ANKARA KALESİ
HALKÇILIK PROGRAMINDAN HALKEVLERİ’NE
Her 19 Şubat tarihi, cumhuriyetin kuruluş döneminden gelen bir eski alışkanlık ile Halkevleri günü olarak kutlanmaktadır. Çünkü bu tarihte ülkenin çeşitli bölgelerinde ilk olarak 14 Halkevi şubesi açılarak bütün yurtta bir cumhuriyet yönetimi, bir yeni halkçı eğitim ve kültür seferberliği başlatmıştır. Bundan 80 yıl önce başlatılmış olan bu yeni halkçı açılımın önü emperyalizm tarafından kesilmemiş olsaydı, bugün Türkiye Cumhuriyeti çağdaş uygarlık yarışında çok daha önlerde olabilir ve günümüzde postmodernizm görünümlü yeni bir orta çağ yaratma senaryoları ile karşı karşıya kalmazdı. Türkiye’nin bugünlerini ve nereler de olduğunu iyi anlayabilmek için hem cumhuriyetin öncesine hem de cumhuriyetin ilk yıllarına geri dönmek ve imparatorluktan ulus devlete geçerken ne gibi devrimci atılımların başarıldığını iyi görmek gerekmektedir. İşte Halkevleri de böylesine önemli bir dönüşüm süreci içerisinde ortaya çıkan bir halk örgütlenmesi modeli olarak gerçekleşmiş ve sonraki yıllarda bütün dünya ülkelerine az zamanda hızlı toplumsal kalkınmayı gerçekleştirebilmek açısından, en önemli sosyal ve kültürel örgütlenme modeli olarak batının dışında kalan bütün dünya ülkelerine olumlu bir öncü örnek olmuştur.
Atatürk’ün yirmi yıllık önderlik dönemi kendi
içinde üçe ayrılır;
-1919-1923
tarihleri ulusal kurtuluş savaşı yılları,
-1923-1930
dönemi ise cumhuriyetin kuruluş aşaması,
-1930-1938
yılları da cumhuriyetin kurumlaştırılma dönemidir. Birinci Dünya Savaşı
sonrasında batılı emperyal devletlerin orduları, Anadolu topraklarını işgale
yöneldiğinde, eski Osmanlı ahalisi olarak o günlere gelen bölge halkı var olma
ve yaşama hakları gibi en kutsal haklar doğrultusunda bir ulusal kurtuluş
mücadelesine girişmişlerdir. Bu aşamada bütün bölge halkı her türlü etnik ve
dinsel ayırımın ötesinde, saldıran ve işgal eden emperyal batı ordularına karşı
büyük bir dayanışma içerisine girerek, bağımsız ulus devletlerini kurabilme
şansını elde etmişlerdir. Atatürk, Türk ulusunun öncüsü olarak önceliği ulusal
kurtuluş savaşına vermiştir. Zafer elde edildikten sonra cumhuriyetin ilanı ile
beraber ikinci dönem olan cumhuriyetin kuruluş yılları başlamış ve bu dönem de 1930
yılına kadar sürmüştür. 23 Nisan 1920 tarihinde TBMM’nin açılışı ile başlayan
yeni devletin kuruluşu, on yıllık bir zaman dilimi içinde tamamlanmıştır.
Böylece; devletin kurucusu “Kurcu Baba” Atatürk, tarihsel süreç içerisinde
ortaya çıkardıkları Türkiye Cumhuriyeti devleti modelini geleceğe dönük bir
biçimde kurumlaştırmak istemiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin dünyanın jeopolitik
merkezinde kurulmasından sonra, devletin kurucu önderi olarak Mustafa Kemal, bu
siyasal yapılanmanın gelecekte de var olabilmesi ve her türlü tarihsel ya da
siyasal değişikliğe karşı varlığını sürdürerek ilelebet payidar kalabilmesi
için, ciddi bir çalışma içine girmiştir. Bu doğrultuda yaşamının son dönemi
olan 1930’lu yılları okumaya, araştırma yapmaya ve belirli konuların uzmanları
ile ortak çalışmalar yürüterek, geleceğe dönük kurumlaşmanın adımlarını atmaya çabanı
göstermiştir. Bu yüzden, 1930’lu yıllar bir yönü ile Atatürk’ün, Çankaya
köşküne çekilerek İsmet İnönü aracılığı ile devleti yönettiği, devlet yönetiminin
detaylarını hükümete bıraktığı, kazanmış olduğu zamanı da okuma ve araştırma
çalışmaları ya da çeşitli toplantı ve görüşmeler yolu ile devlet yapısının
geleceğe dönük kurumlaştırılmasına ayırdığı bir dönem olmuştur. Atatürk’ün yirmi
yıllık önderlik döneminin bu son aşamasına, bu yüzden cumhuriyetin
kurumlaştırılması aşaması olarak bakılabilir. Mustafa Kemal, Ulusal Kurtuluş Savaşını
kazınıp devleti kurduktan sonra, günlük ayrıntılar ile boğuşmayı hükümete
bırakarak, kendisi geleceğe dönük kurumlaşma yönünde çalışmıştır.
Atatürk, Bizans ve Osmanlı gibi iki merkezi
imparatorluğun başkenti olarak tarihte iki büyük çöküntü yaşayan İstanbul’a
karşı, Ankara‘da yeni bir devlet kurarken, önceliği hukuka ve kültüre vermiştir.
Henüz Ankara Üniversitesi kurulmadan hem Ankara Hukuk Fakültesini hem de Dil
Tarih ve Coğrafya Fakültesini yeni devletin başkentinde çeşitli uzmanların
katkılarıyla açmıştır. Böylece; yeni kurulan devlete hem hukuki dayanak hem de
bilimsel bir taban oluşturabilmenin arayışı içerisinde olmuştur. Bu iki
fakülteden yetiştirilen genç Cumhuriyet kuşaklarıyla yeni kurulan devlet
yapılanmasının ülke düzeyinde kadrolaşması sağlanırken, bu fakültelerin eğitim
kadrolarıyla zaman zaman Atatürk bir araya gelerek, en gerçek yol gösterici olan
bilimin ışığında Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğini aramağa yönelmiştir. Bu
arada, çeşitli sınavlar sonucunda seçilen gençlerin bir kısmı Batının ileri
ülkelerine gönderilmiş ve oralarda devlet bursları ile yetişen bu gençler de zaman
içerisinde eğitim ve kültür kadrosuna katılmışlardır. İşte bu doğrultuda önce Halkevleri
daha sonra da Köy Enstitüleri kurularak, Misakı Milli sınırları
içerisindeki ülke toprakları, az zamanda Ortaçağ karanlığından, çağdaş
uygarlığın aydınlığına yönlendirilmeğe çalışılmışlardır. Kurucu önderin yaptığı
Cumhuriyetin onuncu yıl söylevi, böylesine bir projenin zaferinin bütün dünyaya
açıklandığı bir belgedir. 1930’lu yıllar, Cumhuriyet yönetiminin devletin
dışında örgütlediği dört büyük organizasyonun biçimlendiği yıllardır.
Devleti
kuran Atatürk’ün partisi, bir “halk partisi” olarak cumhuriyetin temel ilkeleri
doğrultusunda bu yıllarda yapılan kongreler aracılığı ile ve yeni kabul edilen
programlar üzerinden, geleceğe dönük belirli bir çizgide kurumlaştırılmağa
çalışılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü nedeniyle içine girilmiş olan devletsizlik
döneminde toplanan halk kongreleriyle oluşturulan halk partisi, yeni devleti
halk adına ve halkçılık çizgisi doğrultmaya yönelmiştir. Partinin kurucusu ve
ilk genel başkanı olan Atatürk de ilk anayasanın özünü oluşturacak yeni
devletin anayasa taslağını olan “Halkçılık Beyannamesi“ adı altında kendi el
yazısı ile hazırladığı bir metin olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi
başkanlığına vermiştir. Kurulmakta olan Türkiye Cumhuriyeti, bir ulus devlet
olarak yapılanırken, özünde halkçılık esasına dayandırılmıştır. Yedi asır
sürmüş bir imparatorluk coğrafyasından kopup gelen eski Osmanlı ahalisinin hemen
bir ulus devletin çatısı altında uluslaştırılması mümkün olamayacağı iyi
bilindiği için, dışa karşı ilan edilen ulus devletin içe dönük anayasal
yapılanmasında ulusçuluk yerine halkçılık ilkesi benimsenmiştir. Bu doğrultuda
belirlenen cumhuriyetin altı ilkesi içerisinde hem ulusçuluk hem de halkçılık
ilkeleri beraberce yer alarak, yeni devletin dışa ve içe dönük yapılanmasında beraberce
ortak bir dayanak katkısı sağlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti dışa dönük bir
biçimde ulus devlet olarak tarih sahnesine çıkarken, devletin kurucu önderi ilk
anayasa taslağını ulusçuluk bildirisi olarak değil, halkçılık programı
biçiminde meclise sunması; katı bir ulusçu anlayış yerine halkçı bir ulusçuluğu
gündeme getirmiştir. Böylece; yeni devletin halkçılık özüne dayanan bir ulus
devlet olmasının önünü açılmıştır. Atatürk’ün el yazısı ile sunduğu Halkçılık
programı, saltanat ve hilafetin kaldırılmasından sonra, Misakı milli sınırları
içerisinde yaşamını sürdürmekte olan Anadolu ve Rumeli halkının yerel
yönetimler aracılığı ile kendi kendini yönetmesini merkezi devlete bağlı bir doğrultuda
gündeme getirilmiştir. Bu programa göre; halk toplulukları vilayetler ve
nahiyeler çatısı altında bir araya gelecek ve merkeze bağlı umumi müfettişlerin
kontrolü aracılığı ile ulusal ve üniter bir siyasal yapılanma içerisinde halkçı
bir siyasal yönetim oluşturulacaktı.
Devletin kuruluş aşamasında, kurucu önder
tarafından gündeme getirilen Halkçılık Programı, rejimin halkçı bir yöne doğru
gitmesinin önünü açmıştır. İmparatorluk sonrası dönemde bir Ulusal Kurtuluş Savaşı
vererek ve kazanarak yaşama hakkını yeniden elde eden Anadolu ve Rumeli halkı, bir
ulus devletin çatısı altında bir araya gelirken, halkçı bir anlayış öne
çıkmıştır. İlerleyen yıllarda, halkçılık anlayışı, Halkevleri gibi bir
toplumsal örgütlenmeyi de ortaya koymuştur. İşte cumhuriyetin ilk yıllarındaki Halkçılık
programı, devletin kuruluşu tamamlandıktan sonra üçüncü aşamada siyasal rejimin
geleceğe dönük kurumlaştırılırken, Halkevleri gibi yaygın bir kitle eğitim ve
kültür kuruluşunun oluşumunu öne çıkardığı görülmektedir. Halkçılık programı
ile halkçı bir ulus devlet kuran Kuvayı Milliye yönetimi, son aşamada halk
kitleleri ile halkçı devletin kaynaşmasını sağlayabilecek bir halk örgütlenmesi
olarak Halkevlerine yönelmiştir. 1930 yılların başlarında rejimin geleceğe
dönük kurumlaştırılmasında cumhuriyet yönetimi yeniden halka kucak açarak halk
kitleleriyle bütünleşebilmenin çabası içerisine girmiştir. Kurucu önder
Atatürk, bu halk yuvalarının açılışı olan 19 Şubat 1932 yılında “Halkevleri
ile vatandaşa kucak açılması sayesinde ülke düzeyinde önemli bir toplumsal ve
kültürel devrim yapılmıştır” diyerek, cumhuriyet rejiminin halk tabanına yönelen
köklü devrimci girişiminin müjdesini vurgulamıştır.
Çankaya köşkünde, beş bin kadar kitap
bulunduran bir kütüphane kuran Atatürk; dünya tarihini, coğrafyasını, kültürünü
inceleyerek kurumlaşmayı sağlam temellere bağlamış, yurtdışından gelen yabancı
bilim adamları, tarihçiler, yazarlar, edebiyatçılar ve yurtdışında eğitim gören
genç Türkleri sofrasına davet ederek, onlarla saatlerce bazen sabahlara kadar
konuşarak ve tartışarak yeni Türkiye’nin yollarını belirlemeğe çalışmıştır. Bu
doğrultuda, önce bazı bilimsel toplantılar ve seminerler düzenlenmiş, daha
sonraki aşamada da Tarih ve Dil kongreleri toplanarak, Türk Tarih Kurumu ile Türk
Dil Kurumlarının örgütlenmesine giden yol açılmıştır. Bir ulusun oluşumunda
dilin önemini, bir devletin kuruluşunda tarihin vazgeçilmezliğini iyi bilen Atatürk;
kendi kurduğu devletin bürokrasisinin dışında bu iki kurumu, toplumsal
örgütlenme modeli çerçevesinde bağımsız ve özgür kuruluşlar olarak oluşturmuştur.
Bu kurumların yapacağı bilimsel ve
kültürel çalışmalarını yaygınlık anlamında halk kitlelerine ulaştırmak için, kitlesel
bir örgütlenme olarak da Halkevlerinin kurulması aynı dönemde gerçekleşmiştir.
Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu bilimsel çalışmalar yapacak, Türk
kültürüne ve toplumsal yaşama bilimsel katkılar getirecek ve bu kurumların ortaya
koyduğu bilimsel ve kültürel ürünler de Halkevleri gibi yaygın bir kitle
örgütlenme aracılığı ile Türk ulusunun halk tabanına ulaştırılması hedeflenmiştir.
Böylece; Halkçılık Programı ile yola çıkan cumhuriyet yönetimi, üçüncü aşama
olan kurumlaşma döneminde yine halka dönerek, halk kitlelerine ulaşabilmek
amacıyla yaygın bir kitle eğitim ve kültür kurumu olarak Halkevlerini kurmuştur.
Halkçılık programı sayesinde kurulmuş olan halk devleti geleceğe dönük
kurumlaşırken, halkla iç içe ve halkla beraber bir yöntemi benimsemiştir. Bu
bağlamada; Halkçılık Programı geleceğe dönük halkçı çizgiyi kimlik olarak öne
çıkarmış, Halkevleri yapılanması ise bu çıkışın tabana dönük örgütlenmesi olarak
devreye sokulmuştur.
Bir
avuç insandan oluşan devrimci kadro, cumhuriyet devrimini kurucu önderin
liderliğinde gerçekleştirirken, giderek halktan uzaklaşma gibi bir olumsuz
siyasal süreç ile karşı karşıya kalıyordu. Bu durumun farkında olan Atatürk,
devletin merkezdeki örgütlenmesini tamamladıktan sonra sık sık değişik yörelere
gidiyor ve halkın arasına karışarak, bir halk egemenliği rejimi olarak kurduğu
cumhuriyet yönetimi halk ile bütünleştirmeye özen göstermiştir. Başkentteki devlet
bürokrasisinin merkeze kapanıp kalmasının önlenebilmesi, Atatürk’ün yurt
gezilerinin ötesinde, yaygın bir kitlesel örgütlenme modeli olarak seksen yıl
önce Halkevleri cumhuriyet yönetiminin halk kitleleriyle bütünleşebilmesi için kurulmuştur.
O dönemin koşullarında tek parti yönetimi devam ettiği için Halkevleri, devleti
kuran Halk partisinin genel merkezine bağlı bir büro olarak başkent Ankara’da açılmış,
ilerleyen yıllarda yurdun on dört bölgesinde şubelerle örgütlenerek, bütün Türkiye’de
vatandaşa kucak açılmaya çalışılmıştır. İlk açılan 14 Halkevinden birisi olan Aydın
Halkevi başkanı Adnan Menderes’te yaptığı konuşmada, Halkevlerinin
yurt düzeyinde açılmasıyla, cumhuriyet yönetiminin önemli bir devrimci atılımı
gerçekleştirdiğini dile getirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğe dönük kurumlaşması
aşamasında, Halkevleri gibi bir halkçı örgütün cumhuriyet yönetimi açısından
gündeme getirilmesinin arkasında, kimi ciddi siyasal sorunlar bulunmaktadır. Otuzlu
yıllarda yeni bir dünya savaşına doğru gidilirken, merkezi coğrafyada siyasal
baskılar artmış, bir yandan Sovyetler Birliği diğer yandan da Almanya ve İtalya
yeni sahip oldukları faşist yönetimler ile merkezi coğrafyayı tehdit etmeye
başlamışlardır. İmparatorluk sonrasında yeni kurulmuş olan cumhuriyet devletini
de yıkmak ya da parçalamak üzere özellikle ülkenin doğu bölgelerinde bazı isyan
ya da kalkışma hareketlerini desteklenmiştir. Sevr haritası doğrultusunda
ülkenin doğu bölgelerinde üç ayrı etnik devlet kurulmasını, emperyal hegemonya
planları doğrultusunda gündeme getiren Batılı büyük devletler, Türkiye’yi
bölünmeye yönelik olarak on sekiz ayaklanma girişimini öne çıkarmışlardır.
Almanya ve İtalya üzerinden merkezi coğrafyaya getirilmek istenen aşırı
milliyetçi akımların Türkiye’yi, Sovyetler Birliği ile karşı karşıya getirmesi yüzünden,
her türlü alt kimlikçiliği bir yana bırakacak ve emperyal güçlerin etnik
sorunları kaşımasını önleyecek yeni bir halkçı açılım Halkevlerinin kuruluşu
ile gündeme gelmesini gerektirmiştir. Eski imparatorluktan kalan yurt parçası, ulus
devlet çatısı altında bir araya getirilerek, bir üst kimliğin oluşumu ile ülke
nüfusunun halkçı ve ulusçu bir çizgide entegrasyonu hedeflenmiş, ancak gündeme
gelen siyasal tehditler, dıştan güdümlü ayaklanmalar ve etnik sorunların
aşılabilmesi amacıyla, yeni bir halkçılık açılımı Halkevleri üzerinden ülke
düzeyinde gerçekleştirilmek istenmiştir.
Halkçı ulus devletin kendi nüfusu ile
kaynaşabilmesi için, halkçılığın daha da güçlendirilmesi gerekiyordu. Devleti
kuran parti bir halk partisi olmasına rağmen, tek parti yönetiminin
bürokratikleşme tehlikesi ile karşılaşınca, halk kitleleriyle Halk Partisi
arasına bir uçurum girmiş, halkın yönetimi olması gereken cumhuriyet rejimi merkezde
yuvalanmış olan bir avuç bürokrat ve burjuva kesimin elinde tutuculaşmıştır.
Atatürk, sonra yurt gezilerinde halkla doğrudan teması sıklaştırınca, bu
kopukluğu yerinde tespit etmiş ve Halkevleri gibi yaygın bir kitle
örgütlenmesinin gerekliliğini görerek bu kuruluşun açılışına ön ayak olmuştur.
Böylece; hem halk partisinin halktan kopmasının önüne geçilmiş, hem de partiye
bağlı bürolar biçiminde örgütlenen Halkevleri sayesinde, geleceğin yönetici ve
eğitici kuşakları yurt düzeyinde bu yaygın örgütlenmenin sağladığı halkla temas
ortamından yararlanılarak yetiştirilmeğe çalışılmıştır. Daha sonraki aşamalarda
hem parti hem de devlet yöneticilerinin Halkevlerinden yetiştiği görülmüş ve
böylece bu yaygın kitle örgütü yönetimde belirli bir azınlığın yuvalanmasını
önleyerek halkın gerçek temsilcilerinin ülke ve parti yönetimine gelmelerinin Halkevleri
aracılığı ile kazandırıldığı görülmüştür. Halkevleri bu açıdan, bir halk
yönetimi olan cumhuriyet rejiminin kitle tabanından kopmasını önleyerek sonraki
aşamada demokrasiye geçilmesinin önünü açmıştır. Halkevleri için, bir anlamda devletin
tepesi ile toplumun tabanını birleştiren, bu iki merkez arasında tabandan
tavana ya da tavandan tabana yönelen bir iletişim ağının oluşturulmasına katkı
sağladığı söylenebilir. İletişimin son derece sınırlı olduğu o dönemin
koşullarında Halkevlerinin böylesine yaygın bir kitlesel iletişimin örgütü olarak,
devlet kuran partiye paralel bir örgütlenme içine girmesi cumhuriyet rejiminin demokratikleşmesinde
önemli katkılar sağlamıştır.
Halkevleri şubeleri ve bunlara bağlı olarak
oluşturulan Halk odaları kısa zamanda yurt düzeyinde örgütlenmiş, il ve
ilçelerde 500, köylerde ise 5000 civarında şube açılarak o dönemin koşullarında
köye ve köylüye giden halkın ayağına kadar götürülen bir eğitim ve kültür
seferberliğinin halk okulları olmuştur. Her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı
Halkevi ya da Halkodası çatısı altına girerken, her türlü etnik ve dinsel
kimliğini vestiyerde bırakıyor ve o halkçı çatı altında dünya kültürü ile ya da
evrensel bilimin ürünleri ile tanışarak, Ortaçağ’dan çağdaş uygarlığa yönelen
bir kültürel atılımın içinde kendisini buluyordu. Halkevleri, her vatandaşın
eşit yurttaş olarak yer alacağı, ülke kültürünü paylaşabileceği ya da katkıda
bulunabileceği aktif bir yaratıcılık ortamını Anadolu ve Rumeli insanına
sunmuştur. Bu açıdan, Halkevleri için bir toplumsal ya da ülkesel entegrasyon
örgütü olarak da kabul edilebilir. Çünkü Halkevleri çatısı altında yapılan bütün
sosyal ya da kültürel çalışmalar insanları ayrıştıran bir çizgide değil aksine,
çağdaş kültür ve bilimin eserleri ya da verileri doğrultusunda bir kaynaşma ve
paylaşmanın önün açılmasına çalışılıyordu. Böylece on yılda on beş milyon genç
yaratmak gibi kutsal bir hedef doğrultusunda, cumhuriyetin getirdiği çağdaş
uygarlık ışığının aydınlığında her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının geçmişten
gelen Ortaçağ uykusundan uyanmasına çalışılmıştır. Halkevleri böylesine bir
toplumsal seferberliğin kitlesel örgütü olarak öne çıkmıştır. Doğu Anadolu
insanı, ilk kez batı edebiyatının klasiklerini Halk odalarında ya da halk
kitaplıklarında görmüş, Halkevleri çatısı altında düzenlenen konserler ya da
gösteriler aracılığı ile de çağdaş kültür ve müziğin değişik ürünleri halk
kitlelerine tanıtılmıştır. Cumhuriyet devrimi çağdaş uygarlığı Türkiye’ye
getirirken, Halkevleri bu uygarlık ürünlerinin halk kitlelerine sunulduğu birer
kültür istasyonu gibi çalışarak az zamanda hızlı bir toplumsal ve kültürel
kalkınmanın merkezleri olmuştur.
İki dünya savaşı arası bir dönemde tek parti
yönetimine bağlı olarak oluşturulan Halkevleri örgütlenmesi, demokrasiye
geçilirken ve demokrasinin ilk başlarında yoğun çalışmalarını sürdürmüş ama ilginç
bir rastlantı olarak açılışında Aydın Halkevi başkanı olan Adnan Menderes’in
başbakanlığı döneminde kapatılmıştır. Devleti kuran partinin mal varlığına yeni
iktidar el koyarken, partiye bağlı bürolar olarak örgütlenmiş olan
Halkevlerinin yurt düzeyindeki bütün binalarına ve mal varlığına da el
konulmuştur. Eski Halkevi binaları kaymakamlık ya da belediye merkezlerine
dönüştürülürken, köylerdeki halkodalarına da el konulmuş, kütüphaneler
kapatılmış ve Halkevleri aracılığı bütün ülke düzeyinde halkın okuma
seferberliği için dağıtılmış olan milyonlarca kitap ve basılı yayın çöplüklere
atılarak, Fahrenheit 91 isimli filmde kitap yakma sahnelerinde görülen kültürel
vandalizmin bir başka benzeri, tam anlamıyla Türkiye’de hem de demokrasi(!)
döneminde yaşanmıştır. Bir anlamda cumhuriyet karşıtlığının birikimi olarak da kabul
edilebilecek böylesine bir yok edilme girişimini Halkevleri hiçbir zaman hak
etmemiştir. Yurt düzeyinde çok köklü bir örgütlenme olarak Halkevlerinin batı
emperyalizminin baskılarıyla kapatılmasının daha sonraki aşamalarda son derece
büyük olumsuz etkileri yaşanmıştır. Az zamanda genç cumhuriyet nesilleri bu
kitlesel yaygın eğitim ve kültür kurumunun çatısı altında yetiştirilmek
istenirken, köye ve köylüye çağdaş uygarlığın aydınlatıcı ışığı kitaplar ve
kültürel çalışmalar ya da halkı yetiştirecek kurslar üzerinden götürülerek,
batının gelişmiş ülkeleriyle Türkiye arasındaki kültürel ve bilimsel uçurum
kapatılmağa çalışılırken, tamamen tersi bir yönde Halkevlerinin demokrasi
döneminin ilk iktidarı tarafından kapatılmasıyla, Türkiye yeniden ortaçağ
karanlığına mahkûm edilerek, cumhuriyetin kültür devrimi engellenmiştir.
Benzeri bir kapatılma süreci aynı iktidar tarafından Köy Enstitüleri için de gündeme
getirilmiş ve her iki yaygın eğitim kuruluşunun kapatılmasıyla beraber,
Atatürk’ün memleketin efendisi ilan ettiği köylü ve kırsal kesim insanı yeniden
çağdaşlaşma sürecinin dışına çıkarılmıştır.
27 Mayıs döneminde eski Halkevciler, Köy
Enstitüsü mezunları ve Atatürk’ün eğitim kültür kadrosu bir araya gelerek bu
kez bağımsız dernek statüsünde önce Türk Kültür Derneklerini kurmuşlar ve daha
sonra bu kuruluş ilk kongresinde Halkevleri adını alarak yeniden yurt düzeyinde
örgütlenmiştir. Ne var ki, ikinci dönemde devlet desteğinden yoksun kalarak
halka dönük eğitim ve kültür çalışmaları yürüten Halkevleri gene de her türlü
olumsuz koşula rağmen başarılı olmuş, geçmişten gelen Köy Enstitüleri ve
Halkevci kuşakların öncülüğünde, yirminci yüzyılın ikinci yarısında yarım kalan
çağdaşlaşma devrimi doğrultusunda sosyal ve kültürel mücadelesini sürdürmüştür.
Soğuk savaş döneminde sürekli olarak batı destekli merkez sağ iktidarlar
işbaşına geldiği için, bu siyasi kadroların Halkevlerine bakışı olumsuz olmuş
ve geçmişten gelen büyük birikimin desteğine eski kadroların yoğun çabalarına
rağmen, maddi sorunları aşamayan Halkevleri yeni dönemde kendisinden beklenen
eğitim ve kültür çalışmalarını tam anlamıyla yapamaz bir konuma sürüklenmiştir.
Bu yaygın örgüt ikinci döneminde yurt düzeyinde üç yüzün üzerinde şube açınca ister
istemez siyasal merkezlerin ilgisini çekmiş ve soğuk savaşın son dönemlerinde
merkezi coğrafyaya yönelik olarak gelişen kutuplar arası siyasi çekişmelerin
tam ortasında kalmıştır. Kuzeydeki büyük sosyalist yapı Türkiye’yi halk
kitleleri üzerinden etkilemeğe çalışırken, batı ülkeleri Türkiye’nin karşı kutba
kaymaması için silahlı eylemleri kışkırtmışlardır. Türkiye’yi askeri dönemlere
sürükleyen bu gibi çatışmalar ortamında, yeni Halkevleri eskisi gibi eğitim ve
kültür ağırlıklı bir kuruluş olarak ayakta kalamamış ve ülkedeki siyasal
gelişmelerin etkisi altına girerek tüzüğünde olmayan çizgilerde çalışmalar
yapmağa doğru yönlendirilmiştir.
Türkiye’de gerçekleşen cumhuriyet
devriminin eğitim ve kültür merkezleri olarak açılan Halkevlerinin, sonraki
aşamalarda siyasal çekişmelere konu olması, önce kapatılıp sonra yeniden açılması,
kuşaklar değişiminin istikrarlı bir çizgide yeni bir Halkevcilik yapılanmasını
ortaya çıkaramaması bu halk örgütünün gerçek kimliğinde çalışmalar yapmasını
engellemiştir. Son askeri dönemde ülkedeki bütün demokratik kuruluşlar ile
beraber Halkevlerinin de kapatılması yeni oluşturulmağa çalışılan bu yaygın
eğitim ve kültür kurumunun ortadan kaldırılmasında ikinci durak olmuştur.
Askeri dönemde diğer demokratik kuruluşlar gibi yargılanarak beraat eden Halkevleri,
Sovyetler Birliğinin dağıldığı yılda, tam küreselleşme döneminin başladığı
aşamada üçüncü kez mahkeme kararıyla açılmıştır. İkinci dönem Halkevci kuşağın
öncülüğünde üçüncü kez açılan Halkevleri geçmişte kalan askeri dönem ile
boğuşmağa hazırlanırken, küreselleşme döneminin öne çıkması, bütün kitle örgütlerinde
olduğu gibi bu kuruluşun da gündemini değiştirmiş ve yeni dönemde çok farklı
bir Halkevcilik anlayışı, bu yaygın eğitim amaçlı kitle örgütünün gündemini belirlemiştir.
Halkevleri adını, halkın muhalefet evleri ne dönüştüren yeni Halkevcilik anlayışı,
Halkevlerinin geleneksel yaygın eğitim ve kültür çalışmaları amaçlı çalışma
düzenini geride bırakarak, diğer yaygın kitle örgütleriyle iş birliğine dayanan
yoğun siyaset ağırlıklı bir toplumsal muhalefet uygulamasına yönelerek ses
getirmeğe başlamıştır. Sosyal aktivist bir anlayış çerçevesinde gelişen yeni
Halkevcilik anlayışı örgüte dinamizm kazandırırken, bütünüyle geçmişten gelen birikimin
ve geleneksel Halkevciliğin terk edilmesi kamuoyunda tartışmalar yaratmıştır.
Sekseninci yıldönümünde Halkevleri gene de
cumhuriyet döneminin en önemli simgelerinden birisi konumundadır. Cumhuriyeti
kuran iradenin Türkiye’de bir halk yönetimini cumhuriyetten demokrasiye yönelen
bir süreç içinde gerçekleştirebilmek, cumhuriyeti demokrasi ile tamamlayabilmek
doğrultusunda atmış olduğu önemli adımlardan birisi olan Halkevlerinin, Türkiye
gerçeğinin bir örgütü olarak günümüzde gene eskisi gibi ağırlık kazanması ve
toplumsal yaşamda kültürel etkinlik sağlamasının toplumsal kalkınma açısından büyük
yararlar getireceği açıktır. Ne var ki, siyasal partilerin ya da siyasal
merkezlerin kitlesel destek arayışı eğitim ve kültür çalışmalarını her dönemde
ikinci planda bıraktığı için, bu doğrultuda beklenen çalışmalar tam olarak
gerçekleştirilememektedir. Türkiye cumhuriyeti ile halk kitlelerinin bütünüyle
kaynaşabilmesi, etnik ve dinsel sorunların geride bırakılması, ülkesel
entegrasyonun istendiği gibi bir bütünleşme sağlayabilmesi, emperyal güçlerin Türkiye’yi
istedikleri gibi etkilemeğe çalışmalarına karşı, Ulusal Kurtuluş Savaşı
günlerinde olduğu gibi antiemperyalist bir toplumsal dayanışma ve mücadelenin yürütülmesinde
Halkevlerinin gene eskisi gibi daha etkili olacağı günleri hayal etmek, eski
Halkevcilerin gelecekte görmek istediği bir umuttur. Bu çerçevede üçüncü dönem
Halkevcilerin, geçmişten gelen birikimi temsil eden ikinci kuşak Halkevciler
ile bir araya gelerek daha etkili ve doğru halkçı arayışlara yönelmeleri beklenen
bir durumdur. Atatürk’ün istediği çağdaş uygarlık düzeyine erişebilmemiz, halka
yönelen halkçı çalışmaların artırılmasıyla mümkün olacaktır. Bu doğrultuda
Halkevleri kendisinden beklenen çalışmaları gündeme getirmek durumundadır.
Not 1) Daha geniş bilgi için bakınız: Anıl
ÇEÇEN, Atatürk’ün Kültür Kurumu Halkevleri, Cumhuriyet kitapları, 2000, İstanbul.
NOT 2) Üçüncü kuşak Halkevcilerin, yakından
tanımadıkları, yarım yüzyıldır antiemperyalist ve Atatürkçü çizgide mücadele
eden bir ikinci kuşak Halkevci ile ilgili olarak, basında düzenlenen haksız bir
komploda destekçi olarak yer almaları ve tamamen gerçekdışı bir biçimde
kamuoyuna yansıtılan söylenmemiş sözlere dayanarak, olumsuz değerlendirme
yapmaları da kuşaklar arası kopukluğun olumsuz bir göstergesi olarak gündeme
gelmiştir. Böylesine kopuklukların giderilebilmesi için üçüncü kuşak Halkevcilerin
biraz okumaları, Halkevlerinin seksen yıllık tarihini iyi öğrenmeleri, kimin
kim olduğunu bilerek değerlendirme yapmaları gerekmektedir. İnternet üzerinden
üflenmiş kirli bilgilere teslim olmamak ve emperyal siyasal çizgilerde kamuoyu
oluşturmak için düzenlenen basın ve medya komplolarına siyasal amaçlı bir
biçimde, alet olmamak için tarihi ve gelişmeleri bilimsel kaynaklardan okumak
ve öğrenmek durumundayız. Unutmayalım, Halkevleri ve Halkodaları vatandaşı
okutmak ve herkese okuma ve öğrenme şansı getirmek ve halkı aydınlatmak
amacıyla kurulmuşlardır. Günümüzün üçüncü Halkevci kuşağı da emperyal amaçlı
yönlendirilen internete ya da Hollywood merkezli televizyon kanallarına teslim
olmadan, gerçekleri iyi bilebilmek için okuyarak topluma önderlik yapmak
durumundadır. Etkili Halkevcilik ancak okuyarak ve bilerek yapılabilecektir.
Atatürk’ün kendi kitaplığında beş bine yakın kitap okuyarak bu devleti
kurduğunu her zaman hatırlamak durumundayız. Hiçbir zaman unutmayalım ki, O’nun
söylediği gibi cumhuriyetin temeli kültürdür ve yaşamda en gerçek yol gösterici
bilimdir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
(Halkevleri Genel Yönetim Kurulu Eski Başkanı)
Hocam kalemine sağlık çok önemli bir aydınlatıcı yazı.
YanıtlaSil