ANKARA KALESİ
NORMAL MİLLİYETÇİLİK
AŞIRI SAĞ OLAMAZ
Bugünkü dünya uygarlığının çıkış noktası olan Avrupa kıtası, sanayi devrimi ve birbirini izleyen diğer devrimci atılımların ortaya çıkış merkezi olarak yirmi yüzyıldan daha fazla bir zaman dilimi içinde, insanlığa büyük katkılarda bulunmuş ve böylesine bir olumlu desteğin çeşitli katkılar üzerinden çağdaş uygarlığa sıçrama yaptıran atılımların belirginlik kazanmasına her açıdan yardımcı olmuştur. Avrupa bu çerçevede ayağa kalkarak insanlığa yön göstermeye yönelirken, iki bin yıllık bir tarihsel sürece zemin hazırlamıştır. Orta çağ sonrasında içine girilmiş olan devrimler çağı, Avrupa merkezli adımların atılmasıyla öne çıkmış ve daha sonraları da bilimsel gelişmeler birbirini izlediği için, sanayi devrimini diğer alanlarda izleyen yeni devrimci atılımlar, daha sonraki dönemlerde insanlığın gündemine oturmuştur. İnsanlığın beş kıta da birden orta çağ uykusundan uyanarak kalkınma ve gelişme yoluna doğru gitmesi, beş asırlık bir zaman dilimi içinde gelişerek çağdaş uygarlık düzeyinin başlangıç noktalarında, Avrupa kıtası öncülük görevini üstlenen bir merkez olmanın ötesine giderek, tüm insanlığın geleceği için yararlı olabilecek adımların birbirini izleyen bir çizgide devreye girmesinde etkin bir rol oynamıştır. Yeni çağlar böylesine bir oluşumun başlangıç dönemi sonrasında ön plana çıkmış ve bu yüzden de dünyanın gelişmesi ve insanlığın ilerlemesi, Avrupa kıtası merkezli devrimci atılımlar ile tarihteki yerlerini almıştır. Bugünün en ileri ve gelişmiş devletleri Avrupa kıtasında yer almazken, Avrupa ülkeleri gene eskisi gibi öne çıkan devrimci adımları ile tarih yazmaya devam etmektedirler.
Geçen ay içinde Avrupa ülkelerinde
Avrupa Birliğinin yasama organı olan Avrupa Parlamentosu ile ilgili seçimler
yapıldı ve ortaya kıtasal kamuoyunun biçimlendirdiği yeni bir siyasal ortam
beklenmedik bir biçimde geldi. Birlik üyesi olan Avrupa ülkelerinin tamamının
katılmış olduğu bu seçimler sonucunda, Avrupa’nın kıtasal bir yapılanma olarak
ne gibi siyasal gelişmeler ile karşı karşıya olduğu açıkça siyasal gündemin baş
köşesinde yerini almıştır. İspanya’da sağcı partiler yüzde kırk, Hollanda’da
iktidardaki sağcı partilerin oy oranları beş misli arttığı görülmüştür.
Avusturya da sağcı parti ilk kez en fazla oyu birinci sırada alırken, sağcı
parti Avrupa Birliği gibi bir kıtasal oluşuma karşı çıkarak bağımsızlık
statüsünün devamını istemektedir. Belçika gibi Avrupa Birliğinin merkezi olan
bir ülkede liberaller ağır bir yenilgiye kayarken, bu ülkeden ayrılmak isteyen
Flaman milliyetçisi parti oylarını eskisine oranla daha da fazla bir çizgide
destek almıştır. Polonya’da ise geleneksel sağ kanat parti olan Sivil Koalisyon
seçimleri kıl payı kazanarak var olan statükonun sürdürülmesini sağlamıştır. Toplam
seçmen sayısının üçte birini alan bu parti eski sağcı muhalefet olan Hukuk ve
Adalet partisinin önünde yer almıştır. Sağ uçta yer alan konfederasyon partisi
ise oylarını üç misli artırarak seçimleri tamamlamıştır. Avrupa ülkeleri içinde
orta ve doğu Avrupa arasındaki alanda yer
alan Macaristan da Macar milliyetçi iktidar partisi oylarını daha da
artırırken, yeni kurulan merkez sağ bir parti seçmenlerin yüzde otuzundan
destek alırken, Avrupa Halk partisi grubuna katılma hakkını elde etmiştir. Avrupa
Parlamentosu seçimleri içinde yer alan milliyetçi ve sağ kanat partilerin
oyları yükselirken, yeni bir milliyetçi dönemin hızla devreye girdiği
görülmektedir. Liberal tutum ve yaklaşımlar bu aşamada geride kalmıştır.
Bütün ideolojilerin ve siyasal
sistemlerin doğduğu ve zamanla yaygınlık kazandığı Avrupa kıtası bütün
devletlerin katıldığı bir genel seçimler aşamasından geçerken, ilerisi için
yeni bir tutum belirlemektedir. Liberalizmin ve sosyal demokrasinin doğum yeri
olan Avrupa kıtası aynı zamanda ulusalcı hareketlerin ve milliyetçi
cereyanların da doğduğu yer olmuştur. Sanayi devrimi benzeri yenilikler yaşam
biçimlerini tümüyle etkileyerek yenilerken, aynı zamanda Fransız devrimi
çizgisindeki siyasal gelişmeler de devrimci fikirlerin insanlığın düşünce alt
yapısını zenginleştirerek, çağdaş uygarlığa yönelen insanlık birikimini gelecek
için ana hedef haline getirmiştir. Ortaçağ sonrasında yüzyıllarca ilerleme ve
gelişme kavramlarını kendisi için bir dayanak noktası olarak gören Avrupalılar,
en son olarak kullandıkları oyları ile kendi kıtaları üzerinden insanlığın
geleceği için belirli bir çizgi belirlerken, bu kez milliyetçi oyların fazla
miktarlarda kullanılmasıyla ve bugünkü ulus devletin dünya sahnesine yeniden
çıkmasıyla, Fransız devriminin bir armağanı olarak insanlığı yeniden
milliyetçilik ülküsüyle karşı karşıya getirmişlerdir. Avrupa kökenli sosyalizm,
sosyal demokrasi, liberalizm gibi ana akımların hepsi dışlanarak devre dışı
bırakılırken, orta çağ sonrasında gündeme gelen milliyetçilik cereyanlarının
bugünün dünyasında yeniden gündeme gelmeleriyle farklı bir siyasal durum
gündeme getirilmiştir. Orta çağ sonrasında krallıklar ve imparatorluklardan
ulus devletlere doğru bir geçiş süreci yaşanırken, şimdi gelinen yeni aşamada
ve bugünün koşullarında bu kez de ulusal toplum yapıları ile ulus devletleri
ortadan kaldırmak üzere, yeni tür bir emperyalizm küresel boyutlarda örgütlenmeye
girişmiştir.
Bütün ideolojilerin ve siyasal akımların
Avrupa’daki çıkış yerleri gelecek için belirleyici olmuş ve bu doğrultuda
insanlığın gelmiş olduğu yeni aşamalarda bir dönem içinde ortaya çıkan
kapitalizm çökmeye doğru yönlendirilirken, sosyalizm bu aşamada ana akımın
yerini alabilecek farklı bir yaklaşım olarak ortaya çıkmıştır. Liberalizm, sosyal
demokrasi ve de diğer akımlar iki ana ideoloji arasında yer alan zamanla
birlerinin yerine geçerlilik kazanan düşünce tarzları olmuştur. Bugünün
koşullarında Karl Marx’ın zamanında fazlasıyla uğraştığı kapitalizm şirketler
üzerinden çökerken, var olan devlet düzenlerini de yıkıma doğru zorlamaya
başlayınca, küresel emperyalizm ile ulusal toplumlar ve devletler karşı karşıya
gelerek, bugünkü dünyayı yeni bir kamplaşma olgusu ile karşı karşıya
getirmişlerdir. Bir tarafta halklar ve uluslar ile, diğer tarafta da giderek
küreselleşen tekelci şirketlerin, uluslararası alandaki tekelci ve hegemonyacı
tutum ve davranışları bugünün dünyasını yeniden eskisi gibi yeni bir çıkmaza
doğru sürüklemişlerdir. Dünyada var olan bütün düşünce ve siyasal akımların
doğum yeri olan Avrupa kıtası kapitalizm ve sosyalizm çatışmalarının dışına
çıkma aşamasına gelirken imparatorluklar sonrasında kurulmuş olan ulus
devletlere bağlı bulunan ulusal toplumlar Fransız devrimi sonrasında
kazandıkları ulus devlet statüsünden uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Avrupa
parlamentosu için üye ülkelerde seçimler yapılırken, diğer düşünce ve
ideolojilerin çökertilmesi nedeniyle, milliyetçi akımlara doğru seçmen
tabanında önemli miktarda kaymalar olmuştur. Dünya tarihinde görülmemiş biçimde
eski sosyalistler, sosyal demokratlar ve liberaller darmadağın bir hale
gelirken, yeni siyasal dönem bir kaos ortamı olarak görülmeye başlanmıştır. Birinci
dünya savaşı sonrasından gelen eski siyasal partiler düzeni, yepyeni bir
milliyetçilik akımının yükselişi ile birlikte siyasal gelişmeleri belirlemeye
başlamışlardır. Birinci Dünya Savaşı öncesi siyasal durum yeniden ortaya
çıkartılırken, Avrupa kıtası ciddi bir karışıkla karşılaşmıştır.
Dünyanın önde gelen ilericileri, devrimcileri,
bilim adamları, filozofları ve siyasal önderleri kendileri için Avrupa kıtasını
bir doğuş ve ortaya çıkış kapısı olarak görmüş ve bu durumu kendi varlıkları
açısından her zaman için bir güvenlik sorunu olarak değerlendirmişlerdir. Avrupa’da
doğmuş olan siyasal düşüncelerin temsilcileri duygu ve düşüncelerini dünya
kamuoyuna anlatırken, bu önemli kıtadaki var olan hukuk devleti ile demokratik
rejimleri birlikte ele alarak Avrupa siyasal sistemleri ve rejimlerinin çatısı
altında kendilerini korumaya çaba göstermişlerdir. Milliyetçilik oylarının
Avrupa parlamentosunun yapısını değiştirmesiyle birlikte, artık eskisi gibi
bütün siyasal fikir ve düşüncelerin
tarihsel hak ve özgürlükleri koruma ve savunma mekanizması çerçevesi içinde Avrupa
parlamentosu siyasal sistemi içinde, normal koşullarda gelecek yüzyıllara kadar uzanacak bir koruma
güvencesine kavuşturulmaları
beklenirken, son parlamento seçimleri aşamasında milliyetçi oyların
eskisinden çok fazla verilmiş olması, Avrupa devletleri üzerinde bir
üst-bölgesel devlet olarak örgütlenmeye çalışılan parlamentoyu öne
çıkarmaktadır. ABD Amerikan Birleşik Devletleri olarak kıtasal bir devlet
olmaya yönelirken, Avrupa Birliği topluluğu da bu çizgide bir kıtasal devlet
olmaya yönelmiş ama böylesine bir yönelişten beklenen istikrarlı ve gelişmiş
siyasal hukuk düzeni gündeme getirilememiştir. Avrupa’daki milliyetçi oyların
birkaç misli fazla kullanılmasıyla ciddi bir istikrarsızlık sürecine girilmesi,
kuruluş aşaması bitmemiş olan Avrupa kıta devletinin son aşamada kurulması
hayallerini yıkmıştır. İkinci dünya savaşı sonrasında içine girilen birlik
sürecinin tamamlanamaması ortaya çok ciddi sorunlar çıkarmıştır. İhtilafa düşen
ulus devletler, kendi çıkarlarını korumak doğrultusunda daha fazla sert siyasal
duruşlara yöneldikçe, kıtasal sürecin iç dünyasında iniş çıkışlar daha fazla
yer alarak kıtasal kaos bu açıdan da tırmanma potansiyeli getirmiştir.
Seçim sonuçları açıklanırken milliyetçi
oyların fazlasıyla çok olması üzerine yapılan kamuoyu yoklamaları ve anketler, dünya
medeniyetinin doğduğu bu kıtadaki üst bölgesel devlet arayışının sona erdiği
gibi olumsuz sonuçları öne çıkararak, demokratik rejime duyulan güvenin
paramparça olduğunu göstermiştir. Normal koşullarda milliyetçiliği de tıpkı
sosyalizm, sosyal demokrasi ya da benzeri başka bir ideoloji çizgisinde
kullanmasını iyi bilen Avrupalılar, dengelerin bozulması ya da siyasal
çizgilerin bozulması gibi olağan olmayan
durumların ortaya çıkmasını korku ile
karşılayacağına, zayıflamış olan milliyetçi potansiyeli güçlü gösterebilmek
için millici ya da ulusalcı duruşları aşırı sağ diyerek ya da var olan
durumlara ters düşecek biçimde ileri giderek, normalin ötesinde bir aşırılık kavramıyla birlikte sertleşme ve
çatışma yanlısı olumsuz bir siyasal çizgi öne çıkarılarak bazı gerçekler
saptırılmaktadır . Milliyetçi oyların fazla
verilmesini hemen aşırı sağcılıkla suçlamak kolay bir yol olarak görünmektedir.
Milliyetçilik diğer ideolojiler gibi bir siyasal akımdır ama bunun ötesinde
aşırılıkla suçlanması tümüyle ters sonuçlar verebilir ya da milliyetçilik
karşıtı çizgileri öne çıkararak milli devletleri ya da ulusal toplum
düzenlerini sarsarak çökertebilir. Ulus devletlerin güçlenmesini istemeyen
tekelci şirketler ya da küresel organizasyonlar normal milliyetçi akımları
tasfiye ederek, hegemonya düzenlerini her yerde geçerli kılmaya
çalışmaktadırlar. Bu doğrultuda milliyetçi akımları ve siyasal yapıları aşırı
kavramı ile birleştirerek, halk kitlelerini normal cumhuriyetçilik çizgisinden
daha uzağa doğru sürükleyerek, milliyetçilik normal sınırlar dışına kasten
sürüklenmektedir. Her milletin varlığını güvence altına alan milliyetçilik,
uluslar tarafından kendi güvenliklerini korumak için de sonuna kadar
savunulmaktadır.
Normal koşullarda bir milliyetçilik
hiçbir zaman aşırı değildir. Her zaman için diğer siyasal akımlar gibi,
milliyetçilik bir ulusun ve bir ulus devletin korunabilmesi açısından yaşamsal
öne sahip bulunmaktadır. Aşırı sağ suçlaması milliyetçi oyların fazlalaşması
ile öne çıkmıştır ama bugün gelinen noktada durum her aşamada hızla değişmekte
ve yeni ortaya çıkan gelişmeler çizgisinde, toplum ve devlet daha küçültücü
yeni unsurlar karşısında kaldıkça aşırılık yansıtan durumlar ortadan kalkmakta
ve liberallerin aşırılık suçlamaları ile ulus devleti çökertme planları da
geçerliliğini yitirmektedir. Avrupa parlamentosuna giden yolda ortaya çıkan
aşırı sağ suçlaması bir seçim oyunu olarak dile getirilirken, yeni ortaya çıkan olumlu
gelişmelerin ya da toplumsal refleks olarak kendiliğinden ortaya çıkan
gelişmelerin, bu tip yaklaşımları devre dışı bırakmaları mümkün olabilmektedir.
Ne var ki, dünya üçüncü bir cihan savaşına normal koşulların ötesinde
sürüklenerek yaklaştıkça, ulus devletler ve onların kontrolü altında uzantısı
olan ulusal toplumlar öne çıkarak önem kazanmakta ve bu aşamada milliyetçilik
aşırı gibi gösterilerek savaş ortamında karşı tarafa karşı olacak bir çizgide
basın ve medya organları aracılığı ile pompolanması, savaş ortamına destek
sağlamak gibi yan destekler arayışını öne çıkarabilmektedir. Geçmişten gelen
ulusal çizginin kamuoyuna dürüst bir biçimde yansıtılması, her türlü basın ve
yayın oyunlarının ötesinde dikkate alınmalıdır.
Milliyetçilik Fransız devrimi sonrasında
ortaya çıkan bir düşünce ve siyaset çizgisidir. Avrupa kıtasın da yayıldıktan
sonra birçok dünya ülkesinde ortaya çıkan bu akım Avrupa’da üç yüz yıllık bir
gelişme gösterdikten sonra, dünyaya yayılırken Avrupa’dan Asya’ya doğru
gelişmeler de kaydetmiştir. Rus Çarlığı, Osmanlı imparatorluğu ve Avusturya
imparatorluğu bu tür milliyetçi akımların Asya kıtasında yaygınlık
kazanmasıyla, Türkiye’nin de içinde bulunduğu yeni ulus devletler dünya
haritasındaki yerlerini almışlardır. İki binli yıllara kadar devam eden ulus
devletler milliyetçilik cereyanları sayesinde ortaya çıkarak bugünlere kadar
varlıklarını devam ettirmişlerdir. Sermaye küreselleşirken bütün dünyayı
kucaklamaya yönelmektedir. Bu aşamada da var olan ulus devletlere düşman
olmaktadırlar. Sürekli olarak ulusal toplum ve ulus devlet karşıtlığı yapan
küresel sermaye, her fırsatta ulusalcılığı kendi çıkarları için kullanmaktadır.
Normal seçim sonuçlarına göre ilk kez milliyetçi partiler daha fazla oy
alırlarken, diğer partilerde olduğu gibi uygar toplum esaslarına göre
kutlanmaları gerekirken, medya ve basın yayın kuruluşları tarafından
küçümsenerek, milliyetçilik diğer akımlardan farklı aşırı bir akım olarak lanse
edilmeye çalışılmıştır. Aynı durum liberaller, muhafazakârlar, sosyal
demokratlar ya da sosyalistler için gündeme geldiğinde aşırılık sıfatı
kullanılmadan değerlendirmeler yapılarak, dünya siyaseti yönlendirilmeye
çalışılmaktadır. Avrupa parlamentosu ulus devletlerin temsilcileri tarafından
oluşturuldu ama, bir Avrupa parlamentosu eskisinden çok fazla oy alan
milliyetçi kesimlerin temsilcilerinden oluşturulmaktadır. Liberaller, sosyalistler
ve muhafazakârlar seçimlerde gerilerden gelirken hiç kimse onları
küçümsememekte ama seçimlerin galibi olarak ortaya çıkan milliyetçileri siyasal
rejim açısından tehlikeli ilan edebilmektedirler. Bazı çevreler aşırı sağ
popülizmi olarak ilan ettikleri son durumda, perde arkasındaki gerçekleri
görmezden gelirken, giderek ağırlaşan problemlerle hayat boyu baş etmek zorunda
kalan çalışan kitlelerin çektiği büyük sıkıntıların, sandık sonuçlarına ağır
bir biçimde olumsuz etkiler yaptığını da görmek zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Değişen
dünya koşulları siyasal alana etki ederken, her yer ve her şey alt üst
olmaktadır.
Yer yüzü haritasında yer alan bütün
devletlerin sahip oldukları jeopolitik gerçekler düzeyinde birbirlerinden çok
farklı ülke özellikleri taşıdıkları görülmekte ve devletler arası küresel durum
da ulusal yapılanmaların geçmişten gelen uzantıları ile sürerken ulus
devletlerin her zaman için kendi gerçekleri ile baş başa yola devam edebilmenin
yollarını aradıkları görülmektedir. Uygarlığın beşiği olan Avrupa kıtası bugün
dünyanın merkezi ya da bütün dünyayı yöneten bir güç merkezi olamamıştır. Avrupa’nın
önde gelen büyük devletleri arasında sürdürülen siyasal ve yönetsel çekişmeler,
zaman içinde koşulları zorlamaya başlayınca Avrupa üzerinden yeni bazı
girişimler öne çıkmıştır. ABD, Çin, Rusya, Hindistan ve Brezilya dünya
sahnesinde öne çıkarken Avrupa kıtası giderek gerilerde kalmakta ama yeni bir
siyasal ütopya ortaya koyarak bir türlü öne geçememektedir. Kuzey Atlantik
hattı çizgisinde oluşturulan batı bloku giderek zorlanırken, Avrupa kıtası bu
yüzden her alanda çıkmazlara doğru sürüklenmektedir. Var olan büyük sorunlar daha da büyürken
haksızlık, adaletsizlik eşitsizlik, yoksulluk yolsuzluk, tekelleşme, otoriterlik,
işsizlik ve açlık büyük sorunlar olarak çözümsüzlük çıkmazı içine düşmüştür. Aşırı
sağın yükselişi suçunu milliyetçiliğin sırtına yükleyen toplumun diğer
kesimleri ve zengin burjuvaziler dünyayı gelecekte kendi çıkarları çizgisinde
yönetebilmenin arayışı içine girmişlerdir. Toplumun okuyan ve düşünen bölümleri
suçların artışını aşırı sağın geçici yükselişinde değil ama, keyfilik ile
otoriterliğin giderek kalıcılaşması ile, populizmin halk kitlelerine karşı
kullanılmasında görülmektedir. Hırsızlığın giderek tırmandığı bir aşamada
mafya, çete ve suç şebekeleri işbirliği tezgahları ile büyütülürken bütün
insanlık korku içinde belirsiz bir geleceğe mahkum edilmektedirler. Dünya var
olan sorunlarına çözüm bulamazken yeni yeni ortaya çıkan farklı sorunların
büyük devletleri uğraştırdıkları görülmektedir.
Sorunlar giderek kalıcılaşırken, elektronik
devrimin gündeme getirdiği eskisinden farklı siyasal ortamda kurumlar ve
kuralların giderek yetersiz kaldıkları ve bu yüzden de sanayi toplumundan kalan
toplumsal yapı ile elektronik yapılanma karşı karşıya gelmiştir. Devlet
yönetimleri bürokrat ve teknokratlara teslim edilirken, siyasal kadrolar devlet
yönetiminden uzaklaştırılma aşamasına gelmişlerdir. Eski ve yeni bilimsel
devrimlerin karşı karşıya gelmesi ve zamanla birbiri içine girmesiyle bilim
alanında ciddi bir kaotik ortam yaratıldığından buradan insanlığa gelen eski
katkıların ve desteklerin eskisi gibi alınamaz bir duruma geldikleri
görülmektedir. Bilimden beslenemeyen toplumlar en gerçek yol gösterici olarak
bilimsel akımları eskisi gibi takip edemez ve izleyemez bir ortama
sürüklenmişlerdir. Bilimsel çalışmaların bu yüzden düştüğü Türkiye gibi orta
boy devletlerde ne yazıktır ki eskisi gibi özgür ve bağımsız bilimsel
çalışmalardan yararlanılamaz bir olumsuz duruma sürüklenilmiştir. Bilimsel
kaynaklardan yararlanamayan bilim kadrolarının emperyalizmin maceracı
girişimlerinde, birer Truva atı olarak kullanıldıkları son yıllardaki
gelişmeler sayesinde sermayenin çok büyümesi ve şirketlerden sonra devletleri
de satın almasıyla birlikte artık eskisi gibi kendi ülkesini yönetecek devlet
sayısının giderek azaldığı görülmektedir. Her devletin farklı koşulları kendi
çıkarları çizgisindeki işbirliklerini öne çıkararak devletler arasında
eskisinden çok farklı çalışma düzenleri ile devletlerin güçlü bir biçimde
hareket edebilecekleri yeni ortaklık
çeşitlerini alanlara çekerek eskisinden çok farklı bir iş ortamı yaratarak, bunun
üzerinden de kurulmakta olan yeni iş düzenlerini aracı yaparak, geleceğin dünya
modelini artık bugün gelinen aşamada kalıcı bir biçimde kurabilmenin arayışı
yeni yeni iş hayatında devreye girme yolundadır.
Yeryüzünde kurulmakta olan yeni dünya
düzeni zamanımızda rekabet ve çeşitli çekişmeler yüzünden, bir türlü devreye
girememektedir. Bu yüzden gündeme gelen küresel dengelerdeki bozuklukların yeni
bir plan ve de program ile hazırlanarak devreye sokulmaları gerekmektedir. Yeryüzünde
var olan her yapı ya da sistem belirli uzmanlıklara sahip olan kişiler
tarafından incelenerek uygulama alanına aktarılmıştır Bilim ve düşünce
hayatının önde gelen alimleri ya da teorisyenleri belirli bir ütopyaya sahip
oldukları öğrenilmiştir. Yakından ele alınarak incelendikleri aşamalarda
hepsinin geleceği dönük bir ütopyası olduğu anlaşılmaktadır. Eski İngiliz dış
işleri bakanının görevden alındıktan sonra geleceğe dönük bir proje olarak
Ütopya isimli bir okyanus adasında daha adil ve düzenli bir dünya devleti
oluşturma hedefi olmuştur. Thomas More isimli eski bakan var olan dünya düzeni
yerine başka bir düzen ararken ortaya önemli bir ütopya planı atmıştır. Milliyetçiliğin
yerine yeni bir gelecek planının getirilmesi de bir örnek yaklaşım olarak
benimsenebilmektedir. Devlet gücünü ele geçirenlerin devlet yönetimi ile
oynarken içinde bulundukları siyasal ortama karşı çıkış, ya da buradan
ayrılarak kaçış geleceğe dönük alternatif projeler olarak siyaset alanına
getirilerek tartışma konusu yapılabilirler. Milletin olmadığı yerde
milliyetçiliğin de olmayacağı açıktır. Ne var ki, her insanın bir yurdu olması
isteği, bir gün onu böylesine bir projenin arkasından gitmesine yol açabilir.
Ya da o kişinin sahip olduğu gerçek akıl, yeni bir ütopya öne çıkararak
geleceğin dünyası için farklı bir hayal alemini gündeme getirebilir. Özellikle
hayal dünyasından olumlu sonuçlar çıkaran düşünürler bunun arkasından
koşarlarken daha çok distopya denen çok sorunlu var olan ortamlardan kaçış
planlayabilirler. İlk sömürgeciler Avrupa’dan Amerika kıtasına yönelen gidiş
planlarını birer ütopya olarak devreye sokmaya çalışmışlardır.
Bilim ve gerçeğin yol gösterdiği her
yönde milliyetçilik de bir çıkış noktası olarak devreye girebilir. Uzun bir
geçmişi olan dünyaya biçim vermek ve de kendi etnik kökenli düzenler kurmaları,
sonraki aşamalarda milliyetçiliğin ortaya çıkışı ile gerçeklik kazanma
aşamasına gelmiştir. Milliyetçiliğin aşırısı ya da daha kısaltılmış biçimleri
söz konusu olamaz. Milliyetçilik ya vardır ya da yoktur. Var olan ülkelerde
yaşayan milletler kendi milliyetçilikleri ile daha gelişmiş bir gelecek
projesinin arayışı içine girerler ve ellerine fırsat geçti mi de böylesine bir
projeyi uygulamaya geçirebilmek için çaba gösterirler. Bugün yüz yıl önce
gündeme gelen Halk Cephesi, geçen yüzyılın sol bir hareketi olarak aşırı olduğu
ileri sürülen büyük milliyetçi siyasal birlikteliği hedef alarak, böylesine bir
ağırlıklı yapılanma sonraki aşamalarda karşıt girişimler olarak gündeme
getirilmiştir. Egemen güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda bir üçüncü dünya
savaşı çıkartmaları tarihin her
döneminde görüldüğü gibi bugün de milliyetçi hareketler üzerinden dünyaya
yepyeni bir görünüm kazandırma yolunda, eski metotların devreye alınarak daha
somut projelere öncelik verilmesi gibi tutum ve yaklaşımlar gündeme
getirilmektedir. Milliyetçi hareketler halklar ve değişik toplumlar arasında
gündeme getirildiği zaman, bir ülkedeki yaklaşımların ötesinde küresel ya da
bölgesel çizgilerde ulusal gücü güçlendirecek sonuçlar alınmaya
çalışılmaktadır. Normal düzeydeki milliyetçi cereyanlar, her türlü aşırılıklara
karşı çıkarak, siyasal alana çıktığı noktada hiçbir biçimde aşırı sağ gibi
davranamaz ve aşırı uçların politikalarına alet olamaz. Ulus devletlerin yoluna
devam edebilmesi için milliyetçi hareketlerin öncülük yapmaları
kaçınılmazdır.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder