ATATÜRK VE YUSUF AKÇURA
Dünyanın merkezi bölgesinde bir
Türk devletinin kuruluşunda son derece etkili olmuş olan bu iki isim, tarihsel
süreç içerisinde bir dönem beraber bulunmuşlar ve bu dönemde bir iş birliği
içerisinde olarak geleceğe dönük planlarının Anadolu üzerinde gerçekleşebilmesi
için çaba göstermişlerdir. Günümüz koşullarında her yönden eleştiri konusu olan
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sırasında son derece etkin olmuş olan bu iki
isimin beraberce ele alınarak ortak bir değerlendirme içerisinde ele
alınmasının bugünün tartışmaları açısından yararlı sonuçlar vereceği
düşünülebilir. Türk devletinin kuruluşundan doksan yıl sonra, kuruluş sırasında
etkin çalışmalar yapmış olan bu iki isim arasındaki bağlantının siyasal
yönleriyle ortaya konulmasında, Anadolu’da bir Türk devletinin kuruluşunun
arkasında yatan nedenlerin belirlenmesi açısından zorunluluk vardır. Anadolu’da
Türk devletine karşı çıkanlar, eski imparatorluk coğrafyasından göç eden birçok
topluluğun bugün Türkiye’de bir arada yaşadığını öne sürerek, bir Türk ulusundan
sözedilemeyeceğini ve bu doğrultuda Türk ulusu olmadığı için de Türklerin
kurmuş olduğu bir Türk devletinin gerçeklere uymadığını açıkça savunmaktadırlar.
Bu nedenle son zamanlarda başta iktidar partisinin ileri gelenleri olmak üzere
Türk kimliği rededilerek, yeni bir kimlik türü olarak Türkiyelilik gibi bir
kavram öne çıkarılmaktadır. Küresel emperyalizmin güdümüne girerek, Yeni
Bizans, Büyük İsrail ya da Yeni Orta çağ gibi plan ve projelere angaje olanlar,
merkezi alandaki Türk devletini ortadan kaldırabilmek için redettikleri Türk
kimliğinin silinmesi sürecinde Türkiyelilik kimliğini bir ara yaklaşım olarak
geliştirmeye çalışmaktadırlar. Bütün bu gibi saçmalıkların sona erebilmesi için,
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna öncülük eden iki büyük isimin beraberce ele
alınarak bugünün koşullarında yeniden değerlendirilmeleri gerekmektedir.
Anadolu’da Türkçülüğün öncüsü Yusuf Akçura,
Türk devletinin kurucusu da Mustafa Kemal Atatürk’tür. Eğer bugün bu
topraklarda Türkiye Cumhuriyeti adı altında bir Türk ulus devleti varsa, Türk
ulusunun fertleri böylesine bir oluşumu bu iki büyük öndere borçlu
bulunmaktadırlar. Türk ulusunun bütün bireyleri, ulusal eğitim programı
içerisinde devletin kurucusu Atatürk ile ilgili her konuyu öğrenmelerine rağmen,
ne yazıktır ki, Osmanlı imparatorluğunun son dönemlerinde Türkçülük akımını bu
topraklara getiren Türkçülüğün öncülerinden habersiz kalmaktadırlar. İsteyen bu
konularda kütüphaneler dolusu kaynaklara erişebilmektedir ne var ki eksik
eğitim sistemi nedeniyle Türkçülük akımının öncüleri ile bilgiler, eğitim
sistemi içerisinde yeni kuşakların bilgilerine sunulmamaktadır. Atatürk ile
ilgilenen ve kendisini Atatürkçü olarak tanımlayan bir çok kişinin bu nedenle
Türkçülüğün öncülerini bilmedikleri hele Yusuf Akçura’yı tanımadıkları görülmektedir . Türkçülük denilince akla önce
Ziya Gökalp gelmekte ama, Türkçülüğü bu ülkeye getiren Yusuf Akçura ile beraber
İsmail Gaspıralı, Zeki Velidi Togan, Sadri Maksudi Arsal ve Ahmet Ağaoğlu hatırlanmamaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olarak kendilerini Türk kimliği tanımlayan Türk
vatandaşlarının, Türkçülüğün öncülerini ve tarihini bilmemesi bu ülkede çok
ciddi bir bilgi eksikliği yaratmıştır. Türkçülüğün kurucularının bilinmemesi,
Atatürk’ün neden Türk devleti kurduğunun halk kitlelerince anlaşılamamasına yol
açmıştır. Balkanlar’da doğmuş ve büyümüş bir Mustafa Kemal’in Osmanlıların
Balkanlar’dan kovulmasından sonra, Anadolu yarımadası üzerinde bir Türk devleti
kurmasının arkasında, Yusuf Akçura ve arkadaşlarının başlatmış olduğu Türkçülük
akımının önemli bir rolü bulunmaktadır. Türkçülük olmasa Atatürk ve
Atatürkçülük de olamazdı.
Yusuf Akçura ve arkadaşlarının Kırım
üzerinden Türkçülük akımını İstanbul’a taşımalarından önce, Avrupa ülkelerine
giderek yabancı eğitimi alan gençlerin Osmanlı devletinde başlatmış oldukları
JönTürk hareketinin de ülkenin geleceğinde önemli rolleri olmuştur. Yeni
Osmanlı hareketi tutmayınca yerini Jön Türk akımı almış ve Avrupa ülkelerindeki
ulus devlet akımı bu topraklara yansıyınca, çok uluslu siyasal yapıdan tek
uluslu bir ulus devlete yönelirken, ikinci Meşrutiyet yıllarında Yusuf Akçura
ve arkadaşlarının önce Türk cemiyeti sonra da Türk Ocakları aracılığıyla önemli
ölçüde katkıları olmuştur. Jön Türk akımının yaratmış olduğu ortamı iyi
kullanan Türk Ocakları örgütlenmesi, Yusuf Akçura’nın önderliğinde
imparatorluktan ulus devlete geçişi gerçekleştiren siyasal odaklar olmuştur. Kırım
doğumlu Tatarlar’ın öncülüğünde kurulmuş olan Türk Cemiyeti ve Türk Ocakları,
çok kültürlü bir toplum yapısından sonra ulus devlete geçişte ana merkezler
olarak hareket etmişler ve ülkede emperyalizme karşı verilen ulusal kurtuluş
savaşının öncülük misyonunu yerine getirmişlerdir. Yusuf Akçura bütün bu
oluşumların başlatıcısı olarak Türk tarihinde önemli bir yere sahip olmuştur. Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yolda Yusuf Akçura’nın önemli bir kilometre
taşı olduğu hatırlanırsa, günümüzün birçok tartışmasına açıklık
getirilebilecektir. Atatürk gibi bir ulusal devlet kurucusu önderin tarih
sahnesine çıkışının perde arkasında, yılların Türkçülük birikiminin taşıyıcısı
ve bu topraklara getiricisi olan Yusuf Akçura’nın önde gelen bir rolü
bulunmaktadır.
Atatürk ile aşağı yukarı benzer
tarihlerde doğan ve yaşayan Yusuf Akçura, bir Tatar Türk ailenin evladı olarak Tataristan’ın
başkenti olan Kazan kentinde doğmuştur. Kazan asıllı bir Tatar olmasına rağmen
yaşamının önemli bir kısmı Kırım ve Rusya’nın çeşitli kentlerinde geçmiş ve
daha sonraki aşamada da kuzey bölgelerinde elde ettiği Türkçülük birikimini
güneye taşımak üzere İstanbul’a gelmiştir. Rusya’da I905 devriminde milliyetçi
bir önder olarak rol aldıktan sonra, 1908 tarihinde ikinci meşrutiyetin ilan
edilmesi üzerine İstanbul’a gelerek önce Türk Cemiyetini sonra da Türk
Ocakları’nı kurmuştur. Eski Hazar İmparatorluğu döneminden kalma önemli bir
Türk asıllı nüfusun Rusya’da yaşaması nedeniyle, Yusuf Akçura’nın yaşamı Rusya
ve Türkiye arasında gidip gelmelerle geçmiş ve her iki ülkedeki Türk potansiyelinin
beraberce var olabilmesi ciddi bir Pan Türkçülük akımını Yusuf Akçura geliştirerek savunmuştur. Rus Çarlığı ve
Osmanlı İmparatorluğu çatıları altında yüzyıllarca yaşayan Türk asıllı
kitlelerin bir araya gelerek ortak bir büyük Türk devletini tarihte olduğu gibi
yeniden kurmaları, Yusuf Akçura ve arkadaşlarının amacı olmuş ve bu doğrultuda
başlattıkları Türkçülük çalışmalarını Pan Türkizm doğrultusunda geliştirerek
sürdürmüşlerdir. Fransız devrimi sonrasında başlamış olan milliyetçilik
cereyanlarının Rusya’ya ulaşması Ruslar’da güçlü bir milliyetçilik başlatmış,
Rus olmayanlara karşı baskılar artınca Tatarların öncülüğünde bütün Türk asıllı
boyları içine alan geniş ve güçlü bir Türkçülük akımı Rusya topraklarında Rus
milliyetçiliğine karşı başlatılmıştır. Rusların Ortodoks fanatizmi ile
karşılarına aldığı Yahudi toplulukları da ülkede denge kurabilmek üzere
Türkçülüğü desteklemişler ve bu yoldan Rus milliyetçiliğinin aşırılığa kaçması
önlenerek birlikte yaşamın yolları aranmıştır. Ne var ki, Rus milliyetçilerinin
önce Yahudi soykırmına yönelmeleri daha sonra da Tatarları ülkeden kovmaya
yönelmeleri üzerine tatarların öncülüğünde başlatılan Türkçülük hareketleri
kısa zamanda gelişerek bölgenin geleceğin de gene eskisi gibi Hazar devleti zamanındakine
benzer biçimde etkili olmaya başlamıştır. Ne var ki, Rus milliyetçiliğinin daha
sonraları emperyalizme yönelmeleri üzerine önce Tatarlar ve Türkler ve daha
sonra da Çerkezler bulundukları bölgelerden kovulmuşlardır. Rusya’dan kovulanlar güneye inerek Ak ülke
olarak gördükleri Anadolu topraklarında yerleşmeye başlamışlar, Birinci Dünya
Savaşı sonrasında bu bölgede bir Türk
devletinin kurulabilmesi için canları ve başlarıyla çalışmışlardır. Yusuf
Akçura ve Tatar asıllı arkadaşları, Türkçülüğün kuzeyden güneye inmesinde ve Ak
ülkede bir Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda önde gelen bir taşıyıcı rolü
yerine getirmişlerdir. Bir anlamda Atatürk’ün bir Türk devleti kurmak üzere
tarih sahnesine çıkmasına giden yolu açmışlardır.
Yusuf Akçura Türkiye’ye yerleştikten sonra zaman zaman Rusya ve Avrupa
ülkelerine giderekm dünyadaki siyasal hareketleri hem izlemiş hem içinde olmağa
çalışmıştır. Bu nedenle Rusya ve Osmanlı ülkesini çok yakından izleyerek
hareket etmiş ve Avrupa ülkelerindeki çalışmaları da yakından izleyerek
bunlardan yararlanmanın çabası içerisinde olmuştur. Bir anlamda on dokuzuncu
yüzyıldan yirminci yüzyıla geçilirken, dünyadaki değişimi kavramağa ve bu
sürecin içinde yer alarak değişimi Türkçülük doğrultusunda yönlendirmeye
çalışmıştır. Ruslar ile Türkler arasında yaşanan savaşları ve gerilimleri
yakından izleyen Akçura, Avrasya bölgesinde yaşamakta olan bütün Türk asıllı
toplulukları bir araya getirecek Pan Türkizm akımını geliştirmeyi hedeflemiştir.
Avrupa ülkelerinde Jön Türkler ile tanışan ve onlarla ortak çalışmalar yapan
Yusuf Akçura, Türkçülük birikimini bu genç kadro aracılığı ile Osmanlı ülkesine
taşımak istiyordu. Rusya’daki Tatar topluluğunun erken uyanması ve gelişmesiyle
öne çıkan Türkçülük birikimini Akçura Jön Türklere aktarmak ve bunları
örgütleyerek bütün Avrasya bölgesine yönelik bir Pan Türkizmin hazırlığını
yapıyordu. Tatar reformculuğunun getirdiği Türkçü birikim Osmanlı devletinde
Osmanlıcılık akımından Türkçülük akımına geçişi sağlıyordu. Dilde, fikirde ve
işte birlik ilkesi doğrultusunda, Türk kökenli toplulukların bir araya gelmeleri
ve ortak hareket ederek bir Büyük Türk Birliğini gerçekleştirmeleri düşünülüyordu.
Rusların Panslavizmine ve Ortodoksçuluğuna karşılık PanTürkizmin de aynı
zamanda Panislamizm ile iş birliği yapması gerektiği düşünülüyordu. Böylece
Almanya’nın elinden Panislamizm akımı alınarak Rusya’nın Pan Ortodoksculuğuna
karşı Avrasya bölgesinde etkinliği artırmak üzere kullanılması planlanıyordu. Yusuf
Akçura hem Rus emperyalizmine hem de Avrupa ülkelerinin Avrasya’ya girmelerine
karşı Türklerin ve Müslümanların beraberce ortak hareket etmelerinden yana bir
Pan Türkizm çizgisi izliyordu. İşin içine Müslümanlar da girince Türkçülük
akımının çalışma alanı kendiliğinden Rusya’dan Osmanlı ülkesine kayıyordu. İslamcılığın
yanı sıra kültürel milliyetçiliğin de savunulması emperyalist saldırılara karşı
daha güçlü bir Türkçülük akımının öne çıkmasına yardımcı oluyordu. Böylece
savaş sonrasında bir Türk devletinin kurulabilmesinin şansı artıyordu.
Üç tarzı siyaset ismini taşıyan
makaleyi Mısır’ın başkenti Kahire’de yayınlanan bir dergide Yusuf Akçura
kamuoyunun dikkatlerine sunduktan sonra, merkezi coğrafyada Osmanlı devleti
sonrası yeni siyasal yapılanma bu yazı doğrultusundaki tartışmaların etkisiyle
biçimlenmeye başlamıştır. Osmanlıcılığın olamayacağı belirlenince İslamcılık
denenmek istenmiş ama buna da gayrimüslim kesimler karşı çıkınca geriye tek
alternatif olarak Türkçülük kalmıştır. Hırıstıyan Balkan ülkelerinin elden
gitmesinden sonra Abdülhamit’in Şam merkezli bir İslam İmparatorluğunu Anadolu
ve Arap yarımadası üzerinde kurmaya çalışmasına Almanlar destek verince,
İngilizlerin desteği ile Selanik’ten Hareket ordusu İstanbul’a gönderilerek Abdülhamit’in
tahttan indirilmesi sağlanmış, İngiliz gizli servislerinin örgütlemesiyle Arap
milliyetçiliği öne çıkınca, İslam’a dayanan bir büyük devletin Orta Doğu’da
kurulabilmesi ihtimali devre dışı kalmıştır. Üç tarzı siyasetin ikincisi olan
İslamcılık akımı da böylece devre dışı kalınca, bu kez üçüncü yol olarak
Türkçülük akımı öne geçmiş ve Yusuf Akçura’nın örgütlediği Türk Ocakları
sayesinde Türkçülük akımı Anadolu’nun her köşesinde hızla örgütlenerek
geleceğin Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atılmıştır. Tarihsel süreç içerisinde Üç tarzı siyasetten
tek tarzı siyasete geçiş kendiliğinden meydana gelmiş ve Türkçülük Osmanlı
sonrası dönemde merkezi topraklarda tek geçerli düşünce akımı olarak yeni
kurulacak devletin siyasal yapısını belirlemiştir. Faydacı ve pragmatik bir
düşünce yapısına sahip olan Yusuf Akçura gerçekleşemeyecek hayaller yerine, gerçekleşebilecek
hedeflerle uğraşmaya öncelik vermiş ve onun bu gerçekçi tutumu nedeniyle kısa
zaman sonra bir Türk devleti dünyanın merkezinde kurulmuştur. Kahire’de
yayınlanan Türk isimli gazetede yayınlanan üç tarzı siyaset makalesi, Osmanlı
sonrası için bütün merkezi bölge halklarına ve ülkelerine bir anlamda yön
gösteriyordu. Bir Osmanlı milleti yaratılamayınca, geniş alanlara yayılmış Türk
asıllı toplulukların sahip olduğu Türk kimliğinde birleşilmesi en gerçekçi yol
olarak görülüyordu. Yusuf Akçura dilleri, ırkları, gelenekleri, kültürleri ve
dinleri aynı olan bütün Türklerin birliğini savunarak, bir büyük Türk
imparatorluğunun yeniden oluşabilmesi için yoğun çaba harcıyordu. Türk
dünyasını hedef alırken Türklüğü ve Türkçülüğü geliştirmeye çalışıyor, güçlü
bir Türkçülük akımı sayesinde büyük bir Türk devletinin kurulabileceğini öne
sürüyordu.
Akçura sayesinde PanTürkizm akımı
Osmanlı İmparatorluğu sonrası için Türklere ve Müslümanlara bir gelecek planı
sunuyordu, o da bir büyük Türk devletinin çatısı altında bir araya gelmekti. Osmanlı
İmparatorluğunun çok uluslu yapısı çerçevesinde Türkçülük ya da PanTürkizm akımı
değerlendirildiğinde gayrimüslimlerin böylesine doğu kökenli bir akımın
uzağında durmağa çalıştıkları görülüyor, Hırıstiyan toplulukların dışlandığı
bir aşamada Müslüman kökenli topluluklar Türk kimliği çatısı altında bir araya
gelmeye davet ediliyorlardı. Bu aşamada Yahudiler ikiye ayrılıyor, bir kısmı
gizlice Yahudi kimliğini sürdürme yolunu seçerken, daha büyükçe bir kesimi de
dönmeliği kabul ederek Müslüman toplum içerisinde bu toplumun kurallarına ve
geleneklerine göre yaşamayı ilke olarak kabul ediyordu. Osmanlılar imparatorluk
topraklarından geri çekilirken, merkezi ülke konumuna gelen Anadolu’ya birçok
yerden milyonlarca insan göç ediyor ve göçmenler de Türk kimliği çatısı altında
yaşamayı, kendi gelecekleri ve güvenlikleri açısından doğal karşılıyorlardı. Böylece,
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Sevr antlaşmasının imzalanması üzerine Hırıstiyan
ülkeler Anadolu’yu işgale yöneliyorlar, göç eden Müslümanlar Türk kimliği
altında emperyalizme karşı savaş veriyor lar, dinlerinden dönmüş görünen Yahudi
toplulukları da Hırıstıyanlara karşı Müslümanların yürüttüğü ulusal kurtuluş
savaşını destekleyerek bağımsız bir Türk devletinin kuruluşunu, bölgedeki Arap
ve Rus nüfus çoğunluğuna karşı denge oluşturabilmek doğrultusunda
destekliyorlardı. Rusya’daki milli hareketin başından Anadolu’daki Türkçü hareketin
başına geçen Yusuf Akçura, bütün bu gelişmelerde ön planda etkili oluyordu. Yeminindeki
Osmanlı ve İslam kavramları nedeniyle, İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeliğini
kabul etmeyen Yusuf Akçura, tıpkı Atatürk gibi bu cemiyete uzak duruyor ve
İttihatçıların orducu tutumlarına karşı daha halkçı bir örgütlenmeyi Mustafa
Kemal gibi askeri kesimin dışında kalarak gerçekleştirmeye çalışıyordu. Zaman
içerisinde Jön Türkler ile de ters düşen Akçura daha bağımsız ve gerçekçi
düşüncelerle Türkçülük akımını geçerli kılmaya çalışıyordu. Ulusal kurtuluş
savaşı sonrasında Atatürk’ün hızla sivil bir rejim kurmasında ve orduyu siyasetin
dışına çekmesinde böylesine bir tutumun fazlasıyla yararı olmuştur.
Atatürk’ün gerçekleştirdiği Kemalist
devrime kadar batıcı ve yenilikçi hareketler hep Tanzimat döneminin birer
uzantısı olarak gündeme gelmiştir. Jön Türkler’de kendilerini Tanzimatın
modernleşmeci kadrosu olarak gördüklerinde, Yusuf Akçura bu duruma karşı
çıkarak Atatürk gibi daha kökten bir reformculuğu savunmuştur. Atatürk
Tanzimatın tatlı su reformculuğundan uzaklaştıkça, bir Türk devletinin çatısı
altında ulusal siyasal yapılanma için kökten reformcu girişimler zorunlu
olmuştur. Tanzimat ülkede halk ile aydınlar ve zengin burjuvazi arasında ikilik
yaratınca bir Türk ulusu yaratabilmenin çabası içinde olan Yusuf Akçura ve
arkadaşları halkın içinde ve yanında olmuşlardır. Dili, dini ve kültürü bir
bütün olan Türk dünyasının büyüklüğünü savunan Yusuf Akçura, böylesine bir
hedefi gerçekleştirebilmek üzere, Rusya’daki Tatarların erişmiş oldukları
gelişmişlik düzeyini Türkiye’ye taşıyabilmenin arayışı içine giriyordu. Osmanlı
Türklerinin Rusya’da yaşayan kardeşlerinin gelişmişlik düzeyini örnek almaları
gerektiğini sürekli olarak savunan Akçura, çıkardığı dergiler ve yazdığı
makaleler aracılığı ile bu durumu Anadolu’ya taşıyabilmenin mücadelesini
yapıyordu. Akçura’nın bu çabaları sonucunda, Ziya Gökalp ‘Üç Tarzı Siyaset”
benzeri bir kitabı kaleme alıyor ve bunun adını da” Türkleşmek, İslamlaşmak ve
Muassırlaşmak“ biçiminde belirleyerek
Akçura’nın izinde bir çizgi izliyordu . Ziya Gökalp’in devreye
girmesiyle beraber Akçura yalnızlıktan kurtuluyor ve Türkçü çizgide bir kadro
oluşumu gerçekleştirilerek, toplumun hızla Türkleştirilmesi sağlanıyordu.
Osmanlı İmparatorluğunun son
dönemlerinde başlamış olan Pan Türkizm akımı, Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluşundan sonra Kemalist Türkiye’ye yardım ve katkı misyonunu üstleniyor ve Türk
dünyası için örnek ülke olarak kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti üzerinden Pan Türkizm
akımını sürdürmek aşamasına geliniyordu. Anadolu’da bir milli devletin Türkiye Cumhuriyeti
olarak kurulmasında son derece önemli katkılar sağlamış olan Yusuf Akçura, sonraki
aşamalarda Kemalist Türkiye’nin hızla gelişebilmesi için çalışmalar yapıyordu.
Osmanlı sonrasında batı dünyası için gündeme gelmiş olan Doğu sorunun çözümünde
Türkiye merkezli bir yolun izlenmesi için Yusuf Akçura öne çıkıyor ve Türk ile Slav
toplulukları arasında sürüp gelmekte olan çekişmenin çözüme kavuşturulabilmesi
için, güçlü bir Türkiye’nin yaratılmasına öncelik veriliyordu. Anglosaksonların,
Fransızların, Hırıstiyanların ve Rusların bölgedeki hesaplarına karşı Türklerin
güçlenebilmeleri için Almanya ile iş birliği yapmaları düşüncesi Akçura’ya
tıpkı Abdülhamit ve İttihat Terakki gibi cazip geliyordu. Dar kapsamlı Tatarcılık
yerine geniş kapsamlı bir Türkçülüğü Türk dünyasının geleceği açısından daha
doğru bulan Yusuf Akçura, Türkiye Cumhuriyeti’ni böylesine güçlü bir
yapılanmanın merkez ülkesi olarak görüyordu. Bu nedenle devletin ve yeni Türk
üniversitesinin kuruluş çalışmalarında yer almış Ankara’daki devleti
desteklemek üzere Ankara Hukuk Fakültesi ile Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde
dersler vererek, yeni Türk devletini yönetecek güçlü kadroların yetişebilmesi
için çaba gösteriyordu. Ankara ve İstanbul’da yapılan bilimsel toplantılara
delege olarak katılarak, yeni Türk devletinin bilimsel açıdan güçlenebilmesi
doğrultusunda yoğun çaba harcıyordu. Devleti kuran partiye üye olarak önce
İstanbul ve daha sonra da Kars milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet
Meclisinde görev yapmıştır. Bu arada, dil ve tarih kurumlarının kuruluş
çalışmalarına katıldı, daha sonra da Türk Tarih Kurumu başkanlığına seçildi.
Böylece, Yusuf Akçura sahip olduğu bütün bilgi birikimini hem bilimsel
kurumlarda hem siyasal organlar da Türkiye’ye aktararak kısa zamanda Türkiye
Cumhuriyeti’nin önemli bir gelişme göstermesine ciddi katkılar sağlamıştır. Bu
tür çalışmalarla Cumhuriyetin onuncu yılı büyük coşkularla kutlanmıştır. Yusuf
Akçura almış olduğu bilimsel ve siyasal görevler aracılığı ile Kemalist hareket
içinde bir nefer olarak görev yaptı ve bütün birikimini Atatürk’e bir danışman
olarak aktarma fırsatını buldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunun az zamanda
büyük işler başarmasında Yusuf Akçura gibi önemli bir siyasal ve bilimsel
birikime sahip olan danışmanın katkıları büyüktür. Akçura Rusya ve Avrupa
ülkelerinde edindiği bilgileri ve gördüklerini sürekli olarak Mustafa Kemal’e
aktararak O’nun bir Türk devleti kurarken tarihsel bilgi birikimine uygun
olarak hareket etmesini sağlamıştır. Atatürk’ün büyük başarılarının perde
arkasında var olan önemli uzmanlardan birisinin de Yusuf Akçura olduğu
söylenebilir çünkü, cumhuriyetin ilanından ölümüne kadar uzun bir süre
parlamentoda milletvekili olarak hep ön sıralarda yer almıştır.
Atatürk, ulusal kurtuluş savaşı
sonrasında bir Türk devleti kurmayı kabul etmiş ama Yusuf Akçura’nın Pan Türkizm
düşüncesini benimsememiştir. Daha çok bir ideale dayanan bu yaklaşım, Anadolu
coğrafyasının jepolitiğine o dönemin koşullarında pek uygun düşmüyordu. Bir
asker olan Atatürk, jeopolitiğin inceliklerini iyi bildiği için bir bilim adamı
olan Yusuf Akçura’dan bu açıdan ayrılıyordu. Atatürk daha işin başında Türkiye
Büyük Millet Meclisini açış konuşmasında Pantürkizm, Panislamizm ve de Pan Turanizm
gibi yayılmacı akımlardan uzak kalacaklarını, yalnızca Misakı milli sınırları
içerisinde egemenlik haklarını savunacaklarını, kesinlikle Osmanlı İmparatorluğu
gibi emperyalist bir politika uygulamayacaklarını söyleyerek, Yusuf Akçura’nın
bütün Türk dünyasını bir araya getirme hedefinden uzaklaşıyordu. Türk
devletinin halkçı ve çoğulcu bir yapıya dayanması gerektiğini savunan Akçura, ise
geleceğe dönük olarak Türk dünyasının birlikteliğini Sovyetler Birliği
emperyalizmine karşı savunuyor ve yaptığı tarih araştırmaları ile Türk
dünyasının sosyalist rejime karşı ayakta kalabilmesinin hazırlıklarını
yürütüyordu. Akçura’nın yasal olarak vatandaşı olduğu Kemalist devlet, O’nun
özlemlerini tam olarak yansıtmıyordu ama gene de geleceğe dönük olarak
çalışmaların sürdürülmesi gerektiğine inanarak, Türkiye’de kalmaya ve
çalışmalarını ısrarla kamuoyuna taşımaya kararlı görünüyordu. Yaratacısı olduğu
PanTürkizm’in gerçekleşemeyeceğini anlamasına rağmen bu doğrultudaki
çalışmalarından vazgeçmiyor ve Türkiye Cumhuriyeti’ni bu doğrultuda
güçlendirebilmenin yollarını arıyordu. Türklerin tarih sahnesine çıkmış olduğu
Orta Asya stepleri ile Rusya arasında yaşamakta olan Türk topluluklarının ortak
geleceğini Osmanlı ülkesinde dağınık bir biçimde yaşamakta olan Türk boyları
ile beraber düşünmek, Yusuf Akçura için vazgeçilemeyecek bir kutsal düşünce idi.
Atatürk’ün Misakı Milli sınırları
içerisinde Anadolu Türkçülüğü ile yetinmesi bir yönü ile asker kişiliğinden
gelen gerçekçi bir yaklaşımın sonucu idi. Bunu gören Yusuf Akçura Pan Türkizm
açısından umutsuzluğa sürüklense de Anadolu Türkçülüğüne katkıda bulunmaya
devam ediyordu. Yusuf Akçura’nın emperyalist Türkçülük anlayışı Atatürk’un ulus
devlet içinde demokratik Türkçülük anlayışı ile tam olarak uyuşmuyordu. Ziya
Gökalp’in zaman zaman öne çıkması Atatürk ile Yusuf Akçura arasındaki mesafenin
dengelenmesi açısından yararlı oluyor ve bir anlamda milli sınırlar içerisinde
ülke Türkçülüğü ile o dönemin koşullarında yetiniliyordu. Atatürk, Avrupa
kıtasının yanı başında çağdaş bir cumhuriyet rejimi ve buna temel olarak da
modern bir ulus devlet kurarken, her türlü emperyalist yaklaşımın ötesinde
hareket etmek zorunda kalıyordu, çünkü Türkler bir imparatorluk kaybetmişti.
Ruslar ise bir eski imparatorluk çökertmelerine rağmen yeni dönemin
koşullarında yepyeni bir ideolojik imparatorluğun merkezi ülkesi olarak ayakta
kaldıkları için Türkler’ den daha avantajlı bir konuma sahip bulunuyorlardı. Osmanlı
ve Rusya Türkleri ayrı dünyaların insanları olarak bir türlü bir araya
gelemiyorlar ve bu nedenle de Yusuf Akçura’nın idealize ettiği büyük Türk
birliğine giden yol açılamıyordu. Atatürk bu durumu iyi bilen bir önder olarak
geleceğe hazırlanıyor ve Sovyetler Birliğinin yıkılacağı günlere hazırlıklı
olmak gerektiğini, cumhuriyetin onuncu yılındaki konuşmalarında dile
getiriyordu. Türk Ocaklarında örgütlenen bazı Türkçülerin de sosyalist düşünce
de olması, Moskova merkezli kurulmuş olan Türkiye Komünist Partisinin, Rusya ve
Türkiye’de Türkçü çalışmalar yapması da Atatürk’ü kuşkuya düşürüyor ve bu
nedenle aşırı bir Türkçü görünüm vermeden hareket etmeyi doğru buluyordu.
Sovyetler birliği gibi bir büyük dev devlet yapılanmasının merkezi konumundaki
Rusya’yı karşısına almayan Mustafa Kemal, Anadolu Türkçülüğü ile yetinirken,
Rusya’daki Türkleri dile getirerek bir Rus tepkisi ile karşı karşıya kalmamaya
dikkat ediyordu. Bu durum daha sonraki yıllarda Türk ocaklarının kapatılarak
yerlerine Halkevlerinin açılmasına neden olacaktır, çünkü Türk Ocakları sürekli
olarak Rusya’da yaşayan Türk topluluklarını dile getirdiği için, Rusya’nın
büyük bir baskısı sonucunda imparatorluktan ulus devlete geçiş aşamasının bu
köprü kuruluşları kapatılmış ve milli sınırlar içerisinde bir toplum
entegrasyonuna öncelik veren Halkevleri projesi devreye sokulmuştur. Bu gibi değişikliklere
rağmen, Anadoludaki Türk devletinden umudunu kesmeyen Yusuf Akçura, Anadolu
Türklüğünün gelişebilmesi için Türk kültürü doğrultusunda bir ulusculuğun
ülkede etkili olmasına çalışıyordu. Atatürk milliyetçiliği doğrultusunda
yapılan ulusalcı çalışmalarda Yusuf Akçura’nın sürekli olarak ön planda yer
aldığı görülmüştür. Akçura, Türk Tarih Kurumunun kurucusu ve başkanı olarak
Türkiye’de ilk ulusal tarih kongrelerini düzenlemiş ve Türklerin tarihten gelen
kökenlerinin daha iyi belirlenebilmesi için çeşitli araştırma projelerini
devreye sokmuştur. Türk Ocaklarının dergisi olan Türk Yurdu’ndan sonra Tarih
kurumunun bilimsel yayın organı olan Belleten dergisinin de kuruculuğunu ve
yöneticiliğini yaparak, Türk tarihi açısından önemli çalışmalara öncülük
yapmıştır. Atatürk’ün istediği konularda araştırmaların yapılmasını, Atatürk’ün
tarihe olan büyük merakının karşılanması konusunda gerekli kaynakların
sağlanması gibi işleri hep Yusuf Akçura üstlenmiştir. Bir anlamda Atatürk’ün
geniş bir tarih kültürüne sahip olmasını sağlayan uzmanlardan birisi olarak da
Yusuf Akçura’nın o dönemde öne çıktığı görülmektedir. Atatürk de bu nedenle Akçura’ya
güvenerek kendisinin tarih kurumunun kurucu başkanı olmasına yardımcı olduğu
görülmektedir. Akçura ve Mustafa Kemal birlikteliği ve diyalogu sayesinde Anadoludaki
Türk devletinin tarihsel açıdan doğru temeller üzerinde kurulduğu görülmektedir.
Bu nedenle, birçok büyük soruna ve emperyal baskıya rağmen Türk devletinin
doksan yıldır ayakta kalması temellerinin sağlam atılmasıyla açıklanabilir. Temellerin
sağlam olmasının yanı sıra gene tarih bilinci ile doğru bir devlet modelinin
seçilmiş olmasının da bu başarılı sonucun alınmasında etkili olduğu
söylenebilir.
Türk devletinin kuruluşu sırasında
Atatürk’e çok yakın bir konumda olan Yusuf Akçura’nın Kemalizm’in
biçimlenmesinde de etkili olduğu söylenebilir. Atatürk’ün düşünceleri ve
yaptıklarının sistemli bir bütünü olan Kemalizm’in bir siyasal sistem ve akım
olarak ortaya çıkmasında Yusuf Akçura bir uzman danışman olarak önde gelen katkılar
sağlamıştır. Türk devletinin resmi tarih anlayışının oluşumunda, Güneş Dil
Teorisinin geliştirilmesinde, milli bir Türk kültürünün yaratılmasında en önde
gelen uzmanlardan birisi her zaman Yusuf Akçura olmuştur. Kemalist laiklik
uygulamasının, Rusya’daki Türklerin ulusal kurtuluş hareketi olan Cedidizm’den farklı
olması karşısında Yusuf Akçura’nın daha mesafeli hareket ettiği görülmüştür. Akçura, Medrese eğitimine Müslüman halk
kitlelerinin gereksinmelerinin karşılanması doğrultusunda devam edilebileceğini,
Tataristan kökenli bir Müslüman olarak savunabilmiştir. Devletin kuruluş aşamasında,
Kazan ve Kırım kökenli Tatarlar ve Karayların Müslüman yapıya daha hoşgörülü
bakmalarına rağmen, Selanik kökenli göçmen Sabatayların İslama daha mesafeli
bakmaları nedeniyle, iş bir anlamda din kavgasına dönüşme eğilimi göstermiş, bu
nedenle de Kemalist rejim sonraki aşamada daha sert bir laiklik anlayışının
uygulayıcısı olmuştur. Rusya’da ortaya çıkan sosyalist rejimin katı bir Ateizm
politikasını resmen uygulaması da Kemalist laiklik anlayışının sertleşmesinde
önemli bir rol oynamıştır. Rusların Hırıstıyanlığına karşı Rusya Türkleri Müslümanlığı
kendi kimliklerini korumak açısından daha yakın görmüşler, bu nedenle Tatar ve
Karay kökenli göçmenler Türkiye’de İslam’a daha yakın durmuşlardır. Makedonya kökenli Sabataylar ise, Yahudi
kökenleri nedeniyle İslama daha mesafeli durmuşlar ve bu doğrultuda daha katı
bir laiklik uygulamasından yana olmuşlardır. Rusya Türklerinin Hırıstıyan dünyası
içinde yaşamaları, Osmanlı Türklerinin ise Müslüman bir ülkede yaşamaları
nedeniyle ortaya çıkan farklılık, Türkiye’de yeni rejimin oluşumu sürecinde
etkili olmuştur .ve Türk dünyasının geleceğinde dinin rolü üzerinde önemli
fikir ayrılıklarının doğmasına yol açmıştır.
Atatürk ve Yusuf Akçura,
tarihin aynı döneminde birlikte yaşamışlar ve on dokuzuncu yüzyıldan yirminci
yüzyıla doğru bir değişim aşamasının içinde yer alarak geleceğe doğru Türk
dünyasının belirlenmesinde birlikte etkili olmuşlardır. O dönemin koşullarında
gündeme gelen Sovyetler birliği modeli dışında kalarak, Osmanlı ülkesinin
Türkleri ile beraber geleceğe doğru bir bağımsızlık düzenini yakalamışlar,
Sovyet emperyalizminin esir aldığı Rusya Türkleri için fazla bir şeyler
yapamamışlardır. Komünist rejimden kaçanların sığınağı konumuna gelen Türkiye
Cumhuriyeti Sovyetler Birliği ile sınır komşusu olduğu için soğuk savaş
döneminin zor koşullarında fazla hareket edememiş ve Orta Asya ile Rusya
bölgelerinde yaşamakta olan Türkler için demir perde engeli nedeniyle ortak
çalışmalar geliştirilememiştir. Bunu gören Atatürk, Türk ulusuna, Sovyetler
Birliğinin dağılacağı günlere hazırlıklı olmak gerektiğini bir siyasal vasiyet
olarak bırakmıştır. Yirmi yıl önce Sovyetler birliği dağılmış olmasına rağmen,
batı emperyalizminin baskıları nedeniyle, Türk devleti Atatürk ve Yusuf Akçura’nın ortak özlemi
olan Türk dünyasının geleceğe dönük birliği için fazla bir şey yapılamamıştır.
Sovyet sonrası dönem küreselleşme aşaması olarak ilan edilmiş ve sürekli olarak
batı merkezli politikalar Avrasya bölgesi için dışarıdan empoze edilmeye
başlanmıştır. Avrupa, Amerika ve İsrail merkezli batı üçgenine sıkıştırılmış
olan Türkiye Cumhuriyeti, gelecekte Anadolu Türkleri ile Orta Asya ve Rusya
Türklerini bir araya getirecek çalışmaları bir türlü gerektiği gibi devreye
sokamamıştır. Artık Atatürk’ün Türkiyesi’nin Yusuf Akçura’nın özlemleri
doğrultusunda bütün Türk dünyasının bir araya gelebilmesi doğrultusunda etkili
çalışmalar yaparak hem merkez hem de öncü ülke konumuna gelmesi gerekmektedir. Türkiye
Cumhuriyeti devleti kendisini bu doğrultuda yönetecek siyasal iktidarları yıllardır
beklemektedir. Batılı emperyalistlerin her türlü engellemesi aşılarak, Türk
devletini bu doğrultuda yönetecek yeni bir iktidarın bir an önce işbaşına
gelmesini sağlayacak mekanizmaları artık Anadolu Türklerinin daha fazla zaman
yitirmeden devreye sokmaları gerekmektedir. Türk dünyası da bu doğrultuda
Türkiye’ye yardımcı olmalıdır.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder