ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ’NİN BUGÜNKÜ MİSYONU
Türkiye’nin en büyük demokratik kitle kuruluşu
olan Atatürkçü Düşünce Derneği yaz aylarında yapmış olduğu son genel kurul
toplantısında Türk kamuoyunun güncel tartışma konuları içine girdi. Hemen her
hafta Türkiye’de Atatürkçülük ve Atatürkçü Düşünce Derneği ile ilgili bir
televizyon programı ulusal ya da yerel televizyon kanallarında yer almakta,
ayrıca yazılı basında da ADD ile ilgili haber ve yorumlara giderek daha sık
rastlanmaktadır. Ülkemizde Atatürk ve Atatürkçülük konuları gündeme geldi mi,
en büyük Atatürkçü kuruluş olarak Atatürkçü Düşünce Derneği akla gelmekte ve
herkes bu derneğin ne yaptığını, bu kadar büyük ve güçlü bir kuruluşun nereye
gittiğini ister istemez sormaktadır. Böylesi bir durumu normal karşılamak ve
bir anlamda da gelecek açısından olumlu görmek gerekir; çünkü hala Türk
kamuoyunda Atatürk ve Atatürkçülük tartışılmakta, Türkiye’nin bu alandaki
ulusal kuruluşu olan Atatürkçü Düşünce Derneği’nden Türk halkı çok şey
beklemektedir.
Atatürkçü Düşünce Derneği, son ara rejimin
olumsuz koşullarında ülkenin önde gelen Atatürkçü bilim ve düşünce adamları
tarafından kurulmuştur. Böylesine bir örgütlenmeye belirli kesimler karşı çıkmışlar,
ülkede devlet ve ordu Atatürkçü olduğu sürece kitlesel bir örgütlenmeye gerek
olmadığını ileri sürmüşlerdir. Buna karşı kurucular, devletin ve ordunun
Atatürkçü olmasının Atatürk Cumhuriyetinin geleceği açısından yeterli
olamayacağını, devletin ve ordunun başına Atatürk ilkelerine ters düşen
yöneticilerin gelebileceğini ve bu nedenle artık Atatürkçülüğü halka ve ulusa
mal etmek gerektiğini öne sürerek yollarına devam etmişlerdir. Yaklaşık yirmi
yıl önce başlayan kuruluş çalışmaları üç yıllık bir ön hazırlık sonucunda
tamamlanmış ve 1990’lı yıllara girerken Türkiye’nin Atatürkçüleri kendi kitle
örgütleri ile demokrasi sahnesinde yerlerini almışlardır. Herkes kendi
doğrultusunda örgütlenirken, Atatürkçüler de boş durmayarak bu doğrultuda
örgütlendiler ve ulusal bir çizgide yerlerini aldılar. Ülkede demokrasi
gelişirken ve değişik düşünceler yeni örgütlerle bu platformda yerlerini
alırken, Atatürkçü Düşünce’nin de ulusal ve demokratik bir örgütlenme ile
toplumsal alandaki örgütlenmesini normal karşılamak gerekirdi.
Atatürkçülük tarihin belli bir döneminde
Türkiye’de ortaya çıkan bir düşünce ve siyaset akımıdır. Atatürk’ün kurmuş
olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet modeli, diğer devletlerden çok farklı
olduğu ve Türkiye’nin özelliklerine uygun olduğu için, ülkemizdeki devlet
modelinin Atatürk modeli olduğunu öncelikle belirlemek gerekir. Çok uluslu
büyük bir imparatorluğun altı yüz yıllık bir egemenlikten sonra yıkılmasıyla
ortaya çıkan alanda, birçok küçük devlet ulusal yapıda kurulmuş ve en son
geride kalan Anadolu yarımadasında yaşayanlar, emperyalist ordulara teslim
olmamak üzere bir var olma savaşına sürüklenmişler, daha sonra da ulusal
kurtuluş savaşını zaferle sonuçlandırarak bağımsız Türk devletine giden yolu
açmışlardır. Atatürk, böylesine büyük bir kurtuluş savaşının önderi ve başarıya
ulaşmış komutanı olarak Türk ulusundan aldığı yetki ile Türkiye Cumhuriyeti’ni
bir ulusal devlet olarak kurmuştur. Bu nedenle de ulusal kurtuluş savaşı
sırasında dünya siyaset arenasına bir çağdaş ulus olarak ortaya çıkan Türk
ulusunun önderi olmuştur. Atatürk’ün kurduğu Türk devletinin eşit ve özgür
vatandaşı olarak yaşayan Türkler daha sonraları atalarının izinden gitmişler ve
böylece Atatürkçülük bir siyasal akım olarak Türk siyaset sahnesinde öne
çıkmıştır. Atatürk yaşarken Ata’sına sahip çıkan Türk ulusu, O’nun
yitirilmesinden sonra, Ata’larının izinden giderek Atatürkçü olmuştur.
Cumhuriyetin
kurulmasından sonra, Atatürk batı tipi bir demokrasiyi ülkeye getirebilmek için
çok çaba göstermiş, kendisi iş başındayken arkadaşlarının ikinci siyasal
partiyi oluşturma denemelerini açıkça desteklemiştir. Ne var ki, Ata’nın
böylesine olumlu tavrını Cumhuriyet düşmanları zayıflık olarak algılamışlar ve
fırsattan istifade ederek Cumhuriyet ve Atatürk karşıtı siyasal eylemlere
kalkışmışlardır. Bu nedenle, Türkiye’nin demokrasiye geçişi uzun süreli olmuş
ve ancak ikinci dünya savaşı sonrasında koşullar uygun bir aşamaya gelmiştir.
Demokrasiye geçilmesiyle beraber hem Cumhuriyet düşmanı hem de batı
işbirlikçisi mandacı akımlar hızla öne geçmiş ve Atatürk’ün çağdaş
Cumhuriyetinin kurulu bulunduğu Misak-ı Milli sınırları içinde dinci-şeriatçı
devletler ile, batı emperyalizminin güdümünde mandacı ya da etnik eyaletçi yeni
siyasal yapılanmalar tartışma konusu olarak gündeme getirilmiştir. Cumhuriyeti
kuran ulusal kurtuluş savaş sırasındaki ortak rızanın demokrasi sürecinde yavaş
yavaş ortadan kalktığı, emperyalist güçlerin bu bölgeye egemen olabilmek için
alt kimlikleri ve bölücü akımları desteklediği görülmüştür. Osmanlı İmparatorluğunun
merkez ülkesi üzerinde, dinci ya da etnikçi yeni manda yönetimleri oluşturmak
isteyen Cumhuriyet düşmanı akımlar batı emperyalizmi tarafından desteklenmişler
ve Atatürk’ün çağdaş ve tam bağımsız Cumhuriyetini ortadan kaldırabilmek için
kullanılmışlardır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında ve İkinci
Dünya Savaşı sırasında bir Atatürkçü örgütlenmeye gereksinim duyulmamıştır;
çünkü o dönemde Atatürk’ün partisi devleti ve Cumhuriyeti kuran siyasal örgüt
olarak iktidardadır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında demokrasiye geçilmesiyle
birlikte Cumhuriyet ve Atatürk karşıtı örgütlenme başlamış ve çeşitli siyasal
partiler aracılığıyla ülkenin gidişinde etkin olmağa çalışılmıştır. Yüzyılın
tam ortasında yapılan bir genel seçimle iktidar el değiştirmiş, toprak burjuvazisinin
önderliğinde kurulan yeni muhalefet partisi iktidara gelmiştir. O dönemin
kırsal kesiminde etkin olan cemaatçi ve dinci yapılanmalar, Atatürk
devrimlerine karşıt çizgide öne çıkmışlar ve yeni iktidarı anti cumhuriyetçi
bir çizgide yönlendirmişlerdir. Atatürk’ün partisi o dönemin koşullarında
Cumhuriyetin sahibi olarak tepki göstermiş ve olaylar on yıllık bir tırmanma
sürecinden sonra bir askeri dönem ile Türkiye karşılaşmıştır. Batı dünyasının
dışındaki bir ülkede ilk kez batı tipi bir demokrasi deneyimi Atatürk
devrimleri ile başarıya ulaştırılmağa çalışılırken, hilafet ve saltanat özlemi
içindeki gerici kesimlerin Cumhuriyet Türkiye’sinin çağdaş uygarlık yolunda
önünü kesmeğe çalıştıkları görülmüştür. Yarım kalan Atatürk devrimlerini
tamamlamak üzere iş başına gelen askeri yönetim o dönemin koşullarında çok
ileri düzeyde sayılabilecek bir anayasayı Türk ulusuna kazandırarak yeniden
demokrasiye geçilmesini kısa sürede sağlamıştır.
Demokrasi
görünümünde batıya bağımlılığın giderek arttığı yeni dönemde bir Eisonhower
burslusu yedi kez başbakan olabilmiş, bir Rockafeller burslusu ise yarım
yüzyıla yakın bir süre büyük bir dış destekle Türk solunun başında
kalabilmiştir. Türk demokrasisi Eisonhower ve Rockafeller kıskacına girince
Atatürk’ün Cumhuriyeti bağımsızlığını yitirmiş, batı emperyalizminin dünyanın
merkezindeki askeri üssü konumuna sürüklenmiştir. Böylesine bir bağımlılık
sürecinin, hem ülke devlet bağımsızlığını ortadan kaldırdığı hem de ülkenin
Atatürk çizgisi ve devrimlerinden hızla uzaklaşan bir doğrultuya kaydırıldığını
Atatürkçüler görmeye başlamışlardır. Özellikle, soğuk savaşın son askeri döneminin
tamamen küresel güçlerce Türkiye’nin karşısına çıkarılması, bütün Atatürkçüleri
endişeye sürüklemiştir. Askeri dönemin önderi, laiklik adına konuşmalar
yaparken ayetler okumaya başlamış, ülkenin her yerinde Atatürk heykelleri
yaparken, O’nun ilkelerinden önemli ödünler verilmiş, küreselleşme öncesi
dönemde Türkiye’nin daha fazla batının denetimine girmesine giden yol
açılmıştır. Askeri dönem, üniversitelerde tasfiyeler yapmış, gerçek Atatürkçü
kadroları iş başından uzaklaştırmış, batının sömürgesi olmayı doğal gören bir
tutumla Türk devletinin Atatürk çizgisinden giderek uzaklaşmasına neden
olmuştur.
Devletin yayın kuruluşlarında Atatürk’e
hakarete varacak düzeyde ağır konuşmalar yapılınca, üniversitelerde çağdaş
giyimin ötesinde bir başörtüsü sorunu ortaya çıkınca, siyasi kadrolar Atatürk
devrimlerine karşıt bir çizgide emperyalizm ve gericiliğin hizmetine girince,
Türkiye’nin Atatürkçü kadroları kuşkuya kapılmış ve uzun süren bir hazırlığın
sonucunda Atatürkçü Düşünce Derneği’ni kurmuşlardır. Son ara dönemin
koşullarında, Atatürkçülüğün rayından saptırılmasına tepki olarak gündeme gelen
bu örgütlenme tamamlandığı sırada SSCB dağılmış Atatürkçü Düşünce Derneği’nin
kurucu kadrosu farklı bir ortam ile karşı karşıya kalmıştır. Ülkenin iç
koşullarında anti-Atatürkçü girişimlerle mücadele etmek üzere kurulan Atatürkçü
Düşünce Derneği, kuruluşundan hemen bir ay sonra kurucu genel başkanını menfur
bir saldırı sonucunda yitirmiştir. Kuruluşu yurdun her yanında büyük bir umutla
karşılanan Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kuruluşundan bir ay sonra genel
başkanını yitirmesi halkta bir korku ve panik yaratmış, derneğin kurulması
ülkenin her köşesinde umutla karşılanmasına rağmen dernek o dönemin
koşullarında fazla gelişememiştir. İlk üç yıl on beş şube ile yetinmek zorunda
kalan Atatürkçü Düşünce Derneği daha sonraki dönemde yeni bir yönetime
kavuşunca, hızla üç yüz şubeli bir demokratik kitle kuruluşu konumuna
gelmesinden sonra korku ve kuşkuya kapılarak, kendi adamlarını derneğin çatısı altına
sokmuşlar ve bunlar aracılığı ile
derneğin içini karıştırarak Atatürkçüleri içi dönük bir mücadeleye
yönlendirmişler ve böylece ülkedeki Atatürkçü potansiyelin güçlü bir biçimde
Türkiye platformunda öne geçmesine izin vermemişlerdir. Hırsı aklından öne
geçen bazı Atatürkçülere siyasal çıkar vaatlerinde bulunarak bunları öne
sürmüşler ve sonunda Atatürkçü Düşünce Derneği’nin uzun süreli bir iç
karışıklık dönemine sürüklenmesini başarmışlardır. Kendisine siyasal ikbal
arayan bazı muhterisler, derneğin potansiyelini bir siyasal partiye
dönüştürerek şanslarını denemişler; ama başarılı olamamışlardır. Bu tür siyasal
girişimler Atatürkçü Düşünce Derneği’ne zarar vermiş; ama dernek kurucularının
özverili çabalarıyla bu çekişme dönemi geride bırakılmıştır. Ne var ki, ülkenin
İslami potansiyeline karşı, Atatürkçülüğü askeri dönemlerde kendi çıkarları
doğrultusunda kullanmak isteyen gayrimüslim lobiler ve emperyal sermayenin
taşeronluğunu kabul etmiş olan işbirlikçi sermaye çevreleri yeniden mütareke
döneminin koşullarına dönen İstanbul üzerinden oluşturdukları kadro ve
hareketlerle Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kaderinde etkili olmağa
çalışmışlardır. Bu tür çabalarında Yeni Bizans projesine yönelen yeni mütareke
İstanbul’u zaman zaman başarılı olmuştur; ama Kuvayı Milliye Ankara’sı ile Anadolu
halkının anti- emperyalist dayanışmasını yıkamamışlardır. Son on yıldır,
Atatürkçü Düşünce Derneği kongrelerinde, mütareke İstanbul’u ile Kuvayı Milliye
Ankara’sı arasında ciddi çekişmeler yaşanmış ve bu çekişme örgütün tabanına da
yayıldığı için Atatürkçüler sürekli bir canlılık içinde olmuşlardır. Atatürkçü
Düşünce Derneği’nin içini karıştırmak, kendilerine bağlı kadrolar ile
işbirlikçi çizgide yönetmek isteyen mandacı kesimler kendiliğinden bir çekişme
yaratarak ülke tabanında Atatürkçü kesimlerin sürekli uyanık ve canlı
kalmalarına neden olmuşlardır. Her olumsuz girişimin bir hayırlı sonucu olması
gibi, günümüzdeki canlı ve hareketli Atatürkçü bir taban, varlığını mandacı
kesimlerin emperyalizm güdümündeki işbirlikçi girişimlerine borçludur. Bu tür girişimlere
gösterilen tepkiler ülkede Atatürkçülüğün bir ulusal tepki ve refleks olarak
yeniden yükselmesine katkıda bulunmuşlardır.
Yirmi birinci yüzyılın başlarında ülke
genelinde Atatürkçü Düşünce Derneği’nin şube sayısı altı yüze yaklaşmış ve bu
şubelerde de iki yüz bine yakın üye tabanı oluşmuştur. Derneğin kuruluşunu ve
büyümesini engelleyemeyen emperyalist merkezler bu kez Atatürkçü Düşünce
Derneği’ni yakın izlemeye almışlar ve emperyal sermayenin güdümündeki basın
aracılığı ile ADD ve Atatürkçülerin aleyhine ciddi yayın etkinlikleri
göstermişlerdir. Küresel sermayenin taşeronluğunu kabul eden sermaye
çevrelerinin güdümündeki basın ile gene yurtdışından yönlendirilen dinci basın
sürekli olarak ADD ve Atatürkçülerle uğraşarak Türk halkının gözünden Atatürkçülüğü
düşürmeye çalışmışlar, emperyalizmin istediği cemaatçi ve etnikçi düşünceleri
yayarak Atatürkçülerin ulusalcılığını mahkum edebilmenin yollarını
aramışlardır.
Avrupa Birliği kendi fonları ile
desteklediği sivil toplum kuruluşları ile devlet ve ulus karşıtlığını finanse
ederken, Türkiye’yi sivil toplumculukla teslim alabileceğini hesaplıyordu.
Avrupa’dan para alan başta Çağdaş Yaşam Destekleme Derneği olmak üzere birçok
dernek, dış desteğe rağmen ADD kadar etkili olamamışlardır. Avrupa Birliği’nin
Türkiye’ye karşı uyguladığı ikiyüzlü ve çifte standartlı tutumlar Türk halkında
büyük bir infiale yol açarken, bu kesimler ADD çatısı altında toplanarak Avrupa
emperyalizmine karşı örgütlenmişlerdir. Avrupa Birliği demokrasi ve sivil
toplumculukla ortadan kaldıramadığı Atatürkçülüğün giderek büyümesi karşısında,
ADD ve Atatürkçülük hakkında “Kalpaksız Kuvayı Milliyeciler” adı altında bir
rapor hazırlatmıştır. Bir Türk bilim adamına hazırlatılan bu rapor bir anlamda
AB’nin bükemediği eli öpmesi olarak görülebilir; çünkü AB raporunda ADD ve
Atatürkçülerin Türk toplamı içindeki güçleri ve etkinlikleri kabul edilmek
zorunda kalmıştır. Bütün Atatürkçülerin bu raporu okumasında büyük yarar
vardır.
Atatürk ilkelerinin bütünselliğini
reddeden, sadece laikliği ele alarak çağdaş yaşamı savunan bazı İstanbul
dernekleri, günümüzde yeni Bizans senaryolarına alet olurken, Avrupa fonları ve
Hıristiyan misyoner örgütleri ile beraber çalışmalar yapmaktalar ve bu
yaklaşımı ADD üzerinden ülkenin Atatürkçü potansiyeline de taşımanın yollarını
aramaktadırlar. Sivil toplumculuk ve demokrasi görünümü altında, mandacılık ve
teslimiyetçilik Avrupa Birliği üzerinden Türk toplumuna taşınırken,
Atatürkçüler de aynı çizgiye getirilmek istenmektedir. Avrupa merkezli bu tür
girişimlere karşı, İsrail güdümlü Amerikan politikaları da Ortadoğu’da savaşa
yöneldiği yeni aşamada Atatürkçülüğü bir askeri döneme geçiş için farklı
noktalara çekebilmenin arayışı içindedir. Özellikle 1 Mart tezkeresinin
reddinden sonra Türk ordusunu Irak harekatında kullanamayan Atlantik
emperyalizmi ve İsrail siyonizminin, yeni dönemde İran ve Suriye’ye yönelik
savaş planlarında hem Türkiye’yi üs olarak hem de Türk ordusunu kendi
denetimlerinde kullanabilmenin arayışları içine girmişlerdir. Bu doğrultuda
Türkiye’deki Atlantikçi güçlerin yeni bir askeri dönemi arzuladıkları ve bu
doğrultuda demokrasiye son verme girişimlerinde yeniden Atatürkçülüğü kullanma
gibi planlar yaptıkları anlaşılmaktadır. Soğuk Savaş döneminde tutmuş olan bu
hesapların yeni dönemde tutmayacağını, Türkiye’nin artık daha bağımsız ve
ulusal çıkarlarına öncelik vererek hareket edeceğini Atlantikçi dostlarımızın
bilmeleri gerekmektedir. Türkiye başka ülkelerin emperyal planlarına alet
olmayacak kadar büyük ve birikim sahibi bir ülkedir. Atatürk’ün Cumhuriyeti büyük bir tarih bilinci üzerine kurulmuştur. Atlantik emperyalistleri her
nedense bu gerçeği görmezden gelmekte, İsrail siyonizminin peşine takılıp
giderken Türkiye’yi de peşlerinden sürükleyeceklerini sanmaktadırlar. Ne var
ki, bu ülkenin yirminci yüzyıl başlarında bu tür emperyalist girişimlere karşı
çıkan Türk ulusunun vermiş olduğu bur kurtuluş savaşı neticesinde kurulmuş
olduğunu bilmek zorundadırlar. Böylesine bir ulusal kurtuluş savaşının Türk
milleti ve devletinde önemli bir siyasal birikim yarattığını görmezlerse,
bölgeye dönük hesaplarında yanılmaları kaçınılmazdır. Atatürkçü Düşünce
Derneği, ülkemizdeki bu ulusal ve tam bağımsızlıkçı bilincin günümüzdeki
örgütüdür. ADD üzerinde hesap yapan tüm çevrelerin ADD’nin Türk toplumundaki
tam bağımsızlıkçı birikimin yansımasını taşıdığını bilmeleri gerekmektedir. “Atatürk’ü
bırakın” diyen Avrupa Birliği yöneticileri ile, Atatürkçülüğü Büyük Ortadoğu ya
da Büyük İsrail projeleri için kullanmak isteyen Atlantik emperyalistlerinin,
Türk ulusundaki Atatürkçü birikim ve potansiyelin ADD ile devam ettiğini, 21.
Yüzyılda dünya yeniden kurulurken Türk ulusunun ADD’nin taşıdığı bu birikimden
yararlanacağını görebilmeleri gerekmektedir. İşte o zaman Türk ulusunu ve
Atatürkçüleri doğru olarak anlayabilirler.
Atatürkçü Düşünce Derneği, günümüz koşullarında beş yüzü aşkın şubesiyle, iki yüz bine yaklaşan üye potansiyeli ile Türk toplumunun en büyük demokratik kitle örgütüdür. Atatürk ilkelerine ve düşünce sistemine bütünüyle sahip çıkan bu kuruluş ülkemizdeki ulusal potansiyelin anti emperyalist çizgide bir reflekse dönüşmesinde fazlasıyla etkin çalışmalar yapmaktadır. Avrupa ve Amerika’da Türkiye’yi teslim almak isteyen çevreler bu durumdan fazlasıyla rahatsız görünmektedirler. Biz Atatürkçüler olarak onları anlıyoruz; çünkü bizi kendi projelerinde kullanamıyorlar. Türklerin Avrupa ya da Amerika’yı kullanmak veya dönüştürmek gibi bir projesi yoktur. Antiemperyalist bir bilinç üzerine kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihten gelen ulusal bilinci günümüzde Atatürkçü Düşünce Derneği ile yaşamaktadır. ADD, günümüzün, Kuvayı Milliye, Müdafayı Hukuk ve Reddi İlhak cemiyetleridir. Türkiye Cumhuriyeti’ni bağımsız bir siyasal varlık olarak kuran ulusal kurtuluş savaşının nabzı günümüzde ADD şubelerinde atmaktadır. Emperyalizm işbirlikçisi dinci cemaatler, etnik devlet peşinde koşanlar ve taşeron gayrimüslim sermaye bu durumdan fazlasıyla rahatsızdır. ADD ve Atatürkçüler bu kesimleri ve kuruluşları yakından izlemekte, bunların Türkiye Cumhuriyeti’ne zarar vermelerini önlemek için mücadele etmektedirler.
ADD’nin günümüzdeki misyonu yeniden
Kuvayı Milliyenin öncü kuruluşu olmaktır. Türk ulusunda var olan ulusal
bağımsızlık bilincini en ön planda tutarak, Türkiye’yi yeni yüzyılda hak ettiği
yere çıkarabilmek ADD ve Atatürkçülerin önde gelen ulusal görevidir. Emperyal
güçlerin planları doğrultusunda küçülerek ya da dönüştürülerek değil, daha da
güçlenerek ve bölgedeki komşu ülkelere önderlik yaparak Türkiye Cumhuriyeti
yeni dönemde hak ettiği yeri alacaktır. Türkiye’nin bir devlet olarak yoluna
devam edebilmesi v diğer devletlerle mücadele edebilmesi için Atatürk’ün kurmuş
olduğu devlet modelini kesinlikle koruması ve geliştirmesi gerekir. ADD ve
Atatürkçülere böylesine bir görev, bir ulusal misyon olarak düşmektedir. Her
türlü emperyalizme karşı savaşarak kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunun
söylediği gibi, sonsuza kadar yaşayabilmesi ancak böylesine bir ulusal misyonun
yerine getirilmesiyle mümkün olabilecektir. ADD, önce Atatürkçü tabanı
toparlayacak, daha sonra Atatürkçülerin önderliğinde Türk toplumunun
toparlanmasını sağlayacak ve sonraki aşamada da Atatürk’ün Cumhuriyet
devletinin yeni dönemin koşullarında onarılmasını ve daha da güçlenmesini
sağlayacaktır. ADD ve Atatürkçülerin
başarısı, emperyalizmin hezimeti olacaktır.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
ADD Kurucu Genel Sekreteri
Sayın Genel Sekreter Prof.Dr. Anıl Çeçen'i yerinde ve güzel değerlendirmesinden dolayı kutlarım. ADD Türk Siyasetine yön verecek durumda olmalı ve ülkenin emin adımlarla yarınlara taşınmasında rolünü oynamalıdır.
YanıtlaSilTeşekkürler Anıl Çeçen Hocam .
YanıtlaSilHerkes, sadece problemleri yazıp-çizerken, aslında niyet, milleti bilgilendirmek ama, aynı zamanda bunun bir, zafiyet ifşaatı olduğunu da, bilmek zorundayız.
YanıtlaSilZira, yıllardır böyle yapıyoruz ama umduğumuz yön ve yolda, hiç bir gelişme olmuyor, bilakis, vaziyet giderek kötüleşirken, tek umut olarak, bu müstemleke halkının oyları ile seçilecek birinin başa geçip, ülkeyi bu korkunç badireden kurtaracağıdır...?!
Fakat, ülke külliyen vesayet ve kontrol altında iken, akıl kârı mıdır, gerçek anlamda bu işi yapacak çapta birinin, başa geçirileceği...? Hayır.
Değil ama, ortalıkta bu san ki, hiç sorun değil ve müstemleke ahalisinin kendisini oy verip desteklemesi halinde, anında her şeyi düzeltebilecekleri iddiasında olan, 100'üzerinde PARTİ VAR MEMLEKETTE...!?
Bunlara, yani bu partilerin, KURUCULARINA PEKİ, ne deyip, hangi gözle bakmalı, REALİST AKIL VE MANTIK SAHİBİ OLANLAR...?
Gerçekleri görüp, açıkça sözünü etmenin, düş aleminde yaşamak isteyenlerin HİÇ hoşuna gitmeyeceğini biliyorum ama, ben asla DALKAVUK olmadım ve olmağa da HİÇ, NİYETİM YOK... HAKİKAT NE İSE, ONU GÖRÜR, ONU SÖYLERİM... VESSELAM...!
Diyelim ki bunlardan, her hangi biri, bu müstemleke ahalisinin, yüzde 90 oyunu alarak seçildi.
SONRA, NE OLACAĞINI, NE YAPACAĞINI, ZANNEDİYORSUNUZ?
Yıllar önce, bu Müstemleke sisteminin, bütün kurumlarına ÇÖREKLENMİŞ OLAN, (Sizin en iyi bildikleriniz, Fetöcüler ama, buna daha neler neler eklenebilir) AKREP ve YILANLARI, KÖSTEBEKLERİ
(Müstemlekeci başına anında HABER uçuran)
BİR ANDA ORTADAN KALDIRIP, HAREKET -İCRAAT ALANINI GERÇEKTEN OLMASI GEREKEN ŞEKİLDE, GÜVENLİ BİR HALE GETİREBİLİR Mİ, SANIYORSUNUZ..?
Bence AAD misyonu artık yeni milyonlarca Atatürkler yetiştirmek olmalıdır diye düşünüyorum. Bunun içinde önce biz buna hazırmıyız diye düşünmemiz gerekir. Sosyal yaşamımızı, çok okuyor olmayı, merak edip dünyayı takip etmeye hazırmıyız?
YanıtlaSilMedeniyet için saç uzatmak veya kabak kafa ile gezmek, yabancı modaları kopya etmek, okumadan, araştırmadan ahkam kesmek olmadığını anlamak gerekir diye düşünüyorum. Bize bu noktadan sonra Atatürkler lazım.
Saygılarımla