DE-KEMALİZASYON
Türkiye Cumhuriyeti, Birinci Dünya Savaşı sonrasının Kemalizasyon döneminin ürünü olarak, bütün bir yirminci yüzyılda varlığını korumuştur. Ne var ki, Sovyetler Birliği’nin dağılması üzerine gündeme getirilmiş olan küreselleşme döneminde, Atatürk’ün devlet modelinin giderek zorlandığı ve uluslararası alanda estirilen batılı emperyalist ve Siyonist rüzgarlar doğrultusunda ortadan kaldırılmaya çalışıldığı gözlemlenmektedir. Atatürk’ün devlet modeli nasıl ki bir Kemalizasyon sürecinin sonucunda Misakı Milli sınırları içerisinde kurulduysa, Kemalist Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı hedefleyen emperyalist ve Siyonist merkezler de bu kez bu durumun tamamen tersi bir durumda De-Kemalizasyon sürecini başlatarak, bilinçli psikolojik savaş manevralarıyla uygulama alanına zorlamalar yapmaktadırlar. Bu doğrultuda yetiştirmiş oldukları liberal, gayrimüslim ve şeriatçı kadroları, Atatürk Cumhuriyetine karşı seferber ederek daha önceden kendi araştırma ve düşünce merkezlerinde hazırlamış oldukları De-Kemalizasyon politikalarını küresel sermaye aracılığı ile denetim altında tuttukları basın ve medya kanalları üzerinden Türkiye kamuoyuna aktarmaktadırlar. Bütün hedef Atatürk Cumhuriyetini ortadan kaldırmak olduğu için bu doğrultuda akla gelen bütün yol ve yöntemleri De-Kemalizasyon doğrultusunda kullanarak Türk devletini ve toplumunu kendi çıkar düzenleri doğrultusunda değişime zorlamaktadırlar. Böylesine bir çıkmazın içine emperyalizm ve onun yerli işbirlikçisi mandacı kadrolar nedeniyle sürüklenen Türkiye Cumhuriyeti son yirmi yıldır ciddi bir var olma ve yok olma kavgası vermek durumunda kalmıştır. Avrupa, Amerika ve İsrail üzerinden Türkiye’yi değişime zorlayan bütün siyasal girişimlerin tamamı, Türkiye Cumhuriyeti’ni Atatürk ilkeleri ve O’nun devlet modelinden uzaklaştırmayı hedeflediği için, Türk devleti ve toplumu son yıllarda ciddi bir De-Kemalizasyon süreci yaşamıştır. Emperyalizmin Siyonizm ile iş birliği yaparak Türkiye için hazırlamış olduğu tuzakların hemen hepsi De-Kemalizasyon uygulamalarının birbiri ardı sıra gündeme getirilmiş ve Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti ile Türk ulusunun yaşama hakkı elinden alınmak istenmiştir. Ne var ki, cumhuriyet kuşaklarının bilinçli davranışları ve direnişi ile istenen tasfiye gerçekleşememiş ve Türk devleti yirminci yüzyılın ilk yıllarında gene Atatürk’ün devlet modeli ve ilkelerinin anayasal güvence altına alınmış olduğu siyasal yapılanma ile yoluna devam edebilme şansını korumuştur.
Kemalizasyon bir anlamda politizasyon
gibi Türk toplumunun belirli siyasal ilkeler doğrultusunda ayağa kaldırılması, eğitilmesi
ve yönlendirilmesi anlamına gelmektedir. Bu doğrultuda, Türk devletinin
kurucuları çağdaş anlamda bir cumhuriyeti kurma hedefi doğrultusunda ulusal, üniter,
merkezi ve laik bir devleti dünyanın merkezi coğrafyasının ortasında yer alan
Anadolu üzerinde kurarlarken, Fransız Devriminin yaratmış olduğu batı
uygarlığından en üst düzeyde yararlanmışlardır. Fransız ve Amerikan
devrimlerinin batı dünyasında yaratmış olduğu gelişme ve kalkınmanın Anadolu
yarımadasına getirilmesi hedeflendiği için batı ülkelerindeki politizasyon
çağdaş bir Cumhuriyet rejimi oluşturabilme doğrultusunda Kemalizasyon uygulamaları
ile Türk ulusuna ve devletine kazandırılmak istenmiştir. Az zamanda çok işler
yapılması bir ilke olarak benimsenmiş ve Cumhuriyetin kuruluş yılları, savaş
sonrası dönemde olağanüstü bir seferberlik uygulamaları ile dolu olarak
geçmiştir. Atatürk’ün onuncu yıl söylevi bu durumu açıkça gösteren bir belgedir.
Yokluklar ve engeller karşısında durulmamış aksine olayların üzerine gidilerek
kısa bir zaman dilimi içerisinde çağdaş bir cumhuriyet devletinin Avrupa
kıtasının yanı başında yaratılabilmesinin önü açılmak istenmiştir. İkinci dünya
savaşı çıkmadan devletin kuruluşu ve toplumun cumhuriyet devrimi doğrultusunda
yeni baştan yaratılması girişimleri yoğun bir Kemalizasyon süreci ile
tamamlanmaya çalışılmıştır. Bu nedenle, Türk devleti için bir Kemalizasyon
sürecinin eseri olduğu biçiminde tanımlama getirilebilir. Hiç yoktan böylesine
bir devlet yaratılabilmesi ancak yoğun bir Kemalizasyon ile mümkün olabilmiştir.
Kemalizasyon, Atatürk’ün önderliğinde, O’nun beş bin kitabı okuyarak elde ettiği
tarihsel ve siyasal birikimi kendi ülkesine planlı bir biçimde aktarması sayesinde
gerçekleştirilebilmiştir. O dönemin olumsuz koşulları dikkate alınırsa, gerçekleştirilen
Kemalizasyon yapılanmasının ne derece önemli bir devrimci atılım olduğu açıkça
ortaya çıkmaktadır. Dünya tarihinde gerçekleşmiş olan bütün devrimci
atılımların ne derece yoğun bir politizasyona dayandığı dikkate alınırsa, Türk
toplumundaki politizasyonun da Kemalizasyon olarak gerçekleştirildiği
söylenebilir. Atatürk ve arkadaşları bir dünya savaşı sonrasında yıkılmış olan
imparatorluk düzeninin geride kalan harabaleri üzerine çağdaş bir cumhuriyeti devrimci
bir atılımla gerçekleştirirken politizasyon anlamında bir Kemalizasyon
uygulaması yapmışlardır.
Kemalizm bir siyasal ideoloji olduğu içindir ki, temelde siyasal bir devrimci eylemin adı ya da ideolojisi olarak görülebilir. Bu yönü ile Kemalizasyon bütünüyle bir politizasyon örneğidir. Çağdışı kalmış bir toplumu çağdaş bir devlet düzenine kavuşturmak, dağılmış olan çok kültürlü bir imparatorluk toplumu yapısında ulusal bir hareket devlet yaratabilmek ancak ciddi bir politizasyon ile mümkün olabilirdi. Türkiye’de böylesine geniş çaplı bir yeniden yapılanma Mustafa Kemal’in önderliğindeki kurucu kadronun girişimleri sayesinde Kemalizasyon olarak gerçekleştirilmiştir. Politizasyon dar anlamda halk kitlelerinin siyasete olan ilgilisinin artırılması ve bu ilgi artışı ile beraber sosyal toplumun siyasal topluma dönüştürülmesidir. Politizasyon dönemlerinde halkın siyasete olan ilgisinin artırılması esastır. Bu doğrultuda Fransız siyaset bilimcisi Georges Vedel de-politizasyon olgusu ile yakından ilgilenerek siyasete olan ilgisizliğin bir efsanemi yoksa bir realitemi olduğu konusunda önemli bir makale yayınlamıştır. Vedel’e göre de-politizasyonun ne anlama geldiğini kavrayabilmek için ciddi boyutlarda kamuoyu araştırmalarına gereksinme bulunmaktadır. Bir toplumun hangi durumda olduğu kesin hatlarıyla belirlenmeden, o toplumun siyasallaşmada ya da siyasal toplumsallaşmada ne gibi ilerlemeler ya da gerilemeler geçirdiğini ortaya koyabilmek gerçekçi bir biçimde mümkün değildir. Bir toplum üzerinde sözlü sorularla yapılacak anket araştırmaları halkın gerçek düzeyini ortaya koyacağı için, bu araştırma sonrasında yapılacak yeni anket çalışmaları politizasyon ya da tamamen tersi bir doğrultuda de-politizasyon durumlarını karşılaştırmalı bir biçimde ortaya koyabilecektir. Siyasetle olan ilginin bir toplum içinde artırılması ya da azaltılması belirli politik yaklaşımlarla gerçekleştirildiği için, siyaset oluşturan merkezler politizasyon ya da de-polyitizasyon doğrultusunda yeni karalar alarak tamamen eskisinden farklı uygulamalara yönelebilirler. Dünya ülkelerindeki çeşitli dönemler ya da siyasal oluşumlar karşılaştırılarak bu doğrultuda kararlar verilebilmektedir.
Bazı ülkelerde devletler toplumdaki
siyasete olan ilginin azaltılması ya da artırılması için kararlar alarak bu
doğrultuda yeni uygulamalara yönelebilirler. Özellikle, Türkiye’nin yaşamış
olduğu son askeri yönetim sırasında batı emperyalizminin dayatmalarıyla Türk
hükümetlerinin ciddi bir de-politizasyon uygulamasına yöneldiği anlaşılmaktadır.
Eski bir dış işleri bakanının ağzından kaçırdığı gibi de-politizasyon
hedeflendiği için ülkede gerçekleri kamuoyundan saklayan ve daha çok gizli ve
saklı yöntemlerle ülkenin yönetimine dönük adımların atıldığı anlaşılmaktadır.
Ülke batı emperyalizminin güdümünde bir yerlere doğru sürüklenirken, halk
kitlelerinin bu durumun farkına varmaması için gerçek dışı ya da tamamen reel
politiğin göstergelerine ters düşen yönlerde hükümet uygulamaları yapılmıştır.
Özellikle son askeri dönemde halkın ilgisi teröre yönlendirilirken, Türkiye
Cumhuriyeti’ni batı emperyalizmine sömürge düzeyinde bağımlı kılacak
politikalar Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal çıkarlarına ters düşecek bir doğrultuda
teker teker devreye sokulmuştur. Halk askeri yönetim sayesinde terörden
kurtulduğunu zannederek rahatlarken, askeri yönetimi kullanan batı emperyalizmi
ve siyonizm Türkiye’yi ciddi boyutlarda sömürgeleştiren uygulamaları birer
birer devreye sokmuştur ki, böylesine bir olumsuz gelişme ancak de-politizasyon
ile sağlanabilmiştir. Ülkede de-politizasyon dönemi açılırken, batı emperyalizmi
bu durumdan olabildiğince fazlasıyla yararlanmış halkı aldatarak pasifize eden
de-politizasyon döneminde Atatürk Cumhuriyetini tasfiye eden de-Kemalizasyon girişimlerine
de ağırlık verilmiştir. Türk devleti bir anlamda batı emperyalizminin kendisini
mahkûm ettiği de-politizasyon döneminde fazlasıyla de-Kemalizasyon uygulamalarına
hedef olmuştur. Bir anlamda bir Nato harekâtı olarak gündeme gelen 12 Eylül
dönemi, de-politizasyon ile beraber de-Kemalizasyonuda beraberinde getirmiş ve Türk
devleti ile beraber Türk Silahlı Kuvvetlerini de Atatürk’ün yolundan ayırmaya
çalışmıştır. Bu çerçevede, 12 Eylül NATO harekâtı için, de-politizasyon
görünümlü de-Kemalizasyon dönemi olarak bir tanımlama getirmek mümkündür. Bu
dönemde Amerika Birleşik Devletleri ile beraber İsrail’in de Türkiye üzerinde
etkilerinin arttığı ve Türk devletinin emperyalizm üzerinden Siyonizm’e giderek
bağımlı bir duruma geldiği söylenebilir. Beş bin insanın teröre kurban
verilmesi üzerine getirilen bu askeri dönemde, Türk halkının ulusal çıkarlarına
ters düşen girişimlerin ABD ve İsrail baskısı ile gündeme getirilmesi ve bunun
için de Nato’nun bir baskı aracı olarak kullanılması, Türkiye’ye
de-politizasyon görünümlü bir de-Kemalizasyon dönemi yaşatmıştır. Bugün Türkiye’nin bir yarı sömürge durumuna gelmiş ülke konumuna düşmüş olmasının
arkasında de-politizasyon görünümlü de-Kemalizasyon girişimlerinin rolü
bulunmaktadır.
Genel olarak emperyalizm tarihi
incelenirse, batılı emperyal devletlerin dünya ülkelerini daha kolay
yönetebilmek üzere de-politizasyona öncelik verdikleri görülmektedir. Siyasetin
yokluğu ya da siyasetten uzaklaşma anlamındaki de-politizasyon, sömürge
ülkelerinin halklarında siyasete karşı bir ilgisizlik yaratarak uygulama alanına
getirilmektedir. Böylesine bir ilgisizlik için ülke halkları ya terör ile korkutulmakta
ya da ağır ekonomik koşullara ya da krizlere mahkûm edilerek, geçim derdi yapay
olarak yaratılmaktadır. Bütün ömrü ekmek parası ardında koşmak olan halk
kitlelerinin siyasete ayıracak zamanı kalmamakta ve bu doğrultuda siyaset
zengin ve ayrıcalıklı kesimlerin tekelinde kalmaktadır. Bu durum bilinçli
olarak yaratıldıktan sonra, komprador burjuvazi anlamında bir işbirlikçi ve
mandacı entellektüel takımı çeşitli çıkarlar doğrultusunda yaratılarak ülke
Truva atları aracılığı ile dışarıdan yönetilir bir konuma getirilmektedir. Ülke
düzeyinde estirilen de-politizasyon rüzgârları halk kitlelerini siyasetin
dışına itmekte, işbirlikçi zengin bir mandacı takımını emperyalizmin güdümünde
iktidara getirmektedir. Batı emperyalizminin bütün dünya ülkelerinde başarıyla
uygulamış olduğu bu sömürgeleştirme politikalarına, Türkiye’de de ara
dönemlerin katkılarıyla de-Kemalizasyon olarak devam etmişlerdir. Bu nedenle de-Kemalizasyon
Türkye’ye karşı uygulanan de-politizasyon olarak görülebilir. Batı emperyalizmi
ve siyonizm Atatürk’ün Cumhuriyetini
içeriden ele geçirirken, kendi yetiştirdiği politikacıları Truva atı olarak devletin başına getirmiş ve
Türkiye Cumhuriyetini Atatürk’ün yolundan uzaklaştırmak üzere ciddi bir
de-Kemalizasyon sürecine mahkum etmiştir.Son dönemde yaşanan siyasal gelişmeler
bu durumu açıkça ortaya koyduğuna göre
artık Türk devletinin ve Türk ulusunun
yeni bir değerlendirme yapmasının ve batılı ülkelerle ilişkilerini
yeniden gözden geçirerek daha ulusal çıkarlarına uygun düşen bir ilişki
düzeninin kurulmasının zamanı gelmiştir .Yıllarca Türk toplumunu politikadan
uzak tutan ve yerli işbirlikçileri
aracılığı ile Türkiye’yi kafa kol altında tutan bir emperyalist dönemin artık
sona ermesi gerekmektedir. Depolitizasyon dönemleriyle Türkiye’yi ciddi bir
de-Kemalizasyona mahkûm eden batı emperyalizmi ve siyonizme artık Türk devleti
ve halkının tepki göstererek direneceği açıktır. Hiçbir batılı ya da dış güç,
Türkiye’ye eskisi gibi gerçeklere ters düşen bir olumsuzluğu yeni
dönemde yaşatamayacaktır.
Siyaset bir anlamda geleceğe dönük umutlar anlamına gelmektedir. Her insan gibi bütün toplumlarda gelecekten bir şeyler beklemektedirler. Bu doğrultuda insanların ve toplumların gelecekten umutlarını kesmek mümkün değildir. Yarınlardan bir şeyler bekleyen insanların ve toplumların siyasete ilgi göstermesi doğaldır. Herkes ve her grup kendi çıkarları doğrultusunda siyasete özgür bir biçimde girebilirse o zaman siyasetten beklentiler artacağı için, toplumda politikaya olan ilginin yükselmesi anlamında bir politizasyon görülebilecektir. Siyasetten beklentilerin geleceğe dönük umutlar doğrultusunda artmasıyla politizasyon belirli bir bilinçlenmeye yol açacağı için emperyalizmin dünya ülkelerine girmesi ve bunları denetimi altına alabilmesi giderek zorlaşacaktır. Bu nedenle dış güçler ve emperyal devletler gerek terör gerekse ekonomik kriz ve medya aracılığı ile yürütülen psikolojik savaş senaryoları ile siyasete olan ilgiyi azaltarak ya da başka yönlere çekerek halkın siyasetten olan beklentilerini önlemeye çalışmaktadırla. Bir anlamda medya ve basın aracılığı yürütülen gerçeklere aykırı uyutucu ve ilgiyi gerçek dışı alanlara çekici projeler de de-politizasyonun farklı uygulamaları olarak gündeme gelmektedir. Özellikle batı emperyalizmi, insanları uyutan Brezilya dizileri ya da metafizik ve gerçek dışı olguları öne çıkaran bazı senaryolarla halk kitlelerinin uyutulmasını ve uyuşturulmasını sağlamakta, açlığa ve işsizliğe mahkûm ettiği yoksul halk kitlelerini medya kanalları önünde saatlerce çekilişleri beklemeye mahkûm ederek gene siyasete olan ilginin öne çıkmasını dolaylı yollardan önlemeye çalışmaktadır. Siyasal konuların ya gerçeklere aykırı biçimde ya da magazinleştirilerek kamuoyuna yansıtılması bilinçli olarak tezgâhlanmakta ve halkın beklentileri ve heyecanları başka alanlara kaydırılarak, siyasete olan ilginin yükselmesine izin verilmemektedir. Dünya sinema endüstrisi ve medya kanallarında yüzde seksen oranlarında ABD yapımı film ve programlara yer verilerek halk kitlelerinin uyutulmasına devam edilmek istenmektedir. Amerikan sinema endüstrisinin merkezi olan Hollywood genel olarak bütün dünya sinema ve medya kanallarının üzerinde tek egemen güç olarak korunmak istenmekte, bu duruma karşı çıkan hükümetler ya da yönetimlerin işbaşından uzaklaştırılmaları sağlanmak istenmektedir. De-politizasyon için basın, medya, sinema gibi alanlar ile beraber bütün yayınlar da denetim altına alınmak istenmekte ve böylece kamuoyunun bütünüyle kontrol altına alınmasıyla beraber halkın siyasete olan ilgisi düşük derecelerde tutulmaktadır. Böylece de-politizasyon dolaylı yollardan sağlanırken, dünya toplumları emperyalizmin güdümünde bir kadere mahkûm edilmektedirler. De-politizasyon beraberinde kolonizasyon sürecini gündeme getirmekte ve bu yoldan bütün dünya ülkeleri batı merkezli emperyalizmin baskısı ve güdümü altında tutulmaktadır. Siyasetdışı kalmış kitleler daha kolay yönlendirilebildiği gibi, işbirlikçi ve mandacı politikacıların da ülke siyasetini daha kolay bir biçimde dış yönlendirmeler doğrultusunda yürütebilmesinin önü açılmaktadır. Siyasete ilginin düşürüldüğü toplum yapılarında bilinçsizlik devam edeceği için ciddi bir muhalefet olmayacak, halkın karşı duramadığı bir siyasal yapıda her türlü emperyal ve işbirlikçi girişimin önü açılacaktır. Bu nedenle emperyalizm her açıdan de-politizasyonu bütün dünya ülkelerinde açık ve dolaylı yollardan desteklemektedir. Ara rejimler ve askeri yönetimler ise de-politizasyonun daha kolay sağlanmasına yardımcı olmaktadır. Bu açıdan Türkiye’de yaşanmış olan 12 Eylül ara rejimi en önemli örneklerden birisidir. 12 Eylül’ün de-politizasyon günlerinde Türkiye en üst düzeyde de-Kemalizasyon sürecine mahkûm edilmiştir. Atatürk adına her yerde gösterişli heykeller açılırken, Atatürk ilke ve devrimlerinden gizlice en önemli ödünler verilebilmiştir. Türkiye bugünkü de-Kemalizasyon durumuna en fazla 12 Eylül’ün getirdiği de-politizasyon döneminde sürüklenmiştir.
De-politizasyon anlamında
de-Kemalizasyon son dönemlerde işbaşına gelen bütün iktidarlar tarafından
bilinçli bir doğrultuda uygulanmıştır, çünkü Türkiye’de iktidara gelebilmek
için siyasete soyunan, parti kuran ya da bir partinin başına geçen kadrolar hep
iktidar kapısını Atlas okyanusunun iki kıyısında aramışlardır. Atlantik icazeti
ile hükümetlerin belirlendiği bir konuma sürüklenen Türkiye Cumhuriyetinde,
siyasal iktidarlar ister istemez Atlantik emperyalizminin Avrasya ya da Orta
Doğu politikalarına alet olmuşlar ve bu
nedenle de Atatürk’ün yolundan ayrılmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti anayasasının
değişmez maddelerinde yer alan Atatürk’ün devlet modeline ters düşen
girişimleri Atlantik emperyalizminin ve Siyonizm’in baskıları ile gündeme
getiren siyasal iktidarlar ister istemez Atatürk’ün yolundan ayrılarak ciddi
bir de-Kemalizasyon politikalarına alet olma konumuna sürüklenmişlerdir. Bu
nedenle Türk devleti son zamanlarda fazlasıyla devlet ve hükümetlerin karşı
karşıya geldiği bunalım noktalarına sürüklenmiştir. Bir yanda Atatürk’ün devlet
modeline dayanan anayasal düzen ile diğer yanda Atlantik emperyalizmi ile
siyonizmin Türkiye’yi kendi çıkarları doğrultusunda dönüştürmek için baskı
uyguladıkları emperyal projeler nedeniyle Türkiye birbiri ardı sıra gerilimli
dönemler yaşamak zorunda kalmıştır. Atatürk’ün devlet modeli ile ters düşen
bütün siyasal girişimler ve yeni yasa çalışmalarının tamamı Türkiye Cumhuriyeti’ni
ve Türk ulusunu ciddi bir de-Kemalizasyon sürecine mahkûm etmektedir. 12 Eylül
döneminde de-politizasyon ile başlatılan kolonizasyon döneminde, de-Kemalizasyon
tırmandırılarak Türkiye’nin kolonizasyonu tamamlanmak istenmektedir. Atılan her
adım dış destekli ya da dış plana uygun olduğu bir dönemde, Türkiye yeni bir
sömürge olarak dünyanın merkezi coğrafyasında Atlantik emperyalizmi ve siyonizm
tarafından kullanılmak istenmektedir. Türk halkının asla kabul etmeyeceği
böylesine olumsuz bir duruma Türkiye’yi düşürmek isteyen dost ve müttefik görünümlü
emperyalist kadroların, Türk devletini de-Kemalizasyon sayesinde tasfiyeye
doğru sürükledikleri artık açıkça ortaya çıkmıştır.
Atatürk döneminde Türkiye’nin kazanmış
olduğu her şey Türklerin elinden alınmak istenmektedir. Atatürk devrimleri teker
teker ortadan kaldırılırken, Atatürk ilkelerine ters düşen birçok aykırı
girişim de dış destekli işbirlikçi kadrolar aracılığı ile hızlı bir biçimde
tezgahlanarak Atatürk cumhuriyeti ortadan kaldırılmak istenmektedir. Kemalizm
bir devrimin ideolojisi olarak Türk halkını Kemalizasyon süreci ile nasıl
çağdaş bir ulus devlete sahip kıldı ise bugün tamamen tersi bir yapıda de-Kemalizasyon
ile Türk ulusunun ve devletinin kazanımları teker teker geri alınmak
istenmektedir. Küreselleşme sonrasında de-Kemalizasyon süreci en üst düzeye
çıkmış ve dış desteklerle tırmandırılarak Atatürk Cumhuriyetinin tasfiyesi
amacıyla kullanılmıştır. Laik devletin ortadan kaldırılması, üniter yapının
bozulması, ulusal toplumun alt kimliklerle dağıtılması, merkezi devletin yerel
yönetimler aracılığı ile ortadan kaldırılması, özelleştirme görünümünde Türk
ekonomisinin önde gelen kuruluşlarının yabancılara peşkeş çekilmesi gibi en
ciddi tehditler, de-Kemalizasyon süreci sayesinde Türkiye’ye karşı
kullanılmıştır. Şimdi gelinen noktada emperyalizm ve yerli işbirlikçileri
sayesinde Atatürk’ün devlet modelinin yarı yarıya ortadan kalktığı bir döneme
girilmiştir. Önümüzdeki dönemde ya bu de-Kemalizasyon süreci devam edecek ve
Atatürk’ün devletinin geri kalan yarısı da ortadan kalkacak ya da bu olumsuz
süreç Türk ulusunun tepkileri ile durdurularak, Türk ulusunun dünyanın merkezi
coğrafyasında yeniden bağımsız ve onurlu bir siyasal düzen içerisinde
yaşayabilmesi için, yarım kalan Kemalist devrimler tamamlanacak ve bunun için
de Türk devleti bütün ulusal güçlerle beraber hareket ederek yeni bir Kemalizasyon
dönemli başlatılacaktır. Unutulmamalıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti Türk halkının
ulusal kurtuluş savaşı ile politize edilmesi ve daha sonrasında da Kemalizasyon
sürecinin devletin öncülüğünde uygulanması sayesinde bu coğrafya da
kurulabilmiştir. Atatürk’ün önderliğinde gerçekleşen bu olumlu kazanımlar
sürecin, Atatürk sonrasında devam edememesinin nedenleri üzerinde durarak Türk
toplumunun bir genel değerlendirme yapmasının zamanı gelmiştir.
Küreselleşme ile başlatılmış olan beş büyük proje yirmi yıl sonra iflas etmiştir. Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinin batı hegemonyasından kopmasından sonra artık ABD merkezli bir küreselleşmeden söz edilemez. Küresel sermayenin çıkarları için oluşturulmak istenen tek merkezli küreselleşme artık durmuştur. Bu doğrultuda gündeme gelen Avrupa birliği projesi de iflas etmiştir. Fransa artık ABD ve İsrail ile beraber davranmakta, Almanya ise yeni bir Prusya ve Rusya ittifakına yönelmektedir. On yıllık işgal ve saldırıdan sonra ABD’nin Büyük Orta Doğu projesi Irak çöllerinde kumlara gömülmüştür. Afganistan’da asıl olarak Çin’e karşı izlenen Taliban ile sürdürülen savaş stratejisi iflas ettiği için artık ABD’nin bir Avrasya projesinden söz edebilmek de mümkün olamamaktadır. Ayrıca batı hegemonyası üzerinden gerçekleştirilmek istenen Büyük İsrail Projesi de son Gazze katliamları ile bitmiştir. Bütün dünyayı ve dünyanın merkezi coğrafyasını tehdit etmekte olan batı merkezli emperyal projelerin teker teker iflas ettiği bu aşamada, Türkiye’yi bu projelere uygun bir yapıya dönüştürmeyi hedefleyen de-Kemalizasyon sürecinin de bitmesi gerekmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında batı merkezli emperyalist uygulamaların Türkiye’ye zorla dayatmış olduğu de-Kemalizasyonun sona erdirilmesinden sonra, Türkiye’yi toparlayacak ve Türk devletini yeniden eski gücüne kavuşturacak ikinci bir kemalizasyon döneminin başlatılması gerekmektedir. De-Kemalizasyonun sona erdirilmesinden sonra başlatılacak ikinci Kemalizasyon döneminde, Türk devletinin yeniden Atatürk dönemindeki gücüne kavuşabilmesi için ciddi bir ulusal programa gereksinme bulunmaktadır. Yıllarca AB üzerinden Türk devletini tasfiye eden emperyalist programları ulusal program diye Türk halkına yutturan işbirlikçi mandacı kadrolara karşı, ulusal, laik ve çağdaş kadroların önderliğinde başlatılacak ikinci Kemalizasyon döneminde, Atatürk’ün devlet modeli güçlendirilerek yenilenecek ve merkezi coğrafyada yer alan bütün eski Selçuklu ve Osmanlı bölgesindeki devletlere örnek olacak ciddi bir bölgeselleşme planının gerçekleştirilmesinde Türkiye merkez ülke olarak komşularına ve yakın akrabası olan ülkelere örnek oluşturacaktır. Dünyanın merkezi coğrafyasındaki otorite boşluğunun doldurulması ve bu bölgedeki emperyalist terör, saldırı ve savaş senaryolarının devre dışı kalabilmesi için Türkiye’yi zayıflatan de-Kemalizasyonun durdurulması gerekmektedir. Bu olumsuz sürecin durdurulmasından sonra, ikinci aşamada başlatılacak yeni bir Kemalizasyon dönemi ciddi ve gerçekçi bir ulusal toparlanma ve kalkınma planı ile desteklenmelidir. Türk devleti tıpkı Atatürk’ün döneminde olduğu gibi yeni ulusal kalkınma ve sanayileşme programlarına gereksinme duymaktadır. IMF ve Dünya bankası aracılığı ile Türkiye’yi sömürgeleştiren programlara bir an önce son verilmeli ve Atatürkçü kalkınma ve sanayi programları ile ikinci Kemalizasyon dönemine geçilerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin dünyanın merkezi alanında oluşacak bir bölgesel birliğin merkezi ana gücü olması sağlanmalıdır. Bunun için de bir an önce de-kemalizasyon sürecinin bitirilmesi acilen yaşamsal önem taşımaktadır. Türk ulusu ve devletinin bu durumu önümüzdeki dönemde değerlendirerek gereken önlemleri alacağı beklentisi giderek yükselmektedir. Artık de-politizasyon ya da de-Kemalizasyon olmayacak ama Kemalist Cumhuriyet ilelebet payidar kalabilmek üzere, yirmi birinci yüzyılda yoluna bağımsız bir devlet olarak devam edecektir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Sayın Hocam ;
YanıtlaSilDeğerli bilgilendirmenize tesekkur ediyorum.
Saygılar
Ayse Uygur