ANKARA KALESİ
Orta Doğu haritasına bakıldığı zaman
Türkiye, İran ve İsrail dışındaki bütün devletlerin Arap asıllı oldukları ve bu
nedenle de bölgede büyük bir Arap nüfusunun bulunduğu görülmektedir. Arapların
bu büyük çoğunluğuna karşılık, bölgenin çevresinde yer alan Türkiye ve İran,
Arap olmayan ülkeler olarak yüzlerce yıl varlıklarını sürdürmüştür. Yahudiler
iki bin yıl sonra merkezi coğrafyaya dönerek, İngiltere ve Amerika Birleşik
Devletleri desteği ile üçüncü kez kendi devletlerini kurarlarken, merkezdeki iç
kuşağın taşıdığı Arap ağırlığına karşılık, merkez dışı kenar
kuşaktaki Türkiye ve İran devletlerini bir anlamda kendileri için bir destek
unsuru olarak görmüşlerdir. Bu çerçevede, İsrail Devletinin kuruluşundan sonra
Türkiye ve İran ile yakın ilişkilere girdiği ve Arap dünyası ortasında yeniden
kurulan Yahudi devletinin geleceği için Türkiye ve İran’ı, Araplara karşı bir
denge unsuru olarak kullanmağa başladıkları görülmüştür. İkinci Dünya
Savaşı’nın hemen sonrasında ABD bölgeye gelirken Sovyetler Birliği, İran’ın
batısında kendine bağlı bir Kürt devletini Mehabad Cumhuriyeti olarak
ilan etmiş, ama İngiltere ve ABD ikilisi, uluslararası Siyonist lobilerin
yönlendirmeleriyle bu yeni devleti ortadan kaldırarak, Orta Doğu’da Sovyetler
Birliğinin üstünlük sağlamasını önlemiştir. Bugün yaşanmakta olan olaylar
açısından konuya bakıldığında, İkinci Dünya Savaşı sonrasında bölgenin yeniden
düzenlenmek istendiği anlaşılmakta ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere
ile Fransa’nın beraberce çizdikleri harita eskimektedir. İsrail’in kuruluş
döneminde Türkiye ve İran Yahudilerin Arap çoğunluğa karşı en büyük dayanağı
olmuştur. Bugün İran’a savaş açarak, Türkiye’yi de karşısına almak durumunda
olan İsrail Devletinin, kuruluş sürecinde en büyük destek gördüğü Türkiye ve
İran’ın katkılarını hatırlamaması, dünya barışı açısından gerçekten umut kırıcı
bir durum yaratmaktadır.
Türkiye ve İran, Arap toplumlarına sahip
olmamalarına rağmen büyük çoğunluğu Müslüman toplum yapılarına sahip iki komşu
Orta Doğu devletidir. İran Devleti Milattan Önceki Pers İmparatorluğunun çağdaş
devamı olarak varlığını sürdürürken, Türkiye Cumhuriyeti batı emperyalizminin
Siyonizm ile işbirliği yaparak yıkmış olduğu Osmanlı İmparatorluğunun devamı
olan Türk Devletidir. Türk Devleti imparatorluk sonrasında onurlu bir kurtuluş
savaşı yapılarak kurulan üniter, ulusal ve merkezi bir devlet modeli özelliğini
taşımaktadır. Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında, kurucu iradeyi temsil eden
kurucu devlet başkanı tarafından oluşturulan bu devlet modeli, aynı zamanda
Kemalist ilkeler içerikli Cumhuriyettir. Son Osmanlı meclisinde belirlenen Misakı
Milli sınırları içinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin bu özelliği, Orta
Doğu ve Avrasya bölgelerinin Türk ve Müslümanların çoğunluğu açısından da örnek
özellik taşımaktadır. Kısacası Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk
tarafından Türk ulusu adına kurulan Kemalist devlettir. Türk Devleti, Kemalist
modeli ile yüz yıla yakın bir süre varlığını korumuş, İkinci Dünya Savaşı ve
soğuk savaş dönemlerini atlatmış, küresel emperyalizm çağında da hem varlığını
hem de kurucu irade tarafından oluşturulmuş olan devlet modelini koruyarak
bugünlere gelmiştir. Siyonizm’in kontrolü altındaki küresel emperyalizmin her
türlü saldırısına ve içerideki mandacı ve işbirlikçi kadroların Truva Atı
olarak kullanılmasıyla, peş peşe gündeme getirilen her türlü siyasal senaryoya
karşı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurucu iradenin gerçekleştirmiş olduğu
siyasal devlet modeli ile varlığını korumaktadır.
Dünya tarihi içinde önemli bir yer
işgal eden Yahudi tarihine göre, Yahudileşme sürecinin Milattan Önceki
dönemlerde ilk İsrail Devleti Mezopotamya’da ortaya çıkarak, ilk kez Filistin
bölgesinde devlet yaratmasından sonra gündeme gelmiştir. Ancak ilk İsrail
Devleti, Babil Krallığının Orta Doğu bölgesini bütünüyle ele
geçirmesinden sonra yıkılmıştır. Bölgenin çeşitli yörelerine dağılan
Yahudilerin daha sonraki aşamada, büyük Mısır göçü sonrasında yeniden eski
yerlerine dönerek, ikinci kez İsrail Devletini kurmuş oldukları tarihi bir
gerçektir. Ne var ki, Milat dönüşümü sırasında Roma İmparatorluğu’nun Orta
Doğu’ya gelerek bu bölgeleri ele geçirmesi ve bir büyük Akdeniz imparatorluğu
kurması üzerine, İsrail Devleti Romalılar tarafından ikinci kez yıkılmış ve
Yahudiler Akdeniz üzerinden dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmışlardır. İki
bin yıl önce ortaya çıkan bu dağılma süreci, dünya tarihi ile beraber kıtalar
arasında devam etmiştir. Daha sonra, Avrupa’da Vestfalya Barış Antlaşması
sonrasında, krallıkların ulus devletler süreci ve Fransız Devrimi ile bütün
Avrupa ülkelerinde ulus devletlere dönüşümü başlayınca, dünya ülkelerine
yayılmış olan Yahudi toplulukları ulusçuluk akımlarının hedefi haline gelmiş ve
bu aşamadan sonra da Yahudilerin kendi ulus devletlerini kurmaları süreci de
başlatılmıştır. Rusya, Polonya ve Almanya gibi ülkelerde birbirini izleyen
Yahudi katliamları ve pogromlar bu ihtiyacı giderek artırmış ve böylece
dünyanın tam ortasında yeniden bir Yahudi devleti olarak üçüncü İsrail’i kurma hedefi
uluslararası alandaki güçlü Yahudi lobilerinin desteği ve öncülüğü ile Siyonizm
akımını gündeme getirmiştir. Üç yüz yıllık bir geçmişi olan Siyonizm akımı, iki
bin yıllık Yahudi sorunu olan İsrail devletinin kuruluşunu ana hedef olarak
seçince, on sekizinci yüzyıldan başlayarak bugünkü İsrail’in kuruluşuna doğru
giden bir doğrultuda, Siyonizm bir siyasal akım olarak tarihsel olayların
yönlendirilmesinde en büyük belirleyicilerden birisi olmuştur.
Dünya
tarihi bağlamında Yahudilerin yaşadıkları olaylar ve bunların karşısında
izledikleri tutumlar dikkate alındığında, ciddi bir Siyonist örgütlenme
içerisinde oldukları görülmekte ve iki bin yıl sonra dünyanın birçok ülkesine
dağılmış olan Yahudilerin yeniden merkezi alana gelerek, kendi devletlerini
kurmaları için birçok aşamadan geçtikleri görülmektedir. Yahudiler ilk iki
İsrail’i, siyasal gelişmeler sonucunda yitirdikten sonra tarihi olaylardan ders
alarak Orta Doğu’ya iki bin yıl sonra dönebilmişler ve her türlü zorluğa ve
büyük devletlerin karşı çıkışlarına rağmen Siyonizm’in güçlü örgütlenmesi
sayesinde üçüncü kez İsrail’i yeniden kurabilmişlerdir. Bu açıdan konu ele
alınırsa; üçüncü İsrail Devletinin yeniden kurulabilmesi, bütünüyle Siyonizm
akımının elde ettiği bir başarıdır. Dünyanın çeşitli ülkelerinden kovulan ya da
dışlanmak zorunda bırakılan Yahudileri yeniden toplayarak dünyanın merkezinde
bir Yahudi devleti kurulabilmesi; Siyonizm’in elde ettiği başarılar sayesinde
gerçekleştirilmiştir. Bugünkü İsrail Siyonizm’in bir doğal sonucudur. Bu
nedenle, İsrail ve Siyonizm birbirinden ayrılamayacak kadar bütünleşen bir
yapıya sahiptir. Nasıl Kemalizm Türkiye Cumhuriyeti’nin yaratıcısıysa, Siyonizm
de İsrail devletinin yaratıcısıdır. Her iki akım devlet yarattığından, ortaya
çıkan bu iki devletin temelinde birer siyasal ideoloji bulunmaktadır. İki
ideoloji iki ayrı devlet kurarken, kendi modellerini de devletlerin kuruluşu
sırasında ortaya koyarak, geleceğe yönelik bir doğrultuda devletlerin
birbirlerinden çok farklı bir çizgide yapılanmalarını sağlamıştır. Bu nedenle,
Kemalizm ile Siyonizm birbiriyle hiçbir zaman karıştırılmamalıdır.
İslam
dünyası incelendiği zaman bazı tarikatlar ve cemaatlerin Kemalizm ile
Siyonizm’i aynı kaba koymaya çaba gösterdikleri anlaşılmaktadır. Orta çağ
düzenini savunan bazı dinci çevreler, Orta Doğu’da laik bir devlet kuran
Kemalizm ile gene bu topraklarda bir Yahudi devleti kuran Siyonizm’i aynı
kefeye koyarak, Kemalizm ile Siyonizm’i bir tutmak istemektedirler. Reel
politiğin gösterdiği gerçekçi koşullara bütünüyle ters düşen bu kolaycı tutum
nedeniyle, Kemalist Türkiye ile Siyonist İsrail, Arap ve İslam dünyasının
dışında tutulma gayreti güdülmekte, kuruluşu sırasında İsrail için bir şemsiye
olarak ABD tarafından kullanılan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu düşüncesi
Kemalizm de sanki Siyonizm’in bir başka türüymüş gibi gösterilmeye
çalışılmaktadır. Konuyu fazla bilmeyen okumamış kesimlerde ve daha çok
cemaatlerin kontrolleri altında hareket eden dinci alt tabakalar da giderek bir
Kemalizm ve Siyonizm aynılığı yaratılmak istenmektedir. İsrail’in bir dönem
şemsiye olarak kullandığı Türkiye Cumhuriyeti de sanki Yahudilerin kurmuş
olduğu bir ikinci devlet olarak kamuoyunda gösterilmeye çalışılmaktadır.
Tarihsel olaylara ve gerçeklere bütünüyle ters düşen bu durum, Orta Çağ düzeni
arayışı içinde olan cemaatlerin en çok istismar ettiği ve kullandığı konuların
başında gelmektedir. Kemalizm’ Siyonistlikle suçlanarak Türk halkının gözünden
düşürülmek istenmekte, geleneksel Yahudi ve Müslüman çatışması bu doğrultuda
körüklenerek, Kemalizm’in laik, ulusal ve üniter devlet modeli ile Müslüman
halk kitleleri karşı karşıya getirilerek, bir anlamda devlet ve millet
çatışması yaratılmak amaçlanmaktadır. Böylece; Kemalizm’in başarılı bir ürünü
olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti modeli yıpratılıp yıkılmaya çalışılmaktadır.
Giderek artan nüfus yapısı içerisinde kendisine daha fazla taban yaratmak
isteyen dinci tarikatlar, okumamış kitleler ve masum cami cemaatini bu
doğrultuda aldatarak, Atatürk Cumhuriyetinin çağdaş toplum yapısını yeniden
Arabistan tipi bir modele doğru sürükleme çabası içinde oldukları
görülmektedir.
Avrupa ile Asya, Hıristiyan dünyası
ile İslam ülkeleri arasında tarihin bir köprüsü konumunda olan Türkiye’nin,
Atatürk devrimleriyle çağdaş bir toplum yapısına kavuşturulmuş olan ulusal
yapısı dış baskı ve desteklerle zorlanırken, Türkiye’de küresel emperyalizmin
gündeme getirerek zorla dayattığı bir dönüşüm süreci yaşanmaktadır. Küresel
emperyalizmin Siyonist lobiler tarafından yönlendirilmesi nedeniyle, Orta
Doğu’da İsrail merkezli bir harita çizilmek istenmektedir. Bölgenin en küçük
devleti olan İsrail’in merkezinde yer aldığı ve Kudüs’ün başkent olacağı bir
Büyük İsrail Projesi doğrultusunda Amerikan devletinin süper gücü
yönlendirilince ve dünya ekonomisi Yahudi lobilerinin elinde bu amaç
doğrultusunda seferber edilerek, gene Yahudi sermayesinin güdümü altındaki
medya ve basın organları kutsal toprakların fethine doğru kullanılınca,
Siyonizm merkezi bölgenin egemeni konumuna gelerek ve bu nedenle de ister
istemez Kemalizm ile karşı karşıya gelmektedir. Türkiye’nin, eski Osmanlı
ülkesinin hinterlandı içinde bulunması ve Yeni Osmanlıcılık adı altında
Siyonizm’in bütün Osmanlı ülkelerine sahip çıkmağa çalışmasıyla gene Kemalist
Türkiye modeli büyük bir tehdit altına sürüklenmektedir. Siyonist Yeni
Osmanlıcılık bütünüyle Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni tasfiye ederek İsrail
merkezli bir yeni Orta Doğu Federasyonu kurmaya çalışması da, Kemalizm ile
Siyonizm’i karşı karşıya getirmiştir. Orta Doğu’nun bütün alanlarına egemen
olmak isteyen İsrail, Mezopotamya egemenliği için bir kukla devleti Irak’ın kuzeyinde
kurdururken, aynı doğrultuda Suriye, Türkiye ve İran için de bölücü senaryoları
devreye sokarak, bölgenin bütün büyük devletlerini ABD’nin desteği altında
parçalayabilmenin yollarını aramıştır. Siyonizm dünya egemenliği hedefinde
merkezi alanda küçük İsrail’i kurduktan sonra, ikinci aşamada Büyük İsrail
Projesine yönelince, bütün bölge ülkeleriyle beraber, Atatürk Cumhuriyetini de
hedef aldığı için doğal olarak bölge egemenliği yarışında, Kemalizm ve Siyonizm
rakip konumuna gelmiştir. İsrail lobileri bu durumu sürekli olarak Türk
kamuoyundan gizleyerek, İsrail’in geleceğe dönük projelerinde Türkiye’yi ABD ve
Avrupa üzerinden sonuna kadar kullanmaya çalışmışlardır. Siyonizm Türkiye’deki
Yahudilerden yararlanarak oluşturduğu işbirlikçi lobiler aracılığı ile Türkiye
ve İsrail devletlerinin çatışan çıkarları gerçeğini, sürekli olarak Türk
kamuoyundan gizlemişler ve sonuna kadar Türkiye’yi İsrail’in çıkarları
doğrultusunda kullanmışlardır. Bu tür politikalara alet olan Türkiye merkez sağ
partileri önce çökmüş daha sonraları iktidara gelen sol partiler de aynı
Siyonist ve emperyal çıkmazın içerisine sürüklenince, bunlarda çökmek zorunda
kalmışlardır.
ABD
emperyalizmini İsrail’in çıkarları doğrultusunda yönlendiren Siyonizm,
Türkiye’nin sağ ve sol partileri ile kadrolarının çöküşünü İsrail’in çıkarları
doğrultusunda gerçekleştirince, bu kez Türkiye’de demokrasiye devam
edilebilmesi için İslamcı kadroların öncülüğünde İslam kimliğini öne çıkaran partiler
iktidara gelmiştir. Milli görüş partisinin geniş halk kitlelerinin desteği ile
iktidara gelmesinden sonra bir İsrail senaryosu çerçevesinde Siyonizm devreye
girerek bu millici Müslüman partinin önünü kesmiştir. Daha sonraki aşamada ise
Siyonizm’in güdümündeki küresel emperyalizmin Büyük İsrail hedefi doğrultusunda
Büyük Orta Doğu ve ılımlı İslam projelerini gündeme getirdiği görülmüştür.
Merkez sağ ve solun, emperyalizm ve Siyonizm’e teslimiyetçi politikalar
yüzünden çökmesi üzerine, Atatürk’ün laik cumhuriyetinde İslamcı partilerin
iktidar dönemi başlamıştır. Yenilikçi kanat adı altında geleneksel milli görüş
çizgisinden kopanların oluşturduğu ılımlı İslam partisi, iktidarının ilk
yıllarında kendisini destekleyen batılı çevrelere karşı ılımlı ve hoşgörülü
davranmış ama bu tavizlerin karşılığında hiçbir şey alınamamıştır. Siyonizm,
Büyük İsrail Projesi doğrultusunda Türkiye’yi dönüştürürken, İsrail’in
çıkarlarını gizlemek üzere Avrupa Birliği sürecini öne sürmüş, Avrupa üzerinden
gelen on uyum paketi ile Türk devleti yarı yarıya tasfiye edilmiş ama elli
yıllık beklemeye rağmen bir türlü Avrupa Birliği içine alınmamıştır. Yirmi
yıllık AB aday üyeliği döneminde sürekli olarak ABD ve İsrail ikilisi AB süreci
görünümünde, Türkiye’yi değişime zorlamışlar ve bunun karşılığında Türkiye’nin
gereksinmesi olan konularda hiçbir adım atmamışlardır. Avrupa Birliğine farklı
yapısı ve özellikleri nedeniyle alınmayacağı başından belli olan Türkiye’nin AB
süreciyle oyalanması, Büyük İsrail Projesinin devreye sokulması doğrultusunda
değerlendirilmiştir. ABD’nin konumu ve süper gücü de gene Siyonizm’in hedefleri
doğrultusunda sürekli olarak devrede tutulmuştur. Türkiye’nin sürekli olarak
verdiği ödünler nedeniyle, devletin gücü zayıflamış ve Atatürk Cumhuriyeti
İsrail yüzünden, merkezi bölgedeki etkisini yitirmek durumunda kalmıştır.
Soğuk savaş sonrasında küresel
emperyalizm dönemine geçildiğinde, ABD üzerinden İsrail ve Siyonizm dünya
hegemonyası için uğraşmayı sürdürmüş ve bu doğrultuda merkezi coğrafyayı yeni
bir yapılanmaya götürecek değişiklikler teker teker ortaya çıkarılmıştır.
Küreselleşme, modern çağların ürünü olan bütün kazanımları devre dışı bırakmak
üzere, postmodernizmi öne çıkarırken, ulus devletleri parçalayacak derecede birçok
kültürcülüğü de zorla dünya ülkelerine empoze etmeye başlamıştır. Ayrıca
küresel sermaye, giderek bütün dünya kapitalist sistemini bir Siyonist
azınlığın elinde toplarken, her geçen gün yoksullaşan halk kitlelerini yeniden
baskı altına alarak, toplumsal tepkileri devre dışı bırakma doğrultusunda dini
ve cemaatleri araç olarak kullanmaya başlamıştır. Böylece din yeniden
yoksulların umudu haline getirilmiştir. Zenginler bu dünyayı paylaşırken,
yoksullara öteki dünya bırakılmış, sosyalist sistem çökertilirken yeniden sol
muhalefetin yükselmesini önlemek için, dinci akımlar piyasaya sürülmüştür.
Ayrıca cemaatlere çok büyük dış para yardımı sağlanarak, bunların içinden bir
işbirlikçi cemaat burjuvazisinin doğması sağlanmıştır. Cemaatçi burjuvazi
tarikatlar aracılığı ile yoksul kitlelerin din ile baskı altına alınmasında
kullanılmıştır. Siyonizm’in güdümündeki küresel emperyalizmin bu gibi siyasal
oyunlarının tamamı, Türkiye Cumhuriyeti’nde de sahneye konulmuştur.
Siyono-emperyalizmin bu gibi stratejileri, Türk devletini son derece zor
durumda bırakırken, Kemalizm’i de ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Kemalizm ve
Siyonizm çekişmesinde, Siyonist lobiler Amerikan devletini, Avrupa Birliğini ve
batı kapitalizmini Türkiye’ye karşı birlikte kullanmışlardır. Türkiye’yi
yöneten hükümetler hep batı destekli olarak işbaşına geldiklerinden, bu duruma
karşı çıkamamışlardır. Dış destekle iktidara gelen partiler batı
emperyalizminin güdümünde batının çıkarları doğrultusunda çalışırken,
Türkiye’nin ve Türk halkının ulusal çıkarlarını ihmal etmişler ve bu yüzden de
Türk devletinin yarı sömürge konumuna gelmesine yol açmışlardır. Bugün Türkiye
Cumhuriyeti’nin, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde olduğu gibi bir yarı
sömürge konumuna sürüklenmesinin ana nedeni; Batı Blokunun Türkiye’ye karşı
çifte standartlı davranmasıdır. Böylesine olumsuz bir durumun ortaya
çıkmasında, bölgede İsrail’i merkez yapmak isteyen Siyonizm’in çok önemli payı
bulunmaktadır.
Küreselleşme süreci sonrasında,
nelerin olamayacağı iyice anlaşılmış, nelerin olabileceği konuşulmaya
başlanmıştır. Küreselleşme sürecinin iki yıl önce kesilmesi ve ekonomik bir
krizin çıkması üzerine, Avrupa Birliği dağılmaya başlamış, İsrail zorlamasıyla
yapılan Irak savaşı yüzünden Amerikan ekonomisi çökme noktasına gelince, ABD
merkezli evrensel kapitalizm imparatorluğu projesi de durmuştur. ABD gücünü
yitirince, yeni ortaya çıkan Rusya, Brezilya, Çin ve Hindistan gibi dev
ülkeler, dünyayı çok kutuplu bir yapıya götürmüşler, bunun sonucunda da ABD’nin
süper gücü üzerinden bir dünya krallığını Siyon Tepesinin yanında kurmayı
düşünen Siyonizm’in planları çökmüştür. Kurulduğu günden bu yana bir savaş ve
terör devleti olarak, bölgede barışa hiç yer vermeyen İsrail’in, bütün plan ve
hedefleri ortaya çıkınca, geçmişten gelen dünya konjonktürü ile hedefine
varamayacağını anlayan Siyonizm, bu kez ekonomik krizi ve terörü dünyaya
yayarak kaos ortamından yararlanmak istemiş, kaostan sonra bir yeni dünya
düzeni hazırlığına girişmiştir. Siyonizm ücretli elemanları aracılığı ile bütün
dünyaya ekonomik kriz korkusu aşılamaya başlamış, kurtuluş için de kaos
ortamının yaşanması gerektiğini açıkça vurgulamıştır. Hem İsrail’in merkezi
coğrafyaya egemen olabilmesi, hem de Siyonist lobiler üzerinden bir Siyon imparatorluğunun
Orta Doğu üzerinden kurulabilmesi için, ekonomik kriz ile terörü tamamlayacak
bir savaş konjonktürü de İran üzerinden tırmandırılmaya başlanmıştır. Irak
sonrasında büyük bir çöküntü içine sürüklenen ABD’nin, İran savaşından
kaçınması nedeniyle, İsrail açıktan bu ülkeyi tehdit ederek bir nükleer savaş
riskini ortaya atmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, İsrail’in kurulmasıyla
beraber bütün komşularıyla düşman konumuna gelen Türkiye, yeni dönemde Avrupa
Birliği ve ABD üzerinden zorlanan batı baskıları nedeniyle İsrail ile İran
arasına sıkışıp kalmıştır. Avrupa Birliğine üyelik vaatleriyle oyalanan
Türkiye, Avrupa dışında kalınca, bu kez yeniden bulunduğu bölgeye bakarak
kendine çeki düzen vermek zorunda kalmıştır. Sürekli olarak Avrupa üzerinden
birtakım değişikliklere zorlanan Türkiye, bu durumdan ABD ve İsrail’in
yararlandığını görünce, yeni bir değerlendirme yaparak daha bağımsız hareket
etmeye başlamıştır. İşte bu aşamada, “dananın kuyruğu koptu” deyimini
kanıtlarcasına, İsrail ile Türkiye aynı bölgede karşı karşıya gelmişlerdir.
İki bin yıllık sorunu, üç yüz yıllık
Siyonist hareket ile çözmeye çalışan Yahudi dünyası, yeni dönemde sahip olduğu
tüm olanakları ve zenginliği Siyonizm’in dünya imparatorluğu için kullanmaya
başlayınca, Atatürk ve Kemalizm düşman ilan edilerek, Türk Devletinin çatısı
altından kurucu irade ve onun devlet sistemi kaldırılmak istenmiştir.
Siyonizm’in güdümündeki neoliberaller ile ılımlı İslamcıların, İsrail’in
planları doğrultusunda işbirliği yapmaları da Siyonizm’in, Kemalizm’e karşı
açmış olduğu savaşın açık bir göstergesi olmuştur. Laik devlete karşı Orta Çağ
din toplumunu postmodernizm adına savunanlar, ulus devlete karşı ilk çağların
kabileci eyalet devletlerini de yerelleşme adı altında empoze etmekten, hiç
çekinmemişlerdir. İsrail bütün Osmanlı hinterlandını ele geçiremeyince,
Balkanlar, Anadolu, Kafkaslar ve Orta Doğu bölgelerinde yeni bir Balkanizasyon
sürecini başlatarak bölücü hedefine ulaşmak istemiştir. Irak’ı zor kullanarak
eyaletlere bölmeye çalışan İsrail, aynı şeyleri Türkiye’de demokratikleşme
görüntüsünde gündeme getirerek sonuç almaya çalışmış, istediği eyaletleri
oluşturmada Kürt kozunu tam olarak kullanamayınca, bu kez de Kürt terörünü bir
bölücü terör örgütü aracılığı ile devreye sokarak, çıkarcı bir doğrultuda
kullanma çabası göstermiştir. Kürt kozu ile İran, Irak, Türkiye, Suriye ve
Azerbaycan gibi beş bölge ülkesini parçalamayı hedefleyen İsrail, bu doğrultuda
bölücü terörü Kuzey Irak üzerinden beş ülkeye doğru yönlendirmiştir.
Türkiye’nin elli yıllık bir süre içerisinde elli bin insanını yitirmesine neden
olan bu bölgesel bölücü terör yıllardır siyonizm çizgisinde devam etmektedir.
Büyük İsrail planı doğrultusunda kullanıldığı artık yavaş yavaş anlaşılmaya
başlanmıştır. Büyük İsrail için hem terörü hem de savaşı kullanmaktan
çekinmeyen Siyonizm, bütün bölge devletleriyle beraber Türkiye’yi de hedef
alırken, aslında Kemalizm ile ciddi bir hesaplaşmaya girmiştir.
Emperyal
saldırılara karşı bölgedeki ülkelerin bir araya gelerek oluşturacakları bir
dayanışma örgütlenmesi üzerinden bölge barışını hedefleyen Kemalizm, merkezi
coğrafyaya hegemonya doğrultusunda bir emperyal savaşı bölge ülkelerine dayatan
Siyonizm ile karşı karşıya gelmiştir. Bölgede barış olacaksa Kemalizm, savaş
olacaksa Siyonizm öne geçecektir. Devlet kuran iki akımın karşı karşıya geldiği
merkezi coğrafyanın geleceği, Türkiye ve İsrail ilişkilerine bağlı
bulunmaktadır. Filistin halkını faşist bir diktatörlük rejimi altında ezen,
Irak halkını emperyal bir savaş ile mahveden, Türkiye’yi demokratikleşememe
görünümünde dağılmaya sürükleyen Siyonizm ve onun uzantısı İsrail devletinin
bugün gelinen aşamada, gene bilinen eski masalları okuyarak, nükleer tehlike
gerekçesiyle İran’a saldırmaya kalkması, Kemalist Türkiye açısından kabul
edilmeyecek bir durumdur. Son yarım yüz yıldır terör ve demokratikleşme
programlarıyla hizaya getirmeye çalıştıkları Türkiye’den istedikleri sonuçları
alamayınca, terörü azdırarak Türkiye’yi bir askeri maceraya ve savaşa doğru
zorlamak Siyonizm’in yeni bir oyunu olarak görünmektedir.
Siyon imparatorluğu doğrultusunda, Avrasya kıtasına egemen olmak isteyen İsrail ve onun destekçisi olan Siyonist lobiler, elbirliği ile İran savaşını kışkırtırken, eski oyunları yeniden kullanarak, Türkiye ile İran’ı savaştırmaya çalışmaktadırlar. ABD ve İsrail için çok pahalıya mal olacak böylesine bir savaş, üçüncü dünya savaşının başlangıcı olabilecek derecede tehlikeli bir gidiş olarak görünmektedir. ABD ve İsrail ikilisine karşı Çin, Rusya, Hindistan gibi doğu güçleriyle beraber, Almanya ve Fransa gibi devletler de İran ile olan iyi ilişkileri nedeniyle, Asya ülkelerinin s arkasında yer almaktadırlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün merkezi coğrafyanın emperyal ve Siyonist güçlere karşı korunması için İran ile ortaklık kurarak gerçekleştirmeye çalıştığı Sadabat Paktı bir bölgesel dayanışma örgütü olarak Kemalizm’in bölge planı biçiminde yeniden gündeme gelmektedir. Siyonizm bölge hegemonyası için Türkiye-İran savaşını kışkırtırken, Kemalist Türkiye Cumhuriyeti de kurucusu Atatürk’ün izinden giderek İran ile yakınlaşmaya çalışmakta, savaş yerine bölgede kalıcı bir barış ortamının temellerini atmaya çaba göstermektedir. Yeni dönemde Kemalizm Siyonizm ile mücadele ederken, Türkiye Çumhuriyeti başta İran olmak üzere Irak, Suriye ve Azerbaycan gibi ülkelere örnek ve model bir devlet olmak zorundadır. Ancak bu yoldan Kemalist Türkiye komşularıyla bir dayanışma ortamı sağladıktan sonra, Siyonist İsrail’in bölgesel hegemonya için öne sürdüğü terör ve savaş oyunlarına karşı çıkabilecektir. ABD’yi, dünya ekonomisini ve Avrupa Birliğini ele geçirmiş olan Siyonist lobilere karşı eşit ağırlıkta bir güç dengesi, ancak Atatürk’ün gündeme getirdiği Sadabat Paktı benzeri bir bölgesel dayanışma örgütlenmesi ile mümkün olabilecektir. Gerçek anlamda ülkeyi kurtaracak ve Türkiye’nin B Planı olacak böylesine bir bölgesel örgütlenme, Kemalist Türkiye’nin öne çıkarak bölge ülkeleriyle dayanışma düzeni kurmasıyla mümkün olabilecektir. Siyonizm dünya egemenliği için savaş dayatırken, Kemalizm bölge ve dünya barışı için komşularla dayanışma ve bölgesel örgütlenmeyi gündeme getirmektedir. Merkezi coğrafyada üçüncü dünya savaşının önlenebilmesi, Siyonizm’in önünün kesilmesine ve Kemalist Türkiye’nin öne çıkarak bölgesel yapılanmanın merkezi gücü olmasına bağlı bulunmaktadır. Olayların gelişim sürecinde, hükümetin Siyonist İsrail’e karşı başlattığı tepki ve direnişin devlet ve milletin millici kanatları tarafından desteklenmesi hem dinler arası çatışmayı hem de kıyamet senaryoları doğrultusunda bir üçüncü dünya savaşını önleyebilecektir. Siyonist emperyalizme karşı, Kemalizm’in barışçı dayanışmacılığına sahip çıkmanın zamanı çoktan gelmiştir. Türkiye’nin öncülüğünde gerçekleştirilecek bölgesel barış girişimine komşu devletler ile birlikte doğulu güçlerin ve devletlerin destek vermesi, kendiliğinden gündeme gelecek ve böylece batı emperyalizminin Siyonizm ile işbirliği yaparak merkezi alanı ele geçirmesi önlenebilecektir. Bugün gelinen aşamada Siyonizmin insanlık için nasıl bir tehlike olduğu açıkça anlaşılmıştır. Gazze saldırıları ile başlayan siyonist saldırı ve işgal girişimleri merkezi coğrafya topraklarını bütünüyle savaş alanına dönüştürmüştür. İnsanlık için bir nükleer terör ve savaş tehlikesini de içinde barındıran Siyonizm projesi bir an önce Birleşmiş Milletler örgütünün öncülüğünde önlenmelidir. Siyonizm orta dünyayı yıkarak emperyalizme yönelirken, yirminci yüzyılın başlarında bir anti-emperyalist mücadele ile tam bağımsız bir devleti dünyanın tam ortasında kurmuş olan Kemalizm yeniden gündeme getirilerek, bir muhtemel üçüncü dünya savaşı tıpkı Atatürk döneminde olduğu gibi önlenmelidir. Yurtta ve dünyada barış ilkesine dayanarak kurulmuş bulunan Türkiye Cumhuriyeti’nin öncülüğünde, dünya barışından yana olan bütün devletler bir büyük barış konseyi örgütlenmesini Birleşmiş Milletler çatısı altında örgütleyerek, uluslararası alanlarda ortaya çıkabilecek her türlü sıcak çatışma ve savaş oluşumlarının küresel düzeyde önlenmesini sağlamalıdırlar. Siyonizmin bir emperyalizm çeşidi olarak dünya ülkelerine saldırma girişimleri dünya barışına öncülük yapan anti-emperyalist Türkiye Cumhuriyeti devletinin yeniden Kemalist politikalara dönerek, bölge ülkeleriyle dayanışma düzeni kurulmasına öncülük etmesi sayesinde önlenerek, merkezi coğrafya üzerinden bir dünya barış düzeni oluşturularak kalıcı bir barışa ulaşılabilecektir. Siyonizmin savaş senaryolarına karşı, Kemalizmin Sadabat Paktı ile Balkan Antlandı girişimlerinin bugün yenilenerek, Avrupa – Asya hattı çizgisinde devreye sokulması giderek zorunluluk kazanmaktadır. Atatürk’ün izinden giderek yüzüncü yılını geride bırakan Türk devleti, gelecekteki yüz yılları aşarak, Kemalist barış girişimleri sayesinde dünyanın tam ortasında diğer bölgelere örnek olabilecek düzeyde bir barış ortamı yaratılmalıdır. Türkiye yüz yıl önceki antiemperyalist savaş ve barış girişimlerine yeni dönemde öncelik vererek, bölge ülkelerine barış ortamı ve kamu düzenini acilen yeniden kurmalıdır. Siyonizmin savaşçılığına karşı Kemalizmin bölgeye barış getiren politikalarının zaman içinde yavaş yavaş devreye konulması, bugün için acil bir durum göstermektedir. Her türlü emperyalizme karşı çıkan bir ülke olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti, geleceğin barış ortamı için bugünün dünyasında öncülük yapmak zorundadır. Geçmişin siyasal birikimi ile geleceğin umutları birlikte ele alınarak, orta dünya için yeni bir barış düzeni gerçekleştirilebilmelidir. İnsanlık bir daha dünya savaşlarına alet olmamalı ve tüm ülkeler ile işbirliğinin kurumlaşması aracılığı ile yurtta ve dünyada barış ortamını, bölge devletleri, Türkiye’nin önderliğinde kalıcı bir kamu düzenine dönüştürebilmelidir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder