2 Mart 2020 Pazartesi

SURİYE’ DE ARMEGEDDON SAVAŞI BAŞLADI - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN


SURİYE’ DE  ARMEGEDDON SAVAŞI  BAŞLADI
    
            Atatürk’ten Türk ulusuna yadigar kalan  ULUS  gazetesi  başkent Ankara’da yayın hayatına devam ederken, geçen ay içindeki bir müshasında  “Suriye’de  Armageddon  savaşı “ başlığı ile yayınlandı. 
          Kutsal kitaplara göre dünyayı ve insanlığı yok edecek üçüncü dünya savaşının din  açısından değerlendirilmesinde, Suriye’nin güney bölgesindeki bir ovada  kıyamet senaryolarının gerçekleşmesini sağlayacak  bir üçüncü dünya savaşı çıkacaktır. Kudüs’ün kuzeyinde  kalan bu bölge Suriye’nin sınırları içerisinde yer alan eski Latince adı  ile Megiddo, Arapça dilinde ise Mecüddin  ismi ile anılmaktadır. Tevrat’ta dile getirilen  Büyük İsrail’in vaat edilmiş kutsal topraklarda kurulması sırasında  Yahudiler ile bölge ülkeleri arasında bir savaş  bu Megiddo ovasında çıkacak ve zamanla üçüncü dünya savaşına dönüşerek insanlığın mahvına yol açacaktır. Bu doğrultuda  Türkiye üzerinden Orta Doğu’ya doğru, hem Yahudi hem de  evanjelist Hırıstıyan  bir nüfus akımının son zamanlarda hızlandığı görülmekte, Evanjelizm tarikatının inançları doğrultusunda  yapılan yorumlar Siyonistler tarafından da desteklenince, Hz. İsa’nın gökten inebilmesi için Büyük İsrail’in kurulması doğrultusunda  Armegeddon savaşının çıkması ya da çıkartılması gerekmektedir. Savaş sırasında  İsrail nükleer silahlar kullanarak bir atom bombası kullanılma olayını gündeme getirerek  bütün merkezi coğrafya devletlerini ve halklarını yok edecek  büyük bir saldırıya geçeceği  açıkça yazılıp çizilmekte ve bir çok medya kanalında da tartışılmaktadır. ULUS gazetesi de bu gelişmeleri dikkate alarak, Suriye’de başlatılan çatışmaların sonunda Armegeddon savaşına dönüşebileceğini, bir başkent gazetesi olarak  dile getirmiş ve Türk ulusu ile beraber bütün insanlığı uyarmaya çalışmıştır.

          Hiç yoktan durduk yerde çıkartılan olaylar ile Suriye bir  Arap ülkesi olarak Arap baharı denilen olayların etkisi altına girerken, dünya 2012 yılına doğru yol almakta ve meşhur Maya takviminde görülen eksiklik doğrultusunda  bu takvimin önümüzdeki yıl bitmesi tartışma konusu olmaktadır. Milattan önceki dönemden gelen bu takvimin 2012 yılına kadar gelmesi ve bu noktada bitmesi de, geleceğe dönük çalışmalar yapan fütüristlerin bu yılda çıkacak bir  üçüncü dünya savaşı sırasında kullanılacak nükleer silahlar ile  insanlığın ve dünyanın yok olmasına  yol açacaklarını ileri sürmelerine neden olmaktadır. 2011 yılının ilk ayında Mısır’da  Kıptilerin kilisesine İsrail’in terörist saldırı düzenlemesiyle başlayan  süreç içerisinde  önce Tunus, sonra Mısır’da iktidar değişikliklerine giden karışıklıklar çıkartılmış, sıra Suudi Arabistan’a gelince bu kez Bahreyn’deki karışıklıklar ile yetinilerek  olayların yönlendirilmesi Libya’ya doğru kaydırılmıştır. Libya’da  İngiliz ve Amerikan ajanlarının evleri basarak ve suçsuz insanları katlederek çıkarttığı olaylar üzerine bu ülke bir iç savaşa sürüklenmiş ve ülke fiilen doğu ve batı olarak ikiye bölünmüştür. Libya olayları daha bitmeden küresel sermayenin güdümündeki  medya organları Arap baharı adını verdikleri terörist olayları diğer Arap ülkelerine de sıçratabilmek üzere resmen hem çığırtkanlık yapmışlar hem de  olaylara dönük provokasyonlarını artırmışlardır. Tunus ile  Arabistan bölgeleri arasında cereyan eden terörist karışıklıklar İsrail’in  yönlendirmesiyle Suriye’ye sıçratılmış ve bu ülke 2012 yılına doğru bir Armegeddon sürecine  bilinçli olarak  iteklenmiştir. Önceleri küçük bazı  olaylar  gündeme gelmiş ama daha sonraki aşamada İsrail ve batı ülkelerinin ajanlarının öncülüğünde  Suriye tam anlamıyla bir karışıklığa doğru  sürüklenmiştir. Önceleri münferit başlayan olayların daha sonraki aşamada sürekli olarak kışkırtılması ve tırmandırılması, ister istemez akla acaba Armageddon senaryosu başlatılmak mı isteniyor diye bir soruyu getirmektedir. Maya takviminin 2012 yılında bitmesiyle, üçüncü dünya savaşına dönüşecek Armegeddon  senaryosunun Suriye topraklarında başlatılması kamuoyundaki kuşkuları giderek artırmaktadır. Özellikle dinci çizgide yayın yapan bazı yayın organlarının olayları ve gelişmeleri kutsal kitaplardaki senaryolar doğrultusunda ele alarak yorumlamaya çalışmaları da  karamsar  düşüncelerin giderek artmasına yol açmaktadır.
           Suriye’nin bir bölge ülkesi olması aynı zamanda bütün Orta Doğu ve merkezi coğrafya ülkelerini de doğrudan doğruya etkilemiş ve komşu  devletlerin yönetimleriyle halkları arasında haklı kuşkuların artmasına neden olmuştur. Ön Asya bölgesinin en ön sırada yer alan ülkesi olarak Suriye’nin de  diğer Arap ülkeleriyle beraber batılı emperyal güçler tarafından karışıklığa mahkum edilmesi  İsrail’i rahatlatmış ve uzun süredir Suriye yüzünden Lübnan’da istediği düzeni kuramayan İsrail’in önünü açmıştır. Suriye yönetimi  dışarıdan kışkırtılan olaylar sonucunda bir içe kapanma dönemine girince  Lübnan’da dengeler değişmiş ve İsrail doğrudan Hizbullah’a yönelik saldırı stratejilerini  devreye sokabilmiştir. Büyük İsrail projesinin ikinci bölümü olan Lübnan bölgesinin siyonist devlet tarafından işgalinin gerçekleşebilmesi doğrultusunda Suriye’nin Lübnan’dan çıkartılması ve daha sonra da Şii hegemonyasının bölge örgütü olan  Hizbullah’ın bu ülkeden çıkartılabilmesi için   böylesine bir büyük bölgesel operasyona ihtiyaç bulunuyordu. ABD ve İngiltere ikilisi Atlantik emperyalizminin temsilcileri olarak bu konuda gereken girişimleri  ve saldırıları, bölgedeki güçleri ve ajanları aracılığı ile  gerçekleştirince  Suriye içe dönmek zorunda kalmış İsrail’de yeniden bölge hegemonyası doğrultusunda daha  güçlü bir biçimde yeni açılımlara kalkışabilmiştir. Özellikle Irak üzerinde kurulmuş olan yeni otorite düzeninin güçlendirilmesi ile beraber Filistin halkının bölgeden çıkartılması gibi  hedefler doğrultusunda İsrail’in daha rahat hareket etmeğe başladığı görülmüştür. Mısır ve Suudi Arabistan’dan sonra Orta Doğu’nun  üçüncü büyük devleti olarak Suriye’nin  terör olayları üzerinden iç savaşa doğru yönlendirilmesi  merkezi alandaki bütün dengeleri alt üst ettiği gibi, tüm komşu ülkelerde de ciddi istikrarsızlıklar yaratabilecek bazı terörist girişimlerin önünü açmıştır. Bu büyük ülkede yaratılan kaotik ortamın terör örgütlerini cesaretlendirmesi ve daha büyük eylemlere yönlendirmesi de gene Armegeddon senaryolarının bir uzantısı olarak Siyonistler tarafından gündeme getirilebilecektir.
           Suriye’nin de eski bir Osmanlı ülkesi olması nedeniyle toplum yapısı büyük oranda Türkiye, Irak ya da diğer bölge ülkelerine benzemektedir. Bir miktar gayrimüslimin  yaşadığı bir Orta Doğu ülkesi olarak Suriye hırıstıyanlar açısından çok kutsal bir yer olarak kabul edilmektedir. Hırıstıyanlığın  yasak olduğu dönemde ilk geliştiği topraklara sahip olan Suriye bu açıdan  batılı ülkeler  tarafından  kutsal kabul edilmektedir ama nüfusunun yüzde doksanı müslüman olan bir toplum yapısına sahip bulunmaktadır. Ermenistan’dan fazla Ermeninin yaşadığı bu ülkede  aynı zamanda  Maronitler, Hırıstıyan Araplar ile Şii  Müslümanlar ve Türkler  birlikte yaşamaktadırlar. Ülkenin doğu bölgesinde bulunan  Kürt asıllı bir milyon kişi de bu ülkede bir istikrarsızlık unsuru olarak görülmekte ve tıpkı Türkiye’de olduğu gibi Kuzey Irak Kürtleri ile beraber bir federasyon kurmaları  doğrultusunda  kışkırtılarak kullanılmaktadırlar. Kamışlı bölgesinde kurulacak bir etnik yönetimin zaman içerisinde Kuzey Irak’taki kukla  devlet ile bütünleşmesi düşünülmektedir. Suriye’nin  bir ülke olmanın ötesinde devlet olarak kalmasını istemeyen güçler, bu ülkedeki Baas rejiminden kalma Nusayri yönetimine dayalı bir devlet yapılanmasına son verebilmek için her türlü yolu denemektedirler. Kırk yılı aşkın bir süredir devam eden  Esat ailesi yönetimine  daha önceki dönemlerden kalma Rusya ve İran desteği devam etmekte ve bu ülkeye yönelik emperyal senaryolara karşı Rusya ile İran her zaman için Suriye’nin yanında yerlerini almaktadırlar. Kürt sorunun batılı emperyal devletler tarafından  kaşınarak, İsrail’in önünün açılması doğrultusunda  kullanılmağa çalışılması girişimlerine karşı  hem Rusya hem de İran sonuna kadar Suriye’nin yanında yer almaktadırlar. Ayrıca Suriye’nin Şii nüfusu da  tıpkı diğer bölge ülkelerindeki Şii topluluklar gibi onlarla işbirliği yaparak bölgede İran merkezli yeni bir Şii yapılanmasının gerçekleşebilmesi için  bölgesel Şii dayanışmasının içinde yer alarak Suriye’yi  daha fazla İran’a yaklaştırmaktadır. İran merkezli Şii yapılanması ile, İsrail merkezli Kürt yapılanması arasında sıkışıp kalan Suriye’nin  geleceğe dönük aktif bir politika ile bölge ülkeleriyle yeni açılımlar yapmaya çalıştığı ve bu doğrultuda son yıllarda Türkiye ile de sıcak bir ilişkiler  dönemi içine girdiği görülmektedir.

              Şii- Sünni çatışmasıyla beraber  gündeme gelebilecek bir Arap -Kürt ihtilafı da  doğrudan doğruya Türkiye’yi tehdit edecek  nitelikte görünmektedir. ABD’nin Irak’a saldırı ve işgali öncesinde Irak  CİA ajanları tarafından karıştırılırken, nasıl binlerce Iraklı Kürt Türkiye’ye göçe zorlandı ise, bugün de aynı senaryo Suriye üzerinden tekrarlanmak istenmekte, Iraklı Kürt’lerden sonra Kamışlı bölgesindeki Kürtler ile Halep bölgesindeki Türkler ve Araplar Türkiye’ye doğru göç etmeye zorlanmaktadırlar. Kuzey Irak’ın göçler üzerinden Türkiye ile bağlantılı kılınarak  merkezi Irak’tan kopartıldığı gibi, Kuzey Suriye bölgesi de Halep merkezli olarak Türkiye ile bağlantılı kılınmaya çalışılmakta ve gelecekte Türkiye’den Hatayı ‘da kopartabilecek bir süreç, Halep üzerinden Türkiye bağlantısı ile başlatılmaya çalışılmaktadır. Olaylar tırmandıkça ölen insan sayısı artıyor, bu nedenle de ülkeden kaçış isteklerinin  her geçen gün daha fazlalaştığı  görülmektedir. Özellikle  bir hafta içinde binlerce  Suriyelinin  Türk sınırını geçerek Hatay’a gelmesi ve  Türkiye topraklarında koruma altına alınması  geleceğe dönük karamsarlığı daha da artırmıştır. Irak’lı göçmenlere on yıl önce yapıldığı gibi şimdi de Suriyeli göçmenler için çadır kentler kurulmaya başlanmış ve bir anlamda Suriye olaylarının  tampon bölgesi haline Türk toprakları getirilmiştir. Terör ve karışıklığın tırmanması üzerine Suriye rejimi sert polisiye önlemler almış  ve bazı kentlerdeki kalkışmalara karşı güvenlik güçleri silah kullanmaya başlayınca  yüzlerce ordu ve emniyet mensubunun öldürülmesi olayları ile karşılaşılmıştır. Sınırı geçerek Türkiye’ye iltica edenler kadar bunlardan çok daha fazla sayıda Suriye vatandaşının  sınırı geçmek üzere Kuzey Suriye’nin çeşitli bölgelerinde toplanmaya başladığı görülmüştür. Suriye’deki karışıklıkların kaos ortamına dönüşmesi üzerine, bazı Avrupa ülkeleri bu ülkede  hızla  reformlara gidilmesini istemişler özellikle ABD kırk yıldır katı bir baskı ile sürdürülen sıkıyönetimin  kaldırılmasını  talep etmiştir. Beşer Esat yönetimi bir yumuşama sağlayarak olayları önleyeceğine, aksine sertleşmeye gitmiş, şiddet ve baskıyı artırdıkça Suriye kentlerindeki karışıklıklar  artık önlenemez bir noktaya gelmiştir. Suriye’de yaşamakta olan  bir kaç milyon Türk asıllı  insan Kuzeydeki komşu ülke olan Türkiye’deki akrabalarının yanlarına gelmeye  çalışmış ve Türk devletinin aldığı önlemler üzerine göçmen Suriyeliler için  Türkiye bir kurtuluş kapısı konumuna gelmiştir. Kızılay’ın öncülüğünde bazı  Türk kamu kurumlarının Suriye’den kaçanlara kucak açması ve onlar için geçici çadır kentler kurarak bir tampon bölge oluşturmaya yönelmesi  olayların daha tehlikeli boyutlara ulaşmasını önlemiştir.
            Suriye yönetiminin  katı ve baskıcı yönetimde ısrarcı davranması ve  sıkıyönetimi kaldırarak reformlara yönelmemesi  üzerine Avrupa Birliğine temsilen İngiltere ve Fransa’nın konuyu Birleşmiş Milletlere götürmesine neden olmuştur.  Osmanlı İmparatorluğu sonrasında Orta Doğu haritasını yeniden çizmiş  olan bu iki batılı emperyal ülke  Birleşmiş Milletler genel kurul kararı ile ya da Güvenlik Konseyinin alacağı önlemler ile  Suriye’deki karışıklıkların durdurulmasına çaba göstermiştir. İran ile beraber Suriye’deki rejimi desteklemeye devam eden Rusya’nın, Güvenlik Konseyinin sürekli üyesi olarak  Suriye ile ilgili bir  olumsuz karara karşı çıkacağı ve kesinlikle böyle bir girişimi veto silahını kullanarak durduracağı anlaşılmaktadır. Rusya gibi Çin’in de batı karşıtı bir doğrultuda hareket etmesi ve   Rusya gibi batı blokuna karşı veto kozunu kullanacağı da şimdiden belli olmuştur. Orta Doğu bölgesinde İran’ın en yakın müttefiki olan  İran’ın aynı zamanda Çin ile de çok yakın ilişkiler geliştirmiş olması ABD ve  İsrail ikilisini zor durumda bırakmakta ve bu yüzden  batılı emperyalistler ile siyonistlerin yeni  Suriye karşıtı girişimleri gündeme gelmektedir. ABD ile Rusya arasında kalan İngiltere ve Fransa bir anlamda İsrail’in önünü kesmek üzere meseleyi Birleşmiş Milletlere  taşımaya çalışmaktadırlar. Batı blokunun bir kanadının çıkardığı Suriye istikrarsızlığını gene batının içinde yer alan  diğer kanat tarafından önlenmeye çalışılması, Rusya, Çin ve Hindistan gibi doğunun üç büyük dev ülkesinin meseleye kalkışmalarını önlemeye dönüktür. ABD  ve Avrupa Birliği kadar bu üç doğulu süper gücün dünyanın merkezi coğrafyası ile yakından ilgilenmeye  başlaması  İsrail’in çok istediği üçüncü dünya savaşı senaryosunun gerçekleşmesine katkıda bulunacaktır. Bu nedenle savaş lobilerinin bir doğu-batı çatışmasını merkezi alanda çıkartmaya çalıştıkları açıktır. Suriye’ye yönelik olarak bir süredir batılı ülkeler tarafından  uygulanan ambargo ya da cezai yaptırımlara katılmayan Rusya, eski müttefikini batılı saldırgan emperyalistlere karşı korumaya çalışmış ve her zaman için Suriye’nin yanında yer almıştır. Birleşmiş Milletlerde Suriye ilgili karar anı yaklaşırken, Rusya’nın  bu ülkeye karşı her türlü yaptırımı önlemek için ciddi boyutlarda çaba harcadığı açıkça ortaya çıkmıştır. Son yıllarda batının enerji deposu haline gelen Rusya’nın Libya ile ilgili  olumsuz tutumu ve batı saldırganlığını destekler bir konuma düşmesi nedeniyle kuşkuya düşen  siyasal merkezler, Rusya’nın Suriye konusunda batı ile beraber hareket etmemesi üzerine, dünya barışının ve siyasal dengelerin  geleceğe dönük olarak korunabilmesi doğrultusunda  daha iyimser  olabilmişlerdir.
             Soğuk savaşın son döneminde Rusya’nın Suriye’de askeri üsler kurması ve bu ülkeyi İsrail ile ABD saldırganlığına karşı korumak amacıyla bu üslerde  önemli bir askeri güç bulundurması bir savaş nedeni olarak görülüyordu. Amerikan donanması Karadeniz’e girmek için bastırırken, Rus donanması Rusya’nın Suriye kıyılarında kurmuş olduğu askeri üs üzerinden  Akdeniz’e iniyordu. Bir anlamda İsrail’in Doğu Akdeniz kıyılarında bir güç merkezi olmasına karşılık olarak, Rusya’da dünyanın önde gelen büyük devletlerinden birisi olarak Suriye’ye askeri bir yerleşim  atağına kalkışıyordu. Rusya’nın Akdeniz üssünün kurucusu olan önde gelen subaylardan birisinin  ABD ve İsrail gizli servisleri tarafından öldürülerek cesedinin Akdeniz’e atılması  olayı tarafları Doğu Akdeniz sularında  savaşa doğru sürüklemiş ama uluslar arası konjonktürde öne çıkmış olan diğer olaylar böylesine bir savaşın gerçekleşmesini önlemişlerdir. Osmanlı sonrasında merkezi coğrafya yeniden yapılandırılırken, kuzeyden gelen güç olarak Rusya’nın karşısına önce İngiltere ve Fransa şimdi de ABD ve İsrail ikilisi çıkıyor ve böylece  batı hegemonyasının Orta Doğu’da devam ettirilmesinin yolları aranıyordu. Batı dünyasının İsrail’in yanında sürekli olarak yer alması nedeniyle Rusya’da bütün Arap ülkelerinin batı karşıtı doğal müttefiki konumuna geliyordu. I958  General Kasım darbesi ile  Irak’a giren Rusya, daha sonra Suriye’de mevzilenerek Akdeniz kıyılarından sıcak denizlere açılıyor ve  bu bölgenin en güçlü komünist partisi olan Akel’i  Kıbrıs adasında kuruyordu. Doğu Akdeniz’i batılılara ya da İsrail’li Siyonistlere bırakmama konusunda kararlı olan  Rusya’nın  Suriye konusunda daha aktif davranarak, Libya olayındaki hatalı tutumdan kaçınmaya çalıştığı her geçen gün daha net olarak anlaşılmıştır. Baba Esat’ın müttefiki olan Rusya yavru Esat’ın da aynı doğrultuda dostu olarak hareket etmiş ve babadan oğla geçen bu Baas rejimini, batı emperyalizmi ve İsrail siyonizmi ittifakına karşı  sahipsiz bırakmamıştır.

            Orta Doğu’ya  yavaş yavaş İran üzerinden girmeğe çalışan Çin’de tıpkı Rusya gibi Suriye konusunda batılı emperyalistlere karşı bir tutum içerisinde olmuş ve İran rejimi ile son yıllarda giderek artan işbirliği doğrultusunda Çin ‘de  Orta Doğu’nun Şii halk topluluklarını, batının müttefiki olan Sünni topluluklara karşı destekleyerek sahip çıkmaya çalışmıştır. İran ile giderek artan oranda büyük bir işbirliğine girişen doğunun süper gücü Çin, tıpkı İran gibi merkezi coğrafyada batılı ülkelerin üstünlüğüne karşı çıkarak, siyonist İsrail’in arkasında duran ABD’ye karşı  yeni bir denge kurmaya çalışmıştır. Bütün dünya ile ciddi bir ekonomik yarışa kalkışan Çin son yıllarda giderek artan ekonomik ağırlığını Orta Doğu bölgesine de taşırken  Suriye’yi kendisine en yakın müttefik ülkelerden birisi olarak seçmiştir. Avrupa Birliğinin Akdeniz ülkeleri birbiri ardı sıra iflas ederek çökünce Çin yeni süper güç olarak Akdeniz’e girmiş ve bu ülkelere  büyük ekonomik destek sağlamaya kalkışmıştır. Nato’nun Libya müdahalesi Çin dışişleri bakanının  Akdeniz turundan hemen sonra gündeme gelmiş, batılı güçler Akdeniz’e inmiş olan Rusya ile uğraşırken bir yandan da Çin ile uğraşmamak için, Çin ile yeni ittifaklara yönelen Arap devletlerinin rejimlerini  kendi kışkırttıkları terör olayları üzerinden  düşürmeyi tercih etmişlerdir. Batı emperyalizminin baskılarından bıkarak doğu ülkeleriyle yakınlaşma ve işbirliğine yönelen bütün Arap yönetimleri terör olayları üzerinden değiştirilmeye çalışılmıştır. Yeni dönemde artık Orta Doğu ‘da batılı güçlere karşı çıkan doğulu güçler arasında Rusya ve İran’dan sonra Çin de yerini almıştır. İran’dan sonra Libya ve Suudi Arabistan rejimlerinin Çin’e petrol satmaya yönelmeleri ,  ABD ve İsrail ikilisinin Arap halklarını kendi hükümetlerine karşı kışkırtmalarına  giden yolu açmıştır. Batı hegemonyasına karşı Orta Doğu’da Rusya ile paslaşarak hareket eden Çin’in  İsrail ve ABD saldırganlığına karşı çıkarak Suriye’nin yanında yer almaya çalıştığı izlenmiştir. Çin halkının bisikleti bırakarak Amerikalılar gibi araba kullanmaya başlaması üzerine petrol ihtiyacı artmış ve bu yüzden Çin de Orta Doğu’nun petrol ülkelerine enerji ihtiyacını karşılayabilme doğrultusunda  yönelmiştir. Arap yönetimlerinin Çin’e yönelme girişimleri, bu devletlerin çatısı altında yaşayan  Arap toplumlarının batılı güçler tarafından  kışkırtılmalarına neden olmuştur.  Kaçak Çin malları Orta Doğu pazarlarını sararken, Arap petrolü de bu malların karşılığında Çin’e doğru  gönderilmeye başlamış ve bu doğal ittifakın önlenebilmesi amacıyla da batılı gizli servisler Arap toplumlarını kendi devletlerine ve hükümetlerine karşı ayaklandırmışlardır.
               I982 yılında ABD’deki bir Yahudi dergisinde yayınlanan  Büyük İsrail projesinin dayandığı haritaya göre Suriye  devleti beş parçaya ayrılacaktır. Bu ülkede yaşamakta olan beş büyük  halk topluluğu tıpkı Kuzey Irak’ta olduğu gibi kendi küçük devletçiklerini ABD ve İsrail desteği ile kuracaklar ve daha sonra da Kuzey Irak’taki kukla devlet gibi   Amerikan ya da İsrail’in  besleme kuklalarına dönüşeceklerdir. Nusayri , Sünni, Maronit, Asuri ve Yezidi gibi   küçük topluluklar Kuzey Irak Kürtleri gibi  kendi küçük devletlerinin çatısı altında ABD’nin deniz aşırı sömürgesi konumunda yaşamlarını sürdürecekler ve böylece  bütün Arap ve İslam dünyasına karşı  İsrail’in doğal müttefikleri  konumuna gelerek Kudüs’e bağlı  yeni  bölgeler halinde  Büyük İsrail federasyonunun yeni eyaletleri statüsüne gelebileceklerdir. İran’a karşı bir doğrultuda  bütün Sünni Arap devletlerine  üç yüz milyar dolarlık silah satışı yapan ABD ve İsrail ikilisi  Suriye’yi beşe bölerken,  bu ülkenin doğusundaki Kürtleri De ayaklandırarak Kuzey Irak’taki Kürt yapılanmasının genişleyerek güçlenmesine yardımcı olmaya çalışmaktadırlar. Kürt kozunu bütün bölge devletlerine karşı kullanmaya dikkat eden ABD emperyalizmi ile İsrail siyonizmi  Kamışlı üzerinden Türkiye’nin güneydoğu bölgesini de  Ankara’ya karşı ayaklandırabilmenin yollarını aramaktadırlar. Kuzey Irak üzerinden Türkiye’nin Kürtlerini  sürekli olarak Türk devletine karşı  kışkırtmayı bir ulusal politika haline getiren  batılı emperyalistler, aynı  doğrultudaki girişimlerini son zamanlarda Kamışlı üzerinden artırmış durumdadırlar . Bir türlü Kürt sorunu ile Türkiye’yi bertaraf edemeyenler sonrasında Suriye üzerinden emellerine ulaşabilmek için ellerinden gelen her yolu denemektedirler. Adana, Antep ve Kilis hattında yaşayan Türk vatandaşlarının akrabaları üzerinden  Kuzey Suriye’yi Türkiye ile yakından  bağlaştırmaya çalışanlar Suriye’deki karışıklar üzerinden aynı zamanda Türkiye’yi tehdit etmektedirler. Irak’ta yaşananlar nasıl Türkiye’yi uzun süre istikrarsızlığa sürüklediyse aynı  doğrultuda  geliştirilmek istenen olaylar ile gene Türkiye Cumhuriyeti hedef haline getirilmektedir. Suriye olayları Nisan ayı başında başlamadan bir hafta önce, Mart ayının son haftasında CİA  başkanının Türkiye’ye gelmesi ve Suriye olaylarını Türkiye üzerinden planlayarak yönlendirmeye kalkışması da, Türkiye’nin ABD tarafından Suriye üzerinde kullanılmaya çalışıldığı izlenimini kamuoyuna yansıtmıştır. Rusya, İran ve Çin ile  Suriye üzerinde karşı karşıya gelmek istemeyen ABD ve İsrail ikilisi  cepheye Türkiye’yi sokarak, bir Truva Atı gibi kullanmak istedikleri Türkiye üzerinden Suriye’yi dağıtma planlarını devreye sokmaya çalıştıkları  artık iyice belli olmuştur. İsrail destekli bir ABD harekatı Suriye olaylarında Armageddon  planlarının  devreye girdiğini de açıkça ortaya koymaktadır.
           Türkiye’de yayınlanan Yeni Şafak gazetesinin önde gelen bir yazarı olarak İbrahim Karagül, Suriye olaylarının İsrail’in Brüksel elçiliğinden yönlendirildiğini ve bu elçilikte  başta Suudi Arabistan olmak üzere  Ürdün, Mısır ve  Birleşik Arap Emirlikleri gibi Sünni  Arap devletlerinin  temsilcilerinin  toplanarak   Suriye’deki Şii yönetime karşı  ortak bir eylem  planı içinde  davrandıklarını yazmıştır. Bu bilgi de, Suriye ile kuşkuları giderek artırmış  ve Orta Doğu’da bir Şii ve Sünni kamplaşması yaratılırken, Suriye bir çatışma alanı olarak seçilmiştir. İsrail’in Armegeddon planı doğrultusunda zaten geleceğin  savaş alanı olarak ilan edilmiş olan bu ülke  üç yüz milyar dolarlık silahları satın alan Sünni Arap devletleri için bir savaş alanı olarak İsrail ve ABD ikilisi tarafından hazırlanmıştır. Avrupa Birliğinin başkenti olan Brüksel’deki İsrail elçiliği Suriye savaşı için karargah olarak seçilirken hem, Sünni  Arap devletleri bu merkezde bir araya getirilmiş hem de Avrupa Birliği ülkelerinin bir batı dayanışması içerisinde geleceğin doğu savaşına karşı  doğal destekleri alınmaya çalışılmıştır. Batı emperyalizmi, Sünni Arap ülkelerini İran korkusu ile yanına alırken, İran üzerinden Rusya ve Çin’i de içine alacak düzeyde bir  büyük doğu-batı savaşını üçüncü dünya savaşı olarak ve kutsal kitaplardaki Armageddon efsanesine de  sadık kalarak savaş konjonktürünü tırmandırırken, silah ve petrol lobileri  sahip oldukları büyük sermayeler aracılığı ile  dünya medyasında savaş çığırtkanlığını  tırmandırmaya başlamışlardır. Kafkasya üzerinden Hazar bölgesine girmeye hazırlanan Batı emperyalizmi dünyanın ana merkezi bölgesini ele geçirirken, doğu güçlerine karşı üçüncü dünya savaşını  merkezi bölgede Suriye  toprakları üzerinden  bu süreci tırmandıracak gibi görünmektedir.

            Tam bu aşamada  Türkiye gene kilit ülke konumuyla  öne çıkmıştır. Bir Şii-Sünni çatışması çıkarma doğrultusunda Irak üzerinde Türkiye ile İran’ı karşı karşıya  getiremeyen  Amerikan emperyalizmi, bugün aynı oyunu Suriye üzerinde oynamaya çalışmakta , bu Arap ülkesini karıştırırken Şiilere yönelik saldırıları tırmandırarak  Sünnileri karşı hedef haline getirmekte ve Türkiye’yi bu kez Sünnilerin koruyucusu olarak  Suriye’ye müdahale etmeye  zorlamaktadır. Eski bir Türk devleti olan ve halen nüfusunun  üçte ikisine yakın bir oranda Türk asıllı bir  toplum yapısına sahip olan İran ile sadece mezhep farkı yüzünden  savaşmak Türk devleti açısından son derece anlamsız bir durumdur. Çaldıran savaşı sonrasında birbirleriyle  dört yüz yıl savaşmayan bu iki büyük devletin, ABD hegemonyası ya da İsrail siyonizmi uğruna  büyük komşusu ile bir mezhep savaşına sürüklenmesi  her iki devlet açısından son derece anlamsız bir  yok oluş senaryosunu gündeme getirmektedir. Bin yılı aşkın bir sür bu topraklarda her şeye rağmen ayakta kalmış iki büyük devletin  başka devletlerin senaryolarına alet olarak birbirleriyle  savaşa doğru sürüklenmek istenmesi  son derece anlamsız  ve saçma  bir durum yaratmaktadır. Türkiye’yi Suriye olayları için merkez seçen Amerikan gücü kendine bağlı Türkiye’deki medya organları üzerinden  Halep’in Türklüğü konusunu sürekli olarak işlemekte  ve  Halep bölgesinin merkez olduğu Kuzey Suriye bölgesinin Türkiye’ye bağlanması gerektiğini açıkça  savunabilmektedirler. Böylesine bir senaryonun devamında Türkiye Hatay vilayetini elinden kaçırabilecektir. Bugün Halep’i al diyerek Türkiye’yi Suriye’ye sokmak isteyenler, savaş sonrasında bölge haritalarını yeniden çizerken Halep’in yanı sıra Hatay’ı da Türklerin elinden alabileceklerdir. Böylesine  bir oyuna gelmemek için Türkiye’nin dikkatli davranması ve kesinlikle Suriye’nin iç işlerine müdahale etmemesi gerekmektedir. Libya’daki gibi uluslar arası hukuka aykırı bir durumun yaratılmasında Türkiye  emperyalistler ile değil ama aksine kendi güvenliği için komşularıyla beraber hareket etmelidir.
              Armageddon planları doğrultusunda Suriye  adım adım iç savaşa doğru gitmektedir. ABD ve İsrail ikilisinin başlattığı bu savaş senaryosunun her gün daha da genişleyerek  bölgeyi tehdit etmesine karşı Türk devleti kendi ülkesinin güvenliği açısından acil önlemler almak durumundadır. Bir günde yüzden fazla güvenlik görevlisinin  öldürüldüğü, halk kitlelerine yönelik çeşitli katliamların  Suriye kentlerinde  uygulandığı bir aşamada, Türkiye Suriye devletini ya da halkını karşısına alacak hiçbir girişimde bulunmamalı, aksine  iç savaşa sürüklenen bu ülkeye karşı  anlayışlı ve yardımcı tutumunu istikrarlı bir biçimde sürdürebilmelidir. Türkiye’nin güney vilayetlerine önümüzdeki dönemde yönelebilecek büyük insan göçüne karşı Türkiye hazırlıklı olmalıdır. Suriye iç savaşı bu ülkeyi bitireceği gibi, Şii-Sünni çatışmasıyla Türkiye ve İran’ı karşı karşıya getirecek, kamışlı Kürtleri üzerinden de Türkiye’nin güneydoğu bölgesini isyana doğru sürükleyebilecektir. Bu durumda Türk devletin acilen, İran, Irak, Suriye  devletleri ile bir araya gelerek, bölgede tırmandırılan teröre ve savaş tehlikesine karşı bir  merkezi devletler birliği ya da  eski Cento benzeri bir  Orta Doğu güvenlik örgütü kurması zorunlu görünmektedir. Türkiye komşularıyla böylesine bir örgütlenme üzerinden merkezi coğrafyada güvenlik sağlayamazsa,  Nato kara kuvvetleri bu aşamada İzmir’e ve daha sonra da  Konya üzerinden bütün Anadolu’ya gelerek ve yayılarak  batı blokunun dünya hegemonya  savaşını  Türklerin   anavatanını cephe ülkesi konumuna çevirerek   sürdürecektir. Türk devletine ve milletine bu dışarıdan zorla dayatılan savaş senaryolarına karşı  ne dediği sorulmadan bir oldu bitti ile Türkiye  Suriye’deki karışıklıklar üzerinden İran ile savaşmak zorunda kalabilir. Nato’nun Türkiye’ye taşınmasıyla ilgili olarak  acilen bir referandum yapılması anayasa gereğidir. Türk devletinin yok olmasına yol açabilecek bir haksız savaşa Türk Silahlı Kuvvetlerinin sürüklenmemesi için, Türk halkının yeterince bilgilendirilmesi ve emperyalizmin bu haksız hegemonya savaşı uğruna  Türkiye cumhuriyetinin yıkılmasına gidebilecek  haksız bir savaşa, bizim olmayan  bir kavgaya Türk devletinin, ordusunun ve milletinin alet edilmesinin sorumluluğu  çok büyük olacaktır. Daha fazla zaman yitirmeden hem hızla  halk oylaması tamamlanmalı hem de bölge ülkeleriyle bir araya gelerek, Nato benzeri bir güvenlik örgütü yeni Cento olarak, acilen bütün bölge ülkelerinin  katılımıyla kurulmalıdır. Suriye’deki  Megiddo ovasında başlatılacak, Armegeddon senaryolarıyla üçüncü dünya savaşına gidiş başka türlü durdurulamayacak gibi görünmektedir. Seçim sonrasında Türkiye’nin ana konusu, Suriye savaşının bölge ülkeleriyle işbirliği yapılarak önlenmesi olacaktır. Irak’ı yıkan emperyalizm yarın Suriye ile beraber Türkiye ve İran’ı da yıkacaktır. Bütün bölge ülkeleri hedef olduğuna göre, yıkılmamak üzere işbirliği ve dayanışma içine girmeleri kaçınılmazdır. Ya Suriye üzerinden üçüncü dünya savaşı  ya da  bölge ülkelerinin dayanışmasıyla merkezi güvenlik örgütü seçenekleri arasında, Türkiye ikincisini gerçekleştirmek  için çok hızlı harekete geçmek zorundadır. Bu doğrultuda bütün siyasi partiler ve ulusal güçlerin her türlü iç meseleyi  ve tartışmaları bir yana bırakarak, ortak hareket etmeleri  zorunludur.

Prof. Dr. ANIL  ÇEÇEN



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder