BUGÜNÜN TÜRKİYE'SİNDE
ATATÜRKÇÜLÜK VE A.D.D
PROF.
DR. ANIL ÇEÇEN İLE SÖYLEŞİ
Soru 1: ADD’nin kurulma düşüncesi
nasıl oluştu ve sizleri bu adımı atmaya hangi olaylar yönlendirdi? Kuruluş sürecinde ne gibi dirençlerle
karşılaştınız ve bunları nasıl aştınız?
Anıl ÇEÇEN: ADD yirminci yüzyılın son
on yılına girerken, I989 gibi bir yılda değişim sürecinin tam ortasında
kurulmuştur. Yirminci yüzyılın ikinci
yarısında her on yılda bir askeri harekât ile karşı karşıya kalmak, Atatürk
dönemindekinden çok farklı bir Türkiye ortaya çıkarmıştı. Cumhuriyetin kuruluş
döneminde kurucu önder milletin başında olduğu için Atatürkçülük onun izinden
gitmek olarak anlaşılıyordu. Ama kurucu iktidar olan tek parti dönemi bittikten
sonra, Atatürk’ün partisinde de farklı eğilimler ve siyasal çizgiler öne
çıktığı için Atatürkçülük çok farklı biçimlerde ele alınarak kullanılmaya
çalışılıyordu. Bir tarafta cumhuriyetin yeni kuşaklarının ortaya çıkardığı bir Atatürkçü
yeni nesil öne çıkarken, diğer yandan da batı tipi bir demokrasiye geçilmesiyle
birlikte liberalizm, sosyalizm ve de sosyal demokrasi gibi batı tipi
ideolojiler de devreye giriyordu. Kapitalist batı karşısında Kuvayı Milliye
Türkiye’si antiemperyalist doğrultuda yoluna devam ederken, antiemperyalist bir
içeriğe sahip olan Kemalizm kapitalizm ve sosyalizm arasında ortadan
kaldırılmaya çalışılıyordu. Bu doğrultuda emperyalist batı blokunun çıkarları
doğrultusunda örgütlenen Nato destekli askeri dönemler, Kemalizm adına birbiri
ardı sıra gündeme gelirken, Atatürk Cumhuriyeti giderek kurucu önder Atatürk’ün
yolundan uzaklaşıyordu. ADD işte
böylesine bir batı destekli uzaklaştırma operasyonuna karşı, Türk Ulusunun
milli bir refleksi olarak ülkenin önde gelen Atatürkçü bilim adamları ve
hukukçuları tarafından kuruluyordu.
Ülkeyi Atatürk’ün
yolundan uzaklaştırmak isteyen batının önde gelen emperyalist devletlerine
karşı Türkiye’deki cumhuriyetçi birikim ADD gibi bir büyük kitlesel örgütü
kurarak Kuvayı Milliye mücadelesini yeni dönemin sivil koşullarında sürdürmeye
çalışıyordu. Dünyaya egemen olan batı bloku merkezi coğrafyayı ele geçirmek
için projeler geliştirirken, bütün Orta Doğu planlarını Türkiye üzerinden
geliştiriyordu. Bu çerçevede batı bloku hiçbir zaman tam bağımsızlıkçı bir
Türkiye değil ama batının dümen suyunda bir Türkiye istiyordu. İşte böylesine
bir emperyal kıskaç Orta Doğu’yu çember içine alırken, emperyalizme karşı
çıkmaya alışmış olan Türk ulusunun bu doğrultuda bir kararlılık içinde olduğunu
ortaya koyacak bir büyük örgütlenmeye gereksinme vardı. 27 Mayıs’ın oluşturduğu
yeni düzen çerçevesinde Atatürkçüler yeniden bir araya gelerek, 21. Yüzyıla
dönük bir yeni yapılanmayı öne çıkarıyorlardı. 27 Mayıs sonrasında
Halkevlerinin yeniden kurulmasıyla öne çıkan bu oluşum, daha sonraları 12 Eylül
hareketi ile bütün örgütlerin kapanmasıyla karşılaşıyordu. Bunun üzerine
harekete geçen Atatürkçüler 21. Yüzyıl dünyasında Atatürk’ün Cumhuriyetini
temsil edecek bir Atatürkçü birikimi, ADD çatısı altında bir araya gelerek dernekleştiriyorlardı.
Atatürk’ün partisini ele geçirerek batının çizgisinde Atatürkçülüğü kullanmaya
kalkan bazı işbirlikçi ve batı teslimiyetçisi toplum kesimleri, Atatürkçülüğün
üst düzeyde örgütlenmesini engellemek üzere toplu hareketi önleyecek başka
örgütlenmelere yöneliyorlardı. ADD’nin kuruluşunu engellemek isteyenler ayrıca
dernek kuruluşuna izin verilmemesi için uğraşırlarken, ortalığı karıştırmak
üzere her türlü çabayı gösteriyorlardı. Yıllardır Atatürkçülük üzerinden
geçinenler ya da Atatürkçülüğü kendi çıkarları için kullanan toplum kesimleri,
önde gelen Atatürkçülerin temsil ettiği bir üst düzey örgütlenmeden kendi çıkar
hesapları bozulmasından çok rahatsız oldukları için her türlü saldırıyı
denemekten geri kalmıyorlardı. ADD’nin kurucu öncü kadrosu her şeye rağmen
derneğin kuruluşunu tamamlamıştır.
Soru 2: I2 Eylül rejiminin laik cumhuriyete ve ADD’nin
kuruluşuna etkileri nelerdir?
Anıl ÇEÇEN: ADD’nin resmi kuruluş tarihi 19 Mayıs 1989 dur. Bu
tarih hem I2 Eylül askeri döneminin sona erdiği hem de Sovyetler Birliği adı
altındaki sosyalist blokun dağıldığı bir yıldır. Türkiye 12 Eylül rejimi ile
bir Nato rejimine sürüklenerek batı blokunun çıkarları doğrultusunda ABD, AB ve
İsrail üçlüsünün merkezi coğrafyadaki hegemonya planları doğrultusunda
yönlendirilmeye çalışılırken, diğer yanda kuzey bölgesinde dünya savaşları
sonrasında konjonktürel bir oluşum olarak öne çıkan sosyalist sistemin dağılma
aşamasında, yıkıntının getirdiği sorunlarla aynı dönemde boğuşmak zorunda
kalıyordu. Orta Doğu bölgesindeki
siyasal yapılar hem dünyanın merkezi
alanı olarak hem de batı dünyasının yanı başında yer alan ayrı bir
coğrafi bölge olarak, hem küresel hem de bölgesel yeni gelişmeler ile aynı
dönemde karşı karşıya gelerek varlıklarını korumak zorunda kalıyordu .Bu aşamada ADD I2 Eylül rejiminin batıcı politikalarına karşı, antikapitalist
çizgide Atatürkçülüğün ve Cumhuriyetin savunulması yanında ,çökmekte olan
sosyalizmin ortaya çıkardığı
yıkıntılarla aynı zaman dilimi içinde mücadele etmek zorunda bırakılıyordu . İç
ve dış konjonktürlerin kesişmesi ve birbirini etkilemesi de Atatürkçü
mücadelenin giderek daha da önem kazanmasına neden oluyordu.
12 Eylül harekâtı Sovyetler
Birliğinin dağılmasına karşı geliştirilen bir NATO müdahalesi olduğu için, ABD’nin istekleri doğrultusunda bir
siyasal çizgi geliştirilmeye çalışılıyordu. Özellikle Türk-İslam sentezi adı
altında yeni bir dinci ve kimlikçi bir politikaya yönelinirken, kuruluştan
gelen Atatürk ilkeleri ve Kemalist sentezci yaklaşım terk edilmeye
çalışılıyordu. Özellikle , Kemalizm’in laiklik ilkesine karşı çıkılırken askeri rejimin baş komutanı , herhalde imam
olan babasından gelen gelenek çerçevesinde
Türk devletinin laik yapısını göz ardı ederek ,her gittiği yerde yaptığı
konuşmalarında İslamın temel kitabından
ayetler ve pasajlar okuyarak, halk kitlelerini laik anlayışın
ötesine giderek dinci bir çizgiye yönlendirerek, ABD’nin istemiş
olduğu Türk-İslam sentezine uygun
düşecek yepyeni bir millet yapılanmasını gerçekleştirmek için uğraşıyordu. Sovyetler
Birliğinin dağılmasıyla batının karşısında yer alan doğu bloku ortadan
kalkarken, doğu dünyasında yeni bir bloklaşmanın ortaya çıkmaması için İslam
dünyasının kullanılmasına öncelik veriliyordu. Atatürk’ün laiklik ilkesi ile
Türkiye daha çok batı dünyasına yakın bir yerde durmaya çalışırken, diktacı ve Nato’cu
general ABD’nin istekleri doğrultusunda Türkiye’nin İslam kimliğini öne
çıkararak, Türkiye üzerinden bir Türk-İslam sentezcisi politika ile, Orta ve
Yakındoğu bölgelerini emperyalist bir hükümranlık altına almaya çalışıyordu. İşte
böylesine bir politika yüzünden Türkiye’nin laik kesimleri rahatsız oluyor ve
Türkiye’yi yeniden bir Ortaçağ dönemine sürükleyebilecek böylesine bir yeni
oluşuma karşı çıkıyorlardı. Böylesine bir ulusal direniş, ADD gibi Atatürkçülük
ve laiklik savunması yapacak güçlü bir örgütlenme gereksinmesini öne
çıkarıyordu.
Türkiye bir
anlamda Türk-İslam sentezine zorlanan bir ülke konumundayken, diğer yandan da
ABD’nin Sovyetler Birliği sonrasında merkezi coğrafyaya biçim verecek,
haritaları yeniden ele alarak farklı bir çizgide yönlendirecek bir konuma doğru
sürüklenirken, Atatürkçü ve laik kimliğini yitirmek tehlikesi ile de karşı
karşıya kalıyordu. O dönemde, Türk Ceza kanunda Sosyalizme karşı 141. Ve 142.
Maddeler tartışılırken, şeriatçılığı yasaklayan 163. Madde de gündeme
getiriliyor ve bu üç maddenin kanundan çıkartılmasıyla sol ve dinci çizgideki
siyasal örgütlenmelerin önü açılıyordu. İşte bu tür gelişmeler laik ve Kemalist
aydınları çok rahatsız ediyor ve bu gidişe karşı duracak bir örgütlenme arayışı
öne çıkıyordu. Siyasal gelişmeler sonucunda, son çare olarak ADD’nin
kuruluşunun açıklandığı 19 Mayıs I989 tarihli basın toplantısında, kuruluş
gerekçesi olarak “Laikliğe Çağrı” başlığını taşıyan bildiri kurucu başkan olarak bizzat
Prof. Dr. Muammer Aksoy tarafından okunuyordu.
Soru 3: ADD kurucular kurulunda yer alan 50 aydın insan nasıl
bir araya geldiler?
Anıl ÇEÇEN: ADD‘nin kuruluşunda yer alan aydınların gerçek
sayısı 50’dir. Dernek kurucusu olarak tüzükte yer alan kurucu üye sayısı 50’dir
ama bunların yanında derneğin
kurucuları arasında kuruluş sırasında Ankara’da olmadıkları için üç hukuk Profesörü de onur kurucuları olarak kabul edilerek dernek
tüzüğünün kurucular ile ilgili bölümünde yer almıştır. Dernek kurucuları
arasında yer alan kişiler tek tek incelendiği zaman hemen hemen hepsinin
hukukçu ve bilim adamı kimliklerine sahip oldukları göze çarpmaktadır. Daha çok
Ankara ve İstanbul Üniversitelerinde ders veren anayasa, kamu hukuku ve idare
hukuku bölümlerindeki öğretim üyelerine öncelik verilmiş ayrıca bunun yanı sıra
emekli subay, doktor, öğretmen, yargıç, bürokrat, gazeteci, avukat ve siyasetçi
gibi değişik alanlardan temsilci olabilecek kişiler dernek kurucusu olarak
belirlenmiştir. Atatürk ve Cumhuriyet konulu toplantılarda yer alarak birbirini
tanıyan bir Atatürkçü kadronun bu üst düzey örgütlenme içinde öncü olarak yer
almaları sağlanmıştır. İlk kez böylesine bir örgütlenme aşamasına gelen
Atatürkçü kesimler içlerinden seçtikleri temsil yeteneği yerinde olan
Atatürkçüleri, böylesine bir örgütlenmenin içinde yer almaları amacıyla
desteklemişlerdir. Başvurular Muammer Aksoy, Anıl Çeçen ve Gürbüz Tüfekçi’den
oluşan üç kişilik bir kurul tarafından incelenerek karara bağlanmıştır. Normal
tüzük koşullarına uygun olanlar tercih edilirken, başka özel koşullar
aranmamıştır.
Kurucuların
belirlenmesinde ilk önce Anıl Çeçen, Gürbüz Tüfekçi ve Hayri Balta’dan oluşan
üç kişilik öncü kadro belirleyici olmuş ama daha sonraki aşamada
Prof. Dr. Muammer Aksoy kurucu başkanlık önerisini kabul ettikten
sonra, kurucu kadronun belirlenmesinde başkanlık insiyatifi daha çok
kullanılmaya başlanmıştır. Bu nedenle de bir anayasa Profesörü olan Muammer
Aksoy’un üniversite ve bilim çevrelerinden gelen arkadaşları olarak, Anayasa, İdari
ve Kamu hukuku alanında çalışmalar yürüten Ankara ve İstanbul üniversitesi kadroları
böylesine bir üst yapılanma içerisinde kurucu üyeler olarak yer almışlardır. ADD
tüzüğünün 27. Maddesinde normal kurucular ile onur kurucularının ad ve
soyadları yer almıştır. Bu maddeyi izleyen 28. Maddede ise kurucu başkan ve
onursal başkan isimleri ayrı ayrı belirtilerek, Türkiye’deki Kemalist birikimi
temsil eden Prof. Dr. Muammer Aksoy kurucu başkanlığa ayrıca ülkenin önde gelen
bir başka Profesörü olarak da Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu da bu derneğin
onursal başkanlığına getirilmiştir. Bir hoca olmanın ötesinde sürekli olarak
yazdığı gazete ve dergi yazıları ile de Türk ulusunun Atatürkçü bir çizgide
yetiştirilmesine çok büyük çabalar harcayan Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun
ismine kurucu başkan ile birlikte ayrı yer verilmesi bir onur borcu olarak
tüzükte yer almıştır. Kuruluş çalışmalarının başlangıcında Anıl Çeçen ve Gürbüz
Tüfekçi daha aktif olarak çalışırlarken, sonradan kurucu başkan olarak Prof. Dr.
Muammer Aksoy’un işin başına geçmesiyle birlikte insiyatif el değiştirmiş ve
bütün hazırlıklar ile toplantılar daha sonraki aşamada kurucu başkanın
yönetiminde tamamlanmaya çalışılmıştır. Kurucuların belirlenmesi sırasında
birçok başka başvurunun da gündeme gelmesi üzerine, öncü kadro çalışmalarını
hızla tamamlayarak Türk hukuku çerçevesinde mülki idareye başvuruda
bulunmuştur. Yaklaşık altı aylık bir inceleme sonrasında ilgili idari
amirliklerden yasal onaylar sağlanarak 1989 yılının son aylarında yasal
işlemler tamamlanmıştır. I990 yılının yılbaşından itibaren de Atatürkçü Düşünce
derneği bütün yasal koşulları yerine getirilmiş bir dernek olarak başkent
Ankara’da çalışmalarına başlamıştır. Derneğin kuruluşundan sonra normal
çalışmalarına geçmesiyle birlikte, Atatürkçü ve cumhuriyetçi toplum kesimleri
ile kurucu kadro bir araya gelerek hızla yeni kurulmuş olan derneğin toplumsal
bir tabana sahip olması için sosyal amaçlı çalışmalar başlatılmıştır. Bu tür
çalışmaların giderek artırılmasıyla birlikte ADD yurt içinde ve Avrupa’da yeni
temsilciliklerini ve şubelerini açmaya 1990 yılı itibarıyla başlamıştır.
Soru 4: ADD’nin kuruluşundaki ana hedefler ile bugün geldiği
aşamada konumunu nasıl buluyorsunuz?
Anıl ÇEÇEN: ADD’nin kuruluş aşamasındaki konjonktür ile bugün
içinde bulunulan süreç birbirinden çok farklıdır. On yıl önce yayınlanmış olan “ADD’nin Kitabı”
isimli kitabımda bu konuları geniş olarak ele alarak zaman süreci içinde kurucu
kadronun nasıl ADD gibi bir üst kuruluşu oluşturma noktasına geldiklerini
çeşitli yönleri ile ele alarak tartışmıştım. Yirminci yüzyılın dünya siyasal
tarihinde almış olduğu süreç içerisinde , Osmanlı devleti yıkıldıktan sonra
Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur . Yirminci yüzyılın ortalarına gelindiğinde de
dünyada yaşanmakta olan hızlı değişim süreci sonucunda her şeyin değiştiği
gibi, Atatürk Cumhuriyetinin değişmesi de kendiliğinden gündeme geliyordu. Batı
emperyalizmi dünyanın ortasını kontrol etmek için bu bölgeye baskılarını
artırırken, soğuk savaş dengelerinde Atatürk dönemini geride bırakmaya çalışan
yeni siyasetleri birbiri ardı sıra dayatıyordu. Demokrasiye geçilmesinden sonra
ortaya çıkarılan her on yılda bir darbe senaryoları ile Atatürk Cumhuriyeti
bağımsız bir ulus devlet olmaktan çıkarılarak, batı blokunun orta dünyadaki bir
Truva atı ya da askeri üssü haline dönüştürülmek isteniyordu. Türkiye dünyanın
merkezinde bir büyük ülke olmasına rağmen, Sovyetler Birliğine sınır komşusu
konumunda bir sınır karakoluna dönüştürülerek batının çıkarları doğrultusunda
Sovyet tehdidi ile karşı karşıya getiriliyordu. Bağımsızlık savaşı verilerek
kurulmuş olan Atatürk Cumhuriyetinin Kemalist aydınları, bu durumu bir türlü
kabul edemiyorlar ve siyaset sahnesinde geliştirilen batı teslimiyetçiliğinden
hızla uzaklaşmak istiyorlardı. Bu çizgide geleceğin Kemalist Türkiye’sini kurma
ve geliştirme hedefi Atatürkçü çevrelerde öne çıkıyordu. Gerekirse yeni bir
dünya düzeninin kurulması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal çıkarları
doğrultusunda bu yeni düzende yerini alması, gerçek Kemalistlerin ana hedefi idi.
Ne var ki, devleti kurmuş olan Atatürk’ün partisinin batı blokunun etkileriyle
merkez sağda liberal politikalara teslim olmasıyla birlikte, siyaset sahnesinde
Atatürkçülük geride kalırken, batı emperyalizmi kendi çıkarları için
geliştirdiği darbeleri Atatürkçülük adına yaparak, Türk halkını devlet
üzerinden kontrol altına almak istiyordu. İşte böylesine çelişkili durum
karşısında kalan Türkiye’nin Atatürkçüleri, batının destekleriyle Atatürk’ün
partisinden dışlanıyorlar ve askeri yönetimler aracılığı ile devlet ile
toplumun içindeki yerlerinden çıkartılmaya çalışılıyorlardı. Böylesine olumsuz
koşullarda Atatürkçülerin ana hedefi ,27 Mayıs sonrasının Türkiye’sinde yarım
kalan Atatürk devrimini tamamlamak, uluslaşma ve laikleşme süreçlerini bir an
önce bitirerek merkezi bölgede örnek bir devlet modeli olarak Atatürk
Cumhuriyetini geleceğe dönük bir biçimde kurumlaştırmak olmuştur. İşte bu
durumun farkında olan Atatürkçüler, Türk devletini bağımsız bir cumhuriyet
olarak yirmi birinci yüzyıla taşıyacak ve geleceğin dünyasında Kemalist devlet
modelini hem komşu ülkelere, hem Türk asıllı devletlere ve de bütün İslam
ülkelerine örnek olacak güçlü bir model biçiminde yeniden yapılandırmanın
arayışı içine giriyorlardı. Atatürk’ün partisi partili olmayan kadroların
elinde Atatürkçülük çizgisinden uzaklaştıkça, Türk kamuoyunda Atatürkçülük
adına büyük bir siyasal boşluk meydana geliyordu. İşte ADD böylesine bir
boşluğun doldurulabilmesi amacıyla
cumhuriyetin Kemalist birikiminin temsilcisi olarak tarih sahnesine çıkartılıyordu.
Ne var ki, kurucu kadrolar içinde bulunulan ortamın getirdiği ciddi bir birikim
ve bilinçle böylesine bir örgütlenmeye yönelirken, ne yazıktır ki sonraki
dönemlerde ADD’nin başına gelen yönetimler böylesine bir yeni yapılanmayı
gerçekleştiremiyordu. Atatürk’ün partisinden meclise girmeye çalışanlar, ADD
yöneticiliğini bir milletvekilliği basamağı olarak görüyorlar ama ADD’nin daha
güçlü çalışması için kurucu kadronun tarikatlarla mücadele için kurduğu ikinci
bir örgüt olarak ATA VAKFI’na sahip çıkmıyorlardı. Türkiye’nine en küçük
partisinin baskıları ile Kemalist bir araştırma merkezi olarak hazırlanan
KARGEM’in kuruluşunu yapamıyorlardı. Düzenli bir radyo ve televizyon aracılığı
ile kitlelere yönelen yayıncılıktan uzak kalınıyor, Kemalist birikimi bugünün
kuşaklarına taşıyacak bir Kemalist yayınevi kurarak düzenli olarak kitap ve
dergi çıkaramıyorlardı.
Genel merkezde bu
işi bilenlerin yerlerini ne belirli merkezlerin temsilcileri alınca,
Atatürkçülük birikimine sahip gençler ve ilgili uzmanlar yönetimde etkin
olamıyorlar ve bu yüzden de ADD gerektiği gibi çalışmalar yapmaktan uzak
kalıyordu. ADD’nin bugünkü pasif durumundan kurtulabilmesi için kesinlikle Türk
siyasetini iyi bilen bazı uzmanların ve kariyer sahibi Kemalistlerin
yönetimlerde yerlerini almaları gerekmektedir. Etkin bir yönetim için zamanı ve
maddi olanakları olan insanların yeni yönetimlerde yer alması ve hiçbir siyasal
partinin ya da yabancı ülkelerin sempatizanı konumunda olan kişilerin de yönetim kurullarında yer almamaları gerekmektedir.
ADD, otuz yıllık geçmişin ortaya koyduğu
gibi, Atatürkçülük adına darbe peşinde koşan batılı emperyalist ülkelerin ya da
Türk toplumunda güncel politikada etkin olan siyasal partiler ile çıkar
merkezlerinin, ADD yönetiminin oluşturulmasında devreye girmemeleri
gerekmektedir. Aksi takdirde yabancı ülkeler ile güç ve çıkar merkezlerinin
temsilcileri arasında kalan ADD, hiçbir biçimde kendisinden beklenen çalışmaları
ortaya koyamamakta ve koşullara uygun bir yönetimi içinden çıkaramamaktadır.
Yeni dönemde ADD hem güçlü bir vakıf yapılanması ile maddi bağımsızlığını
garanti altına almalı ve genel merkezde kuracağı bilimsel araştırma ve strateji
merkezleri ile Kemalizmin güncelleşmesini sağlamalıdır. Böylece ADD Türk
toplumuna 21.yüzyılın Kemalist stratejileri ile yeni politikalarını önerecek
bir ulusal merkez konumuna gelebilmelidir. Ancak böylesine bir konuma gelecek
ADD genel merkezi, Türkiye’nin geleceğe dönük yönlenmesinde öncü bir rol
oynayabilir. Bugüne kadar ADD böylesine çalışmalar yapmadığı ve yaptırılması
önlendiği için, ülkeye ve topluma dönük bir öncülük misyonunu üstlenememiştir.
İkinci cumhuriyetçiliğe teslim olarak küreselci neoliberal politikaların
baskısı altına girmiş olan Atatürk’ün partisi, bölücü etnik sorunlara öncelik
verdiği için ulusal politikalardan uzaklaşmış ve bu yüzden Türk kamuoyunda
ciddi bir ulusalcı boşluk ortaya çıkmıştır. İşte ADD bugün bu ulusalcı boşluğu
doldurmak zorundadır.
Soru 5: Türk ulusu kurucu önderi Atatürk’ü çok sevmesine rağmen
ADD toplumda neden hak ettiği yeri alamamakta ve etkin olamamaktadır?
Anıl ÇEÇEN: Herkes konuya kendi çıkarları doğrultusunda baktığı
için, Atatürkçülük siyaset sahnesinde etkinlik tesis eden fırsatçıların elinde oyuncak olmakta ve bu
yüzden de bir türlü Atatürkçü politikalar bugünün toplum yönetiminde öncü
olamamaktadır. Atatürk’ün NUTUK ve Gençliğe hitabe ile ortaya koymuş olduğu ana
düşünce yapısını belirleyecek ve bu esas doğrultusunda yepyeni bir yaklaşım
içerisinde bugünün genç kuşaklarına açılacak, ciddi bir yönetime ADD’nin
gereksinmesi vardır. ADD’nin Atatürkçü
düşünceye gerçek anlamda sahip çıkarak bu düşünceyi toplum önünde güncellik
kazandırması için gerekli olan bilimsel çalışmaların bir an önce tamamlanması
ve bu doğrultuda daha önce yayınlanmış olan bilimsel eserlerin bugünün
kuşaklarına ulaşacak biçimde yeniden yayınlanması öncelikli olarak yerine
getirilmesi gereken bir sorun olarak ADD’nin önünde durmaktadır. Her geçen günün tarih sahnesinde Türk
devletini kurucusu Atatürk’ün zamanından uzaklaştırdığını bilerek hareket
edecek bilinçli kadrolara Atatürkçü Düşünce Derneğinin acilen gereksinmesi
bulunmaktadır. Eski Atatürkçü kuşaklar günümüzde geride kalırken, cumhuriyetin
yeni yetiştirdiği nesillerin kurucu önder Atatürk’e yakışır bir biçimde ulusal
sorumluluklarına sahip çıkarak, Ata’nın gösterdiği çağdaş uygarlık hedefine
yönelik yoğun çalışmalara girmeleri gerekmektedir. Ne var ki, bugün gelinen
aşamada halk kitleleri yanlış ekonomik politikalara doğru yönlendirildiği için
giderek yoksullaşan halk kitleleri öncelikli olarak kendi ekonomik durumlarını
kurtarma mücadelesine girmek zorunda kalmaktadırlar. Ekmek parası peşinde
koşmak durumunda bırakılan okumuş kadroların gönüllü hareketlere ve idealist
çalışmalara zamanları kalmamaktadır ve
bu yüzden de ADD yeterince kaliteli kadroları işbaşına getirememektedir. Okumuşlar
ve uzmanlar yönetime gelemeyince ADD ‘de tam olarak çalışamamaktadır.
Türkiye
Cumhuriyeti sınırları içinde yer alan bütün kentlerin yerleşik aileleri teker
teker elden geçirilse hepsinin kökünde kurtuluş savaşında yer alan bir baba ya
da dedenin olduğu görüldüğü için Türk halkı kurucu önderine sahip çıkmış ve onu
ülkenin ve cumhuriyetin simgesi ve öncüsü olarak bağrına basmıştır. Ailesinde
ulusal kurtuluş savaşının izlerine sahip olan ve bunları günümüze kadar taşıyan
toplum kesimlerinin Atatürk yolundan dönmediği aksine yaşanan olumsuz
gelişmeler karşısında Atatürk sevgisinin daha arttığı gözlemlenmiştir.
Cumhuriyet rejimi ile bütünleşmiş olan bu gibi aileler ile ADD daha yakın
ilişkiler kurarak, bu ailelerin bugünkü kuşaklarının temsilcisi olan gençlerin
öncelikli olarak ADD üye tabanı içinde hak ettikleri yeri almaları
sağlanmalıdır. Bu yoldan kazanılacak yeni Kemalist kadrolar aracılığı ile, ADD
daha aktif bir duruma gelebilecek ve dinamik kadroları ile kendisinden beklenen
çalışmaları daha etkili bir biçimde gerçekleştirebilmenin öncü gücü haline
gelebilecektir. Ulusal kurtuluş mücadelesinin içinden gelen ailelerin sahip
oldukları Atatürk sevgisi yeni yaklaşımlar aracılığı ile örgütlendikten sonra
örgüt çatısı altında bir araya getirilecek bu ailelerin genç temsilcilerinin
devreye girmesiyle birlikte, geleceğin toplum yapısı içinde Atatürkçülerin önde
gelen bir yere sahip olmaları sağlanabilmelidir. Günümüz koşullarında dünya
nüfusu 8 milyarlık bir büyüklüğe doğru hızla artarken, Türkiye gibi ülkeler
ortada kalmakta ve yeni büyük ülkelerin devreye girmesiyle birlikte
uluslararası etkinlikler çok daha farklı bir çizgide gündeme gelirken, Atatürk
Türkiye’sinin çok geride kaldığı bir uzaklaşma sahnesi ile karşı karşıya
kalınmaktadır.
Cumhuriyetin
kurucusu ile yeni cumhuriyet kuşaklarının bir türlü buluşamaması yüzünden,
Atatürk karşıtı bazı siyasal iktidarlar devlet yönetimi sırasında devletin kurucusundan
farklı çizgilerde hareket ederek toplumda kurucu önderden uzaklaşan bir
yapılanmayı öne çıkarmaktadırlar. Bu durumda, Atatürk ve Cumhuriyet tarihi
yerine yakın tarih yaklaşımı çerçevesinde Türkiye ve Atatürk cumhuriyeti ile
ilgili bilgi birikiminin genç kuşaklara bilinçli olarak aktarılmaması ülkeyi
kurucu önderinden uzaklaştırmış ve Atatürk cahili dindar kuşakların
yetiştirilmelerine öncelik verilerek ve Türk toplumu yanı başındaki medeniyet
beşiği Avrupa kıtasından uzaklaştırılarak, farklı yönlere doğru yeni kuşakların
çekilmesine çalışılmıştır. Eğitim ve kültüre çok önem veren Atatürk, son
dönemin dinci yönetimlerinin etkileri ile toplumun hafızasından silinmeye
çalışılmıştır. Ayrıca bir devletin ya da siyasal rejimin kendi halkı ile
buluşmasını sağlayan, devlet ile ulusu bir araya getiren siyasal köprüler
olarak ulusal bayram günlerinin kutlanmasının çeşitli bahaneler yaratılarak
eskiden olduğu gibi kutlanmaması da genç kuşakların yetiştirilmesi sürecinde
ulusal bilincin devre dışı bırakılmasına yol açmıştır. Bu durum Kemalist devrim
karşıtı karşı devrimcilerin izlediği bir olumsuz bir yaklaşım olmuştur. Ulusal
bayramların kutlanmaması, Atatürk ve ulusal kurtuluş ile ilgili eğitim
sayfalarının okul programlarından çıkarılması ile cumhuriyetin kamusal
alanlarının tasfiyesi aracılığı ile Atatürk cumhuriyeti ile cumhuriyetin
temsilcisi genç kadroların Atatürk’ten uzak bir gelişim çizgisine doğru sürüklenmesine
neden olmuştur. Ayrıca Atatürk karşıtı toplum kesimlerinin batının önde gelen
emperyalist devletlerinin kontrolü altına girmesiyle, planlı ve programlı bir
biçimde Atatürk karşıtı kesimlerin yayın organlarına yansıtılmıştır. Atatürk ve
ulusal kurtuluş savaşını olumsuzluklar içinde ele alan ve her fırsatta Atatürk
ile ilgili olumsuz yaklaşımları kamuoyu önünde tekrarlayan karşı devrimci
oluşumlar, dış güçlerin finansmanı ve destekleriyle düzenli bir biçimde
sürdürülerek, Türkiye’nin bugünkü olumsuz duruma gelmesi sağlanmıştır.
Emperyalizme karşı savaşarak kurulmuş olan Türk devleti gene dış güçlerin
emperyal oyunlarına doğru sürüklenmekten kurtulamadığı için, dış güçlerin
Atatürk düşmanlığı senaryolarına Türkiye alet olmaya devam etmektedir. Böylesine
olumsuz bir durumdan Türkiye’nin kurtulabilmesi için, ADD gibi bir kitle
örgütünün tam kapasite ile çalışmalı ve toplum ile devletin kurucu önderin
yolunda gitmesini sağlamalıdır.
Soru 6: ADD kuruluş ilkeleri doğrultusunda bugünün Türkiye’sinde
ne gibi çalışmalar yapabilir?
Anıl ÇEÇEN: ADD ve kuruluş ilkeleri denince akla hemen Atatürk ilkeleri
gelmektedir. Bu ilkeler aynı zamanda Atatürk’ün son döneminde anayasada da yer
aldıkları için aynı zamanda cumhuriyetin de temel ilkeleri olarak kabul görmektedir.
Altıok olarak sayılan Atatürk ilkeleri
hem Atatürkçülüğün hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkeleri olarak bugünkü
anayasal düzen içinde yerini korumaktadır. Türk anayasasının başlangıç
hükümleri kısmında yer alan cumhuriyetin temel ilkeleri aynı zamanda Atatürk
‘ün siyasal sistemini oluşturan temel taşlar olarak görülmektedir. Bu ilkelerin
neden seçildiği ve Atatürk’ün bu ilkeleri neden bir araya getirerek ayrı bir
sistem kurmaya çalıştığı gibi soruların şimdiye kadar yanıtsız kalması yüzünden,
ilkeler ile ilgili belirli bir bilinç düzeyi ortaya tam olarak konulamamıştır.
Ayrı sistemler içinden alınarak bir araya getirilen cumhuriyetin temel ilkeleri
benimsenirken, diğer devlet modellerinden çok farklı bir yeni sistem eklektik
bir yöntem izlenerek oluşturulmaya çalışılmıştır. ADD önce Atatürk’ün
ilkelerinden oluşan sistemini iyi anlayarak bir birikimi genel merkezde meydana
getirdikten sonra, bu ilkeler doğrultusunda içeriğe sahip olan belirli plan ve
programları sistemli bir biçimde kamuoyuna sergilemelidir. Her ilkenin içeriğini
belirleyen çalışmalardan sonra, bunların eklektik bir sistem oluşturmasının
arkasında yatan nedenler de dile getirilerek, Atatürkçü taban içinde siyasal bilinçlenme
çalışmaları yapılmalıdır. İlkelerin hem ayrı ve tek başına hem de birlikte ele
alındığı toplu programların, çalışma yılı içindeki takvimlere uygun bir biçimde
kamuoyuna yansıtıldığı etkinlikler düzenli bir biçimde sürdürülmelidir.
Atatürk’ün altı
oku iki kısma bölünmektedir. Fransız devriminden alınan cumhuriyetçilik,
milliyetçilik ve laiklik ilkeleri birinci grubu oluştururken, Sovyet devriminden
alınan devletçilik halkçılık ve devrimcilik ilkeleri de ikinci grubu
oluşturmaktadır. Birinci Dünya savaşı sonrasında dünya haritasının aldığı yeni
biçime göre bir tarafta batı dünyası, diğer tarafta buna karşı olan doğu bloku
ve de bu iki dünya arasında yer alan İslam dünyası üçüncü bir yapılanma
modelini ortaya çıkarırken, Atatürk bu üç dünyanın tam ortasında yer alan
Anadolu yarımadası üzerinde her üç blokun dışında kaldığı bir biçimde bağımsız
bir merkezi devlet modelini kuruyordu. İşte değişik sistemlerin içinden
seçilerek benimsenen altı ilke bir araya getirildiğinde her üç dünyanın dışında
kalan bir yeni merkezi devlet yapılanması öne çıkıyordu. Sovyet blokunun
çökmesi üzerine dünya tek kutuplu bir yönelişe doğru sürüklenmiş ama daha sonra
ortaya çıkan çok kutuplu dünya yapılanması çerçevesinde Türkiye’nin gene
Atatürk’ün belirlediği gibi merkezi devlet modeli olarak yoluna devam etmesi
siyasal istikrarın korunabilmesi açısından zorunlu görülmüştür. Bugün gelinen
yeni aşamada Türkiye’nin geçmişten gelen merkezi devlet modelini koruyarak
yoluna devam etmesi, böylesine bir ilkeler bütününün kalıcı bir sisteme
dönüştürülmesi sayesinde olmuştur. Bu tür bir oluşumun ortaya çıkış nedenleri
ile birlikte bu ilkelerin tercih edilmesi, diğer ilkelerin sistem dışı
bırakılması, ayrı bir senteze yönelen Atatürk’ün hiçbir sisteme benzemeyen
tamamen farklı bir modeli oluşturmaya çalışması, O’nun veciz ifadesinde yer
alan “Biz bize benzeriz “gerçeğini doğrulamaktadır. Atatürk modelinin temelinde yer alan ilkelerin
arkasında yatan gerçekliklerin de dile getirilmesiyle birlikte genç kuşakların
kafasında bir kategorik yapılanmanın önünün açılması sağlanabilecektir. Belirli kategoriler içerisinde ele alınacak
cumhuriyetin temel ilkelerinin sistemleştirilmesi daha sonraki aşamada daha
uyumlu bir biçimde ele alınabilecektir. Atatürk ilkeleri üzerinden
geliştirilecek yeni bir Atatürkcülük programı geliştirilmezse o zaman Atatürk
üzerine temel bir eğitim programını uygulama alanına getirmek zor
olabilecektir. ADD şubelerinin aynı zamanda bir dershane ya da konferans
salonlarına dönüştürülmesi gene ayrı bir proje olarak geliştirilerek, ülkenin
her köşesinde yer alan ve ulusal bir misyonu taşıyan ADD şubeleri Kemalist
cumhuriyetin yurt sathına yayılmış temel taşları olarak üzerlerine düşen
görevleri zaman içerisinde yerine getireceklerdir.
Soru 7: ADD bugün üzerine düşen görevleri yeterince yerine
getirebiliyor mu? Sorunlar nedir?
Anıl ÇEÇEN: ADD genel merkezi bugünün dünyasında kendisinden
beklenen görevleri yerine getiremediği gibi aynı zamanda üstlenmiş olduğu
siyasal misyonun bilincine de sahip çıkarak tarihsel misyonunu tam anlamıyla
yerine getirememektedir. Böylesine olumsuz bir tablonun ortaya çıkmasında
koşulların yetersizliği gibi aynı zamanda karşı çevrelerin dışarıdan ve uzaktan
müdahale etmeleri de çeşitli engellerin ortaya çıkmasında etkili olmaktadır. Otuz
yılı geride bırakarak ve çeyrek yüzyıllık bir zaman dilimini aşarak
kurumsallaşma yolunda emin adımlarla ilerleyen ADD’nin beklenen düzeyde etkili
olamaması ya da beklenen çalışmaları yapamamasının arkasında yatan gerçeklerin
açıkça ortaya konulması ve halka açık bir biçimde tartışılarak gereğinin
yapılması zorunlu görünmektedir. Her türlü olumsuz koşula rağmen ADD’nin
geçmişten gelen hedefler doğrultusunda etkin olabilmesi halk kitleleri ile yakın
temas içine girilmesiyle mümkün olabilecektir. Bu doğrultuda ADD genel
merkezinin ya da şubelerin kendi merkezlerinde etkinlikler yapması yetersiz
kalabilir. Bu doğrultuda yeni yerleşim yerleri ya da mekanların devreye
sokulmaları gerekmektedir. Dernek şubelerinde dershane ve eğitim çalışmalarının
yanı sıra üyeler arasında kaynaşmayı sağlayacak lokal çalışmalarına da yer
verilerek, toplumsal etkinlikler daha üst düzeyde geliştirilebilir. ADD’nin
şimdiye kadar eksik kalan lokal hizmetlerinin yeniden düzenlenmesiyle,
toplumsal etkinliklerin kısa zamanda artarak gelişmesi doğrultusunda olumlu
sonuçlar elde edilebilecektir.
ADD genel
merkezinin başkent Ankara’nın merkezinde yer alan Kızılay bölgesinde bir ADD Lokali
açması, ya da Atatürk’ün tarihsel mekanı olan Anıt Kabir’in
etrafında yer alan Anıt Caddesi üzerinde bir Anıt Cafe açması, bugünün genç
kuşaklarının ortak çatısı altında yer alabilecekleri bir yeni mekan
sağlayacaktır. Tren ve metro istasyonlarının kesişme bölgesi olan Kızılay’da
açılacak bir ADD lokali başkent Ankara’da yaşamlarını sürdüren Atatürkçü ve
Cumhuriyetçi kesimlerin bir araya gelebileceği, gazete ve dergi okuyabileceği
ya da sohbet edebileceği yeni bir mekan olarak, dağılmış olan Atatürkçü
kesimleri bir araya getirerek düzenli toplantılar ile var olan toplumsal
potansiyelin kinetik enerjiye dönüşmesine destek verecektir. Benzeri bir
biçimde büyük şehirlerdeki ADD şubelerinin sahip oldukları merkezi, çok yönlü
kullanıma açmalarıyla birlikte dernek üyesi olmayan kesimlerden gelen
insanların da ADD çatısı altına girmelerini kolaylaştıracak ve bu doğrultuda
yeni çalışmalara üye dışı potansiyelin katılımı lokal hizmetleri üzerinden
sağlanabilecektir. Genel merkezin düzenli olarak yürüteceği lokal hizmetlerinin
şubeler düzeyinde yaygınlık kazanmasıyla birlikte, tüm yurt sahasında
lokalleşme ile birlikte Atatürkçülük yeniden Türk halkı ile buluşturularak
karşılıklı bir yeniden yapılanmanın kapısı açılabilecektir. ADD’nin genel
merkeze bağlı bir statüde kuracağı bir yayınevi ya da buna bağlı olarak
örgütlenecek bir kitap evi de, okur
yazar toplum kesimlerinin bir araya
gelerek konuşmak ve sohbet etmek gereksinimlerini karşılayacak yeni bir açılımı
toplumun hizmetine getireceği gibi, aynı zamanda Atatürkçülük ya da cumhuriyet ilkeleri konularında yazılmış
olan kitapların aracı olacağı yeni birliktelikler, yayınevi ya da kitapevi
çatıları altından ortaya çıkması için elverişli ortamlar sağlayabilecektir. ADD
genel merkezinin sosyal ve kültürel bir açılım ile Türk toplumu ile yeniden
kaynaşmaya yönelmesi ülkede yeni bir sıcak ortam yaratacaktır. Lokaller ya da
kitapevleri gibi sosyal etkinlik merkezlerinin sağlayacağı yeni ortamlar
aracılığı ile toplumda yepyeni bir etkinlik ve diyalog sürecinin önü
açılacaktır. Bu tür çalışmaların yürütülmesi sırasında gereksinme duyulan maddi
desteklerin sağlanması için, ATA VAKFI’nın da tüzüğündeki amaç maddelerine
uygun bir çalışma düzenine kavuşturulması gerekmektedir. Vakıf lokallerin
açılması ve benzeri sosyal tesislerin örgütlenmesi açısından maddi destek
sağlayacak bir biçimde yeniden yapılandırılmalıdır. ADD genel merkezinin atılım için gereksinmesi
olan maddi destekleri n vakıf aracılığı ile sağlanması ADD örgütünün
bağımsızlığının korunması açısından yararlı olacaktır yararlı olacaktır.
Soru 8: ADD’yi bugünün koşullarında bazı siyasal grupların ele
geçirmeye çalışmaları nasıl önlenebilir?
Anıl ÇEÇEN: ADD sahip olduğu yüzlerce şubesi aracılığı ile
Türkiye Cumhuriyeti’nin en yaygın örgütü olarak öne çıkmaktadır. 28 Şubat ve
sonrası dönemlerde yaşanan olumsuz gelişmeler, ADD’nin hedef alınmasına ve
cumhuriyetin birikiminin örgütlendiği bu üst yapılanmaya karşı, devleti ele
geçiren siyasal kadroların olumsuz gelişmeler gündeme getirdikleri görülmüştür.
Türkiye Cumhuriyeti’ni Atatürk çizgisinin dışına çekmek isteyenler,
karşılarında Atatürkçülüğün en üst düzeyde birikimine sahip olan bir büyük
kitlesel oluşumdan çekindikleri için her zaman ve her yerde Atatürkçü Düşünce Derneği’ne
karşı çıkmışlardır. Zamanı geldiğinde bazı demokratik kitle kuruluşları
kapatılmak istenmiş ve çeşitli dernekler üzerinden gündeme getirilen kapatılma
senaryolarının başka benzerleri de ADD için de söz konusu edilmeye çalışılmıştır.
Devletin kuruluş modeline sahip çıkan bir Atatürkçü birikim ADD aracılığı ile
topluma yayılırken, Türk toplumunu ya Ortaçağ karanlığına ya da emperyalizmin
sömürgeciliğine alet etmeye kalkışanlar, antidemokratik baskılar ve senaryolar
ile ADD’nin önünü kesmeye çalışmışlardır. Siyaset arenasındaki gelişmeler
çerçevesinde ADD’ye karşı çıkanlar
olduğu gibi, Türkiye’nin bu en büyük derneğini ele geçirerek kendi siyasal
çizgisi doğrultusunda araç ya da basamak
olarak kullanmak isteyenler de, ADD
genel kurulları sırasında fazlasıyla öne
çıkarak göze çarpmaktadırlar. Bu gibi durumlar önlenemezse, Türk devleti ve
ulusunun milli kesimleri harekete geçmezlerse Türkiye’nin içine sürüklenmiş
olduğu çıkmazdan kurtulabilmesi pek mümkün görünmemektedir.
Aslında her
siyasal parti ya da merkez, bütün dernekler ya da diğer kuruluşlar üzerinde
etkin olmak isterler. Bu gibi kuruluşları siyasal arenada birer yan kuruluş
konumunda kullanmak isteyen siyasal güçler, her fırsatta demokratik kuruluşları
kendi yanlarına çekerek toplumsal alanda etkin olabilmenin yollarını ararlar ve
ellerine geçen her fırsatta da bu gibi kuruluşlara baskı yaparak onları kendi
yanlarında yönlendirmeye çaba gösterirler. İnsanlık tarihi açısından dünya
haritası üzerinde yer alan devletlerin konumları ele alındığında küresel alanda
yeni ortaya çıkan gelişmeler doğrultusunda jeopolitik dengelerin değiştiği ve
bu süreç içinde gücü ele geçiren merkezlerin kendi çıkarları için
hazırladıkları plan ve projelerin dıştan desteklenerek ülkelerin önüne
konulduğu artık açıkça görülmektedir. Türkiye emperyalistlerin en çok değer
vererek yaklaştığı ülkelerin en başında yer aldığı için, Türkiye ve içinde
bulunulan bölgenin geleceği amacıyla hazırlanmış bölgesel plan ve haritalarda,
Misakı Milli sınırları içerisinde kurulmuş olan Türk devletinin bugünkü
sınırlarının ötesinde yeni yaklaşımların öne çıktığı görülmektedir. Bu nedenle
Türkiye Cumhuriyeti’nin batılı ittifaklar içinde bulunduğu müttefiki ülkeler
ile, arasında çok ciddi ihtilaflı durumlar bulunduğu görülmektedir. Türkiye’nin
batılı dostlarının hiçbirisi Türk devletini Atatürk’ün kurmuş olduğu gibi
ulusal, üniter ve merkezi devlet olarak görmediği, hele bizim Atatürk ilkeleri
dediğimiz cumhuriyet ilkelerinin sentezi ile oluşturulmuş olan Kemalist
cumhuriyet modelini desteklemedikleri anlaşılmaktadır. Bu çerçevede Türkiye üzerinde ve çevresinde
kendi plan ve projelerini uygulamak isteyen emperyalist devletler, kendi
çıkarlarını temsil eden parti ve örgütleri destekleyerek ve kullanarak, onların
aracılığı ile Türkiye üzerinde baskı kurmak ve hegemonya düzeni içinde Türk devletini yönlendirmeye çalışmak
gibi bir yol izlemektedirler. İşte bu yüzden Türkiye’deki bazı siyasal örgütler
dışarıdan finanse edilerek siyaset sahnesinde güçlü bir konuma gelirken, aynı
zamanda kendi politikaları doğrultusunda kullanabilecekleri örgütlerin üzerine
giderek bunları kendi kontrolleri altına almaya çalışmaktadırlar. Böylesine bir
durumdan en çok zarar gören ADD olmaktadır, çünkü batı baskısı altına girmiş
olan parti ve örgütler, başka kuruluşların ele geçirilerek bağlı oldukları
merkezin çıkarları çizgisinde yönlendirilmeleri ile uğraşmaktadırlar. ADD bu
durumdan acilen kurtulmalıdır.
Soru 9: Emperyalizmin bölgesel planları doğrultusunda ADD bugün
neler yapmalıdır?
Anıl ÇEÇEN: ADD, emperyalizme karşı savaşarak bağımsız olan
Türkiye Cumhuriyeti’nin antiemperyalist birikimine öncelikle sahip çıkmalıdır.
Yirmi birinci yüzyılın koşullarında emperyalist batılı ülkeler tüm Orta Doğu
bölgesini kendi denetimleri altına alabilmek için, Büyük Orta Doğu, Büyük
İsrail, Büyük Avrupa, Büyük Rusya, Büyük İslam Birliği, Büyük Türk Birliği ve
Yakın Doğu Konfederasyonu, gibi emperyalist planları öne çıkararak, bölgedeki
gelişmelerde kendi planlarına uygun yeni adımların atılmasına çaba
göstermektedirler. Burada belirtilen projelerin hiç birisi Atatürk
Türkiye’sinin modeline uygun olmayan emperyalist planlardır. Yeniden Halifelik
peşinde koşanlar laik rejime karşı çıkmaktadırlar. Türk ulusunun milli devleti
olan Türkiye Cumhuriyeti’ne tümüyle karşı çıkarak bölgede yaşayan alt kimlikli
toplulukları yeni eyaletleşme süreçlerinden sonra bölgesel federasyonlara
yönelten emperyalist planlarda ise, Türk devletinin ulusal, üniter ve merkezi
modeli kesinlikle red edilmektedir. Osmanlının son döneminde olduğu gibi yeni
bir Sevr uygulaması arayışına giren emperyalistlerin bir kısmı din devleti, bir
kısmı etnik devletçikler, bir kısmı de bölgesel federasyonlar peşinde
koşarlarken, Türkiye’yi Sevr planı doğrultusunda yıkarak alan temizliğine
yönelmektedirler. Bu nedenle 22 Müslüman devletin sınırlarının değişeceğini
açıkça söylemektedirler. Son dönemlerde büyük bir hegemonya savaşına sahne olan
Türk devletinin geleceği bu hegemonya savaşını kimin kazanacağına bağlıdır. Birinci
dünya savaşını kazanan İngiltere ile İkinci dünya savaşını kazanan ABD
üstünlüklerini yitirdiği için, Almanya, Rusya, Çin ve Hindistan gibi yeni büyük
güçler merkezi coğrafyanın ele geçirilmesi için siyasal ve ekonomik bir yarışa
girmiş durumdadırlar. Yeni patron belli olana ya da dünya devletleri Birleşmiş
Milletler çatısı altında bir araya gelerek anlaşmalarına kadar büyük bir
hegemonya yarışına bütün dünyanın sahne olacağı anlaşılmaktadır.
Dünya hegemonya
savaşı devam ederken, Türkiye’nin Atatürkçüleri cumhuriyetin uyanık bekçiliğine
devam edecektir. Bu doğrultuda büyük
güçler arasındaki çekişmeyi taraf tutmadan izleyerek ve kendi bağımsız
varlığını koruyacak yeni antiemperyalist önlemler alarak kendisini
koruyacaktır. Öncelikle merkezi devletin güçlenmesi için merkezin sağ ve sol
yanlarında yer alan toplum kesimlerinin, yeni bir demokratik Kemalist merkez
yapılanması içinde yer almalarını sağlayacak bir ulusal bütünleşmenin
çağrısını, Atatürk Cumhuriyetinin özünü temsil eden ADD hiçbir parti ayırımı
yapmadan toplumun her kesimine dönük olarak yapmalıdır. Böylece ülke ve
devletin güçlenmesine öncelik verilecek ve ikinci aşamada da cumhuriyetin kuruluş döneminde Atatürk’ün İran’ı yanına alarak
Orta Doğu devletlerini emperyalizme karşı birleştiren bölgesel ittifakı
olan Sadabat Paktı benzeri bir
Merkezi Devletler Topluluğu oluşumunun, Türkiye tarafından bir ulusal
politika ve bölgesel bir milli plan
olarak benimsenmesi için, Atatürkçü
güçler ADD’nin öncülüğünde yoğun bir kamuoyu oluşumuna gitmelidirler .Bütün emperyalist projelere
karşı bölgesel bir alternatif olacak
böylesine bir oluşum, Türkiye Cumhuriyetinin emperyalistlere karşı komşuları ile oluşturacağı bölgesel işbirliği aracılığı ile çok hızlı bir biçimde dünya
kamuoyuna taşınabilmelidir .ADD bu aşamada Kemalist dış politikayı tartışma
sahnesine getirmelidir . Genel merkez ve şubeler, merkezi coğrafyada
çıkartılmaya çalışılan üçüncü dünya savaşının önünü kesmek üzere, Atatürk’ün
yurtta ve dünyada barış politikalarını öne çıkaran toplantı ve sosyal
etkinlikleri, eskisinden çok daha yoğun bir biçimde ülkenin her yanında ADD
öncülüğünde düzenlemelidirler. Çağdaş cumhuriyeti yaratan Atatürkçü gücün bugünkü
uzantısı
olarak ADD, Atatürk ve arkadaşlarının Türk ulusuna bırakmış olduğu Türkiye
Cumhuriyeti mirasını yaşatabilmek için gerekli olan neyse, bütün bu konu ile
ilgili işleri ve girişimleri öncelikli olarak tamamlayabilmek üzere bir
cumhuriyetçi seferberliğe yönelmelidir. Olağanüstü gelişmeler dikkate alınarak
yurt düzeyinde bir cumhuriyetçi seferberliğin öne çıkmasında ADD ilgili kuruluş
olarak önde gelen bir misyon acilen üstlenmelidir.
Anıl ÇEÇEN: Bugünün dünyasında batı emperyalizmi kontrol altında yeni bir dünya düzeni
kurmaya çalışırken bugünün
dünyasındaki devletleri ve ulusları çökertmeye çalışmaktadır. Gelinen noktada
Avrupa Birliği gibi Amerika Birleşik Devletleri de parçalanmanın eşiğine
gelmiştir. Kendilerini kurtarmak üzere bütün dünyaya saldırmakta kararlı olan
bu iki emperyalist güç, yeryüzü haritalarında yer alan ulus devletleri
parçalamaya uğraşmaktadırlar. Eğer var olan ulus devletleri alt kimlikli
toplumları kışkırtarak parçalayabilirlerse, o zaman kendilerini toparlayarak
hegemonyalarını sürdürebileceklerdir. Bugün gelinen aşamada hem emperyalizm ile
ulus devletler karşıtlığı tırmandırılmakta hem de küreselleşen büyük tekelci
şirketler ile devletler karşı karşıya gelmektedirler. Büyük Orta Doğu Projesi
için getirilen ılımlı İslam hükümetinin yirmi yıla yaklaşan iktidar süresinin
uzamasının en büyük nedeni, bu genel gidişe karşı duracak bir alternatif
hareket ya da siyasal partinin çıkmamasıdır. Önümüzdeki dönemde Türkiye’yi
kurtaracak bir Kemalist iktidarın siyasal alternatif olarak iktidara gelmesi
ancak ve ancak yeni bir Atatürkçülük rüzgarının yurt sathında estirilmesi ile
mümkün olabilecektir. Böylesine güçlü bir Atatürk’çü rüzgârı estirebilecek tek
milli güç merkezi, bugünün koşullarında Atatürkçü Düşünce Derneği’dir. Bazı
liberal, kapitalist, Marksist ya da bilimsel sosyalistlerin kendi siyasal çıkar
planları doğrultusunda hareket ederken, Atatürkçülüğü kendi ideolojilerine süs
takmak için kullanmalarına, gerçek Atatürkçülerin izin vermemeleri
gerekmektedir. Türkiye’nin en büyük derneği olarak ADD hiçbir partinin ya da
örgütün baskısı altına girmeden bağımsız kimliği ile Türk devletinin Atatürk
ilkeleri doğrultusunda varlığı için çalışmalıdır. Hele küçük partilerin,
Atatürkçü görünerek güncel siyasal platformlarda geliştirdikleri konjonktürel
politikaların ADD çatısı altında hiçbir biçimde yerleri olmaması gerekir. ADD
partiler arası çekişmelerde kendisini koruyarak bu tür siyasal manevraların hiçbir
zaman aracı olmamalıdır.
Kemalizm hem
sosyalizmin hem de liberalizmin ötesinde bir ideoloji ve özgün bir siyasal
sistemdir. Bu siyasal gerçeğin iyi bilinmesi ve Atatürkçülüğün kalesi olarak
ADD’nin antiemperyalist çizgide yoluna devam etmesi gerekmektedir. ADD
öncelikle Atatürkçülüğün merkezi olmalı ve Türkiye’nin Kemalist birikimini
bugünün Türkiye’sinde sorumluluk içinde öne çıkararak, Türk toplumuna ve
devletine Kemalist yönde bir öncülük yapmalıdır. Türkiye’nin Atatürk çizgisinde
yenilenmesi ile birlikte Türk devlet modeli ortaya çıkarılmalı ve merkezi
coğrafyadaki devletler ile birlikte Türk ve İslam asıllı toplumlarda Kemalist
devlet modeli örgütlenerek, yeni dünya düzeninin daha dengeli ve adil bir
biçimde oluşturulmasına katkıda bulunulmalıdır. Yüz yıl önce Atatürk ile Samsun’a
çıkanların getirdiği siyasal birikim, bir asır sonra dünya yenilenirken Türkiye
Cumhuriyetinin önünde ciddi bir siyasal alternatif olarak görülmektedir. ADD
bugünün koşullarında Atatürkçülüğü yeniden Türk toplumu içerisinde
yaygınlaştırırken, bütün siyasal örgütlere karşı mesafeli durarak hareket
etmelidir. Türk ulusunun Atatürk’ün mirasına sahip çıkabilmesi için gerekli
olan mücadeleyi ADD tek başına sırtlanmalıdır. Cumhuriyeti kuranların bugünkü
uzantılarının Atatürk yolundan gidebilmeleri için gerekli olan rehberlik
görevini ADD yerine getirebilmelidir. ADD sahip olduğu otuz yıllık birikimi ile
Türkiye’nin ulusal programına öncülük yapmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder