DOĞU AVRUPA BİRLİĞİ KURULUYOR MU?
Küreselleşme dönemi sona ererken dünya yeni
bir döneme doğru sürüklenmektedir. Yüzyıl önce imparatorluklar sona ererken ve
bu doğrultuda ulus devletler siyaset sahnesine çıkarken, Avrupa kıtası dünyanın
merkezi olma konumunu elinde tutmuş ve iki dünya savaşı sonrasında da Amerika
Birleşik Devletleri ile birlikte oluşturduğu batı blokunu, Atlantik bölgesi
merkezli olarak elinde tutmuş ve yönlendirmiştir. Batı uygarlığının çıkış
bölgesi olan Avrupa kıtası iki büyük dünya savaşı ile güç kaybederek içeriden
çökme aşamasına gelince, doğu ve batı Avrupa olarak öne çıkmış ve kıtanın
batısı Atlantik okyanusuna doğru kayarak denizler üzerinden dünya hegemonyası
oluşturmaya çalışırken, Avrupa’nın doğusu da savaşlar sonrasında eskisinden çok
farklı bir yapılanmaya doğru sürüklenmiştir. Batı Avrupa denizler üzerinden
kıtalara yayıldıktan sonra yeni bir hegemonya arayışı içine girerken, Orta
Avrupa bu duruma karşı çıkmış ve bu yüzden birinci dünya savaşı Avrupa’nın doğu
bölgesinde çıkmıştır. İkinci dünya savaşı da birincisinin devamı olarak siyasal
gündeme gelirken, gene Balkanlar üzerinden Doğu Avrupa coğrafyasında gerçekleşmiş
ama bu kez ikinci dünya savaşı son aşamada Rusya’nın merkezi olan Moskova
bölgesinde değil, batı uygarlığının çıkış noktası olan Hazar bölgesinde sona
ermiştir. Şimdi üçüncü dünya savaşı arayanlar bu çizginin devamında Kafkasya
üzerinden Hazar’a ve daha sonra da Hazar bölgesi üzerinden, Orta Doğu ve Kuzey
Asya’ya doğru yönelmektedirler. Kutsal kitaplara dayanan kıyamet senaryoları ve
Armageddon adı ile planlanan üçüncü dünya savaşı, Doğu Avrupa’da yarım kalan
yapılanmanın tamamlanması çizgisinde ortaya çıkacak yeni olaylarla gelişecek
gibi görünmektedir.
Doğu Avrupa
bölgesinin merkezinde yer alan Balkanlar bölgesine bütün jeopolitik
kitaplarında fazlasıyla önem verilmektedir. Dünya hegemonyasına ağırlık veren
bütün büyük devletler kendi yetiştirdikleri jeopolitik uzmanları aracılığı ile,
yeryüzü coğrafyasını kendi egemenliklerini merkeze koyarak açıklamaya
çalışırlarken, üç büyük kıtanın birleştiği Orta Doğu bölgesini Kalpgah adı ile dünyanın
merkezi konumunu dile getirmişler ve bu doğrultuda bütün dünya kıtalarının
jeopolitik değerlendirmesini yapmaya çaba göstermişlerdir. Genel olarak üzerinde
birleşilen görüşe göre, Orta Doğu bölgesinin dünyanın merkezi olduğu ama üç
kıtanın ortasındaki bu konumun, bu bölgenin geleceği açısından tam olarak
güvenlik sağlamadığı ve o yüzden de Balkan bölgesinin daha öne çıkarak bu
merkezi konumun tamamlanmasına katkı sağlaması gerektiği üzerinde bir ortak
düşünceye varmışlardır. Milattan sonra yaşanan iki bin yıllık dünya tarihi
içinde Asya ve Avrupa kıtalarındaki gelişmeler dünya tarihini belirlemiş ve
kıtalardan merkeze yönelen gelişmeler doğrultusunda, Orta Doğu toprakları
Balkanlara egemen olan güç tarafından yönlendirilmiştir. Bu merkezi coğrafya
jeopolitiği çerçevesinde, Balkanlar’a egemen olan merkezi coğrafya üzerinde de
hegemonya kurar. Dünya jeopolitiğinin bu ana esası, iki bin yıllık dünya tarihinin
ortaya koymuş olduğu ana ilkelerden birisi olarak, dünya devletleri ve güç
merkezleri arasında sürekli olarak bir tartışma konusu olmuştur. Batı Avrupa
denizler üzerinden dünyaya yayılırken, Orta Avrupa ve Doğu Avrupa ülkeleri de kıtanın
doğusuna doğru genişleyerek ve en büyük kıta olan Asya topraklarına doğru
genişleme arayışları içinde olmuşlardır. Asya’da gelişen büyük güçler Avrupa’ya
doğru açılırken, Avrupa’da öne çıkan büyük devletler de Doğu’ya doğru açılmaya
başladıklarında karşılarına Doğu Avrupa bölgesi çıkmaktadır. İşte bu nedenle Balkanların
tarihte merkezi bir rolü bulunmaktadır.
Balkanlar
bölgesine adını veren sıra dağlar bölgeye yönelen saldırı ve işgal
girişimlerine karşı yeterince destek sağlamada her zaman zorlanmış ve bu
yüzdende bu bölgede kıtasal savunma yerleşik devlet yapılanması açısından yeterince etki sağlayamamıştır. Balkan
kelimesinin iki hecesinden birisinin bal olması diğerinin de kan olması gibi
bir durumun arkasında, bu bölge coğrafyasının rolü bulunduğu imajı yaratılmaktadır.
Dünyanın en güzel doğal yapılanmalarından birisine sahip olan bu bölgeye egemen
olmak isteyen Asya ve Avrupa egemen güçleri Balkanları ele geçirme
doğrultusunda çok büyük savaşlara girişmişler ve bunların sonucunda da Balkan
ırmaklarından sular kanlı bir kırmızı renkte akmıştır. Balkanların bal gibi
güzel coğrafyası her iki kıtanın egemenlerini bu bölgeye çekmiş ve tarih boyunca
devam edip giden göç olayları nedeniyle ise her zaman bir toplumsal
hareketlilik, Doğu Avrupa bölgesindeki devlet yapılanmalarını sürekli tehdit
ederek savaşlara yol açmıştır. Asya ve Avrupa kıtaları arasında yer alan Doğu
Avrupa, Batı Asya denen komşu bölge ile birlikte göç ve yer değiştirme
olaylarına sahne olduğu için her iki bölgede geçmişten kalan küçük küçük
topluluklar hem Balkanları hem de Kafkasları birer etnik müze haline
getirmiştir. Bugünkü küreselleşme süreci bir anlamda global Balkanizasyon
olarak tanımlanırken, geçmişten gelen bu sorun bölgenin geleceği ile ilgili ana
mesele olarak yeniden siyasal gündemin tam ortasına oturtulmaktadır. Bölgenin
geçmişten bugüne gelen tarihsel süreci içerisinde her zaman yeni dönemler gündeme
gelmiş ve Doğu Avrupa bu yüzden bir istikrarsızlık adası olarak her zaman öne
çıkmıştır. Balkanlar sorunu Doğu Avrupa bölgesini her zaman canlı bir sorun
haline getirerek, bu bölgede ortaya çıkan yeni yerleşimler, göçler ya da farklı
siyasal yapılanmalar üzerinden dünya konjonktürünün değişmesine giden yolu
açmıştır.
Doğu
Avrupa’nın tarihi geçmişi modern tarihin başlangıcı olarak kabul edilen Milat
yılından itibaren başlatılırsa, merkezi coğrafyada ortaya çıkan Asya ve Avrupa
kökenli bütün büyük siyasal yapılanmaların, Doğu Avrupa bölgesine ulaştığı ya
sınıra gelerek durduğu ya da sınırları geçerek tüm bölgeye egemen bir konuma
geldiği görülmektedir. İnsanlık tarihinin Çin’den başlayarak Hint bölgesine
gelmesi ve daha sonra da merkezi coğrafya üzerinden batı bölgelerine geçiş
yapması sürecinde, Doğu Avrupa bir geçiş bölgesi ya da bir giriş kapısı olarak öne
çıkmaktadır. Çin ve Hint sonrası dönemlerde Asya’nın ortalarından dünya
sahnesine çıkmış olan Türk ve Moğol imparatorluklarının Doğu Avrupa’yı geçerek
Batı Avrupa topraklarına girdikleri ve böylece Pasifik kıyılarından Atlantik
okyanusuna kadar uzanan geniş alanda egemen devletler kurdukları geçmişin
belgelerinde görülmektedir. Sırasıyla İskitler, Hunlar, Avarlar ve Hazarlar
Asya kıtasının ortalarından yola çıkarak Avrupa kıtasının bütününde yayılmaları
ve her gittikleri bölgelerde kendi nüfuslarının bir kısmını oralarda yerleştirmeleri
sayesinde, bugünkü Avrupa kıtasında yaşamını sürdürmekte olan insan
toplulukları ve halkların aslında Asya kökenli olduklarını ortaya koymaktadır. İki
bin yıllık zaman dilimi içerisinde çeşitli siyasal olayların birbiri ardı sıra
gündeme gelmeleri ile belirginlik kazanan Avrupa tarihinin bugünkü yapılanmaya
sahip olmasında, doğudan gelen Asya göçlerinin belirleyici olduğu görülmektedir.
Orta Avrupa’nın tam ortasında yer alan Macaristan devleti geçmişin birikimini
temsil eden bir siyasal yapılanma ve Asya kökenli bir göç dalgasının bugünkü
uzantısı olarak, Doğu Avrupa’nın ortalarında varlığını sürdürmektedir.
İngilizce adında Hun kavramı bulunan Macaristan hem Hun kökenli Asya
Türklerinin bir parçasıdır, hem de sekizinci ve onuncu yüzyıllar arasında devam
eden Hazar göçlerinin bir kalıntısı olarak da bugün Doğu Avrupa’daki halkların
Türk kökenli geçmişlerinin en açık göstergesidir. En son Kırgızistan’da yapılan
Türk Birliği zirvesine bir Avrupa Birliği üyesi devletin başbakanı olarak Macaristan başbakanının
katılması, bütün dünya ülkelerini
sarsmış ve dünya geleceğe doğru evrilirken, bugünkü halkların ve
ulusların geçmişten gelen kökenlerine tekrar yöneldiklerini açıkça dünya
kamuoyuna göstermiştir.
Avrupa halkları incelendiği zaman, kuzey bölgesinde yaşayan halkların İskitlerin uzantısı olduğunu ve bu yüzden Avrupa’nın kuzeyine İskandinavya adı verildiği anlaşılmaktadır. Hunların öncüsü grupların Tuna boylarına yerleştikleri bugünkü Macaristan’ın Macarların, Hunların ve Hazarların karması bir nüfus yapısına sahip olduğu, daha sonraları da Kalmuk Türklerinin gelerek Tuna boylarına yerleşmesiyle beraber çeşitli Türk kökenli boyların bir ülkesi olarak Macarların orta ve doğu Avrupa’da bir krallık kurduklarını tarih kitapları anlatmaktadır. Roma İmparatorluğunu yıkan Hunların kralı olarak Atila, Asya’dan gelerek bütün Avrupa’yı ele geçirdiği zaman, İtalya merkezli Roma İmparatorluğunun çöktüğü ve Doğu ve Batı Roma olarak ikiye ayrıldığı ve böylece Doğu Avrupa’da İstanbul merkezli bir Doğu Roma ya da daha sonraki adıyla Bizans imparatorluğu kurulduğu anlaşılmaktadır. Bu bölünmeden sonra Avrupa kıtasına kuzeyden gelen Cermen boyları ile batı Roma devletinin birleştiği ve Hırıstıyanlığın tüm Avrupa’ya yayılması üzerine de Romalılar ile Cermenlerin bir araya gelerek Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğunu kurdukları anlaşılmaktadır. Batı Roma devleti Cermenlerle bir araya gelirken, Doğu Roma devleti de Balkanlar ve Doğu Avrupa bölgesindeki etkinliğini uzun süre devam ettirmiş ama Batı Roma’yı ele geçiren Hrıstıyanlar, Doğu Roma devletinin halkını da kendi dindaşları haline getirmek üzere Haçlı seferlerini düzenlemeye başladıkları aşamada, Doğu Avrupa bir büyük savaş alanına dönüşmüştür. Doğu Avrupa’da Doğu Roma imparatorluğu çökerken Orta ve Kuzey Asya’dan gelen Türkler ile gene Orta ve güney Asya’dan gelen Müslümanlar, Bizans devletini yıkarak önce Selçuklu sonra da Osmanlı İmparatorluklarını kurarak, Hırıstıyan Romalıların Doğu Avrupa üzerinden merkezi coğrafya ülkelerini ele geçirmelerini önlemişlerdir. Selçuklular ile birlikte orta dünya bölgesine gelerek bu alanın çeşitli ülkelerine yerleşen Türkler, zaman içerisinde bölgeye yerleşerek ve merkezi coğrafya da bin yıllık bir Türk egemenliğini oluşturarak varlıklarını bugünlere kadar getirmişlerdir.
Bugün
Doğu Avrupa’da yerleşik olarak devam etmekte olan devletlerin çok büyük kısmı Asya
kökenli Türk göçleri aracılığı ile Avrupa’ya yönelen ve bu doğrultuda Doğu
Avrupa bölgesinde devlet kuran Türk boylarıdır.
Sekizinci yüzyılda Türk asıllı Fin-Ogurlar Hazar bölgesinden yola
çıkarak batıya doğru giderlerken ikiye bölünmüşler, bir kısmı kuzeydeki
Finlandiya, Estonya, Letonya, Litvanya, İsveç ve gibi Çekya gibi bugünün
devletlerinin kurulmasına giden yolda bölgeye yerleşmişlerdir. Güneye yayılan
Ogurlar ise, Polonya ile Macaristan bölgelerine yerleşerek Doğu Avrupa
yapılanmasını tamamlamaya çaba göstermişlerdir. Rusların Polenez adını verdiği
Kıpçaklar, Hazar devletinin dağılması üzerine sekizinci asır göçleri içinde yer
alarak bugünkü modern Polonya devletinin oluşumunu gerçekleştirmişlerdir. Doğu
Avrupa’nın en önemli bölgesi olan Balkan dağları alanında kurulan Bulgaristan
devleti de gene bir Türk asıllı devlet olarak bugünün dünyasında Türkiye’nin
batı komşusu ve Doğu Avrupa’nın sınırında bir bağımsız ülke olarak varlığını
sürdürmektedir. Bulgarlar, Kıpçaklar ve Macarlar ilk devletlerini Hazar
denizinin kıyılarında kurmuşlar ve daha sonraki dönemde batıya doğru göç dönemi
gündeme gelince, sekizinci yüzyıl göçleri ile birlikte Doğu Avrupa bölgesi
üzerinden Avrupa devleti olma hakkını kazanmışlardır. Batı Avrupa’daki Endülüs
İmparatorluğunun dağılması üzerine batı Avrupa halkları denizlere açılarak
okyanus ötesi kıtalarda kendilerine sömürgeler kurmuşlardır, Dünya batı Avrupa
merkezli bir sömürgecilik dönemine doğru sürüklenirken, Doğu Avrupa ülkeleri
daha farklı bir tarihsel süreçten geçmişlerdir. Roma İmparatorluğu sonrasında
Macarlar bir Doğu Avrupa krallığı kurarak Dalmaçya kıyılarına kadar egemenlik
alanını genişletmişler ama bu sırada Müslüman Boşnakların Balkanlara gelmesi
üzerine, bir Türk ve İslam devleti olarak Osmanlı imparatorluğu Anadolu
üzerinden Balkanlara geçerek Hrıstıyanlığın doğuya doğru yayılarak Asya
kıtasına erişmesini önlemişlerdir. Selçuklu İmparatorluğu İstanbul’u alamayınca
dağılmış yerine kurulan Osmanlı devleti İstanbul’u alarak egemen olmuştur.
Osmanlılar
öncesinde bir dönem Macarların yönetimi altına giren Doğu Avrupa toprakları,
Osmanlı döneminde sürekli olarak Müslüman ve Hrıstıyan dinleri arasında bir
çekişme alanı haline gelmiştir. Romalıların Orta Doğu’ya gelerek bu bölgede
kurulmuş iki Yahudi devletini yıkmaları üzerine, Yahudiler dağılmış, bir kısmı
Akdeniz kıyılarına yerleşirken, diğerleri de önce Hazar bölgesine ve daha sonra
da Asya topraklarından Avrupa kıtasına yönelik göç hareketleri içinde yer
alarak, Avrupa ülkelerinin özellikle deniz kıyısı bölgelerine yerleşmişlerdir.
Orta Doğu’da ikinci kez yıkılan İsrail devletini üçüncü kez kuramayan Yahudiler,
Avrupa tarihi içinde hem Doğu Avrupa hem de batı Avrupa ülkelerinde yerleşik
yaşama geçmişlerdir. Batı Avrupa ülkelerinin hızla zenginleşmesi üzerine dünya
ticaretini ellerinde tutan Yahudi topluluklarına karşı, Hrıstıyan batı Avrupa
ülkelerinde ciddi tepkiler ortaya çıkınca hem Endülüs devleti yıkılmış hem de
ikinci dünya savaşına kadar geçen süre içinde Avrupa kıtası Hrıstıyanlar ve
Yahudiler arasında bir çekişme ve savaş alanına dönüşmüştür. Batı Avrupa’dan kovulan
Museviler’in bir kısmı deniz yollarının geçtiği yeni ülkelere doğru göç ederken,
geri kalanlar da Türk asıllı halkların egemen olduğu Kuzey ve Doğu Avrupa
ülkelerine sığınmışlardır. İspanya’dan kovulan Yahudiler Balkanlara geldiğinde,
Batı Avrupa’dan Doğu Avrupa ya geçiş süreci yaşanmıştır. İspanya’dan gemilerle
Doğu Avrupa ve Orta Doğuya gelen üç yüz bin Seferad Yahudisi hem Osmanlı devletinin hem de Doğu Avrupa’nın
yeniden yapılandırılmasında önde gelen roller oynamışlardır . Hrıstıyanların Yahudileri Avrupa’dan atma
politikasına karşılık, Yahudiler de hem orta ve Kuzey Avrupa devletlerinde hem
de Doğu Avrupa devleti olarak öne çıkan Osmanlı İmparatorluğu çatısı altında
örgütlenerek varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Avrupa’nın batısındaki İspanya
yarımadasından göç ederken,
Hrıstıyan Avrupanın doğusunda bir
Yahudi devleti kurmayı düşünen Seferadlar, bunun için yeterli güce sahip
olmadıkları için Müslüman Osmanlılardan yardım istemişler ve bu doğrultuda
Macar Yahudileri geliştirdikleri top silahlarını Osmanlılara vererek, Doğu
Avrupanın merkezini Hrıstıyan Bizans’ın elinden almışlardır. İstanbul Türk ve
Müslümanların eline geçince, bütün Balkan ülkelerine ve Doğu Avrupa bölgesine
dönük olarak yeni bir imparatorluk düzeni kurulmuştur. Yedi yüzyıllık bir
dönemde Osmanlılar Balkanlar ve Kafkaslar arasındaki alana egemen olurlarken,
sürekli olarak Hrıstıyan Avrupa’nın orduları ile savaşmak zorunda kalmışlardır.
Osmanlı devleti tarihe Müslümanların koruyucusu olarak geçerken, bu durumdan
Museviler de yararlanmışlar ve Hrıstıyan dininin Haçlı seferleri ile Avrupa’dan
Asya’ya yayılmasını Osmanlıların Doğu Avrupa bölgesinde önlemesine, Musevi lobileri
birçok yönden yardım etmişlerdir. İberik yarımadasından kovulan Museviler ile Müslümanların
içine düştüğü durumun benzeri, Balkan savaşları sırasında Doğu Avrupa
bölgesinde yaşanmış ve Osmanlılar Avrupa topraklarından geri çekilirken, bu
imparatorluğun vatandaşı konumundaki Museviler de Avrupa dan çıkartılarak
mübadele sözleşmesi ile Türk ve Müslümanların yönetiminde çöken imparatorluğun
yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında yeni bir yapılanmaya
yönlendirilmişlerdir. Böylece bir
anlamda Avrupa kıtasında ya da Doğu Avrupa toprakları üzerinde kurulmak istenen
Yahudi devletinin, bu küçük kıta üzerinde kurulamayacağı ortaya çıkmış ve
Birinci Dünya savaşı sırasında Avrupa’da kurulamayan bu devletin nerede
kurulacağı tartışma konusu olmuştur. Böyle bir devlet için Fransa Madagaskar
adasını tahsis ederken, İngiltere Latin Amerika kıtasının tam ortasında yer
alan Arjantin devletinin kuzey bölgesini teklif etmiş, bazı batılı otoriteler
ise bu devletin Avustralya ya da Yeni Zellanda gibi uzak doğu ülkelerinde
kurulmasının, dünya barışı açısından yararlı olacağını öne sürerek başka alternatifler
ortaya koymuşlardır. Türkiye’nin kurucusu Atatürk Avustralya kıtasındaki
eyaletlerden birisinde böyle bir devletin kurulmasının dünya barışı açısından
yararlı olacağını ileri sürmüştür . Ne var ki Osmanlı Yahudileri önce İstanbul’un
ortasında Pera bölgesinde, bu olmazsa İzmir-Manisa hattında Avrupa’da
kurulamayan Musevi devletinin kurulmasını talep etmişlerdir.
Museviler
Doğu Avrupa’da kurulamayan İsrail’in kutsal kitaplara dayanılarak vaad edilmiş
topraklar üzerinde Orta Doğu alanında kurulması için mücadele etmişlerdir. Sonunda
Birleşmiş Milletlerin kurulması ve bir numaralı kararı ile de Filistin’de bir
Musevi devleti kurulması konusunda karar alması üzerine, bu bölgede ayrı bir
devlet kurulması için mahalli halka danışılmadan ve bir referandum yapılmadan Birleşmiş
Milletler kararı ile bu devlet kurulmuştur. Böylece bir yandan Avrupa’da
kurulamayan İsrail devleti Orta Doğu bölgesinde kurulurken, diğer yandan da
Rusya topraklarında kurulamayan Türk devleti de Anadolu yarımadası üzerinde
kurulmuştur. Rus Çarlık rejiminin polisleri Türkçü önderleri Rusya’dan kovunca,
bunun üzerine İsviçre’de toplanan beşinci Türkçülük kongresinde, Türklerin ana
vatanı olarak Anadolu yarımadası ilan edilerek bir Türk devleti ilk kez Türk
adı ile Anadolu yarımadası üzerinde kurulmuştur. Avrupa kıtasında kurulamayan
Musevi devleti ve Rusya bölgesinde kurulamayan Türk devleti İsviçre kongreleri üzerine,
dünyanın ortasındaki merkezi alanda kurulabilmiştir. İki devlet aynı siyasal süreç içinde Orta Doğu
bölgesinde kurulurken, tıpkı Endülüs döneminde batı Avrupa’dan dışlandıkları
gibi şimdi de Doğu Avrupa topraklarından dışarıya atılıyorlardı. Museviler
İstanbul ve de İzmir yörelerinde kendi devletlerini kuramadığı gibi,
Türkler’de Kazan-Kırım-Kafkasya üçgeninde
kuramadıkları Türk devletini Edirne’den Ardahan’a kadar Misakı Milli ile ilan
ettikleri vatan toprakları üzerinde kuruyorlardı. Üç büyük din arasındaki
çekişmeler ile Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya gibi emperyalist
devletlerin aralarındaki çatışmalar ve savaşların dünyayı getirdiği yeni noktada,
Doğu Avrupa’daki Müslüman Türkler ile Osmanlı döneminden kalma Museviler de
dışlanarak, İngiliz ve Fransız emperyalizmleri Doğu Avrupa bölgesinde
kendilerine küçük ortaklar arıyorlardı. İngiltere Yunan devletini kurarken, Fransa Romanya ve Arnavutluk, Rusya, Bulgaristan ve
Sırbistan, Almanya, Hırvatistan ve Slovenya gibi eski Osmanlı eyaletlerini yeni
Hırıstıyan devletler olarak Müslümanlara ve Musevilere karşı, Doğu Avrupa’da
topraklarında kendi kolonilerine dönüştürmeye çalışıyorlardı.
Birinci
Balkan savaşı sonrasında Doğu Avrupa’da küçük Balkan devletleri kuruluyor ve sonraki aşamada bu devletler daha büyümek üzere ikinci bir
Balkan savaşına yönelirken, Türkler
Balkanları terk ederek Anadolu topraklarına geliyorlardı .Osmanlı
egemenliği altında Vatikan
yönetimindeki Hrıstıyan Avrupa’ya
karşı kendilerini korumaya çalışan
Museviler, son aşamada
Makedonya’yı bir Melami devleti olarak örgütleyerek bu
devletin çatısı altında Selanik
merkezli yeni bir Musevi Makedonya
kurma planları devreye sokmaya çalışmışlardır. İngiliz emperyalizmi bu
projenin önüne geçerek, Musevilerin de tıpkı Müslümanlar gibi Doğu Avrupa
bölgesini terk etmeleri için Selanik ve İzmir’de yangınlar çıkararak ve bazı örgütlenmeleri gündeme getirerek bölgede bir mübadele düzenlemesi
yapılmasını dayatmıştır. Doğu Avrupa
bölgesinde Müslüman Osmanlı yönetimi biterken Vatikan denetiminde bir Hrıstıyan
yapılanmasını önlemek üzere , Museviler
Makedonya’yı bir Avrupa Musevi devleti olarak yeniden kurmaya çaba gösterirlerken,
Fransa destekli İngiltere Hrıstıyan
Türkler ile Müslüman ve Museviler arasında
bir mübadele yapılmasını siyasal
baskılar aracılığı ile gerçekleştirmişlerdir. Türkler, Müslümanlar ve Museviler
ile Ortodokslar arasında bir mübadele antlaşması hem Balkanlar hem de Irak ve
Suriye ile Türkiye arasında imzalanarak, Avrupa tipi ulus devletler modeli Orta
Doğu bölgesine de getirilmek istenmiştir. Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu bölgesindeki
ülkelerin kurucusu olan İngiliz-Fransız ortaklığı, bugün gelinen yeni aşamada ABD-İsrail
ikilisi ile karşı karşıya kaldığı için, merkezi coğrafya da gene büyük
devletler ve siyasal güçler arasında eskisinden farklı bir çizgide yeni anlaşmazlıklar
sürecine girilmiştir. Avrupa ve Rusya’da kurulamayan iki devletin zorlanarak Orta
Doğu Bölgesinde kurulması ile yeni gelinen noktadaki sıcak çatışmalarla bölge gerginlik
ortamına doğru sürüklenirken, üçüncü dünya savaşını hatırlatan benzeri gelişmeler
bugünün dünyasında insanlığın geleceğini
tartışmalı bir duruma sürüklemektedir.
Türkiye
üç kıtanın ortasında üç yarımada üzerine kurulurken, ulusal yemin ile korunma
altına alınan sınırlarını güvence altına almak üzere bir güvenlik devleti olarak
kurulmuştur. Kurucu iradenin bu başarılı girişimi yüzünden, Türkiye Cumhuriyeti
yüz yıllık bir zaman diliminde her türlü saldırıya karşı kendisini korumasını
bilmiş ve Kıbrıs gibi yüz yıl önceki dönemde Misakı Milli sınırları dışında bırakılan
Türk toprağını ana vatana yakınlaştırma başarısını sağlamıştır. Türkiye sürekli
savunmada kalarak başarı sağlarken, İsrail ise sürekli sorun yaratarak, bölge
devletleri arasında çekişmeleri körükleyerek her zaman için bir üçüncü dünya
savaşı arayışı içinde olmuştur. Küçük İsrail’in Büyük İsrail’e dönüşmesi için
bölge devletlerinin parçalanmasına dönük senaryolar ardarda devreye sokulmuş ve
bu doğrultuda orta dünyada Balkanizasyon senaryoları parçalanmaları
hedefleyerek yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Bu yüzden Orta Doğu bölgesinde
tam olarak güvenlik sağlayamayan İsrail: Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya gibi
Hırıstıyan Doğu Avrupa ülkeleri ile Türkiye karşıtı çizgide yeni güvenlik
antlaşmalarına girişmiştir. Türkiye böylece Doğu Avrupa bölgesinden bir
Hrıstıyan ittifak ile çevrelenirken ,
İsrail öbür tarafta da Birleşik
Arap Emirliklerini taşeron konumunda
kullanarak ve bu kez yeniden Orta
Doğu’nun Müslüman ülkeleri ile anlaşmaya giderek, laik rejimi ile
kendisine şimdiye kadar şeriat rejimlerine karşı şemsiye görevini yapan Türkiye
Cumhuriyetine karşı bir çizgide, bu kez de güneyden çevirme hareketine yönelerek, hasım konumunda bir tutum ile eski müttefiki
Türkiye devletinin karşısına çıkmaktadır.
Son
dönemdeki gelişmeler böylesine olumsuz bir çizgide gelişirken, İsrail’in
Bulgaristan Yunanistan ve Romanya ile yeni bir dayanışma ittifakına kalkışması ile
Doğu Avrupa bölgesini yeniden batı merkezli bir doğrultuda devreye sokularak,
Orta Doğu barışı için Balkanlar ve Kafkaslar arasında yeni düzen arayışı gündeme
getirilmektedir. Eskiden Doğu Avrupa’da egemen olan Osmanlı devletinin yıkılışı
üzerine, bu bölgede komünist rejimler oluşturularak Rusya’nın öncülüğünde koskoca
bir Sovyetler Birliği kurulmuştur. Hrıstıyanlık merkezi Vatikan’a karşı Müslüman
Osmanlı devletine sığınan Museviler, Osmanlı sonrası dönemde yeni
bir Hırıstıyan baskısı ya da dayatmalarıyla karşı karşıya kalmamak üzere, Rusya
üzerinden oluşturulan Sovyetler Birliği’nin dinsizlik düzenini
desteklemişlerdir. Başta Rusya olmak
üzere bütün sosyalist ülkelerde dinsizlik resmi ideolojinin bir uzantısı olarak
kabul edilmiş ve bu doğrultuda Hrıstıyan ülkelerde Kliseler, Müslüman ülkelerde
ise Camiler hem kapatılmış hem de yıkılmışlardır. Hırıstıyan dünyaya karşı da
dinsizlik esasını savunan Yahudiler, kendi dini kimliklerini koruyarak Doğu
Avrupa’dan vazgeçmemişler ve Hazar devletinin uzantısı olan Doğu Avrupa ülkelerinde,
materyalizmi savunan sosyalizm üzerinden uzlaşma arayarak yerlerini korurlarken,
gene bu bölge üzerindeki Vatikan’ın etkisini önlemişlerdir. Rusya dünya
savaşları sonrasında yeni dönemde öne geçerken, Ortodoks inancını Doğu Avrupa
halkları arasında yaygınlaştırarak, Müslümanların ve Musevilerin bölgeden
ayrılmalarını sağlayacak bir eski karşıtlığı canlı tutarak, Hrıstıyan Avrupa
kıtasının desteği ile Osmanlı artığı nüfusları Doğu Avrupa bölgesinden uzaklaştırabilmenin
çabası içinde sosyalist dönemi kendi açısından değerlendirebilmenin yollarını
aramıştır. Sosyalist sistemin tasfiyesi aşamasına gelindiğinde zayıf düşmüş bir
Rusya eski ideolojik imparatorluğu bölgelerinde güç kaybetmiş ve eski SSCB
üyesi olan on beş adet eyalet bağımsız devletler olarak Birleşmiş Milletlerin
çatısı altındaki yerlerini almışlardır. Osmanlı yönetimi sonrasında komünizm
üzerinden Rus yönetiminin egemen olduğu Doğu Avrupa ülkelerinde sosyalist
sistemin tasfiyesi ile birlikte bağımsızlık düzenleri devreye girmiş ama bu
aşamadan sonra da Batı Avrupa merkezli Avrupa Birliği, Avrupa’da bir kıtasal
devlet kurmak üzere Doğu Avrupa ülkelerini üye yaparak içine almıştır. Ne var
ki, Bosna, Arnavutluk ve Kosova gibi Müslüman ülkelere üyelik hakkı
tanınmayarak, Avrupa Birliğinin Hrıstıyan kimliği korunmuştur. Eski Osmanlı
kalıntılarının bu bölgeden temizlenmesine, AB yönetimi üyelikten önce yer vermiştir.
Küreselleşme
sürecinde ABD’nin kontrolü altında bir Avrupa Birliği sürecine giren Avrupa
ülkeleri zaman içinde birleşeceklerine,
kendi ayrı yapılarını korumak durumunda kalmışlar ve ABD ile anlaşmazlığa düşen
İngiltere ise birlikten ayrılma yoluna girince, başta Fransa ve İspanya olmak
üzere büyük devletlerin bu birlikten ayrılma yoluna doğru yönlerini
değiştirdikleri görülmüştür. Batı Avrupa’nın büyük devletleri birbiriyle
çekişmelere gene eskisi gibi düştükleri açığa çıkınca, birliğe sonradan üye
olan Hrıstıyan Doğu Avrupa devletlerinin gelecekleri tartışılmaya başlanmıştır.
Kuzeyinde protestan, güneyinde Katolik, doğusunda Ortodoks mezheplerine sahip
olan Avrupa devletlerinin, son yıllardaki gelişmeler karşısında batı Avrupa
merkezli bir Avrupa birliği oluşumundan giderek uzaklaştıkları, kıtasal birlik yerine bölgesel
ittifaklar arayışı içine yöneldikleri görülmektedir. İngiltere’nin başlatmış
olduğu Avrupa Birliğinin dağılma sürecine girerken, bunun yerini Akdeniz
Birliği, İskandinav Birliği, Batı Avrupa Birliği, Orta Avrupa Birliği, Doğu
Avrupa Birliği, Balkan Birliği, Ege Federasyonu ya da Kuzey Birliği gibi bu
eski kıtayı yönler doğrultusunda bölecek bazı bölgesel birlikler konuşulmaya
başlanmaktadır. Türkiye’yi dışlayan ve hiçbir biçimde bu tür bölgesel
yapılanmalar içinde düşünmeyen Türkiye karşıtı girişimler giderek ön plana
çıkarken, Türkiye bir parçası olduğu ve büyük oranda da komşu konumuna sahip
olduğu Doğu Avrupa yapılanması içinde bile düşünülmemektedir. Müslüman bir
halka sahip olan Türkiye’nin sadece din ayrılığı gerekçesi ile Doğu Avrupa’dan dışlanması
bile bugünkü Avrupa ülkelerinin orta çağ zihniyetinden henüz uzaklaşamadıklarını
da ortaya koymaktadır.
Avrupa’nın
geleceği belirsizlik ortamına girerken, Avrupa devletleri kendilerini kurtarmak
üzere sınır komşuları ile bölgesel birliklere gitmektedirler. Son yıllarda
Macaristan ve Polonya gibi Doğu Avrupa ülkeleri ile batı Avrupa merkezli Avrupa
Birliği arasında ihtilaflar çıkmakta ve bu ülkeler sürekli olarak AB ortamından
dışlanmaktadırlar. Varşova kenti soğuk
savaş dönemindeki doğu blokunun merkezi konumundayken, Nato’ya karşı doğu paktı
olarak Polonya merkezli bir savunma
örgütü Varşova Paktı adıyla kuruluyordu. Avrupa’nın büyük devletleri ABD’nin
Nato baskılarına karşı yeni bir Avrupa ordusu kurulması düşüncelerini Avrupa
Birliğinin merkezi olan Brüksel’de savunurlarken, ABD merkezi bölgedeki Arap
ülkelerini bir araya getirerek Avrupa ordusuna karşı bir Arap ordusunun Orta
Doğu da kurulmasıyla ile ilgili toplantıyı, Varşova kentinde Brüksel’ci ülkelere karşı düzenlemiştir Doğu Avrupa bölgesinin merkezi olarak kabul
edilen Varşova kenti yeni dönemde ABD destekli politikaların da merkezi
konumuna geleceği son gelişmelerle ortaya çıkmaktadır. Ayrıca eski Doğu Avrupa’nın sosyalist
ülkeleri olan Polonya, Macaristan,
Çekya ve Slovakya gibi dört ülkenin oluşturduğu V-4 olarak adlandırılan
Vişegrad dörtlüsü oluşumu da bir anlamda Orta Avrupa Birliği arayışının sonucu
olarak gündeme gelmiştir. Bir anlamda Doğu Avrupa’ya yönelen yeni bölgesel
ittifakın çıkış yeri olarak belirlenen Vişegrad kenti Avrupa Birliği’nin
dışında gelişen yeni bir oluşum olarak dünya sahnesine çıkmaktadır. Batı Avrupa
Atlantik okyanusuna ve Akdeniz
bölgesine doğru kayarken, siyasal alanda boşluğu hissedilen Doğu Avrupa yapılanmasını
karşılamak üzere, Vişegrad gibi bir Orta Avrupa kentinde dört devletin ilgili çalışmalara
başlaması, geleceğin Avrupa yapılanmasında Orta ve Doğu Avrupa bölgelerinin
birlikteliği ile daha güçlü bir alternatif yapılanmayı öne çıkaracaktır. Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşamakta
olan milyonlarca Doğu Avrupa kökenli insanların içinde yer aldığı Çek, Polonya,
Macar, Fin ve Ukrayna kökenli lobilerin ve bu ülkelerden ABD’ye göç etmiş olan
Yahudi lobilerinin örgütlü etkinlikleri, önümüzdeki dönemde daha güçlü bir
biçimde öne çıkarsa, o zaman şimdiye kadar hep ihmal edilen ve geri planda
tutulan Doğu Avrupa bölgesinde, yepyeni yapılanmalar ortaya çıkabilecektir.
Önümüzdeki dönemde Varşova ya da Odesa merkezli bir Doğu Avrupa Birliği oluşumu
gündeme gelebilir. Türkiye komşusu olduğu bu bölgenin geleceği ile yakından
ilgilenmek ve gereğini yapmak zorundadır.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder