HAARP TEKNOLOJİSİ İLE SUNİ DEPREM
Türkiye’yi derinden sarsan büyük Marmara
depreminin yeni bir yıldönümü daha gündeme gelirken, bu vesile ile deprem
olgusu birçok yönü ile kamuoyunda ele alınmış ve konunun uzmanı bilim
adamlarının katkılarıyla, iki binli yıllara girilirken gerçekleşen bu doğal
afet açıklanmaya çalışılmıştır. Her yıl Ağustos ayının başlarında basın
tarafından Marmara depremi yeniden ele alınırken, Türk kamuoyu deprem üzerinde
uyarılmaya çalışılmış ve bu doğrultuda önemli bilgiler ile tartışmalar
birbirini izlemiştir. Üç kıta arasında sıkışmış bir konuma sahip bulunan
Anadolu yarımadası deprembilimciler tarafından her yönü ile ele alınarak
incelenirken, son yıllarda çok sık yaşanan deprem olaylarının normal olup
olmadığı, yerkabuğu hareketleri içerisinde doğal bir seyir içerisinde
gerçekleşip gerçekleşmedikleri çok sık tartışma konusu olmaktadır. Bu doğrultuda önemli açıklamalar ve yayınlar
birbirini izlemektedir. İnsanlık tarihi yakından incelendiğinde, birçok
medeniyetin depremler sonucunda yıkıldığı ve yeraltına sürüklendiği görülmüş ve
bu doğrultuda çeşitli tarihsel gelişmeler açıklanmaya çalışılmıştır. Ahlak
düzeyinin düştüğü kentlerde ya da ülkelerde Tanrının gazabının büyük depremlerle
gündeme geldiği ve Sadom ve Gamora kentlerinin yer altına gömülmesi gibi büyük
depremler örnek olaylar olarak, kutsal kitaplarda değinilmiştir. Bu gibi
konuların, dinsel boyutlarda ele alınması da, bir yeryüzü felaketi olan depremlerin
yanlış yollara sürüklenen insanlığı yeniden doğru yola çekme doğrultusunda
Tanrının bir yaptırımı olarak gerçekleştiği şeklinde bir inanışı da öne
çıkarmıştır. İnsanlık tarihinin ilk dönemlerinden bugüne kadar gelişen tarih
çizgisi içinde, çok büyük dönüşümlere ya da çöküşlere neden olan büyük deprem
olayları yaşanmıştır. Bunların hangisinin Tanrının gazabı ile ya da doğal
gelişmelerin iteklemesiyle gerçekleştiği bugün bile tartışma konusudur.
İlahiyatçılar konuyu Tanrının gazabı ile açıklarlarken, deprembilimciler de o
dönemlerin jeolojik gelişmeleri ile konuyu aydınlatmaya çalışmaktadırlar.
İki binli yıllara girerken gerçekleşen,
büyük Marmara depremi binlerce insanın yaşamına mal olurken, Marmara Denizi
kıyısındaki kentleri de toprağın derinlikleri içine çekmiş ve büyük bir
tartışmayı alevlendirmiştir. Bu depremin başlamasından önce Marmara Denizi’nin
dibinde büyük bombaların patlatılmasıyla yeryüzü hareketliliğinin sağlandığı
gibi inanılması güç fikirler öne sürülürken, Marmara depremi başlamadan hemen
önce gökyüzünde büyük parlamaların olduğu ve göz kamaştıran bazı ışınların
etkisiyle böylesine büyük bir zelzeleye bölgenin sürüklendiği ileri
sürülmüştür. Böylece, bu büyük depremin doğal olarak kendiliğinden
gerçekleşmediği ama bazı güç merkezlerinin planları doğrultusunda suni olarak
yaratıldığı açıkça öne sürülerek savunulmuştur. Türkiye’nin en hassas
bölgesinde, Türk donanmasının doğal sığınağı olan bir coğrafyada büyük bir yer
sarsıntısının askeri hedefleri olduğu öne sürülürken, bu deprem sırasında
Gölcük’te Orta Doğunun güvenliği ile ilgili çok önemli bir gizli toplantı
yapıldığı ve bu toplantıdan dışlanan güçlerin suni deprem yaratarak toplantıyı
engellemeye çalıştıkları bazı çevreler tarafından ileri sürülmüştür. Deprem
sonrasında İsrail’den çok hızlı bir biçimde ekipler gelerek, toplantıya katılan
bazı uzmanları kurtarmaya çalışmaları da basına yansıyınca tartışmalar daha da
alevlenmiş ve bu büyük depremin suni olarak siyasal amaçlı bir çizgide
gerçekleştirildiği açıkça savunulmuştur.
Marmara depremi tartışmaları iki binli
yılların başlarında çeşitli yönlerde gelişerek yayılınca, bunun üzerine, aynı
zamanda Fransa vatandaşı olan bir Türk hanım gazeteci “Bir Gece“ isimli
bir roman yayınlayarak bu tartışmalara bir başka boyut kazandırmaya
çalışmıştır. Yazılarıyla Atlantik emperyalizmine karşı çıkan bu cesur kadın
gazeteci, Türk halkını uyarmak ve deprem konusunda bilinçlendirmek üzere kaleme
aldığı romanında, bir gece Türkiye’nin çok büyük bir deprem olayı ile
sarsılarak uyanacağını ve bu doğal afet sonucunda Türkiye’de birkaç milyon
insanın öleceğini, batı ittifakının içinde yer alan Türkiye’nin dostları adına
Amerikan Birleşik Devletleri ordusunun kendisine bağlı olan NATO birlikleri ile
Türkiye’ye gelerek, yardım yapıyormuş görünümünde bütün Türk ülkesini istila
edeceğini açıkça yazmıştır. İki binli yıllara girerken Amerikan ordusunun
Nevada çöllerinde Milenyum tatbikatları yapması ve bu sırada benzeri senaryolar
doğrultusunda merkezi bir büyük ülkeye bir büyük işgal harekâtı düzenlemesi
gibi konular basın ve medya organlarına yansıyınca, ABD’nin Avrasya
stratejisinin ilk adımının Türkiye’ye yerleşmek olduğu ileri sürülmüştür. ABD
ve NATO dost ve müttefik ülke olan Türkiye ile küresel politikalar
doğrultusunda ters düşünce, bu merkezi ülkenin kontrol dışına çıkmaması için
bütünüyle işgal edilmesi gerektiği konusunda batılı ülkeler arasında bir fikir
birliği oluşmuş ve batı bloğunun patronu konumundaki ABD’de kapitalist sistemin
jandarması olan NATO birlikleri ile Türkiye’yi bir gün işgal edeceği açıkça
yazılıp söylenmiştir. ABD’nin NATO ile birlikte Türkiye’yi milenyum planları
doğrultusunda işgal etmesi Avrupa Birliğinin planlarını bozacağı için, Fransız
vatandaşı bir kadın gazeteci küçük bir roman kaleme alarak bu doğrultuda Türk
kamuoyunu uyarmıştır.(1)
Uydurma yalanlar ile Irak’ı bir askeri
saldırı sonucunda işgal eden ABD, nükleer silahları gerekçe göstermiş ama bu
konunun yalanları ortaya çıkınca Amerikan dışişleri bakanı Birleşmiş
Milletlerde bütün dünyadan özür dileyerek istifa etmek zorunda kalmıştır. Ne
var ki, batı emperyalizmi bütün dünyayı küresel bir imparatorluk çatısı altında
mutlak bir egemenliğe bağlamaya çalıştığı için, gene bu doğrultuda büyük
komploları gündeme getiren yalanlar söylenilmeye devam edilmiş, dünya ülkeleri
kendilerini korumak üzere nükleer silahlanmaya yöneldiği noktada batı
emperyalizminin üçüncü dünya savaşı tehdidi ayyuka çıkmıştır. Amerikan
şirketlerinin dünya ülkelerinin doğal zenginliklerini ele geçirmeyi hedeflediği
bir aşamada, batı kapitalist sisteminin ordusu konumundaki Amerikan askeri
birlikleri her ülke için ayrı ayrı ele geçirme, işgal etme ya da bu ülkelerdeki
devletleri çökertme operasyonlarını birbiri ardı sıra gündeme getirmiştir. Önce
Irak’ta denenen bu tür girişimler başarılı olunca, arkadan Libya, Tunus, Mısır
ve Suriye gibi batı sistemine direnerek kendi çıkarlarını savunan Arap
devletlerine yönelik bir çizgide geliştirilmiş, ama ABD sömürgesi konumundaki
Suudi Arabistan, Katar ve Bahreyn gibi Arap krallıklarına hiç bir biçimde
dokunulmamıştır. Teslim olan devletler hemen tam bir sömürgeye dönüştürülürken,
direnen ülkeler için çeşitli senaryolar geliştirilerek emperyal saldırı ve
işgal girişimleri birbiri ardı sıra uygulama alanına getirilmiştir. Arap baharı
adı altında, bütün İslam coğrafyası siyasal bir zelzeleye doğru iteklenirken,
dünyanın başka bölgelerinde Marmara depremi gibi doğal olaylar birbirini
izleyerek, önemli siyasal dönüşümlerin gerçekleştirilmesinde araç olarak
kullanılmıştır. Hedef ülkelerin ele geçirilmesi doğrultusunda devletlerin çökertilmesi
olduğu için, Makyavelist bir yaklaşım doğrultusunda akla gelen bütün senaryolar
bu doğrultuda kullanılmışlardır. Deprem senaryolarının bu çizgide en çok
başvurulan yöntemler içinde yer aldığı zamanla öne sürülmeye başlanmıştır.
Endonezya, Malezya, Filipinler ve
Japonya gibi Büyük Okyanustaki ada devletleri sürekli olarak depremler ile
sarsılırken, kuzey buz denizindeki buzların erimesi sonucunda okyanusların
yükseldiği öne sürülmüş ve bu nedenle gelecekte okyanus adalarında yaşamın mümkün
olamayacağı ifade edilerek, ada devletlerindeki sürekli depremler açıklanmaya
çalışılmıştır. Ne var ki, Amerikan emperyalizmine en çok direnen ülkelerden
birisi olan Endonezya sürekli olarak depremler ile dövülürken, yüz binlerce
insanını kaybetmiş ama aynı zamanda Timor ve Açe gibi adalarda da bağımsızlık
düzenleri gündeme getirilerek bir bölünme sürecine doğru iteklenmiştir.
Hindistan, Çin gibi doğunun büyük ülkeleri Amerikan baskılarına sürekli olarak
karşı çıkarken, sayısız deprem olayını da birlikte yaşamışlar, Asya ülkeleri
arasında saldırgan Amerikan emperyalizmine karşı bir işbirliği ve dayanışma
düzeni oluşturma çabaları sürekli olarak birbirini izleyen deprem olayları
yüzünden gerçekleşemez bir duruma gelmiştir. Beklenmeyen bir doğal afet ile Birmanya
sarsılırken, ertesi gün Çin tam Birmanya’ya yardıma gideceği aşamada büyük bir
deprem ile karşılaşarak komşu ülkeye yardım edemez bir duruma düşmüştür.
Endonezya’yı saran deprem dalgaları giderek Malezya ve Filipinleri de dövmeye
başlayınca, bu kadar çok depremin birbiri ardı sıra sürekli olarak gündeme
gelmesinin normal olup olmadığı tartışılmağa başlanmış, Asya kıtasına karşı
topyekün bir askeri saldırıya geçen batı emperyalizminin, bu büyük kıtanın
direnişini kırmak, Çin, Rusya ve Hindistan gibi dev ülkelerin ABD’ye karşı
çıkışlarını önlemek ya da işgale karşı halk hareketlerinin önüne geçmek üzere,
bugün gelinen gelişmişlik düzeyinin en ileri teknolojileri üzerinden yapay
depremler oluşturma siyasetinin izlenip izlenmediği sorusu, okuyup düşünen her
insanın beyninin içine gelip saplanmıştır. Yüzyıllarca doğal afetlerle ve büyük
depremlerle boğuşarak yaşamını sürdürebilen insanoğlu, bugün gelinmiş olan
teknolojik gelişmişlik düzeyinde artık önceden planlanan bir biçimde
gerçekleştirilen yapay depremler ile uğraşmak zorunda bırakılmıştır.
Deprem konusu, bütünüyle bilimsel bir
mesele olması ve bu konuda üniversiteler düzeyinde ciddi çalışmalar yapılmasına
rağmen, dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda bütünüyle kontrol etmek isteyen,
küçük bir azınlığın tekelci yönetimini kurmak ve bu doğrultuda zenginlerin
küresel hegemonya düzenini pekiştirmek isteyen batılı emperyalist güçlerin
sahip oldukları para gücünü iyi kullanarak teknolojiyi kendi hedefleri
doğrultusunda devreye soktukları ve bu doğrultuda batı hegemonyasına karşı
çıkan ya da direnen ülkeleri dövmek ya da çökertmek hedefiyle suni depremlere
başvurdukları yazılıp çizilmektedir. Küresel sermaye Türkiye’deki Bizans
medyasını bütünüyle satın aldığı için bu gibi gerçekler kamuoyuna yansıtılmamakta,
ya da bunları gündeme getirenlerin önü kesilerek ya da bu konuları
açıklayanlara çamur atılarak, emperyalist hegemonya düzeni oluşturma
doğrultusunda bütün engeller saf dışı edilmektedir. Teknolojik alanlardaki
gelişmeleri takip eden bazı uzmanlar ya da gazeteciler yazdıkları makaleler ya
da kitaplar ile halk kitlelerini aydınlatmaya çalışmakta, teknolojinin iyi ve
yararlı hedefler doğrultusunda kullanılacağı gibi zararlı ve kötü amaçlı olarak
da devreye sokulabileceğini ellerindeki kayıt ve belgelere dayanarak ortaya
koymaktadırlar. Özellikle “Kıyamet Teknolojisi“ adı verilen HAARP
teknolojisi konusunda önemli yayınlar yapılmakta ve bu teknoloji sayesinde,
dünyanın her yerinde ya da atmosferin her köşesinde istenen doğal olayların
gerçekleştirilebileceği ve bu doğrultuda istenirse her türlü doğal afet ya da
felaketin bu yoldan gerçekleştirilerek insanlığın mahvına yol açılabileceği
çeşitli yayınlar ile gündeme getirilmektedir. HAARP teknolojisi, bir kıyamet
silahı olarak kullanılırken, finans kapitalin para babalarının satın aldıkları
kadrolarla her türlü çılgınlığı yapabileceklerini ve böylece yeryüzünde yaşam
savaşı veren insanlığa her türlü acıyı yaşatabilecekleri ortaya çıkmaktadır.
(2)
Para gücüyle her şeyi satın alabilen,
küresel bir dünya imparatorluğu için her türlü tehlikeli yolu Makyavelist bir
çizgide uygulayabilen çılgın kapitalistler bütün dünya ülkelerini ele
geçirirken, buralarda yaşamakta olan halk kitlelerinin direnişini kırma
doğrultusunda gerekirse yapay doğal olayları yaratabilmekte ve bunun en açık
uygulama biçimi olarak da HAARP teknolojisi ile suni depremleri istedikleri
anda ve gene istedikleri yerlerde anında devreye sokabilmektedirler. Yirmi
birinci yüzyıla girerken gerçekleştirilen elektronik devrimi ile başlatılan uzay
çağında artık akla gelebilen her türlü çılgınlık, elektronik yoldan ve uzaydaki
uydular üzerinden her an gündeme getirilebilmekte, batı emperyalizminin
istediğini yapmayan, verilen emirlere uymayan, batı hegemonyasına karşı açıkça
çıkan ya da direnen devletler anında haydut devlet ilan edilerek
cezalandırılmaktadırlar. Bu cezalandırma yöntemleri içerisinde de HAARP
teknolojisi ile suni deprem oluşturma kozu en büyük silah olarak anında bir
yaptırım biçiminde devreye sokulabilmektedir. Deprem kuşağı üzerinde bulunmayan
Ankara batılı politikalara direndiği aşamada, son yıllarda beş kez Haymana
üzerinden depremle uyarılırken, emperyalizmin askeri işgal ile girdiği Orta
Doğu üzerinden Hazar bölgesine doğru yöneldiği bir aşamada bütün Doğu Anadolu
bölgesi savaş alanına dönüşürken, bu savaş alanında komşu ülkeleri birbirine
karşı kızıştırmak ya da kışkırtmak üzere bazı suni deprem senaryoları Irak, İran,
Azerbaycan ve Türkiye hattında birbiri ardı sıra gündeme getirilebilmektedir.
Normal koşullarda ara sıra deprem olan bu gibi sıcak çatışma alanlarında
sürekli birbirini izleyen deprem olaylarının gerçekleşmesinin bir tesadüf
olamayacağı, özellikle son yıllarda Van yöresinde fazlasıyla sarsıntı
yaşanması, bu bölgede büyük bir savaş çıkartarak, bölge ülkelerini birbirine
karşı kırdırmak isteyen emperyalizmin böylesine sürekli deprem oluşumunda rolü
bulunduğu ve HAARP teknolojisi sayesinde bu gibi yöntemlere başvurarak, finans
kapitalin istekleri doğrultusunda yeni bir bölgesel yapılanmanın önünü açabilme
doğrultusunda suni depremlerin işe yaradığı söylenmektedir. Elektronik devrim
ile uzay çağına geçen, uzaydaki uydular üzerinden gönderilen yüksek dalgalı
frekanslar ile atmosferde ve yeryüzünde her türlü doğal değişimi yaratabilen
bir teknolojik güç artık, dünya barışına katkı sağlamamakta aksine küresel
imparatorluk peşinde koşan bir avuç zenginin çılgın senaryolarına yardımcı
olarak bölgesel savaşlar çıkartılmasına katkı sağlamaktadır. Bugün gelinmiş
olunan teknolojik üstünlük düzeyinde, her devletin ve bütün insanlığın
böylesine bir tehlikeli durumu bilerek hareket etmesinde dünya barışı açısından
büyük yarar vardır. (3)
Amerika Birleşik Devletlerinin Alaska
merkezli olarak geliştirmiş olduğu “High Frequency Active Auroral Research
Program “ yapılanması kısa adıyla HAARP projesi olarak uygulama alanına
getirilmiş ve son yıllarda yoğun bir biçimde bütün dünyaya yönelik çeşitli
bilimsel ve de olgusal girişimlerde kullanılmıştır. Önceden planlanarak
yaratılan olguların bir kısmı fizik bilimlerin inceleme konusuna girerken,
yaratmış olduğu küresel etkiler yüzünden siyasal bilimlerin de alanına
girmektedir. Böylesine bir makalenin bir kamu hukukçusu ya da siyasal bilimci
olarak kaleme alınmasının arkasında da böylesine bir neden yer almaktadır.
Güneşten gelen yoğun hidrojen fışkırmaları sonucunda uzaya yayılan fotonların,
Kuzey ve Güney kutuplarındaki iyonlar ile çarpışmasıyla enerji dönüşümüne
uğrayarak farklı dalga boylarında ışımaları bu projede temel alınmaktadır.
Kuzey ya da güney kutuplarında görülmelerine göre kuzey ya da güney ışıkları
olarak da adlandırılmaktadırlar Geceleri gökyüzünde genellikle çeşitli
renklerde görülen tülleri hatırlatan bu ışınlar farklı dalga boylarında
kullanılarak çok yüksek frekanslı dalgalar halinde yeryüzüne gönderilebilmekte
ve bu doğrultuda uzaya gönderilmiş olan uydular aracı olarak kullanılarak,
yeryüzünün her bölgesinde istenen doğal olaylar suni olarak
yaratılabilmektedir. Yüksek frekanslı dalga boylarının uydular aracılığı ile
gönderildiği bölgelerde suni depremler gibi fırtınalar, seller, kuraklıklar ve
tsunami gibi büyük dalgalar yapay biçimlerde yaratılarak, yeryüzünün doğal
alanlarında büyük değişiklikler yapılabilmektedir. Rusya’da çok büyük
kuraklıkların ortaya çıkması, Sri Lanka’nın büyük dalgaların altında kalması,
Hindistan’ın Tsunamilerle dayak yemesi, Çin’in zaman zaman büyük deprem
dalgaları ile karşı karşıya kalması Alaska merkezli HAARP projesinin doğal
sonuçları olup olmadığı son zamanlarda çok yoğun bir biçimde tartışılmaktadır.
New Orleans bölgesini basan büyük sel dalgalarının Misissipi Irmağı üzerinden
ABD’yi tehdit ettiği bir aşamada Katrina adı verilen bu doğal afetin arkasında
benzeri bir silahı kullanan Rusya’nın bulunup bulunmadığı tartışma konusu
olmakta, ABD’nin bu fırtınaya bir Rus adın olan Katrina adını koymasıyla
Rusya’nın karşı atağını dünya kamuoyuna açıkladığı bazı çevrelerde dile
getirilmektedir. ABD’nin geliştirmiş olduğu HAARP teknolojisine karşı Rusya, Çin
ve Hindistan’ın da benzeri teknolojiler geliştirdiği ve bu doğrultuda karşı
ataklara geçebileceği de gene ilgili kesimler tarafından dile getirilmektedir.
Katrina doğal afetini Rusya’nın ABD’ye karşı bir yapay afet girişimi olarak
görenler, artık eskisi gibi HAARP teknolojisinin batı emperyalizmi tarafından
serbestçe kullanılamayacağını ve bu yüzden varılan yeni aşamada bir dehşet
dengesinin kendiliğinden oluştuğunu belirtmektedirler.
ALASKA’nın GAKONA bölgesinde kurulmuş
olan HAARP tesisi, bir anlamda ıssızlığın ortasındaki canavar gibi bütün
dünyayı tehdit etmektedir. ABD’nin zamanında parayla Rusya’dan satın aldığı bu
en geniş deniz aşırı eyaletinde, HAARP yapılanması geleceğe dönük bir dünya
hegemonyası doğrultusunda kurulurken aslında, bütün dünya barışı da tehdit
altına alınmıştır. Amerikan halkından ve dünya kamuoyundan kaçırılırcasına, en
kuzeydeki ALASKA bölgesinin HAARP merkezi olarak seçilmesi de bu projenin barış
amacından daha çok savaş amaçlı hazırlandığını göstermekte ve insanların
göremeyeceği bir yerde bu proje bütün dünyayı etkileyecek düzeyde oluşturulmaktadır.
Bu makale teknolojik bir çalışma olmadığı için, konunun sadece sosyal ve
siyasal boyutları incelenmekte ve böylesine bir tesisin insanlığın yaşam
biçimini değiştireceği gibi aynı zamanda yerkürenin kaderi üzerinde söz söyleme
ya da egemen olma olanağını, tesisin kurucusu olan Amerikan devletinin eline
vermektedir. Bu tür değerlendirmeleri komplo olarak niteleyen dünyanın önde
gelen güçleri ya da batılı devletlerin yönetimleri, kendi hegemonyaları söz
konusu olduğu zaman her türlü teknolojik gücü kendi amaçları doğrultusunda
seferber edebilmektedirler. Bu tür büyük bir proje insanlığın bütünüyle
yararına kullanılabileceği gibi aynı zamanda doğal afetlerin yerini alacak
yapay felaketlerin de hazırlayıcısı olabilmektedir. Tamamen dünyadaki
gelişmelere yönelik bir biçimde geliştirilen HAARP projesi, insanlığın yararına
olduğu kadar tümüyle insanlığın zararına yol açabilecek hegemonya girişimleri
için de kullanılabilmektedir. Özellikle, küreselleşme döneminin başlamasından
bu yana geçen çeyrek yüzyıllık zaman dilimi içinde gündeme gelen olaylar bu
durum açıkça göstermiştir. İnsanlıktan kaçırırcasına gizli geliştirilen HAARP
projesi artık bir gerçeklik olarak ortaya çıktığı ve açıklığa kavuştuğu için,
bütün devletler buna karşı korunma mekanizmaları geliştirmeye yönelmiştir.
Ayrıca dünyanın çeşitli üniversitelerindeki ilgili kürsülerde HAARP benzeri
yeni teknolojik projeler üzerinde yoğun çalışmalar başlatılmıştır. Bazı meraklı
bilim adamları, son yıllarda karşılaşılan doğal gelişmeleri ve bu doğrultuda
gündeme gelen doğal afetleri bir de yapaylık açısından inceleyerek, HAARP
projesi ile ilgili bilimsel değerlendirmeler yapmaya başlamışlardır.
Küresel emperyalizmin hedefleri
doğrultusunda, yeryüzündeki bütün ülkeleri ele geçirmek ve buralarda yaşamakta
olan ulusal toplumları dağıtarak yeniden halk kitleleri düzeyinde bir edilgen
toplumsal yapılanmayı gündeme getiren küreselcilik akımı, bilimi çılgın amaçlar
doğrultusunda kullanmaya başladığı bu aşamada teknolojinin en üst düzeydeki
verilerinden de yararlanmaktadır. Bir teknolojik proje olan HAARP’ın
emperyalizmin elinde bir hegemonya silahına dönüşmesi, insanlığın geleceği
açısından son derece karamsar yorumlara yol açabilmekte ve bu doğrultuda bir
kaotik ortamı da beraberinde getirmektedir. İkinci dünya savaşı gibi bir büyük
çılgınlık dönemine tepki olarak geliştirilen bazı bilimsel çalışmalar dünya
kamuoyunun dikkatlerini üzerine çekince, o dönemin Yugoslavya’sından çıkan Nikolay
Tesla isimli bir bilim adamı önem kazanmıştır. Kendi laboratuarında suni
deprem yapabilen bu bilim adamı ABD tarafından Amerika’ya kaçırılınca, yapmış
olduğu çalışmalar sırasında hem laboratuarını hem de çalışma ofisini havaya
uçurarak, suni deprem yapılabileceğini deneylerle kanıtlamıştır. İkinci dünya
savaşı sonrası ortamında, Tesla’nın öncülüğünde yapılan fizik deneyleri giderek
gelişmiş ve HAARP projesine giden yolda ABD’ye yön göstermiştir. Elektrikten
yola çıkan ve elektroniğin zenginliklerini keşfeden Tesla, çok yüksek frekanslı
elektronik dalgaları şok darbeler biçiminde gönderdiği yer ve bölgelerde yer
altı sarsıntıları yaratabilmiş ve böylece suni depremin önünü açmıştır.
Mitolojide meleklerin çalgısı olan HAARP aletinin adı bu kez, şeytanların
uygulayacağı projeye ad olarak verilince artık meleklerin HAARP isimli müzik aletini
çalmayacağı ama bu adın melekleri de yok edecek çılgın bir projenin adı olarak
önem kazanacağı belli olmuştur. HAARP projesi insanlığı dünyanın çeşitli
bölgelerinde zangır zangır titretirken, HAARP çalgısının mutluluk veren
sakinleştirici sesi giderek kaybolmuştur. Edison’un bulmuş olduğu doğru
akımları tersine çevirerek son derece güçlü şok dalgalara yayan Tesla,
insanlığı aydınlatan elektriğin yanı sıra insanlığı karanlıklara sürükleyecek
bir elektronik dalga yayılmasını ortaya çıkarmıştır. İnsanlığın gelecekte bir
elektromanyetik savaş süreci içerisine girmesi aşamasında son derece önem
kazanan HAARP projesi, giderek her türlü çılgınlıkla beraber tüm insanlığın
kaderini belirleyebilecek bir düzeye gelmiştir. Bilimi kontrolden çıkartacak
derecede akla gelebilecek her türlü çılgınlığa yol açabilen HAARP
teknolojisinin, durdurulması ve dengelenebilmesi doğrultusundaki girişimler de
son yıllarda birbiri ardı sıra öne çıkmış ve insanlık herhangi bir teknolojik
çılgınlığın HAARP projesi ile gündeme getirilmesine karşı arayışlarını sonuç
elde etme doğrultusunda hızlandırmıştır.
Nikolay Tesla teknolojisi, HAARP
projesinden önce, Sovyetler Birliğini pes ettiren ve savaşmadan teslim olmasına
neden olan Yıldız Savaşları projesinde de esas alınarak uygulanmıştır.
Dünya egemenliği doğrultusunda karşı güç olan Rusya’yı teslim alan, Sovyetler
Birliği gibi karşı kutbu dağıtan bir yüksek teknolojinin ürünü olan Yıldız
Savaşları aslında tam olarak ne olduğu bütün dünya tarafından anlaşılmadan
uygulamaya getirilerek Sovyetler Birliği gibi dünyanın en büyük emperyal ikinci
gücü tasfiye edilmiştir. Uzaydan ve başka gezegenlerden gelebilecek her türlü
saldırıya karşı dünyayı atmosferin üzerinde bir koruma ağı ile savunmayı
hedefleyen Yıldızlar Savaşı projesi aslında Tesla teknolojisinin ilk uygulama
planı olarak ortaya çıkarılmıştır. Çok yüksek frekanslı şok elektronik dalgalar
aracılığı ile yeryüzünde ve atmosferde her türlü doğal olayı yaratabilme gücü,
Yıldız Savaşları projesinde uzaydan gelebilecek her türlü tehlikeye ya da başka
gezegenlerden dünyaya saldırabilecek yüksek uygarlıkların girişimlerine karşı
bir koruma mekanizması olarak kullanılabilecekti. Uzay savaşı gücü ile gündeme
getirilen Yıldız Savaşları teknolojisi aynı zamanda dünya hegemonyasını teknik
olarak bitirdiği için, Sovyetler Birliği savaşmadan teslim olmuş ve daha
sonraki aşamada Rusya Federasyonu, Amerika’nın elinde bulunan bu yüksek
düzeydeki teknolojik birikimi dengeleyecek yeni arayışlara girmiş ve bu
doğrultuda Çin, Hindistan, Brezilya, Almanya ve Fransa gibi büyük devletler ile
ortak çalışmalara girişerek dünya için bir barış dengesi oluşturmaya
yönelmiştir. Yıldız Savaşları teknolojisi ile karşı gücü tasfiye edenler, şimdi
de HAARP teknolojisi ile yeryüzünde mutlak bir egemenliğin arayışı içine
girerek, dünya devletlerini çökertme ve dolayısıyla yeryüzü halklarını da
yeniden köleleştirmenin arayışı içine girmişlerdir. Yüksek enerji nakli ile
dünyanın her köşesinde her istenen şeyin yapılabileceği inancı giderek batılı
merkezlerde yaygınlık kazanmaya başlayınca, BRİC ülkeleri adı verilen Çin,
Rusya, Hindistan ve Brezilya yeni dünya dengeleri arayışına girerek, Atlantik
emperyalizminin çılgınlıklarına dur diyebilecek bir denge mekanizmasına öncelik
vermiştir. Bu dört büyük ülke, HAARP teknolojisinden meydana gelebilecek her
türlü çılgınlığa karşı dünya barışını yeniden kuracak bir çizgide, Almanya ve
Fransa’yı da yanlarına alarak hem uzay çalışmalarına hem de elektronik
teknolojinin dengeleyici geliştirilmesine öncelik vermektedirler.
Yeryüzünde küresel bir imparatorluğu
mutlak anlamda kendi kontrolu altında kurmak isteyen Atlantik emperyalizminin
askeri merkezi olan Pentagon, yerküre ile beraber atmosferi de denetimi altına
almaya çalışırken atmosferin üzerindeki iyonosfer tabakasını da militarize
etmeye çalışmakta, uzaydaki uydular ile beraber uzay istasyonları kurarak
dünyayı uzaydan yönetme dönemini başlatmaya çaba göstermektedir. Uyduların yanı
sıra uzay istasyonlarının da Pentagon merkezli bir askeri yapılanma içerisine
yönlendirilmesiyle beraber, HAARP teknolojisini uzay üzerinden dünyanın her
yerinde kullanılabileceği yeni bir dönem açılmaktadır. İnsanlığın yararına
çeşitli deneylerin yapılmasına öncelik verilmesi gerekirken, uzay
istasyonlarının tamamen küresel hegemonya doğrultusunda askeri amaçlara
yönlendirilmesi önümüzdeki dönemde dünya barışını tehdit edecek gibi
görülmektedir. Bu durumdan rahatsızlık duyabilecek bütün büyük devletler zaten
başlatmış oldukları uzay çalışmalarını askeri hedeflere yönelterek karşı
savunma sistemlerine öncelik verecekler ve böylece dünyadaki çekişme uzaya
taşınacaktır. Dünyanın merkezi kadar dünyanın ötesindeki başka evrenlere
ulaşabilecek arayışların barış ve bilimsel gelişme amaçlı olması gerekirken,
askeri rekabet ve silahlanma yarışı çizgisinde sürdürülmesi, tıpkı Mars
gezegeninde olduğu gibi bir toptan yok oluş olgusunu dünyanın önüne
çıkartabilecektir. Böylesine olumsuz bir sonuca doğru dünyayı sürüklemekte
olan, batılı emperyalist büyük devletlerin gelinen noktada durup düşünerek
dünyanın geleceği ve küresel barış açısından yeniden düşünmeleri gerekmektedir.
Yıldızlardan ya da uzaydan gelebilecek her türlü tehlikeye karşı örgütlenmiş
olan Yıldız Savaşları projesinin günümüzde, HAARP teknolojisinin kazandırdığı
teknik güç ile bir Evrensel Barış projesine doğru yönlendirilmesi
gerekmektedir. İnsanoğlu gelmiş olduğu yeni aşamada kendi varlığını yok edecek
çılgın teknolojilere değil ama kendi geleceğini güvence altına alacak ve
dünyayı uzaydan gelebilecek her türlü tehlike ve tehdide karşı koruyabilecek
Evrensel Barış projelerine gereksinmesi bulunmaktadır.
HAARP teknolojisinin önümüzdeki dönemde insanlığa yönelik çeşitli
komplolarda kullanılmaması için, bu teknolojinin emin ellerde bulunmasını
sağlamak, böylesine can alacı önemdeki bir teknolojinin herhangi bir çılgınlık
uğruna kullanılmasını önlemek bugün gelinen noktada insanlığın en temel
sorumluluklarından birisidir. Beklenmedik bir anda bir büyük doğal afet ile
karşı karşıya kalmamak için yapılan bilimsel çalışmalarda, bu gibi durumların
yapay doğrultuda yaratılmalarını önleyecek ve bunlara karşı dengeleyici
mekanizmalar getirecek yeni adımlara gereksinme duyulmaktadır. Dünya gücünü
tekeline almak isteyen çılgınlara karşı bütün insanlığın ortak bir tutum
içerisine girmesi ve HAARP teknolojisinin getirdiği olanakların savaş ya da
komplolar yapmak için değil ama bunların önlenebilmesi ve evrensel barışın
güvence altına alınabilmesi için seferber edilmesi gerekmektedir. Karşı güç
dengelerinin acilen oluşturulmasıyla üçüncü dünya savaşı gibi istenmeyen
felaketlerin ya da kıyamet senaryolarının önlenebilmesi mümkün olabilecektir.
Tüm insanlık beklenmedik gelişmeler ile karşılaşmamak için uyanık olmak ve bu
doğrultuda elbirliği içinde dayanışma sağlamak zorundadır.
1-Mine
Kırıkkanat, Bir Gece (roman ) İstanbul, 2002.
2-Jerry
Smith, Kıyamet Silahı HAARP, Koridor Yayınları, İstanbul 1998.
3-Aydoğan
Vatandaş, HAARP, Kıyamet Teknolojisi, TİMAŞ Yayınları, İstanbul,2004.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder