkan Jakoben örgütlenmesine paralel bir devrimci atılım, İttihat ve
Terakki Cemiyetinin kuruluşu ile birlikte öne çıkıyordu. İmparatorluğun yerine
bir milli devlet kurma çabası içinde olan
Kuvayı Milliye örgütlenmesi, Jön Türkler aracılığı ile Avrupa’nın
düşünce devrimini izlerken, aynı Avrupa’nın askeri saldırılarına karşı da kendini
korumak üzere savunma düzeni kurmaya öncelik veriyordu. Türkler uygarlığa
yönelirken, aynı zamanda emperyalist saldırı ve işgale karşı da direnişe
geçerek önlem alıyorlardı.
Avrupa’daki
milliyetçilik cereyanları Türkiye’yi etkilediği gibi aynı zamanda Balkanlar
üzerinden Rusya ve Asya ülkelerine de yayılarak bu bölgelerde de benzeri
yansımalar yaratıyordu. Özellikle Avusturya ve Macaristan imparatorluğu ile Rus
Çarlığı, Avrupa’daki gelişmelerden çok etkilenerek bir iç kavgaya doğru
sürüklenmiştir. Özellikle 1856 yılında Amerikan donanmasının Japonya’ya gelmesi
ve Rus imparatorluğuna karşı ABD destekli Japon ordusunun saldırıya geçmesi ile
Rus-Japon savaşı çıkmış ve ABD destekli Japonlar bu savaşı kazanarak, Rus
Çarlığı’nın yıkılmasını sağlamışlardır. Napolyon’un ve Hitler’in yıkamadığı Rus
hegemonyasını ABD destekli Japonlar arkadan saldırarak yıkmışlar ve 1905
yılından sonra Rus devletinin çökertilmesiyle birlikte, kuzey Asya’da uçsuz
bucaksız alanlara yayılmış olan Rus toprakları sahipsiz kalmıştır. Rus
Çarlığı’nın çöküşü üzerine bu imparatorluğun topraklarında yaşamakta olan bütün
etnik ve dini topluluklar, kendilerine ülkenin bazı kısımlarını ayırarak
imparatorluk sonrası dönemde yaşadıkları ülkeleri ulus devlet çatısı altında
bağımsızlık düzenine kavuşturmak istemişlerdir. Rusya toprakları üzerinde en
fazla nüfusa sahip bulunan Türkler ve Müslümanlar bu süreçte diğerlerinden daha
hızlı davranarak, Kazan –Kırım-Kafkasya üçgeninde bir Türk devleti kurmak
amacıyla yola çıkmışlardır. Jeopolitik konumu nedeniyle dünyanın kuzey
bölgesinde yer alan Rusya’nın, güneyden gelen saldırılara karşı kendini koruması
ve savunması daha kolay olduğu için Avrupa’dan ya da batı dünyasından yapılan
saldırılar başarısız kalmıştır. ABD-Japonya ortaklığındaki saldırı hareketi
doğudan ve ülkenin arka kapısından yapıldığı için başarılı sonuca ulaşmış ve
böylece beş yüz yıllık Rus devleti arkadan vurularak çökertilmiştir. Rusların
geçmişten gelen büyük sosyal ve kültürel yapılanması, Rus devletini
kurtaramamış ve batı emperyalizmi Japonya’yı kullanarak Rusya devletini
bitirmiştir.
Fransız
devrimi dünyada imparatorlukları bitirerek ulus devletlerin önünü açarken, Batıdan
gelen rüzgarlar Balkan bölgesindeki küçük ulusal toplulukları kışkırtarak imparatorluğun
parçalanmasını sağlamıştır. Silahlı saldırılar öncesinde Jön Türk hareketi
Fransa üzerinden örgütlenerek, Osmanlı imparatorluğunun Türkiye Cumhuriyeti’ne
dönüştürülmesi yolunu açmıştır. Fransa’da eğitilen Türk aydınları ülkelerine
dönerek ülkede var olan cumhuriyetçi potansiyel ile birleşince, tam bağımsız
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sağlanmıştır. Benzeri bir durum Osmanlı
devletinin kuzeyinde yer alan Rus çarlığında da öne çıkmış, Avrupa’daki
milliyetçilik rüzgarları devleti çökertilmiş olan Rusya’yı da etkilemeye
başladığı aşamada, Rus topraklarında yaşayan bütün etnik, kültürel ve dini
toplulukların siyasal örgütlenmeye giderek kendi ulus devletlerini kurmak üzere
yola çıktıkları tarih kitaplarında anlatılmaktadır. Fransız devrimi Avrupa
ülkelerinde yenilikçi hareketleri öne çıkarınca, milliyetçilik ve yenilikçilik
rüzgarları Rus topraklarına da girmiş ve bu bölgede yaşayan azınlıkların
harekete geçmesine giden yolu açmıştır. Önce Rusya’daki Müslüman topluluklar
harekete geçmiş ama daha sonra Rusya Türkleri daha örgütlü bir yapıda öne
çıkınca, yenilikçilik Kazan-Kırım-Kafkasya üçgeninde sosyal ve siyasal
hareketlere girişen Rusya Türklerini siyasal açıdan da öne çıkarmıştır. Rusya
‘da başlayan yenilikçi hareketin adı eski Osmanlıca dilinden geldiği biçimde
Ceditcilik olarak belirlenmiştir. Yenilikçilik anlamına gelen Ceditçilik
hareketi, Rusya’dan dışarıya giderek tıpkı Jön Türklerin Avrupa ülkelerinde tahsil yapmaları gibi gelişmiş
ülke eğitimleri alarak ülkelerine geri dönmüşlerdir. Rus Çarlığının çöküşü
sırada yaşanan yenilikçilik hareketleri, zamanla Cedit akımı olarak kamuoyunda
etkili olmaya başlamış ve daha sonraki aşamada Rus devriminin oluşması için de elverişli
bir ortamın doğması sağlanmıştır. Daha çok Türk asıllı Rus vatandaşlarının
etkili olduğu Cedit hareketi, Rusya’da geleneksel toplum yapısından modern
toplum düzenine geçişi gerçekleştirmiştir. Modernizm yenilikçi hareketler ile
Rus toplumuna Avrupa üzerinden girerken, aynı zamanda ulus devlet ve çağdaş
cumhuriyet hedeflerini de beraberinde getirerek Rusya’nın tarihin en büyük
devrimlerinden birisine sahne olmasını sağlamıştır.
On
dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı İmparatorluğu batarken Rusya’da
çöküş dönemine sürüklenmiş ve her iki ülkede Avrupa üzerinden yenilikçilik öne
geçerken, Türkiye ve Rusya iki devrimci oluşumu kendi ülkelerinde yaşamışlardır.
Yenilikçilik Rusya’da sosyalist devrime gidişin yolunu açarken, Türkiye’de de yenilikçilik
akımı cumhuriyetçilik olarak ortaya çıkarak, ülke ve devletin yapısını
değiştirmiştir. Yüzyıllardır geleneksel toplum yapısı altında yaşayan bu iki
ülkede geçmişten gelen yenilikçi arayışlar siyasal devrimlerin önünü acırken:
eğitim, kültür ve bilimsel alandaki son gelişmelerde Sosyalist ve Kemalist
devrimlerin oluşum süreçlerini hızlandırmışlardır. Atatürk üç kıtanın ortasında
çağdaşlığa yönelen bir cumhuriyet devletini kurarken, batı uygarlığından gelen
bütün yansımaları izleyerek hareket etmiştir. Batı rüzgarları Türkiye’yi olduğu
kadar Rusya’yı da benzer bir biçimde etkilerken, yanı başımızdaki bu büyük
ülkedeki gelişmelere Türk devletinin kurucu önderi öncelikle ilgi göstermiş ve
birbirini izleyen siyasal gelişmeleri daha sonraki aşamada bir bütünlük
içerisinde değerlendirerek, Kemalist devlet modelini ortaya koymuştur.
Osmanlı’da ikinci meşrutiyet yılları yaşanırken, Rusya’daki Türk topluluğu tüm
yenilikçilik arayışlarını Cedit hareketi içinde bütünleştirerek sistematik bir
yapılanmaya dönüştürmüştür. Cedit
hareketinin Rusya’da etkinliğini artırması ve resmen ortaya çıkması üzerine,
Türkiye’deki milliyetçiler ve milli devlet yanlısı gruplar Rusya’daki Cedit
hareketi ile yakından ilgilenmeye başlamışlardır. Türkiye kamuoyunun Rusya’daki
gelişmeler ile yakından ilgilenmeye başlaması üzerine de Ankara’da yeni
kurulmakta olan çağdaş cumhuriyetin öncüleri Atatürk’ün önderliğinde Rusya’daki
Türkçü girişimler ile birlikte, Türk asıllı aydınların örgütlediği Cedit
hareketi ile de yakından ilgilenmeye başlamışlardır. Türklerin anavatanı olan
Rus toprakları üzerinde bir Türk devletinin kurulmak istenmesi Osmanlı
topraklarındaki Türkleri de heyecanlandırmış ve Anadolu toprakları üzerindeki
Türk devleti kurulurken, Rusya’daki geçmiş, yeni oluşumlar ve gelecek
arayışları Türkiye’yi de yakından ilgilendirdiği için, Atatürk Türkiye’si
kuzeydeki gelişmeleri yakından izlemiştir.
Bölgeye
milli devlet rüzgarlarının yansıdığı aşamada ilk Türk devleti girişimleri
siyasal olarak Rusya’da öne çıkmış ve bu doğrultuda ilk Türkçülük Kongreleri
Cedit hareketinin öncülüğünde Rusya kentlerinde toplanmıştır toplanmıştır. İlk
olarak Oka ırmağı kenarında yapılan vapur toplantısından sonra Novgrad ve
Petersburg kentlerinde üç toplantı daha
yapılarak, Kazan-Kırım-Kafkasya üçgeninde bir Türk devleti kurulması için
harekete geçilmiştir. Bu toplantıları yakından izleyen Rus emniyeti, toplantılara
öncülük yapan ve katılan Türkçü aydınları birer birer tespit ederek ve bunları bölücülük
suçu işledikleri gerekçesiyle topluca sınır dışı ederek, Pantürkizm akımının
Rusya’yı bölmesini önlemişlerdir. Rusya’dan kapı dışarı atılan ilk Türkçülerin
bir kısmı İsviçre ve Almanya’ya yönelirken, diğerleri de İstanbul’a gelerek bu
kentte ilk olarak Türk derneği adı altında yeni bir örgütlenmeye yönelmişlerdir.
Yeterince adam bularak örgütlenemeyen Türk derneği kapatılırken, bu örgütün yerine
önce Türk Yurdu ve daha sonra da Türk Ocakları adı altında Türkçü
örgütlenmelere gidilerek, Rusya’da önü kesilen Türk devleti kurma projesi Türk
toprakları üzerinde yeniden harekete geçirilmiştir. Rusya’da yapılan Türkçülük
kongreleri sonucunda elde edilen siyasal birikim daha sonra Türk toprakları
üzerinde kullanılarak, imparatorluk sonrasında kurulacak milli devletin Türk
adı ile kurulmasına karar verilmiştir. İşte bu aşamada Türkler anavatanları
olan Türkistan’dan kovulurken, emperyalisit saldırılara karşı çıkmış ve
geçmişten gelen Türk kimliğinin siyasal bir kurumlaşmaya giderek
örgütlenmesinin önü Anadolu toprakları üzerinde açılmıştır. Rusya Türkçüleri ilk
Türkçü örgütlenmeleri İstanbul’da Kazanlı Yusuf Akçura önderliğinde
oluştururken, ulusal kurtuluşa yönelen Kuvayı Milliye hareketi de
Osmanlıcılığın ve İslamcılığın alternatif yaratamadığı bir ülkede üçüncü
siyaset tarzı olarak Türkçülük ile devreye giriyordu. Kısa zamanda yirmiden
fazla Türk Ocağı şubesinin Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde örgütlenmesiyle Türkçülük
Türkiye’de öne çıkıyordu.
Cedit
hareketi eğitim ve kültür alanında yeni atılımları ve modernleşme eğilimlerini,
Rusya gibi doğu da kalmış bir ülkede devreye sokarak, bir anlamda ülkede
çağdaşlaşma yaratmaya doğru adım atarken, kısa zamanda sosyal alandaki
yeniliklerin hızla siyasal alana da kaydığı ve bu doğrultuda yenilik
tartışmalarının ulus devlet ve cumhuriyet konularına doğru kaydığı görülmüştür.
Benzeri bir durum Türkiye’de de Rusya’ya paralel biçimde öne çıktığı için, Türk
ulusalcıları ile Rusya Türkçüleri arasında birbirine yakın bir atmosfer
doğmuştur. Atatürk daha Ankara’da yeni devlet
kurulmadan önce bazı Kafkas kökenli siyasetçileri ya da Rusya göçmeni Türk
vatandaşlarını Rusya’ya göndererek, bu ülkedeki Cedit hareketi ile yakından
ilgilenmiştir. Rusya’dan kovulan Türkçülük önderlerinin destek ve yardımları
ile Türkiye ve Rusya Türkçüleri arasında dayanışma geliştirilmiştir. Atatürk’de
bunun üzerine ulusal kurtuluş savaşı sırasında nerede bir Türk Ocağı şubesi
varsa oraya giderek, o çatı altında Türkiye vatandaşlarının Türkleşmesi ve kısa
zamanda Türk kimliği çatısı altında birleşerek emperyalizme karşı çıkması doğrultusunda
söylevler vererek, ulusal kurtuluş mücadelesinin Türk ulusal kurtuluş savaşına
dönüşmesinde etkin olmaya çalışmıştır. Anadolu ve Trakya topraklarında yeni bir
Türk devleti kurulurken, kuzeyden gelen Türkçülük
birikiminin ve bunu örgütleyen Cedit
hareketinin önemli rolü olmuştur. Çökmüş
olan Rus Çarlığı kendini kurtaramazken, Rusya’da kurulamayan Türk devleti bu
ülkeden kovulan Türkçülerin öncülüğünde, Türkiye’de kurulmuştur. Böylece
dağınık bir yaşam alanında bölünmüş bir durumda var olma savaşı veren Türklerin
ilk ulus devletleri, Birinci Dünya savaşı sonrasında Anadolu toprakları
üzerinde bağımsızlık kazanabilmiştir.
İlk
dünya savaşı sonrasında Avrupa’nın doğusunda yer alan üç imparatorluk
çökertilirken Türkiye üzerinden ulus devlet modeli bu bölgeye getirilmiştir.
Rusya’da bir ideolojik devrim yapıldığı için Cedit hareketinin önü kesilmiş,
Ceditciler ile Türkçüler Stalin diktatörlüğünün vahşeti ile ölüme mahkûm
edilmişlerdir. Ceditcilerin başlattığı yenilikçilik hareketleri hem Rusya’da
hem de Türkiye’de yeni siyasal rejimlere doğru geçişin ana nedeni olmuştur. Rusya’dan
kovulan ya da göç eden bazı bilim adamları, sanatçılar, yazarlar ve siyaset
adamları, Türk vatandaşlığına kabul edilerek yeni Türk devletinin birçok
kurumunda ya da makamlarında çalıştırılmışlar ve yeni kurulan ulus devletin
Türkleştirilmesinde bunların geçmişten gelen birikimlerinin Türkiye’ye katkı
getirmesine çalışılmıştır. Rusya’daki Türkçülüğün öncülerinden ve Türk
Ocaklarının kurucu başkanı olarak hizmet eden Yusuf Akçura Atatürk’ün baş
danışmanı olarak, Türk dünyasının bütün birikimini Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurucu önderine sunmuştur. Ankara’da yeni devletin kuruluşu sırasında Ankara’da
açılan ilk fakülteler olan Ankara Hukuk Fakültesi ile Dil-Tarih ve Coğrafya
fakültelerinin kurulmasında öncülük yapmış ve daha sonra Türk Tarih Kurumu’nun
kurucu başkanlığı ile Türk Dil Kurumu’nun kurucu üyelikleri gibi görevleri de
devletin kuruluşu aşamasında, Atatürk’ün yanında yerine getirmiştir. Yeni Türk
devletinin tarih ve kültür alanındaki bakış açılarının ve siyasetlerinin
belirlenmesinde Akçura’nın kurucu önder Atatürk’e büyük yardımları olmuş
ve böylece tarihten gelen birikimin öne
çıkarılarak zorlukların aşılmasında önemli katkılar sağlamıştır. Kuruluş
sonrası dönemde de Ankara’daki devlet yapılanması genişletilirken, Rusya’dan
gelen Türkçü ve Ceditçi’lere öncelik verilerek, kısa bir zaman içinde Anadolu
halkının hızla Türkleşmesinin ve bir ulus olarak tarih sahnesine çıkmasının
öncülüğü gene Cedit hareketinden gelen yansımalar doğrultusunda, Rusya göçmeni
Türkler sayesinde elde edilmiştir. Daha
sonraki dönemlerde Zeki Velidi Togan, Sadri Maksudi Arsal, Yavuz Abadan,
Hüseyinzade Ali Bey ve Ahmet Ağaoğlu gibi Kırım, Türkistan ve Kafkas kökenli öğretim
üyeleri Türkçülük birikimleri ile Türk üniversitelerinin kuruluşuna öncülük
etmişlerdir. Atatürk çağdaş bir cumhuriyet kurarken, aynı zamanda Türk
Ocaklarının destekleri ile çok kısa bir sürede yepyeni bir ulus devleti Türk
kimliği ile kurarak, Türklerin tarih sahnesinde öne geçmesini sağlamıştır.
Atatürk
sadece ulus devleti kurarken ya da siyasal sistemi oluştururken Ceditcilikten
yararlanmamış aynı doğrultuda eğitim ve kültürel alanda da yeni yapılanmalarla
geleneksel toplum yapısını değiştiren önemli yeniliklere öne çıkarmıştır.
Ceditcilik imparatorluk sonrasında Rusya’nın geleceğinin belirlenmesi sırasında
dışlanmış ama yeni Türkiye’nin kuruluşu sırasında Türk Yurdu ve Türk Ocakları
üzerinden yeni Türkiye’nin yapılanmasında son derece etkin bir biçimde kullanılmıştır.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti anayasasında yer alan cumhuriyetin temel ilkeleri ya
da Atatürk ilkeleri adı verilen ilke ve görüşlerin temelinde de Cedit
hareketinin etkinliği öne çıkmaktadır. Jön Türk hareketi ile birlikte Cedit
hareketinin de Rusya göçmeni Türkçüler aracılığı ile devreye girmesi sayesinde yeni
Türkiye’nin daha güçlü bir modernleşme atılımı içinde, dünya sahnesine çıkışı
sağlanmıştır. Gerçek Türk birikiminin hızla Türkiye’ye aktarılmasında, Ceditcilerin
katkılarının son derece olumlu dayanaklar sağladığı görülmektedir. Türkiye’de
ulusal kurtuluş savaşı başlatılırken kurucu önder Atatürk’ün yanında yer alan önemli
askeri ve sivil kadroların içinde Kafkasya ve Kuzey bölgelerinden gelen
Türkçülerin önde gelen bir yere sahip oldukları ve bunların katkıları ile de
Cedit temelli yenilikçi ilklerin yeni devletin çekirdeğinde önemli bir yere
sahip olarak cumhuriyetin temel ilkelerinin belirlenmesinde hareket noktası
konumunda oldukları anlaşılmaktadır. Dünya dengeleri nedeniyle Cedit
hareketinin yenilikçiliğinden yararlanamayan Rusya ideolojik imparatorluk
döneminden kalma bir gerilik içerisinde bocalarken, Jön Türk arayışları ile
birlikte Cedit yenilikçiliğini birlikte değerlendiren Atatürk cumhuriyeti
Ceditciliğin tüm yenilikçi yanlarından yararlanmak şansını elde etmiştir. Bu
doğrultuda Atatürk milliyetçiliği olarak adlandırılan siyasi görüş Türkiye
Anayasasının temel ilkelerinden birisi haline gelmiştir.
Ceditciliğin
Rusya’daki serüvenine bakıldığı zaman, ülkenin her yerinde başlatılan yenilik
arayışlarını ülkenin merkezinde bir araya getirerek güçlü yenilenme atılımları
ile batının önde gelen ileri devletleri ile rekabet içinde yarışa girebilmenin hedeflendiği
görülmektedir. Ceditcilik tıpkı Türkiye’deki
gibi aydınların Avrupa’ya gitmesi sonrasında ülkenin çeşitli bölgelerinde
ortaya çıkmıştır. Halk kitlelerinin modernleşmesinin daha hızlı bir biçimde
gerçekleştirilebilmesi için, Usul-ü Cedit adı altında yeni okulların açılmasıyla
birlikte, hareketin toplumsallaşması ve yeni yetişen gençlerin gelenekçi yaşam
tarzının baskılarından kurtularak daha özgür bir yaşam düzenine sahip
olabilmeleri hedeflenmiştir. Usul-ü Cedit olarak belirlenen yeni metodun
geçerlilik kazandığı bu yeni uygulamada, dilde, düşüncede ve işte birlik
sloganı ile hareket ediliyor ve tümüyle yepyeni bir toplumsal yapının
oluşturulmasına çaba gösteriliyordu. Arapça ve Farsça eğitimleri devre dışı
bırakılırken, Orta Asya kökenli Türkçe eğitimde ana dil olarak benimseniyordu.
Ceditcilik Türkçe’yi öne çıkarırken, Rusya Müslümanları arasında yaygın olan
Arapça ve Farsça dillerine öncelik veren eski eğitimciler de Usul-ü Kadim adı
altında örgütlenerek yenilikçiliğe karşı çıkıyorlardı. Ceditcilik akımı
Rusya’da siyasal alana doğru genişlemeye başladığı aşamada, Rus devleti de
yenilikçilerin siyasal düzeni değiştirmelerini önleyebilmek için, Usul-ü Kadim
adı altında öne çıkan karşıt hareketi destekleyerek, ülke içi dengeleri
korumaya çaba gösteriyordu. Azerbaycan bölgesinde dini tarikatların
yönlendirmesiyle din adamları açıkça Cedit hareketine karşı çıkıyorlardı. Kazan
ve Kırım bölgelerinde yaşayan Türk grupları Ceditcilik hareketini bütünüyle
benimseyerek savunurken, Kafkasya bölgesindeki Müslüman Türklerin eski düzenden yana tavır almaları Rusya
Türklerini bölerek Türkçülük akımının gücünü kırıyordu. Rus devletinin Türkçü
bir devlet yapılanmasını önlemek üzere tarikatlar üzerinden Müslüman kitleleri
desteklemesiyle de Türkçülük akımı giderek zayıflatılıyordu. Ceditcilik
hareketi bir Türkçü tabana oturmaya hazırlanırken Rus devleti Müslüman tabanı
buna karşı örgütleyerek Cedit akımının önünü kesiyordu. Rusya aynı zamanda
Ortodoks klişesini devreye sokarak, diğer Hrıstıyan vatandaşların da kendi ulus
devletlerini kurmalarına engel oluyordu.
Rusya’daki
Cedit hareketi incelendiği zaman, bu hareket Batı uygarlığını öne geçiren
aydınlanma hareketinin Rusya topraklarına yansıması olarak görülebilir.
Geçmişten gelen din ağırlıklı düzenden modernleşme aşamasına gelindiği zaman, eski
düzene son verilmesi zorunlu olmuş ve bu yüzden de gelenekçi ve yenilikçi
kavgası Rus toplumunun tam ortasına oturtulmuştur. Batı dünyasına daha yakın
bir konuma sahip olan Kırım merkezli bir yapılanma Ceditcilerin tercih ettiği
bir yaklaşım olarak denenmiş ama uluslararası konjonktürün Rusya’yı dünya
savaşlarına sürüklemesi yüzünden böylesine bir adım atılamamıştır. Savaş
sürecinde Kırım bölgesinden birçok Rus vatandaşı ülkelerini terk ederek batı
ülkelerine göç etmişlerdir. Rusya’dan dışlanan Ceditciler İstanbul’a geldikleri
zaman Jön Türklerin önde gelen temsilcileri ile karşılaşmışlar ve onların
etkisiyle yenilikçi modern bazı düşünceleri öğrenerek, bunları kendi
ülkelerinde uygulayabilmenin yollarını aramışlardır. On dokuzuncu yüzyılın son
çeyreğinde öne çıkan Ceditcilik, pozitif bilimlerin öğretilmesini esas almış ve
bu doğrultuda Usul-ü Cedit okulları açarak dini eğitimden bilimsel eğitime
yönelmiştir. İlk okulların bu doğrultuda medreselerden ayrılarak bilimsel eğitime yönelmesi Cedit hareketinin başlıca çalışma konularından
birisi olmuştur. Yirminci yüzyılın ilk yıllarında Kazan’da kurulan Cedit okulu
ile Türkçe bilimsel eğitim başlatılmıştır. Daha sonraki on yıl içinde beş bin
civarında Cedit okulları bütün Rus ülkesinin her bölgesinde açılmıştır. Rus
çarlığı Cedit okullarını ihtilal okulları olarak gördüğü için bunları kontrol
altında tutabilmek için her yolu denemiştir. Türkçülüğe karşı Rusculuk yapan
toplum kesimleri de Usul-ü Kadim adı altında eski eğitimi yapan okulları
desteklemişlerdir. Rusya sosyalist bir devrime doğru sürüklenirken, Rus devleti
ve Ruscu akımlar Ceditciliği ihtilalcilik olarak görmüşler ve bu doğrultuda
Usul-ü Cedit okullarını kapatarak, bu okullardaki Türkçüleri hapse atmışlardır.
Türkçülük
akımına karşı Rusçuluk akımının örgütlenmesi Cedit hareketini n önünü kesince,
bu kez Türkçü akımlar ve merkezler daha geniş bir Asya birlikteliğini savunarak,
bütünüyle Orta ve Kuzey Asya’yı ana konu olarak içine alan Turancılık akımını
öne çıkarmışlardır. Özellikle Avrupa ülkelerinde Rusya’ya karşı geliştirilen
arayışlar, bu aşamada Macaristan merkezli bir Turancılık akımına
yönelmiştir. Rusya’da giderek zorlanan Türkçülük akımlarının
yeni dengelere yönelmesiyle ideolojik devrim ile önü kesilen Rusya
Türkçülüğünün yola devam edebilmesi için
gereksinme duyulan dış destekler Avrupa’dan sağlanmıştır. Dünya savaşı
sonrasında Türkçüler Rusya’da hapishanelere gönderilirken ve topluca kurşuna
dizilirken, Avrupa ülkelerinde gündeme getirilen Turancılık akımı ortaya koymuş
olduğu daha geniş bir alanda Türkçülüğün önünün açılmasına çeşitli yönlerden
katkı sağlamıştır. Atatürk bu aşamada, Sovyetler Birliğini karşısına almadan
sorunun çözümüne çalışmış, Sovyetler Birliği ile emperyalizme karşı çıkma
konusunda ittifak antlaşmalarına yönelirken, Rusya’dan kovulan Türkçü ve Ceditçi
aydınlara, Türkiye’de vatandaşlık statüsü vererek sorunların savaş sonrası
dönemde ele alınarak çözüm arayışına devam edilmesi gibi bir yumuşak yaklaşım
ile, büyük komşu olan ideolojik imparatorluğu karşısına almadan çözebilmenin
yollarını aramıştır. Azerbaycan’da yirmi bin Türkçü kurşuna dizilirken, Stalin
Gaspralı İsmail’in mezarının üstüne beton bina yaparak Türkçülüğün öncüsünü yok
etmeye çalışırken, Atatürk Türkiye’yi yok etmek isteyen batı emperyalizmine karşı
dev komşusu ile dayanışma içinde olmaya dikkat etmiştir. Ceditçi hareketin
çeyrek yüzyıllık birikimi ile tam Rusya’da Türk devletinin kurulma aşamasına
geldiği noktada, Türkiye’nin yeniden Rusya ile savaşa girerek hareket etmesi,
her iki ülkedeki Türkçü hareketlerin yok edilmesine giden yolu açabilirdi. Bu
aşamada Atatürk Türk-Sovyet dostluğu çerçevesinde sorunun büyümesini önleyerek,
geleceğe dönük bir proje olarak Türkçülük akımının Turancılık desteğinde
barışçı bir çizgide yönlendirilmesine çalışmıştır. Türkçülüğün çok kesin bir
savaş getirmesi önlenirken, Cedit hareketinin sosyal ve kültürel içeriği ile
barış ortamı korunmuştur.
Atatürk
Cumhuriyetinin dayandığı temel ilkeler belirlenirken, sosyal ve kültürel alanda
bir cumhuriyet devrimi gerçekleştirilirken, yeni kurulmakta olan Türk
devletinin modelinin belirlenmesi sırasında Türk dünyasının uyanışına öncülük
yapan Cedit hareketi Türkiye’deki aydınlar ve kurucu öncü kadro tarafından
yakından izlenerek, Türkiye açısından değerlendirilmeye çalışılmıştır. Yeni Rusya’dan
dışlanan Türkçülük Anadolu bölgesinde daha farklı bir devlete dönüştürülürken,
bir deney yapılıyor ve sorun bir Turan meselesi olarak geleceğe taşınmak
isteniyordu. Ortadoks Ruslar ile Müslüman Türkler arasında yirminci yüzyılın
başlarında gündeme getirilen siyasal çekişme soğuk savaş döneminde buzdolabına
konuluyordu. Siyasal birliğin sağlanamadığı bu Rusya ve Anadolu Türkçüleri
arasında, Türkçe tek ortak özellik olarak varlığını koruyordu. Türkçe’nin yoğun
olarak kullanılmasıyla Türkiye Türkleri, Rusya Türkleri ve Türk dünyası
arasında kurulmuş olan bağlar sosyal ve kültürel açılardan geliştirilirken,
Müslüman Türklerin geleneksel yaşamlarında bilimin egemen olduğu dünyevi bir
yaşam ve eğitim düzeni oluşturmak amacıyla hazırlıklar yürütülüyordu. Atatürk’ün bizzat başkanlık yaptığı Türk Dil
ve Tarih Kurultaylarında Türk dünyası çeşitli açılardan ele alınırken Ceditci
kadroların geliştirmiş olduğu Türkçü yaklaşımlar üzerinden, bir fikir ve siyaset
birliğine varabilmenin arayışları sürdürülüyordu. Dünya savaşı sırasında Rusya
sınırları içinde ortaya çıkan Alaş Orda, Kolçak ve Basmacı isimleri altında
sürdürülen Rusya’dan ayrı bir devlet kurma arayışları, Cedit hareketinin
başlatmış olduğu çizgide yirminci yüzyıl boyunca devam ederek bugünlere kadar
gelmiştir. Turancılık çizgisinde Türkçülük bir teritoryal projeye
dönüştürülünce, Türkiye büyük komşuları İran ve Rusya’yı karşısına almamak
üzere daha barışçı bir yol izlemiştir.
Rusya’da
Tatar reformculuğunun çağdaş bir düzeye gelmesi için arayışlar örgütlenirken,
Tatar asıllı bilim ve düşünce adamlarının öne çıkmasıyla Rusya’daki Türkçülük
hareketleri hız kazanmıştır. Bunların dış ülkelere açılmasıyla birlikte
Rusya’daki Türkçü arayışlar ilk kez Cedit hareketinin ortaya çıkmasıyla düzenli
bir yapılanmaya yönelmişlerdir. Tatar burjuvazisi Kazan kentinde güçlenerek
zenginleşirken, batı ülkelerindeki burjuva hareketleri gibi bir ulus devlet
arayışı içine girmişlerdir. Rusların Panslavizm politikaları kendi nüfusunu bir
Slav ulusu haline dönüştürme girişimlerine karşı, Tatar burjuvazisi de Rusya
imparatorluğu sınırları içinde yaşayan ve Türkçe konuşan değişik toplulukları bir
Pantürkizm yaklaşımı çerçevesinde bütünleştirerek, Rus emperyalizmine karşı
bölge halklarının direniş insiyatiflerini güçlendirmeye çalışmıştır. Avrupa
ülkelerinde öne çıkan laik devlet ve din dışı düşünce ve yaşam tarzlarının
yenilikçilik çizgisinde öne çıkarılmasında Cedit hareketi ilk düzenli hareket
olarak Türk dünyasının uyanışını gerçekleştirmiştir. Rusya’da Çarlığın çöktüğü
yıl olan 1905 yılında, Rusya’daki Müslüman Türklerin durumu ile ilgili bir
bildiri Tatarlar tarafından hazırlanarak, Rus Çarlığına verilmiştir. Bu
bildiriden sonra Rusya’da ki Türkçülük çalışmaları daha resmi bir karakter
kazanmıştır.
Rusya’daki
Cedit hareketi Türkçülüğün önünü açarken ve bu doğrultuda Fransız devrimi
çizgisinde bir içerik kazandırırken, Türkiye Cumhuriyeti de sürekli olarak
devrede olmuş ve Atatürk Lenin ile mektuplaşarak, resmi temsilcilerini
birbirine göndererek Rus devleti ile Türkler arasındaki sorunların çözümü için
çaba göstermiştir. Yusuf Akçura Rusya’da yaptığı çalışmalara daha sonra
Türkiye’ye gelerek Atatürk’ün yanında devam etmesi, geleceğe dönük Türkçü
arayışın bu iki ülke halklarının içinden bir çözüm çıkarma girişimlerinin ana
göstergesi olmuştur. Akçura’nın Türkiye’ye taşıdığı Ceditcilik hareketi, Türk
devriminin ve rönesansının temellerine katkı sağlamıştır. Ceditcilik ortaya
çıkışı itibarıyla Tatarların öne çıkardığı burjuva yapılanmasını örgütlemiş ve
öncüsü Yusuf Akçura’da bu birikimi Türkiye’ye taşıyarak Atatürk ile birlikte
çalışmalarını sürdürmüştür. Bu açıdan Kemalist Türkiye’nin çıkışında var olan
Atatürkçü birikimin içinde Ceditciliğin de çok etkisi vardır.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Anıl bey merhaba efendim..ben gülsen Tamer...cbp platformalarında her cuma konuşuyoruz. yazınızı okudum. bir ulus yaratmak için çok fazla çaba içine giriyormuşuz gibi geliyor bana. TC devleti kuruluşu esnasında her halk için gerekli demokratik alan bırakılmiş, azınlıklar haklarını almiş ve kürt halkı da azınlık olarak kabul edilmemeyi seçerek türk ulusunun bir parçası olarak yerlerini almıştır. bugün bundan memnun olmayan aynı kesimler için ikna odaları kurularak ve gerekli tarihi bilgiler verilerek ayrılıkçı genç kürt nüfüsunun terbiyesine gidilebilinir diye düşünüyorum. prof dr şener üşümezsoy un bu konuda yazılmış güneydoğu anadolu kimin, anadolu bir yunan yurdu mudur gibi kitaplarını okuyorum şu anda ve edindiğim bilgiler son derece derin ve tarihin geniş bir dilimini içine almış. bu bilgilerin, belçika daki kürt ulusu yaratma amaçlı düzenlenmiş üniversite programlarına karşıt olarak bizim okul ve üniversitelerimizde ve veya halk eğitim merkezlerinde kürt gençlerimize verilmesi veya zorunlu kurslar olarak gitmeleleri sağlanarak kürt sorununun ortadan kalkması mümkün olabilir gibi geliyor bana.
YanıtlaSilçok önceleri okuduğum bir kitapta yabancı bir elçinin bu tür etnik bir sorun bizim ülkemizde olsa idi sizin kadar sabırlı asla davranmazdık demesi ilgimi çekmişti.
bu nedenle 5 tarzı siyaset veya nerdeyse bu gidişle 10 tarzı siyaset bile bu sorunu giderecek gibi gözükmüyor. gerçek tarihsel bilgiler eninde sonunda bu kargaşayı çözer bence.
ihtiyacımız olan tek şey oy peşinde koşmayan veya popularite peşinde koşmayan bir sivil toplum örgütüdür..katılımı zorunlu olan bu tür kurs nitelikli toplantılarda her türlü soru cevap sistemi ile kimseyi asimile oluyoruz hissine kapılmadan eğitmek mümkün olamaz mı...
bence bu ikna odaları benzeri yöntem dışında içinde ayrılıkçı etnik grup barındıran bir avrupa ülkesine bakılıp onların bu sorunu nasıl aştıkları araştırlmalıdır diyor saygı ve sevgilerimle cuma günkü toplantımızda görüşmek üzere iyi günler diliyorum efendim..