13 Şubat 2022 Pazar

İSRAİL VE KIBRIS - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

ANKARA KALESİ

 İSRAİL VE KIBRIS

(Bu makale, Kıbrıs’ta yaşanan gelişmelerin İsrail merkezli bir değerlendirmesini içermektedir.)

 Kıbrıs Sorunu ile İsrail Yakından İlgili

 İsrail ve Kıbrıs, Türk basınında fazlasıyla yer alan iki ülke olarak, Türkiye'deki tartışmalarda sürekli olarak en başta yer almışlardır. Ne var ki, ayrı ayrı fazlasıyla ele alınan bu iki ülkenin beraberce düşünüldüğüne pek sık rastlanmamıştır. Sanki, Kıbrıs ile İsrail birbirinden çok uzak ve farklı konumda iki ülke gibi bir durum yaratılmıştır. Kıbrıs ile ilgili konular incelenirken bu bölgede sanki İsrail yokmuş gibi hareket edilmiş, İsrail ile ilgili durumlar ele alındığında ise, Kıbrıs çok uzaklarda imiş gibi yorumlar yapılmıştır. Köşe yazarları sürekli olarak Kıbrıs’ı incele­yen yazılar yazarlarken, hiç İsrail bağlantısı üzerinde durmamışlar, İs­rail ile ilgili incelemelerde ise, İsrail'in yeri ve konumu açısından Kıbrıs faktörü görmezden gelinmiştir. Haritaya bakıldığı zaman, Kıbrıs ile İsra­il'in aynı bölgede yer aldığı ve birbirine çok yakın bir konumda bulunduk­ları açıkça görülebilmektedir. Her nedense, bu jeopolitik gerçek Türk kamuoyunun gözlerinden kaçırılmış ve İsrail ile Kıbrıs sorunlarının ne ka­dar birbirlerine yakın bir konumda bulunduğu gizlenmek istenmiştir. Türk basınını ekonomik olarak kontrol altında tutan Türkiye'deki İsrail lobisinin, bu doğrultuda kendi çıkarları açısından başarılı bir çalışma gös­terdikleri görülmektedir.

Yahudiler’in Ortadoğu'dan Roma İmparatorluğu tarafından kovulmasından iki bin yıl sonra, yeni bir Yahudi devleti olarak İsrail Ortadoğu'da kurulurken, aradan geçen iki bin yıllık tarihin Ortadoğu'ya getirmiş olduğu siyasal coğrafya ile Siyonist lobiler karşı karşıya kalmışlardır. Aradan geçen uzun süre zarfında bölgedeki nüfus yapısı değişmiş, Roma İmparatorluğu tarihte kalırken, bunun üzerine bölgeden, Bizans ve Osmanlı olmak üzere iki farklı imparatorluk daha geçmiştir. 20. yüzyılın koşul­larında, I. Dünya Savaşı’nın galibi olan İngiliz ve Fransız impara­torlukları, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü üzerine, Ortadoğu'nun haritasını yeniden çizmişlerdir. Bir İngiliz subayı ile Fransız subayı Kahire'de bir araya gelerek, cetvel ile dünyanın merkezî bölgesinin haritasını çizmiş­ler ve imparatorluklar sonrası modern çağda bu bölge, iki emperyalist gücün çıkarları doğrultusunda biçimlenmiştir. 20. yüzyılın başlarında dün­yanın egemenleri olan İngiltere ve Fransa'nın çizmiş oldukları günümüz hari­tasını, II. Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş olan İsrail ile günümüzün süper gücü olan Amerika Birleşik Devletleri kabul etmemektedirler. Dünyayı geleceğe doğru yönlendiren İsrail ve Amerika ittifakı, kendi çıkarlarına göre bir yeni plânı; Büyük Ortadoğu Plânı olarak açıklanmıştır.

 İsrail’in Güvenlik Sorunu ve Kıbrıs

 Ortadoğu’nun Arap ve Müslüman nüfus çoğunluğu karşısında dünyanın merkezinde bir Yahudi devleti kurulabilmesi, normal koşullarda mümkün değil­dir. Böylesine bir sonuç alabilmek için kesinlikle olağanüstü koşulların yaratılması gerekmektedir. Üç yüz yılı aşkın bir süre Siyo­nist lobiler bu doğrultuda çalışmışlar ve ekonomik-siyasal güçlerine dayanarak yarattıkları olağanüstü koşullarda, Arap ve Müslüman nüfus çoğunluğunun ortasına bir küçük Yahudi devleti oturtabilmişlerdir. Yâni İsrail'i kuran Siyonist hareketin yönetimi, tarihin getirdiği bilgi birikimine sahip olarak, bölge koşullarını çok iyi değerlendirmişlerdir. Bilindiği üzere Filistin'de günümüzde var olan Yahudi devleti, üçüncü kez kurulmuş bir devlettir. İlk kurulan İsrail devleti Mezopotamya güçleri tarafından yıkılmış ve Yahudiler’in Babil sürgünü gündeme gelmiştir. Daha sonraları kurulmuş olan ikinci Yahudi devleti ise, Roma İmparatorluğu tarafından yıkılmış ve bunun sonu­cunda da Yahudiler; Akdeniz ve Avrupa üzerinden dünyanın çeşitli bölgelerine yayılmışlardır. Filistin'de kurulmuş olan Yahudi devletine yıkıcı tehdit önce Mezopotamya’dan, sonra da Kıbrıs üzerinden Avrupa'dan gelmiştir. Bu bölgede üçüncü kez devlet kuran Siyonist hareket, Filistin'deki devletin güvenliği için hem doğudaki Mezopotamya bölgesine hem de Batı’dan gelecek saldırı ya da tehditlere karşı ülkenin batısında yer alan büyük kara parçası Kıbrıs'a dikkat etmek zorunda olduklarını iyi biliyorlardı. Nitekim, bu doğrultuda Irak'ta görev yapan Saddam yönetimi kullanılmış ve müdahale gerekçesi yaratılarak Amerikan ordusunun Mezopotamya'yı İsrail'in bölgesel egemenlik çıkarları doğrultusunda işgal etmesi sağlanmıştır. Böylece Filistin'de üçüncü kez kurulmuş olan Yahudi devleti, Bâbil döneminde olduğu gibi muhtemel bir Mezopotamya gücünün saldırısına karşı güvence altına alınmıştır.

İsrail'in güvenliği sorunu sâdece ülkenin doğusunda yer alan Mezopotamya'nın ele geçirilmesi ile sağlanamaz. Aynı zamanda ülkenin batısında yer alan Kıbrıs'ın da kontrol altına alınması gerekmektedir. Ortadoğu bölgesine Avrupa kaynaklı olarak gelen bütün saldırı hareketleri Kıbrıs'ı Doğu Akdeniz'de bir üs olarak kullandığı için, böylesine bir büyük adanın batıdan ya da Avrupa'dan gelecek bir Ortadoğu hareketine karşı kullanılması gerekmektedir. Bu doğrultuda İsrail kendisini, tarihteki ikin­ci Yahudi devletini yıkan Romalılar’ın üs olarak kullandıkları, Kıbrıs adası­nı kesinlikle denetim altında tutmak zorunda görmüştür. Avrupa'dan kalkarak Ku­düs ve civarını ele geçirmek isteyen on bir Haçlı Seferi sırasında da Kıb­rıs bir Doğu Akdeniz üssü olarak kullanılmıştır. Bölgenin günümüzdeki ha­ritasını çizen İngiltere'de 19. yüzyılın sonlarında Filistin'e girerken önce Kıbrıs'ı ele geçirmiş ve daha sonra Kıbrıs üzerinden düzenle­nen askerî hareket ile Ortadoğu topraklarına İngiliz orduları ayak basmış­tır. İngiltere'nin indiği yolu Fransa'da takip etmiş ve Doğu Akdeniz üzerinden Lübnan'a girmiştir.

Siyasal tarihin ortaya koyduğu gerçekler açısından İsrail ve Kıbrıs beraberce ele alınırsa, Kıbrıs adasının İsrail'in karşı kıyısı olduğu görülmektedir. Jeopolitik gerçek bu doğrultuda olmasına rağmen Türk basın ve siyaset çevrelerinin Kıbrıs ile İsrail arasındaki bu bağlantıdan habersizmiş gibi hareket etmeleri, son derece düşündürücüdür. Çünkü bilim kitaplarına göre; her kıyı ülkesinin güvenliği, karşı kıyıda yer alan kara parçasının izlenmesinden geçer. Ada ülkeleri karşı kıyıda kendi çıkarla­rına göre siyasal yapılama yaparlar. İngiltere ve Japonya, birer ada ülkesi olarak, karşı kıyıda büyük ülke olmasını engellemişlerdir. Kore'nin Çin'den kopmasında Japonya etkin bir rol oynamıştır. Aynı şekil­de Hollanda'nın Almanya'dan, Belçika'nın Fransa'dan kopmasında da İngiltere son derece etkili olmuştur. Böylece iki ada ülkesi karşı kıyılarında hiçbir biçimde kendilerinden büyük bir devletin yer almasına izin vermemişler­dir. Kıyı ülkeleri bir anlamda, güçlü ada ülkelerinin etkisi ile, küçük devletler biçiminde ortaya çıkabilmişlerdir. Ada ülkeleri kendi güvenlikle­ri açısından kıyı ülkelerinin oluşumuyla yakından ilgilenirlerken, kıyı ülkeleri de kendi güvenlikleri açısından karşı kıyıda yer alan ada ülkele­ri ile yakından ilgilenmişler ve hatta daha da ileri giderek, bu adaları kendi egemenlikleri altına alarak, sınırları içine katmışlardır. Uluslar­arası hukuk açısından bunu yapamayanlar ise, bu doğrultuda oluşumları kendi ulusal çıkarları için dolaylı yollardan yönlendirmenin çabası içeri­sinde olmuşlardır.

İsrail, Ortadoğu'da en son kurulan ülke olduğu için karşı kıyısın­daki Kıbrıs adası üzerinde uluslararası hukuka göre, doğrudan etkili ola­mamıştır. Bölgenin hukuk düzeni iki dünya savaşı sonrasında ortaya çıktığı için ve bu bölgedeki eski devletlerin devletler hukukundan gelen çeşitli hakları bulunduğundan, Kıbrıs adasının kendine özgü bir hukukî statüsü olmuştur. Kıbrıs'ın eski bir Osmanlı toprağı olması, daha sonra ada üze­rinde İngiliz dominyonu kurulması, 20. yüzyılın ikinci yarısında ada­nın bağımsız devlet olarak ilân edilmesi, adada Türkler ve Rumlar’dan olu­şan iki halk topluluğunun bulunması gibi durumlar; Kıbrıs'ın uluslararası hukuka göre durumunu belirlemiştir. Bu nedenle, Kıbrıs üzerinde Osmanlı’nın devamı olan Türkiye Cumhuriyeti, Rum nüfusun koruyucusu olan Yunanis­tan devleti ve adanın son egemen gücü olan Britanya İmparatorluğu, uluslar­arası hukuka göre hak sahibi olmuşlardır. II. Dünya Savaşı sonrasının sü­per gücü olan Amerika Birleşik Devletleri bile Kıbrıs adası ile herhangi bir hukukî bağlantı içinde olmadığı için, adaya doğrudan müdahale edeme­miştir. Akdeniz kıyılarında elli senedir dolaşan Amerikan 6. Filosu uluslararası hukuk yüzünden adaya bir türlü girememiş ve Amerika Birleşik Devletleri de Kıbrıs üzerinde doğrudan etkili olamamıştır.

İngiltere'nin koruyuculuğunda I. Dünya Savaşı sonrasında Filistin’e yerleşen Yahudiler, daha sonra bağımsız devlet kurmak isteyince İngiltere ile ihtilafa düşmüşlerdir. II. Dünya Savaşı sonrasında, savaşın galibi olan Amerika Birleşik Devletleri’ni kullanan Siyonist lobiler, Birleşmiş Milletler kararıyla Filistin toprakları üzerinde İsrail devletinin üçüncü kez kurulmasını sağlamışlardır, İsrail devleti kurulur kurulmaz hemen Ortadoğu bölgesinin her köşesi ile yakından ilgilenmeye başlamış ve bu doğrultuda karşı kıyısı olan Kıbrıs'ı da yakın izlemeye almıştır. Üç tarafı Müslüman kitleler ve Arap ulusunun çeşitli ülkeleri ile dolu olan Yahudi devleti, Kıbrıs adasını dış dünyaya çıkış kapısı olarak gör­müştür. Doğu Akdeniz'de bir uçak gemisi konumunda olan Kıbrıs adası, İsrail'in karşı kıyısı olarak, üç tarafı Müslümanlarla çevrili Filistin bölgesinden Yahudiler’in dış dünyaya çıkış noktası kabul edilmiştir. Bu konumu nedeni ile Kıbrıs, İsrail için her zaman acil çıkış kapısı olarak görülmüştür. Kıbrıs'ı böyle gören İsrail, ada üzerindeki siyasal geliş­meler ile yakından ilgili olmuş ve kendisinin aleyhine ola­bilecek herhangi bir gelişmeye izin vermemeye çalışmıştır.

 Adanın Kaderinde Etkili Olan Üç Yahudi

 Kıbrıs ile Filistin bağlantısı her zaman için tarihin çeşitli dönem­lerinde gündeme gelmiş ve bu doğrultuda Yahudiler, Kıbrıs adası üzerinde etkili olmak istemişlerdir. Dünya siyasî tarihinde üç önemli Yahudi asıllı kişinin, Kıbrıs adasının siyasal konumu üzerinde yönlendirici etkisi ol­duğu kabul edilmektedir. Haçlılar’ın, Romalılar’ın ve İngilizler’in Kıbrıs üzerinden Filistin'e girdiklerini gören Yahudi lobilerinin yöneticileri, yeniden İsrail'in kurulmasında ve Ortadoğu'da Yahudi egemenliğinin oluşturulmasında Kıbrıs adasını bölgeye giriş kapısı olarak görmüşler ve bu doğrul­tuda adayı kullanabilmenin yollarını aramışlardır. Orta Çağ’ın sonlarında İspanya’dan kovulan Yahudiler Akdeniz'in batısından doğusuna gemilerle geçerek Osmanlı ülkesine gelmiş ve yerleşmişlerdir. 16. yüzyıl­da Osmanlı ülkesine yerleşen Yahudiler, Tevrat'ta belirtilen kutsal topraklara kavuşmaları aşamasında Kıbrıs’ı bir ara istasyon olarak kullanılmak istemişler ve zengin Yahudiler’in önde gelen temsilcilerinden olan Nassi, Osmanlı padişahını Kıbrıs'ın alınması konusunda ikna etmiştir. Kıbrıs'ta Osmanlı koruması altında bir Yahudi krallığı kurmak isteyen Nassi, bu amacını gerçekleştirmek üzere Osmanlı ordusunun Kıbrıs adasını Venedikliler’den almasını sağlamıştır. Ada Osmanlı yönetimine geçtikten sonra, epeyce bir Yahudi asıllı Osmanlı vatandaşı adaya yerleşmiştir ama imparatorluk yönetimi, Kıbrıs üzerinde bir Yahudi krallığı kurulmasına izin vermemiştir. Yahudiler kutsal toprakların karşısındaki bu adayı kendi ülkelerine çevirmek için çeşitli girişimlerde bulunmaya devam etmişlerdir.

İngiliz ve Fransız İmparatorlukları’nın sömürgecilik düzenini kullanarak aşırı zenginleşen Yahudi lobileri on yedinci yüzyıldan sonra Siyonizm’in etkisi altına girince, bu kez Ortadoğu'ya yeni bir göç dalgası ile yerleşmek istemişlerdir. 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı İmparatorluğu “hasta adam” ilân edilmiş ve çöküş süreci gündeme gelmiştir. Osmanlı’nın bu durumundan yararlanmak isteyen Siyonist lobiler, Osmanlı padişahı Abdülhamit'ten imparatorluk toprağı olan Filistin'i bir Yahudi devleti kurmak üzere istemişlerdir. Ne var ki, Abdülhamit bu öneriyi reddedince, ikinci kez padişahın kapısını çalmışlar ve bu kez de bir Yahudi krallığı kurmak üzere Kıbrıs adasını istemişlerdir. Osmanlı sarayı bu ikinci öneriyi de reddedince Yahudiler, İngiltere'yi devreye sokarak İngiliz işga­li altında Kıbrıs'a gelmişler ve Kıbrıs üzerinden Filistin'e geçmişlerdir. Yahudiler’in Kıbrıs üzerinden bölgeye ikinci kez gelmeleri sırasında Britanya İmparatorluğu’nun Yahudi asıllı Başbakanı Benjamin Disraelli'nin çok büyük rolü olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü gören bu Yahudi asıllı İngiliz Başbakan, bölgede dörtlü bir konfederasyonu İngiltere'nin egemenliği altında oluştur­mak isterken, bu plânın bir parçası olarak da Yahudiler’in Filistin'de İsrail'i yeniden kurmalarını plânlıyordu. Osmanlı sonrası Ortadoğu yapılanmasında böylece hem İsrail plânı devreye giriyor hem de İngiliz işgali altındaki Kıbrıs üzerinden Yahudiler’in bölgeye girişleri plânlanıyordu. Kıbrıs üze­rinde İngiliz işgali hem adayı Osmanlı'dan koparıyor hem de ada üzerinden, İngiliz sömürge yönetimi kontrolünde, Yahudiler’in batıdan gelerek müstakbel İsrail'e geçmeleri sağlanıyordu.

Kıbrıs tarihi üzerinde Nassi ve Disraelli'den sonra etkili olan üçüncü Yahudi, Henry Kissinger’dır. Kissinger, 20. yüzyılın ikinci yarısında ada üzerinde etkili oluyor­du. Disraelli plânı ile Osmanlı adayı terk ederken İngiltere Kıbrıs'ı ele geçiriyordu. Kissinger sayesinde ise, Amerika Birleşik Devletleri Kıbrıs’ta Türkiye üzerinden bir egemenlik sağlıyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı üzerine, imparatorluğun ana topraklarında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti, Kıbrıs üzerinde taraf olma hakkına sahip değildi. Lozan Antlaş­ması sırasında Mîsak-ı millî sınırları içerisinde Kıbrıs ilân edilmemişti. Çünkü Kıbrıs o zaman bir İngiliz dominyonu idi. Önceliği Mîsak-ı millî sınır­larına veren Türk devleti, Kıbrıs konusunu sonraya bırakmıştı. İsrail'in kurulmasına kadar da Kıbrıs sorunu bir ulusal sorun olarak Türkiye'de görülmemişti. İsrail'in kurulduğu ay Türkiye'de yayınlanmaya başlayan bir gazete, Türk kamuoyunu İsrail'in çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çalışmış, 1952 yılından sonra "Kıbrıs Türk’tür" kampanyasına girişmişti. Yâni İsrail'in 1948 yılında kurulmasından dört yıl sonra Kıbrıs'ın Türk kamuoyuna bir ulusal sorun olarak taşındığı görülmektedir.

Türkiye'deki Yahudi lobilerinin temsilciliğini yapan bir büyük gazetenin Kıbrıs'ı bir ulusal sorun hâline getirdiği yıl olan 1952'de Avrupa Konseyi kurulmuş ve bugünkü Avrupa Birliği’ne giden ilk adımlar atılmıştır. Günümüzden elli yıl önce ortaya çıkan bu girişimin sonuçlarını önceden iyi hesap eden Yahudi lobileri, birleşen Avrupa'nın bir gün Kıbrıs adasını da sınırları içine alarak, Doğu Akdeniz'de Roma İmparatorluğu gibi egemenlik arayışına gireceğini çok iyi biliyordu. İşte günümüzdeki Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne girme sürecini elli yıl önceden gören Siyonist lobi­ler, kendilerinin denetimindeki bir gazete ile Kıbrıs'ın Türkiye'nin ulusal sorunu düzeyine getirilmesinde önemli roller oynamışlar ve Türkiye'yi İngiltere'nin çekil­diği Kıbrıs'a yönlendirerek, ada üzerinde merkezî Avrupa kıtasının hâkimi­yetinin önüne geçmek istenmişlerdir. Kıbrıs mitingleri ile ada Türkiye'ye taşınırken, adada Osmanlı döneminden kalan Türk nüfusa Türkiye'nin sahip çıkması sağlanmış ve adanın Türk nüfusu üzerinden Türkiye, Kıbrıs sorununda taraf olmuştur Böylece ada Hıristiyan Rumlar’a bırakılmamış ve Rumlar üzerinden Hıristiyan Avrupa'nın ada üzerinde egemen olması da Türkiye sayesinde önlenmiştir. İsrail açısından bu sonuç, istediği politikaları ada üzerinden yürütebilmesi için son derece elverişli bir ortam yaratmıştır. Şüphesiz Türkiye’nin kendi stratejik gerekçeleriyle adaya mühadil olması söz konusudur ama İsrail’in de yukarıda söylediğimiz endişelerle hareket ettiği gözden ırak tutulamaz.

İsrail, bir Yahudi devleti olduğu için, Kıbrıs üzerinde hiçbir zaman ne Hıristiyan ne de Müslüman bir devlet istememiştir. Bu nedenle, geleneksel Yahudi politikasına uygun olarak Kıbrıs'da Hıristiyan Rumlarla Müslüman Türkler’in karşı karşıya gelmesi gibi bir durum yaratılmış ve böylesi­ne bir çıkmaz günümüze kadar İsrail'in bölgeye egemen olabilmesi doğrultu­sunda sürdürülmüştür. Adada Müslüman ya da Hıristiyan egemenliğinin tam olarak kurulmaması İsrail'in işine yaramıştır. Adanın kuzey ve güney olarak ikiye bölünmesi, Müslümanlarla Hıristiyanlar’ın sürekli çatışması, adaya müdahale etmek için İsrail'e elverişli bir durum sağlamıştır. Ada üzerinde sürekli bir çözümsüzlük ortamının sürüp gitmesi de, İsrail'in gele­cekte kendi karşı kıyısı olan Kıbrıs'a egemen olabilmesi için uygun bir süreci gündeme getirmiştir. Bu anlamda Rum ve Türk kesimlerinde anlaşmama konusunda ısrar eden kesimler, çözümsüzlük politikasının sürekliliği için yardımcı olmuşlardır denilebilir. Kıbrıs'ta çözümsüzlük giderek tırmanırken, adaya Avrupa Birliği’nin müdahale ederek Kıbrıs'ı Birliğe dahil etmek istemesine de gene İsrail lobileri karşı çıkmışlar. Türk tarafında Avrupa lobileri etkili olduğu aşamada Rusya üzerinden Rum tarafında çözümsüzlüğü devam ettirecek bir tutumun gündeme gelmesini sağlamışlardır. Annan Plânı ile çözüme kavuşturulmak istenen Kıbrıs, Rum tarafının olumsuz tutumu nedeniyle gene çözümsüzlük sürecinde bırakılmış ve Türk tarafı Avrupa Birliği’nin dışında kalmıştır. Bu sonucun Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti açısından etkileri şüphesiz farklı şekillerde değerlendirilebilir ve değerlendirilmelidir ama İsrail açısından olaya baktığımızda ada üzerindeki İsrail planları bu gelişmeler sonucunda yine bir varlık zemini bulmuştur.

Soğuk savaşın döneminde Sovyetler Birliği, 1958 darbesiyle, Bağdat üzerinden Irak'ta üstünlük sağlayınca, Irak üzerinden Suriye'ye geçmiş ve bu ülkedeki Fransız üstünlüğünü devre dışı bırakmıştır. Sovyet­ler Birliği daha sonra da Suriye üzerinden Kıbrıs'a geçerek, bu ada da Akdeniz bölgesinin en güçlü komünist partisi olan Akel'in kuruluşunu sağ­lamıştır. 20. yüzyılın son çeyreğine doğru Rusya’nın, Akel partisi aracılığı ile bir siyasal darbe yaparak Kıbrıs'ı Akdeniz'in Küba’sı yapma projesine Amerika Birleşik Devletleri karşı çıkmış ve Rum tarafındaki militanları aracılığı ile komünist darbeyi önleyen bir Amerikancı darbeyi gündeme ge­tirmiştir. Kıbrıs üzerinden ABD çıkarlarını güvence altına alan Batıcı Rum darbesi, adada Hıristiyan egemenliğini artıracağı için, o aşamada Türkler’e yönelik fiilî saldırıların oluşturduğu Kıbrıs'a bir Türk müdahalesi haklı düşüncesi de İsrail lobileri tarafından desteklenmişlerdir. Adaya müdahale eden harekâtı yönlendiren Türk politikacısının eski hocası, ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'in talimatı ile Akdeniz’deki Amerikan 6. Filosu Türk müdahalesini izlemiştir. Kıbrıs'a Türk müdahalesi, adada bir komünist rejim projesini önlenirken aynı zamanda Türkler’in asimile edilmesini, Kıbrıs’ın Rumlaşması’nı ve Yunanistan üzerinden Avrupa'nın etkisi altına girmesini de önlemiştir. Böylesine bir sonuç ABD ile beraber İsrail'in da işine gelmiş ve Türkiye'nin adada etkin olması beraberinde Kıbrıs'ın geleceği için her iki ülkenin politika geliştirme şansının da devam etmesine imkân tanımıştır. Ortaya çıkan yeni tabloda Kıbrıs ne Rumlar’a ne Türkler’e yâr olmuştur.

Kıbrıs’a Yahudi Göçü Gündemde

Uluslararası kuruluşlarda son derece etkin olan İsrail lobileri, Kıbrıs sorununda çözümsüzlük sürecinin devam etmesini kolaylaştırıcı bir süreci sürekli olarak gündemde tutmuşlardır. Türk tarafında Avrupa etkili olmaya başladığında; Amerika, Rusya ve İsrail üzerinden zaten çokça tartışılan ve haklı gerekçeleri olan Avrupa karşıtı gi­rişimler desteklenmiş ve böylece bölgede Büyük Ortadoğu Projesi adı al­tında Büyük İsrail Projesi devreye sokulana kadar ada üzerinde Türk, Rum, Hıristiyan, Müslüman, Rus ve Avrupa egemenlikleri önlenmiştir. Büyük Ortadoğu Projesi adı altında bütün Ortadoğu’ya ve çevresine egemen olmak iste­yen Siyonizm açısından, Kıbrıs üzerinde Yahudi egemenliği olmazsa olmaz bir koşuldur. Gelecekte bütün belgeye egemen olabilmenin yolu karşı kıyıyı kontrol etmekten geçmektedir. Adadaki gelişmelere önce dolaylı olarak müdahale edilen İsrail’in ikinci aşamada adada doğrudan bir egemenlik arayışına gireceği anla­şılmaktadır. İkiye bölünmüş Kıbrıs'ta her an için çatışma çıkarılabilir ve adanın Rum nüfusunun Yunanistan'a, Türk nüfusunun ise Türkiye'ye göçü özendirilebilir. Ada nüfusunun Kıbrıs'ı boşaltmasına gidecek olan süreç­, adaya yavaş yavaş Yahudi nüfusun yerleşmesini sağlanabilir. Önceleri küçük gruplarla başlatılacak Kıbrıs'a Yahudi göçü süreci daha sonraları daha geniş kitlelerle tırmandırılabilir.

Avrupa Birliği’ne Kıbrıs'ın bir ada ülkesi olarak bütünüyle katılması için hazırlanmış olan Annan Plânı öncesi ve sonrasında Kuzey Kıbrıs'ta çok büyük bir inşaat etkinliği göze çarpmıştır. Özellikle adanın Türk tarafındaki kentler sanki yeniden inşa edilmiş ve Kıbrıs'ın gelecekteki müstakbel yeni sakinleri için Batı standartlarına uygun bir ülke yaratılmıştır. Çeyrek yüzyıl önce Türk ordusunun fethettiği Kuzey Kıbrıs aradan geçen süre içerisinde yeniden inşa edilmiş, kentlerin altyapıları tamamlanmış ve otoyollarla birbirine bağlanarak tam bir Batılı ülke konumunda Kuzey Kıbrıs düzenlenmiştir. Adadaki Türk toprakları üzerinde, parselasyon çalışmaları ile beraber iki yüz bin ev yapmak üzere izin alınmıştır. Referandum öncesi hızlanan arsa ve ev satışları son dönemlerde daha da artmış­tır. Türk yönetimi altında bulunan Kuzey Kıbrıs bölgesindeki yeni yapılan binalar daha çok İngiliz ve Amerikan Yahudiler tarafından satın alınırken, referandum sonrasında Kuzey Kıbrıs'ın Avrupa dışında kalmasıyla beraber İsrail vatandaşı Yahudiler de adada gayrimenkul edinmek ve yerleşmek üzere KKTC'ye gelmeye başlamışlardır. Ambargo nedeniyle durgun olan Kuzey Kıb­rıs ekonomisinde Türkler fakir sayılabilecek bir düzeyde kalırlarken, son zamanlarda artan inşaat işlerinde yabancı firmalar devreye girmişler. Âdeta, İngiltere ve Türkiye üzerinden yeni yapılaşma girişimleri desteklenerek, gelecekte İsrail'in karşı kıyısında Yahudiler için yeni bir yerleşim bölgesi yaratılmaya çalışılmaktadır.

Avrupa Birliği’nin dışında bırakılan Kuzey Kıbrıs'ta önümüzdeki dönem­de birkaç yüz bin Yahudi’nin yerleştirilmesi gündemdedir. Böylece zaman içerisinde Kuzey Kıbrıs'ın Türk nüfusunun Türkiye'ye geri dönmesi sağlanacak, para gücüne sahip olan zengin Yahudiler Kuzey Kıbrıs'a yerleşerek yeni bir Yahudi bölgesini İsrail'in karşı kıyısında yaratacaklardır. Gelecekte adanın tamamına sahip olmayı düşünen İsrail, karşı kıyısında ikinci bir Yahudi devleti kuramaya çalışmaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde kendisine bağlı firmalar aracılığı ile yeni yerleşim alanları yaratmakta ve hızlı bir gayrimenkul satışı ile adanın kuzeyinde Yahudi nüfusu artırmaktadır. Kısa zamanda önemli miktarda Yahudi’nin adaya yerleşmesiyle, İsrail'de Kıbrıs üzerinde tıpkı Türkiye ve Yunanistan gibi taraf olabilecek ve böylece adanın Avrupa ya da Hıristiyan egemenliği altına girmesine izin vermeyerek, Doğu Akdeniz bölgesinde İsrail merkezli olarak kurulmuş olan Yahudi hegemonyasını koruyabilecek­tir. İsrailli Yahudiler’in son yıllarda Türkiye'nin Antalya kentine de gayrimenkul almak ve yerleşmek üzere ilgi göstermesi, İsrail merkezli gün­deme getirilen Doğu Akdeniz hegemonya düzeninin; İsrail, Kıbrıs ve Antalya arasında kurulmakta olan bir egemenlik üçgenine dayandırılmak istendiğini de açıkça gözler önüne sermektedir.

Adanın güneyinde yer alan Rum kesiminde ise elli bin civarında Rus asıllı insanla beraber sayıları tam olarak tahmin edilemeyen önemli bir miktarda Yahudi yaşamaktadır. Aslında Kıbrıs'ın her iki kesiminde de Yahudiler ekonomiye egemen durumdadırlar. İsviçre gibi Kıbrıs'ta banka sayısının fazla olmasında ve bu adada kıyı bankacılığının öne geçmesinde Kıbrıs'ta var olan Yahudi ağırlığının rolü bulunmaktadır. Ortadoğu ve Uzak Doğu kaçakçılığında ara istasyon olarak kullanılan Kıbrıs adasında önemli bir ölçüde mafya ile yeraltı ilişkileri kotarılmaktadır. Kayıt dışı para ve sermaye kaçakçılığında Kıbrıs bankaları birer üs olarak kullanılırken, bunların ABD ve İsviçre merkezli olarak çalışan büyük Yahudi bankaları ile de yakın ilişkileri bulunmaktadır. Daha önceleri Lübnan üzerinden yürütülen bu tür ilişkiler, Lübnan'ın, Ortadoğu'yu yeniden yapılandırmak isteyen emperyalist ve Siyonist çevrelerin isteklerine uygun olarak bir terör üssüne çevrilmesinden sonra, Kıbrıs adasına kaymıştır. Böylece Kıbrıs siyasal çekişmelerin odağı olduğu kadar kara para ve yeraltı ilişkilerinin de merkezi konumuna getirilmiştir. Dünya ekonomisini yönlendiren Yahudi lobilerinin Kıbrıs'ın bu yeni konumunu İsrail'in çıkarlarını düşü­nerek hazırladıkları ve Büyük İsrail Projesi doğrultusunda bir Büyük Ortadoğu egemenliğine yönelik olarak geliştirdikleri anlaşılmaktadır.

Kıbrıs'a İsrail ve Yahudi lobilerinin artan ilgisi, Türkiye'deki benzer kesimleri ve lobileri de harekete geçirmiştir. Doğu Akdeniz üzerinden bütün Ortadoğu'yu kapsayacak biçimde oluşturulmaya çalışılan Yahudi hegemonyasında, Türkiye Yahudileri ve Sabetaycıları da etkin olmak istemişler ve bu kesimlerin içinden çıkan bazı temsilciler Kıbrıs sorununun önde gelen izleyicisi, savunucusu ya da uzmanı olarak ortaya çıkmışlardır. Aynı doğrultuda bir eğilimi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yönetiminde de izlemek mümkündür ve adanın kuzey ve güneyinde yer alan Maronitler'i de benzer doğrultu da hareket eden bir grup olarak görmek mümkündür. Maronitler Ortadoğu’nun eski bir halk topluluğu olarak Yahudiler ve İsrail ile çok yakın ilişkiler kurmuşlar ve giderek bölgede artan Yahudi hegemonyasından dolayı ekonomik olarak öne geçmişlerdir. İsrail Ortadoğu'da Büyük İsrail'in kurulması amacı doğrultusunda Kürt Yahudileri’ni kendi doğrultusunda yönlendirdiği gibi Maronitler’i de kendisine yakın tutarak, bölgenin yeniden yapılanmasında Arap ve Müslüman çoğunluğa karşı Arap ve Müslüman olmayan haklar koalisyonunda Maronitler’e önde gelen bir yer vermiştir. Türkiye'de yaşayan Sebataycılar’ın eski Osmanlı bölgesi olan Ortadoğu ülkelerindeki uzantılarını da İsrail gene Arap ve Müslüman olmayan halklar koalisyonu içerisinde düşünmüş ve onların konumundan Kıbrıs üzerinde de yararlanmaya çalışmıştır. İsrail'i Ortadoğu'da rahatlatacak kozmopolitizm böylece bölgede örgütlenmek istenmiştir. Kıbrıs bu açıdan da İsrail merkezli Ortadoğu içerisinde görülmektedir.

 Tahriklere Dikkat

 Bölgesel gelişmeler içerisinde İsrail'in Kıbrıs'a giderek artan ilgisi bu devletin kurulmasından tam on yıl sonra 1958 yılı itibarıyla diplomatik olarak öne çıkmıştır. İngilizler adadan çekilirken İsrailliler adaya gir­meye başlamışlardır. Ortadoğu'da İsrail'in yalnız kalmasını önleyebilmek için Kıbrıs'ı da bir başka İsrail konumuna getirmek istemişlerdir. Tek İsrail ile bütün Ortadoğu'ya egemen olamayacaklarını gören Siyonistler hem Kürt Yahudiler aracılığıyla ikinci İsrail'i Kuzey Irak'ta kurma yoluna gitmişler hem de Türkiye'deki Yahudi lobileri ve Maronitler üzerinden üçüncü İsrail'i de Kıbrıs'ta kurabilmenin yollarını aramışlardır. İsrail dünyanın çeşitli ülkelerinde etkinliklerini sürdüren Yahudi lobilerini Kıbrıs'ın bağımsız bir ülke olarak tanınabilmesi için seferber etmiş ve bunların desteği ile ada üzerindeki etkinliğini giderek artırmıştır. Kıbrıs'ın bağımsız devlet olması İsrail tarafından yakından izlenmiş ve İsrail'in bölgedeki etkinliğinin artırılabilmesi için ada; Türkiye, Yunanistan ve İngiltere gibi ada sorunu üzerinde taraf olan ülkelerden uzak tutulmaya çalışılmıştır. Kıbrıs bağımsız devlet olunca İsrail ile yakın ilişkiler içinde olmuş, böylece bölgenin Arap ve Müslüman ülkeleri tarafından boykot edilen İsrail karşı kıyısında kendisini tanıyan ve normal ilişkiler içerisinde olan bir partner kazanmıştır. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Makarios'un cumhurbaş­kanlığı döneminde bağlantısız bir politika izlemesi de İsrail'in Doğu Akdeniz'de rahatlamasına yardımcı olmuştur. Karşılıklı olarak açılan diploma­tik temsilcilikler, iki ülkenin birbirlerine yaklaşmasına ve daha sonra İsrail'in Kıbrıs üzerindeki etkisinin artmasına yardımcı olmuştur. Giderek artan ticarî ve ekonomik ilişkiler, bölgede yeni dengeleri gündeme getirmiştir. İsrail, Kıbrıs'ın bağımsızlığının ilânından bir yıl sonra resmen açtığı elçilikle Kıbrıs'a girmiş ve o yıldan sonra da bu ada üzerindeki etkisini diplomatik yollardan artırmıştır.

Dünya Yahudi lobilerinin en büyük organizatörü Lord Rothschild, 20. yüzyılın başlarında Filistin'in Yahudiler için çok küçük bir ülke olduğunu belirterek, Kıbrıs ile beraber bazı Arap topraklarının da Filistin’e eklenerek daha geniş bir Yahudi yurdu yaratılması düşüncesini savunmuştur. Bu doğrultuda, İngiliz Hükümeti’nin izni ile 20. yüzyılın ilk yıllarında itibaren zaman zaman Yahudi aileleri Kıbrıs adasına yerleştirilmiştir. İsrail'in Tevratsal sınırları içerisinde yer alan Kıbrıs'ın geleceği, Ortadoğu'daki yeniden yapılanma ile yakından ilgili bulunmaktadır. Kıbrıs, İsrail’e hem bir giriş kapısı hem de çıkış bölgesidir. Kıbrıs'tan zaman içinde Türkler’in kaçırtılması, Hıristiyanlar’ın topraklarının para ile satın alınması yolu ile adanın bütünüyle Yahudileştirilmesi, Siyonizm’in ana hedeflerinden biricidir. Yahudi Kolonileştirme Birliği adını taşıyan uluslararası kuruluş, Kıbrıs nüfusunun hızla Yahudileştirilmesi konusunda ciddî plânlar uygulamaktadır. ABD'deki Yahudi lobileri bu tür uluslararası kuruluşlar aracılığı ile Kıbrıs sorununu yakından izlemişler ve kendi çıkarları doğrultusunda sorunu yönlendirmeye çalışmışlardır.

Kıbrıs'ta uzun süre görev yapan bir Türk diplomat Kıbrıs adasının sonunda ne Türkler’e ne de Rumlar’a kalmayacağını, İsrail'in Büyük İsrail ya da Ortadoğu plânı çerçevesinde adaya sahip olacağını iddia etmiştir. Çok şaşırtıcı bir iddia olarak öne sürülen bu düşünce bölgedeki gelişmeler ile Kıbrıs ve İsrail'in özel durumları dikkate alınınca ve beraberce değerlendirilince pek de yabana atılamayacak bir düşünce olarak görünmektedir. Türkler’in ve Rumlar’ın birbirlerine karşı kışkırtılması ile yeniden sıcak çatışmalara sürüklenecek Kıbrıs'a, Ortadoğu'da askerî birlik bulunduran Amerika Birleşik Devletleri’nin müdâhale edebileceği öne sürülmektedir. ABD'nin bir askerî işgali sonrasında ya da NATO'nun Ortadoğu'ya taşınmasından sonra, NATO üzerinden Kıbrıs’ta oluşturulacak Amerikan etkisinden yararlanılarak, Kıbrıs adasına önemli sayıda Yahudi göçü gündeme getirilebilir. Türk kesimine yerleştirilecek bu yeni nüfus topluluklarıyla adanın demografik yapısı değiştirilecek ve İsrail üzerinden kurulacak ekonomik ilişkiler ile Yahudiler yeni dönemde Kıbrıs'a egemen olacaklardır. Büyük Ortadoğu Projesi adı altında gündeme getirilen Siyonist plânın Kıbrıs adasına düşen kısmı bu doğrultuda sonuçlanırsa, ABD askerinin desteği ve İsrail lobilerinin ekonomik yönlendirmesi sonucunda Kıbrıs Ortadoğu'da yeni bir İsrail olarak ortaya çıkabilecektir. Siyonizm’in Büyük İsrail Projesi çerçevesinde oluşturulacak “Üç İsrail”in üçüncüsü İsrail'in karşı kıyısındaki Kıbrıs adası üzerinde kurulmuş olacaktır. Kürt Yahudileri’ne kurdurulan Kürdistan ile beraber Ortadoğu'da üç tane Yahudi devleti kurulmuş olacak ve böylece merkezî Yahudi devleti Kürdistan ile Doğu’ya karşı, Kıbrıs ile de Batı’ya karşı kendisini koruyabilecek sınır ötesi yeni üsler elde etmiş olacaktır.

İsrail lobilerinin denetimi altında yönlendirilen Türk medyasınca bi­linçli olarak gizlenen İsrail ve Kıbrıs ilişkisi, çeşitli kaynaklara ba­kıldığında tarihin ilk dönemlerinden bu yana sürüp gelmektedir. Giderek bölgede etkisini artıran İsrail'in Kıbrıs'ı gelecekte rahat bırakmayacağı ve kendisinin dışında bir inisiyatifin karşı kıyısında yer alan bu ada üzerinde kurulmasına sıcak bakmayacağı açıktır. İsrail ve Kıbrıs arasında bu kadar hayatî öneme sahip ilişkiler bulunduğuna göre; İngiltere, Yunanistan ve Türkiye, Kıbrıs sorununda son derece dikkatli davranarak durumundadırlar. Amerika Birleşik Devletleri ya da Avrupa Birliği Kıbrıs konusuna eğilirken, ada üzerinde Doğu Akdeniz’de hegemonya kurmakta olan İsrail etkisini hesap etmek zorundadırlar. Adayı gelecekte İsrail'in kontrolüne sürükleyebilecek her türlü komploya ya da provokasyona karşı adada taraf olan kesimlerin daha dikkatli politika sürdürmelerinde, bölge barışı açısından yarar bulunmaktadır. Kıbrıs'ın geleceği dünya konjonktürüne kilitlenmişken, Türkiye'nin bütün bu durumları dikkatle izleyen bir politika takip etmesi gerekmektedir.

Yararlanılan Kaynaklar

 1 Zach Levy;  İsrael's entry into Cyprus, 1959-1963, MERİA - Middle Eeast Review of International Affairs, Volume 7, No.3- September, 2003

2 Avrasya Dosyası, İsrail Özel Sayısı, İlkbahar, 1999, Cilt:5, Sayı:1

3 Cevat Eroğlu; İsrail'in Beka Stratejisi ve Kürtler, Sayfa Yayınları, İstanbul, 2003.

4 Hasan Yurtsever; İsrail ve Büyük Ortadoğu Projesi, Düşünce Yayınları, İstanbul, 2004.

5 Yalçın Küçük; Tekeliyet, Cilt:I, İthaki Yayınları, İstanbul, 2003.

6 Ufuk Ötesi; Aylık Dergi, Mayıs, 2004.


 Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder