YENİ KUTUP MERKEZİ HİNDİSTAN
Dünyanın en büyük ülkelerinden birisi olan Hindistan, soğuk savaş sonrası dönemde, yeni bir dünya düzeni kurulurken bir kutup başı ya da merkezi olarak dünya platformunda öne çıkmaktadır. Eski dönemlerin koşullarında reddedilen ve büyük bir güç olarak ortaya çıkmasına izin verilmeyen Hindistan’ın, dünyanın geleceğinde giderek artan bir öneme sahip olduğu ve bu doğrultuda bir merkezî güç olarak gündeme geldiği artık yadsınamayacak bir gerçekliktir. Doğunun iki büyük ülkesi olan Çin ve Hindistan’ı dünyanın gündemi dışında tutabilmek için önceki dönemlerde her yol denenmiş, koskoca Çin afyon savaşı ile uyutulurken, Hindistan bir büyük sömürge düzenine mahkûm edilmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği’nin kurulması, iki kutuplu bir dünya düzenini gündeme getirmiş, bu iki büyük Doğu gücünün dünya gündemine yerleşmesini önlemiş ve Doğu’nun büyük güçlerinin demir perde arkasında kalmasına yardımcı olmuştur. Avrupa’nın doğusu ile beraber dünyanın merkezi bölgesi olan Avrasya kıtasının Sovyet denetimi altında kalması, Hindistan ve Çin gibi hem Avrupa’dan hem de Amerika Birleşik Devletleri’nden büyük olan iki dev gücün dünyanın arka penceresinde kalmasına yardımcı olmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Sosyalist Blok’un çözülmesiyle küreselleşme dönemi başlamış ve Çin ile beraber Hindistan Doğu’nun iki dev gücü olarak dünya platformuna girerek yerlerini almışlardır. Her iki büyük ülke çok kutuplu dünya düzeninde artık merkezdedir.
Yirmi birinci yüzyılın dünyasının eskisinden çok farklı olacağı
günümüzdeki süreçte Hindistan, eskisinden çok farklı bir konumda gündeme
gelmektedir. Eskiden bir Doğu ülkesi hatta sömürgesi olan ve dünya siyasetinde
fazla bir ağırlığı bulunmayan Hindistan, demirperdenin kalkmasından sonra Doğu
bölgesinin dünya geneline açılmasıyla, günümüzün en önemli ülkelerinden birisi
durumuna gelmiştir. Başka bir değişle küreselleşme sürecinde dünyanın
bütünleşmeye doğru gittiği bu dönemde, Doğu’nun büyük ülkeleri de Batı’nın büyük
ülkelerine paralel bir önem kazanmışlar ve artık en az Batılı ülkeler kadar
siyasal sorunlar üzerinde söz sahibi bir konuma gelmişlerdir. Eski bir sömürge
olan Hindistan, yeni bir emperyalizm döneminin Batılı ülkeler tarafından mazlum
uluslara ve ülkelere dayatılmasına, Doğu bölgesinin yeni bir kalesi ve kutup
merkezi olarak karşı çıkmaktadır. Önceden Doğu bölgesine yönelik emperyal plânların
uygulamaya aktarılmasında hesaba katılmayan Hindistan, şimdi Doğu’ya ve Asya
kıtasına yönelen yeni politikaların tam ortasında yer almakta ve bu nedenle de
giderek önemini artırmaktadır. Dünyanın genel olarak kontrol altına alınmasına
yönelen bütün projelerde, Hindistan’ın artık önemli bir yere sâhip olduğu görülmektedir.
Bir buçuk milyara
yaklaşan nüfusa ve üç buçuk milyon kilometre kare bir ülke alanına sahip olan Hindistan,
Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nden daha geniş büyük bir ülkedir.
Dünyanın egemeni olmaya çalışan bu iki kıta devleti karşısında Hindistan sahip
olduğu büyüklükle, Çin ile beraber Doğu bölgesinin başlıca temsilcilerinden
birisidir. Hindistan dışarıdan bir tek ülke gibi görünmesine rağmen aslında birçok
ülkenin ve birbiriyle akraba halkların bir arada yaşadığı bir Hint Birliği
konumundadır. Hindistan, yirmi beş eyaletten oluşan ve doğrudan yönetilen on
ayrı bölgeden meydana gelmektedir. Eyaletlerin bir araya gelmesiyle oluşturulan
birlik, Amerika Birleşik Devletleri’ne benzer bir eyaletler federasyonu
statüsüne sahip bulunmaktadır. İngiliz yönetimi sırasında hazırlanan bugünkü
eyaletler federasyonu yapısı daha sonraki dönemde belirli bölge halklarının
ısrarlı tutumları nedeniyle yeni eyalet ve bölgelere bölünmüş ve daha fazla
parçalı bir yapıya yönlendirilmiştir. Emperyalizmin parçala ve böl sonra yönet ilkesini
İngilizler çok başarılı biçimde Hindistan üzerinde uygulamışlar ve bu ülkeyi
terk ederken hem bölmüşler hem de parçalı bir yapıya mahkûm ederek, Hindistan’ı
gelecekte yeni siyasal sorunlarla baş başa bırakmışlardır.
İngilizler, Hindu
ülkesinde yaşayan Müslümanları bu ülkeden geri çekerken ülkenin doğusuna ve
batısına toplamışlar, bunun neticesinde Pakistan adı altında yeni bir İslâm
devleti kurarken, bu ülkeyi de doğu ve batı olarak ayırmışlar ama daha sonra bu
ikili devlet yapısı yürümemiş ve Doğu Pakistan bağımsızlığını ilân ederek
Bangladeş adını almıştır. İngilizlerin Müslümanları Hindulardan ve Budistlerden
ayırarak ayrı devlet yapısına kavuşturmaları zaman içinde sonuç vermemiş,
Hindistan’ın hızla artan nüfus yapısı içinde Müslümanların sayısı üç yüz
milyonu geçmiştir. Bu haliyle Hindistan, en büyük Müslüman devleti olan
Endonezya’dan daha fazla Müslüman nüfus barındıran bir büyük ülke konumuna
gelmiştir. Hindistan bu kadar büyük Müslüman nüfusu ile kendisini çevreleyen
İslâm ülkeleri arasında yer almakta ve bu dinin yaygın olduğu devletlerin bir
araya gelmesinden oluşan İslâm Birliği’ni yakından izlemektedir, çünkü İslâm
dünyasındaki gelişmeler Hindistan’ın üç yüz milyonu aşan Müslüman halkını da
yakından ilgilendirmektedir. Benzeri bir konumda bulunan Çin ve Rusya da sahip
oldukları milyonlarca Müslüman nüfusun geleceği açısından, İslâm dünyasındaki
gelişmeleri yakından izlemekte ve İslâm Birliği’nin aldığı kararların, Müslüman
nüfus üzerinden kendi ülkelerine etkilerini değerlendirmeye çaba
göstermektedirler. Bu açıdan Hindistan’ın konumu Çin ve Rusya’ya oranla daha
fazla karışık ve problemli bir durum göstermektedir.
Pakistan ve
Bangladeş’in kopması Hindistan’ı İslâm dünyasından koparamamıştır. Hindistan
bağımsızlığına kavuşurken, yanı başında Pakistan ve Bangladeş gibi komşulara sahip
olmak durumunda kalmıştır ama gene de benzeri parçalanma ve bölünme
tehlikelerinden kurtulamamıştır. Zaman zaman Sih militanlarının yaptığı
terörist hareketler, Hindistan’ın içinden bir de “Halistan” adı ile “Sih”
ülkesi çıkarma planının olduğunu göstermektedir. Keşmir bölgesi zaten Pakistan
ve Hindistan arasında büyük bir sorun olarak ülkenin kuzeyinde yer alırken, bu
bölgenin yanı başında Halistan adı ile bağımsız bir Sih devletinin kurulmak
istenmesi, Hindistan devletini fazlasıyla tedirgin etmektedir. Himalayaların ayırdığı
Çin ve Hindistan sınırı, Keşmir gibi bir büyük sorun ile karşı karşıyadır ve bu
potansiyel sürtüşme ile savaş alanı geleceğe doğru uzanmaktadır. Zaten dünya nüfusunu dengelemek için
Hindistan-Pakistan ve Çin üçgeninde bir nükleer savaş çıkartmak isteyen Batılı
emperyalistlerin işini kolaylaştıracak kadar sorunla dolu olan bu bölgede, her
an Çin-Hindistan ve Pakistan arasında bir savaş kendiliğinden çıkabilir ya da Batılı
emperyalistler tarafından böylesine bir savaş kışkırtılabilir.
Keşmir sorunu
yüzünden Pakistan, Hindistan’a karşı kendini korumak üzere atom bombasına sahip
olmuştur. Başta ABD olmak üzere İsrail ve diğer Batılı ülkelerin çok büyük
baskı ve engellemelerine rağmen Pakistan, bir Müslüman devlet olarak, Orta Afrika
Cumhuriyeti’nden Libya’nın sağladığı uranyum ve Fransızların yardımıyla atom
bombası elde etmiştir. Pakistan, Çin ve Hindistan gibi iki büyük ülkenin nükleer
bombalarına karşı kendi güvenliğini temin zorunluluğu ile karşı karşıya
kalmıştır. Türkiye’nin başarmasına izin verilmeyen ve Batılı emperyalistler
tarafından sürekli olarak engellenen atom bombasına sahip olarak, nükleer güç
konumuna ulaşma projesini Pakistan, Zülfikar Ali Butto gibi Batılı bir liderin
özverili çabaları ile gerçekleştirebilmiş ve günümüzün nükleer güçleri arasına
girmiştir. Londra’da Eton Koleji’nde eğitim gören, Batılı bir devlet adamı
olarak Zülfikar Ali Butto, Pakistan’ın geleceğini güvence altına almak ve
Keşmir sorununun çözümünde bir askerî harekâta karşı hazırlıklı olabilmek
amacıyla, atom bombasına ülkesini kavuşturmuştur. Ne var ki, Müslüman ülkelerin
eline atom silahının geçmesini istemeyen ABD, İsrail ve Avrupa ülkeleri
Butto’yu hiçbir zaman affetmemişler ve bu büyük lideri asılmaya götüren siyasal
senaryo ile ondan kurtulmuşlardır.
Bir Müslüman ülke
olmamasına rağmen, çevresindeki Müslüman ülkeler ve üç yüz milyonu aşkın Müslüman
nüfusu ile Hindistan, İslâm dünyası içinde yer almaktadır. Bu yönü ile
Hindistan hem bir Doğu ülkesi hem de bir İslâm ülkesidir. Küreselleşme
döneminde bu yönü ile hem Doğu’ya yönelen Asya politikaları hem de İslâm
dünyasına yönelen ılımlı İslâm ya da Büyük Orta Doğu politikaları kendiliğinden
Hindistan’ı da içine almaktadır. Jeopolitik konumu ile Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan
güney Asya’ya yönelen İslâm kuşağının tam ortalarında yer alan Hindistan, bu
dünyanın yeniden düzenlenmesi ile ilgili yeni politikaların hedefi konumuna sâhip
bulunmaktadır. Var olan devletleri çok büyük bulan Batılı emperyalistlerin,
Hindistan’ı yeniden bölerek küçültmek istedikleri anlaşılmaktadır. Bu
çerçevede, Keşmir, Halistan, Assam ve Bihar gibi kenar bölgelerde yeni bağımsız
devletler gündeme gelebilir. Hindistan’ın bir büyük devlet olarak Güney
Asya’da, doğu bölgelerinde ya da İslâm dünyasında etkili olmasını istemeyen Batılı
emperyalistler, bu kıtasal devletin parçalanmasına giden yolu açabilirler,
kenar bölgelerde ya da deniz kenarı eyaletlerde yeni devletçiklerin oluşumunu
kışkırtabilirler. Batı emperyalizmi bin yıllık tecrübe ile, Doğu’dan çıkan
büyük devletlerin yeni kutup başı ya da merkezi konumuna gelmesini önleyebilmek
için, Irak’ta olduğu gibi, bu ülkelerin parçalanmasına giden yolu açarak,
bunların küçülmelerine neden olabilirler ve Doğu’nun yeni dev ülkeleri kendi
sınır bütünlüklerini koruyamadıkları için dünya politikasında karşı ağırlığı
oluşturamazlar ve zaman içinde devre dışı kalabilirler. Hindistan sahip olduğu
özellikleri ile günümüzde böylesine çok yönlü bir çıkmaz ile karşı karşıya
bulunmaktadır.
Sovyet sonrası
dönemde ABD, tek süper güç olarak kendisini ilan etmiştir. Çeyrek yüzyılı aşkın
bir süredir ABD kendisinin merkezde yer alacağı bir dünya devletini; IMF, Dünya
Bankası, NATO gibi uluslararası kuruluşların katkıları; Bilderberg, Dünya
Ekonomik Forumu, Dış İlişkiler Komitesi gibi oluşumların yardımlarıyla gerçekleştirmeye
çalışmakta ama bir türlü sonuç alamamaktadır. Çünkü ABD’ye bu dünyayı
bırakmayacak Hindistan gibi yeni kutup merkezleri ortaya çıkmakta ve Amerikan emperyalizmine
karşı direnmektedirler. Batı’da ABD ile beraber Avrupa Birliği ve Brezilya yeni
kutup merkezleri olarak ortaya çıkarken, Doğu’dan da Rusya ve Çin ile beraber
Hindistan yeni kutup merkezleri arasına girmektedir. Avrupa ülkeleri birleşerek,
Amerika Birleşik Devletleri gibi bir büyük federasyona yönelirken, aynı büyüklükteki
Brezilya, Çin, Rusya ve Hindistan da kıtasal federasyonlar olarak kutup başı
bir konuma doğru ilerlemektedirler. Avustralya, Kanada, Kazakistan, Güney
Afrika gibi diğer geniş ülkeler de benzer büyüklüklere sahip bulunmaktadırlar
ama nüfus potansiyeli olarak geride kalmaktadırlar. ABD üç yüz milyonluk nüfusu
ile kendini süper güç olarak ilân ederken, Brezilya ve Avrupa benzer bir nüfus
potansiyeliyle, Çin ve Hindistan ise bunların beş misli nüfus büyüklüğü ile
devreye girmekte, Rusya ise geçmişten gelen imparatorluk yapısı ve büyük
toprakları ile yeni yarışta yer alarak kutup başı olmaya soyunmaktadırlar. ABD
önderliğinde uluslararası kapital dünya devletine yönelirken, tek kutup yerine
yeni kutupların gündeme gelmesi, dünyanın geleceğinin tek kutuplu değil, çok
kutuplu olacağını göstermektedir. Hindistan, işte bu büyük devletler arasında
yer alarak çok kutuplu dünyanın yeni merkezlerinden birisi olacaktır. Geniş
toprakları ve çok kalabalık bir nüfus potansiyeliyle Hindistan, çok kısa
zamanda Batılı dev merkezlere karşı koyabilecek derecede güçlenebilecek ve
onların karşısına çıkarak, yeni dünya dengelerinin oluşmasına yeni katkılar
getirebilecektir.
Uluslararası kapitalizm
ABD’nin öncülüğünde bir dünya devletine yönelirken, bütün büyük ülkelerin
bölünmesini gündeme getirmektedir. Irak ile başlayan yeni süreç Suriye, İran,
Arabistan, Mısır, İran üzerinden Hindistan’a kadar uzanabilir ve Batı
emperyalizminin girdiği merkez ve doğu bölgelerindeki büyük ülkeler, küçülerek Batı
hegemonyası altına girebilir. Batı emperyalizmi dünyanın merkezine ve doğusuna
egemen olabilmek ve bu bölgelerden yeni büyük güçlerin ortaya çıkmasını
önleyebilmek üzere, Ortadoğu’dan Uzak Doğu’ya doğru bir saldırı, işgal ve
parçalama stratejisini ısrarlı biçimde uygulamaktadır. Bütün mesele Rusya, Çin
ve Hindistan’ın güçlenerek dünya sahnesine süper güç ya da kutup başı olarak
çıkmalarını engellemektir. Rusya, Çin ve Hindistan sahip oldukları federasyon
yapıları ile bölünmeye ve parçalanmaya son derece elverişli durumdadırlar. Doğu’nun
dev ülkelerinin yeni kutup başı olarak Batı emperyalizminin karşısına çıkmasını
istemeyen kapitalistler, para güçleri ile hem alt kimlikleri ve etnik
meseleleri hem de yerelleşmeyi destekleyerek, bu büyük Doğulu dev ülkelerden
kurtulmak istemektedirler. Büyük Asya ülkelerini ortadan kaldırmak isteyen Batılı
emperyalistler daha sonraki aşamada yeni küçük eyaletleri Kuzey, Doğu, Güney,
Batı ve Orta Asya olarak beş ayrı da federasyon olarak yeniden yapılandırmayı
düşünmekteler ve bu beş federasyonu daha sonra dünya devletlerine bağlamayı
planlamaktadırlar. Bu doğrultuda bütün Ortadoğu ve Asya ülkeleri yeni
emperyalist saldırının hedefi durumundadırlar. Hindistan böylesine bir süreçte
parçalanırsa o zaman eski Hint eyaletleri Güney Asya
Konfederasyonu çatısı altında çok uluslu ve çok dinli bir yapıda yeniden bir
araya getirilebilir ve küçük eyaletlere de uluslararası kapitalizm kolaylıkla
sızabilir. Hindistan, böylesine büyük bir parçalama planının tehdidi
altındadır.
Batı emperyalizmi Doğu’nun
dev ülkelerini ufalayarak ortadan kaldırmanın hesaplarını yaparken, bu süreç
içinde bunları birbirine karşı kullanmanın girişimlerini de gündeme
getirmektedir. Asya içi dengelerde Rusya ile Hindistan Çin’e karşı yakın
ilişkiler sürdürürken, Çin de karşı denge olarak Pakistan’ı kendi yanına
çekebilmeye çalışmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri her zaman Pakistan’da
bir askerî darbeyi destekleyerek ordu aracılığı ile bu ülkeyi denetim altında
tutmuş ve Pakistan’ın Çin’e yakınlaşma sürecini kesmiştir. Ayrıca tek atom
bombasına sahip Müslüman ülke olan Pakistan’ın İslâm dünyası ile beraber
İsrail’e karşı ortak hareket etmesini önlemek için de askeri darbe aracılığıyla
Pakistan baskı altında tutulmaktadır. Eğer İsrail atom silahını Müslüman
ülkelere karşı kullanırsa, İslâm Birliği aracılığı ile Pakistan’ın elindeki
atom bombasının İsrail’e karşı kullanılabileceğine dair senaryolar dünya
basınında uzun süredir tartışılmaktadır. Pakistan’ın bu konumu, Hindistan’ın
ABD ve İsrail tarafından Pakistan’ı ve İslâm dünyasına karşı kullanılmasını
kendiliğinden gündeme getirmektedir. Asya içi kıtasal dengelerde Hindistan her
zaman Rusya ile birlikte olarak Çin ve ABD’den uzak durmaya çalışmıştır.
Böylece bölünmekten ve sömürgecilikten zamanımızda kurtulmuştur.
Uzun süren İngiliz
sömürgeliği döneminden sonra ABD’nin etkisi altına giren Hindistan’ın, soğuk
savaş döneminde sanayileşmesi engellenmiştir. Küçücük Güney Kore’nin sanayileşmesi
Japonya’yı dengelemek için desteklenmiş ama kocaman Hindistan’ın
sanayileşmesine izin verilmemiştir. Bugün dünya piyasalarında Güney Kore malı araba
ve benzeri sanayi ürünleri satılmaktadır ama Hindistan’dan gelen hiçbir sanayi
ürünü göze çarpmamaktadır. Çok eski zamanlardan kalan Çin’den gelen ipek yolu
ve Hindistan’dan gelen baharat yolu geleneği günümüzde de sürdürülmek istenmiş
ve bu iki dev ülke sanayiden uzak tutularak, Batı’nın emperyal güçleri ile
rekabet etmeleri önlenmiştir. Sanayileşmenin ülkeleri bağımsız kılması
nedeniyle, Çin’i ve Hindistan’ı baskı altında tutmak isteyen Batı emperyalizmi,
ipek ve baharat ticareti ile bu iki dev ülkeyi oyalamaya devam etmiştir. Batı
ülkelerinde Çin mağazaları ipek işleriyle, Hint mağazaları da baharat çeşitleriyle
doludur ama hâlâ Batılılar Çin malı bir arabaya binememektedirler. Hint malı
elektronik eşya dünya pazarında yoktur. Çin’e karşı Japonya’yı destekleyen ABD,
Çin ve Hindistan’ı Batı pazarlarından uzak tutabilmenin çabası içinde olmuştur.
Hindistan bu durumdan çok zararlı çıkmış ve günümüze kadar yoksul bir ülke
olarak kalmıştır. Artık Hindistan’ın gelişmesini daha fazla engelleyemeyeceğini
anlayan ABD, elindeki bilgisayar teknolojisini Çin’e, Rusya’ya ve Avrupa’ya
karşı kullanabilmek için Hindistan’a aktarmış ve kısa zamanda bu ülkenin
dünyanın bilgisayar merkezi durumuna gelmesini sağlamıştır. Özellikle yazılım
alanında çok ileri giden Hindistan, geleceğin bilgi toplumunda ABD’ye bağımlı
bir biçimde gelişmekte ve tek başına merkez olma tehlikesi de bu yönden
engellenmektedir.
Soğuk savaş
sonrasında Çin ile Uzak Doğu ve Pasifik egemenliği yarışına giren ABD’nin,
Çin’i çevreleyerek Batı’ya doğru ilerlemesini ve okyanuslara açılarak denizler
egemenliğine yönelmesini önleyebilmek için, bir Asya Nato’su hazırlığı içinde
olduğu görülmektedir. İleride Rusya ve Çin ile anlaşmazlığa düşebilme
ihtimaline karşı böyle bir hazırlık içinde bulunan ABD, merkezinin Hindistan olacağı
bir Asya güvenlik örgütünü kendi komutasında Asya Nato’su olarak devreye
sokabilmenin hazırlığı içindedir. Hindistan’a verilen bilgisayar
teknolojisinden yararlanılarak geleceğin elektronik toplumunda elektronik silâhlara
dayanan bir savunma mekanizması, ABD tarafından güneyden başlayarak bütün Asya
kıtasını kapsayacak boyutlarda düşünülmektedir. Hindistan’ın merkez olacağı bu
tür bir güvenlik örgütüne, Sri Lanka, Bangladeş, Pakistan, Afganistan, Tayland,
Malezya, Birmanya, Endonezya, Filipinler, Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya
gibi ülkeler alınacak ve Hindistan’ın ana merkezinde yer alacağı bir savunma
düzeni Çin ve Rusya ile İran’a karşı oluşturulacaktır. Avrupa Birliği ile Nato
konusunda ihtilafa düşen ABD, gelecekte böyle bir yapılanmayla Avrupa, Rusya ve
Çin’e karşı Hindistan ile beraber hareket edebilir ve dahası Doğu’dan
gelebilecek bir hegemonya dalgasına karşı da Hindistan üzerinden engelleme
yapabilir. Çok kutuplu dünyada Hindistan, ABD tarafından diğer kutuplara ve Doğu
bölgesine karşı kullanılmak istendiği için ABD bu ülkeyle giderek yakınlaşmaktadır.
Dünya dengelerinde
ABD Hindistan’a kendi yanında ve denetiminde özel bir yer ayırırken, ABD’nin
yavrusu ve gelecekte rakibi olan İsrail de ABD’den ayrı olarak, Hindistan ile
ilgili farklı senaryolar ve stratejiler peşindedir. İslâm dünyası içinde tek başına
farklı bir dinden ülke olarak kalan İsrail, Türkiye’nin İslâm dünyasından uzak tutulmasını
hedefleyerek desteklerken, çevresindeki Müslüman ülkelerin yanı başındaki
Hindistan’ı da tıpkı Türkiye gibi kendisine bir müttefik olarak görmektedir.
Dünyanın merkez bölgesindeki kutsal topraklarda kurulmuş olan İsrail, kendisini
çevreleyen Müslüman ülkelere karşı Türkiye ile Hindu ve Budist Hindistan’ı en
yakın müttefik olarak görmekte ve Türkiye, Hindistan, İsrail arasında kurulacak
bir güvenlik üçgeniyle İslâm dünyası içinde kendisini güvenceye almak için
çalışmaktadır. Bu doğrultuda hem Türkiye hem de Hindistan ile ilişkilerini
geliştiren İsrail, güçlü lobileri ile iki ülkeyi baskı altına almakta kendi
çıkarları doğrultusunda yönlendirmektedir. İslâm dünyasında bir Yahudi devleti
olarak yaşayabilmek için İsrail’in İslâm dünyasında ve dışında farklı ülkelerle
yeni müttefiklik ilişkileri geliştirecek ağırlık merkezlerine ihtiyaç duyduğu
bilinmektedir. İsrail, dünyanın merkezindeki Müslüman ağırlığına karşı bir
güvenlik üçgeni oluşturmayı planlamakta ve gelecekte denge sağlamayı
hesaplamaktadır. Türkiye gibi Hindistan’da İsrail için Arap ve İslam dünyasına
karşı ağırlık sağlayacak partner bir ülke olarak kullanabilinir görünmektedir.
Amerika Birleşik
Devletleri ile beraber İsrail’in de Hindistan’a askeri amaçlı yaklaşması
sonucunda, bu ülke son yıllardaki resmi bayramlarını çok büyük askerî gösterilerle
kutlamaktadır. Dünya basınına fotoğraflarla yansıyacak derecede Hindistan’ın
bir askeri güç haline geldiği hem İslâm dünyasına hem de Çin’e ve Rusya’ya
karşı ortaya konulmaktadır. Bir buçuk milyarlık nüfusu ile Amerikan ve İsrail
emperyalizmlerinin gereksinme duyduğu asker deposu olarak kullanılacak bu ülke,
eskiden de İngiliz emperyalizminin asker deposu olarak kullanılıyordu. Bu, kendi
başına büyük bir siyasal ya da ekonomik güç olmasına izin verilmeyen bir Hindistan’ın
sürekli olarak Atlantik güçlerinin dünya egemenliğinde asker deposu olarak
kullanılması anlamına gelmektedir. Rusya ve Çin’in sahip olduğu büyük ordulara
ve İslam ülkelerinin kalabalık nüfuslarına ve güçlü askeri birliklerine karşı
Hindistan ordusu Atlantik güçlerinin güdümünde bir üstünlük kozu olarak
kullanılmak istenmektedir. Hindistan’ın bugünkü yöneticilerinin bu dengeleri
görebilmesi, başkalarının çıkarları için çıkartılacak savaşlarda, masum
Hintlilerin piyon olarak ölüme gönderilmelerini önleyecektir.
Arada bulunan binlerce
kilometrelik mesafeye rağmen Türkiye ve Hindistan arasında zaman zaman yakın
ilişkiler doğmuştur. Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında halifenin ülkesi olarak kabul
edilen Türkiye’nin kurtulabilmesi için Hintli Müslümanlar Türk devletinin
kurucularına parasal yardım yapmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti bu yakın ilgi ve
desteği hiçbir zaman unutmamış ve Hindistan ile yakın ilişkileri
geliştirmiştir. Soğuk savaş döneminde Çin ile rekabet sebebiyle daha çok
Sovyetler Birliği’ne yakın duran Hindistan’ın daha sonraları bloksuz ülkelerin
öncülüğüne soyunması ve üçüncü dünya hareketinin liderliğini yapması; bir NATO
ülkesi olarak Batı’nın güdümüne giren Türkiye’yle olan ilişkilerin bir süre donmasına
yol açmıştır. Atatürk’ün başlattığı üçüncü dünya hareketine Hindistan’ın sâhip
çıkması, Türkiye’nin NATO’cu yönetimlerini ürkütmüş ve merkez sağ iktidarlar
Sovyetler Birliği’ne olduğu gibi Hindistan ve Çin’e de uzak politikalar
izlemişlerdir. Gandi ve Nehru gibi büyük önderlere sâhip olan Hindistan,
Atatürk sonrası dönemde bütün mazlum uluslara önderlik etmiş ve Batı
emperyalizmine karşı üçüncü dünyanın önderliğini yapmıştır. Birkaç tane
başbakanın teröristler tarafından öldürülmesi, Hindistan’ın hızını kesmiş ve bu
büyük ülke küreselleşme döneminde eskisi gibi liderlik yapamamıştır. Bu nedenle
de yeni dönemde Asya, Afrika ülkelerinin beraberliğinin ortadan kalktığı
görülmektedir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında
bağımsızlığına kavuşarak, Türkiye ile beraber aynı dönemde Batı tipi
demokrasiye geçen Hindistan, İngilizlerin de yardımıyla kısa zamanda Asya
kıtasının önemli demokratik ülkesi olmuştur. Bütün Asya ülkeleri sosyalist ve
antidemokratik rejimlerle yönetilirken Hindistan’ın Türkiye gibi Batı tipi
demokrasi ile yönetilmesi, iki ülke arasında hem bir benzerlik yaratmış hem de
bu nedenle kendiliğinden bir yakınlaşma doğurmuştur. Çağdaş Hindistan’ı kuran
Kongre Partisi’nin de tıpkı Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk’ün partisi
gibi benzeri ilkelere ve dünya görüşüne sahip olması, önemli bir benzerlik
yaratmış ama Türkiye’nin demokrasiye geçmesiyle beraber işbaşına gelen merkez
sağ partilerin, Atatürk’ün partisinin yapısı ve dünya görüşünden farklı bir
yapıda olması nedeniyle, Kongre Partisi yönetimindeki Hindistan ile istenen
yakın ilişkiler kurulamamıştır. Birden fazla dinin yaşadığı Hindistan’ın
Atatürk’ün getirdiği gibi laiklik ilkesini kabul etmesi, İslâm coğrafyası
içinde yer alan bu iki büyük ülkenin gene ortak bir yanı ve benzerliği olarak
gündeme gelmiş ama Batı’nın baskısı altındaki Türkiye, Hindistan’a yeteri kadar
yakın olamayınca, bu büyük ülke Asya ve Afrika ülkelerine kayarak üçüncü
dünyanın önderliğine soyunmuştur. Atatürk’ün Türkiye’sinin başlatmış olduğu bu
mazlum ülkeler siyasetini Türkiye Nato’ya girdikten sonra devam edememiş ama
Hindistan bunu sahip olduğu büyüklük ve Doğu’daki jeopolitik konumundan
yararlanarak sürdürebilmiştir. Yugoslavya ve Küba ile beraber bütün dünya
ülkelerini emperyalist Batı’ya ve Sosyalist Blok’a karşı örgütleyen Üçüncü Dünya
Hareketi, Hindistan’a evrensel alanda önemli bir liderlik pozisyonu
kazandırmıştır.
Eskiden Doğu
ülkelerine liderlik yapan Hindistan’ın artık eskisi gibi bir Üçüncü Dünya Hareketi’ne
kalkışmasına küresel merkezler izin vermek istememekte ve Hindistan’ı kendi plânları
doğrultusunda kullanmak istemektedirler. Gelecekte bu ülke hem Atlantik
güçlerinin baskısı hem de ülkeyi yönetecek ulusal güçlerin arasında kalacaktır.
Hint ulusalcıları Hindistan’ın eskisi gibi önderlik yapabilecek güçte ve
konumda olduğunu göstermek isteyecekler, Batılı emperyalistler ise, ayrılıkçı
akımlarla beraber terörü destekleyerek bu ülkenin önünü kesmeye çalışacaklardır.
Çin ve Pakistan ile olan sınır ihtilafları da zaman zaman kışkırtılarak
Hindistan’ın komşuları ile uzun süreli bir savaşa sürüklenmesi de sağlanabilir
ve böylece Hindistan’ın denetim altından çıkması önlenebilir. Afganistan ve
İran gibi sıcak sorunlar içindeki ülkelerin gelecekteki durumları da
Hindistan’ı kendi bölgesinde askeri maceralara sürükleyebilir. Kendi bölgesinde
ya da Asya’nın herhangi bir tarafında savaşa girebilecek Hindistan kendini
yönetme şansını zamanla, kaybedebilir ve İngiltere döneminde olduğu gibi Batılı
emperyal güçlerin jandarması konumuna sürüklenebilir.
Hindistan tarihi
incelendiğinde Türklerin göç ettiği ve devlet kurduğu bölgelerden birisi olduğu
görülmektedir. Gazneliler, Karahanlılar ve Babür İmparatorluğu gibi Türk
devletleri günümüzün Pakistan ve Hindistan toprakları üzerinde kurulmuştur.
Uzun süre Türk egemenliğinde kalan Hindistan daha sonra İngiliz egemenliğine
girmiş ve yirminci yüzyılın ortalarında bağımsızlığına kavuşabilmiştir. Soğuk savaşın
son dönemindeki Üçüncü Dünya önderliği küreselleşme dönemi ile beraber sona
erince, yeni dönemde ABD’nin etkin olduğu bir Hindistan gerçeği ile bütün dünya
karşı karşıya kalmıştır. Bu büyük ülkenin geleceği bir anlamda dünyanın
geleceğini de belirleyecektir. Ya bir kutup başı olarak çok kutuplu dünyada yeni
dengelere oynayacak ve böylece dengelerin bozulmasını önleyecek, ya da Atlantik
güçlerinin denetiminde diğer kutuplara karşı kullanılan bir askerî güç hâline
dönüşerek; günümüzde yeniden Atlantik hegemonyasının devam etmesine katkı
sağlayacaktır. Hindistan’ın bu açıdan geleceğine Hint halkı karar verecektir.
Bilgisayar teknolojisi ile ABD’ye bağımlı kılınan Hindistan’ın bağımsız bir
siyasal güç ya da kutup başı olmasına emperyalist kapitalizmin patronlarının
izin vermeyeceği anlaşılmaktadır. Bu baskı çemberinin kırılabilmesi Hint
halkının siyasal bilinci ile Hindistan’ı yönetecek siyasal kadroların cesareti
ve dürüstlüğüne bağlı görünmektedir.
Son ABD başkanlık
seçimleri nedeniyle Hindistan bir başka süreç içinde yeniden dünya kamuoyunun
önüne gelmiştir. Daha önceki dönemde bir Afrikalı zenciyi başkan seçen ABD, bu
kez bir ABD’li kadın savcıyı başkan yardımcılığı makamına seçmiştir. Bir zenci
sonrasında kadın başkan aranırken, Hint asıllı bir kadın savcının gündeme
gelmesi, yeniden dünya egemenliğine soyunmuş olan Amerikan devletinin yeni
dönem stratejileri doğrultusunda gerçekleşmiştir. Yeni dönemde ABD dünya
üstünlüğünü kaybederken, Çin yeni süper güç olarak küresel hegemon konumuna
gelmiştir. ABD eskisi gibi süper güç konumunu sürdürmek üzere Çin’e karşı Rusya
ile yakınlaşmıştır. Ne var ki, benzeri bir girişimi Çin Hindistan ile doğu
bölgesi ortaklığı için gündeme getirince, bir Atlantik emperyalisti olan
ABD İngiltere gibi Hindistan’ı yanına
çekmeye ağırlık vermiş ve bu doğrultuda Amerika ile Hindistan arasında yeni bir
köprü kurulabilmesi için savcılıktan gelen bir Hint asıllı ABD vatandaşı
hanımefendinin başkan yardımcılığına getirilmesi seçim sonuçları ile
kesinleşmiştir. Dünyanın geleceğinde bir üçüncü dünya savaşının nasıl çıkacağı
tartışılırken, ABD Rusya’yı bir doğu-batı çekişmesinde yanına alırken, benzeri
bir hakkı Çin’in elinden almak üzere Hindistan ile de yeni yakın ilişkiler
kurabilmenin arayışı içine girmiştir. Üçüncü dünya savaşının ABD-Rusya
ortaklığı ile Çin-Hint ortaklığı arasında olması gibi bir ihtimalin ABD
seçimleri sonrasında tartışılmaya başlanması ile birlikte, Hindistan’ın
jeopolitik konumunun eskisine oranla fazlasıyla arttığı görülmekte ve ABD’nin Kamala
Harris isimli bugünkü başkan yardımcısını gelecekte başkanlığa getirerek, ABD-Rusya
ortaklığına Hindistanı’da dahil ederek Çin’i yalnız bırakabilmenin çabası
içinde olduğu bugünden görülebilmektedir. ABD, Avrupa Birliği, Brezilya, Rusya,
Çin ve Hindistan’ın öne çıktığı yeni kutup merkezi ülkelerine gelecekte
Avustralya, Kanada ve Güney Afrika gibi büyük ülkelerin de katılmaları
beklenebilir. Böylece yeni dünya düzeni birçok kutupluluk çekişmeleri sürecine
doğru yönlenmeye başlamıştır.
Türkiye yeni dönemde ortaya çıkan bu gibi gelişmelerin kendisini nasıl etkilediğini iyi görmek durumundadır. Pakistan ile din kardeşliği yüzünden Türkiye dünyanın en büyük ülkelerinden olan Hindistan ile her zaman için uzak düşmüştür. Yeni dönemde Hindistan ile de barış ve iş birliği antlaşması imzalanmalıdır. ABD’nin Rusya’dan sonra Hindistan’ı da yanına çekerek hareket etmesi ve giderek Hint okyanusunu bir savaş alanı haline getirmesi üzerine Türkiye gerekli olan önlemlerini alarak kendisinin ve diğer komşu ülkelerin bölgesel güvenliğini yeni alternatif yaklaşımlar doğrultusunda eskisinden daha güçlü bir biçimde tesis edebilmelidir. Yeni kutup merkezi olan Hindistan ile yeni durumlara uygun ilişkilerin bir an önce geliştirilmesi gerekmektedir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder