ATATÜRK VE SULTAN GALİYEV
Ön Asya
Türklerinin kurtuluş savaşçısı Mustafa Kemal Atatürk ile, Orta Asya Türklerinin
bağımsızlık önderi Sultan Galiyev aynı yıllarda
yaşayan ve etkili olan önderlerdir. Atatürk’ten bir yıl önce doğan ve gene bir
yıl önce idam edilen Sultan Galiyev Doğu Türklüğünün temsilcisi olarak bağımsız
bir Turan İmparatorluğu peşinde koşmuştur. Atatürk, dünyanın jepolitik merkezi
olan topraklarda, Ön Asya Türklüğünün egemenliğinin simgesi olarak Türkiye
Cumhuriyeti’ni kurarken, Sultan Galiyev’de Orta Asya ve Doğu Türklüğünün
yaşadığı topraklarda egemenliğinin göstergesi olacak bir bağımsız devlet
kurabilmenin çabası içerisindeydi. Bazen İdil-Ural, bazen Tatar-Başkırt bazen da
Turan adını taşıyan devlet modelleri ardında koşmak, Doğu Türklüğünün ve Müslümanlığının önde gelen temsilcisi olarak Sultan Galiyev’in başlıca işi ve
tarihsel misyonu olmuştur. On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru, Avrupa
merkezli dünyanın doğusunda yer alan üç büyük imparatorluk çökerken, bu siyasal
yapıların içerisinde yer alan halklar kendi başlarının çaresine bakmak üzere
yeni devlet modelleri üzerinde durmuşlar ve her topluluk kendi devlet modelini
kurmak için uğraşırken, diğer toplumlar ve halklarla karşı karşıya gelmiştir.
Bu nedenle, Birinci dünya savaşı öncesinde Doğu Avrupa’daki Osmanlı
topraklarında küçük halklar kendi ulus devletlerini kurma mücadelesine girince,
Balkanizasyon denilen dağılma ve parçalanma süreci Osmanlı ve Avusturya
İmparatorluklarını yıkmıştır. Aynı dönemde ise Rus Çarlığında milliyetçi
ayaklanmalar gündeme gelince Rus devleti şiddete yönelen bir halkçılık akımını
destekleyerek, Balkanizasyonun Rus devletini parçalamasını önlemiştir. Ne var
ki, Birinci Dünya Savaşı sürecinde Rus İmparatorluğu çökme noktasına gelince,
bu büyük yapı dağılmış ve sonrası için halklar arasında çekişme başlayınca,
yirminci yüzyılın başlarından itibaren Rusya sınırları içerisinde yaşamakta
olan Türk asıllı halk kitleleri kendi geleceğini aramaya başlamıştır. İşte bu
mücadelenin ortaya çıkardığı Asya Türklüğünün
bağımsızlık önderi Sultan Galiyev olmuştur.
Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkler, kendi devletlerinin kurucusu olan Mustafa
Kemal’i çok iyi bilmelerine rağmen, Orta Asya ve Doğu Türklüğünün önderi olan
Sultan Galiyev’i yeterince bilmezler çünkü, emperyalizm Orta Asya Türklüğü ile
Ön Asya Türkleri arasındaki bağı kesmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında
gerçekleşen Sovyet devrimi, bütün Kafkasya ve Orta Asya bölgelerini sınırları
içerisine alırken, Asya Türklerini bir açık hava hapishanesine demir perde
uygulaması sayesinde hapsetmiştir. Dünyanın merkezi coğrafyasında yer alan
büyük Türk devleti olarak Osmanlı imparatorluğu da çökünce, geri çekilen
topraklardan göçüp gelen Türk boyları Ön Asya Türk egemenliğinin merkezi olan
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşamlarını sürdürmeye çalışmışlardır.
Adriyatik’ten Çin seddine kadar uzanan büyük Türk dünyası yirminci yüzlılın koşullarında
ikiye bölünmüş , Ön Asya Türkleri Atatürk’ün kurmuş olduğu Türkiye
Cumhuriyeti çatısı altında özgür bir biçimde bağımsızlığa kavuşurken , küresel
dünya dengelerinin gündeme getirmiş olduğu Sovyet devrimi sayesinde Rus
hegemonyasının egemen olduğu Sovyetler Birliği gibi bir büyük imparatorluk
coğrafyasına Asya kıtasının çeşitli
bölgelerinde yaşamakta olan bütün Doğu Türkleri
katılmak zorunda kalmışlardır . Ön Asya Türkleri Atatürk sayesinde
özgürlüklerine ve bağımsızlıklarına sahip olurken, Orta Asya’nın Doğu Türkleri
ise Rus hegemonyası altındaki bir baskı rejimine demir perde gerisinde kalarak
yetmiş beş yıl süre ile mahkûm olmuşlardır. Bunun da nedeni, Doğu Türklüğünün
simgesi olan Sultan Galiyev’in Atatürk gibi başarılı olamamasıdır. Ayrı
coğrafyalarda Türk ve Müslüman asıllı halk topluluklarının bağımsız geleceği
için mücadele eden iki büyük önderden Atatürk’ün batı emperyalizmine karşı
başarılı olarak zafer elde etmesi Sultan Galiyev’in ise, Rus emperyalizmine
karşı yürüttüğü bağımsızlık ve özgürlük mücadelesini kaybetmesi nedeniyle
böylesine bir ayırım ortaya çıkmıştır. Atatürk’ün kurmuş olduğu bağımsız Türk
devleti bu sene doksanıncı yılına girerken, Sovyet İmparatorluğunun dağılmasından
bu yana yirmi yıl geçmesine rağmen, bütün Doğu Türkleri ve Müslümanları hala
kendi bağımsız ve özgür geleceklerini aramaktadırlar. Yüzyılların Rus
hegemonyasını sürdürmek isteyen Rus devleti bugün bile sınırları içinde veya yakınında
yaşamakta olan Türk topluluklarına ya da devletlerine bağımsız olma hakkını
tanımak istememektedir. Tarihi iyi bilen Ruslar , bugün egemen oldukları geniş
topraklarda uzun yüzyıllar Türk asıllı
devletlerin ve imparatorlukların hüküm sürdüğünü çok iyi bilmektedirler.
Milattan
önce iki binli yıllarda başlayan göçler sayesinde Orta Asya Türkleri ana karalar
boyunca yayılırken, bugünkü Rus topraklarında önce Hun İmparatorlukları daha
sonra da Avar ve Hazar İmparatorlukları yüzyıllarca birer Türk devleti olarak
hüküm sürmüşlerdir. Ruslar, Milat yıllarında bugünkü Ukrayna’nın başkenti olan
Kiev dolaylarında bir küçük prenslik iken, Türkler Hazar imparatorluğu olarak
bugünkü Rus coğrafyasının mutlak egemeni konumundaydı. Üçüncü yüzyıldan onuncu
yüzyıla kadar devam eden büyük Hazar İmparatorluğu yedinci yüzyılda Avrupa’ya
zorlanan Türk göçleri nedeniyle zayıflamaya başlayınca, Kiev’den Moskova’ya
taşınan Rus Prensliği zamanla büyümüş ve bir Çarlık rejimi altında sonraki
yıllarda bölgesel bir büyük imparatorluğa dönüşmüştür. Yedinci yüzyıl
sonrasında göçler devam ettikçe Hazar ülkesi zamanla Rus ülkesine dönüşmüştür.
Onuncu yüzyılda Hazar imparatorluğunun yıkılmasıyla da bütün Hazar
topraklarının Rus hegemonyasına geçtiği görülmüştür. Bugünkü Çek Cumhuriyeti’ni,
Finlandiya’yı, Estonya’yı, Macaristan’ı ve Bulgaristan’ı Avrupa kıtasında
bağımsız devlet olarak oluşturan Türk kökenli halklar, Hazar topraklarını terk ettikçe
Rusların önü açılmış ve zaman içerisinde eski Türk topraklarında büyük bir Rus
egemenliği gündeme gelmiştir. Bu nedenle, Asya’nın kuzey bölgesinde tarih
boyunca bir Rus ve Türk hegemonya çekişmesi yaşanmıştır. Yüzyıllarca süren
büyük göçlere rağmen Türk asıllı halklar Asya’nın kuzeyinde, ortasında ve
doğusunda varlıklarını sürdürmüşler, yirminci yüzyılın büyük devleti olan
Sovyetler Birliğinin çöküşünden sonra da varlıklarını ayrı devletler halinde koruyabilmişlerdir.
Bugün Rusya Federasyonu çatısı altında sekiz, Orta Asya ve Kafkasya’da beş ve
Avrupa Birliği çatısı altında da beş olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC
ile beraber günümüzde tam yirmi adet Türk devleti bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli
devletlerin sınırları içerisinde yaşayan farklı Türk toplulukları da günümüzde
çeşitli bölgelerde görülebilmektedir. Türkler
bugün Asya ve Avrupa kıtalarının çeşitli bölgelerinde yaşamaya devam ederken,
Türkiye Cumhuriyeti de bu iki kıtanın tam ortasında bir doğu ve batı köprüsü
olarak varlığını sürdürmektedir. Atatürk’ün eseri olan Türk devleti
bağımsızlığını korurken, Sultan Galiyev’in aynı doğrultuda bir büyük Turan
İmparatorluğu çatısı altında bir araya getirmek istediği Orta ve Kuzey Asya
Türkleri ile Müslümanları hala günümüzde de bağımsız geleceklerini aramaya
devam etmektedirler. Bununda başlıca nedeni, Atatürk’ün batı emperyalizmine
karşı bağımsızlık mücadelesini kazandığı zaman diliminde, Sultan Galiyev’in Rus
emperyalizmine karşı yürütmüş olduğu bağımsızlık mücadelesini kaybetmesidir. Eğer
Sultan Galiyev’de Ruslara karşı yürüttüğü mücadeleyi kazanarak bağımsız bir
Turan devleti kurabilseydi, bütün Avrasya kıtasında Türk egemenliği kurulmuş
olacaktı. Sovyetlyer Birliğinin dağılmasından sonra bugünkü Avrasya kavgası o
zaman çıkmayacaktı. Türklerin dağınık olmaları ve bir türlü Ruslar gibi merkezi
yönetime sahip olamamaları yüzünden, Rusya ve Asya Türk toplulukları bir büyük
devlet çatısı altında bir araya gelememişlerdir.
Atatürk
ile Sultan Galiyev beraberce ele alındığında ilk yapılması gereken şey,
tarihsel süreç içerisinde bu iki önderin bir ortak değerlendirmeye konu
edilmesidir. Yirminci yüzyılın başlarında Ön Asya Türklerinin merkezi coğrafya
da bağımsız bir devlet kurma şansına sahip olabilmeleri ile, Kuzey ve Orta Asya
Türklerinin böylesine bir şansı yakalayamamaları üzerinde durmak ve iki ayrı
bölge Türklerinin neden bir ortak dayanışma içerisinde bir büyük Avrasya
yapılanmasını kendi egemenlikleri altında yakalayamadıkları konusunu irdelemek
gerekmektedir. Burada tarihsel koşullar ile beraber uluslararası konjonktürün önde
gelen etkilere sahip olduğunu görmek gereklidir. Ayrıca, Atatürk’ün bir asker
olarak sahip olduğu bilgi birikimini ve devlet aklını ustalıklı bir biçimde bağımsız
yeni bir devlet için kullanması ile, Sultan Galiyev’in ise bir öğretmen olarak sahip
olduğu entellektüel bilgi birikimini büyük Türk coğrafyasında devlet kurucusu
olarak kullanamamasının üzerinde durmak gerekmektedir. İki ayrı coğrafyanın
kendine özgü jeopolitik konumlarını Atatürk yerinde değerlendirebilirken,
Sultan Galiyev bu konuda yetersiz kalmıştır, Sultan Galiyev’in çalıştığı alanın
Türkiye topraklarının on misli büyüklüğünde olması faktörü dikkate alınırsa o
zaman Atatürk’ün daha küçük bir ülkede yürütmüş olduğu bağımsızlık savaşında,
Galiyev’den daha şanslı olduğu görülmektedir. Tarihin köşe başında doğu
imparatorlukları çökerken, merkezdeki Türk devleti dağılmış ve İstanbul başkent
olmaktan çıkmıştır. Türkler büyük devletlerini ellerinden kaçırırken, Ruslar
Çarlık rejimi çökmesine rağmen gene de ayakta kalmışlar ve Moskova merkezli
imparatorluk coğrafyasını yeni dönemde gene Moskova merkezli bir büyük
ideolojik siyasal yapılanma çerçevesinde sürdürebilmişlerdir. Bu dönemde bütün
Kuzey ve Orta Asya Türk toplulukları Sovyet imparatorluğu çatısı altında Rus
hegemonyasına mahkûm edilmişlerdir. Üç çeyrek asır devam eden ideolojik
imparatorluk, Rusya Türkleri için tam bir demirperde hapishanesine dönüşmüş,
sosyalist sistemin çöküşü üzerine, bir kısım Türk devletleri bağımsızlıklarını yakalayabilmiş,
diğerleri ise gene Rus hegemonyası altında federasyonun sınırları içerisinde Çeçenistan
gibi baskı altına alınmışlardır. Sultan Galiyev’in denemiş olduğu üç tür devlet
yapılanmasının devam edememesi nedeniyle, Rusya Türkleri hala Rus baskısı
altında yaşam mücadelesi vermektedirler. Hazar’ın kuzey bölgesinde bir
İdil-Ural ya da Tatar-Başkırt devletlerinin kurulması veya Orta Asya ile kuzey
Asya Türklerini bir araya getirecek olan bir büyük Turan İmparatorluğunun
kurulmuş olması, Türk dünyasının daha özgür ve bağımsız bir geleceğe yönelmesini
sağlayabilecekti. Ne var ki, Sultan Galiyev dönemindeki mücadeleyi Rusların
kazanması ve Türklerin yitirmesi yüzünden ortaya çıkmış olan dağınık tablo
bugün değişmediği için mazlum Türk topluluklarının esareti günümüzde de devam
etmektedir. Orta Asya ve Kafkasya Türkleri bağımsızlıklarını kazanmalarına
rağmen, Rusya ve kuzey Asya Türk toplulukları gene Rusya Federasyonu’nun çatısı
altında yaşamaya zorlanmaktadırlar. Türk devletlerinin yarısı bağımsız yaşarken,
geri kalan yarısı da Rusya hegemonyası altında gene eskisi gibi esarete
zorlanmaktadırlar. Sultan Galiyev ve arkadaşlarının Birinci Dünya Savaşı
sırasındaki mücadeleyi kaybetmeleri nedeniyle ortaya çıkan olumsuz tablo
yirmi birinci yüzyılın başlarında da devam etmektedir. Rusya Türklerinin Atatürk’ün
elde etmiş olduğu zaferi sağlayamamaları yüzünden, büyük Türk dünyası Rus
hegemonyasının baskılarına terk edilmiştir. İdeolojik imparatorluğunu elinden
kaçıran Rus devleti, yeni dönemde gene eskisi gibi imparatorluk macerasını
sürdürmek istediği için, sınırları içerisinde yer alan Türk ve Müslüman asıllı
toplulukların bağımsızlıklarını bir türlü kabul etmemektedir. Özellikle,
Çeçenistan’a karşı uygulanan ağır baskı ve katliam girişimleri böylesine bir
olumsuz tutumun en açık göstergeleri olarak dünya tarihi içindeki yerini
almıştır. Benzeri bir biçimde bağımsızlığa yönelen Tataristan’a karşı da Rus
emperyalizmi elinden gelen tüm yolları deneyerek, Tatar Türklerini gene kendi
çatısı ve baskısı altında tutmaya çalışmaktadır. Tüm halklar ve ülkeler
bağımsız bir geleceğe doğru yönelirken, eskiden kalma baskı düzenleri içerisine
Asya ve Rusya Türklerini hapsetmenin ne derece ters bir durum olduğu her geçen
gün daha fazla ortaya çıkmaktadır. Sultan Galiyev yerine Stalin’in galip
gelmesi ve tüm karşıtlarını temizlemesi sonucunda ortaya çıkan Türkler için
esaret tablosunun günümüzde eskisi gibi sürdürülmek istenmesi geleceğin Rusya’nı
bir çekişme ve çatışma alanına dönüştürecek gibi görünmektedir.
Lenin ve Stalin karşısında mücadeleyi yitiren
Sultan Galiyev bsir öğretmen olarak son derece bilgili ve kültürlü bir
siyasetçiydi. Hapishanede kendisini anlatan bir kitap yazan Galiyev yoksul
geçen bir çocukluk döneminden sonra kendisini okumaya ve yetiştirmeye vermişti.
Tatar öğretmen okulunu bitirdikten sonra tatar Sosyalist Örgütünü kurarak
siyasal önderliğe başlayan Galiyev, Tatar milliyetçiliği ile beraber sosyalist
girişimlerini de sürdürüyordu. Daha sonra Kazan’a geçerek Mollanur Vahidov’un
kurucusu olduğu Müslüman Sosyalistler Komitesine katıldı. Rusya’da yaşayanbütün Müslümanları sosyalist bir devlet çatısı altında bir araya getirmeyi hedefleyen
bu komitede Mollanur Vahidov sonrasında Galiyev başkanlığa geldi ve bu görevini
uzun süre yürüttü. Devrim sonrasında Moskova’da toplanan Komünist Partisinin
kongresinde bütün milli komitelerin kapatılması karar altına alınınca, bu
komitenin çalışmaları durduruldu. Sultan Galiyev komite başkanı olarak
girişimlerini sürdürmeye devam etti ve böylece Moskova ile ters düştü.
Tatar-Başkurt Meclisinin almış olduğu İdil-Ural devleti kurma projesi, yeni
dönemde Moskova merkezli sosyalist sistemin tüm ülkeye egemen olmasıyla beraber
duraklamıştır. Orta ve kuzey Asya Türkleri ile Müslümanları için öncü bir örnek
hareketi örgütlemek için uğraşan Tatarlara karşı Rusların tepkisi giderek
artmış ve belirli bir aşamadan sonra Tatar-Rus karşıtlığı tırmanmaya
başlamıştır. SSCB yönetimi ülke içindeki iç savaşı gerekçe göstererek merkezi
yönetim dışındaki bütün yerel ve bölgesel siyasal yapılanmaları yasaklamıştır. Moskova’nın
direktifiyle Tataristan, Başkurdistan ve Çuvaşistan ayrı devletler olarak
kurularak Rusya Federasyonu içerisinde eyalet statüsüne sahip oluyorlardı. Böylece
Rusya’da Sultan Galiyev’in başlattığı girişimlerin ters tepmesiyle ulusal sorun
daha da büyüyerek ülkenin gündemine oturuyordu. Merkeze bağımlı eyalete
yapılanmasına karşı çıkan Tatarların ulusal özerklik talepleri Galiyev tarafından
dile getirilince, Stalin Tatar hareketine karşı yeni önlemler almak zorunda
kalıyordu. Rus hegemonyasına karşı bütün doğu halklarının desteğini arkasına
almak isteyen Sultan Galiyev bu doğrultuda I9h20 yılının Eylül ayı içinde Azerbaycan’ın
başkenti olan Bakü kentinde bir Doğu Halkları kurultayını Moskova desteği ile
gerçekleştiriyordu. Batı emperyalizmine karşı bütün doğu halklarını bir büyük
Turan İmparatorluğu çatısı altında bir araya getirmeyi hedefleyen Birinci Bakü
kurultayı hem Rusya’da hem de savaş sonrasında bütün dünyada önemli etkiler yaratmıştır.
Bu kurultaya Osmanlı devletinin son hükümetini temsilen Enver Paşa ile Anadolu
hareketinin oluşturduğu Ankara hükümetinin temsilcisi olarak İbrahim Tali
Öngören ‘de katılıyordu. Sultan Galiyev’in öncüsü olduğu bu kurultaya Türkiye Büyük
Millet Meclisi hükümeti ilgisiz kalmıyor ve yeni kurulan Türk devletinin
başkanı olarak Atatürk kendi adına bir temsilciyi Bakü Kurultayına göndererek
Doğu Halkları içerisinde yer alıyordu. Rus komünistleri Enver paşayı emperyalistlerin
adamı olarak görürken, Kemalist Türkiye’nin temsilcisi olan İbrahim Tali beyi
bir antiemperyalist ve Doğu Halklarının temsilcisi olarak selamlıyorlardı. Galiyev
Bakü Kurultayında ortaya çıkan ortamdan yararlanarak bütün Doğu Halklarını bir
Mazlumlar ya da Sömürgeler Enternasyoneli adı altında bir araya getirmeyi
planlıyordu. Moskova rejiminin sosyalist enternasyoneli bir Rus hegemonyasına
sokması üzerine Galiyev buna tepki olarak Doğu Türkleri ve Müslümanlarının
egemenliğinde yeni bir Mazlumlar Enternasyoneli arayışını gündeme getiriyordu.
Sultan
Galiyev’in sürekli olarak Moskova ile ve Rus hegemonyası ile ters düşen
girişimleri sonucunda Bolşevik partiden atılması gündeme geliyordu. Sürekli
olarak Stalin ile karşı karşıya gelen Galiyev partiden atıldıktan sonra gene anti
Rus çizgide çalışmalarını sürdürüyor ve Tatarların öncülüğünde bir büyük Türk
birliğini Turan devleti çatısı altında gerçekleştirmeyi hedefliyordu. Sovyetler
Birliğini Büyük Rusya’ya dönüştürmek isteyen Bolşeviklere karşı mücadele başlatan
Sultan Galiyev bu doğrultuda bütün doğu halklarının desteğini arkasına almak
istiyordu. Stalin ile ters düşen Galiyev denge kurmak için Troçki’ye
yanaşıyordu. Bu durumu önlemek isteyen Stalin milliyetçilik suçlusu olarak Sultan
Galiyev’i hapse attırıyordu. İşçi sınıfı diktatörlüğü için proleterya
felsefesine inanarak çalışan Bolşevikler, Sultan Galiyev’i hem milliyetçi hem
de burjuva görerek mahkûm ediyorlar ve bu doğrultuda hapse attırarak Doğu Türklerinin
Moskova’dan kopmasını önlüyorlardı. Rus hegemonyasına karşı Pantürkizm ve
Panislamizm akımlarını bir büyük Turan yapılanması doğrultusunda savunan
Sultan Galiyev bir anlamda hem parti suçlusu hem de ideolojik hain olarak
görülüyordu. Sonraki yıllarda partiye dönme isteği ret edilen Sultan Galiyev
önce idama mahkûm edildi ve daha sonra da on yıl zorunlu çalışma cezası ile Kuzey
denizindeki Solovki adasına gönderildi. Bir ara serbest bırakılan Sultan
Galiyev daha sonra yeniden yakalanarak hapse atıldı. Türkiye Komünist Partisi başkanı Mustafa
Suphi ve arkadaşlarının öldürüldüğü gün Kazan’da kurşuna dizilerek öldürüldü. Ülkesinden kaçmayı hiçbir zaman düşünmeyen
Sultan Galiyev bir anlamda siyasal mücadelesinin kurbanı oluyordu. Rus
hegemonyasında oluşturulan bir ideolojik diktatörlük her türlü ulusalcı
hareketi tehlike olarak görürken, büyük Türk ve İslam milliyetçisi Sultan
Galiyev’i ölüme mahkûm etmekten hiç çekinmiyordu. Sovyetler Birliği gibi bir
sosyalist sistemin zaman içerisinde Rus diktatörlüğüne dönüşmesine karşı çıkan
Sultan Galiyev, Rus düşmanlığı yapmıyor ama bir tatar olarak temsilcisi olduğu
Türk ve İslam dünyasının eşit haklarını dile getirerek bunlar için yaşamını
feda ediyordu. Lenin döneminin kısa sürmesi, Troçki’nin bir lider olmaktan çok
aydın kimliği ile yetinmesi Stalin gibi katı faşist bir diktatörün önünü açıyor
ve bu doğrultuda Sultan Galiyev de ortadan kaldırılması gereken bir engel
olarak hedef alınıyordu. Eski yardımcısı
olan Mustafa Suphi’nin başına Karadeniz’de bir motor faciası düzenlenirken aynı
gün ve saatlerde toplumdan soyutlanmış olarak hapislerde çürüyen Sultan
Galiyev’de kurşuna dizilerek bir anlamda kim vurduya götürülüyordu. Böylece,
Bakü Kurultayı ile başlatılmak istenen Doğu halklarının kurtuluşu ya da Asya
Türklerinin özgürlüğü bir başka bahara erteleniyordu.
Sultan
Galiyev çok okumuş bir Tatar aydını olarak, Türkçülük, İslamcılık ve Sosyalizm
gibi üç akımı kendi şahsında birleştiren yeni bir akımın temsilcisi olarak
tarih sahnesine çıkıyordu. Rus milliyetçiliğine karşı tepki olarak Rusya topraklarında
Tatarların öncülüğünde doğan Türkçülük akımının Rus nüfus çoğunluğuna karşı
başarıya ulaşabilmesi için Müslümanların da bu harekete katılması gerekiyordu.
Bu doğrultuda Rusya Müslümanlarına da seslenen Galiyev, Rusya’da Bolşevik
hareketi ile gündeme gelen sosyalizme karşı da ilgisiz kalamazdı. Rus asıllı
bir sosyalizme karşı Türklerin ve Müslümanların da sosyalizmi savunmaları
söz konusu idi. Bu durumda Sultan Galiyev, Rusya Türkleri ve Müslümanlarının
kurtuluşu hareketini her üç ideolojiyi birlikte bütünleştirerek savunuyordu.
Büyük bir Turan İmparatorluğu hedeflendiği için bu doğrultuda bütün Türk ve Müslüman
toplulukların sosyalist bir rejim ile yönetilen Turan Federasyonu çatısı
altında bir araya gelmeleri söz konusuydu. Turan Birliği bir anlamda Koloniler
Devrimi ya da Sömürgeler Enternasyoneli’nin başlangıcı olacaktı. Rus
hegemonyasına karşı inatçı bir biçimde direnen Galiyev’e göre doğu halklarının
eşit katılımı olmadan sosyalist bir dünyanın kurulabilmesi mümkün değildi. Doğu
halkları ile beraber bütün mazlum ulusların birleşmesi gündeme getiriliyordu.
Galiyevcilik bir anlamda bütün mazlum ulusların bir araya gelme ve birleşme
teorisi olarak öne çıkıyor ve antiemperyalizm doğrultusunda savunuluyordu. Rus
hegemonyacılığının daha sonraları bir Rus sosyal emperyalizmine dönüşmesi
nedeniyle Galiyev’in başlatmış olduğu mazlum doğuculuk felsefesine Mao Zedung
sonrasında komünist Çin yönetimi sahip çıkmaya çalışmıştır. İkinci dünya savaşı
sonrasında, Rusya’ya karşı ABD ve diğer batılı emperyalist ülkeler tarafından
desteklenen Maoculuk akımı, Sultan Galiyev’in geliştirmiş olduğu anti Rusculuk
çizgisinde doğunun mazlum uluslarının özgürlüğünü ve bağımsızlığını savunmuştur.
Doğulu Türklerdin ve Müslümanların bir büyük çatı altında batı emperyalizmine
ve Rus hegemonyasına karşı bir araya getirilmesi hem Galiyevciliğin hem de
Maoculuğun temel düşüncesi olmuştur. Atatürk Türkiyesi ise batıya karşı ortaya
çıkan Sovyetler Birliği güdümündeki sosyalist blok arasında hem tarafsızlığını
hem de bağımsızlığını koruyabilmek için, Maoculuk gibi Rus düşmanlığı
yapmamıştır. Galiyev’in Rus hegemonyacılığına karşı çıkan tutumunu Atatürk
izlememiş, aksine Rus gücünü batı emperyalizmine karşı bir denge unsuru biçiminde
kullanarak merkezi coğrafyada yaşayan
Ön Asya Türklerine bir bağımsız devlet kazandırmıştır. Rusya ve Türkiye’nin
birbirinden çok ayrı olan jeopolitik konumları nedeniyle, Atatürk ve Sultan
Galiyev’in Rusya’ya karşı tutumları arasında ciddi bir ayrılık görülmüştür.
Sultan
Galiyev’in düşüncesinde topyekun bir batı karşıtlığı bulunmaktadır. Her türlü
emperyalizme karşı çıkan ve Türkler ile Müslümanların bağımsızlığını savunan
bir yaklaşım içerisinde hem batı hem de Rus emperyalizmine açıkça karşı koyan
Galiyev’in bu tutumunu Atatürk izlememiştir. Mustafa Kemal, Türkleri ezmek ve
yok etmek isteyen batı emperyalizmine karşı Galiyev gibi karşı çıkarken, Sovyetler
Birliğini bir batı karşıtı merkez ve blok olarak görmüştür. Kendisi de sol ve
sosyalist düşüncelere açık bir önder olan Mustafa Kemal kurmuş olduğu devleti
iki kutuplu dünyada bir merkezi model olarak oluştururken, iki kutba karşı eşit
mesafede kalmış ve her iki kutbun ilkelerinden yararlanarak bir karma yapı ile
siyasal bir sentezi ulus devlet çatısı altında gerçekleştirmeye çalışmıştır. Atatürk
yeni devleti kurarken ilk anayasa için temel olarak hazırladığı halkçılık
programında sosyalist bir anlayışı benimsemiş ve daha sonra Türkiye ile
anayasasına konulan altı ilkeden üçünü, devletçilik, halkçılık ve devrimcilik
devletin temel yapısına almıştır. Antiemperyalizm de ve anti sömürgecilikte
birleşen Kemalizm ve Galiyevizm, ortaya çıktıkları ülke farkı nedeniyle Rus
devrimine farklı yaklaşmışlardır. Galiyev’in Rus hegemonylacılığına karşı tavrı
açıkça gündeme gelirken, Atatürk Sovyet sistemini açıkça batı emperyalizmine
karşı bir denge unsuru olarak kullanmıştır. Böylece, bitmiş olan bir
imparatorluğun kalıntılarından bağımsız bir cumhuriyet devleti ortaya
çıkarabilmiştir. Batılı emperyalistlerin ülkeyi içeriden ele geçirmelerine karşı,
Sovyet dengesiyle yeni Türk devleti yeniden bağımsız olma şansını
yakalayabilmiştir. Galiyev’in yardımcısı olan Mustafa Suphi’nin Türkiye
Komünist Partisi, Doğu Türkleri ve müslümanlarının haklarını her türlü emperyalizme karşı savunurken,
Galiyev’den farklı olarak Moskovacı bir çizgi izlemiştir. Atatürk’ün
önderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman Moskovacı bir çizgiye
yönelmemiş ama Rus dostluğunu sürekli canlı tutarak batılı emperyal devletlerin
Osmanlı imparatorluğuna yaptıklarını tekrarlamasını önlemek istemiştir. Kemalist
Türkiye için Rus dostluğu emperyal devletlere karşı kullanılan en önemli bir
siyasal koz olmuştur. Atatürk bu amaçla Rus dostu bir dışişleri bakanını
sürekli olarak görevde tutarak, batılı emperyal devletlerin baskılarını
dengelemeye çalışmıştır. Bir ulusal kurtuluş savaşı sonucunda antiemperyalist
bir çizgide kurulmuş olan Türk devletine yardım edilmesi de Sovyetler Birliğinin
öncülüğünde Sosyalist Enternasyonel tarafından karara bağlanmıştır. Türkiye
Cumhuriyeti’nin bir sosyalist ülke olmamasına rağmen, gene de bir
antiemperyalist devlet olması nedeniyle, batı emperyalizmine karşı dünya
halklarının kurtuluşu için kurulmuş olan Sovyetler Birliği, ulusal kurtuluşçu
Kemalist Cumhuriyeti yardım kararı almıştır. Bunun da nedeni, Atatürk ve
Türkiye Cumhuriyeti’nin sürekli olarak Sovyetler Birliğine dostça bir yaklaşım
içerisinde olmasıdır. Bu dostluk hiçbir zaman Türkiye’yi doğu blokuna
kaydırmamıştır ama, batılı ülkeler bu durumdan çok rahatsız olmaları nedeniyle
Atatürk sonrasında İnönü rejimini hemen Atlantik insiyatifinin kontrolu altına
alarak Türkiye ile büyük komşusu Sovyetler Birliğinin arasının açılmasına yol
açmışlardır. Bu nedenle ikinci dünya
savaşı sonrasında Stalin Türkiye’den toprak talep etmiş, Türk devleti de bunun
üzerine Nato’ya üye olarak Atatürk’ün aktif tarafsızlık politikasından
uzaklaşmıştır.
Sultan
Galiyev bütün doğu Türkleri ve Müslümanlarının özgürlüğü ve bağımsızlığı
doğrultusunda çalışırken, bu doğrultuda Ruslar ile çatışmayı ve Rus hegemonyası
ile savaşmayı göze alıyordu. Mustafa
Kemal ise elden giden bir büyük imparatorluktan geride kalan milli sınırlar
içerisinde hareket ediyor ve kesinlikle sınır ötesi maceralara uzak duruyordu.
Bu nedenle, Türk askerinin girdiği Azerbaycan’dan birlikleri geri çekerek Doğu
sınırı olan Kafkasya’da Ermeni ve Gürcüleri hizaya getirdikten sonra Sovyetler
Birliği ile anlaşmaya varıyordu. Atatürk, gerçekçi bir siyasal önder olarak Enver
Paşa ve diğer İttihatçılar gibi geniş alanda macera aramıyor ve milli sınırlar
ötesindeki Türk topluluklarının kurtarılması doğrultusunda girişimlerde
bulunarak Rusya’nın husumetini çekmiyordu. Bu nedenle, Samsun’a çıktıktan sonra
kendisiyle Havza’da görüşmeye gelen Birleşik Kafkasya Cumhuriyeti temsilcisinin
Rusya’ya karşı yardım isteğine uzak duruyordu. Her türlü Turancı yaklaşıma uzak
duran Atatürk, Bakü Kurultayına göndermiş olduğu temsilci aracılığı ile de batı
emperyalizmine karşıt bir görüş sergilerken doğu halklarına umut vererek onları
Ruslara karşı kışkırtmıyordu. Bunun üzerine Rusya, doğu Anadolu’da kendine
bağlı bir Ermeni eyaletinden vazgeçerek, batılı emperyalistlere karşı bir
tampon devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni dolaylı olarak desteklemeye
başlıyordu. Türkiye’nin bu dikkatli tavrını, Mustafa Kemal Türkiye Büyük Millet
Meclisini açış konuşmasında dile getirerek, bütün Panturanizm ve Panislamizm
akımlarına yeni devletin uzak duracağını dünyaya açıklıyordu. Dünyada ve yurtta
barışı ana ilke olarak benimseyeceğini açıklayan Atatürk, Misakı- milli
sınırları dışındaki her türlü askeri maceraya açıkça karşı çıkarak Türk
dünyasının beşte dördünün içinde bulunduğu Sovyetler Birliğini ürkütmekten
çekiniyordu. Sultan Galiyev bu Sovyetler Birliği içindeki Türk dünyasını
özgürlüğe kavuşturmak isterken, bu coğrafyanın dışında başka bir siyasal
yapılanma olan Türkiye Cumhuriyeti Sovyet topraklarında yaşamakta olan büyük
Türk dünyasını kendi geleceği için görmezden geliyordu. Kızılordunun
kurulmasından hemen sonra bütün Kafkasya’nın Rus işgali altına girmesine sesini
çıkarmayan Ankara hükümeti, batılı emperyalistlere karşı Sovyetler Birliği
desteğini güvence altına alabilmek için Azerbaycan gibi yüzde yüz bir Türk
devleti ile bütünleşmekten bile uzak duruyordu. Enver paşa Azerbaycan’da yüz
bin kişilik Türk ordusu kurmaya çaba gösterirken, Türkiye Cumhuriyeti doğu
sınırları üzerinde Sovyet yönetimi ile anlaşarak filler arasındaki tepişmede kendisini
kurtarmaya çalışıyordu. Atatürk’ün bu dikkatli politikası sayesinde Ruslar
Ankara hükümetini muhatap kabul ederek İstanbul’u devre dışı bırakıyorlardı. Ankara
hükümeti kendisini Ruslara kabul ettirdikten sonra dünyaya tam anlamıyla
bağımsız bir devlet olarak açılma ve askeri zaferlerini uluslararası
antlaşmalarla batılı büyük devletlere kabul ettirme şansını yakalayabiliyordu.
Bu nedenle, Türk devleti Azerbaycan ile birleşemiyor ve Kuzey Kafkasya’da
kurulu bulunan Birleşik Kafkasya Cumhuriyetini Ruslara karşı destekleyemiyordu.
Gene bu doğrultuda, Bakü Kurultayı sonrasında gündeme gelen doğu halklarının
ulusal kurtuluş mücadelelerine katkıda
bulunamıyordu.
Ön Asya’nın
jeopolitik konumu ile Kuzey Asya’nın
koşullarının birbirinden çok farklı bulunması nedeniyle, Ön Asya Türklerinin
önderi olan Atatürk ile Orta Asya Türklerinin lideri olan Sultan
Galiyev birbirlerinden çok ayrı
politikalar izlemek zorunda kalıyorlardı .Yeryüzünde var olan güçler mücadelesi
ile büyük devletler arasında emperyal
yarış, her bölgede farklı yansımalar yaratıyor ve küçük ülkeler ve halklar kendilerini
kurtarabilmek üzere bu devler ve kurtlar sofrasında birbirlerinden çok ayrı
politikalar izeleyebiliyorlardı. Türk dünyasının iki önderi Ön Asya ve Orta Asya’da emperyalizme karşı
savaşırlarken, Atatürk batı emperyalizmi ile, Sultan Galiyev ise Rus emperyalizmi ile mücadele etmek zorunda
kalmışlardır. Her iki emperyalizm Türk dünyasına yönelik olmasına rağmen, Ön Asya
ve Orta Asya Türklerinin birbirlerinden ayrı ve kopuk olmaları yüzünden Atatürk
ve Sultan Galiyev arasında bir iş birliği olamamıştır. Her iki önder de aynı
tarihlerde yaşamalarına rağmen, mücadele ettikleri toprakların birbirinden
ayrılan jepolitik konumları nedeniyle farklı politikalara kaymak zorunda
olmuşlardır. Kuzey Türkleri Rus emperyalizmline karşı bağımsızlık savaşı
verirken, Ön Asya Türkleri bu durumdan tamamen farklı olarak batı
emperyalizmine karşı vermiş olduğu var olma savaşı sırasında Rus devletinin
oluşturduğu karşı blokun gücünden denge unsuru olarak yararlanmasını bilmiştir.
Kemalizm her türlü emperyalizme karşı çıkmasına rağmen, Türkiye özelinde
ülkenin jeopolitik konumu doğrultusunda büyük komşuyu uzak devlere karşı denge
unsuru olarak devreye sokabilmiştir. Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından
anlaşılabilir bu durumun, Türk dünyasının bütünüyle kurtulması açısından anlaşılamayacağı açıktır . Nitekim, Lozan
Antlaşması sonrasında Türk dünyası, Atatürk’ü Azerbaycan’dan vazgeçtiği, Kuzey
Kafkasya’daki Birleşik Kafkasya cumhuriyetine yardımcı olmadığı ve Sultan
Galiyev’in gündeme getirdiği Kuzey ve Orta Asya Türklerinin özgürlüğüne uzak
durduğu için ağır biçimlerde eleştirmiştir. İslam dünyası ise, halifeliğin kaldırılması
doğrultusunda bütün İslam dünyasının sahipsiz bırakılması gibi bir durumun
ortaya çıktığını öne sürerek Atatürk’ün politikalarına karşı çıkmıştır. Bin yıl
önce göçler yolu ile Anadolu yarımadasına gelen Ön Asya Türklerinin Osmanlı
sonrasında yeni bir bağımsız devlet çatısı altında ayakta kalarak varlıklarını
sürdürebilmeleri açısından zorunlu olan her türlü politik yaklaşım Atatürk
tarafından geliştirilmiş ve denenmiştir. Ne var ki, bütünüyle Türk ve İslam
dünyasını kurtaracak bir büyük devlet gücü olmadığı için, Anadolu ve Asya
Türkleri bir bütünsellik içerisinde özgürlüklerine sahip çıkamamışlardır. Sultan
Galiyev ve Atatürk’ün farklı ülkelerde yaşamaları yüzünden ortak politikalara
ve iş birliğine gidemedikleri görülmektedir.
Osmanlı
İmparatorluğunun dağılma aşamasında devleti ve ülkeyi kurtarabilmek üzere
kurulmuş olan İttihat ve Terakki Cemiyeti Balkanlar’da kurulduktan sonra hem
İmparatorluğun hem de bütün Türk ve İslam dünyasının geleceği ile yakından ilgilenmiştir.
Daha sonra partileşerek iktidara gelen bu cemiyetin işbaşında olduğu sırada ordu
ve devlet teşkilatı yenilenmiş ve oluşturulan geniş istihbarat örgütü Fas’dan Endonezya’ya
kadar tüm Müslüman topluluklar ile olduğu kadar Kuzey ve Orta Asya’da yaşamlarını
sürdüren Türk toplulukları ile de yakından ilgilenmiştir. İttihat ve Terakki Partisi,
iktidarı sırasında hem Pan Türkizm hem de Panislamizm siyasetleri izleyerek bir
büyük Turan yapılanması ardında tıpkı Sultan Galiyev ve arkadaşları gibi koşturmuştur.
İttihatçıların bu siyaseti nedeniyle, Sultan Galiyev ve arkadaşları İttihat
Terakki Cemiyeti ile yakın ilişkiler kurmuşlar ve bu örgütün Rusya’da da
yaygınlık kazanması için girişimlerde bulunmuşlardır. Stalin bu durumu da
dikkate alarak Galiyev’in izlediği milliyetçi ve ittihatçı politikaları
kendisinin yargılanması için gerekçe olarak kullanmıştır. İttihatçılığın bir Panturanist
politikalar ile Rus düşmanlığı yapmasından ders alan Kemalist yönetim Misakı
Milli sınırlarını esas alarak hiçbir biçimde sınır ötesi maceraya
kalkışmayacağını açıkça ilan etmiştir. İttihatçılığın nasıl bir hayal olduğu
zaman içerisinde ortaya çıktıkça hem İttihatçılar siyasal mücadeleyi kaybetmişler
hem de Sultan Galiyev ve arkadaşları büyük dünya dengesi olarak gerçeklik
kazanan Sovyetler Birliği içerisinde silinme aşamasına sürüklenmişlerdir. İttihatçılık
da tıpkı Galiyevcilik gibi bütün Türk dünyasını batı emperyalizmine karşı
birleştirmek isterken, tarih sahnesinden silinip gitmek zorunda kalmıştır. Çöken
bir imparatorluğu yeniden toparlamak için hem birleşme hem de gelişme esas
olmalıdır düşüncesiyle yola çıkan İttihatçılar, sonraki aşamada dünya
dengelerini iyi hesap edemedikleri için tıpkı Galiyev ve arkadaşları gibi kaybetmek
noktasına sürüklenmişlerdir. Kendi ülkesini kurtaramayan İttihatçıların Orta ve
Kuzey Asya’da macera aramaları Galiyevci hareketi de olumsuz yönde etkileyerek
Rus karşıtlığının artmasına ve Sultan Galiyev’in tasfiyesine giden yolun
açılmasına neden olmuştur. Çöken Rus İmparatorluğu üzerine kurulan yeni ideolojik imparatorlukta Ruslar gene merkezi
rol üstlenince, Moskova rejimi Rusya Türkleri ne olduğu kadar Osmanlı
ittihatçılarına da karşı olmuşlardır. Hatta Ruslar daha da ileri giderek
İttihatçılara karşı açıkça Azerbaycan’dan vazgeçen Mustafa Kemali
desteklemişlerdir. Sultan Galiyev ve arkadaşları bu durumu da yerinde
değerlendiremeyerek hem Moskova’yı karşılarına almışlar hem de Bakü Kurultayı
sonrasında Atatürk rejimi ile yakın ilişkiler kuramamışlardır.
Atatürk ve Sultan Galiyev beraberce ele
alındığında birisinin kazanan, diğerinin ise kaybeden lider olduğu
görülmektedir. Atatürk bir asker olarak devlet adamı aklı ve dehası ile zaferi kazanmış
ama Sultan Galiyev bir öğretmen aydın olarak sahip olduğu geniş kültüre rağmen
yürüttüğü mücadeleyi kaybederek kurşuna dizilmiştir. Dünyanın yeni bir yüzyıla
girdiği aşamada tarih sahnesine aynı anda çıkmış olan bu iki önderin jeopolitik
konum nedeniyle politikalarının farklı olmasına rağmen gene de insanlık ve Türk
dünyasının geleceği açısından sahip oldukları bazı ortak düşünceler olduğu
görülmektedir. Atatürk gerçekçi bir lider olarak Avrasya’nın ortasında bağımsız
bir Türk devletini kurarken bunu bütün Türk dünyasının özgürlüğü için bir ilk
basamak olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Mazlum ulusların uyanışını ve güneşin
doğudan doğuşunu açıkça gördüğünü söyleyen Atatürk, bir anlamda Doğu halkları
kurultayından gelen bir çizgide, Sultan Galiyev’in Büyük Doğu yapılanmasına
yöneldiği söylenebilir. Cumhuriyetin onuncu yılında, Sovyetler Birliğinin bir
gün dağılabileceğini dile getiren Atatürk, Sovyet coğrafyasında yaşamakta olan
büyük Türk dünyasının özgürlük ve bağımsızlığı için hazır olunması gerektiğini
açıkça ifade etmiştir. O günün koşullarında Sovyet dengesini ve sosyalist bloku
batı emperyalizmine karşı denge unsuru olarak kullanan Atatürk’ün Sovyetler
Birliğinin bir gün yıkılabileceğini daha o günden gördüğü anlaşılmaktadır.
Doğudan doğan güneş gibi mazlum doğu uluslarının da bir gün bağımsız olarak dünya
dengelerinde etkili olacağını o dönemin koşullarında gören Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurucusunun, Sultan Galiyev’in hedeflediği büyük doğu yapılanması ve Türk
dünyasının kurtuluşunun bir gün gerçekleşeceğini gördüğü söylenebilir. Sovyetler
Birliğinin dağılmasıyla ortaya çıkan Türk dünyasındaki gelişmeler ve Avrasya
coğrafyasında yaşanmakta olan olaylar da hem Atatürk’ü hnem de Sultan Galiyev’i
doğrulamaktadır. Bugünün genç kuşaklarına düşen ulusal görev, yüz yıl önce Türk
ve İslam dünyasının kurtuluşu için mücadele eden bu iki büyük önderin
düşüncelerine sahip çıkmaları ve bir Atatürk- Sultan Galiyev sentezi
aramalarıdır. Türkiye cumhuriyetinin emanet edildiği Türk gençliği ile Türk
dünyasının çeşitli ülkelerinden gelecek olan yeni genç kuşakların, Atatürk ve
Sultan Galiyev’in izinde giderek bir büyük yapılanmayı Avrasya kıtasında
gerçekleştirmeleri gerekmektedir .Böylesine bir büyük proje Türkiye’nin
önderliğinde bütün Türk devletleri ve topluluklarının katılımlarıyla sağlanabilirse
, o zaman Avrasya süreci barış içerisinde
tamamlanır ve bölge dışı emperyal güçlerin bir Avrasya
hegemonyasına kalkışarak üçüncü dünya
savaşı tehlikesi yaratmaları önlenebilir . Bu doğrultuda bir ilk adımın
atılabilmesi için ikinci Bakü Kurultayı, Türkiye ve İran’ın öncülüğünde
Azerbaycan’ın başkentinde bir an önce toplanmalıdır. Artık doğu halklarının
yerini doğu devletleri ve Avrasya ülkeleri almalıdır. Türkiye’de bir büyük
Avrasya devleti olarak, ikinci Bakü Kurultayı ile doğunun Türk ve Müslüman
halkları ve ülkelerinin her türlü emperyalizme karşı dayanışma içerisine
girebilmeleri için öncü bir dış politika yürütmelidir. Atatürk ve Sultan
Galiyev’in bıraktıkları siyasal miras bugün için böylesine bir tarihsel misyonu
zorunlu kılmaktadır. Çok kutuplu dünyada evrensel barışın kurulabilmesi
böylesine bir oluşuma bağlı bulunmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder