ANKARA KALESİ
ALMANYA SİYASETİNDE
TÜRKİYE
Dünya haritasını önünüze sererek incelemeye başladığınız zaman Almanya ve Türkiye’nin ne kadar birbirine yakın devletler olduğu görülmekte ve bu doğrultuda akla birçok konu gelmektedir. Geçmişe doğru bir bakış çerçevesinde bu bölgeler son yüz yıllardaki siyasal gelişmeler içinde ele alınarak incelendiğinde, Çanakkale savaşları içinde Alman Osmanlı askerleri ile birlikte, generallerinin de yer aldığını gösteren resmi fotoğraflar dikkati çekmektedir. Birinci dünya savaşı sürecinde İngiltere ve Fransa gibi Atlantik kıyısındaki emperyal ülke askerlerinin, dünyanın merkezi coğrafyasını ele geçirme doğrultusunda Balkanlar üzerinden Anadolu yarımadasına doğru çıkış ve işgale yönelirken, Osmanlı ordusunun yanında Almanya ordusu destekleyici ordu olarak yer almıştır. Daha sonraki aşamada ise Macaristan ve Bulgaristan gibi gene orta dünya haritasında yer alan Türk kökenli ülkeler de Balkanlarda başlatılan birinci dünya savaşının uzantısı olarak, Doğu Avrupa bölgesi üzerinden kışkırtılan sıcak çatışmalara dahil olarak batı emperyalizminin orta dünya topraklarını işgal etmelerine karşı kuvvetli bir mücadeleye kalkışmışlardır. Almanya bir orta Avrupa devleti olarak Orta Doğu merkezli bir savaşa katılırken, Balkan harbi sonrasında Almanya doğu Avrupa’ya doğru savunma amaçlı bir mücadeleye kalkışırken, İngiliz, Fransız ve Rusya ordularına karşı bir merkezi coğrafyayı savunma atılımına kalkışmıştır. Tarih kitaplarında yer alan Türk ve Alman generallerinin ortak resimleri, aslında iki orta alan ülkesinin var olan jeopolitik konumun gerekli kıldığı bir çizgide dayanışma içinde yer almaları, kaçınılmaz bir durum yaratmıştır. Osmanlı yıkılırken İngiltere, ABD ve Fransa gibi batılı ülkeler merkezi alan taksiminden yararlanabilmek üzere, Osmanlı topraklarına her yerden saldırmışlardır. Bu aşamada Osmanlının yıkılışını önlemek üzere Almanya yönetiminde Macaristan ve Bulgaristan gibi devletler devreye girerek, saldırgan batı Avrupa’ya karşı yeni bir doğu Avrupa barışı yaratabilmenin arayışı içinde olmuşlardır. Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu üçgeni içinde birinci dünya savaşı yayılırken, Orta Avrupa ülkesi olarak Almanya Doğu Avrupa bölgesinde yer alan Orta doğuya yönelerek Orta Avrupa ile birlikte yeni bir orta alan barışı arayışı içinde olmuştur. Almanya’nın orta Avrupa bölgesindeki konumu cihan savaşında hem orta Avrupa hem de doğu Avrupa bölgelerinin birlikte korunmaları gerektiğini göstermiş ve bu nedenle de Almanya, Orta Avrupa üzerinden Orta Doğu ve Orta Asya bölgelerinin savunulabilmesi için dünya savaşını kazanmaya çalışmıştır.
Birinci dünya savaşı sonrasında Orta
ve Kuzey Asya ülkelerinin içinde yer aldığı bir ideolojik imparatorluk olarak
Sovyetler Birliği kurulurken, birçok Avrupa kökenli Alman asıllı insanlar
Özbekistan ile Kazakistan arasında yer alan bölgelere yerleşerek en büyük kıta
olarak dünya haritasında yer alan Asya’nın tam ortalarında yeni bir Germen
hegemonyası oluşturabilmenin çabası içinde olmuşlardır. Yüz yıla yakın bir yeni
devlet arayışını Almanlar orta Asya’nın doğu bölgelerinde araştırırken,
Rusların hoşgörülerinden yararlanmayı bilmişler ve bu doğrultuda Çin’in önünü
kesmek doğrultusunda orta Asya devletlerinin topraklarında örgütlenerek, Sovyet
sonrası dönemler için bir Alman hegemonyasının öncülüğünü yapmak için yoğun
çabalar göstermişlerdir. Sovyetler Birliğinin yirminci yüzyılın sonlarına doğru
dağılmak zorunda kalması üzerine, Orta Asya bölgesindeki Türkler ile birlikte
yaşayan Almanların ve diğer etnik topluluklarının bir kısmı geri dönerek,
yeniden birleşen Almanya’nın doğu bölgelerine yerleşmişlerdir. Avrupa Almanları
ana vatanlarının güçlendirilmesi ve de Avrupa Birliği uğraşlarında önemli
derecedeki öncülük görevlerini yerine getirmek için çaba harcamışlardır. Orta
Avrupa’dan başlayarak Orta Asya’ya kadar uzanan Avrasya bölgesinin geleceği
için eski dönemlerde yapılan plan ve programlar yeni dönemlerdeki siyasal
çekişmelerin temelini oluşturmuştur. Büyük Almanya bir yönü ile Avrupa Birliği
diğer yönü ile de Avrasya Birliğine yönelik olarak yol almaya devam ettiği
sürece Almanya da bir orta dünya bölge ülkesi olarak, tıpkı Türkiye gibi her
iki yöne açılmak durumundadır. Amerikan kıtasındaki ABD hegemonya için doğuya
doğru açılımlar yaparken, Almanya’da bir orta dünya ülkesi olarak tıpkı
İngiltere gibi hareket etmekte ve hem batıya hem de doğuya doğru açılım yaparak
küresel hegemonya planlarını gündeme getirmektedirler. ABD’nin çok yönlü
yayılma politikalarını İngiltere ile birlikte Almanya’da kendi jeopolitik
ortamında sürdürdükçe, dünya ülkeleri beş kıta üzerinde egemen olma hedefine
doğru gitmektedir. Bir orta dünya ülkesi olarak Türkiye’de Almanya gibi hareket
ederek, kendi merkezli jeopolitik konumunun gereklerini yerine getirebilmenin
arayışı içinde bulunurken, birinci dünya savaşında Almanya ile bir dayanışma
birlikteliği oluşturmuş, daha sonraki gelişmelerde de doğu ve batı ülkeleriyle
bölgesel güvenlik örgütlenmelerine gidilerek, yeniden savaş rüzgarlarının
merkezi coğrafyada öne çıkmasına izin verilmemiştir.
Birinci savaşın yarım kalması
yüzünden ikinci bir savaş eğilimi Orta Doğu ülkelerini zorladığı aşamada,
Hitler fenemoneninin liderliği ve komutasında ikinci dünya savaşı başlatılmış
ve bu doğrultuda Alman orduları Asya kıtasında Volga kıyılarından Çin
sınırlarına doğru geniş bir alan istilası yaratmışlardır. Birleşmiş Milletlerin
kuruluşu ile ikinci dünya savaşına son verilince Nazi yönetimi teslim olmuştur.
Naziler sonrasında bütün dünya ülkelerini demokrasi rüzgarları baskı altına
alınca, Almanya’da demokrasiye yönelerek yeni dünya düzeninin kurucusu olmuştur.
Ne var ki, bütün devletlerde olduğu gibi Alman devleti de harita üzerindeki
jeopolitik konumunu unutamamış ve bu doğrultuda geçmişten gelen politikalarını
sürdürmeye devam edince, batıya dönük yüzü ile Almanya giderek batılılar
tarafından engellenince Avrupa kıtası ile bütünleşerek, Atlantik
emperyalizminin okyanus kıyılarından Avrasya içlerine girmesini önlemeye
çalışmıştır. Ne var ki, Avrupa kıtasında aynı Almanya yüzünü doğuya doğru
dönünce, kendi emperyalizmini uygulayacak geniş bir alan ile karşılaşmaktadır. Tarih
boyunca Türk devletlerinin at koşturduğu ve kılıç salladığı Avrasya bölgesinin
geniş topraklarında, Asya uluslarının geleceğin dünyasının kurulması
aşamasında, bütün bu alanların tarihten gelen temsilcileri olarak öne
çıkmaktadır. Orta çağdan bu yana Almanlar, her zaman için doğu bölgeleri ile
yakından ilgilenmişler ve Avrasya kıtasının çeşitli bölgelerinde Alman asıllı
bazı sosyal topluluklar bölge ülkelerinin ve Asya uluslarının siyasal sorunları
ve yapılanmalarına yakınlık göstermişlerdir. Bu bölgelere Almanlar girdikçe,
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden kalma Türk varlığı ile cumhuriyet döneminde
de karşı karşıya kalınmıştır. Orta çağ sonrasında yaşanan modernleşme
dönemlerinde Almanlar ve Türkler geç kalmış uluslaşma süreçlerini tamamlarken,
hem ulusal bir varlık olarak kendi devletleri içinde hem de Alman ve Türk
topluluklarının tarih içinde birlikte yaşadıkları ortak geçmişlerinin yaşandığı
topraklarda yeni bir dönem başlarken ,geçmişten gelen siyasal mirasın bugünün
gerçekleri içinde ele alınarak yeniden
değerlendirilmesi gerekmektedir .Orta dünyanın Avrupa ve Asya kıtalarının köşegeninde
yer alan iki büyük ülke dünya dengelerinin yeniden belirleneceği aşamada, Alman
ve Türk devletlerinin karşı karşıya gelmeden işbirliği içinde hareket etmeleri, daha barışçı ve adil bir siyasal düzenin kurulmasını sağlayacaktır.
Almanya ve Türkiye
iki ayrı kıtanın tam ortasında yer almasına rağmen bugün her ikisi de komşu
kıta üzerinden birbirine komşu olan bir statüye sahiptirler. Özellikle yakın
kıtadaki ülkeler ile ilişkiler, Türkiye ve Almanya gibi iki büyük ülkeyi dünya
düzeni ve küresel barış ortamı içine çekerken, modern dünyanın birçok siyasal
sorunu daha da kolay çözümlere sahne olmaktadır. Almanya Avrupa’nın en güçlü
devleti olarak dünya ülkelerine yön gösterirken ve geçmişteki savaş
dönemlerinden dersler çıkararak küresel sorunları çözerken, geleceğin
dünyasının yeniden biçimlenmesine de katkılar getirmektedir. Almanya ulus
devlet kimliğini kazandığından bu yana diğer ulus devletlere karşı ağabeylik
yaklaşımlarını daha da artırarak, bölgesel sorunların çok büyümesini
önleyebilmektedir. Bütün dünya ülkeleriyle kardeşlik yaklaşımları çizgisinde
kurulan diplomatik ilişkiler, Almanların emperyal arayışlarına bir yönü ile
tercüman olmakta diğer açıdan da beklenmedik durumların ortaya çıkardığı
sürtüşme ve çekişme gibi olumsuz gelişmeler de bu arada sıraya girerek yeni
koşulların getirdiği çözüm yoluna doğru yön alabilmektedirler. Şimdiye kadar
Alman devletinin devreye girerek çözüm girişimleri yarattığı olumlu durumların
artık yeni dönemde, Türk devletinin öne çıkması ve bölgesel bir insiyatifi
kullanmasıyla birlikte, yeni çözüm yollarının birbiri ardı sıra öne çıktıkları
görülebilmektedir. Yeni Türkiye farklı sorunlara karşı çözüm üretebilen bir
orta boy devlet olarak, komşu küçük devletler ile bölgesel orta boy devletler
için bir öncülük misyonu geliştirebilmektedir. Zamanında Osmanlı devletinin
orta Avrupa’da Katolik ve Protestan çatışmalarına karşı Macaristan’a giderek
doğu Avrupa’da siyasal dengelerin yeniden kurulmasını sağladığı gibi, bugün de
dünyanın ortasındaki Türk devletinin bir yandan doğu bölgelerinde bir Türk birliği oluşturma çabaları devam ederken,
yirmi birinci yüzyılda Osmanlı devletinin halefi olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin
Almanya ve Macaristan üzerinden orta ve doğu Avrupa topraklarında yeni siyasal
girişimlerde bulunarak, Türklerin ve Almanların birlikte yeni bölgesel denge politikalarına doğru yol
aldıkları görülmektedir.
Her iki devlet orta ve doğu Avrupa toprakları üzerinde yeni
siyasal girişimler örgütlerken, önceliği bölge dışı büyük devletlerin
emperyalist saldırılarını önleme konusuna vermişlerdir. Almanlar Çanakkale
savaşında Osmanlı devletine yardımcı olmak için doğu seferlerine kalkışırken, Rusya
ile savaşı göze alarak bir anlamda ikinci dünya savaşının provasını Rus
ordularına karşı yapıyordu. Merkezi coğrafyanın üç büyük devletin birisinin
kontrolu altına girmesiyle birlikte kavga ve savaş ortamı gündeme gelirken, üç
büyük devlet arasında çekişme ve çatışmalar birbirini izlemiş ve dünya tarihi
bu yüzden savaş dolu yıllar görmüştür. Alman desteğinin Osmanlı devleti için
yeterli olamadığı aşamada, Rus askerleri gelerek batı emperyalizmine karşı
destek sağlamaya çalışmışlardır. Almanya kendi güvenliği için Osmanlı devletine
yardımcı olurken geleceğin dünyasında bir orta Avrupa ve Orta doğu işbirliğinin
yeni adımlarını atabilmiştir. Almanlar birinci dünya savaşını kaybederek geri
çekilirken, önce Ruslar ve sonra da İngilizler İstanbul adalarına yerleşerek
Osmanlı yönetimini desteklemişlerdir.
Dün Almanya Osmanlı ülkesine gelerek buradaki emperyalistlerin oyunlarını önlemeye çalışırken, bugünün dünyasında da Türk devleti ortalarında bulunduğu merkezi alanının, batılı emperyalistlerin kontrolü altına geçmesin diye etkili bir çıkışı Almanya ve Macaristan üzerinden orta ve doğu Avrupa topraklarında öne geçirmeye çalışmaktadır. İki kutuplu dünya döneminde Amerikan orduları Atlantik üzerinden saldırıya geçerlerken, Almanya merkezi hedef konumuna yerleştirilerek bir Avrupa ve Asya hegemonyasının önü açılmaya çalışılmaktadır. Osmanlı döneminden gelen siyasal birikim ve tecrübeler Almanya’nın konumu birlikte ele alınarak değerlendirildiği zaman aşamada bugünün dünyasına ışık tutan bazı gerçekler gündeme gelmektedir. Türkiye’de bir Müslüman hükümet işbaşına gelince, bunun önünü kesmek isteyen batı kendi Hristiyan yapılanması doğrultusunda Türkiye’deki ılımlı İslam yapılanmasının önüne geçmeye uğraşmaktadırlar. Fener Rum patrikhanesinin öncülüğünde batının etkin Hristiyanları din savaşını sürdürerek, laik Türkiye Cumhuriyeti’ni basamak yaparak Asya kıtasını 21.yüzyılda Avrupa ve Amerika kıtaları üzerinden, Hristiyan yapmaya uğraşmaları yüzünden Müslüman kimliği ile Avrupa’dan uzak tutulan Türk devleti, yeni iktidarı döneminde siyasal dengeleri yeniden tesis etmeye yönelmiştir. Böylesine yeni bir sürecin başlarında ortaya Avrupalı Osmanlılar adıyla yeni bir örgüt kurulmuştur. Bu örgüt Osmanlı dönemini çıkış noktası olarak ilan ederek ve adını da buna göre belirleyerek çalışmalarını sürdürmüştür. Avrupa’ya Osmanlı düzenini yeniden getirmek bir düş olmanın ötesine gidememiştir. Doğu Avrupa ve Balkan yarımadası üzerindeki devletlerde geçmişten kalan Türk asıllı nüfusların Türk ve Müslüman kimliklerinin korunması ve eski Osmanlı coğrafyasında korunabilmesi ve yeni bir Osmanlı benzeri bir yeni siyasal düzen kurulabilmesi amacıyla yeni dünya düzeni ve geleceğe dönük çalışmalar, Avrupalı Osmanlılar örgütü üzerinden tamamlanmaya çalışılmış ama istenen olumlu sonuçlar böylesine bir örgütlenme ile başarılı olamamıştır.
Türkiye’de yeni Osmanlıcılık
girişimleri ılımlı İslamcı iktidarlar tarafından sürdürülürken, Avrupalı
Osmanlılar örgütü yetersiz kalmış ve bu doğrultuda yenilikler düşünülürken, siyaset
sahnesinin ana örgütü olan siyasal partilere yönelik ilgilerin arttığı
görülmüştür. Yurt dışından gelen göçmenlerin bütün Avrupa ülkelerindeki
partilere üye olmaları ve bu partilerin yönetim kademelerine seçilerek önde
gelen siyasal kadroları oluşturmalarıyla birlikte, göçmen rüzgarlarının Avrupa
siyasetini partiler aracılığı ile yönlendirmesi başarılı olunca, Almanya’daki
Türk göçmenlerin önce Alman partilerine üye olmaları sağlanmış ve daha
sonraları da Türk asıllı parti üyelerinin bir araya gelmeleriyle Alman siyasal
sistemi içinde bir Türk lobisi oluşturulabilmiştir .Almanya’daki Türk nüfusun
üç milyondan beş milyona doğu artması üzerine, ülkedeki Türk lobisinin etkileri
artmış ve Türk lobisi içinden çıkan siyasetçi ya da iş adamlarının ülkenin her
yerinde örgütlenmiş bulunan yapılanmalar aracılığı ile, rekabet düzeninde içine
girdikleri yarışları kazanmaları
gerçekleştirilmiştir. Küresel emperyalizm alt kimlikleri hortlatarak bunlar
üzerinden ulus toplumlarını ve devletlerini parçalamaya çalışmaları dikkate
alındığı zaman bütün ulus devletler kendi ulusal toplumları ile birleşerek ulusal
sınırları içinde tek bir bütünsellik içinde uluslaşma olgusunu tırmandırmaya
çalışmışlardır. Önce dernek ile yola çıkan Almanyalı Osmanlılar daha sonraki
aşamalarda ikinci adımda lobiciğe ağırlık vermişler ve üçüncü aşamada da yeni
bir siyasal parti oluşturmak fikrine gelmişlerdir. Diğer Avrupa ülkelerindeki
gelişmelerde Türklerin örgütlenmelerine ciddi anlamda destekler sağlanmış ve
Türkleri güçlü bir yapılanmaya getirmiştir.
Küresel emperyalizmin alt kimlikleri hortlatması sonrasında,
ulus devletlerin hepsinde ciddi anlamada alt kimlikçilik sorunları ortaya
çıkarak ülkeleri sarsmaya başlamıştır. Almanya Avrupa’nın en güçlü ülkesi
olarak yeni bir politik döneme girerken Avrupa’nın ortalarında bağımsız devlet
olarak yer alan Avusturya, Danimarka, Hollanda gibi küçük ülkeler giderek bir
Alman birliği arayışı içine girmiştir. Almanya hem orta Avrupa Germen nüfusunun
odak noktası konumuna gelmiş, hem de kendi devleti içinde diğer alt kimlikli
vatandaşlarının hareket tarzları ile karşı karşıya gelmiştir. Orta Avrupa’nın
Germen topluluklarına Almanya sahip çıkmaya çabalayarak, Avrupa kıtasının tam
ortalarında, bu güçlü ülkenin artan işçi ve çalışan orta yaş kuşağı nesiller
ihtiyacı, geleceğin dünyasında bir Büyük Almanya devletini Avrupa’nın tam
ortalarında insanlığın karşısına çıkartabilecektir. Benzeri bir durum bugünün
koşullarında Türkiye için de söz konusudur. Almanya Avrupa’nın ortalarında
kendisinden kopmuş Germen toplulukları ile birlikte bir büyük devlet arayışı
içine girerken, yeni Osmanlıcılık söylemleri ile de Osmanlı hinterlandında
sahip birçok Türk asıllı topluluk ve ülke bugünkü dünya haritası üzerinde
birlikte yaşamaktadırlar. Almanlar yıllarca Osmanlı uzantısı toplum ve
devletlerin yönlendirmesini yaparak Çanakkale savaşı sonrasında yeni bir geniş
alan hegemonyası ardında koşarken, Türkler böylesine bir emperyal oluşumun
öncülüğünü yapmamışlardır. Türklerin sömürgecilik yapmamaları dünya barışı için
olumlu bir örnek oluşturmuştur. Almanların komşuları üzerinden büyük bir Alman
birliği oluşumunu kurmak istemelerini öne çıkarmıştır. Birinci dünya savaşı
sırasında Osmanlı devletinin Almanya önderliğindeki orta alan askeri
yapılanması, daha sonraki aşamada Macaristan, Bulgaristan ve Türkiye gibi Türk
asıllı ülkelerin Anglo Sakson devlet ve toplumların saldırılarına karşı, Alman
ve Türk asıllı toplum ve devletlerin birlikteliğini öne çıkarmıştır. Almanlar
ve Türkler orta dünya devletleri ve ulusları olarak birinci cihan savaşında
dayanışma içinde savunma yapmışlardır.
Almanya için bir
alternatif olarak kurulan sağ ulusalcı parti son birkaç seçimde beklenenin
üzerinde oy alması, kamuoyunda büyük sarsıntılar yaratmış ve tedirgin olan
seçmen kitlelerini giderek yeni sol ve sağ partiler arayışına yönlendirmiştir. Alman
ulusal kimliğinin ötesinde sol ya da sağ çizgiler hazırlayan yeni partiler
ortaya çıkarak seçmen kitlelerini etkilemeye başladığında, siyasi partiler
listesi değişmiştir. Önce aşırı uçları sarsan oy patlaması ile başlayan yeni
süreç daha sonraki aşamada da aşırı uçlardan yavaş yavaş alt kimlikler temeline
oturmaya başlayınca, Türkler de kendi siyasal partilerini kurarak Almanya
siyasetinde nüfusu toplam ulusal nüfusun on beşte biri olan Almanya’daki Türk
nüfusunun, siyasal bir parti ile örgütlenerek siyasal alandaki yarışa girmesine
zemin hazırlamıştır. Beş milyonluk bir oy potansiyeline sahip olan Türk
lobisinin yeni kurulan DAVA isimli partiye sahip çıkarak, genel siyaset düzeni
içinde Alman yasaları ve siyasal düzeni çerçevesinde çağdaş bir siyasal
örgütlenmeyi gündeme getirmişlerdir. Türkiye’nin doğu bölgesindeki gibi bir
sorun ile Alman devleti karşı karşıya gelmiştir. Avrupa ülkelerindeki siyasal
parti listelerine bakıldığı zaman ideoloji ve siyasetlerin yerini etnik köken
ve dinsel kimlik örgütlenmelerinin aldığı yeni bir durum vardır. Almanya Türk
partisinin Avrupa Parlamentosu seçimlerine girmesi üzerine aşırı uçtaki Almanya
için alternatif partisinin, Türklerin ve diğer etnik grupların Alman siyasal
alanı içindeki yerlerinin belirlenmesine yardımcı olmaktadır. Almanya’nın
bölünmez bir bütün olduğunu savunan ulusalcılar ise hem aşırı uçlara hem de
etnik kökenli örgütlenmelere karşı çıkmaktadırlar.
Sınırları geniş belirlenen demokrasilerin Avrupa gibi
gelişmiş ve modern ülkelerde bile bölücülüğü öne çıkardığı, son Alman
seçimlerinde açıkça ortaya çıkmıştır. Türkiye’ye karşı bölücülüğü destekleyen
Avrupa ülkelerinin yeni dönemde kendi ülkelerinde de etnik kökenli siyasal
örgütlenmelerin bölücülük yapma tehlikesiyle karşı karşıya gelmektedir. Yeni
dönemde Almanya, bütün dünya ülkelerine karşı etnik köken ve ırksal yapılanma
konularını insan hakları diye savunulmalarını zorla kabul ettirmeye çalışırken,
kendisinin ulusal çıkarları doğrultusunda diğer devletlerin çatısı altında
kendi alt kökenleri üzerinden yepyeni bir siyasal model yapılanmasına doğru
yönlendikleri anlaşılmaktadır. Yıllardır batı dünyasının önde gelen devletleri
böylesine çifte standartlı bir yapılanmaya dönük çalışarak dünya ülkelerini
parçalanmaya doğru yönlendirirken, şimdi gelinen noktada Avrupalı ülkelerin
düştüğü çelişkili durumlar Türkiye gibi dünya ülkelerinde de görülmektedir. Etnik
ve dinsel farklılıkların giderek siyasal
örgütlenmelere dönüşmesi ulus devletlerde tedirginlik yaratırken, her ulus
devlet kendi durumunu yeniden inceleyerek değerlendirme yapmak durumundadır. Uluslar
bir devletin çatısı altında yaşayan herkesi ulus devletin ulusu olarak görmek
ve bu doğrultuda ülkede birlik ve beraberlik statüsünü koruyarak devletlerin
ülkeleri üzerinde kamu düzeni oluşturma yetkisi ile gücünü artırmak
zorundadırlar. Ulus devletlerin birliklerini koruyamaz bir duruma geldikleri
zor aşamalarda, aynı ulusun içindeki farklı kimliklerin kendilerine benzer bir
biçimde örgütlenmeye çalıştıkları da artık bugünün gizlenemeyecek önde gelen
siyasal gerçekliğidir.
Türkiye bütün dünya ülkelerinde temsilcileri ile bulunan
modern bir orta doğu devletidir. Devletlerin ve toplumların birlikte var olduğu
ve birbirlerine karıştığı çeşitli dünya bölgelerinde Avrupa, Asya, Afrika ve de
Amerika gibi büyük kıtaların kesişme noktalarında her devletin jeopolitik
konumları bölgesel sorunların kontrol edilmesinde ve çözüme kavuşturulmasında
etkin rol oynamaktadır. Kıtadan kıtaya, bölgeden bölgeye her devletin konumu
değiştiği için sorunlar farklılık göstermekte ve bunların çözüme
kavuşturulmasında farklı yöntemler ve bakış açılarıyla hareket edilerek kesin
sonuçlar alınabilmektedir. Almanya Avrupa’nın ortasında yer alan merkezi bir
orta alan devletidir. Türkiye Cumhuriyeti yeni dönemde Avrupa Birliği ile
birlikteliği sağlamak için Almanya gibi merkezi devlet ile yakınlaşmak ve bu
ülkenin olanaklarından yararlanarak, tarihin zor aşamalarında gündeme geldiği
gibi, Almanya’nın Orta Doğu’da ki girişimlerine benzer bir biçimde Türkiye
Cumhuriyeti de Orta Avrupa bölgesinde kendi ulusal çıkarlarını korumak amacıyla
siyasal çalışmalara yönelmesi durumunda, Avrupa ve Orta Doğu gibi bölge ülkeleri gibi devletlerle yakınlaşarak
barış ve güvenliği gerçekleştirmek için
üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmek zorundadır. Her ülkede çeşitli
siyasal partiler vardır ve bunların siyasal aktiflikleri ile üretilecek siyasal
tavır ve çözümler sorunların aşılabilmesi doğrultusunda işe yarar ve yeni bir
düzenleme getirebilirse, o zaman her devlet için geçerli olan farklı
yaklaşımların devreye girerek sonuç alması gerekmektedir. Almanya bütün Avrasya
bölgesine dağılan Alman asıllı vatandaşları ile nasıl ki, Asya ve Avrupa
ülkelerini gözetim altına alıyorsa, Türkiye Cumhuriyeti’nin de bazı partiler
ile yakınlık sağlayarak Almanya, Fransa ve İngiltere gibi Avrupa’nın en büyük
ülkelerini yakından izlemesinde dünya barışı açısından ulusal ve küresel
yararlar vardır. Türkiye’nin Almanya’yı daha yakından izlemesi de Avrupa
kıtasının güvenliğine katkı sağlayacaktır. Alman-Türk birlikteliği gelecekte
Avrasya barışının öncüsü olabilir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder