23 Temmuz 2020 Perşembe

ATATÜRK VE YUSUF AKÇURA - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN


ATATÜRK VE YUSUF AKÇURA

                                         
             Dünyanın merkezi bölgesinde bir Türk devletinin kuruluşunda son derece etkili olmuş olan bu iki isim, tarihsel süreç içerisinde bir dönem beraber bulunmuşlar ve bu dönemde bir iş birliği içerisinde olarak geleceğe dönük planlarının Anadolu üzerinde gerçekleşebilmesi için çaba göstermişlerdir. Günümüz koşullarında her yönden eleştiri konusu olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sırasında son derece etkin olmuş olan bu iki isimin beraberce ele alınarak ortak bir değerlendirme içerisinde ele alınmasının bugünün tartışmaları açısından yararlı sonuçlar vereceği düşünülebilir. Türk devletinin kuruluşundan doksan yıl sonra, kuruluş sırasında etkin çalışmalar yapmış olan bu iki isim arasındaki bağlantının siyasal yönleriyle ortaya konulmasında, Anadolu’da bir Türk devletinin kuruluşunun arkasında yatan nedenlerin belirlenmesi açısından zorunluluk vardır. Anadolu’da Türk devletine karşı çıkanlar, eski imparatorluk coğrafyasından göç eden birçok topluluğun bugün Türkiye’de bir arada yaşadığını öne sürerek, bir Türk ulusundan sözedilemeyeceğini ve bu doğrultuda Türk ulusu olmadığı için de Türklerin kurmuş olduğu bir Türk devletinin gerçeklere uymadığını açıkça savunmaktadırlar. Bu nedenle son zamanlarda başta iktidar partisinin ileri gelenleri olmak üzere Türk kimliği rededilerek, yeni bir kimlik türü olarak Türkiyelilik gibi bir kavram öne çıkarılmaktadır. Küresel emperyalizmin güdümüne girerek, Yeni Bizans, Büyük İsrail ya da Yeni Orta çağ gibi plan ve projelere angaje olanlar, merkezi alandaki Türk devletini ortadan kaldırabilmek için redettikleri Türk kimliğinin silinmesi sürecinde Türkiyelilik kimliğini bir ara yaklaşım olarak geliştirmeye çalışmaktadırlar. Bütün bu gibi saçmalıkların sona erebilmesi için, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna öncülük eden iki büyük isimin beraberce ele alınarak bugünün koşullarında yeniden değerlendirilmeleri gerekmektedir.

          Anadolu’da Türkçülüğün öncüsü Yusuf Akçura, Türk devletinin kurucusu da Mustafa Kemal Atatürk’tür. Eğer bugün bu topraklarda Türkiye Cumhuriyeti adı altında bir Türk ulus devleti varsa, Türk ulusunun fertleri böylesine bir oluşumu bu iki büyük öndere borçlu bulunmaktadırlar. Türk ulusunun bütün bireyleri, ulusal eğitim programı içerisinde devletin kurucusu Atatürk ile ilgili her konuyu öğrenmelerine rağmen, ne yazıktır ki, Osmanlı imparatorluğunun son dönemlerinde Türkçülük akımını bu topraklara getiren Türkçülüğün öncülerinden habersiz kalmaktadırlar. İsteyen bu konularda kütüphaneler dolusu kaynaklara erişebilmektedir ne var ki eksik eğitim sistemi nedeniyle Türkçülük akımının öncüleri ile bilgiler, eğitim sistemi içerisinde yeni kuşakların bilgilerine sunulmamaktadır. Atatürk ile ilgilenen ve kendisini Atatürkçü olarak tanımlayan bir çok kişinin bu nedenle Türkçülüğün öncülerini bilmedikleri hele Yusuf  Akçura’yı tanımadıkları  görülmektedir . Türkçülük denilince akla önce Ziya Gökalp gelmekte ama, Türkçülüğü bu ülkeye getiren Yusuf Akçura ile beraber İsmail Gaspıralı, Zeki Velidi Togan, Sadri Maksudi Arsal ve Ahmet Ağaoğlu hatırlanmamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olarak kendilerini Türk kimliği tanımlayan Türk vatandaşlarının, Türkçülüğün öncülerini ve tarihini bilmemesi bu ülkede çok ciddi bir bilgi eksikliği yaratmıştır. Türkçülüğün kurucularının bilinmemesi, Atatürk’ün neden Türk devleti kurduğunun halk kitlelerince anlaşılamamasına yol açmıştır. Balkanlar’da doğmuş ve büyümüş bir Mustafa Kemal’in Osmanlıların Balkanlar’dan kovulmasından sonra, Anadolu yarımadası üzerinde bir Türk devleti kurmasının arkasında, Yusuf Akçura ve arkadaşlarının başlatmış olduğu Türkçülük akımının önemli bir rolü bulunmaktadır. Türkçülük olmasa Atatürk ve Atatürkçülük de olamazdı.

             Yusuf Akçura ve arkadaşlarının Kırım üzerinden Türkçülük akımını İstanbul’a taşımalarından önce, Avrupa ülkelerine giderek yabancı eğitimi alan gençlerin Osmanlı devletinde başlatmış oldukları JönTürk hareketinin de ülkenin geleceğinde önemli rolleri olmuştur. Yeni Osmanlı hareketi tutmayınca yerini Jön Türk akımı almış ve Avrupa ülkelerindeki ulus devlet akımı bu topraklara yansıyınca, çok uluslu siyasal yapıdan tek uluslu bir ulus devlete yönelirken, ikinci Meşrutiyet yıllarında Yusuf Akçura ve arkadaşlarının önce Türk cemiyeti sonra da Türk Ocakları aracılığıyla önemli ölçüde katkıları olmuştur. Jön Türk akımının yaratmış olduğu ortamı iyi kullanan Türk Ocakları örgütlenmesi, Yusuf Akçura’nın önderliğinde imparatorluktan ulus devlete geçişi gerçekleştiren siyasal odaklar olmuştur. Kırım doğumlu Tatarlar’ın öncülüğünde kurulmuş olan Türk Cemiyeti ve Türk Ocakları, çok kültürlü bir toplum yapısından sonra ulus devlete geçişte ana merkezler olarak hareket etmişler ve ülkede emperyalizme karşı verilen ulusal kurtuluş savaşının öncülük misyonunu yerine getirmişlerdir. Yusuf Akçura bütün bu oluşumların başlatıcısı olarak Türk tarihinde önemli bir yere sahip olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yolda Yusuf Akçura’nın önemli bir kilometre taşı olduğu hatırlanırsa, günümüzün birçok tartışmasına açıklık getirilebilecektir. Atatürk gibi bir ulusal devlet kurucusu önderin tarih sahnesine çıkışının perde arkasında, yılların Türkçülük birikiminin taşıyıcısı ve bu topraklara getiricisi olan Yusuf Akçura’nın önde gelen bir rolü bulunmaktadır.
          Atatürk ile aşağı yukarı benzer tarihlerde doğan ve yaşayan Yusuf Akçura, bir Tatar Türk ailenin evladı olarak Tataristan’ın başkenti olan Kazan kentinde doğmuştur. Kazan asıllı bir Tatar olmasına rağmen yaşamının önemli bir kısmı Kırım ve Rusya’nın çeşitli kentlerinde geçmiş ve daha sonraki aşamada da kuzey bölgelerinde elde ettiği Türkçülük birikimini güneye taşımak üzere İstanbul’a gelmiştir. Rusya’da I905 devriminde milliyetçi bir önder olarak rol aldıktan sonra, 1908 tarihinde ikinci meşrutiyetin ilan edilmesi üzerine İstanbul’a gelerek önce Türk Cemiyetini sonra da Türk Ocakları’nı kurmuştur. Eski Hazar İmparatorluğu döneminden kalma önemli bir Türk asıllı nüfusun Rusya’da yaşaması nedeniyle, Yusuf Akçura’nın yaşamı Rusya ve Türkiye arasında gidip gelmelerle geçmiş ve her iki ülkedeki Türk potansiyelinin beraberce var olabilmesi ciddi bir Pan Türkçülük akımını Yusuf Akçura   geliştirerek savunmuştur. Rus Çarlığı ve Osmanlı İmparatorluğu çatıları altında yüzyıllarca yaşayan Türk asıllı kitlelerin bir araya gelerek ortak bir büyük Türk devletini tarihte olduğu gibi yeniden kurmaları, Yusuf Akçura ve arkadaşlarının amacı olmuş ve bu doğrultuda başlattıkları Türkçülük çalışmalarını Pan Türkizm doğrultusunda geliştirerek sürdürmüşlerdir. Fransız devrimi sonrasında başlamış olan milliyetçilik cereyanlarının Rusya’ya ulaşması Ruslar’da güçlü bir milliyetçilik başlatmış, Rus olmayanlara karşı baskılar artınca Tatarların öncülüğünde bütün Türk asıllı boyları içine alan geniş ve güçlü bir Türkçülük akımı Rusya topraklarında Rus milliyetçiliğine karşı başlatılmıştır. Rusların Ortodoks fanatizmi ile karşılarına aldığı Yahudi toplulukları da ülkede denge kurabilmek üzere Türkçülüğü desteklemişler ve bu yoldan Rus milliyetçiliğinin aşırılığa kaçması önlenerek birlikte yaşamın yolları aranmıştır. Ne var ki, Rus milliyetçilerinin önce Yahudi soykırmına yönelmeleri daha sonra da Tatarları ülkeden kovmaya yönelmeleri üzerine tatarların öncülüğünde başlatılan Türkçülük hareketleri kısa zamanda gelişerek bölgenin geleceğin de gene eskisi gibi Hazar devleti zamanındakine benzer biçimde etkili olmaya başlamıştır. Ne var ki, Rus milliyetçiliğinin daha sonraları emperyalizme yönelmeleri üzerine önce Tatarlar ve Türkler ve daha sonra da Çerkezler bulundukları bölgelerden kovulmuşlardır.  Rusya’dan kovulanlar güneye inerek Ak ülke olarak gördükleri Anadolu topraklarında yerleşmeye başlamışlar, Birinci Dünya Savaşı sonrasında   bu bölgede bir Türk devletinin kurulabilmesi için canları ve başlarıyla çalışmışlardır. Yusuf Akçura ve Tatar asıllı arkadaşları, Türkçülüğün kuzeyden güneye inmesinde ve Ak ülkede bir Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda önde gelen bir taşıyıcı rolü yerine getirmişlerdir. Bir anlamda Atatürk’ün bir Türk devleti kurmak üzere tarih sahnesine çıkmasına giden yolu açmışlardır.
           Yusuf Akçura Türkiye’ye yerleştikten sonra zaman zaman Rusya ve Avrupa ülkelerine giderekm dünyadaki siyasal hareketleri hem izlemiş hem içinde olmağa çalışmıştır. Bu nedenle Rusya ve Osmanlı ülkesini çok yakından izleyerek hareket etmiş ve Avrupa ülkelerindeki çalışmaları da yakından izleyerek bunlardan yararlanmanın çabası içerisinde olmuştur. Bir anlamda on dokuzuncu yüzyıldan yirminci yüzyıla geçilirken, dünyadaki değişimi kavramağa ve bu sürecin içinde yer alarak değişimi Türkçülük doğrultusunda yönlendirmeye çalışmıştır. Ruslar ile Türkler arasında yaşanan savaşları ve gerilimleri yakından izleyen Akçura, Avrasya bölgesinde yaşamakta olan bütün Türk asıllı toplulukları bir araya getirecek Pan Türkizm akımını geliştirmeyi hedeflemiştir. Avrupa ülkelerinde Jön Türkler ile tanışan ve onlarla ortak çalışmalar yapan Yusuf Akçura, Türkçülük birikimini bu genç kadro aracılığı ile Osmanlı ülkesine taşımak istiyordu. Rusya’daki Tatar topluluğunun erken uyanması ve gelişmesiyle öne çıkan Türkçülük birikimini Akçura Jön Türklere aktarmak ve bunları örgütleyerek bütün Avrasya bölgesine yönelik bir Pan Türkizmin hazırlığını yapıyordu. Tatar reformculuğunun getirdiği Türkçü birikim Osmanlı devletinde Osmanlıcılık akımından Türkçülük akımına geçişi sağlıyordu. Dilde, fikirde ve işte birlik ilkesi doğrultusunda, Türk kökenli toplulukların bir araya gelmeleri ve ortak hareket ederek bir Büyük Türk Birliğini gerçekleştirmeleri düşünülüyordu. Rusların Panslavizmine ve Ortodoksçuluğuna karşılık PanTürkizmin de aynı zamanda Panislamizm ile iş birliği yapması gerektiği düşünülüyordu. Böylece Almanya’nın elinden Panislamizm akımı alınarak Rusya’nın Pan Ortodoksculuğuna karşı Avrasya bölgesinde etkinliği artırmak üzere kullanılması planlanıyordu. Yusuf Akçura hem Rus emperyalizmine hem de Avrupa ülkelerinin Avrasya’ya girmelerine karşı Türklerin ve Müslümanların beraberce ortak hareket etmelerinden yana bir Pan Türkizm çizgisi izliyordu. İşin içine Müslümanlar da girince Türkçülük akımının çalışma alanı kendiliğinden Rusya’dan Osmanlı ülkesine kayıyordu. İslamcılığın yanı sıra kültürel milliyetçiliğin de savunulması emperyalist saldırılara karşı daha güçlü bir Türkçülük akımının öne çıkmasına yardımcı oluyordu. Böylece savaş sonrasında bir Türk devletinin kurulabilmesinin şansı artıyordu.
           Üç tarzı siyaset ismini taşıyan makaleyi Mısır’ın başkenti Kahire’de yayınlanan bir dergide Yusuf Akçura kamuoyunun dikkatlerine sunduktan sonra, merkezi coğrafyada Osmanlı devleti sonrası yeni siyasal yapılanma bu yazı doğrultusundaki tartışmaların etkisiyle biçimlenmeye başlamıştır. Osmanlıcılığın olamayacağı belirlenince İslamcılık denenmek istenmiş ama buna da gayrimüslim kesimler karşı çıkınca geriye tek alternatif olarak Türkçülük kalmıştır. Hırıstıyan Balkan ülkelerinin elden gitmesinden sonra Abdülhamit’in Şam merkezli bir İslam İmparatorluğunu Anadolu ve Arap yarımadası üzerinde kurmaya çalışmasına Almanlar destek verince, İngilizlerin desteği ile Selanik’ten Hareket ordusu İstanbul’a gönderilerek Abdülhamit’in tahttan indirilmesi sağlanmış, İngiliz gizli servislerinin örgütlemesiyle Arap milliyetçiliği öne çıkınca, İslam’a dayanan bir büyük devletin Orta Doğu’da kurulabilmesi ihtimali devre dışı kalmıştır. Üç tarzı siyasetin ikincisi olan İslamcılık akımı da böylece devre dışı kalınca, bu kez üçüncü yol olarak Türkçülük akımı öne geçmiş ve Yusuf Akçura’nın örgütlediği Türk Ocakları sayesinde Türkçülük akımı Anadolu’nun her köşesinde hızla örgütlenerek geleceğin Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atılmıştır.  Tarihsel süreç içerisinde Üç tarzı siyasetten tek tarzı siyasete geçiş kendiliğinden meydana gelmiş ve Türkçülük Osmanlı sonrası dönemde merkezi topraklarda tek geçerli düşünce akımı olarak yeni kurulacak devletin siyasal yapısını belirlemiştir. Faydacı ve pragmatik bir düşünce yapısına sahip olan Yusuf Akçura gerçekleşemeyecek hayaller yerine, gerçekleşebilecek hedeflerle uğraşmaya öncelik vermiş ve onun bu gerçekçi tutumu nedeniyle kısa zaman sonra bir Türk devleti dünyanın merkezinde kurulmuştur. Kahire’de yayınlanan Türk isimli gazetede yayınlanan üç tarzı siyaset makalesi, Osmanlı sonrası için bütün merkezi bölge halklarına ve ülkelerine bir anlamda yön gösteriyordu. Bir Osmanlı milleti yaratılamayınca, geniş alanlara yayılmış Türk asıllı toplulukların sahip olduğu Türk kimliğinde birleşilmesi en gerçekçi yol olarak görülüyordu. Yusuf Akçura dilleri, ırkları, gelenekleri, kültürleri ve dinleri aynı olan bütün Türklerin birliğini savunarak, bir büyük Türk imparatorluğunun yeniden oluşabilmesi için yoğun çaba harcıyordu. Türk dünyasını hedef alırken Türklüğü ve Türkçülüğü geliştirmeye çalışıyor, güçlü bir Türkçülük akımı sayesinde büyük bir Türk devletinin kurulabileceğini öne sürüyordu.
             Akçura sayesinde PanTürkizm akımı Osmanlı İmparatorluğu sonrası için Türklere ve Müslümanlara bir gelecek planı sunuyordu, o da bir büyük Türk devletinin çatısı altında bir araya gelmekti. Osmanlı İmparatorluğunun çok uluslu yapısı çerçevesinde Türkçülük ya da PanTürkizm akımı değerlendirildiğinde gayrimüslimlerin böylesine doğu kökenli bir akımın uzağında durmağa çalıştıkları görülüyor, Hırıstiyan toplulukların dışlandığı bir aşamada Müslüman kökenli topluluklar Türk kimliği çatısı altında bir araya gelmeye davet ediliyorlardı. Bu aşamada Yahudiler ikiye ayrılıyor, bir kısmı gizlice Yahudi kimliğini sürdürme yolunu seçerken, daha büyükçe bir kesimi de dönmeliği kabul ederek Müslüman toplum içerisinde bu toplumun kurallarına ve geleneklerine göre yaşamayı ilke olarak kabul ediyordu. Osmanlılar imparatorluk topraklarından geri çekilirken, merkezi ülke konumuna gelen Anadolu’ya birçok yerden milyonlarca insan göç ediyor ve göçmenler de Türk kimliği çatısı altında yaşamayı, kendi gelecekleri ve güvenlikleri açısından doğal karşılıyorlardı. Böylece, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Sevr antlaşmasının imzalanması üzerine Hırıstiyan ülkeler Anadolu’yu işgale yöneliyorlar, göç eden Müslümanlar Türk kimliği altında emperyalizme karşı savaş veriyor lar, dinlerinden dönmüş görünen Yahudi toplulukları da Hırıstıyanlara karşı Müslümanların yürüttüğü ulusal kurtuluş savaşını destekleyerek bağımsız bir Türk devletinin kuruluşunu, bölgedeki Arap ve Rus nüfus çoğunluğuna karşı denge oluşturabilmek doğrultusunda destekliyorlardı. Rusya’daki milli hareketin başından Anadolu’daki Türkçü hareketin başına geçen Yusuf Akçura, bütün bu gelişmelerde ön planda etkili oluyordu. Yeminindeki Osmanlı ve İslam kavramları nedeniyle, İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeliğini kabul etmeyen Yusuf Akçura, tıpkı Atatürk gibi bu cemiyete uzak duruyor ve İttihatçıların orducu tutumlarına karşı daha halkçı bir örgütlenmeyi Mustafa Kemal gibi askeri kesimin dışında kalarak gerçekleştirmeye çalışıyordu. Zaman içerisinde Jön Türkler ile de ters düşen Akçura daha bağımsız ve gerçekçi düşüncelerle Türkçülük akımını geçerli kılmaya çalışıyordu. Ulusal kurtuluş savaşı sonrasında Atatürk’ün hızla sivil bir rejim kurmasında ve orduyu siyasetin dışına çekmesinde böylesine bir tutumun fazlasıyla yararı olmuştur.

         Atatürk’ün gerçekleştirdiği Kemalist devrime kadar batıcı ve yenilikçi hareketler hep Tanzimat döneminin birer uzantısı olarak gündeme gelmiştir. Jön Türkler’de kendilerini Tanzimatın modernleşmeci kadrosu olarak gördüklerinde, Yusuf Akçura bu duruma karşı çıkarak Atatürk gibi daha kökten bir reformculuğu savunmuştur. Atatürk Tanzimatın tatlı su reformculuğundan uzaklaştıkça, bir Türk devletinin çatısı altında ulusal siyasal yapılanma için kökten reformcu girişimler zorunlu olmuştur. Tanzimat ülkede halk ile aydınlar ve zengin burjuvazi arasında ikilik yaratınca bir Türk ulusu yaratabilmenin çabası içinde olan Yusuf Akçura ve arkadaşları halkın içinde ve yanında olmuşlardır. Dili, dini ve kültürü bir bütün olan Türk dünyasının büyüklüğünü savunan Yusuf Akçura, böylesine bir hedefi gerçekleştirebilmek üzere, Rusya’daki Tatarların erişmiş oldukları gelişmişlik düzeyini Türkiye’ye taşıyabilmenin arayışı içine giriyordu. Osmanlı Türklerinin Rusya’da yaşayan kardeşlerinin gelişmişlik düzeyini örnek almaları gerektiğini sürekli olarak savunan Akçura, çıkardığı dergiler ve yazdığı makaleler aracılığı ile bu durumu Anadolu’ya taşıyabilmenin mücadelesini yapıyordu. Akçura’nın bu çabaları sonucunda, Ziya Gökalp ‘Üç Tarzı Siyaset” benzeri bir kitabı kaleme alıyor ve bunun adını da” Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muassırlaşmak“ biçiminde belirleyerek  Akçura’nın izinde bir çizgi izliyordu . Ziya Gökalp’in devreye girmesiyle beraber Akçura yalnızlıktan kurtuluyor ve Türkçü çizgide bir kadro oluşumu gerçekleştirilerek, toplumun hızla Türkleştirilmesi sağlanıyordu.
             Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde başlamış olan Pan Türkizm akımı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra Kemalist Türkiye’ye yardım ve katkı misyonunu üstleniyor ve Türk dünyası için örnek ülke olarak kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti üzerinden Pan Türkizm akımını sürdürmek aşamasına geliniyordu. Anadolu’da bir milli devletin Türkiye Cumhuriyeti olarak kurulmasında son derece önemli katkılar sağlamış olan Yusuf Akçura, sonraki aşamalarda Kemalist Türkiye’nin hızla gelişebilmesi için çalışmalar yapıyordu. Osmanlı sonrasında batı dünyası için gündeme gelmiş olan Doğu sorunun çözümünde Türkiye merkezli bir yolun izlenmesi için Yusuf Akçura öne çıkıyor ve Türk ile Slav toplulukları arasında sürüp gelmekte olan çekişmenin çözüme kavuşturulabilmesi için, güçlü bir Türkiye’nin yaratılmasına öncelik veriliyordu. Anglosaksonların, Fransızların, Hırıstiyanların ve Rusların bölgedeki hesaplarına karşı Türklerin güçlenebilmeleri için Almanya ile iş birliği yapmaları düşüncesi Akçura’ya tıpkı Abdülhamit ve İttihat Terakki gibi cazip geliyordu. Dar kapsamlı Tatarcılık yerine geniş kapsamlı bir Türkçülüğü Türk dünyasının geleceği açısından daha doğru bulan Yusuf Akçura, Türkiye Cumhuriyeti’ni böylesine güçlü bir yapılanmanın merkez ülkesi olarak görüyordu. Bu nedenle devletin ve yeni Türk üniversitesinin kuruluş çalışmalarında yer almış Ankara’daki devleti desteklemek üzere Ankara Hukuk Fakültesi ile Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde dersler vererek, yeni Türk devletini yönetecek güçlü kadroların yetişebilmesi için çaba gösteriyordu. Ankara ve İstanbul’da yapılan bilimsel toplantılara delege olarak katılarak, yeni Türk devletinin bilimsel açıdan güçlenebilmesi doğrultusunda yoğun çaba harcıyordu. Devleti kuran partiye üye olarak önce İstanbul ve daha sonra da Kars milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde görev yapmıştır. Bu arada, dil ve tarih kurumlarının kuruluş çalışmalarına katıldı, daha sonra da Türk Tarih Kurumu başkanlığına seçildi. Böylece, Yusuf Akçura sahip olduğu bütün bilgi birikimini hem bilimsel kurumlarda hem siyasal organlar da Türkiye’ye aktararak kısa zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli bir gelişme göstermesine ciddi katkılar sağlamıştır. Bu tür çalışmalarla Cumhuriyetin onuncu yılı büyük coşkularla kutlanmıştır. Yusuf Akçura almış olduğu bilimsel ve siyasal görevler aracılığı ile Kemalist hareket içinde bir nefer olarak görev yaptı ve bütün birikimini Atatürk’e bir danışman olarak aktarma fırsatını buldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunun az zamanda büyük işler başarmasında Yusuf Akçura gibi önemli bir siyasal ve bilimsel birikime sahip olan danışmanın katkıları büyüktür. Akçura Rusya ve Avrupa ülkelerinde edindiği bilgileri ve gördüklerini sürekli olarak Mustafa Kemal’e aktararak O’nun bir Türk devleti kurarken tarihsel bilgi birikimine uygun olarak hareket etmesini sağlamıştır. Atatürk’ün büyük başarılarının perde arkasında var olan önemli uzmanlardan birisinin de Yusuf Akçura olduğu söylenebilir çünkü, cumhuriyetin ilanından ölümüne kadar uzun bir süre parlamentoda milletvekili olarak hep ön sıralarda yer almıştır.
           Atatürk, ulusal kurtuluş savaşı sonrasında bir Türk devleti kurmayı kabul etmiş ama Yusuf Akçura’nın Pan Türkizm düşüncesini benimsememiştir. Daha çok bir ideale dayanan bu yaklaşım, Anadolu coğrafyasının jepolitiğine o dönemin koşullarında pek uygun düşmüyordu. Bir asker olan Atatürk, jeopolitiğin inceliklerini iyi bildiği için bir bilim adamı olan Yusuf Akçura’dan bu açıdan ayrılıyordu. Atatürk daha işin başında Türkiye Büyük Millet Meclisini açış konuşmasında Pantürkizm, Panislamizm ve de Pan Turanizm gibi yayılmacı akımlardan uzak kalacaklarını, yalnızca Misakı milli sınırları içerisinde egemenlik haklarını savunacaklarını, kesinlikle Osmanlı İmparatorluğu gibi emperyalist bir politika uygulamayacaklarını söyleyerek, Yusuf Akçura’nın bütün Türk dünyasını bir araya getirme hedefinden uzaklaşıyordu. Türk devletinin halkçı ve çoğulcu bir yapıya dayanması gerektiğini savunan Akçura, ise geleceğe dönük olarak Türk dünyasının birlikteliğini Sovyetler Birliği emperyalizmine karşı savunuyor ve yaptığı tarih araştırmaları ile Türk dünyasının sosyalist rejime karşı ayakta kalabilmesinin hazırlıklarını yürütüyordu. Akçura’nın yasal olarak vatandaşı olduğu Kemalist devlet, O’nun özlemlerini tam olarak yansıtmıyordu ama gene de geleceğe dönük olarak çalışmaların sürdürülmesi gerektiğine inanarak, Türkiye’de kalmaya ve çalışmalarını ısrarla kamuoyuna taşımaya kararlı görünüyordu. Yaratacısı olduğu PanTürkizm’in gerçekleşemeyeceğini anlamasına rağmen bu doğrultudaki çalışmalarından vazgeçmiyor ve Türkiye Cumhuriyeti’ni bu doğrultuda güçlendirebilmenin yollarını arıyordu. Türklerin tarih sahnesine çıkmış olduğu Orta Asya stepleri ile Rusya arasında yaşamakta olan Türk topluluklarının ortak geleceğini Osmanlı ülkesinde dağınık bir biçimde yaşamakta olan Türk boyları ile beraber düşünmek, Yusuf Akçura için vazgeçilemeyecek bir kutsal düşünce idi.
          Atatürk’ün Misakı Milli sınırları içerisinde Anadolu Türkçülüğü ile yetinmesi bir yönü ile asker kişiliğinden gelen gerçekçi bir yaklaşımın sonucu idi. Bunu gören Yusuf Akçura Pan Türkizm açısından umutsuzluğa sürüklense de Anadolu Türkçülüğüne katkıda bulunmaya devam ediyordu. Yusuf Akçura’nın emperyalist Türkçülük anlayışı Atatürk’un ulus devlet içinde demokratik Türkçülük anlayışı ile tam olarak uyuşmuyordu. Ziya Gökalp’in zaman zaman öne çıkması Atatürk ile Yusuf Akçura arasındaki mesafenin dengelenmesi açısından yararlı oluyor ve bir anlamda milli sınırlar içerisinde ülke Türkçülüğü ile o dönemin koşullarında yetiniliyordu. Atatürk, Avrupa kıtasının yanı başında çağdaş bir cumhuriyet rejimi ve buna temel olarak da modern bir ulus devlet kurarken, her türlü emperyalist yaklaşımın ötesinde hareket etmek zorunda kalıyordu, çünkü Türkler bir imparatorluk kaybetmişti. Ruslar ise bir eski imparatorluk çökertmelerine rağmen yeni dönemin koşullarında yepyeni bir ideolojik imparatorluğun merkezi ülkesi olarak ayakta kaldıkları için Türkler’ den daha avantajlı bir konuma sahip bulunuyorlardı. Osmanlı ve Rusya Türkleri ayrı dünyaların insanları olarak bir türlü bir araya gelemiyorlar ve bu nedenle de Yusuf Akçura’nın idealize ettiği büyük Türk birliğine giden yol açılamıyordu. Atatürk bu durumu iyi bilen bir önder olarak geleceğe hazırlanıyor ve Sovyetler Birliğinin yıkılacağı günlere hazırlıklı olmak gerektiğini, cumhuriyetin onuncu yılındaki konuşmalarında dile getiriyordu. Türk Ocaklarında örgütlenen bazı Türkçülerin de sosyalist düşünce de olması, Moskova merkezli kurulmuş olan Türkiye Komünist Partisinin, Rusya ve Türkiye’de Türkçü çalışmalar yapması da Atatürk’ü kuşkuya düşürüyor ve bu nedenle aşırı bir Türkçü görünüm vermeden hareket etmeyi doğru buluyordu. Sovyetler birliği gibi bir büyük dev devlet yapılanmasının merkezi konumundaki Rusya’yı karşısına almayan Mustafa Kemal, Anadolu Türkçülüğü ile yetinirken, Rusya’daki Türkleri dile getirerek bir Rus tepkisi ile karşı karşıya kalmamaya dikkat ediyordu. Bu durum daha sonraki yıllarda Türk ocaklarının kapatılarak yerlerine Halkevlerinin açılmasına neden olacaktır, çünkü Türk Ocakları sürekli olarak Rusya’da yaşayan Türk topluluklarını dile getirdiği için, Rusya’nın büyük bir baskısı sonucunda imparatorluktan ulus devlete geçiş aşamasının bu köprü kuruluşları kapatılmış ve milli sınırlar içerisinde bir toplum entegrasyonuna öncelik veren Halkevleri projesi   devreye sokulmuştur. Bu gibi değişikliklere rağmen, Anadoludaki Türk devletinden umudunu kesmeyen Yusuf Akçura, Anadolu Türklüğünün gelişebilmesi için Türk kültürü doğrultusunda bir ulusculuğun ülkede etkili olmasına çalışıyordu. Atatürk milliyetçiliği doğrultusunda yapılan ulusalcı çalışmalarda Yusuf Akçura’nın sürekli olarak ön planda yer aldığı görülmüştür. Akçura, Türk Tarih Kurumunun kurucusu ve başkanı olarak Türkiye’de ilk ulusal tarih kongrelerini düzenlemiş ve Türklerin tarihten gelen kökenlerinin daha iyi belirlenebilmesi için çeşitli araştırma projelerini devreye sokmuştur. Türk Ocaklarının dergisi olan Türk Yurdu’ndan sonra Tarih kurumunun bilimsel yayın organı olan Belleten dergisinin de kuruculuğunu ve yöneticiliğini yaparak, Türk tarihi açısından önemli çalışmalara öncülük yapmıştır. Atatürk’ün istediği konularda araştırmaların yapılmasını, Atatürk’ün tarihe olan büyük merakının karşılanması konusunda gerekli kaynakların sağlanması gibi işleri hep Yusuf Akçura üstlenmiştir. Bir anlamda Atatürk’ün geniş bir tarih kültürüne sahip olmasını sağlayan uzmanlardan birisi olarak da Yusuf Akçura’nın o dönemde öne çıktığı görülmektedir. Atatürk de bu nedenle Akçura’ya güvenerek kendisinin tarih kurumunun kurucu başkanı olmasına yardımcı olduğu görülmektedir. Akçura ve Mustafa Kemal birlikteliği ve diyalogu sayesinde Anadoludaki Türk devletinin tarihsel açıdan doğru temeller üzerinde kurulduğu görülmektedir. Bu nedenle, birçok büyük soruna ve emperyal baskıya rağmen Türk devletinin doksan yıldır ayakta kalması temellerinin sağlam atılmasıyla açıklanabilir. Temellerin sağlam olmasının yanı sıra gene tarih bilinci ile doğru bir devlet modelinin seçilmiş olmasının da bu başarılı sonucun alınmasında etkili olduğu söylenebilir.

          Türk devletinin kuruluşu sırasında Atatürk’e çok yakın bir konumda olan Yusuf Akçura’nın Kemalizm’in biçimlenmesinde de etkili olduğu söylenebilir. Atatürk’ün düşünceleri ve yaptıklarının sistemli bir bütünü olan Kemalizm’in bir siyasal sistem ve akım olarak ortaya çıkmasında Yusuf Akçura bir uzman danışman olarak önde gelen katkılar sağlamıştır. Türk devletinin resmi tarih anlayışının oluşumunda, Güneş Dil Teorisinin geliştirilmesinde, milli bir Türk kültürünün yaratılmasında en önde gelen uzmanlardan birisi her zaman Yusuf Akçura olmuştur. Kemalist laiklik uygulamasının, Rusya’daki Türklerin ulusal kurtuluş hareketi olan Cedidizm’den farklı olması karşısında Yusuf Akçura’nın daha mesafeli hareket ettiği görülmüştür.  Akçura, Medrese eğitimine Müslüman halk kitlelerinin gereksinmelerinin karşılanması doğrultusunda devam edilebileceğini, Tataristan kökenli bir Müslüman olarak savunabilmiştir. Devletin kuruluş aşamasında, Kazan ve Kırım kökenli Tatarlar ve Karayların Müslüman yapıya daha hoşgörülü bakmalarına rağmen, Selanik kökenli göçmen Sabatayların İslama daha mesafeli bakmaları nedeniyle, iş bir anlamda din kavgasına dönüşme eğilimi göstermiş, bu nedenle de Kemalist rejim sonraki aşamada daha sert bir laiklik anlayışının uygulayıcısı olmuştur. Rusya’da ortaya çıkan sosyalist rejimin katı bir Ateizm politikasını resmen uygulaması da Kemalist laiklik anlayışının sertleşmesinde önemli bir rol oynamıştır. Rusların Hırıstıyanlığına karşı Rusya Türkleri Müslümanlığı kendi kimliklerini korumak açısından daha yakın görmüşler, bu nedenle Tatar ve Karay kökenli göçmenler Türkiye’de İslam’a daha yakın durmuşlardır.  Makedonya kökenli Sabataylar ise, Yahudi kökenleri nedeniyle İslama daha mesafeli durmuşlar ve bu doğrultuda daha katı bir laiklik uygulamasından yana olmuşlardır. Rusya Türklerinin Hırıstıyan dünyası içinde yaşamaları, Osmanlı Türklerinin ise Müslüman bir ülkede yaşamaları nedeniyle ortaya çıkan farklılık, Türkiye’de yeni rejimin oluşumu sürecinde etkili olmuştur .ve Türk dünyasının geleceğinde dinin rolü üzerinde önemli fikir ayrılıklarının doğmasına yol açmıştır.
       Atatürk ve Yusuf Akçura, tarihin aynı döneminde birlikte yaşamışlar ve on dokuzuncu yüzyıldan yirminci yüzyıla doğru bir değişim aşamasının içinde yer alarak geleceğe doğru Türk dünyasının belirlenmesinde birlikte etkili olmuşlardır. O dönemin koşullarında gündeme gelen Sovyetler birliği modeli dışında kalarak, Osmanlı ülkesinin Türkleri ile beraber geleceğe doğru bir bağımsızlık düzenini yakalamışlar, Sovyet emperyalizminin esir aldığı Rusya Türkleri için fazla bir şeyler yapamamışlardır. Komünist rejimden kaçanların sığınağı konumuna gelen Türkiye Cumhuriyeti Sovyetler Birliği ile sınır komşusu olduğu için soğuk savaş döneminin zor koşullarında fazla hareket edememiş ve Orta Asya ile Rusya bölgelerinde yaşamakta olan Türkler için demir perde engeli nedeniyle ortak çalışmalar geliştirilememiştir. Bunu gören Atatürk, Türk ulusuna, Sovyetler Birliğinin dağılacağı günlere hazırlıklı olmak gerektiğini bir siyasal vasiyet olarak bırakmıştır. Yirmi yıl önce Sovyetler birliği dağılmış olmasına rağmen, batı emperyalizminin baskıları nedeniyle, Türk devleti   Atatürk ve Yusuf Akçura’nın ortak özlemi olan Türk dünyasının geleceğe dönük birliği için fazla bir şey yapılamamıştır. Sovyet sonrası dönem küreselleşme aşaması olarak ilan edilmiş ve sürekli olarak batı merkezli politikalar Avrasya bölgesi için dışarıdan empoze edilmeye başlanmıştır. Avrupa, Amerika ve İsrail merkezli batı üçgenine sıkıştırılmış olan Türkiye Cumhuriyeti, gelecekte Anadolu Türkleri ile Orta Asya ve Rusya Türklerini bir araya getirecek çalışmaları bir türlü gerektiği gibi devreye sokamamıştır. Artık Atatürk’ün Türkiyesi’nin Yusuf Akçura’nın özlemleri doğrultusunda bütün Türk dünyasının bir araya gelebilmesi doğrultusunda etkili çalışmalar yaparak hem merkez hem de öncü ülke konumuna gelmesi gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti devleti kendisini bu doğrultuda yönetecek siyasal iktidarları yıllardır beklemektedir. Batılı emperyalistlerin her türlü engellemesi aşılarak, Türk devletini bu doğrultuda yönetecek yeni bir iktidarın bir an önce işbaşına gelmesini sağlayacak mekanizmaları artık Anadolu Türklerinin daha fazla zaman yitirmeden devreye sokmaları gerekmektedir. Türk dünyası da bu doğrultuda Türkiye’ye yardımcı olmalıdır.  

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder