ANKARA KALESİ
HALKI TEKRAR
KAZANMAK
Yaz aylarına giriş ile birlikte uluslararası alanda önemli ve büyük toplantılar ile genel seçimler birbiri ardı sıra gündeme geldiler. Özellikle doğu ve batı bloklarının içinde yer alan büyük devletler, bu aşamada ülke genelinde birbiri ardı sıra genel ve yerel seçimlere doğru adımlar attılar. Büyük devletlerde siyasal alanı düzenleyen seçimlerin sonuçları tam anlamıyla büyük bir değişiklik olarak gündeme geldiğinde, var olan siyasal düzenleri alt üst ederek devletleri tavır almaya doğru sürüklerken, aynı devletlerin böylesine bir dönem içinde uluslararası genel kurul ve kongreler düzenleyerek, bütün dünya için bir alternatif düzen getirebilecek yeni yaklaşımların, uluslararası genel kurulların gündem maddeleri içinde gündeme getirildiği göze çarpıyordu. Siyasal değişiklikler kongreler aracılığı ile öne çıkarılırken, uluslararası alanda öne çıkarılan bölgesel ve kıtasal çizgideki yeni arayışlar, giderek daha adil, daha eşitlikçi ve barışçı politikalara doğru bütün devletlerin yönetimlerinde, değişik yönelimlerin güncelleşerek tartışma konusu haline geldikleri görülmüştür. Siyasal alanda böylesine çok yönlü hareketlilikler birbirini izlerken, böylesine çok yönlü dönüşüm programlarında yer alan bütün devletler içinde bulundukları küresel organizasyonlar aracılığı ile gelmekte olan yeni dünya düzeni oluşumları içinde birbiri ardı sıra bağımlılık ilişkilerine giren yeni yapılanmalarda, eski düzenlerinden uzaklaştırılmış ama daha tam olarak da geçmişin uzantılarından gelen yepyeni oluşumların, birbirlerini tetikleyerek öne doğru geçtikleri ortaya çıkmıştır. Her devlet ya da her yönetim böylesine bir süreç içinde hem geçmişten gelen yapılanmaları hem de geleceğin dünyasında en iyi yerlerde bulunma çabalarının ortak yönlenmesinde yapılmakta olan çalışmaların devreye girdikleri anlaşılmaktadır.
Son zamanlarda eski dünya düzeninin
geride kalması üzerine yenilik arayışları hem bilim dünyasında hem de siyaset
sahnesinde birbirini izlemiştir. Devletler ve hükümetler kendi ülkelerini el
altında tutarak beklenmedik gelişmelere karşı çıkışlar yapmışlardır. Yer küre
yeni dünya düzeni arayışları içinde yuvarlanıp giderken, artan nüfus ve çevre
kirlenmesi gibi yeni dev sorunlarla insanlık uğraşmaya başlamış ve bu
doğrultuda uluslararası toplantılar düzenlenerek, ülke siyasetleri yeni ortaya
çıkan bilimsel veriler aracılığı ile yapılmaya başlanmıştır. Siyasal alanın
giderek değişim trendlerine doğru yönlendirilmesi üzerine, benzeri çizgide yeni
gelişmeler daha sonraki aşamada ekonomi üzerinden gündeme gelmiş ve bu
doğrultuda siyaset ve ekonomik ilişkiler ağı eskisinden çok daha farklı bir
gelişme sürecinden sonra, gelecek yüzyıllara uyum sağlayacak atılımların
birbiri ardı sıra yola girdikleri ortaya çıkmaya başlamıştır. İki büyük dünya
savaşı sonrasında eski düzenden yeni düzene doğru geçişler başlamıştır. Artan
nüfusun gereksinmeleri karşılanmaya çalışılırken, birbirini takip eden bazı
küresel ekonomi konferansları da birbiriyle bağlantılı bir çizgide son yıllarda
giderek karmaşık bir hal alan insanlığın içine sürüklendiği böylesine içinden
çıkılmaz bir çıkmazdan çıkış durumu yaratılmaya çalışılmıştır. Seksen yıllık
bir sosyalist deneyimden sonra insanlık kapitalizm ile baş başa kalmış ama ne
var ki geçmişten gelen deneyler ve birikimlerin yeni dönemi açacak yönde
gelişmeler göstermemesi nedeniyle, beklenmeyen birçok gelişme sonraki
aşamalarda olumsuz sonuçlar vermişlerdir.
Avrupa Birliği örgütünün öncülüğünde (yeni
ekonomik düzen için forum) başlığı altında, dünya ülkelerinin birbirleriyle
rekabet etmeleri gerekirken, yarışa katılamaz bir olumsuz durumla ekonomik
krizlerden kurtulmaya çaba gösteren önde gelen bazı büyük ülkeler, devletçi bir
yaklaşımı benimseyerek, işleri yoluna koymaya çaba gösterirken, diğer Avrupa
ülkeleri bazı büyük devletler ve şirketler ile
çok yönlü ilişkilere dayanarak, uluslararası yönlendirmelerin dışında
daha iyi bir konuma gelebilmenin arayışı içinde de olmuşlardır. Avrupa ya da
Amerika gibi kıtasal devletler sahip oldukları bilim, eğitim ve araştırma
kuruluşları aracılığı ile her türlü siyasal, ekonomik ve bilimsel konu ve
sorunlara çözüm aramak için gerekli olan adımları attıkları gibi giderek güncel
hayatın içinde öne çıkan çıkmazlara da çıkış aramaya devam etmektedirler. Bu
yılın önde gelen ana sorunu olarak ekonomik krizin yansımaları öne çıktıkça, sorunlara
çözüm arayışları da birbiri ardı sıra gündeme gelmektedir. Ulaşım hizmetlerinin
teknik anlamda çok gelişmesiyle kısalan yollar, aynı zamanda ülkelerin giderek
yakınlaşması aracılığı ile de ekonomik ve siyasal entegrasyona doğru gitmekte
ve aynı zamanda gelecekte tek bir dünya devleti yapılanmasını öne çıkarmaktadır.
Dünya tarihinin başlangıcından bu yana emperyalist güçler ve büyük devletler,
kendilerinin merkezinde yer aldıkları tek bir dünya devleti oluşumunu her zaman
için istemişler ve bu amaca ulaşmak her türlü yakınlaşma ya da bütünleşme gibi
yolları denemişlerdir.
Yaz döneminin başlarında gündeme
gelen ekonomik sıkıntıların ciddi bir küresel çıkmaza doğru dünyayı sürüklediği
görülürken, Avrupa Birliğinin merkezi devleti olan Almanya’nın başkenti olan
Berlin şehrinden bir ses gelmiş ve tıpkı güvenlik kongreleri gibi bir ekonomi
zirve toplantısı aracılığı ile yeni
ekonomi için yeni bir forum örgütü oluşumuna gidilerek, halkı yeniden
kazanabilmenin yolları en üst düzeyde araştırılarak kapitalist sistemin
çıkmazlarının giderek ezdiği halk kitlelerinin harcanmaması ve giderek on
milyarlık bir büyük nüfus yapılanmasına dönüşen küresel halkların çıkarları
doğrultusunda adımlar atılmasına çalışılmıştır. Alman devletinin öncülüğünde
yapılan bu toplantıya (HALKI YENİDEN KAZANMAK) adı verilerek, giderek
kapitalizmin emperyalizme dönüşmesi yüzünden, vatandaşlık bağları ile kendi
ulus devletlerine bağlılık kazanmış olan halk kitlelerinin toplumsal yaşamdan
uzaklaştırılarak devletler ile halkları ya da ulusal toplum yapılarını karşı
karşıya getirme gibi bir büyük çıkmaz ile insanlık karşı karşıya getirilmiştir.
Avrupa birliği gibi batı blokunun bir parçası olan kıtasal organizasyonun,
dünya yeniden bir büyük küresel ekonomik bunalım aşamasına gelmesi dikkate
alınarak, Berlin Bildirgesi adı verilen bir memorandum çağrısı, bütün dünya
devletleri dikkate alınarak dünya kamuoyuna açıklanmıştır .Dünya kapitalist
sisteminin ana merkezlerinden birisi olan Avrupa Birliği’nin en büyük devleti
tarafından örgütlenen BERLİN BİLDİRGESİ’nin, bütün dünya ülkelerine yönelik bir
yaklaşım içinde diğer devletlerin temsilciler aracılığı paylaşılması da durumun
ne kadar ciddi ve vahim olduğunu göstermektedir . Ekonomik çöküntünün önüne
geçmek üzere harekete geçen Avrupa Birliği örgütü, bu doğrultuda (HALKI YENİDEN
KAZANMAK) sloganı ile hareket ederek yeniden devletler ile halkları bir araya
getirmektedir. Daha önceleri Washington Antlaşması ile bir hizada buluşan batı
blokunun kapitalist devletlerinin bugün de BERLİN BİLDİRGESİ’ni imzalayarak
insanlığın önüne çıkmaları, her açıdan olumlu bir yaklaşım olarak ortaya yeni
bir alternatif getirmektedir. İlk kez batı dünyasından bir ses halkın yeniden
kazanılmasını dile getirerek dünya kamuoyunu uyarmaktadır.
Almanya merkezli Bern Bildirgesi
diğer ekonomik kuruluşların ötesine giderek uluslararası alanda çalışan
kuruluşları değil ama doğrudan halk kitlelerini muhatap alarak son yıllarda
giderek yoksullaşan toplumsal tabanın harekete geçirilerek alt sınıfların gelir
düzeyleriyle ekonomik seviyelerinin orta tabakalar ile eşit bir düzeye
getirilmesi düşünülmüştür. Yarım yüzyılı aşkın bir zaman dilimi öncesinde
insanlık iki büyük cihan savaşı sonrasında, yeni bir dünya düzeni kurmaya
çalışırken ve düşük büyüme getiren yüksek enflasyonu önlemek için mücadele
ederken, o dönemin özel koşullarında neo-liberal adı verilen on maddelik
Washington Antlaşması kabul edilerek imzalanmıştı. Savaşlara açıkça karşı
çıkıldığı o dönemde batı kapitalizmi daha rasyonel bir yeni düzene
yönlendirilirken, ekonomik sorunların piyasalar üzerinden serbestlik anlayışı
çerçevesinde çözüme kavuşturulması ayrı bir ortak rıza yaklaşımı olarak
benimsendi .Giderek artan nüfusun ulus devletleri sarsması ve zamanla daha
kritik bir geçiş dönemine zorlamasıyla birlikte ,Washington Antlaşmasının ana
ilkesi merkez bankasının bağımsız olması ve böylece ekonomik alandaki durgunluk
olarak öne çıkan stagflasyon ile mücadele edilmesi ana ilke olarak kabul
ediliyordu. Piyasa ile merkez bankalarının karşı karşıya getirilmesiyle
birlikte serbest piyasa kontrolü altındaki batı ülkeleri, rekabetçi bir ulusal
döviz kuru politikası izlemeye yönlendirilerek çoklu bir döviz kaosundan
kurtarılmaya çalışılıyordu. Her durumda ulus devletlerin kendi ekonomilerine
müdahale etme hakkının tanınmadığı Washington antlaşması rekabeti
küreselleştirerek yepyeni küresel bir dünya düzeni getirmeye çalışıyordu. Özel
sektörcülüğü sonuna kadar destekleyen ABD öncülüğündeki batı blokculuğu, devletleri
özellikle kendi piyasalarını yönetmekten vazgeçirerek özgürlükçü bir serbest
piyasacılığı bütün dünyaya yaymaya çaba gösteriyordu. Kamu açıklarının
kapanması ve yabancı sermaye gelişinin desteklenmesi için alınması gereken
önlemlere, öncelik verilen Washigton konsensusu çerçevesinde kapitalist düzen
değişen koşullarda güvence altına alınmaya çalışılıyordu. Kamu kaynaklarının
toplumsal hizmetlere yönlendirilmesi, servetten daha çok gelir ve harcamaların
vergilendirilmesi ile ekonomik durgunluktan uzaklaşılarak daha iyi ve halk
kitlelerinin çıkarları doğrultusunda piyasa hareketliliğini öne çıkarıyordu.
Kamu kaynaklarının toplumun tabanına yönelik bir yeniden
değerlendirme ile kullanılması, sosyal ilişkilerde rahatlama sağladığı gibi
aynı zamanda ekonomik hareketlilik gerçekleştirerek ekonomik çarkların daha
hızlı dönmesine de elverişli bir ortam yaratmıştır. Piyasa düzenleyici
mevzuatın kaldırılması ve kamu açıklarının kapanması ile de devletler
halklarına ekonomik destek vermesiyle, geçmişten gelen süreç içinde ekonomik
durumları sınırlı olan çalışan halk kitleleri için daha fazla sosyal masraf ve
yatırım öngören yaklaşımlar, halk kitlelerinin ekonomik durum ve sorunlarının
rahatlatılmasına öncelik verildiği aşamalarda halk kitlelerinin yeniden
vatandaş olarak devletin bağrına basılmasına giden yolu açmıştır. Batı
ülkelerinde dayanılmaz hale gelen servet ve gelir dağılımı eşitsizliği ile küresel iklim değişikliğinin getirdiği
toplumsal yıkımlar ve her kıta üzerinde öne çıkan siyasal ve bölgesel
çatışmalar neo-liberal yaklaşımlar ile
çözülemez bir düzeye geldiği aşamada, her devlet kollarını açarak kendi halk
kitlelerini kucaklayarak bağrına basmak zorundadır, aksi takdirde kendi
devletinin sistemi tarafından dışlanan milyonlarca insanın açlık ve işsizlik
gibi iki olumsuz faktörün etkisi altında kalmaları kaçınılmaz bir olumsuzluk
ortamı olacaktır .Böylesine olumsuz bir durumda
koruyucu ve destekleyici müdahalelerle ekonomi canlanacaktır.
Washington mutabakatından tam yarım yüzyıl sonra batı
Avrupa’nın önde gelen merkezlerinden birisi olan Berlin şehrinde ikinci bir
toplumsal mutabakatın imzalanması küresel kapitalist sistemin yeniden halk
kitlelerini kazanabilmek hedefi doğrultusunda adım atılmasını gösteren önemli
bir adımdır. Washington mutabakatı ile başlatılan Neo-liberalizm yoluna girerek
kendini kurtaran uluslararası kapitalist sistem, Washington antlaşması ile
ortaya çıkarak kurumlaşmış ve yarım yüzyılı aşkın bir süre uygulamada kalarak
evrensel sistemin üzerine oturduğu bir siyasal düzeni de gerçekleştirmiştir.
İngilizler ile Amerikalıların Atlantik okyanusunun kuzey yarı küresinde adım
attıkları geleceğin yapılanması sürecinde, Atlantik ittifakı ABD-İngiltere
ortaklığı olarak öne çıkıyor ve NATO antlaşması imzalandıktan sonra alınan
güvenlik önlemleri çizgisinde halk
kitlelerini sisteme bağlı tutmak amacıyla, sermayeci bir açılım yerine bölgesel
mutabakata taraf olan büyük devletler, savaş yıllarının getirdiği çöküş ve
aşırı masrafları öne sürerek, yeni kurulmakta olan sistemin kendisini demokrasi
cephesi ilan etmesi üzerine, halk için halktan yana bir ekonomi politikası
siyasal gündeme getirilerek, savaş sonrası yıllarda uzun süren savaşlar altında
kalıp ezilme tehlikesi çeken devletlerin ulusal tabanları, Washington
antlaşması ile alınan temel ve genel kararlar doğrultusunda savaş sonrasında
devreye giren soğuk savaş düzeninde hem savaş riskleri ile uğraşıldı hem de
yeni bir dünya düzeni oluşturabilmenin çalışmaları yapıldı. Ne var ki, dünya
savaşı sonrası soğuk savaş döneminde devletler arası hegemonya mücadeleleri
devam ettirildi ama gerçek anlamda yeni bir sisteme dayanan ve kuralları ile
bir bütünsellik getiren bir uluslararası sistem, Sovyetler Birliği adını alan
toplumcu karşı güç merkezi tarafından engel çıkaran alternatif sosyo-ekonomik
yapılanma ile yeni bir sosyalist doğu bloku oluşturularak, gelmekte olan dünya
düzeninin daha adil ve dengeli bir biçimde oluşturulmasına dikkat edilmiştir.
Washington konsensus’un getirmiş olduğu bir uzlaşma ortamı
üzerinden savaş sonrası dünya sistemi kurulurken, merkezi güç konumunu ele
geçiren ABD, kurulmakta olan kapitalist sistemin neo-liberal kurallar
bütününden ortaya çıkan yeni bir yaklaşımı öne çıkarmıştır. Avrupa ülkelerinin
kapitalist modellerinin yeterli olamadığı küresel yapılanma aşamasında ABD
kaynaklı neo-liberalizm sermayenin fazlasıyla kollanmasını öne çıkardıkça, halk
kitleleri güç durumlara sürüklenerek, açlık ve işsizlik çıkmazlarında
bocalamaya başlamışlardır. Özelleştirme politikalarıyla her ülkenin önde gelen
kamu ekonomik kuruluşları özelleştirilirken, yoksulluk çıkmazı içinde sürünüp
giden halk tabanı bazan işsizliğe bazen de açlığa giden yollarda yalnız
bırakılmışlardır. Bu yüzden neo-liberalizmin ekonomik reçeteleri bir türlü
yeterli olmamış, toplumlar giderek zenginler ve yoksullar ayırımı kıskacında
boğulmaya başlamıştır. Devletler arası rekabet düzeni içinde göreve gelen
hükümetler neo-liberalizm çıkmazından kurtulamamışlardır. Devletçi bir
ekonomiyi reddederek buna karşı çıkan neo-liberaller, bütün dünyayı bir
şirketler ortaklığı tarafından yönetilen küresel bir ekonomik devlet olarak
görmeye başlamışlardır. Devlet ve ekonomi ilişkilerinin giderek sorunlu hale
gelmesiyle birlikte neo-liberal çevrelerin hegemonyası artmış ve hükümetlerin
belirli gruplar arasında paylaştırdığı devlet gelirleri toplum içinde ciddi
eşitsizlikler yaratmış ve bu nedenle de haksızlık giderek artarak adil olmayan
bir yeni ortama doğru insanlığı sürüklemiştir . Savaş sonrası dönemde yükselen
neoliberalizm, önce yükselerek demokratik toplum yapılarını etkilemiş, iki binli
yıllara gelindiği aşamada ise neo-liberalizmin küçülttüğü mikro devletler öne
çıkmaya başlamış ve halk kitleleri perişan duruma düşmüşlerdir.
Herkese daha iyi bir yaşam, iş ve çalışma düzeni getireceğini
vaad eden neo-liberalizm başta batının önde gelen devletleri ve bu sisteme
yakın duran diğer ülkeleri sistem içinde çökerterek, daha iyi bir dünya vaadi
ile yarım yüzyıl uyuttuğu dünya devletleri ve halklarını gene eskisi gibi
istismar etmeye yönelirken, aradan geçen yüz yıllık bir zaman dilimi içinde
sömürgecilik bütün dünya kıtaları üzerinde batının önde gelen devletlerinin
zorlamalarıyla yaygınlık kazanmıştır. Batı dünyasındaki normal yaşamı
dengelemek üzere sosyalist düzenin devreye girmesine çalışılmış ama din, etnik
köken ve kültürel kimlik gibi belirsiz ve çözümsüz durumlar yüzünden dünya
toplumları parçalanmaya başlamıştır. Yirminci yüzyıla girerken var olan yirmi
imparatorluk kendi içinde paramparça olarak belirli ülke ve bölgelerdeki halk
topluluklarının üzerinde oturdukları aynı topraklar, ortak devlet çatısı, ortak
pazar ve yaşam düzeni üzerinden sahip olunan birlikteliklerin devreye
girmeleriyle birlikte kişiler, aileler, sülaleler ve de hanedanlar birlikte
ortaya çıkarak, belirli bir zaman dilimi içinde yaşanılan bölge ve çevreler
üzerinde belirli güç hegemonyasına sahip olabilmişlerdir. Bu tür köken
ayrılıklarının çok kültürlü toplum yapılanmaları içinde birlik ve bütünlüğü
bozdukları görülmektedir. Batı tipi demokrasilerde etnik köken ve dinsel inanç
ayrılıkları fazlasıyla toplumsal yapıları bozduğu ve zamanla, belirli
bölgelerde küçük devlet yapılanmalarını öne çıkararak, bütün dünya ülkelerinde
sosyal ve siyasal anlamda dağılmalara giden yolları açmaktadır. Toplumların ve
devletlerin kuruluşunda bu tür alt kimlik oluşumları çözülmesi gereken sosyal
ve siyasal sorunları genelde öne çıkarmaktadırlar. Devlet içindeki siyasal
kadrolaşmalarda alt kimliklerin kullanılmaya başlanması ile nepotizm adı
verilen akrabalıklar ve alt kimlik birliktelikleri üzerinden sömürge
devletlerinin yönetimleri bir başka görünümlü sorunlar da yumağı olarak öne
çıkarabilmektedir. Köylerden ya da kırsal kesimden gelen küçük toplulukların
uluslaşmaya direnmelerinin altında yatan ana nedenler, sonu nepotizme giden
sosyal parçalanma ve çürüklükleri göstermektedir.
Bugün içine girilen yeni dönemde insanlığın yaşadığı on bin
yıllık bir ortak geçmiş incelenirken, uluslararası yapılanmayı ABD üzerinden
Atlantikçiler, Washington uzlaşması ile tüm dünyaya yayarken, Almanya’nın
önderliğinde yayılan Berlin bildirgesi milli devletleri ve milliyetçi
kesimlerin savunmasını yaparak ve emperyalist saldırılara ve müdahalelere karşı
çıkarak, uluslararası alanda Avrupa-Atlantik ya da ulusal-uluslararası
gruplaşmalarla bir yakınlık içine geldikleri önlenmektedir. Batı ülkelerinden
başlayarak bütün ülkelere yayılan ekonomik dengesizlik ve krizler, devletleri
ele geçirmiş olan siyasal kadrolar tarafından ekonomik zorbalık yönetimlerine
doğru milyonlarca insanın yaşadığı büyük ülkelerde önce eşitlik ortadan
kaldırılmakta, daha sonraki aşamada da gruplaşmalar öne gelince etnik, dinsel, kültürel
alt kimlikler toplum için bölücü ve yıkıcı girişimler birbiri ardı sıra gündeme
gelmektedir. Vergide adalet, insanca ücret, sosyal adalet ve toplum barışı gibi
temel hak ve özgürlük sorunlarının çözümü için bir araya gelen siyasal partiler
ile birlikte tüm meslek örgütleriyle birlikte sendikalar ve sivil toplum
kuruluşlarının ortak miting ve eylem programlarına yönelmeleri, çözüm üretmeyen
iktidar ve muhalefet partilerine karşı, halk kitlelerinin toplumsal direniş
atakları olarak siyasal gündemi dengelemek üzere belirli bir program
çerçevesinde uygulamalara başlanmıştır. Türkiye’deki bu gelişmeler başta Avrupa
Birliği üyesi olan ülkeler ile diğer Asya-Afrika devletleri tarafından da
paylaşılmaktadır. Halk kitlelerinin geleceği güvence altına alınmadan halklar
yeniden kazanılamaz. On milyar nüfus ile on bin yıllık insanlık tarihi
karşılaştırılmalıdır.
Devletlerin vatandaşlarını karşılarına almaları ile kendi
vatandaşlarının bir araya gelmesinden oluşan ulusal toplum ile yakınlaşması
sosyal barış ve siyasal adalet ile sürekli barış ortamı isteyen genç ve dinamik
toplum kesimlerini, birlikte düşünerek ve değerlendirerek adım atılması,
üzerinde yaşanılan dünya gezegeninin geleceğinin güvence altına alınması
açısından fazlasıyla önem taşımaktadır. Halk kitleleri işsizlik ve açlık
çıkmazından kurtulabilmek için çeşitli girişimlerde bulunurken, sendika ya da
meslek kuruluşu üyesi olan aydın, emekçi, bürokrat ve işçilerin, siyasal
partilerin şimdiye kadar gerçekleştiremediği toplumsal muhalefeti yerine
getirmek üzere harekete geçtikleri görülmektedir. Devletlerin ve siyasal
partilerin halk kitlelerinden giderek uzaklaştığı bir dönemde, bütün çalışan
sınıflar ve toplum kesimlerinin, yeni dönemde öne çıkarak anayasa, yasa ve
insan hakları bildirgelerinde var olan temel hak ve özgürlüklerini, daha da
etkili bir biçimde dile getirilerek yükselen mücadelelerin en üst noktasına
kadar tırmandırmaları gerektiği, Avrupa’nın medeni ülkelerinde görüldüğü gibi
tam anlamıyla bir insan hakları örgütlenmesi olarak, siyasal gündemdeki
yerlerini alacaktır. Ekonomik krizler inişli çıkışlı yapıları ile her zaman
için ülkelerin istikrarı açısından fazlasıyla devletleri ve hükümetleri
uğraştırabilmektedir. Devletlerin kamu çalışanlarına diğer ülkelere paralel bir
çizgide ödemeler yapabilmesi, ancak ve ancak denk bütçe uygulamaları ile mümkün
olabilmektedir. İşçi sınıfının önderliği gibi farklı yaklaşımlar geçen yüzyılda
yaşanan siyasal gelişmeler ile geride kalırken, çalışanların sendikalar ve
ortak meslek örgütleri aracılığı ile topluca meydanlara inmeleri ve bu gibi
eylemleri daha sonraki aşamalar da siyasal boşluk bulunan yerlerde toplumun
birer neferi gibi mücadele etmeleri kaçınılamaz bir yurt görevi olarak öne çıkmaktadır.
Dünyada yaşanmakta olan hareketlilik
düzeninde bütün devletler öne çıkarak, sahip oldukları olanaklar ve güç
şemsiyesi altında toplanarak geleceğe dönük bir var olma mücadelesine
girişecekleri gibi bir beklenti, giderek bütün toplum kesimlerinde ve meslek
kuruluşları ile birlikte bazı siyasal çevreler ve de partilerde öncelik
kazanmaktadır. Çalışanların ve tüm emekçi kesimlerin temsilcilerinden oluşan
geniş halk kitlelerinin geçmişten bugüne kazanılmış olan haklarına bütünüyle
mücadelelerin desteği ile sahip çıkacakları günlerin önümüzdeki süreç içinde
gündeme geleceği ve yeni dönemde gündeme geldiği gibi yıllarca sürdürülmüş olan
her türlü hak ve özgürlük mücadelelerine önümüzdeki dönemlerde saygı
gösterilerek hareket edildiği zaman, batı tipi demokrasilerin boş bir masal
olmadığı, anayasa ve yasalarda belirtilen hak ve özgürlüklerin gelecekte devlet
ve sivil toplum kuruluşlarının dayanışmalarıyla birlik içinde mücadele kavramı
yeni dönemin önde gelen bir açıklaması olarak kabul edilecektir. Avrupa ile
Asya kıtaları arasında yer alan bir merkezi ülke olarak Türkiye Cumhuriyeti
yeni dönemde önemli misyonlar ile karşı karşıya kalacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin
kendisinden beklenen bugünkü misyonu, bir merkezi devlet olarak bütün merkezi
güçleri başkent Ankara’da bir araya getirmektir. Türk devleti eski Osmanlı
imparatorluğu arazisi üzerinde çağdaş bir cumhuriyet devleti olarak, dünyanın
merkezini yeni bir güç merkezine dönüştürmek zorundadır. Türkiye yeni dönemde
önceden sırtını döndüğü Türk halkını yeniden kazanabilmek üzere, yüzünü
Türkiye’nin her yanında yaşam mücadelesi veren Türk insanına ve ulusuna acilen
dönmek zorundadır. Türk halkını Türk devletinin kucaklamasıyla, bir büyük Türk
gücü yeniden dünya merkezinin en güçlü otoritesi olacak ve bütün Türk
devletlerini yönlendirecektir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder