YÜKSELEN MİLLİYETÇİLİK
Son yıllarda dünya eskisine
oranla daha hızlı bir biçimde dönerken, iki yüzyıl arasında bir geçiş dönemi yaşanıyordu.
Geçen yüzyılın birikimleri teker teker öne çıkarken, içine girilmekte olan yeni
yüzyılın yenilikleri de teker teker insanlığın önüne çıkıyordu. Dünya tarihinin
farklı dönemleri arasındaki geçiş aşamalarının bir benzeri yeniden yaşanırken,
yeni yüzyılın içine doğru yer küre yol alıyor ve böylece yeni yüzyılın
gerçekleri üzerinden farklı bir dünya yapılanması ile insanlık karşı karşıya
kalıyordu. Geçmişin olgularının ortaya çıkardığı insanlık ve dünya yapılanması,
yeni dönem koşullarında ciddi bir biçimde tartışma zemininden geçirilerek geçmişin
geleceği engellemesi gibi bir durum ile yer küre karşı karşıya kalıyordu.
İnsanlık bir taraftan engelleri ortadan kaldırarak dünyanın özgürce yeniçağa
yönelmesini sağlamaya çalışırken, geçmişten kalan silinmeyen yapılanmaların yeni
ortaya çıkan gelişmeleri ister istemez etkilediği görülmekte ve böylesine
çakışma noktalarında, daha farklı bir yönlenme ile bugünün kuşakları uğraşmak
zorunda kalmaktadırlar. Herkes geçmişten gelen kimliğini ve kişiliğini korumaya
çaba gösterirken, bir yönü ile de gelecek yüzyıla uyum sağlayabilme
doğrultusunda bir dönüşüm geçirmeye hazır olmak istiyordu. Gelecek gümbür
gümbür ortaya çıkan yeni olaylar aracılığı ile gelirken, geçmişten gelen
yapılar da var olan koşullara dayanarak ayakta kalmaya çalışıyorlardı. Değişim
süreci eski ile yeniyi karşı karşıya getirirken, insanlığın böylesine bir
dönemeçte ancak dönüşerek varlığını
koruyabileceği gibi yeni bir durum gündeme geliyordu.
Yeni dönem de
şimdiye kadar yaşanan insanlık tarihi geride bırakılarak eskisinden çok farklı
olacak yepyeni bir dünya düzeni için yollara çıkıldığı vurgulanırken, insanoğlu
bir yönü ile geçmişten koparılmaya çalışılmakta ve şimdiye kadar alışık olmayan
bir biçimde geçmişten çok farklı bir duruma doğru dünya halkları yönlendiriliyordu.
Toplumlar şimdiye kadar alışıldığı
biçimde bir devletler arası çekişmeden ziyade ekonomik alan kullanılarak dışarıdan yapılan baskı ve
dayatmalar ile ayağa kaldırılarak, yeni dönemin koşullarını kabul etmeye doğru
yönlendirilirken, dünya kamuoyunun bilmediği ya da farkına varamadığı bazı
yenilikler de değişim ya da dönüşüm programları adı altında öne çıkarılıyordu . Yirmi birinci yüzyıla
kadar yaşanan değişim süreçleri içinde bir çok yenilikler ile karşılaşan
insanoğlunun , hiç de hesaba katamadığı bir yeni yapılanma elektronik devrimi
adı altında önce masum bir biçimde daktiloları kaldırarak yerine bilgisayar
makinalarının koyarak başlanan ve daha
sonra da yeni kurulan elektronik sistem üzerinden, haberleşmeyi de içine alan bir yeni sistem
cep telefonları ve bilgisayarlar arasında teknik bağlantılar oluşturularak insanlığa kabul ettirilmeye çalışılıyordu. Önceleri
bilgisayar makinalarını sahip olduğu teknolojik üstünlük nedeniyle, masum bir
biçimde daktilolar yerine benimsemek durumunda kalan insanoğlu yeni aletleri
kullanmaya başladıktan sonra hem çalışma ortamında büyük bir rahatlığa
kavuşuyor hem de bu yeni bağlantı üzerinden dünya çapında kurulmuş olan
elektronik sistemin bir bağımlısı ya da uydusu konumuna geliyordu. Elektronik
sistemin bir parçası olan insanlar hem bilgisayarlar hem de telefonlar
üzerinden küresel dünya devleti yapılanmasına giden yolda hızla kontrol ve dış
denetim ağlarının içine doğru düşerken, artık ülke vatandaşları merkezi
devletin yönetimi ve yönlendirmesi dışına çıkarak, küresel bir dünya düzeni
oluşumu içerisinde ulus devletleri ortadan kaldıran dünya devleti oluşumuna
yardımcı olmak gibi beklenmeyen bir yeni durumla karşılaşıyorlardı.
Bugünkü dünya
haritası üzerinde yer alan ulus devletler son üç yüz yıllık siyasal gelişmelerin
ürünüdür. İnsanlık önce Asya sonra da Avrupa’da yaşamını sürdürürken, hızla
gelip geçen çağlar ve dönemler on beşinci yüzyıla kadar devam etmiş ve bu
aşamadan sonra insanlık okyanuslara açılarak yer kürenin her tarafını önce
keşfetmiş sonra da yerleşmiştir. Milattan önceki yüzyıllarda Mezapotamya,
bölgesinde ortaya çıkan yerleşim olgusu göçebeliğe son verirken, insanların da
doğdukları bölge ile yakınlık kurmasına giden yolda yer kürenin belirli
alanlarında yeni yerleşim düzenleri oluşturulmaya başlanmıştır. Avrupa merkezli
emperyal devletler sömürgecilik yaptıkça beş kıtaya birden yayılarak, önce
sömürgelerini kuruyorlar daha sonra da bunları devletleştirerek zaman
içerisinde bir merkeze bağlı biçimde uluslaşmalarına giden yol açılıyordu. Böylesine
bir oluşum sürecinde on beşinci yüzyıl önemli bir dönemeç noktası oluyor.
İnsanlığın bir kısmı okyanuslara açılarak yeni kıtalarda yeni ülkeler kurarken,
geride kalanları da bilimsel devrimlere yönelerek aydınlanma görünümlü bir
çağdaşlaşma oluşumunu insanlığın önüne çıkarıyorlardı. Bu aşamada insanlar
kıtaları dolaştıkça yeni buldukları yerlere yerleşiyorlardı . Bu tür
yerleşimler üç asırlık bir dönemde ortak kültür ve tarih oluşumuna katkı
sağladığı için uluslaşma olgusunun zaman içerisinde bir sosyolojik oluşum
olarak tamamlanmasını sağlıyordu.
Avrupa kıtası
bilimsel devrimlerin merkezi, sömürgeciliğin kaynağı ve ortak kültürlerin
oluşumunun öncüsü olarak öne çıktığı zaman, yirminci yüzyıla kadar dünyadaki
bütün değişimlerin çıkış noktası olarak belirleyici oluyordu. Belirli yerlere
yerleşen insan toplulukları zaman içerisinde sahip oldukları ortak ülke, devlet,
kültür, pazar ve gelecek gibi ana unsurların etkisi altında ulusal yapılanma
sürecine doğru yol alıyorlardı. Her ulusun oluşumundaki ortak ögelerin
canlandırdığı uluslaşma süreçleri, üç yüz yıllık bir gelişim döneminden sonra modern
dünyanın toplumsal yapısı olarak ulusları tarih sahnesine çıkarıyordu.
Avrupa’da Milat döneminde başlamış olan din kavgaları zaman içerisinde geride
bırakılırken, Westfalya antlaşması ile krallıkların merkezi otoriteleri
tanınarak her ülkenin sınırları içinde kalan kendi yurdu üzerinde kraliyet
merkezi olarak seçilen şehirler, başkentler olarak yeni ulus devletlerin
merkezi statüsüne geliyorlardı. 1648 tarihli Westfalya Antlaşmasında oluşturulan
yeni yapılanma doğrultusundaki gelişmeler, 1789 tarihli Fransız devrimine giden
yolu açıyordu. Krallıklardan ulus devletlere doğru geçilirken Fransız devrimi
krallığı kaldırarak cumhuriyet rejimine geçiyordu. Krallık rejimi hanedanın
tahttan inmesi ile birlikte halkın eline geçiyor ve bu aşamada da uluslaşan
halk kitlelerinin ilan ettikleri ulusal egemenlik düzeni, dış dünyaya karşı
ilan edilen cumhuriyet rejiminin siyasal yapılanması olarak, yeni devletin
kuruluşunu resmen ilan ediyordu. İşte bu süreç içerisinde devletlerin desteği
ile halk kitleleri içinde milliyetçilik cereyanları ortaya çıkıyor ve ülkelerin
siyasal kaderlerinin belirlenmesi sırasında etkin roller oynuyordu. Üç yüz
yıllık bir zaman dilimi içinde on beşinci asırdan on sekizinci yüzyıla kadar
ulusal süreçler tamamlanıyor ve on dokuzuncu yüzyılda ortaya bir ulus devletler
dünyası çıkıyordu. Bu devletlerin içinde büyük alanlara yayılanlarının bir
kısmı emperyalizme yönelerek sömürgecilik yapıyor, küçük ve orta boyda kurulmuş
olanları ise bu tür emperyalizmin sömürgeleri olarak harita üzerinde
kendilerine yer bulabiliyorlardı.
Devletlerin
uluslaşmasından sonra, on dokuzuncu yüzyılda hem devletler hem de uluslar
birbirleriyle büyük rekabetlere kalkışınca, yirminci yüzyılın ilk yarısında
insanlık iki büyük cihan savaşı geçirince, dünya haritasının değişmesine yol
açan gelişmeler ile karşı karşıya kalınmıştır. Savaşlar sırasında ortaya çıkan
yeni yapılanmalar, yirmi birinci yüzyıla geçerken gene önem kazanmıştır. İki
kutuplu dünyaya son verilirken tek kutuplu bir dünya etrafında bütün ulus
devletleri çatısı altında toparlayabilmenin arayışı dünya politikasının ana
ekseni haline gelmiş ve bu doğrultuda tek bir dünya hegemonyası altında bir
araya gelecek yollar küreselleşme adı altında gündeme getirilmeye çalışılmıştır.
Avrupa ülkelerinin eski sömürgeleri ile birlikte sosyalist sistemin üyesi olan
bütün devletler dışa açılırken, tek merkezli bir küreselleşme projesi çok
uluslu tekelci şirketler tarafından dünya halklarına karşı pompalanmıştır. Küresel
şirketler yeni dönemde ulus devletlere karşı savaş açarken en çok karşı
çıktıkları olgu milliyetçilik akımları olmuştur. Ulus devletleri tarih
sahnesinden silmeye çaba gösterenler, gördükleri her yerde milliyetçilik
akımlarının da en önde gelen düşmanları olmuşlardır. On beşinci yüzyıldan bu
yana dünyayı yöneten kapitalist kesimler imparatorlukları ortadan kaldırmak
üzere ulus devletleri piyasaya çıkararak desteklemişlerdir. O dönemlerde yirmi
krallıktan iki yüz ulus devlet çıkararak büyük siyasal yapıları parçalayan
kapitalist merkezler, bugün de eski parçalama alışkanlıklarını sürdürerek şimdi
de iki yüz ulus devletten iki bin eyalet devleti çıkarabilmenin arayışı içine
girmişlerdir.
İnsanlığın uzaya
açıldığı dönem olarak yirmi birinci yüzyıl açıklanırken, uzaydaki tüm
gezegenler de olduğu gibi tek bir dünya olarak uzaya açılım gündeme
getirilmekte ve bütün dünya devletlerinin tek bir merkeze bağlanmaları
doğrultusunda, geçen asırlardaki bölücülük girişimlerine benzer biçimde açıktan
küresel tekelci şirketlerin denetimi altında, dünya piyasaları üzerinden ulus
devletlerin parçalanmaları öne çıkarılmaktadır. İmparatorluklardan ulus
devletlere geçiş aşamasındakine benzer bir durum günümüzde ulus devletlerden
eyalet devletlere geçiş amacıyla gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Bugün
gelinen yeni aşamada sosyalist bloktan sonra kapitalist blok da dağılma
noktasına gelmiştir. Amerika ve Avrupa
arasındaki ilişkiler giderek karmaşık bir duruma gelirken iki kıta devleti de
kendilerini yeni dünya hükümranlığının merkezi olarak ilan etmeye
çalışmaktadırlar. Ne var ki Amerikan gücü Avrupa gücünü adam yerine koymazken,
şimdi de Asya güçleri kendilerinin hegemon güç olacağı yeni bir dünya düzeni için
mücadele etmektedirler. Bu aşamada Avrupa ve Amerika eski güçlerini daha da
etkinleştirerek, kendilerinin merkezinde yer alacağı bir yeni düzeni Asya ve
Afrika ülkelerine dayatmaktadırlar. Ulus devletler arasındaki çekişmelerin
dünyayı cihan savaşlarına götürdüğü gibi, bugün de küresel şirketlerin ulus
devletlere yönelen baskı ve şiddet uygulamaları ile bugünün koşullarında bir
üçüncü dünya savaşı çıkartılarak bütün siyasal yapılanmaların çökertilmesinin
hedeflendiği görülmektedir. Tarih biliminin verileri doğrultusunda dünyanın iki
kez göz göre göre cihan savaşına sürüklendiği gibi, bugün de bunların bir
benzeri farklı bir konjonktürden yararlanılarak üçüncü dünya savaşı olarak
gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Avrupa, Asya, Afrika kıtalarında var olan bütün
devletlerin parçalanarak küçültülebilmesi için açıkça bir üçüncü dünya savaşı
çığırtkanlığı, küresel şirketler ve silah kuruluşları aracılığı ile dünya
kamuoyuna yönelik bir biçimde tırmandırılmaya çalışılmaktadır. Önceleri halk
kitlelerinin gözlerinden kaçırılan bu durum zaman içerisinde yaşanan olayların
birbirini izlemesi üzerine artık herkes için kesinlik kazanmıştır.
Bugünün dünyasında
tüm insanlık bir avuç aşırı zengin kapitalistin hegemonyasına teslim edilmeye
çalışılmaktadır. Para obezi aşırı zenginler kendi çıkarları doğrultusunda bir
elektronik dünya düzeni gerçekleştirmeye çalışırlarken, karşılarına aldıkları
bugünkü dünya düzeninin ulusları, ulus devletleri ve milliyetçi kesimleri artık
bu saldırganlık gerçeğini görerek hareket etmek durumundadırlar. Aşırı
zenginler özel çıkarları için her türlü saldırganlığı, baskıyı ve sömürgeciliği
kendileri için hak olarak görürlerken, halk kitlelerinin ulusal çıkarlarını
korumak üzere gündeme gelmiş olan milliyetçilik akımlarını en büyük düşman
olarak görmektedirler. Onlara göre milliyetçilik önlenirse ve milliyetçi
akımları ortadan kaldırılırsa, daha kolay sömürgecilik yapabilecekler ve
böylece küresel dünya devletini kurma yolunda ulusları parçalayarak, yeni
eyalet devletleri oluşturabilmenin çabası içinde olacaklardır. Milli
devletlerden önce milliyetçilik ortadan kaldırılırsa, onlara göre milli
devletlerde kendiliğinden yok olma noktasına geleceklerdir. Tarihsel süreç
içerisinde önce devletler sonra uluslaşan devletler ve daha sonra da uluslar
dünya sahnesine çıktığı için, iş sonunda küresel şirketler ile ulus devletler
arasındaki çekişme ve hesaplaşma üzerinden sonuca bağlanmaya çalışılacaktır. Ne
var ki ulus devletler ile ulusal toplum yapıları birbirine sıkı sıkıya bağlı
oldukları için ulus devletler ve küresel şirketler arasındaki hesaplaşmaların
küresel savaşlara doğru tahrik edilerek yönlendirilmesi biçiminde gelişmelerin
sürdürülerek, belirli bir sonuca bağlanması noktasında yeni yapılanmaların
birbiri ardı sıra öne çıkacağını söylemek mümkündür. Küreselleşen tekelci
şirketler ile ekonomi üzerinden içi boşaltılan ulus devletlerin birbirine rakip
olarak öne çıkmalarıyla, yeni dönemin savaşlarının artık eskisi gibi devletler
arasında değil ama şirketler ile ulus devletler arasında tarih sahnesine
çıkacağını ortaya koymaktadır.
Bugünün ve
geleceğin savaşları var olan ulus devletler ile küreselleşen tekelci şirketler
arasında başlayarak devam ederken, hiçbir devlet savaştan yana olmamakta,
devletler geçmişten aldıkları dersler doğrultusunda her türlü savaşa karşı
çıkarak, uluslararası barış düzenini gerçekleştirmek ve korumak için her türlü
özveriyi gündeme getirmektedirler. Küresel şirketler ise kapitalist sermaye
grupları ya da hanedanların yönetimleri altında ulus devletlere karşı her türlü
saldırı ve komplolar düzenleyerek, terör örgütleri kurarak ve profesyonel ücretli
askerlerden toparlanan lejyoner orduları kurarak, bunlar aracılığı ile yeryüzü
düzenini çökertecek bütün girişimleri hem finanse etmekte hem de bu tür işlerin
organizasyonlarını profesyonel kadroları aracılığı ile yürütmektedirler.
Milattan iki bin yıl sonra insanlık yeni bir dünya düzenine doğru daha güçlü
bir yönde girmeye çalışırken, uluslara ve ulus devletlere yönelik çökertme
operasyonlarına bütün dünya ülkeleri sırasıyla sahne olmaktadır. Emperyalist
büyük devletlerin saldırılarına karşı çıkması gereken uluslararası kuruluşların
hiçbir şey yapamaması ve var olan dünya düzeninin diğer mekanizmalarının
açıktan kamu düzenlerine karşı yürütülmekte olan saldırı senaryolarına karşı
hiçbir şey yapamamaları, küresel şirketlerin saldırı senaryolarına karşı ciddi
bir koruyucu alternatif planın uygulama alanına getirilmesini önlemektedir. Ulus
devletler üzerinden ulusal toplum yapıları ile birlikte ulusalcılık akımlarının
da önlerinin kesilmek istenmesi, bu dönemin ana çelişki ve çatışma
senaryolarının da içeriğini belirlemiştir.
Yaklaşık üç yüz
yılı aşkın bir süredir siyaset sahnesinde etkili olan milliyetçilik cereyanları
günümüzün ulus devletleri ile birlikte ulusal toplum yapılarının da yaratıcısı
olarak etkin olmuştur. Cihan savaşları öncesinde olduğu gibi sonrasında da
etkinliğini sürdüren milliyetçilik akımları bugün de eskisi gibi etkili olmakta
ve dünya tarihinin gelişim çizgilerini belirlemektedir. Milliyetçiliğin birinci
dönemi ilk cihan savaşı öncesinde dünya kamuoyuna yansımıştır. Savaş
sonrasındaki ikinci milliyetçilik döneminde siyasal bilim araştırmalarında
milliyetçilik akımları derinlemesine ele alınarak incelenmiştir. İkinci dünya
savaşı sonrasında Yahudiliğin merkezi coğrafyaya gelerek kendi ulus devletini
kurması üzerine, üçüncü dönem milliyetçilik akımları ortaya çıkarak siyaset
sahnesinde belirleyici olmaya başlamışlardır. Soğuk savaş döneminde Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğinin batılı emperyalistlere karşı bir çizgide
yeni bir emperyalizme yönelerek yakın çevresinde yer alan ulus devletleri
tehdit etmesi üzerine, üçüncü dönem milliyetçilik cereyanları gelişerek tırmanmalar
göstermiştir. Batının ve doğunun emperyalist güçlerinin ulus devletlere yönelen
saldırı ve işgal politikalarına devam etmeleri üzerine, Asya ve Afrika
ülkelerinin dayanışmaları doğrultusunda bir üçüncü dünya hareketi ortaya
çıkarak, bozulmuş olan dünya dengelerinin yeniden kurulmasına çaba göstermiştir.
Kapitalist ve sosyalist blokların emperyalist saldırılarına karşı kendilerini
korumak üzere bir araya gelen üçüncü dünya ülkeleri, üçüncü dönem milliyetçilik
akımlarını örgütleyerek ve her türlü emperyalizme karşı direnme savaşı
vererek ulusal devletlerinin bağımsızlığını korumuşlardır.
Soğuk savaş
sonrasında gündeme gelen küreselleşme sürecinde ise var olan devletler, giderek
artan küresel şirketlerin saldırılarına karşı kendi kamu düzenlerini korumak
doğrultusunda dördüncü dönem milliyetçilik hareketlerini örgütleyerek yeniden
öne çıkmışlardır. Bu son dönem milliyetçilik hareketleri ilk üç dönemde olduğu
gibi uluslaşma süreci başlatmak, ulusal toplum yapıları oluşturmak ve ulus
devlet kurmak gibi eski hedeflerle uğraşmayı bir yana bırakarak, üç yüz yıllık
zaman dilimi içinde ortaya çıkmış olan ulus devletlerin korunması ve her türlü
saldırılara karşı savunulması gibi farklı içerik taşıyan yeni ulusal
programların hayata geçirilmesine yönelmişlerdir. Tek bir dünya devleti kurmak
ve bunu da kapitalist sistemin patronlarının öncülüğünde yapmak gibi bir
misyona dünya halkları yönlendirilirken, dünyanın her bölgesinde fışkırmış olan
ulus devlet yapılanmaları, küresel saldırının baskısı altına sürüklenerek kendi
kamu düzenlerini koruyabilmek gibi bir savunma mekanizmasını kurarak,
varlıklarını koruma doğrultusunda harekete geçmişlerdir. İkinci dünya savaşı
sonrasında Birleşmiş Milletler gibi üst düzey bir uluslararası kurum ortaya
çıkmış olan ulus devletlerin her türlü tehlike ve tehdide karşı korunarak
evrensel düzeyde bir hukuk düzenlemesi gerçekleştirilmek istenmiştir. Daha
önceki dönemlerde diğer devletlere karşı kendi korunmasını sağlamaya çalışan
ulus devletler, küresel şirketler karşısında daha da güçlenerek varlıklarını
koruma hedefine doğru yönelirlerken, dördüncü dönem milliyetçilik
hareketlerinin olumlu örneklerini dünya tarihine yazdırmışlardır. Ekonominin
özelleştirilmesi uygulamaları ile ulus devletlerin temelleri yıkılırken, kendi
ekonomisini yönetemez bir duruma düşürülmüş olan devletler, küresel şirketlerin
adamlarının yönettiği uluslararası kuruluşların yönlendirdiği doğrultularda çökertilmeye
çalışılırken hayatta kalma içgüdüsü bir toplumsal refleks olarak gündeme gelmiş
ve her türlü saldırı sırasında ulusal yapıların daha dinamik bir çizgiye
kaydırılması ile toptan çökertilme operasyonları önlenmiştir.
Günümüzde ulus devletler kendi varlıklarını
koruyabilmek için yeni savunma ve ayakta kalma stratejileri geliştirmeye
başlamıştır. Uluslararası organizasyonlara
girerek ve bunların üyesi olarak yeni çıkış noktaları arayan ulus devletler,
bunların yeterli olmadığı noktalarda kendi bölgesinde bulunan ve sınır komşusu
konumunda jeopolitik dayanışma şansları bulunan ulus devletler ile toplu bir
dayanışma içerisine girerek bölgesel iş birliği ve güvenlik örgütlenmelerine
yönelmişlerdir. Küresel emperyalistler dünyanın her bölgesine karşı saldırı
stratejileri uygularken her bölgenin içinde bulunan ulus devletler bölgesel
dayanışma sistemleri geliştirerek korunma ve savunma planlarını uygulama
alanlarına getirebilmişlerdir. Her devletin çatısı altında yaşayan büyük
topluluklar uluslaşarak çatısı altında yaşadıkları devletleri kendi ulus
devletlerine dönüştürürken, bunu yapamayan diğer devletler de sınır ya da bölge
komşuluğu stratejileri doğrultusunda
yakın dayanışma düzenleri oluşturarak ulusal yapıların ayakta
kalabilmesi doğrultusunda yeni siyasal yapılanmaları devreye sokabilmişlerdir. Ulus
devletler dış tehlikelere karşı savunma stratejilerine kayarak kendilerini
koruma düzenleri kurarken hem sınırları içinde yaşayan çeşitli topluluklar ile
iç dayanışmaya hem de sınırları dışında bölgede varlıklarını sürdüren çeşitli
topluluklar ile de dış dayanışmaya yönelerek bölgesel dayanışma ittifakının temellerini
atmışlardır. Geçmişten gelen bu gibi bölgesel iş birliği ve yapılanmalar,
giderek küresel şirketlerin artan saldırı ve işgal girişimlerine karşı doğal
olarak kendini koruma mekanizması olarak devreye girmiştir.
Modern anlamda
çağdaş milliyetçilik akımları on sekizinci yüzyılın başlarında Batı Avrupa
devletlerinde ortaya çıkarken farklı jeopolitik bölgelerde kurulan devletlerin
çatısı altında bölgelerin özelliklerine göre birbirinden çok farklı ulusal
yapılanmalar görülebilmiştir. Orta çağdan modern çağlara geçişin önemli bir
basamağı olan milliyetçi hareketler, bütün ülkelerde toplumsal uyanışların
öncülüğünü yapmış ve bu doğrultuda aydınlanma hareketlerini her ülkede
geliştirerek çağdaş ulus devletlerin yaratıcısı olmuşlardır. Orta çağdan çıkarken
derebeylik kalıntılarının temizlenmesinde yarar sağlayan milliyetçilik akımları,
bugün tarih sahnesinden silinmek istenen ulus devletlerin ortaya çıkışında ana
hareket noktası olmuştur. Arkasında üç yüz yıllık bir gelişme süreci olduğunu
bilerek hareket edildiği zaman, ulus devletler böylesine çağlar boyunca bir
oluşumun yansıması olarak bugünün modern devlet düzenlerinin yaratılmasında
önde gelen bir destek sağlamışlardır. Üç yüz yılda kurulabilen ve bugünkü
modern siyasal yapılanmalarına sahne
olarak uzun bir zaman dilimi içinde gelişen ulus devletlerin , küresel şirketler
öyle istiyor diye hemen yıkılmaları ya da
tarih sahnesinden silinmeleri diye bir
çökertme operasyonu istendiği gibi anında gerçekleştirilemez . Milyonlarca nüfuslara
sahip bulunan büyük ulus devletlerin tıpkı emperyalist devletler gibi geniş
bürokratik yapılanmaları bulunduğu için, bu gibi büyük ve orta boy ulus
devletler kendilerini yaratan ve ayakta tutan milliyetçi akımlara sahip çıkarak
onları destekleyebilmektedirler. Ulus devletler bugünün saldırı ve tehdit
oluşturma aşamasında, milliyetçi hareketlere güvenerek ve onlarla işbirliği ve
dayanışma düzeni içine girerek var olma mücadelelerini sürdürmek zorundadırlar.
Yeni Ortaçağ
türküleri söyleyerek beş yüz yıl öncesine gitmek ve tıpkı Ortaçağ döneminde
olduğu gibi, şehir devletleri kurarak insanları yerel duygusallıklar üzerinden
gelecek beklentilerine sürüklemek, küreselci emperyalist sömürgecilerin
geliştirmiş olduğu stratejilerden birisi olarak sosyalist sistemin
çökertilmesinden sonra dünya gündeminde canlı tutulmaktadır. Ulus devlet
yıkıcıları bu hedefe ulaşabilme
doğrultusunda Ortaçağ şehir devletlerini bir geçiş aşaması olarak
görmektedirler. Artan nüfus çoğunluğunun belirli büyük kentlerde toplanmasıyla
birlikte kendi içinde bir yerel devletleşme olgusu olarak şehir devletlerinin
gündeme geleceği yeni bir bölücülük stratejisi modern çağlardan beş yüz yıl
geriye giderek şehir devletlerini öne çıkararak gerçekleştirilmeye
çalışılmaktadır. Bu nedenle üç yüz yıl
boyunca uluslaşarak tek bir millet ve devlet haline gelmiş bulunan ulus
devletlerin üniter yapıları, yerelci alt kimlikler üzerinden parçalanarak dünya
haritası üzerinde bulunan iki yüz devlet kısa zamanda bölünerek ve parçalanarak
iki bine çıkartılmaya çalışılmaktadır. Dünya nüfusu sekiz milyar üzerinden on
milyara doğru genişlerken, iki yüz adet ulus devleti yeterli görmeyen küresel
güçler, devlet sayısını önce iki bin eyalet devletine dönüştürmek ve daha sonra
da birkaç yüz yıllık zaman dilimi içinde devlet sayısını bu kez büyük şehirler
üzerinden belirlemeye çalışırken, beş bin şehir devletinin yer alacağı bir
dünya haritası hazırlıklarının yapıldığı göze çarpmaktadır. İki yüz ulus
devletten beş bin şehir devletine geçiş için öncelikle çözülmesi gereken
sorunun ulus devletlerin ortadan kaldırılması olduğu için, bunları tarih
sahnesine çıkarmış olan milliyetçilik akımının hedefe oturtulduğu yeni bir
aşamaya gelinmiştir. Küresel emperyalizm her aşamada ve yerde milliyetçilik
düşmanlığı yaparak ve siyasal olayları bu doğrultuda örgütleyerek, ulus
devletlerin arkasında destek sağlayan milliyetçilik akımlarını tarih
sahnesinden silmeye çaba göstermektedir. İşte bu nedenle aksine milliyetçilik
akımlarının güçlendirilmesi gerekmektedir.
Milliyetçiliğin
tasfiye edilebilmesi için öncelikle halk kitlelerinin gözünden düşürülmesi
gerekmektedir. Bu doğrultuda uluslararası sermaye birikimini elinde tutan ve
kontrol eden küresel sermaye, mali oligarşi olarak basın ve medya
kuruluşlarını satın alarak dünya
kamuoyunu oluşturan bu alandaki çalışmaların önünü kesmekte ve bütün medya
kuruluşlarını küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda yönlendirerek dünya haritasındaki ulus devletleri ortadan
kaldırabilme doğrultusunda alt kimlikçilik pazarlaması üzerinden eyalet
devletler , yerel kültürler üzerinden
ise şehir devletleri ortaya çıkartarak, hem ulus devletleri hem de ulusal
toplum yapılarını tasfiye edebilmenin
arayışı içine girmişlerdir . Şehircilik ve eyaletcilik küresel
sermayenin ekonomik gücü ile medya ve basın aracılığı ile pazarlanırken, üniter
devlet yapılanmalarına karşı çıkılarak bunları yaratmış olan milliyetçilik
cereyanları da medya üzerinden çeşitli suçlama senaryolarına hedef
yapılmaktadır.
Milliyetcilik
akımlarının suçlanmasında en fazla kullanılan faşistlik suçlamasıdır. Ulusalcı
ya da milliyetçi akımlara hemen faşist damgası vurarak bunların önünü kesmek
isteyen neoliberal kesimler milliyetçilere hiç söz hakkı vermeden, konuşmadan
ya da tartışmadan arkalarındaki sermaye desteğine güvenerek her gece medya
kanallarında faşizm sözcüğünün papağanlığını yapmaktadırlar. Küresel sermayenin
otoriter düzenine teslim olan neoliberaller ulus devlet düzenlerinin
çökertilmesi doğrultusunda kamu düzeni yıkıcılığı yaparken, milliyetçi
kesimlerden gelebilecek tepki ve karşı koymaları önleyebilme doğrultusunda her
dakika ulusalcıları ya da milliyetçileri faşist olmakla suçlayarak, bölücü
yıkıcılıklarına meşru zemin hazırlamaya çaba göstermektedirler. Her türlü orta
çağ senaryosuna karşı bilimsel devrimler sonrasında gündeme getirilen
milliyetçilik akımlarının bugünün modern dünyasını yaratan akımlar olduğunu
görmezden gelerek faşizm suçlaması yapmak tüm insanlığı aptal yerine koymaktan
öte bir anlam taşımayacaktır. İlkel kabile veya kavim düzenlerinden kurtularak
milliyetçilik sayesinde çağdaş dünyanın bir parçası konumuna gelen günümüzün devletleri, kendilerini bugünkü modern
dünyanın bir parçası haline getiren milliyetçi yapılanmayı hemen dışlamaları herhalde
mümkün olamayacaktır. Bütün devletler, uluslar ve halklar bugüne gelirken
kazandıkları hak ve özgürlüklerinden vazgeçmeyeceklerdir. Hiçbir para ya maddi
çıkar ulusların geleceğini satın alamayacaktır. Milliyetçilik akımlarının önünü
hiçbir ekonomik ya da siyasal güç kesemeyecek ve milliyetçi akımlar yükselmeye
devam edeceklerdir.
Bugünün dünya
haritası üzerinde yer alan ulus devletler, bir anlamda Alaettin’in lambasından
çıkan dev konumundadırlar. Bir lambanın içinde iken dışarıdan görülemeyen bu
dev lambadan çıktıktan sonra, giderek büyüyerek tam anlamıyla bir ulus devlet konumuna
yükselmiştir. İşte bu aşamada yükselen milliyetçilik ulus devletlerin kaderini
belirlemekte ve bunlara yepyeni bir gelecek sunmaktadır. Küresel emperyalizmin
saldırıları ile başlayan küreselleşme döneminde neoliberal yıkıcılığa karşı
dördüncü dönem milliyetçilik akımı gündeme gelmektedir. Ulus devletlerin kendi
milliyetçilikleriyle küresel güçlerle baş edebilmesi son derece zor olacağı
için, uluslararası alanda geliştirilecek bir yeni tür milliyetçi dayanışma ile
ulus devletler, kendi evrensel yöneliş örgütlenmelerine giderek, tıpkı sosyalist
enternasyonel gibi milli devletlerin öncülüğü ile teşekkül edecek milliyetçi
bir enternasyonel örgütlenmesi acilen örgütlenmelidir. Sovyetler Birliği
zamanında sosyalistler kendi enternasyonel yapılanmalarını kurmuşlardır. Sosyalist sistem çöktükten
sonra da Bilderberg adı altında bir kapitalist enternasyonel kurularak, küresel
sermayenin dünya imparatorluğuna giden yol açılmıştır. Bugün gelinen yeni
aşamada ise sosyalist sistemin dağıldığı kapitalist enternasyonelin de ulus
devletlere doğru saldırıya geçtiği bir aşamaya dünya gelmiştir. Bugün sosyalistler
gibi kapitalistler de haksız yere ulus devlet ve milliyetçilik karşıtlığı
yapmaktadırlar. Bu nedenle dördüncü milliyetçilik döneminde artık bütün ulus
devletlerin yeni bir milliyetçi enternasyonelin çatısı altında bir araya
gelerek; milliyetçilik akımının haklılığını, ulus devletlerin sahip olduğu
bağımsızlık statüsünü, diğer akımlara karşı milliyetçilik akımının önde gelen
yönlerini bütün insanlığa açık bir dil ile anlatmaları gerektiğini artık herkes görmektedir Herkese milliyetçiliğin faşizm, popülizm ya da
muhafazakarlık olmadığını, aksine bugünkü modern dünya ile bilimsel devrimlerin
arkasında kilisenin kontrolünden
kurtulmuş laik bir
milliyetçilik akımının bulunduğunu, tüm
insanlığa anlatacak yeni bir söyleme gereksinme vardır . Bu doğrultuda her
ülkede yeni akımlara, programlara ve söylemlere gereksinme vardır. Dördüncü
döneminde milliyetçilik artık hızla yükselmektedir. Milliyetçilik karşıtı
kesimlerin haksızlıkları ortaya çıktığı için günümüzün yükselen akımı konumuna
milliyetçilik kendiliğinden gelmiştir. Yükselen milliyetçilik sayesinde ulus
devletler giderek güçlenmeli ve küresel şirket saldırılarına karşı ulusal
yapılar, güçlenen milliyetçiliğin önderliğinde daha adil ve eşitlikçi bir yeni dünya
düzeni kurulmasına yardımcı olabilmelidir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder