SURİYE’ DE ARMEGEDDON
SAVAŞI BAŞLADI
Atatürk’ten Türk ulusuna yadigar kalan ULUS gazetesi başkent Ankara’da yayın hayatına devam ederken, geçen ay içindeki bir müshasında “Suriye’de Armageddon savaşı “ başlığı ile yayınlandı.
Kutsal
kitaplara göre dünyayı ve insanlığı yok edecek üçüncü dünya savaşının din açısından değerlendirilmesinde, Suriye’nin
güney bölgesindeki bir ovada kıyamet
senaryolarının gerçekleşmesini sağlayacak
bir üçüncü dünya savaşı çıkacaktır. Kudüs’ün kuzeyinde kalan bu bölge Suriye’nin sınırları
içerisinde yer alan eski Latince adı ile
Megiddo, Arapça dilinde ise Mecüddin
ismi ile anılmaktadır. Tevrat’ta dile getirilen Büyük İsrail’in vaat edilmiş kutsal
topraklarda kurulması sırasında
Yahudiler ile bölge ülkeleri arasında bir savaş bu Megiddo ovasında çıkacak ve zamanla üçüncü
dünya savaşına dönüşerek insanlığın mahvına yol açacaktır. Bu doğrultuda Türkiye üzerinden Orta Doğu’ya doğru, hem
Yahudi hem de evanjelist Hırıstıyan bir nüfus akımının son zamanlarda hızlandığı
görülmekte, Evanjelizm tarikatının inançları doğrultusunda yapılan yorumlar Siyonistler tarafından da
desteklenince, Hz. İsa’nın gökten inebilmesi için Büyük İsrail’in kurulması
doğrultusunda Armegeddon savaşının
çıkması ya da çıkartılması gerekmektedir. Savaş sırasında İsrail nükleer silahlar kullanarak bir atom
bombası kullanılma olayını gündeme getirerek
bütün merkezi coğrafya devletlerini ve halklarını yok edecek büyük bir saldırıya geçeceği açıkça yazılıp çizilmekte ve bir çok medya
kanalında da tartışılmaktadır. ULUS gazetesi de bu gelişmeleri dikkate alarak,
Suriye’de başlatılan çatışmaların sonunda Armegeddon savaşına dönüşebileceğini,
bir başkent gazetesi olarak dile
getirmiş ve Türk ulusu ile beraber bütün insanlığı uyarmaya çalışmıştır.
Hiç yoktan durduk yerde çıkartılan
olaylar ile Suriye bir Arap ülkesi
olarak Arap baharı denilen olayların etkisi altına girerken, dünya 2012 yılına
doğru yol almakta ve meşhur Maya takviminde görülen eksiklik doğrultusunda bu takvimin önümüzdeki yıl bitmesi tartışma
konusu olmaktadır. Milattan önceki dönemden gelen bu takvimin 2012 yılına kadar
gelmesi ve bu noktada bitmesi de, geleceğe dönük çalışmalar yapan fütüristlerin
bu yılda çıkacak bir üçüncü dünya savaşı
sırasında kullanılacak nükleer silahlar ile insanlığın ve dünyanın yok olmasına yol açacaklarını ileri sürmelerine neden
olmaktadır. 2011 yılının ilk ayında Mısır’da
Kıptilerin kilisesine İsrail’in terörist saldırı düzenlemesiyle
başlayan süreç içerisinde önce Tunus, sonra Mısır’da iktidar
değişikliklerine giden karışıklıklar çıkartılmış, sıra Suudi Arabistan’a
gelince bu kez Bahreyn’deki karışıklıklar ile yetinilerek olayların yönlendirilmesi Libya’ya doğru
kaydırılmıştır. Libya’da İngiliz ve
Amerikan ajanlarının evleri basarak ve suçsuz insanları katlederek çıkarttığı
olaylar üzerine bu ülke bir iç savaşa sürüklenmiş ve ülke fiilen doğu ve batı
olarak ikiye bölünmüştür. Libya olayları daha bitmeden küresel sermayenin
güdümündeki medya organları Arap baharı
adını verdikleri terörist olayları diğer Arap ülkelerine de sıçratabilmek üzere
resmen hem çığırtkanlık yapmışlar hem de
olaylara dönük provokasyonlarını artırmışlardır. Tunus ile Arabistan bölgeleri arasında cereyan eden
terörist karışıklıklar İsrail’in
yönlendirmesiyle Suriye’ye sıçratılmış ve bu ülke 2012 yılına doğru bir
Armegeddon sürecine bilinçli olarak iteklenmiştir. Önceleri küçük bazı olaylar
gündeme gelmiş ama daha sonraki aşamada İsrail ve batı ülkelerinin
ajanlarının öncülüğünde Suriye tam anlamıyla
bir karışıklığa doğru sürüklenmiştir. Önceleri
münferit başlayan olayların daha sonraki aşamada sürekli olarak kışkırtılması
ve tırmandırılması, ister istemez akla acaba Armageddon senaryosu başlatılmak
mı isteniyor diye bir soruyu getirmektedir. Maya takviminin 2012 yılında
bitmesiyle, üçüncü dünya savaşına dönüşecek Armegeddon senaryosunun Suriye topraklarında
başlatılması kamuoyundaki kuşkuları giderek artırmaktadır. Özellikle dinci
çizgide yayın yapan bazı yayın organlarının olayları ve gelişmeleri kutsal
kitaplardaki senaryolar doğrultusunda ele alarak yorumlamaya çalışmaları
da karamsar düşüncelerin giderek artmasına yol açmaktadır.
Suriye’nin
bir bölge ülkesi olması aynı zamanda bütün Orta Doğu ve merkezi coğrafya
ülkelerini de doğrudan doğruya etkilemiş ve komşu devletlerin yönetimleriyle halkları arasında
haklı kuşkuların artmasına neden olmuştur. Ön Asya bölgesinin en ön sırada yer
alan ülkesi olarak Suriye’nin de diğer
Arap ülkeleriyle beraber batılı emperyal güçler tarafından karışıklığa mahkum
edilmesi İsrail’i rahatlatmış ve uzun
süredir Suriye yüzünden Lübnan’da istediği düzeni kuramayan İsrail’in önünü
açmıştır. Suriye yönetimi dışarıdan
kışkırtılan olaylar sonucunda bir içe kapanma dönemine girince Lübnan’da dengeler değişmiş ve İsrail
doğrudan Hizbullah’a yönelik saldırı stratejilerini devreye sokabilmiştir. Büyük İsrail
projesinin ikinci bölümü olan Lübnan bölgesinin siyonist devlet tarafından
işgalinin gerçekleşebilmesi doğrultusunda Suriye’nin Lübnan’dan çıkartılması ve
daha sonra da Şii hegemonyasının bölge örgütü olan Hizbullah’ın bu ülkeden çıkartılabilmesi
için böylesine bir büyük bölgesel
operasyona ihtiyaç bulunuyordu. ABD ve İngiltere ikilisi Atlantik
emperyalizminin temsilcileri olarak bu konuda gereken girişimleri ve saldırıları, bölgedeki güçleri ve ajanları
aracılığı ile gerçekleştirince Suriye içe dönmek zorunda kalmış İsrail’de
yeniden bölge hegemonyası doğrultusunda daha
güçlü bir biçimde yeni açılımlara kalkışabilmiştir. Özellikle Irak
üzerinde kurulmuş olan yeni otorite düzeninin güçlendirilmesi ile beraber
Filistin halkının bölgeden çıkartılması gibi
hedefler doğrultusunda İsrail’in daha rahat hareket etmeğe başladığı
görülmüştür. Mısır ve Suudi Arabistan’dan sonra Orta Doğu’nun üçüncü büyük devleti olarak Suriye’nin terör olayları üzerinden iç savaşa doğru
yönlendirilmesi merkezi alandaki bütün
dengeleri alt üst ettiği gibi, tüm komşu ülkelerde de ciddi istikrarsızlıklar
yaratabilecek bazı terörist girişimlerin önünü açmıştır. Bu büyük ülkede
yaratılan kaotik ortamın terör örgütlerini cesaretlendirmesi ve daha büyük
eylemlere yönlendirmesi de gene Armegeddon senaryolarının bir uzantısı olarak
Siyonistler tarafından gündeme getirilebilecektir.
Suriye’nin
de eski bir Osmanlı ülkesi olması nedeniyle toplum yapısı büyük oranda Türkiye,
Irak ya da diğer bölge ülkelerine benzemektedir. Bir miktar gayrimüslimin yaşadığı bir Orta Doğu ülkesi olarak Suriye
hırıstıyanlar açısından çok kutsal bir yer olarak kabul edilmektedir. Hırıstıyanlığın yasak olduğu dönemde ilk geliştiği topraklara
sahip olan Suriye bu açıdan batılı ülkeler tarafından
kutsal kabul edilmektedir ama nüfusunun yüzde doksanı müslüman olan bir
toplum yapısına sahip bulunmaktadır. Ermenistan’dan fazla Ermeninin yaşadığı bu
ülkede aynı zamanda Maronitler, Hırıstıyan Araplar ile Şii Müslümanlar ve Türkler birlikte yaşamaktadırlar. Ülkenin doğu
bölgesinde bulunan Kürt asıllı bir
milyon kişi de bu ülkede bir istikrarsızlık unsuru olarak görülmekte ve tıpkı
Türkiye’de olduğu gibi Kuzey Irak Kürtleri ile beraber bir federasyon
kurmaları doğrultusunda kışkırtılarak kullanılmaktadırlar. Kamışlı
bölgesinde kurulacak bir etnik yönetimin zaman içerisinde Kuzey Irak’taki
kukla devlet ile bütünleşmesi
düşünülmektedir. Suriye’nin bir ülke
olmanın ötesinde devlet olarak kalmasını istemeyen güçler, bu ülkedeki Baas
rejiminden kalma Nusayri yönetimine dayalı bir devlet yapılanmasına son
verebilmek için her türlü yolu denemektedirler. Kırk yılı aşkın bir süredir
devam eden Esat ailesi yönetimine daha önceki dönemlerden kalma Rusya ve İran
desteği devam etmekte ve bu ülkeye yönelik emperyal senaryolara karşı Rusya ile
İran her zaman için Suriye’nin yanında yerlerini almaktadırlar. Kürt sorunun
batılı emperyal devletler tarafından
kaşınarak, İsrail’in önünün açılması doğrultusunda kullanılmağa çalışılması girişimlerine
karşı hem Rusya hem de İran sonuna kadar
Suriye’nin yanında yer almaktadırlar. Ayrıca Suriye’nin Şii nüfusu da tıpkı diğer bölge ülkelerindeki Şii topluluklar
gibi onlarla işbirliği yaparak bölgede İran merkezli yeni bir Şii
yapılanmasının gerçekleşebilmesi için
bölgesel Şii dayanışmasının içinde yer alarak Suriye’yi daha fazla İran’a yaklaştırmaktadır. İran
merkezli Şii yapılanması ile, İsrail merkezli Kürt yapılanması arasında sıkışıp
kalan Suriye’nin geleceğe dönük aktif
bir politika ile bölge ülkeleriyle yeni açılımlar yapmaya çalıştığı ve bu
doğrultuda son yıllarda Türkiye ile de sıcak bir ilişkiler dönemi içine girdiği görülmektedir.
Şii- Sünni çatışmasıyla beraber gündeme gelebilecek bir Arap -Kürt ihtilafı
da doğrudan doğruya Türkiye’yi tehdit
edecek nitelikte görünmektedir. ABD’nin
Irak’a saldırı ve işgali öncesinde Irak
CİA ajanları tarafından karıştırılırken, nasıl binlerce Iraklı Kürt
Türkiye’ye göçe zorlandı ise, bugün de aynı senaryo Suriye üzerinden
tekrarlanmak istenmekte, Iraklı Kürt’lerden sonra Kamışlı bölgesindeki Kürtler
ile Halep bölgesindeki Türkler ve Araplar Türkiye’ye doğru göç etmeye
zorlanmaktadırlar. Kuzey Irak’ın göçler üzerinden Türkiye ile bağlantılı
kılınarak merkezi Irak’tan kopartıldığı
gibi, Kuzey Suriye bölgesi de Halep merkezli olarak Türkiye ile bağlantılı
kılınmaya çalışılmakta ve gelecekte Türkiye’den Hatayı ‘da kopartabilecek bir süreç,
Halep üzerinden Türkiye bağlantısı ile başlatılmaya çalışılmaktadır. Olaylar
tırmandıkça ölen insan sayısı artıyor, bu nedenle de ülkeden kaçış
isteklerinin her geçen gün daha
fazlalaştığı görülmektedir.
Özellikle bir hafta içinde binlerce Suriyelinin
Türk sınırını geçerek Hatay’a gelmesi ve
Türkiye topraklarında koruma altına alınması geleceğe dönük karamsarlığı daha da artırmıştır.
Irak’lı göçmenlere on yıl önce yapıldığı gibi şimdi de Suriyeli göçmenler için
çadır kentler kurulmaya başlanmış ve bir anlamda Suriye olaylarının tampon bölgesi haline Türk toprakları
getirilmiştir. Terör ve karışıklığın tırmanması üzerine Suriye rejimi sert
polisiye önlemler almış ve bazı
kentlerdeki kalkışmalara karşı güvenlik güçleri silah kullanmaya başlayınca yüzlerce ordu ve emniyet mensubunun
öldürülmesi olayları ile karşılaşılmıştır. Sınırı geçerek Türkiye’ye iltica
edenler kadar bunlardan çok daha fazla sayıda Suriye vatandaşının sınırı geçmek üzere Kuzey Suriye’nin çeşitli
bölgelerinde toplanmaya başladığı görülmüştür. Suriye’deki karışıklıkların kaos
ortamına dönüşmesi üzerine, bazı Avrupa ülkeleri bu ülkede hızla
reformlara gidilmesini istemişler özellikle ABD kırk yıldır katı bir
baskı ile sürdürülen sıkıyönetimin
kaldırılmasını talep etmiştir.
Beşer Esat yönetimi bir yumuşama sağlayarak olayları önleyeceğine, aksine
sertleşmeye gitmiş, şiddet ve baskıyı artırdıkça Suriye kentlerindeki
karışıklıklar artık önlenemez bir
noktaya gelmiştir. Suriye’de yaşamakta olan
bir kaç milyon Türk asıllı insan
Kuzeydeki komşu ülke olan Türkiye’deki akrabalarının yanlarına gelmeye çalışmış ve Türk devletinin aldığı önlemler
üzerine göçmen Suriyeliler için Türkiye
bir kurtuluş kapısı konumuna gelmiştir. Kızılay’ın öncülüğünde bazı Türk kamu kurumlarının Suriye’den kaçanlara
kucak açması ve onlar için geçici çadır kentler kurarak bir tampon bölge
oluşturmaya yönelmesi olayların daha
tehlikeli boyutlara ulaşmasını önlemiştir.
Suriye
yönetiminin katı ve baskıcı yönetimde
ısrarcı davranması ve sıkıyönetimi
kaldırarak reformlara yönelmemesi
üzerine Avrupa Birliğine temsilen İngiltere ve Fransa’nın konuyu
Birleşmiş Milletlere götürmesine neden olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu sonrasında Orta Doğu
haritasını yeniden çizmiş olan bu iki
batılı emperyal ülke Birleşmiş Milletler
genel kurul kararı ile ya da Güvenlik Konseyinin alacağı önlemler ile Suriye’deki karışıklıkların durdurulmasına
çaba göstermiştir. İran ile beraber Suriye’deki rejimi desteklemeye devam eden
Rusya’nın, Güvenlik Konseyinin sürekli üyesi olarak Suriye ile ilgili bir olumsuz karara karşı çıkacağı ve kesinlikle
böyle bir girişimi veto silahını kullanarak durduracağı anlaşılmaktadır. Rusya
gibi Çin’in de batı karşıtı bir doğrultuda hareket etmesi ve Rusya gibi batı blokuna karşı veto kozunu
kullanacağı da şimdiden belli olmuştur. Orta Doğu bölgesinde İran’ın en yakın
müttefiki olan İran’ın aynı zamanda Çin
ile de çok yakın ilişkiler geliştirmiş olması ABD ve İsrail ikilisini zor durumda bırakmakta ve bu
yüzden batılı emperyalistler ile siyonistlerin
yeni Suriye karşıtı girişimleri gündeme
gelmektedir. ABD ile Rusya arasında kalan İngiltere ve Fransa bir anlamda
İsrail’in önünü kesmek üzere meseleyi Birleşmiş Milletlere taşımaya çalışmaktadırlar. Batı blokunun bir
kanadının çıkardığı Suriye istikrarsızlığını gene batının içinde yer alan diğer kanat tarafından önlenmeye çalışılması,
Rusya, Çin ve Hindistan gibi doğunun üç büyük dev ülkesinin meseleye
kalkışmalarını önlemeye dönüktür. ABD ve
Avrupa Birliği kadar bu üç doğulu süper gücün dünyanın merkezi coğrafyası ile
yakından ilgilenmeye başlaması İsrail’in çok istediği üçüncü dünya savaşı
senaryosunun gerçekleşmesine katkıda bulunacaktır. Bu nedenle savaş lobilerinin
bir doğu-batı çatışmasını merkezi alanda çıkartmaya çalıştıkları açıktır. Suriye’ye
yönelik olarak bir süredir batılı ülkeler tarafından uygulanan ambargo ya da cezai yaptırımlara
katılmayan Rusya, eski müttefikini batılı saldırgan emperyalistlere karşı
korumaya çalışmış ve her zaman için Suriye’nin yanında yer almıştır. Birleşmiş
Milletlerde Suriye ilgili karar anı yaklaşırken, Rusya’nın bu ülkeye karşı her türlü yaptırımı önlemek
için ciddi boyutlarda çaba harcadığı açıkça ortaya çıkmıştır. Son yıllarda
batının enerji deposu haline gelen Rusya’nın Libya ile ilgili olumsuz tutumu ve batı saldırganlığını
destekler bir konuma düşmesi nedeniyle kuşkuya düşen siyasal merkezler, Rusya’nın Suriye konusunda
batı ile beraber hareket etmemesi üzerine, dünya barışının ve siyasal
dengelerin geleceğe dönük olarak
korunabilmesi doğrultusunda daha
iyimser olabilmişlerdir.
Soğuk
savaşın son döneminde Rusya’nın Suriye’de askeri üsler kurması ve bu ülkeyi
İsrail ile ABD saldırganlığına karşı korumak amacıyla bu üslerde önemli bir askeri güç bulundurması bir savaş
nedeni olarak görülüyordu. Amerikan donanması Karadeniz’e girmek için
bastırırken, Rus donanması Rusya’nın Suriye kıyılarında kurmuş olduğu askeri üs
üzerinden Akdeniz’e iniyordu. Bir
anlamda İsrail’in Doğu Akdeniz kıyılarında bir güç merkezi olmasına karşılık
olarak, Rusya’da dünyanın önde gelen büyük devletlerinden birisi olarak
Suriye’ye askeri bir yerleşim atağına
kalkışıyordu. Rusya’nın Akdeniz üssünün kurucusu olan önde gelen subaylardan
birisinin ABD ve İsrail gizli servisleri
tarafından öldürülerek cesedinin Akdeniz’e atılması olayı tarafları Doğu Akdeniz sularında savaşa doğru sürüklemiş ama uluslar arası
konjonktürde öne çıkmış olan diğer olaylar böylesine bir savaşın
gerçekleşmesini önlemişlerdir. Osmanlı sonrasında merkezi coğrafya yeniden
yapılandırılırken, kuzeyden gelen güç olarak Rusya’nın karşısına önce İngiltere
ve Fransa şimdi de ABD ve İsrail ikilisi çıkıyor ve böylece batı hegemonyasının Orta Doğu’da devam
ettirilmesinin yolları aranıyordu. Batı dünyasının İsrail’in yanında sürekli
olarak yer alması nedeniyle Rusya’da bütün Arap ülkelerinin batı karşıtı doğal
müttefiki konumuna geliyordu. I958
General Kasım darbesi ile Irak’a
giren Rusya, daha sonra Suriye’de mevzilenerek Akdeniz kıyılarından sıcak denizlere
açılıyor ve bu bölgenin en güçlü
komünist partisi olan Akel’i Kıbrıs
adasında kuruyordu. Doğu Akdeniz’i batılılara ya da İsrail’li Siyonistlere
bırakmama konusunda kararlı olan
Rusya’nın Suriye konusunda daha
aktif davranarak, Libya olayındaki hatalı tutumdan kaçınmaya çalıştığı her
geçen gün daha net olarak anlaşılmıştır. Baba Esat’ın müttefiki olan Rusya
yavru Esat’ın da aynı doğrultuda dostu olarak hareket etmiş ve babadan oğla
geçen bu Baas rejimini, batı emperyalizmi ve İsrail siyonizmi ittifakına
karşı sahipsiz bırakmamıştır.
Orta
Doğu’ya yavaş yavaş İran üzerinden
girmeğe çalışan Çin’de tıpkı Rusya gibi Suriye konusunda batılı emperyalistlere
karşı bir tutum içerisinde olmuş ve İran rejimi ile son yıllarda giderek artan işbirliği
doğrultusunda Çin ‘de Orta Doğu’nun Şii
halk topluluklarını, batının müttefiki olan Sünni topluluklara karşı
destekleyerek sahip çıkmaya çalışmıştır. İran ile giderek artan oranda büyük
bir işbirliğine girişen doğunun süper gücü Çin, tıpkı İran gibi merkezi
coğrafyada batılı ülkelerin üstünlüğüne karşı çıkarak, siyonist İsrail’in
arkasında duran ABD’ye karşı yeni bir
denge kurmaya çalışmıştır. Bütün dünya ile ciddi bir ekonomik yarışa kalkışan
Çin son yıllarda giderek artan ekonomik ağırlığını Orta Doğu bölgesine de
taşırken Suriye’yi kendisine en yakın
müttefik ülkelerden birisi olarak seçmiştir. Avrupa Birliğinin Akdeniz ülkeleri
birbiri ardı sıra iflas ederek çökünce Çin yeni süper güç olarak Akdeniz’e
girmiş ve bu ülkelere büyük ekonomik
destek sağlamaya kalkışmıştır. Nato’nun Libya müdahalesi Çin dışişleri
bakanının Akdeniz turundan hemen sonra
gündeme gelmiş, batılı güçler Akdeniz’e inmiş olan Rusya ile uğraşırken bir
yandan da Çin ile uğraşmamak için, Çin ile yeni ittifaklara yönelen Arap
devletlerinin rejimlerini kendi
kışkırttıkları terör olayları üzerinden
düşürmeyi tercih etmişlerdir. Batı emperyalizminin baskılarından bıkarak
doğu ülkeleriyle yakınlaşma ve işbirliğine yönelen bütün Arap yönetimleri terör
olayları üzerinden değiştirilmeye çalışılmıştır. Yeni dönemde artık Orta Doğu
‘da batılı güçlere karşı çıkan doğulu güçler arasında Rusya ve İran’dan sonra
Çin de yerini almıştır. İran’dan sonra Libya ve Suudi Arabistan rejimlerinin
Çin’e petrol satmaya yönelmeleri , ABD
ve İsrail ikilisinin Arap halklarını kendi hükümetlerine karşı
kışkırtmalarına giden yolu açmıştır. Batı
hegemonyasına karşı Orta Doğu’da Rusya ile paslaşarak hareket eden Çin’in İsrail ve ABD saldırganlığına karşı çıkarak
Suriye’nin yanında yer almaya çalıştığı izlenmiştir. Çin halkının bisikleti
bırakarak Amerikalılar gibi araba kullanmaya başlaması üzerine petrol ihtiyacı
artmış ve bu yüzden Çin de Orta Doğu’nun petrol ülkelerine enerji ihtiyacını
karşılayabilme doğrultusunda yönelmiştir.
Arap yönetimlerinin Çin’e yönelme girişimleri, bu devletlerin çatısı altında
yaşayan Arap toplumlarının batılı güçler
tarafından kışkırtılmalarına neden
olmuştur. Kaçak Çin malları Orta Doğu
pazarlarını sararken, Arap petrolü de bu malların karşılığında Çin’e doğru gönderilmeye başlamış ve bu doğal ittifakın
önlenebilmesi amacıyla da batılı gizli servisler Arap toplumlarını kendi
devletlerine ve hükümetlerine karşı ayaklandırmışlardır.
I982
yılında ABD’deki bir Yahudi dergisinde yayınlanan Büyük İsrail projesinin dayandığı haritaya
göre Suriye devleti beş parçaya
ayrılacaktır. Bu ülkede yaşamakta olan beş büyük halk topluluğu tıpkı Kuzey Irak’ta olduğu
gibi kendi küçük devletçiklerini ABD ve İsrail desteği ile kuracaklar ve daha sonra
da Kuzey Irak’taki kukla devlet gibi
Amerikan ya da İsrail’in besleme
kuklalarına dönüşeceklerdir. Nusayri , Sünni, Maronit, Asuri ve Yezidi
gibi küçük topluluklar Kuzey Irak
Kürtleri gibi kendi küçük devletlerinin
çatısı altında ABD’nin deniz aşırı sömürgesi konumunda yaşamlarını
sürdürecekler ve böylece bütün Arap ve
İslam dünyasına karşı İsrail’in doğal
müttefikleri konumuna gelerek Kudüs’e
bağlı yeni bölgeler halinde Büyük İsrail federasyonunun yeni eyaletleri
statüsüne gelebileceklerdir. İran’a karşı bir doğrultuda bütün Sünni Arap devletlerine üç yüz milyar dolarlık silah satışı yapan ABD
ve İsrail ikilisi Suriye’yi beşe
bölerken, bu ülkenin doğusundaki
Kürtleri De ayaklandırarak Kuzey Irak’taki Kürt yapılanmasının genişleyerek güçlenmesine
yardımcı olmaya çalışmaktadırlar. Kürt kozunu bütün bölge devletlerine karşı
kullanmaya dikkat eden ABD emperyalizmi ile İsrail siyonizmi Kamışlı üzerinden Türkiye’nin güneydoğu
bölgesini de Ankara’ya karşı ayaklandırabilmenin
yollarını aramaktadırlar. Kuzey Irak üzerinden Türkiye’nin Kürtlerini sürekli olarak Türk devletine karşı kışkırtmayı bir ulusal politika haline
getiren batılı emperyalistler, aynı doğrultudaki girişimlerini son zamanlarda
Kamışlı üzerinden artırmış durumdadırlar . Bir türlü Kürt sorunu ile Türkiye’yi
bertaraf edemeyenler sonrasında Suriye üzerinden emellerine ulaşabilmek için
ellerinden gelen her yolu denemektedirler. Adana, Antep ve Kilis hattında
yaşayan Türk vatandaşlarının akrabaları üzerinden Kuzey Suriye’yi Türkiye ile yakından bağlaştırmaya çalışanlar Suriye’deki
karışıklar üzerinden aynı zamanda Türkiye’yi tehdit etmektedirler. Irak’ta
yaşananlar nasıl Türkiye’yi uzun süre istikrarsızlığa sürüklediyse aynı doğrultuda geliştirilmek istenen olaylar ile gene Türkiye
Cumhuriyeti hedef haline getirilmektedir. Suriye olayları Nisan ayı başında
başlamadan bir hafta önce, Mart ayının son haftasında CİA başkanının Türkiye’ye gelmesi ve Suriye
olaylarını Türkiye üzerinden planlayarak yönlendirmeye kalkışması da, Türkiye’nin
ABD tarafından Suriye üzerinde kullanılmaya çalışıldığı izlenimini kamuoyuna
yansıtmıştır. Rusya, İran ve Çin ile Suriye üzerinde karşı karşıya gelmek istemeyen
ABD ve İsrail ikilisi cepheye Türkiye’yi
sokarak, bir Truva Atı gibi kullanmak istedikleri Türkiye üzerinden Suriye’yi
dağıtma planlarını devreye sokmaya çalıştıkları
artık iyice belli olmuştur. İsrail destekli bir ABD harekatı Suriye
olaylarında Armageddon planlarının devreye girdiğini de açıkça ortaya
koymaktadır.
Türkiye’de
yayınlanan Yeni Şafak gazetesinin önde gelen bir yazarı olarak İbrahim Karagül,
Suriye olaylarının İsrail’in Brüksel elçiliğinden yönlendirildiğini ve bu
elçilikte başta Suudi Arabistan olmak
üzere Ürdün, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Sünni Arap devletlerinin temsilcilerinin toplanarak
Suriye’deki Şii yönetime karşı
ortak bir eylem planı içinde davrandıklarını yazmıştır. Bu bilgi de,
Suriye ile kuşkuları giderek artırmış ve
Orta Doğu’da bir Şii ve Sünni kamplaşması yaratılırken, Suriye bir çatışma
alanı olarak seçilmiştir. İsrail’in Armegeddon planı doğrultusunda zaten
geleceğin savaş alanı olarak ilan
edilmiş olan bu ülke üç yüz milyar
dolarlık silahları satın alan Sünni Arap devletleri için bir savaş alanı olarak
İsrail ve ABD ikilisi tarafından hazırlanmıştır. Avrupa Birliğinin başkenti
olan Brüksel’deki İsrail elçiliği Suriye savaşı için karargah olarak seçilirken
hem, Sünni Arap devletleri bu merkezde
bir araya getirilmiş hem de Avrupa Birliği ülkelerinin bir batı dayanışması
içerisinde geleceğin doğu savaşına karşı
doğal destekleri alınmaya çalışılmıştır. Batı emperyalizmi, Sünni Arap
ülkelerini İran korkusu ile yanına alırken, İran üzerinden Rusya ve Çin’i de
içine alacak düzeyde bir büyük doğu-batı
savaşını üçüncü dünya savaşı olarak ve kutsal kitaplardaki Armageddon
efsanesine de sadık kalarak savaş
konjonktürünü tırmandırırken, silah ve petrol lobileri sahip oldukları büyük sermayeler aracılığı
ile dünya medyasında savaş
çığırtkanlığını tırmandırmaya başlamışlardır.
Kafkasya üzerinden Hazar bölgesine girmeye hazırlanan Batı emperyalizmi
dünyanın ana merkezi bölgesini ele geçirirken, doğu güçlerine karşı üçüncü
dünya savaşını merkezi bölgede
Suriye toprakları üzerinden bu süreci tırmandıracak gibi görünmektedir.
Tam bu
aşamada Türkiye gene kilit ülke
konumuyla öne çıkmıştır. Bir Şii-Sünni
çatışması çıkarma doğrultusunda Irak üzerinde Türkiye ile İran’ı karşı
karşıya getiremeyen Amerikan emperyalizmi, bugün aynı oyunu
Suriye üzerinde oynamaya çalışmakta , bu Arap ülkesini karıştırırken Şiilere
yönelik saldırıları tırmandırarak
Sünnileri karşı hedef haline getirmekte ve Türkiye’yi bu kez Sünnilerin
koruyucusu olarak Suriye’ye müdahale
etmeye zorlamaktadır. Eski bir Türk
devleti olan ve halen nüfusunun üçte
ikisine yakın bir oranda Türk asıllı bir
toplum yapısına sahip olan İran ile sadece mezhep farkı yüzünden savaşmak Türk devleti açısından son derece
anlamsız bir durumdur. Çaldıran savaşı sonrasında birbirleriyle dört yüz yıl savaşmayan bu iki büyük devletin,
ABD hegemonyası ya da İsrail siyonizmi uğruna
büyük komşusu ile bir mezhep savaşına sürüklenmesi her iki devlet açısından son derece anlamsız
bir yok oluş senaryosunu gündeme
getirmektedir. Bin yılı aşkın bir sür bu topraklarda her şeye rağmen ayakta
kalmış iki büyük devletin başka
devletlerin senaryolarına alet olarak birbirleriyle savaşa doğru sürüklenmek istenmesi son derece anlamsız ve saçma
bir durum yaratmaktadır. Türkiye’yi Suriye olayları için merkez seçen
Amerikan gücü kendine bağlı Türkiye’deki medya organları üzerinden Halep’in Türklüğü konusunu sürekli olarak
işlemekte ve Halep bölgesinin merkez olduğu Kuzey Suriye
bölgesinin Türkiye’ye bağlanması gerektiğini açıkça savunabilmektedirler. Böylesine bir senaryonun
devamında Türkiye Hatay vilayetini elinden kaçırabilecektir. Bugün Halep’i al
diyerek Türkiye’yi Suriye’ye sokmak isteyenler, savaş sonrasında bölge
haritalarını yeniden çizerken Halep’in yanı sıra Hatay’ı da Türklerin elinden
alabileceklerdir. Böylesine bir oyuna
gelmemek için Türkiye’nin dikkatli davranması ve kesinlikle Suriye’nin iç
işlerine müdahale etmemesi gerekmektedir. Libya’daki gibi uluslar arası hukuka
aykırı bir durumun yaratılmasında Türkiye
emperyalistler ile değil ama aksine kendi güvenliği için komşularıyla
beraber hareket etmelidir.
Armageddon planları doğrultusunda Suriye
adım adım iç savaşa doğru gitmektedir. ABD ve İsrail ikilisinin
başlattığı bu savaş senaryosunun her gün daha da genişleyerek bölgeyi tehdit etmesine karşı Türk devleti
kendi ülkesinin güvenliği açısından acil önlemler almak durumundadır. Bir günde
yüzden fazla güvenlik görevlisinin
öldürüldüğü, halk kitlelerine yönelik çeşitli katliamların Suriye kentlerinde uygulandığı bir aşamada, Türkiye Suriye
devletini ya da halkını karşısına alacak hiçbir girişimde bulunmamalı, aksine iç savaşa sürüklenen bu ülkeye karşı anlayışlı ve yardımcı tutumunu istikrarlı bir
biçimde sürdürebilmelidir. Türkiye’nin güney vilayetlerine önümüzdeki dönemde yönelebilecek
büyük insan göçüne karşı Türkiye hazırlıklı olmalıdır. Suriye iç savaşı bu
ülkeyi bitireceği gibi, Şii-Sünni çatışmasıyla Türkiye ve İran’ı karşı karşıya
getirecek, kamışlı Kürtleri üzerinden de Türkiye’nin güneydoğu bölgesini isyana
doğru sürükleyebilecektir. Bu durumda Türk devletin acilen, İran, Irak, Suriye devletleri ile bir araya gelerek, bölgede
tırmandırılan teröre ve savaş tehlikesine karşı bir merkezi devletler birliği ya da eski Cento benzeri bir Orta Doğu güvenlik örgütü kurması zorunlu
görünmektedir. Türkiye komşularıyla böylesine bir örgütlenme üzerinden merkezi
coğrafyada güvenlik sağlayamazsa, Nato
kara kuvvetleri bu aşamada İzmir’e ve daha sonra da Konya üzerinden bütün Anadolu’ya gelerek ve
yayılarak batı blokunun dünya
hegemonya savaşını Türklerin
anavatanını cephe ülkesi konumuna çevirerek sürdürecektir. Türk devletine ve milletine
bu dışarıdan zorla dayatılan savaş senaryolarına karşı ne dediği sorulmadan bir oldu bitti ile
Türkiye Suriye’deki karışıklıklar
üzerinden İran ile savaşmak zorunda kalabilir. Nato’nun Türkiye’ye taşınmasıyla
ilgili olarak acilen bir referandum
yapılması anayasa gereğidir. Türk devletinin yok olmasına yol açabilecek bir
haksız savaşa Türk Silahlı Kuvvetlerinin sürüklenmemesi için, Türk halkının
yeterince bilgilendirilmesi ve emperyalizmin bu haksız hegemonya savaşı
uğruna Türkiye cumhuriyetinin
yıkılmasına gidebilecek haksız bir
savaşa, bizim olmayan bir kavgaya Türk
devletinin, ordusunun ve milletinin alet edilmesinin sorumluluğu çok büyük olacaktır. Daha fazla zaman
yitirmeden hem hızla halk oylaması
tamamlanmalı hem de bölge ülkeleriyle bir araya gelerek, Nato benzeri bir
güvenlik örgütü yeni Cento olarak, acilen bütün bölge ülkelerinin katılımıyla kurulmalıdır. Suriye’deki Megiddo ovasında başlatılacak, Armegeddon
senaryolarıyla üçüncü dünya savaşına gidiş başka türlü durdurulamayacak gibi
görünmektedir. Seçim sonrasında Türkiye’nin ana konusu, Suriye savaşının bölge
ülkeleriyle işbirliği yapılarak önlenmesi olacaktır. Irak’ı yıkan emperyalizm yarın
Suriye ile beraber Türkiye ve İran’ı da yıkacaktır. Bütün bölge ülkeleri hedef
olduğuna göre, yıkılmamak üzere işbirliği ve dayanışma içine girmeleri
kaçınılmazdır. Ya Suriye üzerinden üçüncü dünya savaşı ya da
bölge ülkelerinin dayanışmasıyla merkezi güvenlik örgütü seçenekleri
arasında, Türkiye ikincisini gerçekleştirmek
için çok hızlı harekete geçmek zorundadır. Bu doğrultuda bütün siyasi
partiler ve ulusal güçlerin her türlü iç meseleyi ve tartışmaları bir yana bırakarak, ortak
hareket etmeleri zorunludur.
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder