29 Haziran 2020 Pazartesi

TÜRKİYE VE TÜRK DÜNYASI - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN


TÜRKİYE VE TÜRK DÜNYASI  

                Küreselleşme olgusu ile birlikte gündeme gelen değişim süreci, her geçen gün daha da hızlanarak öne çıkmakta ve insanlık bugünden yarına ortaya çıkan olaylar karşısında nasıl bir durum ile karşı karşıya kalındığı konusunda giderek kuşkulu bir ortama doğru sürüklenmektedir. Geçmişin koşullarında geçerli olan bazı konuların ya da değerlerin anlam kaybettiği   bir ortama doğru yavaş yavaş gidilirken, geçmişte hiçbir biçimde ele alınması ya da uygulama alanına getirilmesi mümkün olmayan konuların ya da etkinliklerin kendiliğinden devreye girmeye başladığı göze çarpmaktadır. Özellikle dünyanın tam ortasında bağımsız bir Türk devleti olarak kurulmuş bulunan  Türkiye Cumhuriyetinin,  Türk dünyasına yakınlaşması ya da  aralarında değişik açılardan köprü kurulması gibi konulara  batı dünyası  soğuk savaş döneminin koşullarında  her zaman karşı çıkarken, Türkiye Cumhuriyetini komünizm korkusu ile ürküterek ya da baskı altına alarak Türk dünyasından uzak tutmaya çalışan eski dönemin  gerginlik ortamı da, sosyalist sistemin dağılması üzerine  uluslararası alanda geri planlara doğru kaymıştır. Karşıt kutuplara dayanan iki merkezli dünya düzeni varken, olumsuz yaklaşılan bazı konulara, Sovyetler Birliğinin dağılması üzerine daha farklı açılardan yaklaşılmış ve soğuk savaş döneminin gizliliği ortadan kalkarken, küreselleşme döneminin açık toplum anlayışı öne çıkmıştır. Sosyalist sistem üzerine kurulu bulunan demir perde politikası sosyalist ülkeler ile birlikte Türk dünyası olarak adlandırılan orta ve kuzey Asya bölgelerini de bir anlamda ideolojik hapishaneye mahkûm ediyordu. O dönemin koşullarında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti de demir perde hapishanesinin dışında kalan özgür ve bağımsız dünya milletleri arasında yer alırken, Türk dünyasının dışında kalan bir Türk devleti olarak merkezi coğrafyanın tam ortasında kuruluyordu ama Türk devleti ile Türk dünyası arasında kopukluk sürüyordu.

                Tarih boyunca dünyanın biçimlenmesinde etkin olmuş olan Türkler, yirminci asrın başında yaşanan birinci dünya savaşı sonrasında dağılmak zorunda kalıyorlardı. Dünyanın doğu bölgesini işgal eden Rusya ve komşuları bir sosyalist devrim sonrasında ideolojik bir imparatorluğa dönüştürülürken, Rusya Federasyonu içinde yer alan on civarında Türk bölgeleri eyaletler halinde Sovyet devletinin kontrolüne   bırakılan imparatorluğa devrediliyordu.  Savaş sonrası dönemde Çin ve Rus devletleri Orta Asya merkezli Türkistan bölgesini ikiye bölerek emperyalist çizgide anlaşılıyorlardı. Doğu Türkistan Uygur bölgesi olarak Çin’e bırakılırken, Batı Türkistan alanı ise beş ayrı Türk cumhuriyetine bölünerek Rusya’nın kontrolüne bırakılıyordu. Böylece Çin ve Rus devletleri hükümranlık alanlarını fazlasıyla genişletirken, iki büyük ülkenin arasında kalan Orta ve Kuzey Asya bölgelerinde yaşayan Türk topluluklarını yok olmak aşamasına getiriyorlardı. Dünya devleti destekli ideolojik yapılanma dinleri sosyalizm aracılığı ile red ederken, aynı zamanda egemen güç haline gelen Rus devletinin milli karakteri doğrultusunda uygulanmaya çalışılan Ruslaştırma operasyonları ile, Türk dünyasında eskiden beri özgürce yaşayan Türk asıllı toplulukların etnik kökenlerinden gelen Türk kimliğini ortadan silmek üzere girişimlerde bulunuyorlardı. Bir demir perde çerçevelenmesi içine alınan Türk dünyasının doğal kimliğe sahip olan büyük nüfusu iki yönlü yok edilme tehlikesi ile karşı karşıya kalıyordu. Yeni ideoloji imparatorluk dinler ile milliyetleri ortadan kaldırabilmenin arayışı içine girerken, Ruslaştırma operasyonları sayesinde Rus devleti de kendisini çevrelemiş olan Türk asıllı topluluklardan kurtulabilmenin çabası içine giriyordu. Yirminci yüzyılda ilk dönemlerden beri var olan Türk toplulukları tam anlamıyla bir yok edilme sürecine mahkûm ediliyorlardı.
                Dünya tarihinin ve de uluslararası konjonktürün gündeme getirdiği yeni siyasal koşullar içinde Türk Dünyası ile Türkiye Cumhuriyeti birbirinden ayrı bloklar içine alınırken, merkezi coğrafyadaki Türkiye Cumhuriyeti ile Türk dünyası arasına Türk-Rus sınırı boyunca demir perde çekilerek, bütün Türk dünyası bir açık hava hapishanesinde yaşamaya mahkûm ediliyordu. Uçsuz bucaksız kurak topraklarda yaşam kavgası  veren Türk toplulukları, Rus emperyalizminin çizmeleri altında ezilmeye mahkum edilirken , bu  büyük dünyadan koparılmış  bir avuç Türk de merkezi alanın tam ortasında yer alan Anadolu yarımadası üzerinde ucu Trakya bölgesine doğru açılan  bir orta boy  ulus devletin çatısı altında bir araya gelerek , Atlantik emperyalizminin Rus ve Çin emperyalizmleri ile  Türk dünyasını yok etme mücadelesine karşı,  bir ulusal kurtuluş savaşı vererek  ayakta kalmayı ve dünya haritasındaki konumlarını korumayı başarıyorlardı. Türk dünyası Rus ve Çin işgalleri ile ortadan kaldırılırken, Osmanlı İmparatorluğunun uzantısı olarak Anadolu’da yaşayan Türkler, ulusal bağımsızlıklarını kazanarak tarih sahnesinden silinme tehlikesinden kurtuluyorlardı. Türk dünyası açık hava hapishanesi içinde yok edilmeye çalışılırken, Batı Türklerini yedi yüzyıl büyük bir imparatorluk çatısı altında yönetmiş olan Osmanlı devleti de dünya haritasından siliniyordu. Rusya bölgesinde kalan Türk dünyası devletleri bir araya gelerek büyük bir Türk devleti kuramadıkları için dağılıp yok olmaya doğru sürüklenirken, eski Osmanlı ahalisi içinde çoğunluğu elinde tutan batı Türkleri Anadolu toprakları üzerinde bir araya gelerek, tarihsel Türk varlığının devam etmesini sağlıyorlardı. Doğu Türkleri haritadan silinirken, batı Türklerinin dünyanın merkezi coğrafya haritasında yeni bir Türk devleti kurarak ayakta kalmaları, Türklük olgusunun   her şeye rağmen devam etmesini sağlıyordu.
                Yeni kutuplaşma döneminde dünya sosyalist ve kapitalist kamplara bölünürken, dünyanın ortalarında yer alan Türk toplulukları ortadan ikiye ayrılıyordu. Beş yüz yıllık Avrupa emperyalizmi birinci Dünya Savaşı sonrasında zayıflarken, Avrupa’nın yanı başında yer alan Amerika dış dünyaya açılarak yeni emperyalist güç olarak tarih sahnesine çıkıyordu. Amerika Avrupa’ya karşı ortaya yeni bir kutup başı olarak ortaya çıkarken, böylesine değişimi desteklemek ve dünyayı yeni bir düzene oturtmak üzere harekete geçenler, kapitalist emperyalizme karşı Rusya’da sosyalist bir emperyalizmi gündeme getiriyorlardı. Dünya sosyalist ve kapitalist olarak ikiye bölünürken merkezi coğrafyadan bir demir perde geçirilerek, Türk dünyasının bu demir perde içerisine hapsedildiği görülüyordu. İdeolojik imparatorluk görünümlü bir Rus saldırganlığı batı blokuna karşı doğu emperyalizmi olarak devreye sokulurken, geçmişten gelen Türk dünyasının birlik ve bütünlüğü tam ortadan geçen bir emperyalist bıçak ile ikiye ayrılıyordu. Yirminci yüzyıla kadar üç yüz yıl Rusya ile Türkler adına savaşan Osmanlı imparatorluğunun çökme noktasına gelmesinden yararlanan Rus orduları, Balkanlar ve Kafkaslara gelerek sıcak denizlere inmeye çalışıyordu. Rusların bu gücü karşısında ABD yeni emperyalist güç olarak dünyanın ikiye bölünmesini gündeme getirerek, Türklerin bir tarafta Türk dünyası diğer tarafta da Türkiye Cumhuriyeti olarak ikiye bölünmesine giden yolu açıyorlardı. Türkiye ve Türk dünyası arasındaki insani ilişkiler soğuk savaşın baskı döneminde kesiliyor ve Türk dünyası akraba toplulukları ile Anadolu Türkleri arasındaki her türlü ilişki kopuyordu. Yirmi yüzyıl geçmesine rağmen, insani ilişkileri ortadan kaldıran bir demir perde uygulamasını öne çıkaranlar, en büyük kötülüğü Türklere karşı gerçekleştiriyorlardı. Akrabalarından uzaklaştırılan Türkler dünyanın ortasında yer alan çeşitli ülkelerde dağınık bir biçimde yaşamaya mahkûm ediliyorlardı. Tarihte görülen en eski ve köklü uluslardan birisi olan Türklerin, emperyalist senaryolar doğrultusunda bölünüp parçalanmasını kabul etmek, Türkler için son derece olumsuz bir durum olduğu için Türkler ve Türk gücü merkezleri harekete geçerek bu duruma karşı çıkmışlardır. Daha sonraki yıllarda Türklerin doğu ve batı emperyalistlerine karşı direnmesi devam etmiş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız bir devlet olarak dünya sahnesine çıkışı bütün Türk dünyası için yeni bir umut olmuştur.

                Soğuk savaş yıllarında birbirinden çok ayrı yaşayan Türkiye Cumhuriyeti ve Türk dünyası bir yandan Sovyet hegemonyasının ortadan kaldırılması için uğraşırken, diğer yandan da Türkiye’nin tam ortasında yer aldığı merkezi coğrafyaya yönelik emperyalist girişim ve müdahaleler ile karşı karşıya kalmıştır. Doğu Türkistan’da Çin işgali devam ederken, Rusya’da Türk toplulukları işsiz ve yoksul bir biçimde açlığa mahkûm edilmişlerdir. Nüfusu bir türlü artmayan Ruslar, Türk dünyası devletlerinin nüfuslarının artmasını önlemek üzere soykırım benzeri uygulamalardan çekinmemişler ve bazı toplu uygulamaları Türk dünyası toplulukları üzerinde gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Türk nüfusu azaltmak için yapılan soykırım senaryolarının yanı sıra, toplu askeri manevralar aracılığı ile de Sovyetler Birliği içinde yaşayan Türk toplulukları hedef alınmıştır. Hatta daha da ileri gidilerek Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Macaristan gibi Hazar İmparatorluğu asıllı etno-Türk toplulukların devletlerine yönelik askeri operasyonlar yapılarak, Türk dünyasından Rus emperyalizmine karşı çıkacak her türlü alternatif arayışların önü kesilmeye çalışılmıştır. Bütün Doğu Avrupa bölgesini sosyalist sistemin içine katmış olan Rus emperyalizmi, Atlantik emperyalizmini dengeleyecek bir biçimde küresel senaryolara kalkıştığı zaman, Doğu Avrupa ülkelerinde yaşayan Türk azınlıkları bu gibi durumlardan çok etkilenerek ve bulundukları ülkelerden kaçarak Türkiye Cumhuriyeti’ne göç edebilmenin yollarını aramışlardır. Yirminci yüzyılın son çeyreğine kadar devam eden bu baskılar zamanla azalmaya başlayınca, Sovyetler Birliği üç çeyrek yüzyıllık ömrünü tamamlayarak dağılma noktasına gelmiştir. Demir perde imparatorluğunun çökmesi üzerine Sovyetler Birliği sınırları içerisinde yaşayan Türkler hapishane hayatından kurtularak çağdaş dünyaya açılabilmenin çabası içine girmişlerdir. Aynı zamanda Doğu Avrupa rejimleri de çöküşe geçince, Türk dünyası daha da özgürleşerek kendi bağımsız geleceğini aramaya başlamıştır. İdeolojik imparatorluğun çöküşü ile Rus emperyalizminden kurtulan Türk dünyası daha özgür bir yaşam düzeni için uluslararası alana açılınca, yeni dönemin alternatif arayışları içerisine Türkler’in girişimleri de dahil olmuştur.
                Soğuk savaş döneminin baskılarından kurtulan Türkler öncelikle bir araya gelebilmenin yollarını aramışlardır. Hiç beklenmedik bir biçimde Sovyetler Birliğinin dağılması Türkleri hazırlıksız yakalamış ve Atatürk bir kez daha haklı çıkmıştır. Cumhuriyetin onuncu yılında Atatürk bir konuşma yapmış ve Sovyetler Birliği’nin yadsınamaz  bir gerçeklik olduğunu, Türklerin bunu görmezden gelemeyeceğini  ama gelecekte bu büyük imparatorluğun da diğer devletler gibi yıkılabileceğini ,bu nedenle Sovyet imparatorluğunun yıkılışını dikkate alarak bu aşamadan sonrası için  Türklerin hazırlıklı olması gerektiğini dile getirerek, Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Atatürk zamanında  Türk dünyasını her türlü emperyal oyun ve senaryoya karşı uyarmıştır . Sosyalist sistemden ulus devletlere geçiş aşaması kolay olmamış, Rusya eski alışkanlıklarını bırakmazken sanki imparatorluk devam ediyormuş gibi gene eskisi gibi baskı ve yönlendirmelerini kendi çıkarları doğrultusunda yapmaya çalışmış ama bu sefer Türk dünyası ve devletlerden gelen ciddi tepkiler ile karşılaşmıştır. Sovyetler sonrası aşamada bu kez Balkanların en büyük devleti olarak Yugoslavya Federasyonu da dağılma noktasına gelince, gene Türk ve Müslüman azınlıkların başına birçok olay gelmiş, Bosna, Kosova, Arnavutluk ve Bulgaristan gibi Balkan ülkelerinden önemli miktarda Türk asıllı nüfus yeni dönemde Türkiye devleti çatısı altında yaşamak üzere Türkiye’ye gelmişlerdir. Geçmişten gelen akrabalık bağları ile sahip olunan ortak dil ve kültürün etkisiyle Türkiye’ye gelmeyi tercih eden Türk asıllı bölge ülkeleri vatandaşları, kendi hak ve özgürlükleri için çaba sarf ederken dolaylı olarak da Türk dünyasında yeniden bir araya gelmenin ve bütünleşmenin de öncüsü olmuşlardır. Yüzyıllarca bulundukları ülkelerde baskı ve saldırgan tutumlar ile karşı karşıya bırakılan Türk dünyasının insanları her türlü emperyalizmden kendilerini kurtarabilmek için yeni dönemde Türkiye Cumhuriyetini bir ana kucağı olarak görerek, aileleri ile birlikte Türkiye’ye  sığınmışlardır.
                Sovyetler Birliğinin dağılması Türk dünyasının özgürlüğe doğru açılımını gündeme getirmiş ve sosyalist sistem içinde birliğe üye konumundaki Türk devletlerinin tam bağımsızlığı ortaya çıkmıştır. Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Tacikistan gibi Türk topluluklarının içinde yaşadığı Türki devletler, bağımsızlıklarını kazanarak Birleşmiş Milletlere üye olmuşlardır. Böylece diğer devletler ile aynı hukuki statü, hak ve özgürlükler demeti Türk devletleri için kazanılmış hak düzeyine getirilmiştir. Balkanlar dağlarında, Karadeniz kıyılarında ve Orta Asya steplerinde Türk asıllı insanlar hak ve özgürlüklerini, diğer devletlerde olduğu gibi sahip oldukları vatandaşlık statüleri çerçevesinde kullanmaya başlamışlardır. Türkler arasında en büyük ortak özellik olarak Türkçe’nin daha yaygın hale getirilmesi ve Türkçe üzerinden Türk üniversitelerinin kurularak devreye girmesiyle birlikte Türk dünyasında başlamış olan hareketlilik geleceğe dönük yeni arayışları öne çıkarırken, geçmişten gelen bir haklı talep olarak Türk devletleri ve toplulukları arasında birlikte yaşam arzusu geleceğe dönük bir Türk Birliği oluşturma düşüncesini yavaş yavaş dünya kamuoyu içinde geliştirmeye neden olmuştur. Orta Asya ve Kuzey Asya gibi bölgelerde birbirinden farklı devlet yapılanmaları içinde yaşayan Türk asıllı toplulukların ortak bir gelecek aramaları, yirmi birinci yüzyılın dünyasında normal karşılanması gereken bir yöneliş olarak dünya kamuoyunda haklı bir yer bulmaya yardımcı olmuştur. Avrupa devletlerinin tek bir kıtasal oluşum içerisinde ortak bir geleceğe yönelmelerinde nasıl bir haklılık gerekçesi varsa, benzeri bir durum aynı bölgelerde yaşamlarını sürdürmekte olan Türk asıllı topluluklar için de geçerlilik kazanmaktadır. Her insan nasıl mensubu bulunduğu ulusal, kültürel, dinsel ve etnik topluluklar içerisinde yer alma eğilimi içinde kendi açısından geleceğini yönlendirebiliyorsa, benzeri hak ve özgürlüklerin insan topluluklarına da tanınması gerektiği Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesinin   temel ilkeleri içerisinde yer almaktadır. Bu doğrultuda hareket eden birçok topluluk kendi devletlerini kurma hakkına sahip oldularsa, Türk toplulukları açısından da benzeri bir durum önümüzdeki dönemde gündeme gelmektedir. Türkiye’nin kurucu önderi Atatürk, Sovyetler Birliğinin kurulma aşamasında böylesine büyük bir birliğin zamanla dağılabileceğini dile getirirken, Türklere ve Türk dünyasına da dağılan ideolojik imparatorluğun yerine alternatif olabilecek yeni bir ulusal proje ile hazır olmaları gerektiğini ifade ediyordu.

                 Türklerin birliği Türk dünyası için gelecekte ciddi bir alternatif olarak ortaya çıkarken  ve bütün Türk devletleri ortak bir arayış için bir araya gelirken,  Türk Parlamentosu, Türk Keneş’i, Türksoy, Tika, Türk dili konuşan  ülkeler platformu ve  Türk dünyası Akraba Toplulukları  adı altında yeni bazı ulusal ve uluslararası örgütlenmelere gidilerek,  önümüzdeki dönemde  geleceğe dönük  bir Türk Birliğinin gerçekleştirilmesi doğrultusunda,  birbirini izleyen bir çizgide düzenli adımlar atılmakta ve bu doğrultuda geleceğin dünyasının tam ortasında yer alacak bir Türk Birliğinin, nasıl kurulacağı  ve ne gibi politikaların bu doğrultuda izlenmesi  gerektiği  kendiliğinden  tartışma konusu haline gelmektedir. Dünyanın nereye gideceği ve nasıl bir yeni dünya düzeni kurulacağı soruları yanıtsız kaldığı sürece geleceğe yönelik haklı kuşkular ve beklentiler bütün dünya uluslarının ve devletlerinin ana çalışma konusu olarak öne çıkmaktadır. Avrupalılar, Amerikalılar, Asyalılar kendi gelecekleri için çalışmaları sürdürdükleri sürece, benzeri çalışmaları ve tartışmaları da Türk dünyası ile birlikte Türk ulusu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin de yapmaları ve bu doğrultuda etkinliklerini sürdürmeleri dünya barışı açısından gerekli görünmektedir. Türki devletler arasındaki ilişkiler ve uluslararası alandaki ortak çalışmalar gelecek açısından önemli mesafelerin kat edilmesine yardımcı olurken, Türk kimliği ve Türklük olgusu açısından yeni yaklaşımlar geliştirilerek, diğer devletler ya da topluluklar açısından sorun çıkarmayacak bir çizgide yeni yaklaşımların geliştirilmesiyle birlikte, müstakbel Türk Birliği’ne açılabilecek yollar aşılabilecektir. Cermen Birliği, Arap Birliği, İslam Birliği gibi arayışların da öne çıktığı bir aşamada Türk Birliği oluşumunun da ciddi bir arayış olduğunu göstermek gerekmektedir.
                Yirminci yüzyılda dünya dengelerinde emperyalist merkezler tarafından ayrılığa mahkûm edilen Türk dünyası ve Türkiye Cumhuriyeti, soğuk savaş sonrası dönemlerde eskisine oranla daha fazla bir yakınlık oluşturma ve ortak bir yaşam arayışı içine girmişlerdir. Sovyet rejimi sonrasında Orta Asya, Kuzey Asya ve Doğu Avrupa bölgelerinde yaşamakta olan Türk toplulukları ve devletleri dünyanın çeşitli kimliklerine karşı var olma mücadelesi vermiştir. Bir Orta Asya Birliği veya İdil-Ural Federasyonu adı altında bir Kuzey Asya yapılanması ya da eski Osmanlı ve Selçuklu hinterlandına girerek İran ile birlikte Kuzey Irak ve Suriye bölgelerindeki bütün Türkmen nüfusları bir araya getirecek bir büyük Türkmenistan arayışı, teker teker gündeme gelmiş ama dünya koşulları daha istikrarlı bir yapılanmaya dönüşmediği için bu arayışlar şimdilik düşünce düzeyinde kalmıştır. Eski imparatorluk coğrafyaları çok çeşitli etnik nüfusları sınırları içinde barındırdığı için sadece Türk kimliği üzerinden bir merkezi coğrafya devleti ortaya çıkarmada, Türkçü kesimler fazlasıyla zorlanmış ama sonuç alamamışlardır. Türkiye ile Azerbaycan’ın tek devlet olmaları engellenmiş, Anadolu Türklüğünün insan kaynağı olan İran ortak çalışmalara gidilmemesi için, Türkiye’den hem uzak tutulmuş hem de bölgede karışıklık çıkartılmak istendiği zaman da mezhep ayrılıkları üzerinden karşı karşıya getirilerek savaş senaryolarının kapısı aralanmaya çalışılmıştır. Orta Doğu’da küresel bir hegemonya düzeni oluşturmak isteyen batılı emperyal ist güçler, Osmanlı döneminde olduğu gibi gene Türkleri savaş alanına sürükleyecek yeni sıcak çatışma senaryolarını Türkiye, İran ve Rusya devletleri arasından çıkartabilmek üzere küreselleşme aşamasında zorlamaya devam etmişlerdir. Batının önde gelen devletleri emperyalist planlarını sürdürebilmek için Orta Doğu senaryolarını sürdürerek, doğu ve batı Türk devletlerini kapıştırarak merkezi alandan Türkleri çıkartabilmenin arayışı içinde olmuşlardır. Türk devletleri birleşmeye ya da dayanışmaya yönelirken, batılı emperyalist devletler Türkleri karşı karşıya getirerek, savaşlar yolu ile Türklerin siyasal yapılanmalarını tasfiye edebilmenin çabası içinde olmuşlardır.
                Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra   bir araya gelen Nato yönetim kuruluna önceden gündeme ait bir dosya dağıtılmıştır. Bu gizli dosyanın içeriği sosyalist sistemin dağılmasından sonra batı uygarlığını tehdit eden en büyük tehlikenin, yeni kurulacak olan bir Türk Birliği olduğu açıkça yazılmıştır. Bir Nato üyesi olarak genel merkezde Türk devleti temsil edilirken, soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği hegemonyasına karşı, Nato  bir batı savunma sistemi olarak kurulmuş ama daha sonra  Varşova paktının dağılması üzerine,  Nato örgütü kuruluş gerekçesini kaybettiği aşamada, bu emperyalistlerin güvenlik örgütü olarak varlığını meşrulaştırma çabası içinde  kendisine yeni bir iş bulmak üzere Türk tehlikesini ortaya atmıştır. Türkiye’nin bir Nato üyesi olması nedeniyle tamamen gizli olarak yürütülen Türk Birliği karşıtı politikalar, uzun süre saklanmış ama Brüksel’de bir toplantı öncesinde, Türk Birliğini tehdit olarak gösteren dosya yanlışlıkla bir Türk generaline dağıtılınca gerçek ortaya çıkmıştır. Dosyayı Türk devletine yansıtan general sonraki aşamada cezalandırılarak evi bombalanmış ve böylece gündem değiştirilerek, batı blokunun küresel hegemonyası açısından tehlikeli görülen Türk Birliği karşıtı senaryo ve planların uygulanmasına devam edilmiştir. Gizli bir dosyanın açığa çıkması üzerine batı blokunun Türklerden yana olmadığı aksine bir Türk karşıtlığı içinde geleceğe dönük hazırlandığı kesinlik kazanınca, Türkiye Avrupa Birliği üyeliğine alınmamış ve daha sonraki aşamalarda da merkezi coğrafya da Türkiye’yi dışlayan bir Arap Ordusu, Nato’yu ABD ve İsrail oyuncağı gören Avrupa ülkelerinin Almanya öncülüğünde gündeme getirdiği gibi, Avrupa Birliği ordusuna karşıt bir çizgide örgütlenmeye çalışılmıştır. Gerçeklerin bu kadar açık ortaya çıkmasına rağmen yeni bir güvenlik yapısı örgütlenerek Türk Birliğine karşı gündeme getirilen karşıt tutuma karşı bir alternatif yapılanma bugüne kadar gerçekleştirilememiştir.
                 Tarihin en büyük aktörlerinden birisi olan Türkler her dönemde var olmuşlar ve her zaman için de kendi devletlerini kurarak yabancıların boyunduruğuna altına girmemişlerdir. Eski dünya düzeni biterken, yepyeni bir siyasal düzene doğru dünya giderken, bütün devletlerin ve ulusların yaptığı gibi Türkler de yeni kurulacak olan dünya içerisindeki yerlerini alacaklardır. Nato merkezli Türk karşıtlığı bütün emperyal devletlerin politikaları olarak yaygınlaştırılırken, Türk devletleri ve toplulukları da gelecekte karşılarına çıkabilecek emperyalist oluşumlara karşı, kendi geleceklerini güvenli bir düzene oturtacak alternatif yapılanmaları gündeme getirmek zorundadırlar. Hem Türkiye Cumhuriyeti hem de diğer Türki devletler benzeri çalışmaları ortak bir dayanışma içinde geleceği oluşturabilmenin çabası içinde olmak zorundadırlar. Soğuk savaş döneminde ikiye bölünen Türk dünyasının yeniden ortadan ikiye bölünmesine yol açabilecek Batı Asya Birliği gibi bir emperyalist senaryoya karşı hem Türkiye Cumhuriyeti hem de Türki devletlerin açıkça   karşı çıkmaları gerekmektedir. Küresel emperyalist dünya devleti yerküre üzerindeki hegemonyasını pekiştirmek için gelecekte Asya kıtasını beşe bölebilmenin yollarını aramaktadır. Batı Asya Birliği Türkiye ve İran’ı içine alacaktır. Kuzey Asya devleti Rusya’yı tasfiye ederek bu devletin toprakları üzerinde kurulacaktır. Doğu Asya devleti Çin devletinin yerine kurulacaktır. Güney Asya Birliği ise Hindistan’ın tasfiye edilmesinden sonra gerçekleştirilebilecektir. Orta Asya Birliği ise Kazakistan’ın yerine, yeniden doğu ve batı Türkistan’ı birleştirecektir. Böylece  Asyadaki ulusal yapılar silinirken bu büyük kıtada beş ayrı bölge devleti coğrafi isimle kurulacak, ayrıca   Rus, Çin, Türk  ve Hint gibi ulusal isimler ortadan kaldırılacaktır. Dünya konfederasyonuna   Asya kıtası beş bölge devleti ile katılırken Türklerin bir kısmı Orta Asya, bir başka kısmı Kuzey Asya ve sonra da Türkiye İran ile birlikte Batı Asya devletinin çatısı altında bir araya getirilirken, Türk dünyası bu kez üçe bölünecek ve hiçbir biçimde Türk Birliğinin oluşturulmasına eskisi gibi izin verilmeyecektir.

                Geçen yüzyıldan gelen bir yapıda Türk toplulukları bulundukları ülkelerde yaşamlarını ya yeni dönemin koşullarında ekmek parası kazanmak üzere ülkelerini değiştirmekteler ya da yeni emperyalist projeler doğrultusunda dünya haritalarının yeniden çizilmesinde önemli bir faktör olarak kullanılmaktadırlar. Çin ile birlikte Rusya’nın da bölünmesini isteyen batının yeni emperyalizmi geçmişten gelen rüzgarlar doğrultusunda   Çerkezler gibi kuzeyden güneye inen bazı toplulukları, İsrail’in önünü açmak üzere yeniden geldikleri Kuzey Kafkasya’ya taşıyarak, Orta Asya’da yeni harita oluşturmaya çalışırlarken, Türkiye’yi hem İran hem de Rusya ile karşı karşıya getirerek sıcak çatışma senaryolarının peşinde koşmaktadırlar. Küresel emperyalizmin Rusya Federasyonu’nu parçalamaya yöneldiği bir aşamada, Ürdün devletinin sınırları içinde yaşayan binlerce Çerkez asıllı insanı Kuzey Kafkasya’ya taşıyarak, Rusya’yı Kafkasya bölgesinden çıkaracak bir Müslüman Çerkezistan devletinin kuruluş çalışmalarının yapıldığı haberleri, bazen basın yayın organlarında yer almaktadır. Hrıstıyan Ruslara karşı Müslüman Çerkezlerin yürüteceği bağımsızlık savaşı, yeniden bir din savaşını Rusya sınırları içine taşıyacak ve daha sonraki aşamada da Rusya Federasyonu bir din savaşına sahne olurken parçalanacaktır. Rusya böylesine bir parçalanma senaryosuna karşı yeniden eski Sovyetler Birliğini oluşturma gibi bir projeyi Bağımsız Devletler Topluluğu adı altında   gündeme getirecektir. Putin rejimi giderek Stalin rejimine doğru benzeme eğilimleri gösterebileceği bir yeni aşamada, Türkler ile Rusların Kuzey, Batı ve Orta Asya bölgelerinde çatışma ortamına sürüklenmeleri gündeme gelebilir ve bu doğrultuda tırmandırılacak olaylar dizisi, Rus emperyalizminin yeniden Türk topluluklarını ezmesine yol açabilecek son derece olumsuz senaryoları ortaya çıkarabilecektir. Stalin benzeri toplu katliam girişimlerinin önünün kesilebilmesi için, Türkiye’nin acilen bir merkezi güvenlik örgütünü İran ile ortaklık oluşturarak ve komşularını yanına alarak kurması dünya barışı açısından kaçınılmaz bir zorunluluktur.
                Putin’in önde gelen danışmanlarından birisi olan Aleksandr Dugin Avrasya stratejisi başlıklı kitabında, Rus Avrasyacılığında stratejik olarak Türkiye’ye karşı İran ile ve de Çin’e karşı da Japonya ile iş birliği yapılması gerektiğini açıkça vurgulamaktadır. Rusya sınırları içinde yer alan on Türk devletinden çekinen Rus emperyalizmi, Orta Asya bölgesindeki Türk devletlerini de bu bölgeden kuzeye doğru taşıyarak kendisine karşı gelişebilecek muhtemel bir yeni Basmacı hareketini önleme çabası içinde görülmektedir. Rusya çok geniş bir yayılma yöntemi ile Avrasya’da üstünlüğünü sürdürmeye çalışırken, Türklerin yakınlaşmasından hoşlanmadığını da her fırsatta kamuoyuna yansıtmaktadır. Çin’in işgali altındaki Doğu Türkistan, Moğolistan ve Mançurya bölgelerindeki Türkleri de bölgenin asil üyeleri olarak görülmesi durumunda, Rusya gibi Çin de içinde barındırdığı Türk asıllı topluluklar yüzünden parçalanmaya doğru yönlendirilmektedir. Son aşamada Virüs yüzünden bütün dünyayı karşısına alan Çin’de Tibet bölgesinin de koparak bağımsızlığa yönelebileceği tartışılmaktadır. Bugünün koşullarında Rusya sınırları içindeki Türk devletlerinden son derece rahatsız olduğunu ortaya koyarken, Rusya’nın idari yapısını değiştirerek ülkeyi yedi bölgeye ayırarak Moskova benzeri yedi ayrı merkezden ülkeyi yönetmek üzere bir idari reforma kalkışmıştır. Rus devleti federasyon üyesi devletlerin eyaletleşerek kopmalarını önlemek üzere de eyaletlerin sınırları ötesinde yedi ayrı devlet yapılanması ile ve dünyanın en geniş ülkesinin tüm sınırlarını kontrol altına alabilecek düzeyde güçlü bir idari reform ile Rusya’daki yönetim yapılanmasını, ülkenin birliği ve bütünlüğünü devam ettirecek biçimde düzenlemiştir.
                Yıllarca bölünmüş bir biçimde dağınık yaşayan Türk devletleri ve topluluklarının yeniden birlik ve bütünlük içerisinde Türklerin bir araya gelerek dayanışma içerisinde bir gelecek hazırlığına yönelmeleri dünya dengeleri açısından önem taşımaktadır Çinlilerin, Rusların, Hintlilerin, Arapların milyonlarca nüfus halinde birlik ve bütünlük içerisinde yaşamlarını sürdürmeleri, bölünmüş ve dağılmış Türkler açısından dikkate alınması gereken önemli bir durumdur. Tarih boyunca Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında devletler kurmuş olan Türkler günümüzde uluslararası alanda güçlenmek istiyorlarsa, bir araya gelebilmenin yollarını araştırmak durumundadırlar. Türkler eskisi gibi dağılmamak üzere belirli coğrafyalarda bir araya gelerek ve daha büyük toplumsal bütünlükler yaratarak diğer nüfus bütünlüklerine karşı daha da güçlenebilmenin arayışı içinde olmalıdırlar. Değişik devletlerin çatısı altında yaşayan Türklerin öncelikli sorunu kimliklerini güçlendirmek ve güçlendirilmiş kimlikleri ile uluslararası alanda var olabilmeleridir. Türkler bulundukları yerlerdeki konumlarını zaman içerisinde güçlendirmeli ve uluslararası alanda daha güçlü bir konuma gelebilmek için evrensel düzeyde geçerli olan yabancı dilleri öğrenerek hareket etmelidirler. Türkler kendilerini ifade edebildikleri oranda sorunlarını çözebilecek ve kendi hedefleri doğrultusunda daha iyi bir gelecek düzeni oluşturabileceklerdir. Yabancı dilin yanı sıra yüksek öğretim yapmak da Türk topluluklarının bulundukları ülkelerde, daha etkili bir konuma gelebilmeleri açısından önem taşımaktadır. Yabancı dil öğrenen ve yüksek öğretimini tamamlayan Türk topluluklarının uluslar arasındaki konumu daha da yükselecektir. Türkler böylece güçlenmiş toplum yapıları sayesinde uygarlık ortamında hak ettikleri yerlere gelebileceklerdir. Türk dünyası içinde Türkiye Cumhuriyeti en gelişmiş ve etkili devlettir. Bu nedenle Atatürk Türkiye’sinin bütün Türk dünyasına örnek ve önder olmak gibi önemli bir sorumluluğu bulunmaktadır.  Küresel rekabet ortamında Türkiye Cumhuriyeti son dönemlerde geliştirdiği çalışma ve örgütlenme biçimlerini daha da geliştirerek, emperyalist girişimlere karşı Türk dünyası ve halklarının çıkarları doğrultusunda etkinliklerini artırmak zorundadır. 
               Unutulmamalıdır ki Türkler Anadoluya Türk dünyasının içinden çıkarak gelmişlerdir. Türk dünyasının desteği ile de Anadolu’daki Türk devleti yoluna devam edebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti bu gerçekleri bilerek önümüzdeki dönemde Türk dünyası ile kol kola yoluna devam etmelidir. 

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder