YENİDEN ULUS DEVLETLER
Amerika Birleşik
Devletleri’ne son başkanın seçilmesiyle birlikte, bugünkü uluslararası
konjonktür küreselleşme sürecine tam anlamıyla karşı bir çizgiye gelmiştir.
Sovyetler Birliğinin yirminci yüzyılın bitimine on yıl kala dağılmasıyla iki
kutuplu dünyanın sonuna gelinmiştir. Bu durumdan yararlanmak isteyen küresel
sermaye, ABD’nin konumunu kullanarak tek kutuplu bir dünyayı küreselleşme
aracılığı ile tek bir dünya devletine dönüştürmek üzere yola çıkmıştır. Ne var ki aradan çeyrek yüzyıllık bir zaman
dilimi geçmesine rağmen, bir türlü küresel patronların istedikleri gibi küresel
bir dünya devleti kurulamamıştır. Uluslararası tekelci şirketlerin
zorlamalarıyla küresel bir düzene yönlendirilen bugünkü dünyada bütün çabalara
ve uzun uğraşlara rağmen, böylesine yeni bir yapılanma gerçekleştirilemeyince, zamanla
dünya devletlerine halklarından büyük tepkiler gelmeye başlamıştır. İki kutuplu
dünyadan tek kutuplu dünyaya bir türlü geçemeyen yerküre, aradan geçen otuz
yıllık süre içerisinde, küreselleşmeye ve bunun doğrultusunda geliştirilen yeni
emperyalizme karşı çıkan tepki hareketleri ile siyasal muhalefet girişimleri
ile karşı karşıya gelmiştir. Tek merkezli bir dünya kurmak ütopyası ile yola
çıkmış olan küresel sermaye, her türlü yolu deneyerek, açık ve gizli
operasyonlar düzenleyerek bu amacı doğrultusunda olayları yönlendirmesine
rağmen, bir türlü tek bir süper gücün etrafında toplanacak bir büyük dünya
devleti kuramamıştır.
Sovyetler Birliğinin dağılma süreci ve sonrasında
Amerika’nın başına gelen yeni başkanların ABD’nin çıkarları doğrultusunda küreselleşmeye
sempatik bakmaları ve dolaylı yollardan bunu desteklemeleri, küreselleşme
girişimini hızlandırarak öne çıkarırken, ABD tek süper güç olarak uluslararası
yapılanmanın tam merkezinde durmuş ve bütün uluslararası kuruluşların bu
doğrultuda yönlendirilmelerini planlı bir biçimde desteklemiştir. Soğuk savaş
döneminde dünya siyaseti ve ekonomik ilişkileri de buz dolabına konulmuş bir
durumda geleceğin yeni yapılanmasını beklerken, ABD kendi iç bütünlüğünü tam
olarak gerçekleştirmeye çalışmış ve bu durumun getirmiş olduğu yeni güç ile de
dünyadaki bütün sorunlara el koyarak dışarıdan müdahale etme yoluna gitmiştir.
Soğuk savaş dengelerinde bir ok uluslararası sorun geri çekilmesine rağmen,
siyasal patlamalarla sıcaklaşan sorunlara da ABD dünyanın en büyük gücü ve aynı
zamanda jandarması konumunda açıktan müdahale ederek, o dönemin koşullarında
çözüm üretmeye çaba göstermiştir. Soğuk savaş döneminin yirminci yüzyılın
sonlarında, SSCB’nin dağılması üzerine o dönemin koşullarında getirilmiş olan
siyasal çözümlerin pek de gerçekçi olmadığı ve yeni dönemin konjonktüründe eski
sorunlara yeni yanıtların bulunması gerektiği bir siyasal gerçeklik olarak öne
çıkmıştır. Bu arada geçen zaman zarfında sorunlara çözüm geliştirme
doğrultusunda yeni arayışlar ortaya çıkmıştır.
Çin, Hindistan ve Brezilya gibi çok büyük ve aşırı
nüfuslu büyük devletler o dönemlerde eski sömürgeler konumunda geride tutulmaya
dikkat edilmiş ve sonraki döneme doğru yeni gelişmeler ortaya çıktıkça bunlar
da tek kutuplu düzenden çok kutuplu düzene geçiş aşamasında dünyanın yeni kutup
merkezleri olarak görünmeye başlamışlardır. Bugün eski dünyanın patronu olarak
yoluna devam eden ABD’nin karşısına çok daha büyük bir dev ülke olarak çıkan
Çin Halk Cumhuriyeti bugünün dünyasında tıpkı eski SSCB gibi yeniden iki
kutuplu bir uluslararası düzene geçişin oluşumuna yol açmıştır. Çeyrek yüzyılda
ABD dünyanın tek patronu olamayınca, bu kez nüfus ve arazi büyüklüğüne sahip
olan büyük devletler yeni kutup merkezi adayları olarak öne çıkmışlardır. Bu
aşamada iki kutuptan tek kutuba geçemeyen dünya yirmi birinci yüzyılda çok
kutuplu bir düzene doğru
sürüklenmiştir. Batı bloku ile doğu bloku karışınca alan ve nüfus büyüklüğüne
sahip olan yeni büyük ülkeler devreye girerek, küresel olayların gelişiminde
belirleyici olmaya başlamışlardır. İki kutuplu dünya iki büyük federasyon
dengesine oturmasına rağmen, ulus devletler dönemi imparatorlukların
parçalanması sonrasında devam ediyordu. Batının sömürgeleri teker teker merkezden
koparken ulus devlet statüsü içinde Birleşmiş Milletlere üye oluyorlardı.
Yirminci yüzyılın başından sonuna kadar dünya haritasında yeni ulus devletler
yer alınca, uluslaşma çizgisindeki oluşumlar sonucu devletlerin sayısı da iki
yüzü geçiyordu.
Birleşmiş Milletlere üye olan devlet sayısı iki yüzü
geçince, uluslararası alandaki gelişmeler genel olarak ulus devlet kriterlerine
göre belirleniyordu. Var olan siyasal düzen içerisinde ulus devletlerin hepsi
bir bütünün parçaları olarak ele alınırken, diğer yandan da gelmekte olan yeni
yüzyılın zaman dilimi içinde ulus devletlerden eyalet devletlerine geçiş gibi
bir yeni yapılanma, batı merkezli küresel emperyalizm düzeni çerçevesinde
gündeme getiriliyordu. Bağımsızlığını yeni kazanmış olan eski sömürgeler
giderek ulus devletleşmeye doğru gelişmeler gösterirken, emperyalist güçler
geleceğin tek dünya yapılanmasını hazırlamak amacıyla, ulusal kimliklerin
ötesine giderek ve alt kimlikler ile uğraşarak daha küçük boyutlarda eyalet ya
da kent devletleri oluşturma çabası içine giriyorlardı. Yirminci yüzyılda eski
sömürgeler uluslaşarak devletleşmeye çalışırken, geçmişten gelen bir sürecin
sonucunda emperyalist aşamaya gelen büyük batılı devletler de ulus devletleri
geride bırakacak bir çizgide yeni bir dünya düzenini oluşturmaya çalışıyorlardı.
Küresel bir imparatorluk çatısı altında ulus devletleri yeniden düzenlemek üzere farklı
siyasal planlar ve programlarla hareket ediyorlardı İmparatorluklar düzeni iki
kutuplu bir yapılanmayla geride
bırakılırken, kutupların çatısı altında güvenlik arayan yeni devletler önce uluslaşabilmek sonra da ulus devlet düzenlerini koruyabilmek için ellerinden gelen gayretleri
gösteriyorlar, hatta daha da ileri giderek Birleşmiş Milletler’e bağlı bulunan
diğer uluslararası kuruluşların desteklerinden de yararlanıyorlardı. Evrensel
anlamda oluşturulan yeni siyasal yapılanmalar eski sömürgelerin uluslaşmalarına
yardımcı olurken, batının önde gelen emperyalist devletleri yeni bir yaklaşım
geliştirerek ve ulus devletler düzenini geride bırakarak ve de eski sömürgeler
üzerinden bölgesel hazırlıklarını tamamlayarak, beş kıta üzerinde uluslararası finans-
kapitalin denetiminde küresel bir imparatorluk oluşturabilmenin öncülüğüne
soyunuyorlardı.
Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla birlikte ABD’nin
merkezinde yer alacağı bir evrensel imparatorluk arayışı öne çıkınca, uluslararası
tekelci şirketler yeni dönemde küresel sermaye örgütlenmesi aracılığı ile bütün
dünya devletleri üzerinde baskı düzeni kurarak, insanlığı ulus devlet dönemi
sonrasına hazırlıyorlardı. Bütün uluslararası gelişmeler böylesine bir yönlendirme
içine girince, uluslaşarak kendi ayrı ulus devletlerine sahip olan eski sömürge
halkları iki arada bir derede kalıyorlar ve ne yapacaklarını bilemiyorlardı.
Bir tarafta eski bir ulus devlet olarak sahip olunan siyasal yapı içinde
uluslaşarak gelişmek süreci devam ediyordu. Öbür yanda ise tekelci şirketlerin
küresel sermaye başlığı altında bir araya gelerek, örgütlü bir saldırıya
geçmeleriyle de Birleşmiş Milletler üyesi ulus devletlerin gene bu örgütün
karar alarak kabul ettiği insan hakları kavramı çerçevesinde, etnik ve dinsel alt
kimliklerin öne çıkarılmasıyla, bölünmeye doğru bir eyaletleşme yapılanmasına yönlendiriliyorlardı.
Yirminci yüzyıla girerken ve sonrasında imparatorlukların parçalanmasıyla
ortaya iki yüz ulus devlet çıkartılırken, yüz yıl sonra gelinen küreselleşme
aşamasında da yepyeni bir dünya düzeni oluşturmak üzere, Birleşmiş Milletler
insan hakları bildirisi doğrultusunda ulus devletlerin parçalanmasını gündeme getirecek
bir biçimde, iki bin eyalet devleti yapılanması olağanüstü bir biçimde batılı
emperyalist merkezler tarafından destekleniyordu. İmparatorlukların parçalayarak
ulus devletleri ortaya çıkaranlar şimdi de ulus devletleri iki bin eyalet
devletinin öne çıkmasını sağlayacak biçimde bölerek, Birleşmiş Milletlere bağlı
iki bin devletlik bir siyasal topluluk oluşturabilmenin arayışı içine
giriyorlardı. Yirminci yüzyıl ulus devletler çağı olarak tarihte yerini alırken,
yirmi birinci yüzyılda bağımsızlık kazanacak eyalet devletlerinin çağı olarak
şimdiden gündeme getiriliyor ve ulus devletlerin böylece geride bırakılacağı çok farklı bir döneme
geçilmeye çalışılıyordu.
Büyük devletlerin uluslaşması kolay olmadığı için
küçük devletlerin uluslaşmaları daha kolay gerçekleşebiliyordu. Küçük
devletlerin normal olarak büyük devletlerin eyaletleri boyutunda oldukları
dikkate alınırsa, bunların uluslaşmaları daha kolay oluyordu. Büyük ve küçük
devletler yirminci yüzyılın uluslaşma sürecini ayrı ayrı yaşıyorlardı. Uluslaşma
süreçleri ayrı etnik ve dinsel kökene sahip olan ülkelerin, bölgelerin ya da
eyaletlerin uluslaşmasına katkı
sağlarken , aynı süreç büyük ulus devletlerin de zaman içerisinde
parçalanmalarına giden yolu açıyordu . Küçük devletler bütünleşmek ve güçlenmek
için uluslaşmaya ağırlık verirken, büyük devletler de uluslaşmanın zararlarını
önleyerek, getirdiği yeniliklerden
yararlanabilmenin yollarının araştırması içindeydi Çok büyük alanlara yayılmış olan büyük
devletler, merkeze bağlı olan bütün eyaletlerin ve bölgelerin büyük devletin
üst kimliği çatısı altında bir araya getirerek bir üst ulusal kimlik çatısı
altında uluslaşmalarına giden yolu
örgütlemeye çalışırken ,dünyaya egemen olmak isteyen batılı emperyal devletler
ise, Birleşmiş Milletlere kabul ettirdikleri insan hakları protokolları
ile büyük devletlerin milli sınırları
içinde yer alan bölgelerin eyaletleşerek, daha küçük devletler görünümünde
ortaya çıkmaları için girişimlerde bulunuyorlardı. Beş büyük kıtada var olan
imparatorluklar daha alt bir yapı olan uluslaşma süreci ile ortadan
kaldırılırken, yüz yıl sonra aynı uygulamanın ulus devletler üzerinde
yapılmasıyla, iki bin eyalet devleti öne çıkarılarak ulus devlet modelinin
uygulama alanından silinmesi hedefleniyordu. Avrupa kıtasında yirmiden fazla bölge bağlı olduğu ulus
devletten ayrılarak tam bağımsızlığını isterken, aynı zamanda ulus devletlerden
eyalet devletlere geçiş sürecine uygun bir biçimde davranarak devlet sayısının iki
yüz den iki bine çıkması için zemin hazırlamaktadırlar.
Küreselleşme dönemi ulus devletlerden eyalet
devletlerine geçiş aşamasında öne çıktığı için küresel emperyalizmin merkezi
gücü olan küresel sermayenin patronları, var olan ulus devletleri yok etmek
üzere alt kimlikçilik üzerinden bölücülük yaparak, kendi çıkarları
doğrultusunda ülkelerini eyaletleşmeye doğru yönlendiriyorlardı. Böylesine çelişkili
bir durum yüzünden büyük ve küçük devletler karşı karşıya geliyorlardı. Büyük
devletler bölünmemek için yeni ittifaklara girerken, küçük devletler de
kendilerini koruyabilmek üzere yeni yeni bölgesel birlikteliklere
yöneliyorlardı. Birleşmiş Milletlerin benimsediği insan haklarının alt
kimliklerin hortlatılmasına meydan vereceğini gören bazı devletler,
birliklerini koruyabilmek amacıyla bu gibi protokollardan uzak durmaya
çalışırlarken, bazı büyük devletler de ülke bütünlüğünün bozulmaması için
uluslararası sözleşmelerin ülkeyi bölünmeye götürmesine karşı çıkarak, yollarına
eskisi gibi büyük bir devlet halinde devam edebilmenin arayışı içine giriyorlardı.
Büyük devletlerin çeşitli ülke ve bölgeleri sınırları içerisinde barındırmaları
gerçeğinden hareket edilirse, alt kimlikçiliğin küçük ulusçuluğa ülkeyi
sürüklemesine izin verilmemesi gibi bir durumu önleyebilmek amacıyla, büyük
devletin temel yapılanması doğrultusunda bir üst ulusçuluğun bütünlüğü
kurtarmak ve sürdürmek üzere gereklilik kazandığı görülüyordu. Bu çelişkili
durum ile ilgili olarak, eski Birleşmiş Milletler genel sekreteri makro ve
mikro ulusçulukların bu yeni değişim aşamasında gündemde olduğunu açıkça dile
getiriyordu. Bu konuda daha da ileri gidilerek yeni bir strateji belirlenmeye
çalışılırken, öncelikle mikro ulusçuluklar ile ulus devletlerin parçalanması ve
daha sonra da makro devletçilik yaparak daha büyük bölgesel devletlerin kurulması
hedefleniyordu. Bu aşamada mikro milliyetçilik ulus devletleri ortadan
kaldırmak için zorunlu görünürken, daha sonraki aşamada ise bölgesel ya da
Avrupa Birliği örneğinde görüldüğü gibi kıtasal federasyonlara gidebilmek
amacıyla, makro devletçilik küreselci merkezler tarafından öneriliyordu. Hedef
iki yüz ulus devletten iki bin eyalet devletine geçiş olduğu için, mikro
milliyetçilik ile makro devletçilik birlikte düşünülüyordu. Var olan büyük ya
da ulus devletleri koruyacak çizgide bir makro milliyetçilik ile küçük
devletleri ayakta tutacak bir mikro devletçilik ise düşünülmüyordu. Ne var ki,
ana hedef iki bin eyalet devleti olunca mikro devletçilik eyaletcilik ya da
insan haklarcılık olarak ulus devletlere karşı yeniden gündeme getiriliyordu.
Küreselci güçlerin planlarına göre, dünyayı büyük sermayenin yönetimine terk edecekleri
için şirketlerin oluşturduğu yeni üst yapı üzerinden ulus devlet düşmanlığı
düzenli bir biçimde yapılmaktadır. Sosyalist sistemin çöküşü üzerine güçlenen
kapitalist blok tek merkez olarak dünyaya saldırmaya başlamış ama bütün
çabalara rağmen bir türlü tek merkezli bir küresel düzeni istedikleri gibi
kuramamıştır. Mikro milliyetçilik planları ile ulus devletlere saldıranlar aynı
zamanda insan hakları görünümünde bölücülük girişimleri ile, Birleşmiş
Milletler örgütü üyesi konumundaki ulus devletleri parçalayabilmenin her yolunu
deniyorlar ama istedikleri parçalanma sonuçlarını alamıyorlardı. Çeyrek yüzyıl bir
yanda küresel imparatorluk düzeni kurulurken, diğer yandan da tekelci şirketler
aracılığı ile de eyalet devletlerine geçişin ön hazırlıkları tamamlanmaya
çalışılıyordu. Ne var bütün çabalara ve girişimlere rağmen bir türlü istenen
sonuç tam olarak elde edilemiyordu. Ulus devletlerin parçalanması için çalışan
küresel sermaye bu doğrultuda Amerikan devletini de kullanmaya çalışırken,
Amerika Birleşik Devletleri bünyesi içinde bu yeni durum nedeniyle yeni anlaşmazlıklar
çıkıyordu. Amerikan devleti içinde yer alan küreselci kadrolar küresel sermaye
merkezlerinin istek ve çıkarları doğrultusunda hareket ederken, Amerikan ulusal
çıkarlarına öncelik veren devletçi ve ulusalcı kadrolar ile karşı karşıya
geliyorlardı. Amerikan sermayesi ulusalcı-küreselci diye ayrılırken, devlet
bürokrasisi ile siyasal kadrolar da benzeri bir biçimde karşı karşıya
geliyorlardı. Amerikan devletinin çıkarları ulus devletin gereksinmelerinin
karşılanmasını zorunlu hale getirmesine karşılık tekelci sermayenin küresel
çıkarları doğrultusundaki politikalara doğru devlet zorlanıyor ve dünyanın en
büyük devleti olarak ABD küresel sermayenin çıkarlarına alet olarak süper güç
olma şansını bir türlü kullanamıyordu. Son çeyrek asrın ABD başkanlarının
küreselci emperyalizme teslim olması yüzünden Amerikan ulusal çıkarları bütün
dünyada tehlikeye giriyordu.
ABD için gerçek nükleer tehdit Kuzey Kore’den
gelmesine rağmen, küresel sermayenin güdümündeki medya organları bu durumu görmezden
gelerek, İran’ı başlıca nükleer tehdit olarak öne çıkarıyor ve bu nedenle de
ABD kendisi için zorunlu olmamasına rağmen, Orta Doğu ülkeleriyle ilişkileri
bozuluyor ve ciddi anlamda bir çıkar kaybına alet oluyordu. İran bir Orta Doğu
ülkesi olarak ABD’ için değil ama İsrail için tehdit oluşturuyordu. İsrail için
tehdit olan İran’ın nükleer çalışmaları İsrail lobilerinin denetimi altındaki
medya üzerinden, sanki ABD’ye tehdit oluşturuyormuş gibi bir ters durum
gerçeklere aykırı bir biçimde öne çıkarılıyordu. Amerikan medyası ile siyaset
sahnesini de finanse ederek ele geçiren Siyonist lobiler, Amerikan devletini
Büyük İsrail projesi doğrultusunda üçüncü dünya savaşına zorluyorlardı.
Siyonizmin çıkarları için tanrıyı kıyamet senaryolarına sürüklemekten
çekinmiyorlardı. Böyle bir savaşa girmenin tehlikelerini gören, üçüncü bir
cihan savaşıyla hem ABD’nin hem de dünya düzeninin yıkılacağını gören ulusalcı çizgideki
Amerikalılar, küresel emperyalizmin dayatmalarına karşı direnerek Siyonizmin tehlikeli yıkıcı politikalarına karşı
çıkıyorlardı . Küresel sermaye ile İsrail lobileri Siyonist kadroların elinde
olduğu için, zamanla bunların aracılığı ile Amerikan devletinin ulusal
çıkarlarına ters düşen siyasal gelişmelerle karşı karşıya kalıyordu. Kuzey Kore
gibi gerçek bir nükleer güç olan ülke, arkadan ABD’yi açıktan tehdit ederken İsrail’i
tehdit eden İran’ın on bin kilometre ötedeki ABD için öncelikle tehdit olarak
gösterilmesi gibi bir yanlış yönelme, ABD’nin süper güç olma politikalarını
fazlasıyla sarsmıştır. Küçücük İsrail’i kontrol edemeyen ve bu ülkenin
lobilerinin elinde oyuncak durumuna sürüklenen ve dünya barışını korumakta
zorlanan ABD, süper güç konumunu kaybedince küresel politikalardan vazgeçerek,
ulusal politikalara öncelik vermeye başlamıştır. Küreselci sermaye baskılarıyla
yeni bir dünya imparatorluğuna doğru sürüklenen ABD, uluslararası politikalar yüzünden fazlasıyla
ulusal çıkarlarını kaybetme tehlikesi
ile karşılaşmıştır . Dünya devleti iddialarını sürekli öne çıkarmasına rağmen ,
Alaska, Teksas ve Kaliforniya gibi çok
büyük eyaletlerin ABD federasyonundan
çıkarak bağımsız devlet olmaya çalışmaları , Amerika’nın önceliğinin küresel imparatorluk değil ama kendi ulus
devletini korumak amacıyla,
eyaletler arasında uyum
oluşturarak merkeze bağlılığı yeniden güçlendirmek olduğunu göstermiştir .Bu aşamada kendi ulus devletinin birliğini koruyamayan
ABD’nin küresel imparatorluk peşinde
koşmasının tam bir çelişki
yarattığı anlaşılmıştır.
Son başkan işbaşına
gelene kadar, sürekli olarak Siyonist lobilerin kontrolü altındaki ABD başkanlarını seçen Amerikan devleti, uzun
süre bocaladıktan sonra, ABD’nin Genel Kurmay merkezi olarak görev yapan Pentagon’un
devletin iç istihbarat örgütü olan Federal büro ile iş birliği yaparak, son seçimlerde
küresel sermayenin göz boyayan kadın adayına karşı, sert bir kimlik ile tanınan
karşı adayın başkanlık konumuna getirdikleri görülmüştür. Devletin dış
istihbarat örgütü küresel sermayenin kontrolü altına sürüklenince, ilk kadın
başkan senaryosuna teslim olarak ABD’yi üçüncü dünya savaşına sürükleyebilmenin
koşulları yaratılmak istenmiştir. Çekişme ortamında kimsenin şans tanımadığı karşıt
aday dikkatli bir senaryo ile başkanlık makamına taşınmıştır. Seçim
kampanyasında Amerika’yı yeniden dünyanın en büyük devleti yapacağını
söyleyerek her aşamada Amerika’nın ulusal çıkarlarına öncelik vererek ve ciddi
bir ulusalcı politika izleyerek başkanlığı kazanan karşıt aday her türlü
siyasal saldırı senaryolarına karşı ulusalcı politikalar ile ayakta kalarak
Beyaz Saray denen üst yönetim makamına gelmiştir. İlk kadın başkan senaryosuna
rağmen seçimleri kaybeden küresel sermaye Siyonist lobiler ile Armageddon
isimli üçüncü dünya savaşı için ısrarlı biçimde çalışmalarını sürdürünce, seçimleri
kazanan karşıt aday binlerce kamyon silahı Orta Doğu’ya götürerek bölge
ülkelerine dağıtmış ve bunların paralarını da petrol kralı Suudilere ödeterek
bölgedeki dünya dengelerini kontrol altına almaya çalışmıştır. Siyonizmin
üçüncü dünya savaşını Orta Doğu’da önlemeye çalışan yeni başkan daha sonraki
çalışma dönemlerinde de ulusal politikalardan yana olmuş ve bu doğrultuda
Amerikan ekonomisini de ulusalcı yeni bir yapılanmaya götürmüştür.
Süper güç ABD küresel bir güç olma doğrultusunda
tekelci sermayenin yönlendirmesine maruz kalınca, yeni başkan ilk kez ulusal
ekonomiden söz etmeye başlamıştır. Küreselleşme döneminde yurt dışına
gönderilen ve yabancı ülkelere yatırımlara zorlanan Amerikan sermayesini yeniden
Amerikan ülkesine geri dönmesi için ikna etmeye çalışırken, ABD yavaş yavaş
küresel politikalardan vazgeçerek ayakta kalma savaşı veren ulus devletlere
açıktan maddi destek yardım programlarını başlatırken küresel şirketlere karşı da
yeni ekonomik mücadeleleri başlatmıştır. Son
dönemde ABD ulusalcı politikalara
yönelirken, bu kez Amerikan devleti ile ters düşen Siyonist sermayenin
egemenliğindeki Şangay yapılanmasının bulunduğu ülkenin devlet başkanı
konumunda olan Çin cumhurbaşkanı, katıldığı uluslararası toplantılarda açıkça
küreselleşme akımını desteklediğini defalarca söylemiştir. Küreselci ABD’nin Siyonizm
yüzünden ulusalcı noktaya geldiği gibi, eskinin Komünist Çin’inin başkanı da
günümüzde küreselciliği savunarak diğer kapitalist ve emperyalist devletler ile
ortak hareket etmeye başlamıştır. Çin’in başkenti Pekin bir komünist yapı
olarak ayakta iken aynı dönem içinde Şangay kapitalist bir kent olarak
yapılanmıştır. Washington ABD ulus devletinin merkezi olarak hareket ederken, New
York kenti de sahip olduğu büyük Yahudi nüfus ile küresel sermayenin başkenti
olarak davranmaya başlamıştır. ABD’de iki devletli yapı ortaya çıkarken benzeri
bir gelişme Çin’de de öne çıkmıştır. Çin’de Pekin- Şangay, Rusya’da
Moskova-Petersburg Türkiye’de
Ankara-İstanbul, İtalya’da Roma-Venedik ya da Fransa’da Paris-Marsilya gibi ikili
yapılanmalar, hem ulus devletlerin milli ekonomik düzen kurmalarını engellemiş hem de küresel
sermaye ile ulusal ekonomi dengelerinin oluşumunda alternatif roller oynamıştır .
ABD başkanlığını tanımayan ve Siyonizme alet olan küresel
sermaye, New York’tan Şangay’a taşınırken, İsrail bir köprü kurmaya çalışmış ve
bunun sonucunda küresel sermaye İsrail merkezli olarak ABD’den dışlanan Amerikan
sermayesini Şangay’a götürerek, yeni dünya düzeninde ABD’nin yerini Çin’in
almasına yardımcı olmuştur. Dünya tarihinin ortaya koyduğu gibi küresel sermaye
her zaman yükselen yeni ülkenin içinde yer alarak buranın ekonomisini kontrol
etmiş ama başka zamanlarda da düşmekte olan ülkeleri, batan geminin fareler
tarafından terk edilmesine benzer biçimde öncelikle küresel sermaye terk etmiştir.
Bugün de New York kökenli Amerikan
sermayesinin Siyonist çizgide ABD’yi
terk ederek Şangay üzerinden Çin’i merkez ülke konumuna getirdiği görülmektedir
. Özellikle son dönemde internet sistemi aracılığı ile elektronik yeni
yapılanmada da Çin’in merkez ülke olarak seçilmesi bu durumu doğrulamaktadır. Geçmişten
gelen dünya düzeninin patronu olan Amerikan devleti, küresel sermayenin doğu
bölgelerine yönelmesi yüzünden merkezi konumunu yitirirken, Amerikan devleti
çok hızlı gelişen bir iç savaş ortamı ile karşı karşıya kalmıştır. New York
merkezli küresel sermaye yeni dönemde Şangay merkezli bir yeni dünya düzeni
oluştururken, Washington merkezli Amerikan ulus devletinin eski konumunu ve
önemini elinden kaçırdığı anlaşılmaktadır. ABD yeni dönemde süper güç konumunu
koruyamadığı için eyaletlerin karşıt politikalara yönelerek ulusal birliği
tehdit etmesini önleyememiştir. Son olarak ortaya çıkan virüs sorunu sırasında
New York merkezli doğu eyaletleri başkent Washington’a karşı ortak hareket
edince, Washington da başkent olarak batıdaki en büyük eyalet olarak Kaliforniya’nın
önderliğinde batı eyaletleri ile merkezi konumunu koruyabilmenin çabası içinde
olmuştur. Sermaye bütün büyük ülkeleri merkez ve sahil yapılanmaları olarak
ikiye bölerken, ABD’yi de son aşamada ikiye bölerek New York ile Washington’u karşı
karşıya getirmiştir.
Corona virüs salgını senaryosunda da Çin’in küresel
sermaye tarafından desteklenmesi ve ABD’li internetçilerin kendi ülkelerini
bırakarak yeni dünya elektronik sistemini Çin ortaklığı altında Şangay merkezli
bir konuma getirmeleri de Küresel sermayenin ABD’den uzaklaşarak Çin’e
yaklaştığını açıkça ortaya koymaktadır. Dünya tarihinde çok benzeri görülen
sermayenin ülke değiştirmesi sürecinde küreselciler İsrail güdümünde batıyı ve
batı blokunun patronu ABD’yi terk ederek, gelecek için doğuyu ve doğunun
patronu Çin’i tercih ettiklerini açıkça ortaya koymaktadırlar. Bu yeni durum
karşısında ABD bocalarken, öncelikle ulus devlet düzenini korumaya dikkat
etmiştir. Çin giderek Şangay merkezli bir yapılanma içinde gelişmeler
gösterirken, küresel sermaye yakın zamanda Alaska, Teksas ve Kaliforniya gibi ABD’nin
en büyük eyaletlerini Amerikan Federasyonundan ayırarak ABD’nin ulusal
birliğini parçalamaya kalkışabilir. Geçmişten gelen süper güç üstünlüğünü
kaybeden ABD, yeni dönemde varlığını koruyabilmek için merkezi gücü ile hem
eyaletlerine tam olarak sahip çıkmak zorundadır, hem de ülkede yeniden küreselcilerin
şimdiye kadar önlediği uluslaşma ve ulusal ekonomi oluşturma süreçlerini
tamamlamak durumundadır. Komünist Çin’i küresel emperyalist yapanlar, sonunda
kapitalist süper gücü de ulusalcı olmak noktasına getirmişlerdir. Önümüzdeki
dönemde ABD artık eskisi gibi hegemonya sahibi olmak istiyorsa kesinlikle
ulusalcı politikalar uygulayarak yoluna devam edebilecektir. Yeni dönemde
dışlanan ABD, hem ulus devlet olmaya yönelecek hem de ulus devletleri küresel
sermayenin hegemonyalarına karşı uluslararası alanda destekleyecektir.
Sosyalist sistemin yıkılmasından bu yana kötülenen ve saldırılan ulus devlet
olgusunun, bugün gelinen aşamada eskisinden çok farklı yeni bir konuma da olduğu
görülmektedir. Ulus devletler artık batı emperyalizmi tarafından eskisi gibi
tehdit edilmeyecekler ve gelecekte Çin üzerinden kurulacak olan emperyalist yeni
elektronik dünya düzeni içerisinde giderek zorlanacaklardır. Son dönemde ortaya
çıkan yeni ekonomik ve siyasal gelişmeler yeniden bir ulus devlet dönemini de
kendiliğinden bütün dünyada başlatabilecektir. Ulus devletlerin tekrar ön plana
çıkmasıyla birlikte küreselcilerin zorlandığı ve savaş süreçlerinin önü kesilerek
kalıcı barışa açılan yeni bir dönem gündeme
gelebilir.
Çeyrek yüzyıldır batılı emperyalistler tarafından
zorlanan ulus devletler sürecinin iç ve dış çelişkiler yüzünden bir türlü
tamamlanamaması göz önüne alınarak, yarım kalmış olan uluslaşma ve ulusal
devletleşme oluşumlarının devamı sağlanarak, bunların dünya sahnesinde
eskisinden daha güçlü bir biçimde yer almaları sağlanabilir. İkinci dünya
savaşının galibi olan ABD’nin yeni dönemde üçüncü dünya savaşının yenilen
tarafı olmaya doğru yönlendirilmesi için, bu doğrultuda hazırlanmış olan
küresel sermaye merkezli çeşitli siyasal senaryolarının uygulama alanına
getirilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Bu durum son zamanlarda birçok alanda yaşanan
zorlama olaylar üzerinden fazlasıyla gözler önüne çıkmaktadır. Yeni ABD başkanı
küresel sermayenin adayını yenerek işbaşına geldiğine göre, başkanlık makamına
oturduğu devletin ulusal çıkarlarına eskisinden daha fazla önem vermek
durumundadır. ABD’yi yeniden dünyanın en büyük devleti yapacağını, dış ülkelere
gitmiş olan Amerikan sermayesinin yeniden ABD’ye geri getirileceğini ve
önceliğin her alanda Amerikan devletinin olacağını dile getiren ulusalcı
başkanın bu yeni tavrı ile, yarım kalmış olan ulusalcılık ve ulus devletleşme
süreçlerinin ikinci kez siyasal gündem de öne çıkarak, tamamlanma yoluna gideceği
bugünün koşullarında görülebilmektedir. Böylesine büyük bir dönüşüm içerisine
girmiş olan dünyanın en büyük devletinin küresel şirketlerle kavga ederek geri
çekilmesi ve kendi siyasal düzeninin içine dönerek toparlanmaya çalışması,
bütün dünya ülkeleri açısından dikkatli bir biçimde izlenmesi gereken çok
önemli bir oluşumdur. Bugünkü konumu ile üç yüz yıllık bir geçmişi geride
bırakan bir süper devletin, ayakta kalabilmek ve yola devam edebilmek üzere ulusalcı
politikalara yönelmesi, yeryüzü haritasında yer alan bütün ulus devletler için
ders verici çok önemli bir olgudur. Yeni dönemde küresel bir düzen tam olarak
kurulamadığı için ulus devletler var olma haklarını öne çıkaracaklar ve bu
doğrultuda sonsuza kadar yol alabilmek üzere mücadelelerini sürdüreceklerdir.
Önümüzdeki yeni dönem yeniden ulus devletler çağı olacaktır.
Bir avuç aşırı zengin patronun çıkarları için oluşturulmak istenen küresel
imparatorluk projesinin ulus devletleri yeniden sömürgeleştireceği yaşanan gelişmeler
doğrultusunda kesinleştiği için, insanlık yeniden ulus devletler uygulamasına
dönerek ulusal çıkarlar doğrultusunda geleceğe yönelecektir. Her türlü baskı ve
alt kimlikçi bölücü senaryolara karşı yok edilemeyen ulusal toplum yapısı ve
ulus devletlerin temelinde var olan ulus kavramının karşıt kesimler tarafından
ileri sürüldüğü gibi hayali cemaatlar olmadığı, aksine var olan ve yaşayan
toplumsal ve siyasal gerçeklikler olduğunu bir kez daha bugünün dünyasında
yaşanan olaylar ortaya koymuştur. Uluslar var olan ve yaşayan gerçeklikler
olarak önümüzdeki dönemde kendilerini güçlendirerek, merkezi konumlarını
koruyarak hem ulusal toplum hem de ulus devlet yapılanmalarının merkezinde yer
aldıkları sağlam çekirdek özünü kararlı bir biçimde sürdürebileceklerdir. En
büyük devlet ABD’nin yaşadığı çelişkili olaylar dizisinin de ortaya koyduğu
gibi, küresel şirketler ile ulus devletler arasındaki çekişmeleri ulus
devletler kazanmıştır. Şimdiye kadar büyük baskılarla yok edilemeyen ulus
devletler önümüzdeki dönemde küresel şirketlerin emperyalist saldırılarına
karşı, bölgesel ya da küresel karşıt örgütlenmeler aracılığı ile hem öz savunma
yolları ile kendilerini koruyacaklar, hem de insanlığa zarar veren küresel
emperyalizm saldırılarına karşı kendilerini koruyacak ulusal plan ve
programları da devreye sokacaklardır. Gelecekte yeni bir dünya olacak ama şimdiye
kadar yok edilemeyen çağdaş uluslar ailesi de böylesine bir uluslararası
yapılanmanın temelini oluşturacaktır.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder