CUMHURİYETÇİ BİRLİK PLATFORMU
Türkiye
Cumhuriyeti devleti kurucu önderliğin ve onu destekleyen kadronun ortaya
koyduğu yapıda, kuruluş modeli gereği bir cumhuriyet devletidir. Devleti kuran
Atatürk’ün partisinin isminin başında cumhuriyet kavramının yer alması da bu
durumun açık bir göstergesi olarak, bugünkü genç cumhuriyet kuşaklarına yol
göstermektedir. Dünyanın tam ortasında ve çok farklı bir jeopolitik konumun
üzerinde ortaya böyle bir cumhuriyet devletinin çıkışı, rastlantıların değil
ama tarihsel sürecin dünya jeopolitiğine yansımasının sonucunda gerçekleşmiş
olan bir siyasal oluşumdur. Aradan bir yüzyıllık zaman dilimi geçmesine rağmen
ve aradan iki büyük dünya savaşı ile birlikte Osmanlı coğrafyasında sosyalist
sistemin kuruluşu ile Siyonist İsrail’in merkezi coğrafyada bir yeni devlet
olarak doğması bölgenin yeni haritasında etkili olmuştur. Batılı emperyalist ülkelerin bu coğrafyayı
sürekli olarak karıştırarak, kendi çıkarları doğrultusunda merkezi alanda uzaktan
kumandalı biçimde, bölge koşullarına ters düşen yeni siyasal yapılanma
maceralarına sürüklemeleri ve yeni bazı emperyalist projeleri bölge
devletlerine dışarıdan dayatmalarına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti yüz yıllık bir
tarihi gerilerde bırakarak bugünlere gelme şansını elde etmiştir.
Ne var ki, Türkiye
Cumhuriyeti’nin günümüzde yaşanmakta olan zaman dilimine ulaşması kolay
olmamış, birçok badireler atlattıktan sonra Atatürk’ün Cumhuriyeti yüz yılın ilk çeyreğinde varlığını
koruyabilmiştir. Yeni yüzyılın ortalarına doğru yol alırken ve bu dönemin içine
iyice girilirken daha önceleri hesapta olmayan bir ok yeni durumun ve
koşulların ortaya çıktığı görülmekte ve böylesine bir büyük değişim rüzgarının
tam ortalarında, Türkiye Cumhuriyeti devleti de geçen asır ile bugünkü zaman
dilimi arasında sıkışıp kalarak kendi yolunu bulmakta zorlanmaktadır. İşte böylesine bir alt üst oluş döneminden
çıkmaya çalışırken, Türk devleti hem varlığını korumak hem de kuruluştan gelen
devlet modeline sahip çıkarak yoluna devam etmek gibi iki büyük misyon ile
karşı karşıya kalıyordu. Kurucu önder Atatürk’ün ifade ettiği gibi sonsuza
kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşaması ve varlığını gelecek yüzyıllara taşıması,
bugünkü cumhuriyet kuşaklarının önde gelen görevleri olmasına karşılık, bu
doğrultuda toplumun içinden çıkması gereken cumhuriyetçi refleksin bir türlü
ortaya çıkamadığı ve bu doğrultuda Türkiye Cumhuriyeti’nin kendini yenileyerek
yoluna devam etmekte zorlandığı görülmüştür. Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni
genç cumhuriyet kuşaklarına emanet ederken böylesine bir ulusal beklenti içinde
olduğunu, geleceğin Türk toplumunu oluşturacak genç kuşakların uyanık bekçiliği
ile Türkiye’nin geleceğe açılacağını umut ediyordu.
Merkezi
coğrafyanın tam ortalarında batı kapitalist sistemi, doğu sosyalist sistemi ile
birlikte bir de İslam dünyasının önde gelen devletleri ile çevrili olan bir
jeopolitik konumda, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları etrafı çeviren üç
sisteme dahil olmayarak, bu üç büyük sistemin tam ortasında tam anlamıyla bağımsız
ve özgür bir devlet modelini dünya kamuoyunun gözleri önünde öne
çıkarıyorlardı. Batı sistemini ortaya çıkaran Fransız devriminin getirdiği üç
ile olarak cumhuriyetçilik, milliyetçilik ve laik esasları ile, Sovyet
devriminin getirdiği devrimcilik, devletçilik ve halkçılık ilkeleri eklektik
bir yöntem uygulanarak bir araya getiriliyor ve ortaya ülkenin özel koşullarına
uygun düşen bir yeni siyasal oluşum, Kemalist devrim adı verilen köklü değişim
sonucunda ortaya çıkarılıyordu. Türkiye Cumhuriyeti devleti tarih sahnesine
çıkarken, kurucu irade böylesine bir ulusal sentezi ortaya çıkarıyordu . Bu
çerçevede geçmişteki hiçbir rejime ya da siyasal kutuba benzemeyen bir yeni
cumhuriyet modeli tarihteki yerini alıyordu.
Cumhuriyetçilik
ilkesi rejimin temel yapısını oluşturan altı ilkenin en önemlisi olarak ortaya
çıkarılırken, yeni devletin yapılanması da bu doğrultuda kurulmaya
çalışılıyordu. Ne var ki, böylesine bir tutum açık olmasına, beklenmedik
gelişmeler ve dünya savaşları sürecinde ortaya çıkan dış müdahaleler ülkenin
önüne birçok siyasal mesele çıkarıyordu. Böylesine sorunlarla dolu bir süreçten
geçerken Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal yapılanmasında da önemli değişiklikler
birbiri ardı sıra kendiliğinden gündeme geliyordu. Cumhuriyetçilik ilkesi
doğrultusunda, batı tipi modellere paralel bir yeni cumhuriyet devleti Müslüman
bir toplum yapısı üzerine kurulurken, bölgedeki Arap devletlerinin askeri
kadrolara dayanan Baas tipi bir sosyalizmden de uzak durulmaya çalışılıyordu.
Bu tür bir konjonktür de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu tamamlanmaya
çalışılıyor ve bu model, çevredeki bütün Müslüman, Türk ve diğer devletler için
de bir Kemalist model olarak kamuoyuna empoze edilmek isteniyordu. Arap ya da
Müslüman birliği çalışmaları Türk devletinin milli karakterine ters düştüğü
gibi, laik yapılanması ile de yeni devlet çevredeki din rejimlerinin de ötesine
giderek varlığını geliştirmeye çalışıyordu. Bunların hepsi yeni devletin
cumhuriyetçi karakterine uydurulmaya çalışılırken, halkçılık ile milliyetçilik
ilkesi dengelenmeye çalışılıyordu. Yeni devletin cumhuriyetçiliğin bütün
esaslarına uygun olmasına çalışılırken, batıdan gelen dış müdahalelerin
cumhuriyet rejiminin demokratik olmaktan uzaklaşmasına yol açtığı ortaya
çıkıyordu. Hal böyle olunca ara dönemler ve askeri rejimler Nato üzerinden
sürekli olarak devreye giriyor ve bu durum da genç Türk cumhuriyetinin
bütünüyle Türk ulusu tarafından yönetilmesi gibi bir durumu ortadan
kaldırıyordu. Dış müdahaleler batı emperyalizminin etkisini artırıyordu.
Cumhuriyetin
kuruluş dönemi geride kalırken, Türkiye Cumhuriyeti sürekli olarak dış askeri
müdahalelerden kurtulamayarak batı emperyalizminin yarı sömürgesi bir ülke
konumuna düşmekten bir türlü kurtulamıyordu. Askeri rejimleri ortak askeri
birlik üzerinden destekleyen batı emperyalizmi hem kendi temsilcisi olarak
yetiştirdiği kadroları taşeron iktidarlar olarak iş başına getiriyor, hem de bu
duruma karşı gerçek bir ulusal muhalefetin doğmaması için göstermelik muhalefet
görevi yapıyor görünecek işbirlikçi kadrolardan kendine bağlı muhalefet
partilerini öne çıkarıyordu. Devleti kuran Atatürk’ün partisi var olduğu sürece,
tam bağımsız cumhuriyeti kendi kontrolü altına alamayacağını gören batı emperyalizmi
bir Nato darbesi döneminde bu partiyi kapatma yoluna gitmiş ama bunu tam olarak
başaramamıştır. Ara rejim sonrasında partinin yeniden açılması cumhuriyetçi
kadrolar aracılığı ile gerçekleştirilmiştir. Rejimi kuran partinin
kapatılamaması üzerine bu kez de batı ülkelerinde yetiştirilmiş olan işbirlikçi
kadrolar aracılığı ile Atatürk’ün partisinin gerçek kimliğinden
uzaklaştırılarak, sosyal demokrasi görünümlü bir neoliberal ikinci
cumhuriyetçiliğe bu örgüt teslim edilerek, Atatürk’ün eklektik modeli ile
oluşturulan ve altı ilkenin dengeli bir ulusal sentezine dayanan Kemalist
çizgiden kurucu parti iyice uzaklaştırılıyordu. Askeri dönemde kapatılan bu
parti daha sonraki aşamada yeniden açılırken, batı işbirlikçisi liberal ve
bağımlı kadroların partinin başına gelmesi sağlanıyordu. Böylesine bir sürece
iteklenen Türk devleti gerçek anlamda bir çağdaş cumhuriyete kavuşamamış ve bu
yüzden de cumhuriyetçilikten giderek uzaklaşmıştır.
Askeri ara
rejimleri batı işbirlikçisi liberal partilerin iktidarlarının izlediği bir
dönem içinde Türkiye Cumhuriyeti kurucu önder Atatürk’ün tam bağımsızlık
çizgisinden yavaş yavaş uzaklaştırılarak, batı blokuna bağımlı bir yarı bağımlı
sömürge devletine doğru yönlendiriliyordu. Böylesine büyük bir çelişkili dönemin içine düşen
Türk devleti toparlanarak kendine gelmeye çalışırken ve Türk ordusu yeniden
eski bağımsızlıkçı çizgisine doğru yönelirken , bu kez de batı sermayesinin
ortağı olan büyük şirketlerin işbirlikçisi olarak din kökenli cemaatlar ortaya
çıkarılmış ve bunların etkili olduğu
yeni bir siyasal rejim yaratılarak ,siyasal
partilerin ülke yönetimindeki etkilerini
ortadan kaldırmışlardır.
Cumhuriyet devleti
demokrasi görünümü altında, batılı gizli servislerin kontrolü altında ki yeni
cemaatların baskısı altına düşmesi ile birlikte Türk milleti bağımsız
cumhuriyetini elinden kaçırarak yeni yetme tarikatların oyun alanına dönüşmüştür.
Tarikatlar partilerin yerini alınca, batının tekelci şirketleri tarikatlar ile
ortak çalışmalara başlayarak Türkiye’yi yavaş yavaş İslam devleti görünümlü bir
yarı sömürge devleti haline getirebilmenin yollarını aramışlardır. İşbaşındaki
iktidarlar batı emperyalizminin kuklası haline gelince ve neoliberal batıcı
iktidarlar yıpranınca bunların yerini batının güvenlik örgütüne bağlı askeri
kadrolar alınca, ülkede cumhuriyet rejiminin en küçük bir parçasının kalmadığı
iyice açığa çıkmış ve böylesine bir durumdan rahatsız olan cumhuriyetçiler,
yeniden eski cumhuriyet dönemi çizgisine nasıl dönülmesi gerektiğini
araştırmaya başlamışlardır. Anayasa değişikliği ile devlet rejimi bir çorbaya
dönüştürüldüğü için böylesine ters bir
gidişe karşı çıkarak gerçek anlamda bir cumhuriyetçi yaklaşımı öne çıkarması
gereken devletin kurucusu olan Atatürk’ün partisi, sosyal demokrasi görünümlü
bir neoliberal siyasete esir olarak kendi kendini pasifleştirdiği için, devlet
kuran partinin programında var olan Atatürk ilkeleri devre dışı bırakılmış ve
bu durumda rejimin öncüsü parti gerçek
bir muhalefet yapamayarak, dolaylı olarak emperyalizmin aracılığını yapan bir konuma sürüklenmiştir. Böylece ana
muhalefet durumundaki partinin bütün gelişmelere seyirci kalması, gerçek
anlamda bir toplumsal muhalefet yapmaması ve ortaya ulusal bir alternatif program
koymaması yüzünden, Türkiye Cumhuriyeti’nin bitme noktasına getirildiği açıkça
görülmeye başlanmıştır.
Atatürk karşıtı
bir Dersimcilikten asla vaz
geçmeyen ,Avrupa ülkelerini paramparça
eden bir yerel yönetimler özerkçiliği
peşinde ısrarlı bir biçimde koşan ve Türkiye’nin şerhlerini kaldırmaya çalışan,
halk kitlelerinin sosyal ve ekonomik
çıkarlarını savunmak yerine
küreselci şirketlerin dümen suyunda giden, çalışanların meslek
örgütleri yerine sermaye kuruluşları ile
yakınlaşan bir olumsuz siyasetler bütününe teslim olmuş olan particilik anlayışı ile, Atatürk’ün partisi
teslimiyetçi bir çizgiye çekilirken, Atatürk’ün partisinden dışlanmış olan
gerçek Atatürkçüler, ulusalcılar ve cumhuriyetçiler bir çıkış noktası bulmak
üzere harekete geçmişlerdir . Okumuş
insanların öncülüğünde bir aydın hareketi oluşturarak ve çağdaş demokratik
ülkelerdeki hak arayış mekanizmalarına benzer bir biçimde bir cumhuriyetçi
platform oluşturarak, Atatürk’ün Cumhuriyetine sahip çıkmaya çaba
göstermişlerdir. Kurucu önderin yolundan sapanlar ve ulusalcı ya da cumhuriyetçi
partilerin üyeliğine alınmayanlar, Atatürkçü kuruluşların dışında bırakılan bir
çok cumhuriyet aydınının ülkeyi yeniden Atatürk’çü ve cumhuriyetçi çizgiye çekebilmek üzere “Cumhuriyetçi
Birlik Platformu “ bundan on yıl önce İstanbul merkezli olarak kurulmuştur .
Kurulduğu günden bu yana on yıla yaklaşan süre içinde İstanbul ve Ankara gibi
iki büyük kentin sınırları içinde yaşayan, cumhuriyetçi aydınları örgütlemek
üzere böylesine bir platform, çağdaş demokrasi normları çerçevesinde
çalışmalarına başlamıştır. Böyle bir platform kendiliğinden oluşmamış, olumsuz
gidişi görenler, ülkeyi insan hakları adına bölen, sivil toplumculuk
görünümünde tarikatçılık yapan ve piyasa ekonomisi görünümünde sömürgecilik
yapanlara karşı direnecek bir toplumsal örgütlenme, Cumhuriyetçi Birlik
Platformu adı altında harekete geçirilmiştir. Bu platform genel olarak her ay
bir otelde ya da kültür merkezinde bir araya gelerek ülke ve dünya sorunları
üzerine düşünen aydınları bir araya getirmiş ve bunların oluşturduğu ortak
platform çatısı altında Türkiye’nin sorunlarına çözüm getirecek yaklaşımların
öne çıkarılması için çaba gösterilmiştir. Sermayenin güdümü altına giren basın
ve medya kuruluşlarının da teslim alındığı bir aşamada, karşıt medya
oluşturulacak bir alternatif ortam Cumhuriyetçi Birlik Platformu çatısı altında
yaratılmaya çalışılmıştır. Birbiri ardı sıra yapılan toplantılar aracılığı ile
ciddi bir cumhuriyetçi birikim yaratılmasına çaba gösterilmiştir.
“Cumhuriyetçi
Birlik Platformu”nun kuruluş aşamasında bu örgütlenmenin İstanbul merkezli kesiminde kurucu önder
olan Faik Kurtulan yayınlamış
olduğu “Cumhuriyetçi Birlik Platformu – Altı ok ve altı ilke “ isimli
kitabında böylesine bir platform
örgütlenmesine neden gidildiğini ve hangi ilkeler ile nasıl bir düşünceye sahip
olarak çalışılacağını açıkça ortaya koymuştur. Platformun Ankara kesiminde
temsilcilik yapan Prof. Dr. Anıl Çeçen de bu kitabın başlangıç kısmında Türkiye
Cumhuriyeti’nin temel ilkeleri olarak anayasada yer alan altı ilkenin günümüz
açısından önemini dile getiren bir açıklamayı platform adına bu kitapçıkta bir
önsöz yazısı ile dile getirmiştir. Çeçen buradaki yazısında üç büyük dünya
sisteminin tam ortasında kurulmuş bulunan Türkiye Cumhuriyeti’nin hiç irine
benzemediğini ve dünyanın ortasında merkezi bir model ile tarih sahnesindeki
yerini aldığını, bu nedenle de sonuna kadar bağımsız kimliği ile Atatürk
Cumhuriyetinin sonuna kadar yoluna devam edeceğini vurgulayarak, Cumhuriyetçi
Birlik Platformunun stratejik yapılanmasını ortaya koymaya çalışmıştır. Faik
Kurtulan, öncü kimliği ile neden cumhuriyetçi birlik adı altında yeni bir
sosyal platform örgütlenmesine gidildiğini gene bu kitapçıkta anlatmaya
çalışmıştır. Monarşi, oligarşi gibi tek kişi ya da belirli grupların yönetim
biçimlerine karşı çıkarak, gerçek anlamda bir halk yönetiminin ancak demokrasi
çatısı altında olabileceğini ve bunun da ancak cumhuriyet devletinin çatısı
altında gerçekleşebileceğini açıkça dile getirmiştir. TBMM’de cumhuriyetin kabul
edilmesi sırasında bir din hocasının da meclis üyesi olarak söz aldığını ve din
açısından da en yararlı yönetim biçiminin cumhuriyet olduğunun o sırada meclis
çatısı altında ifade edildiğini vurgulamıştır. Halkın bütününün tümüyle
benimsemiş olduğu cumhuriyet rejiminden geri dönmenin mümkün olmadığını ve Türk
halkının gelecek yüzyıla doğru adımlarını atarken, gene cumhuriyet rejimi
içinde hareket edeceğini vurgulamıştır. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti anayasasında
belirtilen laik ve sosyal hukuk devletinin ancak cumhuriyetle birlikte mümkün
olabileceğini de kuruluş kitabında dile getirmiştir.
Cumhuriyetçi
Birlik Hareketi İstanbul ve Ankara kentlerinde güncel siyasal konular üzerine
toplantılar yaparken olabildiğince partiler tarafından dışlanan Atatürkçü,
ulusalcı ve cumhuriyetçi aydınları konuşmacı olarak davet etmiş ve onlara söz
vererek alternatif medya arayışı içerisinde etkin olmaya çalışmıştır. Cumhuriyetçi
Birlik Platformu düzenli toplantıların yanı sıra, birçok siyasal sorunun
güncelleşmesi aşamasında bunlar ile ilgili kamuoyu açıklamaları ya da basın
aracılığı ile imza toplama girişimlerini, ulusal refleks çizgisinde tamamlamaya
çalışmıştır. Böylece batı bloku bağlantılı siyasal kadroların muhalefet
yapmadığı bir dönemde Türk demokrasisinin işleyebilmesi için cumhuriyetçi
aydınların sesi, Birlik Platformu aracılığı ile dünya ve ülke kamuoylarının
bilgisine sunulmuştur. Aydın birliği ve dayanışmasını ulusal çizgide
örgütlemeye çalışan platform, daha sonraki çalışmaları sırasında bütün bu
girişimlerin cumhuriyetçilik ilkesi içinde bir araya getirilerek, ülkedeki
cumhuriyet karşıtı bazı olumsuz gelişmelerin önlenebilmesi doğrultusunda öne
çıkarmaya çaba göstermiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ulus devlet olduğu ve
aynı zamanda halkçı bir cumhuriyet rejimine sahip bulunduğunu dile getiren
platformun kurucusu, altı ilkenin eklektik birleştirilmesi ile sağlanan ulusal siyasal
sentez doğrultusunda ulus devlet ile halkçı cumhuriyet birlikteliğinin
gerçekleştirildiğini, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin eşit ve
özgürlükçü bir çizgide bütün hak ve özgürlüklere sahip kılındığını da kuruluş
bildirisinde açıklamıştır. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti’ni bölmek isteyenlere
karşı, Fransız ulus devlet modeli ile birlikte bu ülkedeki düşünsel potansiyeli
dile getirerek, Türkiye’nin benzer durumda olduğunu kamuoyuna açıklamıştır.
Atatürk’ün farklı bir sentezi gerçekleştirirken, hiçbir rejim ya da ideolojiyi
taklit etmediğini ve başka ülkelere benzemeyen koşulların gereğini yerine
getirdiğini, ancak kendi gerçekliğine uygun düşen bir yola yönelerek hiç
kimseye benzemeyen bir yönde ilerlediğini de altını çizerek Atatürk ilkeleri
ile birlikte kamuoyuna açıklamıştır.
Cumhuriyetçi
Birlik Platformunun, Kemalizm’e karşı çıkan batı tipi sosyal demokratlık
konusunu bir yana bırakmadan, bu doğrultuda geliştirilen yeni emperyalist
projelere yönelen çalışmaları da olmuştur. Özellikle bugünün koşullarında
küresel sermayenin örgütlediği küresel emperyalizm, açıktan şehir devletlerini
destekleyerek ulus devletlerini tehdit ettiğini gene bu platformun toplantıları
ile yayınlarından Türk kamuoyu öğrenmiştir. Küresel sermaye bugünün
koşullarında ulus devletleri ortadan kaldırmaya çalışırken, bunların yerine
halk kitlelerini daha küçük birimler halinde yönetebilmek üzere, Ortaçağ da
olduğu gibi şehir devletleri yapılanmasını öne çıkarmaya çalışmaktadır. Batının
önde gelen tekelci şirketleri giderek dev bir biçimde büyürken, şirket
yapılanmalarının da devletlere benzemeye başladığı görülmektedir. Bir avuç
aşırı zengin azınlığın elindeki oyuncaklar haline düşen büyük şirketler
üzerinden dünya hegemonyası kurulması için
yoğun çalışılırken, var olan ulus devletlerin ortadan kaldırılması ve bu
doğrultuda alt kimliklerin hortlatılarak yerelleşmenin önünün açılmaya
çalışıldığı görülmektedir. Ulus devletlerin tarihsel süreçteki sonunu getirecek
olan şehir devletleri projesi, gene neoliberal içerikte sosyal demokratçılık
oynayan ikinci cumhuriyetçilerin işi olarak Atatürk’ün partisine mal edilmeye
çalışılmaktadır. Son yerel seçimlerde
bütün büyük şehirlerde belediye seçimlerini kazanan sosyal demokratlar, arka
plandaki neoliberal hazırlığın sonucu olarak şehir devletleri siyasetlerine
yönelmektedirler. Avrupa Birliği öncülüğünde kurulmuş bulunan Uluslararası
şehirler ve yerel yönetimler birliği çatısı altında, üye olan belediyelerin, uluslararası
alanda devletler gibi bağımsız hareket etmelerini sağlayarak, ulus devletleri
şehirler üzerinden parçalamaya kalkışan, böylesine emperyalist bir politikaya
sosyal demokrat görünümlü siyasetçilerin ve yerel yöneticilerin alet olmasını
ulus devletlerin kabul etmesini beklemek mümkün değildir . Bugünün koşullarında
ulus devletlerin başkentine bağlı olan şehirlerin Singapur, Malta ya da Hong Kong
gibi şehir devletlerine benzer statülere dönüştürülmesini kabul edecek ulus
devletler, birer siyasal mekanizma olarak ortadan kalkacaklardır. Emperyalizm
şirketleri büyütürken devletleri küçültmeyi hedeflemekte ve çok büyük ulus
devletleri ortadan kaldırabilme doğrultusunda şehirleri küçük devletçiklere
dönüştürerek, piyasa üzerinden sahip olduğu ekonomik üstünlüğünü aynı zamanda
şehirler üzerinden siyasal kontrola almaya çalışmaktadır. Böylesine emperyalist
bir projenin sosyal demokratlık olarak savunulması, çok büyük bir sahtekarlık
olarak siyasal gündeme gelirken, ulusal yapılar ile halk kitleleri açıkça karşı
karşıya getirilmektedir. İşte Kemalist cumhuriyetçilik yerine sosyal
demokrasiyi öne geçirmek isteyenlerin
arkalarında var olan büyük emperyal oyun böylece ortaya çıkmaktadır. Özgürlükçü
belediyecilik diye bu bölücü projeyi savunan işbirlikçi kesimler, açıkça şehir
devletlerinin oluşumu için ulusal toplumları bölme oyunlarına resmen alet
olmaktadırlar.
Bugünkü
zamanın ruhu olarak öne çıkartılan ve bu doğrultuda savunulan eşit yurttaşlık projesi de, ulus devletlerin
kamu düzenlerini görmeden , ulusal kimliğe sahip çok büyük ulus devletleri dikkate almadan alt kimlikçilikleri
örgütleyerek öne çıkaran neoliberal
sosyal demokratçılık insan hakları adına alt kimlikçiliği gündeme getirerek savunurken, alt kimliklerin bir arada yaşadığı yerel
yönetimlere otonomi verilmesi gibi uçuk
önerileri de gündeme
getirmektedirler. Yeni projeye göre şehirler
devletleşirken, yerel yaşam birimleri de
otonomlaşarak ulus devletlerin başkentlerine bağlı olmaktan kurtulacaklardır.
Bu doğrultuda Avrupa Birliği yerel yönetimler özerklik şartı savunulmakta ve
bununla ilgili bütün şerhlerin kaldırılması gerektiği vurgulanarak ve gelecekte
şehirlerin bağlı oldukları başkentlerden bütünüyle uzaklaşarak kendi yerel
yönetim alanlarında küçük devletçikleri dönüşmeleri savunulmaktadır. Yerel
yaşam bölgeleri ya ayrı bir şehir devleti olacak ya da bunların dayanmış olduğu
alt kimliklere ulusal kimlikler ile birlikte eşit bir statü tanınarak, eşit
yurttaşlık adı altında ulusal yapılar tasfiye edilerek küresel emperyalizmin istediği
çok kültürlü ya da çok kimlikli bir toplum düzeni kurulacaktır. Böylece ulus
devletler temelden çökertileceklerdir.
Türkiye gibi her şeyin ortasında yer alan bir
ülkede, cumhuriyetçilik için yola çıkan bir platformun sosyal demokrasi, şehir
devletleri, eşit vatandaşlık ya da komünal yaşam biçimi gibi konular ile
uğraşmasının çeşitli nedenleri vardır. Yüz yıl önce dünya yeniden kurulurken,
Türkiye’nin kuzeyinde kurulan sosyalist sistem şura adı verilen ama Sovyet
kavramı ile açıklanan küçük yerleşim birimlerine dayanıyordu. Ayrıca bu büyük
yapılanmadan çeyrek yüzyıl geçtikten sonra da İslam dünyasının ortalarında bir
Yahudi devleti olarak kurulan Siyonist yapılanma da, Kibutsz ya da Moşav gibi
yerel birimlerin şehirleşmesi modeline dayanan bir toplumsal örgütlenme ile
ortaya çıkıyordu. Orta çağ döneminde Avrupa tipi derebeylik yaşamayan Asya
bölgelerinde şehir devletlerinin Avrupa’da olduğu gibi kurulamaması yüzünden
Şura ve Kibutz uygulamalar, doktriner ya da dinsel yaklaşımlar çizgisinde
oluşturulmaya çalışılmıştır. Avrupa Birliği bugün ulus devletlerin
birleşememesi yüzünden dağılma noktasına gelirken, Orta Çağ döneminde var olan
beş yüze yakın şehir devletinden oluşan bir Avrupa Birliği arayışının öne
çıktığı göze çarpmaktadır. Avrupa Birliği deneyimi çökerken ve Avrupa kıtası
yeniden şehir devletleri arayışına doğru yönlendirilirken, Türkiye Cumhuriyeti
Avrupa ve Asya kıtaları arasında sahip olduğu jeopolitik konumunu iyi
değerlendirerek hareket etmek zorundadır. Avrupa otuz ulus devletten oluşan bir
kıtasal birliği gerçekleştiremediği aşamada, geri dönerek Orta Çağ Avrupa’sında
beş yüz şehir devletinden oluşan bir yapılanmaya yönelmektedir. Bu açıdan
Avrupa modeli şehir devletleri oluşumu, Kemalist Cumhuriyet tarafından kabul
edilemez. Ayrıca laik Türk devletinde İsrail gibi bir dini örgütlenme ya da
çökmüş olan Sovyetler Birliğinde olduğu gibi, yerel yönetimlerin şuralar
biçiminde örgütlenmesi de ulusal devlet yapılanması açısından hiç bir zaman
düşünülemez .Kuvayı Milliye döneminde Kars’da toplanan yönetim arayışının Kars Şurası yönetimi olarak
gündeme getirildiğini hiçbir zaman unutmamak gerekmektedir .Türkiye
cumhuriyeti üniter bir ulus devlet olarak kurulduğu için Kars Şurası benzeri Sovyet yapılanmaları
Anadolu yarımadası üzerinde örgütlenememiştir. Avrupa kendi köklerine dönerken
şehir devletleri ile karşılaşıyorsa, Türkiye’de kendi kökenlerine dönerken hem
Asya tipi üretim tarzı hem de imparatorluk arazilerine dönüş senaryoları ile
karşı karşıya kalmaktadır. Avrupa tarihinde görülen eski şehir devletlerinin
Asya topraklarında ortaya çıkması bugünün büyük ve güçlü devletleri düzeninde
mümkün görünmemektedir.
Cumhuriyetçi
Birlik Platformu, bir toplumsal insiyatif ve de aynı zamanda ulusal bir refleks
olarak yirmi birinci yüzyılın başlarında ortaya çıkmış ve bugünlere kadar
gelmiştir. Avrupa, Amerika, İsrail gibi üç büyük emperyalist merkezin kendi projeleri
üzerinden ele geçirmek istedikleri merkezi coğrafyanın tam ortasında bugün her
şeye rağmen Atatürk Cumhuriyeti varlığını sürdürmektedir. Yüz yıl önce dünya yeniden imparatorluklar
sonrasında biçimlendirilirken, Avrupa’dan kaynaklanan ulus devlet modeli ile
Türkler hükümranlık düzenlerini yenilemişlerdir. Kuzey bölgesindeki sosyalist
sistemin özelliklerinden de yararlanarak, Türk modelinin sentezini oluşturan
altı ilkenin üçü olarak devletçilik, halkçılık ve devrimcilik esasları
benimsenmiştir. Bugünün koşullarında Türk
cumhuriyetçilerinin hem tarihsel süreci hem de jeopolitik konumu dikkate alarak
gerçekçi bir cumhuriyetçilik anlayışı içinde hareket etmeleri gerekmektedir. Ancak
o zaman hem dünyadaki değişmeler doğrultusunda bir yeni yapılanmalara gidilebilir.
Tam bu aşamada dağılarak yok olmamak üzere de ulusal kurtuluş savaşından gelen
kuruluş modeline sahip çıkarak, biz olma hakkını Türk ulusu ve cumhuriyet
rejimi benimsemek durumundadır. Ulusal toplum ve ulus devletlerin esası olan
ulusalcılık anlayışının korunabilmesi ve sürdürülebilmesi için güçlü bir
cumhuriyetçi akıma gereksinme vardır. Atatürk bunu dikkate alarak gerçekçi bir
cumhuriyet rejimi kurmuş ve aynı zamanda uygulanan ulus devlet anlayışı ile de
topluma kucak açılmıştır. Bu bölgede kendilerine bağımlı şehir devletleri, şura
yapılanmaları, dini şehirleşme girişimleri ya da otonom yerel yapılanma
arayışlarının önü kesilmek isteniyorsa, yeniden uluslaşmayı ve cumhuriyet
devletinin güçlendirilmesini sağlayacak ulusal programlar ile cumhuriyetçi
yapılanmalara gereksinme vardır. Bu
kadar karışık bir ortamda Türkiye Cumhuriyeti varlığını sürdürürken, kendisini
tehdit eden her gelişmeyi yakından izlemeli ve bunların kendisini tehdit
etmesine asla izin vermemelidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet payidar
olması ancak böylesine aktif tutumlar ile mümkün olabilecektir. Bu koşullar
altında her cumhuriyetçinin, ya cumhuriyetçi partiler çatısı altında ya da
cumhuriyetçilik platformları aracılığı ile, uyanık bekçilik görevlerini yerine
getirmeleri zorunluluk kazanmaktadır.
Cumhuriyetçi
Birlik Platformu, on yıla yakın devam eden çalışma döneminde, Türkiye’deki
cumhuriyetçi birikimi ülkenin önde gelen düşünce ve bilim adamlarının katkıları
ile bugünlere taşımıştır. Hareket aynı zamanda Atatürk modeli cumhuriyet
devletimiz açısından ortaya çıkan gelişmeleri ve değişmeleri yakından izleyerek,
Türkiye için alternatif olabilecek çeşitli planlar ve projeler de geliştirerek,
cumhuriyet rejiminin sonsuza kadar devam edebilmesi için yoğun çalışmalar
sergilemiştir. Ülkeye ve rejime karşı gelişen bütün tehditlere ile mücadele
edilirken, şehir devletleri ve bölgesel devletler gibi emperyalist projelerin
gündeme getirdiği tehlikelerle de yakından ilgilenerek, Türkiye Cumhuriyeti
ulus devletinin önümüzdeki çağlarda da varlığını koruyarak, yoluna devam
edebilmesi için her türlü özveri ile çalışmalarını sürdürmektedir. Platform üç
kıta arasındaki çağdaş cumhuriyet modelinin örnek olmaya devam etmesi insanlığa
katkıda bulunmayı sürdürecektir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder