İSTANBUL ÜÇE BÖLÜNMELİDİR
(ULUS GAZETESİ:
20.12.2010)
Bu yıl içerisinde Avrupa kültür başkenti olarak ilan edilen İstanbul
kenti önümüzdeki dönemde dünya ticaret başkenti olarak ilan edilmeye
hazırlanıyor. New York’daki yüz katlı binalardan bütün dünya ekonomisini bir
imparatorluk olarak yönetmeye çalışan küresel sermaye, ABD merkezli tek dünya
imparatorluğunu gerçekleştiremeyince, bu kez tamamen bu girişimin tersi bir
doğrultuda Dünya Ticaret örgütü üzerinden oraya çıkan BRİC hareketi ile
karşılaşmış ve dünya üzerinde bir batı hegemonyasını dayatan küreselleşme
programına karşı çıkarak halkların ve devletlerin ulusal çıkarlarını savunan Brezilya,
Hindistan, Rusya ve Çin gibi dev ülkeler büyük bir dayanışma içerisine girerek ve
zaman zaman Avrupa Birliğini de yanlarına alarak, ABD üzerinden dayatılan patronların
çıkar düzenlerini önlemişlerdir. Bu doğrultuda Birleşmiş Milletler düzenini
reddeden ve uluslararası tekelci şirketler üzerinden yürütülerek Dünya Ticaret
Örgütü aracılığı ile bir dünya imparatorluğunu hedefleyen üresel sermaye
saldırganlığı bir aşamada durdurulabilmiştir. BRİC ülkeleri bu doğrultuda dünya
sahnesine çıkarak, New York üzerinden ABD aracılığı ile bütün dünyaya egemen
olmak isteyen küresel sermayeye karşı çeyrek yüzyıllık bir zorlama döneminden
sonra tavır alabilmişler ve bu aşamadan sonra New York üzerinden dünyayı
yönetme döneminin sonuna gelinmiştir.
Yeni dönemde eskisi gibi okyanus
ötesinden dünyayı yönetemez bir duruma gelen küresel sermaye, kendisine karşı
çıkarak meydan okuyan Rusya, Çin ve Hindistan gibi dev ülkeler ile İslam
dünyasını ve bütünüyle Asya kıtasını dünyanın merkezi coğrafyasından
yönetebilmek üzere İstanbul kentine gelmeğe hazırlanmaktadır. İngiltere’nin
dünya egemenliği döneminden kalma merkezi coğrafya hegemonyası İsrail’in
kuruluşundan sonra tehlikeye girince, soğuk savaş sonrası yeni dönemde eski
siyasal sorunlar sıcak çatışmalar ve gerginlikler olarak merkezi coğrafya
bölgelerinde gündeme gelmiştir. Bu nedenle İsrail kurulduğu günden bu yana
bütün bölge ülkeleriyle karşı karşıya gelmiş ve yarım yüzyılı aşkın bir süredir
hepsi ile çatışmak ya da savaşmak durumunda kalmıştır. İngiliz egemenliğinde
merkezi alana gelen Yahudiler ABD hegemonyası altında kendi devletlerini
kurunca bölgenin jeopolitik dengeleri değişmiş, sosyalist bloğun çöküşünden
sonra da ABD destekli İsrail hegemonyası bütün bölge ülkelerine dıştan destekli
bir zorlama ile dayatılmıştır. Bu çerçevede, yeni bir uluslararası konjonktür
oluşmuş, İngiltere üzerinden kurulmuş olan dünya devleti oluşumu, ABD üzerinden
yeni bir yapılanmaya doğru yönelmiştir. İsrail’in kurulmasından sonra dünya
dengelerinin değişmesi ve Siyonist lobilerin İsrail’i dünya merkezi yapmaya
çalışması nedeniyle, küresel sermaye duruma egemen olabilmek üzere, merkezi
coğrafyanın eski başkenti olan İstanbul kentine taşınmaya yönelmiştir. Okyanus
ötesinden dünyayı eskisi gibi yönetemeyen küresel sermayenin bu kararı, küreselleşme
aşamasına geçilmesiyle beraber zaman içerisinde yavaş yavaş uygulama alanına konulmaya
başlanmıştır.
Eski Bizans ve Osmanlı
İmparatorluklarının başkenti olan İstanbul, yeni dönemde Avrasya kıtasının
merkezi olarak seçilmesi, hem Moskova merkezli Rus Avrasyacılığına hem de
İsrail merkezli Siyonist dünya imparatorluğuna karşı bir önlem olarak gündeme
getirilmiştir. Bu doğrultuda ABD merkezli İMF ve Dünya Bankası planları devreye
sokulmuş ve bu iki uluslararası kurumun uzmanlarının öncülüğünde, İstanbul’un
yeni dönemde dünya ekonomisinin merkezi olmasını sağlayacak adımlar atılmaya
başlanmıştır. Kuzey Amerika kıtasından Avrupa bölgesini ve dünyanın en büyük
kıtası olan Asya’yı yönlendirmekte zorlanan, ayrıca Çin, Hindistan ve Rusya
gibi büyük Asya ülkelerinin yeni süper güçler olarak evrensel sahneye çıkmasını
dengelemekte zorlanan batı bloğunun patronları, yeni dönemde İstanbul’a
taşınarak dünya ekonomisini merkezi coğrafyadan yönetmeyi kendi çıkarları
açısından daha uygun görmüşlerdir. Bu gizli planı resmen açıklamadan, ama adım
adım bu planlar doğrultusunda hem İstanbul’da hem de bu kentin içinde yer
aldığı Türkiye Cumhuriyeti’nde dıştan destekli dönüşüm programları teker teker
devreye sokulmuştur. Böylesine bir hedef doğrultusunda İstanbul’un hızla
büyümesi ve büyük bir metropol olması desteklenirken, İstanbul’un içinde yer
aldığı Türkiye Cumhuriyeti devletinin başkenti olan Ankara’nın küçültülmesi amaçlanmıştır.
Ankara’nın İstanbul’a paralel bir düzeyde büyümesi engellenirken, bu kentte yer
alan Türkiye Cumhuriyeti devletinin bazı kamu kurumlarının kapatılması ve
bazılarının da başka yapılanmalara yönlendirilmesi yolu ile Türk devletinin
başkentinin önce küçültülmesine daha sonraki aşamada da tasfiyesi
hedeflenmiştir.
Küresel sermayenin dünya ticaret merkezi yapmaya hazırlandığı İstanbul
giderek bir Türk kenti olmaktan çıkarılırken, Türkiye’de yaşayan gayrimüslim
kesimlerin ve Anadolu kentlerinde önemli miktarlarda para kazanarak zenginler
sınıfına giren yeni patronların İstanbul’a göç etmeleri teşvik edilmiş, bu
büyük iş adamları İstanbul’a giderken yanlarında hem şirketlerini hem de
fabrikalarını götürerek, İstanbul civarında Ankara’nın denetiminden uzak ve
daha özerk bir yapıda yeni bir İstanbul devletinin oluşumunu gündeme
getirmişlerdir. Ayrıca, küreselleşme dönemiyle beraber ülkenin güneydoğu
bölgesinde yaşayan Türk vatandaşlarının farklı bir etnik kimlikle öne çıkmaları
desteklenmiş, İstanbul sermayesi ülkenin doğu ve güneydoğu gibi geri kalmış
bölgelerine yatırım yapmaktan çekinerek İstanbul boğazının iki yakasına
yerleşmeğe çalışmalarıyla beraber güneydoğu bölgesinden üç milyonu aşkın bir
insan bu kente göç ederek, kentin iyice Türk kimliğinden uzaklaşmasına yardımcı
olmuşlar ve bu aşamadan sonra dünyanın en büyük Kürt kenti olarak İstanbul
gösterilmeye başlanmıştır. Kuzey Ira’da bir kukla devlet olarak Kürdistan
kurulurken, dünyanın en büyük Kürt kenti olarak İstanbul’un öne çıkarılmasıyla ciddi
bir çelişkili durum yaratılmış ve İstanbul Kürtlerinin kurulmakta olan devletin
sınırları dışında kalması nedeniyle İsrail ve ABD’nin bölgede çıkarları için
kurdurulmakta olan Kürdistan projesi duraklama noktasına gelmiştir. İstanbul
sahip olduğu büyük gayrimüslim nüfus ile beraber dünyanın en büyük Kürt kenti
kimliğini de kazanarak iyice Türk kimliğinden uzaklaşma noktasına gelmiş, küresel
sermaye ile işbirliği içine giren İstanbul’un Levantenleri bu kentin hızla eski
Bizans’a dönüşebilmesi doğrultusunda ellerinden gelen çabayı göstermekten geri
kalmamışlardır. Gayrimüslimler ile Kürtler Türk vatandaşı olarak Türkiye
Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşamalarına rağmen Türk kimliğinin ret
edilmesi ve Ankara’nın başkent olmaktan çıkartılması konularında sıkı bir
işbirliğine girişmişlerdir.
Önceleri İstanbul denilince akla, gayrimüslimler, zengin sermaye sınıfı
ve bunların kontrolü altındaki medya yapılanması gelirken, yeni dönemde daha da
ileri gidilerek batı bloğu ile işbirliği yapan; ABD, AB ve İsrail ile ciddi
ortaklıklara girerek küresel emperyalist düzenin gerçekleşmesi doğrultusunda
işbirliği yapan işbirlikçi bir Levanten burjuvazi öne çıkmaya başlamıştır. Osmanlı
Devletinin yıkılışı aşamasında ortaya çıkan “Mütareke İstanbul“unun
benzeri bir teslimiyetçilik, dışarıya ve küresel sermayeye teslim olmuş yeni
bir İstanbul yapılanması ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin iç pazarında halkı
sömürerek sermaye birikimini tamamlayan ve ara rejimlerden yararlanarak
devletin ekonomik birikimini kendilerine aktaran bu işbirlikçi ve mandacı sermaye
zaman içerisinde yabancı ortaklıklara girerek ve küresel sermayenin dünya
imparatorluğunda bu bölgede rol alarak, ulusal sermaye olmaktan çıkmışlar,
yabancı ortak olarak Türkiye’ye gelen büyük sermayenin çıkarları doğrultusunda
hareket etmeyi ve kendilerine ekonomik açıdan bağımlı olan İstanbul medyasını
da yeni bir Bizans yapılanması doğrultusunda kullanmayı ısrarlı bir biçimde
çıkarları doğrultusunda kullanmayı bilmişlerdir. Böylesine bir süreçte sahip
oldukları sermayelerini defalarca katlama şansını elde eden Levanten İstanbul
sermayesi, dış desteklerle siyaseti finanse etmeyi bilmiş ve destekledikleri
siyasal kadroları medya ile arkalayarak iktidara gelmelerini sağlamıştır.
İstanbul üzerinden belirlenen politikalar v e belirlenen siyasal kadrolar
aracılığı ile Türkiye Cumhuriyetinin tıpkı Osmanlı devletinin son dönemlerinde
olduğu gibi bir yarı sömürge konumuna sürüklenmesi sağlanmıştır. İstanbul’dan
devşirilen bağımlı kadrolar Ankara’daki devletin başına getirildiği zaman, Türk
devletinin başkenti merkez olma konumunu yitirmiş ve zaman içerisinde İstanbul’un
yeni merkezi konumu öne çıkarılmıştır.
Küreselleşme döneminde, İstanbul’da
merkezlenen büyük sermaye ülkeye yatırım yapmadığı için Türk ekonomisi iç
bölgelerde çöküntüye sürüklenmiş, işsizliğin artması nedeniyle büyük bir işgücü
göçü bu kente yönelmiştir. Eskiden üç milyonluk bir normal kent olarak
varlığını sürdüren İstanbul, yeni dönemdeki aşırı göçler nedeniyle beş misli
büyüyerek, kısa bir zaman dilimi içerisinde on beş milyonluk büyük bir metropol
kent konumuna gelmiştir. Giderek normal büyümenin ötesinde fazlasıyla şişen,
aşırı nüfus yoğunluğu nedeniyle yaşanmaz bir kent konumuna gelen İstanbul, yeni
koşullara alışmaya çalışırken, küresel sermayenin bu büyük kente gelme
hazırlıkları doğrultusunda Avrupa yakasında birinci Levent’ten dördüncü
Levent’e kadar New York’taki Manhattan bölgesinin yapılanmasına benzer bir yeni
yerleşim kırk elli katlı büyük gökdelenler ile gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.
Neredeyse her ay yeni bir gökdelen Manhattan benzeri bir biçimde İstanbul’un
Avrupa yakasında göğe doğru dikilirken, Boğaziçi manzaralı yerleşim bölgeleri
eski cazibesini yitirerek zaman içerisinde gölgede kalmışlardır. Dünya
tarihinin en eski ve en güzel kentlerinden birisi olan İstanbul’un her bölgesi
sit alan olarak korunması gerekirken, küresel sermayenin İstanbul’a taşınma
planları yüzünden bu güzellikler ile dolu yerleşim merkezi her geçen gün daha
fazla çirkinleşmiş ve tam anlamıyla bir gökdelenler bölgesine dönüşerek, çirkin
betonlaşmanın en önemli örneklerini barındırır bir konuma gelmiştir. Avrupa
yakasında New York ve Londra gibi uluslar arası sermaye merkezlerinden gelecek şirketler
için yeni yapılanmalar oluşturulurken, İstanbul’un tam anlamıyla bir ticaret
merkezi ve ekonomi kenti konumuna gelmesini sağlayacak alan yeni yapılanması
için de Anadolu yakasındaki Ataşehir bölgesi pilot alan olarak gizlice seçilmiş
ve gene gizlilik içerisinde Türkiye Cumhuriyetinin bütün ekonomik kamu
kurumlarıyla beraber kamu bankalarının bu bölgede topluca yer alabilmesi için
inşaat projeleri hızla devreye sokulmuştur.
Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında
Rusya Müslümanlarının gönderdiği maddi yardımlar ile silah alınarak askeri
savaş kazanılmış, Hint Müslümanlarının gönderdiği para yardımı da yedek akçe
olarak saklanarak daha sonraki aşamada yeni Türk devletinin başkentinde milli
bir bankanın kurulması ile ulusal bir ekonomi yaratılmasına çalışılmıştır.
Bizans döneminden kalma kozmopolit yapılanmasını Osmanlı döneminde de sürdüren
İstanbul’un Kurtuluş Savaşı Sırasında teslim olarak ihanet içerisine girmesi ve
ulusal kurtuluşun başkenti Ankara’ya karşı savaş açmasını dikkate alan devletin
kurucusu Atatürk, İstanbul’un yabancı ortaklı ekonomisini güvenmediği için Türkiye
İş Bankası’nı milli bir ekonomi oluşturma görevi ile başkent Ankara’da
kurmuştur. Ne var, küreselleşme dönemine girildiği sırada, Atatürk’ün
partisinin başında bulunan Amerikancı bir yönetimin ciddi bir hatalı karar
vermesiyle, Atatürk’ün milli ekonomi oluşturma amacıyla kurmuş olduğu ulusal
bankanın, küresel sermayeye teslim olmuş kozmopolit İstanbul kentine taşındığı
görülmüştür. Başkent Ankara’nın eski Bizans’ın merkezine taşınması süreci
böylesine ciddi bir hata ile başlamış ve daha sonraki yıllarda da birçok kamu
bankası ve kurumu özelleştirilerek Ankara’dan İstanbul’a taşınmıştır. Şimdi
gelinen aşamada, elde kalan üç kamu bankası ile ekonominin denetimini yürüten
ekonomik kamu kurumları ve özerk kurullar da bu kente taşınmaya çalışılmaktadır.
Özellikle devletin ana merkezi olan Merkez Bankası ve Hazine’nin de bu
kozmopolit kente taşınmak istenmesi, bir milli devlet olan Türkiye
Cumhuriyeti’nin sonu olacak ve, Türk ulusu ile Türk devletinin bütün ekonomik
zenginliği küresel sermaye sahiplerinin denetimine geçecektir. Böylece son
yıllardaki yanlış ekonomik politikalar ile yarı sömürge durumuna düşürülmüş
olan Türkiye Cumhuriyeti’nin tam bir sömürgeye dönüşmesi sağlanacak ve gücü
elinden alınmış olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin tasfiye süreci tamamlanmış
olacaktır.
Dünya Bankası destekli kentsel dönüşüm programları aracılığı ile
İstanbul kenti yeniden imar edilirken, bir Türk yerleşim merkezi gibi değil ama
bir uluslararası sermaye düzeni oluşturulmaya çalışılmakta, Avrupa yakası
gökdelenler ile uluslararası şirketlerin ve tekellerin yerleşimi için
hazırlanırken, Anadolu yakasındaki Ataşehir bölgesi de, bütün Avrasya kıtasının
ekonomik yapılanmasını kontrol edecek bir üs olarak hazırlanmaktadır. Türk kamu
bankaları bu bölgeye taşınarak özelleştirilecek ve daha sonraki aşamada yabancı
banka tekellerine satılarak küresel sermayenin denetimine terk edilecektir.
Türk devletinin kamu kurumları ise, gene küresel sermayenin denetiminde birer
ulus devlet kurumu olmaktan çıkarılarak, İstanbul üzerinden bütün Avrasya
bölgesinin küresel sermayenin denetimine girecek doğrultuda yapı değişikliğine
hazırlanacak ve yeni dönemde bu kurumlar da ülke devletinin dışına çıkarak
bölgesel ekonomik kurumlar biçimine dönüştürülecektir. Küresel sermayenin dünya
ticaret merkezi yapılanması planına uygun olarak, Ataşehir ekonomi merkezi
bütünüyle küresel sermayenin yönetiminde olacaktır. Ataşehir kesinlikle
Ankara’nın dışında hareket edecek, Türkiye’nin başkenti Ankara yerine Levent
bölgesinde yuvalanacak küresel sermayenin hegemonyası Ataşehir ekonomi kentini
yönetecektir. Ulus devlet bu aşamadan sonra biteceği için, İstanbul aynı
zamanda ülkenin de başkenti konumuna gelecek ve daha sonraki aşamalarda, bölgenin
ekonomik merkezi olan İstanbul aynı zamanda kurulacak olan bölgesel federasyon
devletinin de başkenti konumunu yakalayacaktır. Eski Bizans ve Osmanlı
İmparatorluğu dönemlerinde payitaht olarak, merkezi coğrafyaya başkentlik yapan
İstanbul böylece üçüncü kez bölgenin merkezi olma şansını yakalayabilecektir.
Boğaz’ın iki yakasında yalılarında ve villalarında ikamet eden süper zenginler,
bütünüyle gücü ele geçirecek ekonomik güçlerinden yararlanarak siyasal yapılanmanın
gücünü de Türk halkının elinden alacaklardır. New York dönemi geride kalırken,
küresel sermayenin denetiminde Londra, Paris,Tokyo ve Şangay gibi büyük ticaret
merkezlerine karşılık, İstanbul dünyanın ekonomik başkenti olarak küresel
sermayenin denetiminde öne çıkarılacaktır.
Türk ulusundan ve Türkiye Cumhuriyeti
devletinden giderek uzaklaşacak olan İstanbul kenti, yeni dönemde Levanten
kesimlerin ve gayrimüslim iş çevrelerinin desteği ile Fener Rum Patrikhanesinin
öncülüğünde yeniden eski Bizans’a dönüştürülecektir. Şimdiden Anadolu’nun bütün
kentlerindeki Ermeni ve Rum Kiliselerinin onarımını üstlenmiş olan Fener Rum
patrikhanesi, Vatikan merkezli Hıristiyan emperyalizminin planları
doğrultusunda Yeni Bizans Projesi doğrultusunda planlı çalışmalarını düzenli ve
disiplinli bir biçimde yürütmekte ve en kısa zamanda Yeni Bizans
imparatorluğunun oluşturulabilmesi için Ekümeniklik statüsü talep etmektedir.
Hıristiyanlar üzerinde küresel hegemonya arayan Fener Rum Patrikhanesinin,
İstanbul’un yeniden Bizanslaşması için her türlü girişimi yerine getirdiği ve büyük
dış destekler ile İstanbul’u hem Türklerden hem de Müslümanlardan
uzaklaştırmaktadır. Fatih Sultan Mehmet’in fethinden sonra bu kentin Konstantinopolis
olan isminin bir İslam kenti anlamında İstanbul’a dönüştürüldüğünün hiç
unutulmaması gereken bir aşamaya gelindiğini bütün Türk ulusunun ve Türk
devletinin hatırlaması gerekmektedir. Ulubatlı Hasan’ların fetih mücadelesi
Türk tarihinde onurlu yerini korurken, kapitalist emperyalizmin komiser
dervişlerinin öncülüğünde ve onların yerli işbirlikçilerinin desteğinde İstanbul
yeniden Hıristiyan dünyasına teslim edilmekte ve böylece Yeni Bizans projesi
ile dünyanın en güzel kenti Türkler ve Müslümanların elinden zorla alınmaktadır.
Dünya ticaret merkezine dönüşme aşamasında kentin hızla Hıristiyanlaşması da
tamamlanmaya çalışılmakta, kente son yıllarda yerleşen Kürt nüfus aracılığı ile
Türkler bu kentten çıkarılarak tersine göç yolları ile geldikleri yerlere ve
memleketlerine geri gönderilmektedir. İstanbul’un taşı ve toprağı altın olmuş
ama bu zenginliğe Türklerin tam olarak sahip olabilmeleri dış müdahaleler yolu
ile önlenmiştir. Şimdi de kentin bütünüyle Türklerin elinden çıkartılması
gündemdedir. Eski Bizans imparatorluğunun merkezinin yeni Bizans’ın da başkenti
olması düşünülmekte ve bu doğrultuda Fener Rum Patrikhanesi öne çıkarılarak,
Türk devletinin burada kurmuş olduğu hukuk düzeni yabancıların inisiyatifi aracılığı ile
yıkılmaktadır.
Bu tür küresel ve yabancı planlar doğrultusunda İstanbul’un yeniden
yapılandırılması, Türk devletinin bu kentteki egemenliğinin sona ermesi
demektir. Bir anlamda da Türkiye Cumhuriyetinin yıkılmasına giden yolun
açılması anlamına gelmektedir. Ankara’daki Türk devleti bu duruma seyirci
kalamaz. İstanbul Belediyesi yönetiminden Ankara’daki devletin yönetimine gelen
ekipler, belki eski İstanbul alışkanlıkları nedeniyle bu durumu böylesine
değerlendirmekte zorluk çekebilirler ama Türkiye Cumhuriyetinin anayasal devlet
düzeni çerçevesinde başkentin İstanbul’a taşınması hukuken mümkün değildir. Ayrıca,
devlet ile özdeş olan Merkez Bankası ya da Hazine gibi kurumların başkent
Ankara dışına çıkarılmaları, Türk Ceza Kanunu’nda yaptırıma bağlanan devlet
aleyhine girişimler ile paralel bir sonuç doğuracağı için, patronların keyfi
uğruna ya da küresel sermayenin imparatorluğu adına Türkiye Cumhuriyetinin
anayasal devlet düzeni kesinlikle bozulamaz. Türk ulusu böyle bir geri adıma
kesinlikle izin vermez. Bu nedenle bu tür girişimlerin kesinlikle, Türk halkına
sorulması ve onayının alınması gerekmektedir. Kamu bankaları ve ekonomik kamu
kurumlarının İstanbul’a taşınmaları referandum yolu ile Türk halkının ulusal
egemenliğine danışılmadan gerçekleştirilemez. Türk ulusunun kurtuluş savaşının
kazanılmasıyla elde edilen kazanılmış haklarından hiçbir biçimde ödün verilemez.
Böylesine bir gerçeğin tersine bir adım atılacaksa kesinlikle halkoyuna
başvurulması zorunluluğu vardır. Gece yarısı uykulu gözler ile oylanan torba
yasalarla, Türkiye Cumhuriyetinin anayasal düzenine aykırı bir biçimde kamu
kurumları başkent Ankara’dan yeni Bizans’ın merkezi olmaya çalışan İstanbul’a
taşınamaz.
Son yıllarda bazı iç ve dış
dinamiklerin destekleriyle fazlasıyla büyüyen İstanbul kenti, bugünkü yapısı
ile Türkiye Cumhuriyetinin hem hukuki yapısını hem de yaşam düzenini
bozmaktadır. Aşırı göç nedeniyle artan nüfus bu kentin yüze yakın
milletvekilini meclise göndermesinin yolunu açmıştır. Anadolu kentlerinde nüfus
göçü ile milletvekili sayıları düşerken, İstanbul’un neredeyse bir ülke
parlamentosu oluşturacak derecede milletvekili belirleme aşamasına gelmesi,
Türkiye Cumhuriyetinin siyasal rejimin ciddi boyutlarda bozmaktadır. Meclisin
toplum üye sayısının beşte birine ulaşan temsilci sayısı ile İstanbul bir
anlamda ulusal egemenlik düzenini bozarak kentsel egemenlik düzenini Türk
devletine dayatmaktadır. Türk devleti içerisindeki gayrimüslim unsurlar ile
Türk kimliğini kabul etmeyen alt kimlikli Türkiye vatandaşlarının buluştuğu
kent olarak İstanbul kenti Türk ulus devletinin ortadan kalmasına neden olacak
derecede Türkiye Cumhuriyetinin ülke güvenliğini tehdit edecek bir büyüklüğe
gelmiştir. Bu kadar büyüklük, ülkeye anayasal düzen dışında yeni bir
yapılanmayı dayatmakta ve Türkiye Cumhuriyeti anayasal düzeninin temel taşları
ile değişmez maddelerini ortadan kaldıracak derecede tehdit etmektedir. Bu
nedenle, Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasal düzeni ile başkent Ankara’nın
başkent olma konumunu koruyabilmek için İstanbul’un üçe bölünmesi gerekmektedir.
Avrupa yakasında Çorlu, Anadolu yakasında ise Gebze, birer sanayi ve iş merkezi
olarak acilen il yapılmalı ve İstanbul Boğaz’ın etrafında iki yakasını kaplayan
alanda tarihi, kültürel ve turistik bir kent olarak yeniden yapılandırılmalıdır.
İstanbul sermayesinin bölgenin dışında yatırım yapmaması nedeniyle meydana
gelen nüfus yığılması böylece kentin merkezinin dışına çıkarılacak ve ortada
kalacak İstanbul kenti daha küçük bir yerleşim merkezi olarak yaşanabilir bir
duruma gelebilecektir. Üçe bölünen İstanbul’dan Gebze ve Çorlu iki yeni kent
olarak çıkarken, milletvekili sayıları da daha dengeli olarak dağılacak ve
böylece, bir kentin temsilcilerinin meclisin beşte birini oluşturması gibi bir
anormallik önlenebilecektir. Üç kentin yirmi ile otuz arasında temsilci
seçmesiyle, demokrasi açısından daha dengeli bir yapılanma gerçekleşecek ve
meclisin çalışmaları daha dengeli olabilecektir.
Üçe bölünme ile küçülecek İstanbul kenti yeni dönemde başkent Ankara’yı
rahatsız etmeyecek ve güç bölünmesi nedeniyle başkent Ankara’nın artan
otoritesi ile İstanbul ve çevresi üzerindeki merkezi konumu yeniden sağlanabilecektir.
Bu aşamadan sonra sürekli olarak Ankara’yı tanımayan ya da Ankara’ya saldıran bir
İstanbul imajı ortadan kalkacak, başkent Ankara’ya bağlı olarak bu merkezdeki
Türkiye Cumhuriyeti devletinin otoritesine saygı gösteren bütün Türk illeri
gibi İstanbul ve onun yeni kardeşleri olarak Çorlu ve Gebze illeri de
Ankara’nın yönetimi altına girerek ülkedeki birlik ve bütünlük yeniden tesis
edilebilecektir. İstanbul’da yabancı sermayenin küresel sermayenin denetimi
altına girmesi, sahip olunan ekonomik güç ile Türk siyasetinin finanse edilmesi
ve bu kentte yuvalanan medyayı kontrol ederek ülke siyasetini yönlendirmeye
çalışması gibi anayasal düzene aykırı durumların önüne de, İstanbul’un üçe
bölünerek küçültülmesiyle sağlanacak yeni dengeler ile geçilebilecektir. Çorlu
ve Gebze’nin yeni sanayi merkezleri olarak devreye girmesiyle İstanbul bir
sanayi ve ticaret kenti görünümünden hızla uzaklaşarak, tarihi, kültürel ve
turistik kent konumuna dönüşebilecektir. İstanbul böylece bütün dünyaya yeniden
açılabilecek ve sahip olduğu büyük tarihi ve kültürel zenginlikleri turizm
aracılığı ile bütün dünya halklarının görmesine ya da hizmetine sunabilecektir.
Tarih öncesi dönemlerden gelen bir büyük tarihe sahip olan İstanbul kentinin, küresel
sermayenin saldırganlığından kurtarılabilmesi için dünya ticaret merkezi
projesinin önlenmesi gerekmektedir. Kenti çevreleyen sanayi tesislerinin Çorlu
ve Gebze merkezli yönlendirilmesiyle, bazılarının Anadolu’nun geri kalmış
bölgelerine taşınmasıyla İstanbul’un merkezi alanları ve Boğaziçi bölgesi
yeniden yaşanabilir bir konuma gelebilecektir. Patronların ve para babalarının
baş döndürücü hırsları yüzünden yaşanmaz bir duruma gelen İstanbul kentinin bu
durumdan bir an önce kurtarılması gerekmektedir. Böyle bir aşamada İstanbul’un başkent
olması ya da ticaret merkezi konumuna dönüştürülmesi her kent bilimi açısından
ciddi bir çılgınlık anlamına gelmektedir. Aklı başında bilim adamlarının
İstanbul’un bu durumunu inceleyerek, küresel sermayenin çılgın projelerini
durdurmaları gerekmektedir. Paranın gücü ile siyaseti finanse edenler ya da sermayenin
çıkarları doğrultusunda siyaset adamlarını yönlendirenlerin de,artık yaşanmaz
bir kent konumuna gelen İstanbul’un üçe bölünerek yeniden yaşanır bir kent
olmasını kabul etmeleri gerekmektedir.Çıkar
hesapları yüzünden bu tarihi kentin yaşanmaz bir düzeye gelmesine önce İstanbullular
karşı çıkmalı ve Türk halkının desteği ile bu kentin üçe bölünerek yeniden
yapılandırılması acilen tamamlanmalıdır.
İstanbul’un metropolitan gelişim
planlarını hazırlayanların bütün Trakya bölgesini bu kente bağlamaları çok
ciddi bir hatadır. Nüfusun üçte biri olan beş milyon insanı Trakya bölgesine aktarmak
yolu ile ya da sanayi tesislerinin bir kısmını Trakya kentlerine taşımakla,
İstanbul’un metropolitan gelişim planı hazırlanamaz. İstanbul’u genişletmek
uğruna Trakya bölgesini yok etmek, Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ halklarının
hiçbir biçimde kabul edemeyeceği bir durumdur. Böylesine çılgınlıklar
Türkiye’nin en verimli topraklarını barındıran Trakya’da tarımın sona ermesi
anlamına gelecektir. Bu nedenle İstanbul metropolitan planına bütün Trakya
halkı karşı çıkmaktadır. Küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda İstanbul’u
daha da büyütecek ve genişletecek dünya ticaret merkezi planı uğruna bütün
Trakya bölgesinin göz göre göre yok olmasına kimse göz yumamaz. Dış planları
sürekli olarak yabancılar hazırladıkları için, onların Türkiye’nin gerçeklerini
Türkler kadar bilmeleri mümkün değildir. Trakya’yı yok edecek ve gelecekte İstanbul’u,
Türkiye’den kopararak ayrı bir devlet konumuna getirecek bir dünya ticaret
merkezi planı Türkiye Cumhuriyeti devleti ile Türk halkının ulusal çıkarlarına
aykırı düşecek bir biçimde gerçekleştirilemez. Avrupa Birliği İstanbul’u ayrı
bir eyalet devleti biçimine dönüştürerek içine almaya hazırlanırken, İsrail ile
merkezi coğrafya yönetiminde paslaşan Siyonist küresel sermayenin böyle bir
duruma izin vermeyerek, İstanbul’u tüm Avrasya kıtasına dönük bir ekonomik
merkez yapmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Avrupa Hıristiyanları ile İsrail
Yahudileri arasında bir çekişme alanı durumuna sürüklenen İstanbul’un geleceği
kendi haline bırakılamaz. Türk devletinin ve Türk ulusunun, ülke ve devlet
düzeninin bozabilecek böylesine bir olumsuz gelişmeye izin vermemesi
gerekmektedir. Avrupa Kültür Merkezi görünümlerinin böylesine bir olumsuz
gelişmeyi ya da gerçekliği örtmesine kanmamak gerekmektedir.
Dünya dengeleri açısından Boğazlar son derece yaşamsal öneme sahip
bulunmaktadır. Deniz ulaşım hattı üzerinde kurulu bulunan İstanbul aslında
güvenliksiz bir jeopolitik yapılanmaya sahiptir. Bu yüzden bu büyük kent iki
imparatorluğun merkezi olmasına rağmen çöküşten ve işgal ya da fetih
girişimlerinden kurtulamamıştır. Kuzeyde Rusya gibi bir dev ülkenin bulunması
ve batı hegemonyasının bu büyük devin sıcak denizlere inmesini önleme
politikaları Türkiye’nin konumunu sürekli bir tampon devlet düzeyine
getirmektedir. Anadolu yarımadasında böylesine bir tampon devlet olduğu sürece jeopolitik
açıdan devletin merkezinin İstanbul gibi her yönü açık ve korunması son derece
zor bir jeopolitik yapıya sahip olan kentin devlet merkezi konumuna getirilmesi
çok yanlış bir adım olacaktır. Ciddi bir devlet aklı ile düşünüldüğünde, iki kez
çökmekten kurtulamamış bu büyük kentin uluslar arası suyolu olarak ve tarihi zenginliği
ile bir turizm merkezi olarak varlığını sürdürmesi hem kendisi hem de Türkiye
açısından çok daha yararlı olacaktır. Türk ulusunun bütün ekonomik kurumlarının
ve zenginliğinin böylesine korumasız bir kente taşınması, Türkiye açısından çok
ciddi çöküş senaryolarının gündeme gelmesine neden olacaktır. Bu nedenle,
İstanbul başkent olmayacak ama üçe bölünerek, Türk devletinin içerisinde daha
problemsiz bir konumda varlığını sürdürecektir. Bu nedenle, Çorlu ve Gebze’nin
il yapılmasıyla İstanbul bir an önce üçe bölünmelidir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder