ANKARA KALESİ
İSRAİL VE KIBRIS
(Bu makale,
Kıbrıs’ta yaşanan gelişmelerin İsrail merkezli bir değerlendirmesini
içermektedir.)
Yahudiler’in
Ortadoğu'dan Roma İmparatorluğu tarafından kovulmasından iki bin yıl sonra, yeni
bir Yahudi devleti olarak İsrail Ortadoğu'da kurulurken, aradan geçen iki bin
yıllık tarihin Ortadoğu'ya getirmiş olduğu siyasal coğrafya ile Siyonist
lobiler karşı karşıya kalmışlardır. Aradan geçen uzun süre zarfında bölgedeki
nüfus yapısı değişmiş, Roma İmparatorluğu tarihte kalırken, bunun üzerine
bölgeden, Bizans ve Osmanlı olmak üzere iki farklı imparatorluk daha geçmiştir.
20. yüzyılın koşullarında, I. Dünya Savaşı’nın galibi olan İngiliz ve
Fransız imparatorlukları, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü üzerine, Ortadoğu'nun
haritasını yeniden çizmişlerdir. Bir İngiliz subayı ile Fransız subayı Kahire'de
bir araya gelerek, cetvel ile dünyanın merkezî bölgesinin haritasını çizmişler
ve imparatorluklar sonrası modern çağda bu bölge, iki emperyalist gücün
çıkarları doğrultusunda biçimlenmiştir. 20. yüzyılın başlarında dünyanın
egemenleri olan İngiltere ve Fransa'nın çizmiş oldukları günümüz haritasını, II.
Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş olan İsrail ile günümüzün süper gücü olan
Amerika Birleşik Devletleri kabul etmemektedirler. Dünyayı geleceğe doğru
yönlendiren İsrail ve Amerika ittifakı, kendi çıkarlarına göre bir yeni plânı;
Büyük Ortadoğu Plânı olarak açıklanmıştır.
İsrail'in
güvenliği sorunu sâdece ülkenin doğusunda yer alan Mezopotamya'nın ele
geçirilmesi ile sağlanamaz. Aynı zamanda ülkenin batısında yer alan Kıbrıs'ın
da kontrol altına alınması gerekmektedir. Ortadoğu bölgesine Avrupa kaynaklı
olarak gelen bütün saldırı hareketleri Kıbrıs'ı Doğu Akdeniz'de bir üs olarak kullandığı
için, böylesine bir büyük adanın batıdan ya da Avrupa'dan gelecek bir Ortadoğu
hareketine karşı kullanılması gerekmektedir. Bu doğrultuda İsrail
kendisini, tarihteki ikinci Yahudi devletini yıkan Romalılar’ın üs olarak
kullandıkları, Kıbrıs adasını kesinlikle denetim altında tutmak zorunda
görmüştür. Avrupa'dan kalkarak Kudüs ve civarını ele geçirmek isteyen on bir Haçlı
Seferi sırasında da Kıbrıs bir Doğu Akdeniz üssü olarak kullanılmıştır.
Bölgenin günümüzdeki haritasını çizen İngiltere'de 19. yüzyılın sonlarında Filistin'e
girerken önce Kıbrıs'ı ele geçirmiş ve daha sonra Kıbrıs üzerinden düzenlenen
askerî hareket ile Ortadoğu topraklarına İngiliz orduları ayak basmıştır. İngiltere'nin
indiği yolu Fransa'da takip etmiş ve Doğu Akdeniz üzerinden Lübnan'a girmiştir.
Siyasal tarihin ortaya
koyduğu gerçekler açısından İsrail ve Kıbrıs beraberce ele alınırsa, Kıbrıs adasının
İsrail'in karşı kıyısı olduğu görülmektedir. Jeopolitik gerçek bu doğrultuda olmasına
rağmen Türk basın ve siyaset çevrelerinin Kıbrıs ile İsrail arasındaki
bu bağlantıdan habersizmiş gibi hareket etmeleri, son derece düşündürücüdür. Çünkü
bilim kitaplarına göre; her kıyı ülkesinin güvenliği, karşı kıyıda yer alan
kara parçasının izlenmesinden geçer. Ada ülkeleri karşı kıyıda kendi çıkarlarına
göre siyasal yapılama yaparlar. İngiltere ve Japonya, birer ada ülkesi olarak, karşı
kıyıda büyük ülke olmasını engellemişlerdir. Kore'nin Çin'den kopmasında
Japonya etkin bir rol oynamıştır. Aynı şekilde Hollanda'nın Almanya'dan, Belçika'nın
Fransa'dan kopmasında da İngiltere son derece etkili olmuştur. Böylece iki ada ülkesi
karşı kıyılarında hiçbir biçimde kendilerinden büyük bir devletin yer almasına izin
vermemişlerdir. Kıyı ülkeleri bir anlamda, güçlü ada ülkelerinin etkisi ile, küçük
devletler biçiminde ortaya çıkabilmişlerdir. Ada ülkeleri kendi güvenlikleri
açısından kıyı ülkelerinin oluşumuyla yakından ilgilenirlerken, kıyı
ülkeleri de kendi güvenlikleri açısından karşı kıyıda yer alan ada ülkeleri ile
yakından ilgilenmişler ve hatta daha da ileri giderek, bu adaları kendi
egemenlikleri altına alarak, sınırları içine katmışlardır. Uluslararası hukuk
açısından bunu yapamayanlar ise, bu doğrultuda oluşumları kendi ulusal çıkarları
için dolaylı yollardan yönlendirmenin çabası içerisinde olmuşlardır.
İsrail, Ortadoğu'da
en son kurulan ülke olduğu için karşı kıyısındaki Kıbrıs adası üzerinde uluslararası
hukuka göre, doğrudan etkili olamamıştır. Bölgenin hukuk düzeni iki dünya savaşı
sonrasında ortaya çıktığı için ve bu bölgedeki eski devletlerin devletler
hukukundan gelen çeşitli hakları bulunduğundan, Kıbrıs adasının kendine özgü
bir hukukî statüsü olmuştur. Kıbrıs'ın eski bir Osmanlı toprağı olması, daha sonra
ada üzerinde İngiliz dominyonu kurulması, 20. yüzyılın ikinci yarısında
adanın bağımsız devlet olarak ilân edilmesi, adada Türkler ve Rumlar’dan oluşan
iki halk topluluğunun bulunması gibi durumlar; Kıbrıs'ın uluslararası hukuka göre
durumunu belirlemiştir. Bu nedenle, Kıbrıs üzerinde Osmanlı’nın devamı olan
Türkiye Cumhuriyeti, Rum nüfusun koruyucusu olan Yunanistan devleti ve adanın son
egemen gücü olan Britanya İmparatorluğu, uluslararası hukuka göre hak sahibi olmuşlardır.
II. Dünya Savaşı sonrasının süper gücü olan Amerika Birleşik Devletleri
bile Kıbrıs adası ile herhangi bir hukukî bağlantı içinde olmadığı için, adaya
doğrudan müdahale edememiştir. Akdeniz kıyılarında elli senedir dolaşan
Amerikan 6. Filosu uluslararası hukuk yüzünden adaya bir türlü girememiş ve Amerika
Birleşik Devletleri de Kıbrıs üzerinde doğrudan etkili olamamıştır.
İngiltere'nin
koruyuculuğunda I. Dünya Savaşı sonrasında Filistin’e yerleşen Yahudiler, daha sonra
bağımsız devlet kurmak isteyince İngiltere ile ihtilafa düşmüşlerdir. II. Dünya
Savaşı sonrasında, savaşın galibi olan Amerika Birleşik Devletleri’ni kullanan Siyonist
lobiler, Birleşmiş Milletler kararıyla Filistin toprakları üzerinde İsrail
devletinin üçüncü kez kurulmasını sağlamışlardır, İsrail devleti kurulur
kurulmaz hemen Ortadoğu bölgesinin her köşesi ile yakından ilgilenmeye başlamış
ve bu doğrultuda karşı kıyısı olan Kıbrıs'ı da yakın izlemeye almıştır. Üç
tarafı Müslüman kitleler ve Arap ulusunun çeşitli ülkeleri ile dolu olan Yahudi
devleti, Kıbrıs adasını dış dünyaya çıkış kapısı olarak görmüştür. Doğu
Akdeniz'de bir uçak gemisi konumunda olan Kıbrıs adası, İsrail'in karşı kıyısı
olarak, üç tarafı Müslümanlarla çevrili Filistin bölgesinden Yahudiler’in dış dünyaya
çıkış noktası kabul edilmiştir. Bu konumu nedeni ile Kıbrıs, İsrail için her
zaman acil çıkış kapısı olarak görülmüştür. Kıbrıs'ı böyle gören İsrail, ada üzerindeki
siyasal gelişmeler ile yakından ilgili olmuş ve kendisinin aleyhine olabilecek
herhangi bir gelişmeye izin vermemeye çalışmıştır.
İngiliz ve Fransız İmparatorlukları’nın
sömürgecilik düzenini kullanarak aşırı zenginleşen Yahudi lobileri on yedinci
yüzyıldan sonra Siyonizm’in etkisi altına girince, bu kez Ortadoğu'ya yeni bir
göç dalgası ile yerleşmek istemişlerdir. 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı
İmparatorluğu “hasta adam” ilân edilmiş ve çöküş süreci gündeme gelmiştir. Osmanlı’nın
bu durumundan yararlanmak isteyen Siyonist lobiler, Osmanlı padişahı Abdülhamit'ten
imparatorluk toprağı olan Filistin'i bir Yahudi devleti kurmak üzere istemişlerdir.
Ne var ki, Abdülhamit bu öneriyi reddedince, ikinci kez padişahın kapısını
çalmışlar ve bu kez de bir Yahudi krallığı kurmak üzere Kıbrıs adasını
istemişlerdir. Osmanlı sarayı bu ikinci öneriyi de reddedince Yahudiler, İngiltere'yi
devreye sokarak İngiliz işgali altında Kıbrıs'a gelmişler ve Kıbrıs üzerinden
Filistin'e geçmişlerdir. Yahudiler’in Kıbrıs üzerinden bölgeye ikinci kez gelmeleri
sırasında Britanya İmparatorluğu’nun Yahudi asıllı Başbakanı Benjamin Disraelli'nin
çok büyük rolü olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü gören bu Yahudi asıllı
İngiliz Başbakan, bölgede dörtlü bir konfederasyonu İngiltere'nin egemenliği
altında oluşturmak isterken, bu plânın bir parçası olarak da Yahudiler’in
Filistin'de İsrail'i yeniden kurmalarını plânlıyordu. Osmanlı sonrası Ortadoğu
yapılanmasında böylece hem İsrail plânı devreye giriyor hem de İngiliz işgali altındaki
Kıbrıs üzerinden Yahudiler’in bölgeye girişleri plânlanıyordu. Kıbrıs üzerinde
İngiliz işgali hem adayı Osmanlı'dan koparıyor hem de ada üzerinden,
İngiliz sömürge yönetimi kontrolünde, Yahudiler’in batıdan gelerek müstakbel
İsrail'e geçmeleri sağlanıyordu.
Kıbrıs tarihi
üzerinde Nassi ve Disraelli'den sonra etkili olan üçüncü Yahudi, Henry
Kissinger’dır. Kissinger, 20. yüzyılın ikinci yarısında ada üzerinde etkili oluyordu.
Disraelli plânı ile Osmanlı adayı terk ederken İngiltere Kıbrıs'ı ele geçiriyordu.
Kissinger sayesinde ise, Amerika Birleşik Devletleri Kıbrıs’ta Türkiye üzerinden
bir egemenlik sağlıyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı üzerine, imparatorluğun
ana topraklarında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti, Kıbrıs üzerinde taraf olma
hakkına sahip değildi. Lozan Antlaşması sırasında Mîsak-ı millî sınırları
içerisinde Kıbrıs ilân edilmemişti. Çünkü Kıbrıs o zaman bir İngiliz dominyonu
idi. Önceliği Mîsak-ı millî sınırlarına veren Türk devleti, Kıbrıs konusunu
sonraya bırakmıştı. İsrail'in kurulmasına kadar da Kıbrıs sorunu bir ulusal sorun
olarak Türkiye'de görülmemişti. İsrail'in kurulduğu ay Türkiye'de yayınlanmaya
başlayan bir gazete, Türk kamuoyunu İsrail'in çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye
çalışmış, 1952 yılından sonra "Kıbrıs Türk’tür" kampanyasına girişmişti.
Yâni İsrail'in 1948 yılında kurulmasından dört yıl sonra Kıbrıs'ın Türk kamuoyuna
bir ulusal sorun olarak taşındığı görülmektedir.
Türkiye'deki Yahudi lobilerinin
temsilciliğini yapan bir büyük gazetenin Kıbrıs'ı bir ulusal sorun hâline getirdiği
yıl olan 1952'de Avrupa Konseyi kurulmuş ve bugünkü Avrupa Birliği’ne giden ilk
adımlar atılmıştır. Günümüzden elli yıl önce ortaya çıkan bu girişimin sonuçlarını
önceden iyi hesap eden Yahudi lobileri, birleşen Avrupa'nın bir gün Kıbrıs
adasını da sınırları içine alarak, Doğu Akdeniz'de Roma İmparatorluğu gibi
egemenlik arayışına gireceğini çok iyi biliyordu. İşte günümüzdeki Kıbrıs’ın
Avrupa Birliği’ne girme sürecini elli yıl önceden gören Siyonist lobiler, kendilerinin
denetimindeki bir gazete ile Kıbrıs'ın Türkiye'nin ulusal sorunu düzeyine getirilmesinde
önemli roller oynamışlar ve Türkiye'yi İngiltere'nin çekildiği Kıbrıs'a
yönlendirerek, ada üzerinde merkezî Avrupa kıtasının hâkimiyetinin önüne geçmek
istenmişlerdir. Kıbrıs mitingleri ile ada Türkiye'ye taşınırken, adada Osmanlı
döneminden kalan Türk nüfusa Türkiye'nin sahip çıkması sağlanmış ve adanın Türk
nüfusu üzerinden Türkiye, Kıbrıs sorununda taraf olmuştur Böylece ada Hıristiyan
Rumlar’a bırakılmamış ve Rumlar üzerinden Hıristiyan Avrupa'nın ada üzerinde egemen
olması da Türkiye sayesinde önlenmiştir. İsrail açısından bu sonuç, istediği
politikaları ada üzerinden yürütebilmesi için son derece elverişli bir ortam
yaratmıştır. Şüphesiz Türkiye’nin kendi stratejik gerekçeleriyle adaya mühadil
olması söz konusudur ama İsrail’in de yukarıda söylediğimiz endişelerle hareket
ettiği gözden ırak tutulamaz.
İsrail,
bir Yahudi devleti olduğu için, Kıbrıs üzerinde hiçbir zaman ne Hıristiyan ne de
Müslüman bir devlet istememiştir. Bu nedenle, geleneksel Yahudi politikasına
uygun olarak Kıbrıs'da Hıristiyan Rumlarla Müslüman Türkler’in karşı karşıya gelmesi
gibi bir durum yaratılmış ve böylesine bir çıkmaz günümüze kadar İsrail'in
bölgeye egemen olabilmesi doğrultusunda sürdürülmüştür. Adada Müslüman ya da Hıristiyan
egemenliğinin tam olarak kurulmaması İsrail'in işine yaramıştır. Adanın kuzey
ve güney olarak ikiye bölünmesi, Müslümanlarla Hıristiyanlar’ın sürekli
çatışması, adaya müdahale etmek için İsrail'e elverişli bir durum sağlamıştır.
Ada üzerinde sürekli bir çözümsüzlük ortamının sürüp gitmesi de, İsrail'in gelecekte
kendi karşı kıyısı olan Kıbrıs'a egemen olabilmesi için uygun bir süreci gündeme
getirmiştir. Bu anlamda Rum
ve Türk kesimlerinde anlaşmama konusunda ısrar eden kesimler, çözümsüzlük
politikasının sürekliliği için yardımcı olmuşlardır denilebilir. Kıbrıs'ta çözümsüzlük
giderek tırmanırken, adaya Avrupa Birliği’nin müdahale ederek Kıbrıs'ı Birliğe dahil
etmek istemesine de gene İsrail lobileri karşı çıkmışlar. Türk tarafında
Avrupa lobileri etkili olduğu aşamada Rusya üzerinden Rum tarafında çözümsüzlüğü
devam ettirecek bir tutumun gündeme gelmesini sağlamışlardır. Annan Plânı
ile çözüme kavuşturulmak istenen Kıbrıs, Rum tarafının olumsuz tutumu nedeniyle
gene çözümsüzlük sürecinde bırakılmış ve Türk tarafı Avrupa Birliği’nin dışında
kalmıştır. Bu
sonucun Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti açısından etkileri
şüphesiz farklı şekillerde değerlendirilebilir ve değerlendirilmelidir ama İsrail
açısından olaya baktığımızda ada üzerindeki İsrail planları bu gelişmeler sonucunda yine
bir varlık zemini bulmuştur.
Soğuk savaşın döneminde Sovyetler
Birliği, 1958 darbesiyle, Bağdat
üzerinden Irak'ta üstünlük sağlayınca, Irak üzerinden Suriye'ye geçmiş ve bu
ülkedeki Fransız üstünlüğünü devre dışı bırakmıştır. Sovyetler Birliği daha
sonra da Suriye üzerinden Kıbrıs'a geçerek, bu ada da Akdeniz bölgesinin en güçlü
komünist partisi olan Akel'in kuruluşunu sağlamıştır. 20. yüzyılın son çeyreğine
doğru Rusya’nın, Akel partisi aracılığı ile bir siyasal darbe yaparak Kıbrıs'ı
Akdeniz'in Küba’sı yapma projesine Amerika Birleşik Devletleri karşı çıkmış ve Rum
tarafındaki militanları aracılığı ile komünist darbeyi önleyen bir Amerikancı
darbeyi gündeme getirmiştir. Kıbrıs üzerinden ABD çıkarlarını güvence altına
alan Batıcı Rum darbesi, adada Hıristiyan egemenliğini artıracağı için, o
aşamada Türkler’e yönelik fiilî saldırıların oluşturduğu Kıbrıs'a bir Türk müdahalesi
haklı düşüncesi de İsrail lobileri tarafından desteklenmişlerdir. Adaya
müdahale eden harekâtı yönlendiren Türk politikacısının eski hocası, ABD Dışişleri
Bakanı Henry Kissinger'in talimatı ile Akdeniz’deki Amerikan 6. Filosu Türk müdahalesini
izlemiştir. Kıbrıs'a Türk müdahalesi, adada bir komünist rejim projesini
önlenirken aynı zamanda Türkler’in asimile edilmesini, Kıbrıs’ın Rumlaşması’nı
ve Yunanistan üzerinden Avrupa'nın etkisi altına girmesini de önlemiştir.
Böylesine bir sonuç ABD ile beraber İsrail'in da işine gelmiş ve Türkiye'nin
adada etkin olması beraberinde Kıbrıs'ın geleceği için her iki ülkenin politika
geliştirme şansının da devam etmesine imkân tanımıştır. Ortaya çıkan yeni
tabloda Kıbrıs ne Rumlar’a ne Türkler’e yâr olmuştur.
Kıbrıs’a Yahudi Göçü Gündemde
Uluslararası kuruluşlarda son derece etkin olan İsrail lobileri, Kıbrıs sorununda çözümsüzlük sürecinin devam etmesini kolaylaştırıcı bir süreci sürekli olarak gündemde tutmuşlardır. Türk tarafında Avrupa etkili olmaya başladığında; Amerika, Rusya ve İsrail üzerinden zaten çokça tartışılan ve haklı gerekçeleri olan Avrupa karşıtı girişimler desteklenmiş ve böylece bölgede Büyük Ortadoğu Projesi adı altında Büyük İsrail Projesi devreye sokulana kadar ada üzerinde Türk, Rum, Hıristiyan, Müslüman, Rus ve Avrupa egemenlikleri önlenmiştir. Büyük Ortadoğu Projesi adı altında bütün Ortadoğu’ya ve çevresine egemen olmak isteyen Siyonizm açısından, Kıbrıs üzerinde Yahudi egemenliği olmazsa olmaz bir koşuldur. Gelecekte bütün belgeye egemen olabilmenin yolu karşı kıyıyı kontrol etmekten geçmektedir. Adadaki gelişmelere önce dolaylı olarak müdahale edilen İsrail’in ikinci aşamada adada doğrudan bir egemenlik arayışına gireceği anlaşılmaktadır. İkiye bölünmüş Kıbrıs'ta her an için çatışma çıkarılabilir ve adanın Rum nüfusunun Yunanistan'a, Türk nüfusunun ise Türkiye'ye göçü özendirilebilir. Ada nüfusunun Kıbrıs'ı boşaltmasına gidecek olan süreç, adaya yavaş yavaş Yahudi nüfusun yerleşmesini sağlanabilir. Önceleri küçük gruplarla başlatılacak Kıbrıs'a Yahudi göçü süreci daha sonraları daha geniş kitlelerle tırmandırılabilir.
Avrupa Birliği’ne Kıbrıs'ın
bir ada ülkesi olarak bütünüyle katılması için hazırlanmış olan Annan Plânı öncesi
ve sonrasında Kuzey Kıbrıs'ta çok büyük bir inşaat etkinliği göze çarpmıştır. Özellikle
adanın Türk tarafındaki kentler sanki yeniden inşa edilmiş ve Kıbrıs'ın gelecekteki
müstakbel yeni sakinleri için Batı standartlarına uygun bir ülke yaratılmıştır.
Çeyrek yüzyıl önce Türk ordusunun fethettiği Kuzey Kıbrıs aradan geçen süre içerisinde
yeniden inşa edilmiş, kentlerin altyapıları tamamlanmış ve otoyollarla
birbirine bağlanarak tam bir Batılı ülke konumunda Kuzey Kıbrıs düzenlenmiştir.
Adadaki Türk toprakları üzerinde, parselasyon çalışmaları ile beraber iki yüz bin
ev yapmak üzere izin alınmıştır. Referandum öncesi hızlanan arsa ve ev satışları
son dönemlerde daha da artmıştır. Türk yönetimi altında bulunan Kuzey Kıbrıs
bölgesindeki yeni yapılan binalar daha çok İngiliz ve Amerikan Yahudiler
tarafından satın alınırken, referandum sonrasında Kuzey Kıbrıs'ın Avrupa dışında
kalmasıyla beraber İsrail vatandaşı Yahudiler de adada gayrimenkul edinmek ve yerleşmek
üzere KKTC'ye gelmeye başlamışlardır. Ambargo nedeniyle durgun olan Kuzey Kıbrıs
ekonomisinde Türkler fakir sayılabilecek bir düzeyde kalırlarken, son zamanlarda
artan inşaat işlerinde yabancı firmalar devreye girmişler. Âdeta, İngiltere
ve Türkiye üzerinden yeni yapılaşma girişimleri desteklenerek, gelecekte
İsrail'in karşı kıyısında Yahudiler için yeni bir yerleşim bölgesi yaratılmaya
çalışılmaktadır.
Avrupa Birliği’nin dışında
bırakılan Kuzey Kıbrıs'ta önümüzdeki dönemde birkaç yüz bin Yahudi’nin
yerleştirilmesi gündemdedir. Böylece zaman içerisinde Kuzey Kıbrıs'ın
Türk nüfusunun Türkiye'ye geri dönmesi sağlanacak, para gücüne sahip olan zengin
Yahudiler Kuzey Kıbrıs'a yerleşerek yeni bir Yahudi bölgesini İsrail'in karşı
kıyısında yaratacaklardır. Gelecekte adanın tamamına sahip olmayı düşünen İsrail,
karşı kıyısında ikinci bir Yahudi devleti kuramaya çalışmaktadır. Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nde kendisine bağlı firmalar aracılığı ile yeni yerleşim
alanları yaratmakta ve hızlı bir gayrimenkul satışı ile adanın kuzeyinde Yahudi
nüfusu artırmaktadır. Kısa zamanda önemli miktarda Yahudi’nin adaya yerleşmesiyle,
İsrail'de Kıbrıs üzerinde tıpkı Türkiye ve Yunanistan gibi taraf olabilecek ve böylece
adanın Avrupa ya da Hıristiyan egemenliği altına girmesine izin vermeyerek, Doğu
Akdeniz bölgesinde İsrail merkezli olarak kurulmuş olan Yahudi hegemonyasını
koruyabilecektir. İsrailli Yahudiler’in son yıllarda Türkiye'nin Antalya kentine
de gayrimenkul almak ve yerleşmek üzere ilgi göstermesi, İsrail merkezli gündeme
getirilen Doğu Akdeniz hegemonya düzeninin; İsrail, Kıbrıs ve Antalya arasında
kurulmakta olan bir egemenlik üçgenine dayandırılmak istendiğini de açıkça gözler
önüne sermektedir.
Adanın güneyinde yer alan Rum
kesiminde ise elli bin civarında Rus asıllı insanla beraber sayıları tam olarak
tahmin edilemeyen önemli bir miktarda Yahudi yaşamaktadır. Aslında Kıbrıs'ın
her iki kesiminde de Yahudiler ekonomiye egemen durumdadırlar. İsviçre gibi
Kıbrıs'ta banka sayısının fazla olmasında ve bu adada kıyı bankacılığının öne geçmesinde
Kıbrıs'ta var olan Yahudi ağırlığının rolü bulunmaktadır. Ortadoğu ve Uzak Doğu
kaçakçılığında ara istasyon olarak kullanılan Kıbrıs adasında önemli bir ölçüde
mafya ile yeraltı ilişkileri kotarılmaktadır. Kayıt dışı para ve sermaye kaçakçılığında
Kıbrıs bankaları birer üs olarak kullanılırken, bunların ABD ve İsviçre
merkezli olarak çalışan büyük Yahudi bankaları ile de yakın ilişkileri bulunmaktadır.
Daha önceleri Lübnan üzerinden yürütülen bu tür ilişkiler, Lübnan'ın, Ortadoğu'yu
yeniden yapılandırmak isteyen emperyalist ve Siyonist çevrelerin isteklerine uygun
olarak bir terör üssüne çevrilmesinden sonra, Kıbrıs adasına kaymıştır. Böylece
Kıbrıs siyasal çekişmelerin odağı olduğu kadar kara para ve yeraltı
ilişkilerinin de merkezi konumuna getirilmiştir. Dünya ekonomisini yönlendiren Yahudi
lobilerinin Kıbrıs'ın bu yeni konumunu İsrail'in çıkarlarını düşünerek
hazırladıkları ve Büyük İsrail Projesi doğrultusunda bir Büyük Ortadoğu
egemenliğine yönelik olarak geliştirdikleri anlaşılmaktadır.
Kıbrıs'a
İsrail ve Yahudi lobilerinin artan ilgisi, Türkiye'deki benzer kesimleri ve lobileri
de harekete geçirmiştir. Doğu Akdeniz üzerinden bütün Ortadoğu'yu kapsayacak
biçimde oluşturulmaya çalışılan Yahudi hegemonyasında, Türkiye Yahudileri ve Sabetaycıları
da etkin olmak istemişler ve bu kesimlerin içinden çıkan bazı temsilciler
Kıbrıs sorununun önde gelen izleyicisi, savunucusu ya da uzmanı olarak ortaya
çıkmışlardır. Aynı doğrultuda bir eğilimi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yönetiminde
de izlemek mümkündür ve adanın kuzey ve güneyinde yer alan Maronitler'i de
benzer doğrultu da hareket eden bir grup olarak görmek mümkündür. Maronitler Ortadoğu’nun
eski bir halk topluluğu olarak Yahudiler ve İsrail ile çok yakın ilişkiler
kurmuşlar ve giderek bölgede artan Yahudi hegemonyasından dolayı ekonomik
olarak öne geçmişlerdir. İsrail Ortadoğu'da Büyük İsrail'in kurulması amacı
doğrultusunda Kürt Yahudileri’ni kendi doğrultusunda yönlendirdiği gibi Maronitler’i
de kendisine yakın tutarak, bölgenin yeniden yapılanmasında Arap ve Müslüman
çoğunluğa karşı Arap ve Müslüman olmayan haklar koalisyonunda Maronitler’e önde
gelen bir yer vermiştir. Türkiye'de yaşayan Sebataycılar’ın eski Osmanlı
bölgesi olan Ortadoğu ülkelerindeki uzantılarını da İsrail gene Arap ve Müslüman
olmayan halklar koalisyonu içerisinde düşünmüş ve onların konumundan Kıbrıs üzerinde
de yararlanmaya çalışmıştır. İsrail'i Ortadoğu'da rahatlatacak kozmopolitizm
böylece bölgede örgütlenmek istenmiştir. Kıbrıs bu açıdan da İsrail merkezli Ortadoğu
içerisinde görülmektedir.
Dünya Yahudi
lobilerinin en büyük organizatörü Lord Rothschild, 20. yüzyılın başlarında
Filistin'in Yahudiler için çok küçük bir ülke olduğunu belirterek, Kıbrıs ile
beraber bazı Arap topraklarının da Filistin’e eklenerek daha geniş bir Yahudi
yurdu yaratılması düşüncesini savunmuştur. Bu doğrultuda, İngiliz Hükümeti’nin izni
ile 20. yüzyılın ilk yıllarında itibaren zaman zaman Yahudi aileleri Kıbrıs adasına
yerleştirilmiştir. İsrail'in Tevratsal sınırları içerisinde yer alan Kıbrıs'ın
geleceği, Ortadoğu'daki yeniden yapılanma ile yakından ilgili bulunmaktadır.
Kıbrıs, İsrail’e hem bir giriş kapısı hem de çıkış bölgesidir. Kıbrıs'tan
zaman içinde Türkler’in kaçırtılması, Hıristiyanlar’ın topraklarının para ile satın
alınması yolu ile adanın bütünüyle Yahudileştirilmesi, Siyonizm’in ana
hedeflerinden biricidir. Yahudi Kolonileştirme Birliği adını taşıyan uluslararası
kuruluş, Kıbrıs nüfusunun hızla Yahudileştirilmesi konusunda ciddî plânlar
uygulamaktadır. ABD'deki Yahudi lobileri bu tür uluslararası kuruluşlar
aracılığı ile Kıbrıs sorununu yakından izlemişler ve kendi çıkarları
doğrultusunda sorunu yönlendirmeye çalışmışlardır.
Kıbrıs'ta uzun süre görev yapan
bir Türk diplomat Kıbrıs adasının sonunda ne Türkler’e ne de Rumlar’a kalmayacağını,
İsrail'in Büyük İsrail ya da Ortadoğu plânı çerçevesinde adaya sahip olacağını
iddia etmiştir. Çok şaşırtıcı bir iddia olarak öne sürülen bu düşünce bölgedeki
gelişmeler ile Kıbrıs ve İsrail'in özel durumları dikkate alınınca ve beraberce
değerlendirilince pek de yabana atılamayacak bir düşünce olarak görünmektedir.
Türkler’in ve Rumlar’ın birbirlerine karşı kışkırtılması ile yeniden sıcak çatışmalara
sürüklenecek Kıbrıs'a, Ortadoğu'da askerî birlik bulunduran Amerika Birleşik
Devletleri’nin müdâhale edebileceği öne sürülmektedir. ABD'nin bir askerî işgali
sonrasında ya da NATO'nun Ortadoğu'ya taşınmasından sonra, NATO üzerinden
Kıbrıs’ta oluşturulacak Amerikan etkisinden yararlanılarak, Kıbrıs adasına önemli
sayıda Yahudi göçü gündeme getirilebilir. Türk kesimine yerleştirilecek bu yeni
nüfus topluluklarıyla adanın demografik yapısı değiştirilecek ve İsrail üzerinden
kurulacak ekonomik ilişkiler ile Yahudiler yeni dönemde Kıbrıs'a egemen olacaklardır.
Büyük Ortadoğu Projesi adı altında gündeme getirilen Siyonist plânın Kıbrıs
adasına düşen kısmı bu doğrultuda sonuçlanırsa, ABD askerinin desteği ve İsrail
lobilerinin ekonomik yönlendirmesi sonucunda Kıbrıs Ortadoğu'da yeni bir İsrail
olarak ortaya çıkabilecektir. Siyonizm’in Büyük İsrail Projesi çerçevesinde oluşturulacak
“Üç İsrail”in üçüncüsü İsrail'in karşı kıyısındaki Kıbrıs adası üzerinde kurulmuş
olacaktır. Kürt Yahudileri’ne kurdurulan Kürdistan ile beraber Ortadoğu'da üç tane
Yahudi devleti kurulmuş olacak ve böylece merkezî Yahudi devleti Kürdistan ile Doğu’ya
karşı, Kıbrıs ile de Batı’ya karşı kendisini koruyabilecek sınır ötesi yeni üsler
elde etmiş olacaktır.
İsrail lobilerinin
denetimi altında yönlendirilen Türk medyasınca bilinçli olarak gizlenen İsrail
ve Kıbrıs ilişkisi, çeşitli kaynaklara bakıldığında tarihin ilk dönemlerinden
bu yana sürüp gelmektedir. Giderek bölgede etkisini artıran İsrail'in Kıbrıs'ı
gelecekte rahat bırakmayacağı ve kendisinin dışında bir inisiyatifin karşı
kıyısında yer alan bu ada üzerinde kurulmasına sıcak bakmayacağı açıktır. İsrail
ve Kıbrıs arasında bu kadar hayatî öneme sahip ilişkiler bulunduğuna göre; İngiltere,
Yunanistan ve Türkiye, Kıbrıs sorununda son derece dikkatli davranarak durumundadırlar.
Amerika Birleşik Devletleri ya da Avrupa Birliği Kıbrıs konusuna eğilirken, ada
üzerinde Doğu Akdeniz’de hegemonya kurmakta olan İsrail etkisini hesap etmek zorundadırlar.
Adayı gelecekte İsrail'in kontrolüne sürükleyebilecek her türlü komploya ya da
provokasyona karşı adada taraf olan kesimlerin daha dikkatli politika sürdürmelerinde,
bölge barışı açısından yarar bulunmaktadır. Kıbrıs'ın geleceği dünya konjonktürüne
kilitlenmişken, Türkiye'nin bütün bu durumları dikkatle izleyen bir
politika takip etmesi gerekmektedir.
Yararlanılan Kaynaklar
2 Avrasya Dosyası, İsrail Özel
Sayısı, İlkbahar, 1999, Cilt:5, Sayı:1
3 Cevat Eroğlu; İsrail'in Beka
Stratejisi ve Kürtler, Sayfa Yayınları, İstanbul, 2003.
4 Hasan Yurtsever; İsrail
ve Büyük Ortadoğu Projesi, Düşünce Yayınları, İstanbul, 2004.
5 Yalçın Küçük; Tekeliyet,
Cilt:I, İthaki Yayınları, İstanbul, 2003.
6 Ufuk Ötesi; Aylık Dergi, Mayıs, 2004.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder