TÜRKİYE VE TÜRK DÜNYASI
Küreselleşme
olgusu ile birlikte gündeme gelen değişim süreci, her geçen gün daha da
hızlanarak öne çıkmakta ve insanlık bugünden yarına ortaya çıkan olaylar
karşısında nasıl bir durum ile karşı karşıya kalındığı konusunda giderek
kuşkulu bir ortama doğru sürüklenmektedir. Geçmişin koşullarında geçerli olan
bazı konuların ya da değerlerin anlam kaybettiği bir ortama doğru yavaş yavaş gidilirken, geçmişte
hiçbir biçimde ele alınması ya da uygulama alanına getirilmesi mümkün olmayan
konuların ya da etkinliklerin kendiliğinden devreye girmeye başladığı göze
çarpmaktadır. Özellikle dünyanın tam ortasında bağımsız bir Türk devleti olarak
kurulmuş bulunan Türkiye Cumhuriyetinin, Türk dünyasına yakınlaşması ya da aralarında değişik açılardan köprü kurulması
gibi konulara batı dünyası soğuk savaş döneminin koşullarında her zaman karşı çıkarken, Türkiye
Cumhuriyetini komünizm korkusu ile ürküterek ya da baskı altına alarak Türk dünyasından uzak tutmaya çalışan eski
dönemin gerginlik ortamı da, sosyalist
sistemin dağılması üzerine uluslararası
alanda geri planlara doğru kaymıştır. Karşıt kutuplara dayanan iki merkezli
dünya düzeni varken, olumsuz yaklaşılan bazı konulara, Sovyetler Birliğinin
dağılması üzerine daha farklı açılardan yaklaşılmış ve soğuk savaş döneminin
gizliliği ortadan kalkarken, küreselleşme döneminin açık toplum anlayışı öne
çıkmıştır. Sosyalist sistem üzerine kurulu bulunan demir perde politikası sosyalist
ülkeler ile birlikte Türk dünyası olarak adlandırılan orta ve kuzey Asya
bölgelerini de bir anlamda ideolojik hapishaneye mahkûm ediyordu. O dönemin
koşullarında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti de demir perde hapishanesinin
dışında kalan özgür ve bağımsız dünya milletleri arasında yer alırken, Türk
dünyasının dışında kalan bir Türk devleti olarak merkezi coğrafyanın tam
ortasında kuruluyordu ama Türk devleti ile Türk dünyası arasında kopukluk
sürüyordu.
Tarih boyunca
dünyanın biçimlenmesinde etkin olmuş olan Türkler, yirminci asrın başında
yaşanan birinci dünya savaşı sonrasında dağılmak zorunda kalıyorlardı. Dünyanın
doğu bölgesini işgal eden Rusya ve komşuları bir sosyalist devrim sonrasında ideolojik
bir imparatorluğa dönüştürülürken, Rusya Federasyonu içinde yer alan on
civarında Türk bölgeleri eyaletler
halinde Sovyet devletinin kontrolüne
bırakılan imparatorluğa devrediliyordu. Savaş sonrası dönemde Çin ve Rus devletleri
Orta Asya merkezli Türkistan bölgesini ikiye bölerek emperyalist çizgide anlaşılıyorlardı. Doğu Türkistan Uygur bölgesi olarak Çin’e
bırakılırken, Batı Türkistan alanı ise beş ayrı Türk cumhuriyetine bölünerek
Rusya’nın kontrolüne bırakılıyordu. Böylece Çin ve Rus devletleri hükümranlık
alanlarını fazlasıyla genişletirken, iki büyük ülkenin arasında kalan Orta ve
Kuzey Asya bölgelerinde yaşayan Türk topluluklarını yok olmak aşamasına
getiriyorlardı. Dünya devleti destekli ideolojik yapılanma dinleri sosyalizm
aracılığı ile red ederken, aynı zamanda egemen güç haline gelen Rus devletinin milli
karakteri doğrultusunda uygulanmaya çalışılan Ruslaştırma operasyonları ile,
Türk dünyasında eskiden beri özgürce yaşayan Türk asıllı toplulukların etnik
kökenlerinden gelen Türk kimliğini ortadan silmek üzere girişimlerde
bulunuyorlardı. Bir demir perde çerçevelenmesi içine alınan Türk dünyasının doğal
kimliğe sahip olan büyük nüfusu iki yönlü yok edilme tehlikesi ile karşı
karşıya kalıyordu. Yeni ideoloji imparatorluk dinler ile milliyetleri ortadan
kaldırabilmenin arayışı içine girerken, Ruslaştırma operasyonları sayesinde Rus
devleti de kendisini çevrelemiş olan Türk asıllı topluluklardan kurtulabilmenin
çabası içine giriyordu. Yirminci yüzyılda ilk dönemlerden beri var olan Türk
toplulukları tam anlamıyla bir yok edilme sürecine mahkûm ediliyorlardı.
Dünya tarihinin ve
de uluslararası konjonktürün gündeme getirdiği yeni siyasal koşullar içinde
Türk Dünyası ile Türkiye Cumhuriyeti birbirinden ayrı bloklar içine alınırken,
merkezi coğrafyadaki Türkiye Cumhuriyeti ile Türk dünyası arasına Türk-Rus
sınırı boyunca demir perde çekilerek, bütün Türk dünyası bir açık hava
hapishanesinde yaşamaya mahkûm ediliyordu. Uçsuz bucaksız kurak topraklarda
yaşam kavgası veren Türk toplulukları,
Rus emperyalizminin çizmeleri altında ezilmeye mahkum edilirken , bu büyük dünyadan koparılmış bir avuç Türk de merkezi alanın tam ortasında
yer alan Anadolu yarımadası üzerinde ucu Trakya bölgesine doğru açılan bir orta boy ulus devletin çatısı altında bir araya gelerek
, Atlantik emperyalizminin Rus ve Çin emperyalizmleri ile Türk dünyasını yok etme mücadelesine karşı, bir ulusal kurtuluş savaşı vererek ayakta kalmayı ve dünya haritasındaki
konumlarını korumayı başarıyorlardı. Türk dünyası Rus ve Çin işgalleri ile
ortadan kaldırılırken, Osmanlı İmparatorluğunun uzantısı olarak Anadolu’da
yaşayan Türkler, ulusal bağımsızlıklarını kazanarak tarih sahnesinden silinme
tehlikesinden kurtuluyorlardı. Türk dünyası açık hava hapishanesi içinde yok
edilmeye çalışılırken, Batı Türklerini yedi yüzyıl büyük bir imparatorluk
çatısı altında yönetmiş olan Osmanlı devleti de dünya haritasından siliniyordu.
Rusya bölgesinde kalan Türk dünyası devletleri bir araya gelerek büyük bir Türk
devleti kuramadıkları için dağılıp yok olmaya doğru sürüklenirken, eski Osmanlı
ahalisi içinde çoğunluğu elinde tutan batı Türkleri Anadolu toprakları üzerinde
bir araya gelerek, tarihsel Türk varlığının devam etmesini sağlıyorlardı. Doğu
Türkleri haritadan silinirken, batı Türklerinin dünyanın merkezi coğrafya
haritasında yeni bir Türk devleti kurarak ayakta kalmaları, Türklük
olgusunun her şeye rağmen devam etmesini sağlıyordu.
Yeni kutuplaşma
döneminde dünya sosyalist ve kapitalist kamplara bölünürken, dünyanın
ortalarında yer alan Türk toplulukları ortadan ikiye ayrılıyordu. Beş yüz
yıllık Avrupa emperyalizmi birinci Dünya Savaşı sonrasında zayıflarken, Avrupa’nın
yanı başında yer alan Amerika dış dünyaya açılarak yeni emperyalist güç olarak
tarih sahnesine çıkıyordu. Amerika Avrupa’ya karşı ortaya yeni bir kutup başı
olarak ortaya çıkarken, böylesine değişimi desteklemek ve dünyayı yeni bir
düzene oturtmak üzere harekete geçenler, kapitalist emperyalizme karşı Rusya’da
sosyalist bir emperyalizmi gündeme getiriyorlardı. Dünya sosyalist ve
kapitalist olarak ikiye bölünürken merkezi coğrafyadan bir demir perde
geçirilerek, Türk dünyasının bu demir perde içerisine hapsedildiği görülüyordu.
İdeolojik imparatorluk görünümlü bir Rus saldırganlığı batı blokuna karşı doğu
emperyalizmi olarak devreye sokulurken, geçmişten gelen Türk dünyasının birlik
ve bütünlüğü tam ortadan geçen bir emperyalist bıçak ile ikiye ayrılıyordu.
Yirminci yüzyıla kadar üç yüz yıl Rusya ile Türkler adına savaşan Osmanlı
imparatorluğunun çökme noktasına gelmesinden yararlanan Rus orduları, Balkanlar
ve Kafkaslara gelerek sıcak denizlere inmeye çalışıyordu. Rusların bu gücü
karşısında ABD yeni emperyalist güç olarak dünyanın ikiye bölünmesini gündeme
getirerek, Türklerin bir tarafta Türk dünyası diğer tarafta da Türkiye
Cumhuriyeti olarak ikiye bölünmesine giden yolu açıyorlardı. Türkiye ve Türk
dünyası arasındaki insani ilişkiler soğuk savaşın baskı döneminde kesiliyor ve Türk
dünyası akraba toplulukları ile Anadolu Türkleri arasındaki her türlü ilişki kopuyordu.
Yirmi yüzyıl geçmesine rağmen, insani ilişkileri ortadan kaldıran bir demir
perde uygulamasını öne çıkaranlar, en büyük kötülüğü Türklere karşı gerçekleştiriyorlardı.
Akrabalarından uzaklaştırılan Türkler dünyanın ortasında yer alan çeşitli
ülkelerde dağınık bir biçimde yaşamaya mahkûm ediliyorlardı. Tarihte görülen en
eski ve köklü uluslardan birisi olan Türklerin, emperyalist senaryolar
doğrultusunda bölünüp parçalanmasını kabul etmek, Türkler için son derece
olumsuz bir durum olduğu için Türkler ve Türk gücü merkezleri harekete geçerek
bu duruma karşı çıkmışlardır. Daha sonraki yıllarda Türklerin doğu ve batı
emperyalistlerine karşı direnmesi devam etmiş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin
bağımsız bir devlet olarak dünya sahnesine çıkışı bütün Türk dünyası için yeni
bir umut olmuştur.
Soğuk savaş
yıllarında birbirinden çok ayrı yaşayan Türkiye Cumhuriyeti ve Türk dünyası bir
yandan Sovyet hegemonyasının ortadan kaldırılması için uğraşırken, diğer yandan
da Türkiye’nin tam ortasında yer aldığı merkezi coğrafyaya yönelik emperyalist
girişim ve müdahaleler ile karşı karşıya kalmıştır. Doğu Türkistan’da Çin
işgali devam ederken, Rusya’da Türk toplulukları işsiz ve yoksul bir biçimde
açlığa mahkûm edilmişlerdir. Nüfusu bir türlü artmayan Ruslar, Türk dünyası
devletlerinin nüfuslarının artmasını önlemek üzere soykırım benzeri
uygulamalardan çekinmemişler ve bazı toplu uygulamaları Türk dünyası
toplulukları üzerinde gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Türk nüfusu azaltmak
için yapılan soykırım senaryolarının yanı sıra, toplu askeri manevralar
aracılığı ile de Sovyetler Birliği içinde yaşayan Türk toplulukları hedef
alınmıştır. Hatta daha da ileri gidilerek Çek Cumhuriyeti, Polonya ve
Macaristan gibi Hazar İmparatorluğu asıllı etno-Türk toplulukların devletlerine
yönelik askeri operasyonlar yapılarak, Türk dünyasından Rus emperyalizmine karşı
çıkacak her türlü alternatif arayışların önü kesilmeye çalışılmıştır. Bütün
Doğu Avrupa bölgesini sosyalist sistemin içine katmış olan Rus emperyalizmi,
Atlantik emperyalizmini dengeleyecek bir biçimde küresel senaryolara kalkıştığı
zaman, Doğu Avrupa ülkelerinde yaşayan Türk azınlıkları bu gibi durumlardan çok
etkilenerek ve bulundukları ülkelerden kaçarak Türkiye Cumhuriyeti’ne göç
edebilmenin yollarını aramışlardır. Yirminci yüzyılın son çeyreğine kadar devam
eden bu baskılar zamanla azalmaya başlayınca, Sovyetler Birliği üç çeyrek
yüzyıllık ömrünü tamamlayarak dağılma noktasına gelmiştir. Demir perde
imparatorluğunun çökmesi üzerine Sovyetler Birliği sınırları içerisinde yaşayan
Türkler hapishane hayatından kurtularak çağdaş dünyaya açılabilmenin çabası
içine girmişlerdir. Aynı zamanda Doğu Avrupa rejimleri de çöküşe geçince, Türk
dünyası daha da özgürleşerek kendi bağımsız geleceğini aramaya başlamıştır. İdeolojik
imparatorluğun çöküşü ile Rus emperyalizminden kurtulan Türk dünyası daha özgür
bir yaşam düzeni için uluslararası alana açılınca, yeni dönemin alternatif
arayışları içerisine Türkler’in girişimleri de dahil olmuştur.
Soğuk savaş
döneminin baskılarından kurtulan Türkler öncelikle bir araya gelebilmenin
yollarını aramışlardır. Hiç beklenmedik bir biçimde Sovyetler Birliğinin
dağılması Türkleri hazırlıksız yakalamış ve Atatürk bir kez daha haklı
çıkmıştır. Cumhuriyetin onuncu yılında Atatürk bir konuşma yapmış ve Sovyetler
Birliği’nin yadsınamaz bir gerçeklik
olduğunu, Türklerin bunu görmezden gelemeyeceğini ama gelecekte bu büyük imparatorluğun da
diğer devletler gibi yıkılabileceğini ,bu nedenle Sovyet imparatorluğunun
yıkılışını dikkate alarak bu aşamadan sonrası için Türklerin hazırlıklı olması gerektiğini dile
getirerek, Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Atatürk zamanında Türk dünyasını her türlü emperyal oyun ve
senaryoya karşı uyarmıştır . Sosyalist sistemden ulus devletlere geçiş aşaması
kolay olmamış, Rusya eski alışkanlıklarını bırakmazken sanki imparatorluk devam
ediyormuş gibi gene eskisi gibi baskı ve yönlendirmelerini kendi çıkarları
doğrultusunda yapmaya çalışmış ama bu sefer Türk dünyası ve devletlerden gelen
ciddi tepkiler ile karşılaşmıştır. Sovyetler sonrası aşamada bu kez Balkanların
en büyük devleti olarak Yugoslavya Federasyonu da dağılma noktasına gelince,
gene Türk ve Müslüman azınlıkların başına birçok olay gelmiş, Bosna, Kosova,
Arnavutluk ve Bulgaristan gibi Balkan ülkelerinden önemli miktarda Türk asıllı
nüfus yeni dönemde Türkiye devleti çatısı altında yaşamak üzere Türkiye’ye
gelmişlerdir. Geçmişten gelen akrabalık bağları ile sahip olunan ortak dil ve
kültürün etkisiyle Türkiye’ye gelmeyi tercih eden Türk asıllı bölge ülkeleri
vatandaşları, kendi hak ve özgürlükleri için çaba sarf ederken dolaylı olarak
da Türk dünyasında yeniden bir araya gelmenin ve bütünleşmenin de öncüsü
olmuşlardır. Yüzyıllarca bulundukları ülkelerde baskı ve saldırgan tutumlar ile
karşı karşıya bırakılan Türk dünyasının insanları her türlü emperyalizmden
kendilerini kurtarabilmek için yeni dönemde Türkiye Cumhuriyetini bir ana
kucağı olarak görerek, aileleri ile birlikte Türkiye’ye sığınmışlardır.
Sovyetler
Birliğinin dağılması Türk dünyasının özgürlüğe doğru açılımını gündeme getirmiş
ve sosyalist sistem içinde birliğe üye konumundaki Türk devletlerinin tam
bağımsızlığı ortaya çıkmıştır. Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan,
Kazakistan, Tacikistan gibi Türk topluluklarının içinde yaşadığı Türki
devletler, bağımsızlıklarını kazanarak Birleşmiş Milletlere üye olmuşlardır.
Böylece diğer devletler ile aynı hukuki statü, hak ve özgürlükler demeti Türk
devletleri için kazanılmış hak düzeyine getirilmiştir. Balkanlar dağlarında,
Karadeniz kıyılarında ve Orta Asya steplerinde Türk asıllı insanlar hak ve
özgürlüklerini, diğer devletlerde olduğu gibi sahip oldukları vatandaşlık
statüleri çerçevesinde kullanmaya başlamışlardır. Türkler arasında en büyük
ortak özellik olarak Türkçe’nin daha yaygın hale getirilmesi ve Türkçe
üzerinden Türk üniversitelerinin kurularak devreye girmesiyle birlikte Türk
dünyasında başlamış olan hareketlilik geleceğe dönük yeni arayışları öne
çıkarırken, geçmişten gelen bir haklı talep olarak Türk devletleri ve
toplulukları arasında birlikte yaşam arzusu geleceğe dönük bir Türk Birliği
oluşturma düşüncesini yavaş yavaş dünya kamuoyu içinde geliştirmeye neden
olmuştur. Orta Asya ve Kuzey Asya gibi bölgelerde birbirinden farklı devlet
yapılanmaları içinde yaşayan Türk asıllı toplulukların ortak bir gelecek
aramaları, yirmi birinci yüzyılın dünyasında normal karşılanması gereken bir
yöneliş olarak dünya kamuoyunda haklı bir yer bulmaya yardımcı olmuştur. Avrupa
devletlerinin tek bir kıtasal oluşum içerisinde ortak bir geleceğe
yönelmelerinde nasıl bir haklılık gerekçesi varsa, benzeri bir durum aynı
bölgelerde yaşamlarını sürdürmekte olan Türk asıllı topluluklar için de
geçerlilik kazanmaktadır. Her insan nasıl mensubu bulunduğu ulusal, kültürel,
dinsel ve etnik topluluklar içerisinde yer alma eğilimi içinde kendi açısından
geleceğini yönlendirebiliyorsa, benzeri hak ve özgürlüklerin insan
topluluklarına da tanınması gerektiği Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesinin temel ilkeleri içerisinde yer almaktadır. Bu
doğrultuda hareket eden birçok topluluk kendi devletlerini kurma hakkına sahip
oldularsa, Türk toplulukları açısından da benzeri bir durum önümüzdeki dönemde
gündeme gelmektedir. Türkiye’nin kurucu önderi Atatürk, Sovyetler Birliğinin
kurulma aşamasında böylesine büyük bir birliğin zamanla dağılabileceğini dile
getirirken, Türklere ve Türk dünyasına da dağılan ideolojik imparatorluğun
yerine alternatif olabilecek yeni bir ulusal proje ile hazır olmaları
gerektiğini ifade ediyordu.
Türklerin birliği Türk dünyası için gelecekte
ciddi bir alternatif olarak ortaya çıkarken ve bütün Türk devletleri ortak bir arayış için
bir araya gelirken, Türk Parlamentosu, Türk
Keneş’i, Türksoy, Tika, Türk dili konuşan
ülkeler platformu ve Türk dünyası
Akraba Toplulukları adı altında yeni
bazı ulusal ve uluslararası örgütlenmelere gidilerek, önümüzdeki dönemde geleceğe dönük bir Türk Birliğinin gerçekleştirilmesi
doğrultusunda, birbirini izleyen bir
çizgide düzenli adımlar atılmakta ve bu doğrultuda geleceğin dünyasının tam
ortasında yer alacak bir Türk Birliğinin, nasıl kurulacağı ve ne gibi politikaların bu doğrultuda
izlenmesi gerektiği kendiliğinden
tartışma konusu haline gelmektedir. Dünyanın nereye gideceği ve nasıl
bir yeni dünya düzeni kurulacağı soruları yanıtsız kaldığı sürece geleceğe
yönelik haklı kuşkular ve beklentiler bütün dünya uluslarının ve devletlerinin
ana çalışma konusu olarak öne çıkmaktadır. Avrupalılar, Amerikalılar, Asyalılar
kendi gelecekleri için çalışmaları sürdürdükleri sürece, benzeri çalışmaları ve
tartışmaları da Türk dünyası ile birlikte Türk ulusu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin
de yapmaları ve bu doğrultuda etkinliklerini sürdürmeleri dünya barışı
açısından gerekli görünmektedir. Türki devletler arasındaki ilişkiler ve
uluslararası alandaki ortak çalışmalar gelecek açısından önemli mesafelerin kat
edilmesine yardımcı olurken, Türk kimliği ve Türklük olgusu açısından yeni
yaklaşımlar geliştirilerek, diğer devletler ya da topluluklar açısından sorun
çıkarmayacak bir çizgide yeni yaklaşımların geliştirilmesiyle birlikte, müstakbel
Türk Birliği’ne açılabilecek yollar aşılabilecektir. Cermen Birliği, Arap
Birliği, İslam Birliği gibi arayışların da öne çıktığı bir aşamada Türk Birliği
oluşumunun da ciddi bir arayış olduğunu göstermek gerekmektedir.
Yirminci yüzyılda
dünya dengelerinde emperyalist merkezler tarafından ayrılığa mahkûm edilen Türk
dünyası ve Türkiye Cumhuriyeti, soğuk savaş sonrası dönemlerde eskisine oranla
daha fazla bir yakınlık oluşturma ve ortak bir yaşam arayışı içine girmişlerdir.
Sovyet rejimi sonrasında Orta Asya, Kuzey Asya ve Doğu Avrupa bölgelerinde
yaşamakta olan Türk toplulukları ve devletleri dünyanın çeşitli kimliklerine
karşı var olma mücadelesi vermiştir. Bir Orta Asya Birliği veya İdil-Ural
Federasyonu adı altında bir Kuzey Asya yapılanması ya da eski Osmanlı ve
Selçuklu hinterlandına girerek İran ile birlikte Kuzey Irak ve Suriye
bölgelerindeki bütün Türkmen nüfusları bir araya getirecek bir büyük
Türkmenistan arayışı, teker teker gündeme gelmiş ama dünya koşulları daha
istikrarlı bir yapılanmaya dönüşmediği için bu arayışlar şimdilik düşünce
düzeyinde kalmıştır. Eski imparatorluk coğrafyaları çok çeşitli etnik nüfusları
sınırları içinde barındırdığı için sadece Türk kimliği üzerinden bir merkezi
coğrafya devleti ortaya çıkarmada, Türkçü kesimler fazlasıyla zorlanmış ama
sonuç alamamışlardır. Türkiye ile Azerbaycan’ın tek devlet olmaları engellenmiş,
Anadolu Türklüğünün insan kaynağı olan İran ortak çalışmalara gidilmemesi için,
Türkiye’den hem uzak tutulmuş hem de bölgede karışıklık çıkartılmak istendiği
zaman da mezhep ayrılıkları üzerinden karşı karşıya getirilerek savaş
senaryolarının kapısı aralanmaya çalışılmıştır. Orta Doğu’da küresel bir
hegemonya düzeni oluşturmak isteyen batılı emperyal ist güçler, Osmanlı
döneminde olduğu gibi gene Türkleri savaş alanına sürükleyecek yeni sıcak
çatışma senaryolarını Türkiye, İran ve Rusya devletleri arasından çıkartabilmek
üzere küreselleşme aşamasında zorlamaya devam etmişlerdir. Batının önde gelen
devletleri emperyalist planlarını sürdürebilmek için Orta Doğu senaryolarını
sürdürerek, doğu ve batı Türk devletlerini kapıştırarak merkezi alandan
Türkleri çıkartabilmenin arayışı içinde olmuşlardır. Türk devletleri birleşmeye
ya da dayanışmaya yönelirken, batılı emperyalist devletler Türkleri karşı
karşıya getirerek, savaşlar yolu ile Türklerin siyasal yapılanmalarını tasfiye
edebilmenin çabası içinde olmuşlardır.
Sovyetler
Birliğinin dağılmasından sonra bir
araya gelen Nato yönetim kuruluna önceden gündeme ait bir dosya dağıtılmıştır.
Bu gizli dosyanın içeriği sosyalist sistemin dağılmasından sonra batı
uygarlığını tehdit eden en büyük tehlikenin, yeni kurulacak olan bir Türk
Birliği olduğu açıkça yazılmıştır. Bir Nato üyesi olarak genel merkezde Türk
devleti temsil edilirken, soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği hegemonyasına
karşı, Nato bir batı savunma sistemi
olarak kurulmuş ama daha sonra Varşova
paktının dağılması üzerine, Nato örgütü
kuruluş gerekçesini kaybettiği aşamada, bu emperyalistlerin güvenlik örgütü
olarak varlığını meşrulaştırma çabası içinde
kendisine yeni bir iş bulmak üzere Türk tehlikesini ortaya atmıştır. Türkiye’nin
bir Nato üyesi olması nedeniyle tamamen gizli olarak yürütülen Türk Birliği
karşıtı politikalar, uzun süre saklanmış ama Brüksel’de bir toplantı öncesinde,
Türk Birliğini tehdit olarak gösteren dosya yanlışlıkla bir Türk generaline
dağıtılınca gerçek ortaya çıkmıştır. Dosyayı Türk devletine yansıtan general
sonraki aşamada cezalandırılarak evi bombalanmış ve böylece gündem
değiştirilerek, batı blokunun küresel hegemonyası açısından tehlikeli görülen Türk
Birliği karşıtı senaryo ve planların uygulanmasına devam edilmiştir. Gizli bir
dosyanın açığa çıkması üzerine batı blokunun Türklerden yana olmadığı aksine
bir Türk karşıtlığı içinde geleceğe dönük hazırlandığı kesinlik kazanınca, Türkiye
Avrupa Birliği üyeliğine alınmamış ve daha sonraki aşamalarda da merkezi
coğrafya da Türkiye’yi dışlayan bir Arap Ordusu, Nato’yu ABD ve İsrail oyuncağı
gören Avrupa ülkelerinin Almanya öncülüğünde gündeme getirdiği gibi, Avrupa
Birliği ordusuna karşıt bir çizgide örgütlenmeye çalışılmıştır. Gerçeklerin bu
kadar açık ortaya çıkmasına rağmen yeni bir güvenlik yapısı örgütlenerek Türk
Birliğine karşı gündeme getirilen karşıt tutuma karşı bir alternatif yapılanma
bugüne kadar gerçekleştirilememiştir.
Tarihin en büyük aktörlerinden birisi olan
Türkler her dönemde var olmuşlar ve her zaman için de kendi devletlerini
kurarak yabancıların boyunduruğuna altına girmemişlerdir. Eski dünya düzeni
biterken, yepyeni bir siyasal düzene doğru dünya giderken, bütün devletlerin ve
ulusların yaptığı gibi Türkler de yeni kurulacak olan dünya içerisindeki
yerlerini alacaklardır. Nato merkezli Türk karşıtlığı bütün emperyal
devletlerin politikaları olarak yaygınlaştırılırken, Türk devletleri ve
toplulukları da gelecekte karşılarına çıkabilecek emperyalist oluşumlara karşı,
kendi geleceklerini güvenli bir düzene oturtacak alternatif yapılanmaları
gündeme getirmek zorundadırlar. Hem Türkiye Cumhuriyeti hem de diğer Türki
devletler benzeri çalışmaları ortak bir dayanışma içinde geleceği
oluşturabilmenin çabası içinde olmak zorundadırlar. Soğuk savaş döneminde ikiye
bölünen Türk dünyasının yeniden ortadan ikiye bölünmesine yol açabilecek Batı
Asya Birliği gibi bir emperyalist senaryoya karşı hem Türkiye Cumhuriyeti hem
de Türki devletlerin açıkça karşı
çıkmaları gerekmektedir. Küresel emperyalist dünya devleti yerküre üzerindeki
hegemonyasını pekiştirmek için gelecekte Asya kıtasını beşe bölebilmenin
yollarını aramaktadır. Batı Asya Birliği Türkiye ve İran’ı içine alacaktır.
Kuzey Asya devleti Rusya’yı tasfiye ederek bu devletin toprakları üzerinde
kurulacaktır. Doğu Asya devleti Çin devletinin yerine kurulacaktır. Güney Asya
Birliği ise Hindistan’ın tasfiye edilmesinden sonra gerçekleştirilebilecektir.
Orta Asya Birliği ise Kazakistan’ın yerine, yeniden doğu ve batı Türkistan’ı
birleştirecektir. Böylece Asyadaki
ulusal yapılar silinirken bu büyük kıtada beş ayrı bölge devleti coğrafi isimle
kurulacak, ayrıca Rus, Çin, Türk ve Hint gibi ulusal isimler ortadan
kaldırılacaktır. Dünya konfederasyonuna
Asya kıtası beş bölge devleti ile katılırken Türklerin bir kısmı Orta
Asya, bir başka kısmı Kuzey Asya ve sonra da Türkiye İran ile birlikte Batı
Asya devletinin çatısı altında bir araya getirilirken, Türk dünyası bu kez üçe
bölünecek ve hiçbir biçimde Türk Birliğinin oluşturulmasına eskisi gibi izin
verilmeyecektir.
Geçen yüzyıldan
gelen bir yapıda Türk toplulukları bulundukları ülkelerde yaşamlarını ya yeni
dönemin koşullarında ekmek parası kazanmak üzere ülkelerini değiştirmekteler ya
da yeni emperyalist projeler doğrultusunda dünya haritalarının yeniden
çizilmesinde önemli bir faktör olarak kullanılmaktadırlar. Çin ile birlikte
Rusya’nın da bölünmesini isteyen batının yeni emperyalizmi geçmişten gelen
rüzgarlar doğrultusunda Çerkezler gibi
kuzeyden güneye inen bazı toplulukları, İsrail’in önünü açmak üzere yeniden geldikleri
Kuzey Kafkasya’ya taşıyarak, Orta Asya’da yeni harita oluşturmaya çalışırlarken,
Türkiye’yi hem İran hem de Rusya ile karşı karşıya getirerek sıcak çatışma
senaryolarının peşinde koşmaktadırlar. Küresel emperyalizmin Rusya Federasyonu’nu
parçalamaya yöneldiği bir aşamada, Ürdün devletinin sınırları içinde yaşayan binlerce
Çerkez asıllı insanı Kuzey Kafkasya’ya taşıyarak, Rusya’yı Kafkasya bölgesinden
çıkaracak bir Müslüman Çerkezistan devletinin kuruluş çalışmalarının yapıldığı
haberleri, bazen basın yayın organlarında yer almaktadır. Hrıstıyan Ruslara
karşı Müslüman Çerkezlerin yürüteceği bağımsızlık savaşı, yeniden bir din
savaşını Rusya sınırları içine taşıyacak ve daha sonraki aşamada da Rusya
Federasyonu bir din savaşına sahne olurken parçalanacaktır. Rusya böylesine bir
parçalanma senaryosuna karşı yeniden eski Sovyetler Birliğini oluşturma gibi
bir projeyi Bağımsız Devletler Topluluğu adı altında gündeme getirecektir. Putin rejimi giderek
Stalin rejimine doğru benzeme eğilimleri gösterebileceği bir yeni aşamada,
Türkler ile Rusların Kuzey, Batı ve Orta Asya bölgelerinde çatışma ortamına
sürüklenmeleri gündeme gelebilir ve bu doğrultuda tırmandırılacak olaylar
dizisi, Rus emperyalizminin yeniden Türk topluluklarını ezmesine yol açabilecek
son derece olumsuz senaryoları ortaya çıkarabilecektir. Stalin benzeri toplu
katliam girişimlerinin önünün kesilebilmesi için, Türkiye’nin acilen bir
merkezi güvenlik örgütünü İran ile ortaklık oluşturarak ve komşularını yanına
alarak kurması dünya barışı açısından kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Putin’in önde
gelen danışmanlarından birisi olan Aleksandr Dugin Avrasya stratejisi başlıklı
kitabında, Rus Avrasyacılığında stratejik olarak Türkiye’ye karşı İran ile ve
de Çin’e karşı da Japonya ile iş birliği yapılması gerektiğini açıkça
vurgulamaktadır. Rusya sınırları içinde yer alan on Türk devletinden çekinen
Rus emperyalizmi, Orta Asya bölgesindeki Türk devletlerini de bu bölgeden kuzeye
doğru taşıyarak kendisine karşı gelişebilecek muhtemel bir yeni Basmacı
hareketini önleme çabası içinde görülmektedir. Rusya çok geniş bir yayılma
yöntemi ile Avrasya’da üstünlüğünü sürdürmeye çalışırken, Türklerin yakınlaşmasından
hoşlanmadığını da her fırsatta kamuoyuna yansıtmaktadır. Çin’in işgali
altındaki Doğu Türkistan, Moğolistan ve Mançurya bölgelerindeki Türkleri de
bölgenin asil üyeleri olarak görülmesi durumunda, Rusya gibi Çin de içinde
barındırdığı Türk asıllı topluluklar yüzünden parçalanmaya doğru yönlendirilmektedir.
Son aşamada Virüs yüzünden bütün dünyayı karşısına alan Çin’de Tibet bölgesinin
de koparak bağımsızlığa yönelebileceği tartışılmaktadır. Bugünün koşullarında
Rusya sınırları içindeki Türk devletlerinden son derece rahatsız olduğunu
ortaya koyarken, Rusya’nın idari yapısını değiştirerek ülkeyi yedi bölgeye
ayırarak Moskova benzeri yedi ayrı merkezden ülkeyi yönetmek üzere bir idari
reforma kalkışmıştır. Rus devleti federasyon üyesi devletlerin eyaletleşerek kopmalarını
önlemek üzere de eyaletlerin sınırları ötesinde yedi ayrı devlet yapılanması
ile ve dünyanın en geniş ülkesinin tüm sınırlarını kontrol altına alabilecek düzeyde
güçlü bir idari reform ile Rusya’daki yönetim yapılanmasını, ülkenin birliği ve
bütünlüğünü devam ettirecek biçimde düzenlemiştir.
Yıllarca bölünmüş
bir biçimde dağınık yaşayan Türk devletleri ve topluluklarının yeniden birlik
ve bütünlük içerisinde Türklerin bir araya gelerek dayanışma içerisinde bir
gelecek hazırlığına yönelmeleri dünya dengeleri açısından önem taşımaktadır
Çinlilerin, Rusların, Hintlilerin, Arapların milyonlarca nüfus halinde birlik
ve bütünlük içerisinde yaşamlarını sürdürmeleri, bölünmüş ve dağılmış Türkler
açısından dikkate alınması gereken önemli bir durumdur. Tarih boyunca Asya,
Avrupa ve Afrika kıtalarında devletler kurmuş olan Türkler günümüzde
uluslararası alanda güçlenmek istiyorlarsa, bir araya gelebilmenin yollarını
araştırmak durumundadırlar. Türkler eskisi gibi dağılmamak üzere belirli
coğrafyalarda bir araya gelerek ve daha büyük toplumsal bütünlükler yaratarak
diğer nüfus bütünlüklerine karşı daha da güçlenebilmenin arayışı içinde
olmalıdırlar. Değişik devletlerin çatısı altında yaşayan Türklerin öncelikli
sorunu kimliklerini güçlendirmek ve güçlendirilmiş kimlikleri ile uluslararası
alanda var olabilmeleridir. Türkler bulundukları yerlerdeki konumlarını zaman
içerisinde güçlendirmeli ve uluslararası alanda daha güçlü bir konuma
gelebilmek için evrensel düzeyde geçerli olan yabancı dilleri öğrenerek hareket
etmelidirler. Türkler kendilerini ifade edebildikleri oranda sorunlarını
çözebilecek ve kendi hedefleri doğrultusunda daha iyi bir gelecek düzeni
oluşturabileceklerdir. Yabancı dilin yanı sıra yüksek öğretim yapmak da Türk
topluluklarının bulundukları ülkelerde, daha etkili bir konuma gelebilmeleri
açısından önem taşımaktadır. Yabancı dil öğrenen ve yüksek öğretimini
tamamlayan Türk topluluklarının uluslar arasındaki konumu daha da yükselecektir.
Türkler böylece güçlenmiş toplum yapıları sayesinde uygarlık ortamında hak
ettikleri yerlere gelebileceklerdir. Türk dünyası içinde Türkiye Cumhuriyeti en
gelişmiş ve etkili devlettir. Bu nedenle Atatürk Türkiye’sinin bütün Türk
dünyasına örnek ve önder olmak gibi önemli bir sorumluluğu bulunmaktadır. Küresel rekabet ortamında Türkiye Cumhuriyeti
son dönemlerde geliştirdiği çalışma ve örgütlenme biçimlerini daha da
geliştirerek, emperyalist girişimlere karşı Türk dünyası ve halklarının
çıkarları doğrultusunda etkinliklerini artırmak zorundadır.
Unutulmamalıdır ki
Türkler Anadoluya Türk dünyasının içinden çıkarak gelmişlerdir. Türk dünyasının
desteği ile de Anadolu’daki Türk devleti yoluna devam edebilecektir. Türkiye
Cumhuriyeti bu gerçekleri bilerek önümüzdeki dönemde Türk dünyası ile kol kola yoluna
devam etmelidir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder